• Sonuç bulunamadı

Karabük İmam Hatip Lisesi Öğrencilerime

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Karabük İmam Hatip Lisesi Öğrencilerime"

Copied!
110
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Karabük İmam Hatip Lisesi Öğrencilerime

(2)

Yazar Hakkında

1951 Manisa doğumlu. 1976’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümünden mezun oldu.

Öğretmen olarak Erzurum, Karabük, Afyon-Sandıklı, Manisa-Gördes ve Amasya-Suluova’da görev yaptı.

2005’te emekliye ayrılan Abdulhalim Durma ‘Evliyalar Şehri’ adıyla bir kitap dizisi hazırlamaya başladı.

Yazarın ayrıca, ‘Din Psikolojisi’,

‘Kişilik’, ‘İslam Aleminde Aklın Zevali’

ve ‘İslami Politik Kültür, Demokrasi ve İnsan Hakları’ isimleriyle ebook formatında dört tercümesi, ve Kadı Kızı isimli bir roman çalışması vardır.

(3)

Evliyalar Şehri Karabük

Abdulhalim Durma

(4)
(5)

İçindekiler

Karabük Evliyaları . . .1 Eflani Evliyaları . . .11 Eskipazar Evliyaları . . .17 Ovacık Evliyaları . . .20 Safranbolu Evliyaları . . .22 Safranbolu’da XIV. Yüzyıl . . .24 Safranbolu’da XV. Yüzyıl . . .29 Safranbolu’da XVI. Yüzyıl . . .30 Safranbolu’da XVII. Yüzyıl . . .33 Safranbolu’da XVIII. Yüzyıl . . .41 Safranbolu’da XIX. Yüzyıl . . .50 Safranbolu’da XX. Yüzyıl . . .59 Safranbolu’da Tarikatlar . . .88 Safranbolu’da Halvetilik . . .90 Safranbolu’da Sadiyye . . .95 Yer ve İsim İndeksi . . .97 Kaynakça . . .99

(6)
(7)

Karabük Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan ve ülkenin en hızlı gelişen şehirlerden biridir1. Burada kurulan Türkiye’nin ilk demir çelik fabrikası sayesinde bir şehre dönüşen Karabük, Öğlebeli köyünün ayrı bir mahallesinin yerini almıştır. 1530 tarihli tahrir kayıtlarında Taraklıborlu (Safranbolu) kazasına bağlı köyler arasında ismi geçmese de, bir mevki adı olarak defterde yer alır. Arif Şeyh’in vakıfları içerisinde, Karabük mevkiinde “Devleşe divanı”nda on bir hane, bir mücerret, bir muhassıldan (talebe) ibaret nüfustan söz edilir. Muhtemelen burası, zamanla iki çayın birleştiği yeri ifade eden “bük” ve buna eklenen sıfatla Karabük adını almıştır.

Halbuki yörenin tarihi oldukça eskiye dayanır2. Türklerin hakimiyeti Malazgirt zaferinin ardından 1084’te gerçekleşmiştir. Fakat bölgenin Türklerin elinde kalışı sürekli olmaz. Bizans-Selçuklu sınırlarındaki bu topraklar iki devlet arasında sık sık el değiştirir. II.

Kılıcarslan döneminde yöre kesin olarak Türklerin eline geçer. Kılıcarslan ülke topraklarını oğulları arasında paylaştırırken bu yöre de Mesud’a verilir. XII. yüzyılın sonlarında kurulan Çobanoğulları, XIV. yüzyılın başlarında kurulan Candaroğlu beylikleri de bu topraklara sırasıyla hakim olur. Yıldırım Bayezid döneminde Osmanlı topraklarına katılan yöre, Timur istilasının ardından geçici olarak Osmanlı idaresinden çıksa da, bir

1 Metin Tuncel. Karabük. TDV İslâm Ansiklopedisi. 24. Cilt

2 Tuncel, agm

1

(8)

süre sonra yeniden Osmanlı hakimiyetine girer. Bölge, XV-XVI. yüzyıllarda Bolu sancağının Taraklıborlu kazası içinde yer almaktadır. XIX. Yüzyıldaki idari düzenlemelerde, Kastamonu vilayetinin merkez sancağında Safranbolu kazasının Aktaş nahiyesine bağlı bulunmaktadır. 1897 tarihli Kastamonu Vilayeti Salnamesi’nde, Safranbolu’ya bağlı köyler arasında yer alan Karabük on dokuz hanede seksen bir kişinin yaşadığı küçük bir yer olarak kayıtlıdır. Cumhuriyet döneminin başlarında Karabük Kastamonu vilayetinin Safranbolu kazası sınırları içinde yer almaktadır. 1927 yılında yapılan idari değişiklikle Safranbolu Kastamonu vilayetinden ayrılarak Zonguldak iline bağlanınca, Karabük de Zonguldak ilinin Safranbolu ilçesine bağlı Aktaş bucağı içinde yer alır.

Cumhuriyet döneminde, demiryollarının inşası içerisinde en maliyetlilerinden biri de 397 km’lik Ankara- Filyos demiryoludur. Bu hat, Safranbolu’ya 8,5 km uzaklıktaki Karabük Mevkii’nden geçer. Karabük İstasyonu ise 1932 yılında inşa edilmiş olup ilk trenin 1934 yılında gelişi ile bölgenin imarı ve ekonomik kalkınması başlar3.

Başlangıçta, sanayileşme programları arasında, kurulması öngörülen ağır demir çelik sanayii için o sıralarda on üç, on altı hanelik Karabük Mahallesi

33 Suat Çabuk, Kemal Demir, Ercan Gökyer. Cumhuriyet’in Yeni Kenti Karabük’ün 1937–1988 Dönemi Mekânsal Gelişimi ve Şehir Planları

2

(9)

tesislerin kuruluş yeri olarak seçilir4. Bu tercihte Ereğli- Zonguldak kömür havzasına yakınlık ve Ankara- Zonguldak demiryolunun buradan geçmekte olması da rol oynamıştır. Bununla birlikte, Avrupalı iktisatçı Kessler aynı düşüncede değildir5. “İktisadi hedeflerle kurulan demir sanayi bütün dünyada,..., kömür ocaklarının yanına tesis edilir. Halbuki Karabük ne demir cevherinin ne de maden kömürünün yanındadır...”

Demir Çelik Fabrikasının kuruluşunu İngiliz Brassert şirketi üstlenir6 üstlenir. 3 Nisan 1937’de fabrikanın temeli atılır ve kısa sürede tamamlanarak 6

4 Tuncel, agm

5 Mustafa Berkay AYDIN. Karabük'te 'Fabrika'nın Kuruluşu Ve İlk İşçiler: 1940'lı Yıllarda Çeltik Tarlasından Sanayi Kentine Dönüşüm

6 Hermann Alexander Brassert (1875-1961). Londra'da doğdu.

Freiburg'da bir gramer okuluna gitti ve Ekim 1897'den itibaren ABD’de demir-çelik işlerini okudu. 1900'de Braddock, PA'da Edgar Thomson çelik fabrikasında bir iş buldu ve burada 1903'te yüksek fırınların operasyon müdürü pozisyonuna yükseldi ve 1905'te Chicago'daki Illinois Steel Company'ye taşındı. 1908'de ABD vatandaşlığı aldı. Chicago'da 1925'te HA Brassert & Company'yi kurdu, büyük bir mühendislik ofisi (ayrıca HA Brassert Inc., danışmanlık mühendisleri). Brassert

& Co.'nun Londra'da bir şubesi vardı. Ekim 1939'da savaş patlak verdiğinde, kendisi ve İngiliz ve Amerikalı mühendislerden oluşan kadrosu Hitler'in Almanya'sını terk etti.

Brassert, demir ve çelik endüstrisinde birkaç ABD patentine sahipti.

3

(10)

Haziran 1939’da işletmeye açılır7. Karabük’ün büyümesi de bu tarihten sonra hızlanır. Yerleşme alanı demiryolu istasyonunun kuzeyine; Araç suyundan yamaçlara doğru, ayrıca Soğanlı ve Filyos çayları boyunca yayılmaya başlar. Fabrikada çalışan işçiler için Araç vadisi boyunca basit binalar yapılarak sonradan Dereevler ve Yüzevler’e dönüşecek olan sitelerin nüvesi oluşturulur. Araç suyunun taraçaları üzerinde ise memur, teknisyen ve mühendisleri barındırmak için Yenişehir Mahallesi adı verilen modern sitenin temeli atılır. O sıralarda Karabük biri Yenişehir, diğeri İstasyon olmak üzere iki muhtarlıktan oluşmaktadır. 1939’dan sonra bir nüfus akışı başlayınca yerleşim alanları da hızla genişler.

Üçüncü olarak Bayır Mahallesinin kurulması, şehrin batıya doğru genişlemesini sağlar. 1940’taki ilk nüfus sayımında Karabük’ün nüfusu henüz 6.825’tir. Burası, 1941 yılında Safranbolu ilçesine bağlı bir nahiye merkezi durumuna getirilir. Nüfusu 1945’te 10.000’i geçmiştir.

1946 yılında, Karabük dergisinin 12. sayısındaki Gezi Duyguları adlı bölümde, ‘Safranbolu-Karabük’

başlıklı yazıda Safranbolu ve Karabük’le ilgili bilgilere yer verilir8. Safranbolu’nun o dönemde depremin etkisiyle harap bir durumda olduğu, demir-çelik

7 Mehmet Kütükçüoğlu. Milli Şef Dönemi’nde Karabük.

Yüksek Lisans Tezi. Marmara Üniversitesi. İstanbul. 2009

8 Selman Yaşar. Karabük’ün İlk Yayını: Karabük Dergisi

4

(11)

fabrikalarının şehrin gelişimini hızlandırdığı ve burada çalışan işçilerin oturduğu evlerin bulunduğu Yenişehir semtinin de şehircilik alanında önemli bir aşama olduğu vurgulanır. “Karabük Cezaevi” başlıklı yazıda ise Karabük Cezaevi’ne ait gözlemler anlatılmış, Cezaevinde 600 mahkumun bulunduğu ve bu mahkûmların demir- çelik fabrikalarında çeşitli işlerde çalıştığı belirtilmiştir.

1949 yılında Karabük artık beş mahalleden oluşmakta ve 950 hektarlık bir alanı kaplamaktadır.

1953’te ilçe merkezi olur. Nüfus artışı daha da hızlanır ve 1955 sayımında 15.624’e ulaşır. 1955-1965 arası, Karabük için hızlı bir gelişme dönemi olur. 1965’te 46.169’a ulaşan nüfusu hemen hemen 1955’tekinin üç katı kadardır. Mahalle sayısı da on dördü bulmuştur.

Fındıkoğlu Unesco için 1959’da hazırlanan raporda şunlara yer verir9. “D. Ç. İşletmelerinin şehri aydınlatma işindeki bu yardımı ve bir nevi Belediye yardımcılığı yapması yalnız belde içi ile kalmıyor, kazanın yakın köylerine ve Safranbolu'ya kadar yayılıyor.

Karabük'e adını veren ve şimdi yüz kadar haneyi ihtiva eden Karabük ile eskiden bir mahalle olarak bağlı bulunduğu Öğlebeli, Bulak köyleri de D. Ç.

İşletmelerinin temin eylediği ışık nimetinden faydalanmaktadırlar. Şehrin henüz fennî bir su tesisatı projesi yoktur.. Şehirleşmenin hareket verici âmilleri

99 Z. F. Fındıkoğlu. Beledi Hizmetler ve Amme İdaresi Bakımından Karabük

5

(12)

uyanık bir "insan iradesi" ne bağlıdır ve onu tahrik eden Ağır Sanayi Müessesesinin yatırım ve genişleme imkânları içinde bulunmaktadır.. Karabük Belediyesi mâlî takati pek zayıf bulunan belediyelerin başında bulunduğundan D. Ç. İşletmelerine bu bakımdan da hemen hemen daima bağlı kalacaktır, kanaatindeyiz.”

Şehrin genişleme yönü başlangıçta Araç, Soğanlı ve Filyos akarsularının istikametine uygun olarak doğu- batı doğrultusunu gösterirken, sonraki yıllarda, topografyanın imkan verdiği ölçüde kuzeydoğuda Beşbinevler ve Yüzüncüyıl, güneybatıda Fevziçakmak Mahallesi gibi düzensiz biçimde sıçramalar halinde olmuştur10. Bu yayılma çok defa gecekondulaşma halinde kendini gösterir. Halbuki, Beşbinevler Mahallesi gecekondu önleme alanı olarak kurulmuştur. Karabük demir çelik sanayii sadece şehrin mekan genişlemesine ve nüfusunun artışına yol açmakla kalmamış, komşu yerleşme yeri olan Safranbolu’yu da etkilemiştir.

Safranbolu’nun vadi içindeki çekirdek kısmının dışında bulunan kesimlerden Kıranköy ve Bağlar semtleri, Karabük’ün baskısını şiddetle hissetmiş ve hızla yapılaşmıştır. Safranbolu’nun bu semtlerinde oturanların çoğunluğunu Karabük’te çalışanlar oluşturmaktadır.

Karabük hızlı büyümesinin sonucunda 1995 yılında aynı adla kurulan ilin merkezi durumuna getirilir. 1997 yılında yapılan nüfus sayımında 103.806 olarak tespit edilen nüfusunun en yoğun olduğu mahalleler Soğuksu, Yeni,

10 Tuncel, agm

6

(13)

Namıkkemal, Atatürk, Yeşil ve Şirinevler mahalleleridir.

Demir çelik tesislerinin şehrin en çukur yerinde bulunması, Karabük’te önemli bir çevre sorunu olan hava kirliliğini de bazen had safhalara ulaştırmaktadır.

Karabük mevkiine zaviye kuran Arif Sultan burayı vakfetmiş ve ondan sonra da Arif Sultan’ın torunları 20. Yüzyılın başlarına kadar burada hizmet vermeye devam etmiştir11. Arif Sultan’ın Candaroğulları ve bilahare Osmanlılarla iyi ilişkiler kurduğu anlaşılmaktadır. Onun hakkındaki bilgilere arşiv belgelerinden ve vakıf kayıtlarından ulaşılmaktadır. Bu belgelerden onun 14. yüzyılda yaşadığı ve gaza ehlinden bir şeyh olduğu anlaşılmaktadır. Arif Şeyh’e ilk vakıf beratını Candaroğlu Kötürüm Bayezid12, son beratı ise Yıldırım Bayezid’in oğlu Emir Süleyman Çelebi vermiştir. Bu bilgilerden Arif Sultan’ın 1361 ile 1402 yılları arasında hayatta olduğu anlaşılmaktadır.

26 Ocak 1850 tarihli rüus kalemi tarafından vakıflardan ücret alana verilen belgeye göre, buranın zaviyedarlığı evlada ve tarik-i aliyyeden birine mensub olana verilip zaviye hizmeti ve görevi, gelen gideni yedirip içirmekten ibaretti. 1902 ve 1904 tarihli belgelerden anlaşıldığına göre, Arif Sultan zaviyesine

11 Şenol SUSOY. Karabük’ün Manevi Kurucusu Arif Sultan

12 Kötürüm Bayezid 1386’da vefat etmiş olup kabri Sinop’ta İsfendiyarlar Türbesinde bulunmaktadır. Süleyman Çelebi 1411’de öldürülmüş olup kabri Bursa’da babasının türbesindedir.

7

(14)

dönemin vakıflar yönetimince taamiye, ışıklandırma ve zaviyedarlık yardımları verilmiştir. Arif Sultan’ın zaviyesinin günümüzde yerinin neresi olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Arif Sultan neslinden Hasan Efendi’nin 1906 yılında zaviyedar ve türbedar olarak atanması dikkate alınırsa, Arif Sultan dergahının Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar faaliyetlerine devam ettiği tahmin edilebilir. 1925 yılından itibaren, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına dair kanun gereği zaviye kullanılmaz olduğu için virane olmuş, Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın kurulması ile şehir büyüyünce halkın ortak malı olduğundan başka amaçlarla kullanılmış olmalıdır. Bu yerin, “eski mezarlık” olarak bilinen, şimdiki Demir Çelik 50. Yıl ortaokulunun bulunduğu yer olduğu ileri sürülür. Anlatılanlara göre, mezarlık denilen yer, aslında zaviyenin bahçesinde bulunan türbe ile zaviyede görev yapan şeyhlerin ve köyün ileri gelenlerinin mezarları olan yerdir. Hatta zaviye viran olunca açılan alanın mezarlık haline geldiği ileri sürülebilir.

Karabük’ün ilçe haline gelmesinden sonra yörede anlatılan bir menkıbesinden dolayı, Bahaddin Gazi’nin Karabük’ün kurucusu olduğu öne sürülür13. Fakat onun hakkında kesin bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.

Menkıbelerden anlaşıldığına göre o, Karabük köyünü kurmamış, sonradan buraya yerleşerek bölgede çobanlık yapmıştır. Oysa Şeyh Gazi Arif Sultan hakkında pek çok

13 Susoy, “Karabük’ün..”

8

(15)

belge bulunmaktadır. Onun kurmuş olduğu zaviye buranın bir yerleşim yeri olmasına sebep olmuş, ayrıca yörenin manevi gelişmesine yüzyıllarca katkıda bulunmuştur.

Bahaddin Gazi’nin hayatı ve tarihi kimliği, ne zaman yaşadığı ve nereden geldiği hakkında halkın anlattığı rivayetler dışında kesin hüküm verilecek bir belge yoktur14. Bahaddin Gazi Eğitim ve Kültür Vakfı’nın yayınladığı “Gönüller Sultanı Bahaddin Gazi Dede” adlı yayında Bahaddin Dede’nin Karabük köyüne yaklaşık üç asır önce geldiği ve orada çobanlık yapmaya başladığı yazmaktadır.

Bahaddin Gazi hakkında yörede anlatılan rivayetler şöyledir: “Bahattin Dede bir gün Araç çayının karşı yakasına geçmek için köprü yapmaya karar vermiş ancak gerekli keresteyi taşıyacak hayvanı yokmuş.

Dedenin duaları kabul edilmiş ve ormandaki geyikler yükü taşımışlar. Bir süre sonra da bir cami yaptırmaya karar vermiş. Yine geyikler geceleyin yükü taşımışlar.

Dedenin sırrını merak eden köylüler geceleyin pusup beklemişler. Geyiklerin gerekli kumu çabucak taşıdığını gören köylüler dedenin ermiş olduğuna karar vermişler.

(Bu nedenle kendisine “Geyikli Baba” denir.) Meğer sırrı açıklanan ermişler yaşamazlarmış. Öleceğini anlayan Bahattin Dede köylülere, “evinizin sayısı 25’i geçmesin”

diye beddua etmiş. O günden sonra Bahattin Dede'yi gören olmamış.”

14 Susoy, agm

9

(16)

Onun bu olaydan sonra Karabük’e 28 km mesafede bulunan Dede Yaylasına gittiğine ve orada öldüğüne inanılır. Başka bir rivayete göre, Bahaddin Gazi Karabük mevkiine yerleşmiş, kendisinin ya da köylünün sığırlarını güderek çobanlık yapan Horasan Erenlerindendir. Bahattin Gazi Vakfı ve Karabük Belediyesi işbirliğinde “Bahattin Gazi Anma Günleri”

1994 yılından beri düzenlenmektedir15.

15 http://www.karabuk.gov.tr/

10

(17)

Eflani Evliyaları

1084’de Kastamonu ve Sinop bölgesini fetheden Kara Tiğin Bey bir süre yöreye hakim olur. Daha sonra buraları Bizanslıların eline tekrar geçer. Çobanoğulları Beyliği 1211 yılından sonra Bizansla mücadele eder ve bölgede hakimiyet kurar. Moğolların sebep olduğu kargaşadan ve siyasi belirsizlikten Çobanoğulları beyliği de etkilenir. Bu beyliğin Karabük ve çevresindeki etkinliği 1280 yıllarında sona erer.

Candaroğulları beyliğinin kurucusu Şemseddin Yaman Candar’dır. Şemseddin Bey 1291 yılında, Geyhatu tarafından Eflani merkez olmak üzere Kastamonu’ya vali tayin edilir. Ancak, Muzafereddin’in savaş meydanında öldürülmesine rağmen Mahmut’un Kastamonu kalesini Candar Bey’e teslim etmemesi karşısında Şemsettin Bey bölgenin en müstahkem kalelerinden biri olan Eflani’de yerleşir. Bu olay sonunda Eflani Candaroğulları Beyliğinin ilk merkezi olur.

Kastamonu’nun Süleyman Paşa tarafından alınmasından ve beylik merkezinin buraya nakledilmesinden sonra da Eflani bu beyliğin önemli kalelerinden biri olma vasfını sürdürür. Candaroğullarından Kötürüm Beyazıt’ın oğlu II. Süleyman Bey, Murad-ı Hüdavendigar’ın yardımı ile iktidara yükselince bu yardımına karşılık Eflani kalesini ve çevresini onlara armağan etmek zorunda kalır. 1402′de Ankara Savaşından sonra dahi iki beylik arasındaki sınır Eflani kalesinden geçmektedir. Bu tarihlerde Eflani bir yandan Amasra’daki Cenevizlilere bir yandan da

11

(18)

Candaroğullarına karşı bir savunma noktası olarak ayrı bir değer taşımaktadır.

1469 tarihinde Fatih Sultan Mehmet Ceneviz problemini halletmek üzere sefere çıktığında, Amasra üzerine yürüyen Osmanlı birlikleri Eflani’de toplanır.

Deniz yoluyla Amasra önüne gelen Murat Paşa komutasındaki birlikler Amasra limanını teslim alınca Eflani’deki birliklerinden ayrılan garnizon, Amasra’ya gönderilir.

Kastamonu’nun bir sancak haline getirilerek Anadolu Beylerbeyliğine katılması üzerine, Eflani kalesinin stratejik bir fonksiyonu kalmaz. Artık Eflani, sadece çevre köyler için bir Pazar yeri olarak ekonomik değer taşımakta ve bundan sonraki kaynaklarda Eflani’den ‘Pazar’ adıyla söz edilmektedir.

Kanuni devrinde (1520-1566) Eflani, 80 akçelik küçük bir kadılık olarak teşkilatlandırılmış ve Kastamonu Sancak Beyliğine bağlanmıştır. Tanzimat’tan sonra kurulan yeni vilayet teşkilatında ise 35 parça köyü ile Kastamonu vilayetinin Safranbolu ilçesine bağlı bir bucak haline getirilmiştir. 1927’de Safranbolu’nun Zonguldak iline bağlanması ile Eflani de bucak özelliğini koruyarak Zonguldak ili sınırları içinde yer almış olur.

1953 yılında çıkarılan kanunla Eflani, ilçe merkezine dönüşür. 1995 yılında Karabük il olunca Karabük iline bağlanır.

İlçe merkezine 2,5 km mesafedeki Çalışlar Mahallesinde mahalle ile aynı ismi taşıyan türbenin kitabesi bulunmadığından ne zaman yaptırıldığı

12

(19)

bilinmemektedir. Türbe içerisinde 12 mezar vardır.

Söylentiye göre, bu mezarlar Buhara veya Horasan’dan gelmiş kişilere aittir. Türbe moloz taştan yapılmıştır.

Günümüzde ziyaret yeri olduğundan bakımlı ve iyi bir durumdadır.

Eski adı Şıhlar iken Günlüce olarak değiştirilen ve halk arasında İmamköyü olarak adlandırılan yerleşim yeri, ilçe merkezine yedi km mesafededir. Köy İmamköyü adını türbede medfun bulunan zatlardan, Şıhlar adını da Şeyhlü, Şıhlu isimli Türkmen cemaatinden almıştır. Günlüce köyünün merkez mahallesinde bulunan tarihi caminin altındaki türbede üç mezar olup ziyaretçiler, Hıdrellez ve diğer mübarek zamanlarda ziyarete gelirler. Türbede bulunan iki sancaklık mızrak, alemli değnek ve bastonlar burada yatan zatlara ait olmalıdır. Halk arasında kandil geceleri, türbeden nurani bir ışık yayıldığı, köyde içkili düğün yapılmakta iken aniden ortalığı bir karanlık bastığı, anlatılmaktadır. Türbede bulunan zatların Horasanlı olduklarına ve buraya sekiz yüzyıl önce geldiklerine inanılır.

İlçeye 13 km mesafede bulunan Demirli köyünde Küre Türbesi ismiyle anılan bir ziyaret yeri vardır16. Tarihi İsmailbey Camisinin bulunduğu yer mahallenin uzağında kaldığından yeni yapılan mescitte vakit namazları, İsmailbey Camiinde ise Cuma namazları

16 Şenol Susoy. Tarihi Camisi Ve Sûfileri İle Küre-i Hadid (Demirli) Köyü

13

(20)

kılınır. İsmail Bey Camii yanında türbe, eski Miskinler Mezarlığı, tarihi şadırvan çeşmesi, hamam harabesi, medrese ve dükkan yerleri kısmen bellidir. Estetik bir mimariye sahip olan İsmailbey Camiinde mihrap etkileyici bir görünüşe sahiptir. Demirli köyünün eski adı olan Küre-i Hadid’in, Türkler dönemindeki tarihi de Candaroğulları beyliği ile başlar. Köyde bulunan ve kitabesinden İsfendiyar oğlu İsmail Beyin 1451 yılında yaptırdığı anlaşılan Küre-i Hadid Camii, yörenin ayakta kalan eserlerinden biridir. Bu duruma göre Küre-i Hadid köyünün bulunduğu bölgeye 1451 yılından önce yerleşildiği ve burasının Candaroğulları beyliği döneminde önemli bir yer olduğu anlaşılmaktadır. Zira hem rivayetlere hem de Osmanlı vesikalarına göre, burasının şadırvan, hamam, medrese ve dükkanları olan düzenli bir yerleşim yeri olduğu kabul edilmektedir.

Demirli ve çevresindeki demir ocakları, ilk defa Candaroğulları tarafından işletilmiş ve burayı bölgenin en önemli köylerinden biri haline gelmesinde etkili olmuştur. 1530 yılı muhasebe kayıtlarında Daday ve Araç kazası bölümlerinde Küre-i Hadid ve Nefs-i Küre olarak geçen köyde, o tarihte cami için iki ayrı vakıf bulunmaktadır. Vakf-ı cami-i Küre-i Hadid yazılı kayıtta, hasılı (yıllık geliri) 150 akçe olan bir çiftlik ve 3 hane, cami vakfıdır. Cami için bir diğer vakıf da 400 akçelik bir gelirdir. Cami vakıflarından diğeri ise 100 akçelik geliri ile 12 dükkandır. Ayrıca, burada bir zaviye ve hamam bulunmaktadır. Caminin kıble tarafında harabe vaziyette bir hamam, caminin doğu tarafında Miskinler Mezarlığı

14

(21)

ve hemen yakınında da medrese yerleri vardır. Cami yanında bir türbe ve diğer yerlerin bulunması burada bir dönem tekke ve medresenin bulunduğunu ve uzun süre eğitim verdiğini göstermektedir.

Demirli köyü, 1846-1870 yılları arasındaki devlet salnamelerinde yörükan-i araç, Taşköprü, Sarıgöl, Azdavay, Eflani, Daday, Küre-i nühas, Araç, Mergüze ve diğerleri ile birlikte Kastamonu kazaları arasında Küre-i Hadid olarak yer almıştır. Bu durum 1869 yılında yürürlüğe giren vilayet nizamnamesine kadar devam etmiştir. Bu tarihteki düzenlemeye kadar vilayet salnamelerinde Kastamonu kazaları arasında yer alan Küre-i Hadid Köyünün bir kaza statüsünde değil de Araç kazasına bağlı adli bir kaza olduğu, bir alt birim olarak Naib (kadı vekili) nezaretinde idare edildiği açıktır.

Nitekim 1869 yılında yapılan düzenlemeden sonra Daday ve Araç kaza olarak devam ederken, Küre-i Hadid kaza ve nahiyeler arasında yer almamaktadır. Cami yanındaki türbe ise kayıtlarda geçen zaviye şeyhlerine ve medrese müderrislerine ait olmalıdır. Nitekim caminin hemen yakınındaki mezarlığın adının hiçbir şeyi olmayan anlamında “Miskinler” olması bunu akla getirmektedir.

Candaroğlu dönemine ait olan cami ise 1885-1890 yılları arasında tavandan su almaya başlamış ve rivayete göre, Candaroğlu İsmail bey, dönemin Kastamonu Valisi Abdurrahman Paşa’nın rüyasına girerek “hatıramı kurtar”

15

(22)

demiştir. Bu durum üzerine Vali Abdurrahman Paşa 1891 yılında camiyi tamir ettirmiştir17.

Kastamonu vilayet salnamelerinde Araç’a bağlı bir köy olarak geçen Küre-i Hadid’e daha sonraları, anlamına uygun olarak ‘Demirli’ adı verilmiştir. Burası 1992 yılında Eflani’ye bağlanmıştır.

Küre-i Hadid köyünde İsmail Bey camisinin yanındaki türbede medfun bulunan ve Halveti Tarikatı’na mensup olan Şeyh Mahmud Efendi, aslen Araç ilçesine 24 km mesafede bulunan Okçular Köyü’ndendir. Halvetî Tarikatine mensub olan Şeyh Mahmud Efendi, Sümbül Efendi (1452-1529) ve Şeyh Şaban-ı Velî (1481- 1569)’nin halifesidir. Şeyh Mahmud Efendi’nin ne zaman doğup ne zaman öldüğü kesin olarak bilinmemekte, 1533’den sonraki tarihte Şaban-ı Veli’ye bağlanmış ve 1569 yılından önce ölmüş olduğu ileri sürülmektedir.

Şeyh Mahmûd Efendi’nin Tâcnâme türünde bir risalesi bulunmaktadır.

17 Abdurrahman Nurettin Paşa muhtelif valiliklerde bulunduktan sonra Umur-ı Nafia (eğitim sistemini düzenleme) Komisyonu Azalığı’ndan Başvekil unvanı ile 2 Mayıs 1882 tarihinde sadrazamlığa tayin olunmuştur. 18 Nisan 1883 tarih ve 484 numaralı Kastamonu Gazetesinden anlaşıldığına göre 31 Aralık 1882 tarihinden 2 Eylül 1891 tarihine kadar Kastamonu ilinde valilik yapmıştır. Kastamonu ilinde valilik yaptığı 8 yıl 9 aylık süre içeresinde sayılmayacak kadar çok eser bırakmıştır.

16

(23)

Eskipazar Evliyaları

Cumhuriyetin ilan edildiği günlerde, Eskipazar’ın bulunduğu yerde iki han birkaç dükkan ve üç ev olduğu, Perşembe günleri pazar kurulduğu bilinmektedir.

Pazarının eskiliği nedeniyle Eskipazar adını alan yerleşim yeri bu dönemde bucak olur. 1945 yılında ilçe merkezine dönüşen Eskipazar’da bir yıl sonra belediye teşkilatı kurulur. 1995’te, Karabük’ün il olması ile birlikte Eskipazar ilçesi de Çankırı İlinden alınarak Karabük İline bağlanır. İlçede yöresel yapım özellikleri gösteren ve Osmanlı dönemine ait yedi tane hamam bulunmaktadır18. Hamamlı köyünde 3 tane, ilçe merkezine 2 km. uzaklıkta bulunan Kapucular köyünde 1tane, merkeze bağlı Kıranköy Mahallesi’nde 2 ve merkeze bağlı Bahçepınar Mahallesi’nde 1 tane hamam belirlenmiştir.

Günümüzde samanlık ve depo olarak kullanılan yapılar çalışmalar sonucunda tescillenerek kayıt altına alınmıştır.

İlçeye 17 km mesafede bulunan Hamamlı köyü isminin, girişte bulunan ve eski jandarma karakolunun bir yapısı olan tarihi hamamdan geldiği sanılmaktadır. Bu alanda Osmanlı Paşalarından İbrahim Avni Paşa’nın 1806 yılında yaptırdığı 2 adet hamam, 1 adet mahzen ve

18 Lütfiye Göktaş Kaya. Osmanlı Hamam Mimarisine Karabük Eskipazar’dan Yeni Örnekler II

17

(24)

1 adet kiler mevcuttur19. Burası, kervan yolu ve padişah yolu olarak bilinmektedir.

Hamamlı köyünde Musa Dede türbesi bulunmaktadır. Musa Efendi’nin, Sultan IV. Murat’ın 1638’deki Bağdat Seferi sırasında Hamamlı yakınlarında vefat etmiş ve buraya defnedilmiş olduğu, nakledilir.

Kapucular köyünde Ömer Faki (Umur Fakih) Hazretlerinin türbesi bulunmaktadır. Umur Fakih’in Akşemseddin’in torunlarından biri olduğu nakledilir.

İmam Hacı Pınarı Türbesi günümüzde Beytarla olarak anılan ve önceki ismi Şerafüddin olan köyde bulunmaktadır. Yapı moloz taş duvar olup içi sıvalı ve kireç badanalı, eklenti olan yapı ise tuğla duvar olup içi sıvalı ve kireç badanalıdır.

Sadeyaka, birbirine yakın Saraycık, Şeyhler (Şıhlar), Kısaç ve Sadeyaka (Yakaköy) köylerinin birleşik olarak idari ismidir. 1995 yılına kadar Çankırı iline bağlı olmuş, Karabük'ün il olmasıyla Eskipazar'la birlikte Karabük'e bağlanmıştır. Sığırcık suyu, Sadeyaka köyünün «Şıhlar» mahallesinin sınırları içindedir.

Mahallenin biraz ilerisinde müstakil olarak bulunmaktadır. Çekirge Suyu namı ile de bilinir.

Eskipazar İlçesinde çekirge istilasına uğrayanlar Şıh Ali Semerkandi’nin kabrinin bulunduğu Çamlıdere’den bir kişiyi yanlarına alarak sığırcık suyuna gelirler. Burada kurban keserler ve beraberinde getirdikleri kişiye kaba su

19 http://eskipazar.gov.tr/hamamli-koyu-tarihi-hamamlari

18

(25)

aldırırlar. Alınan suyu çekirgelerin istila ettiği yere asarlar ve çekirgeler inanışa göre oradan kaybolurlar.

İlçeye 22 km mesafede bulunan Doğancılar köyünde İyice Sultan Hazretlerinin türbesi bulunmaktadır. Doğancılar ve Karaören köyleri muhtarlıkları tarafından her yıl ‘İyice Sultan Selahattin Efendiyi Anma ve Hıdrellez Programları’ tertiplenir.

19

(26)

Ovacık Evliyaları

Daha önce Bizans egemenliği altında olan ilçe toprakları Malazgirt Savaşı ardından Türklerin eline geçer20. 1350 yılında Osmanlı egemenliğindedir ve 1416 yılında Çelebi Sultan Mehmet tarafından Çankırı Sancak Beyliği Çerkeş Kazasına bağlanır. 1869 yılına ait Kastamonu Salnamesinde 25 köyü, 2145 hanesi ve 7381 nüfus ile Çerkeş ilçesine bağlı bir bucak olduğu görülmektedir.

İlçenin Osmanlı dönemindeki ismi Ulak (Şehabettün) olarak anılmaktadır. Amasra Limanı ile İç Anadolu arasındaki eski ticaret yolunun Çerkeş, Ovacık, Safranbolu, Bartın güzergahını takip ettiği, bu yolun kervan yolu olduğu bilinmektedir. 1957’de ilçe olarak kurulması öngörülmüş, 1959 yılından itibaren kuruluşunu tamamlayarak hukuken Çankırı iline bağlı Ovacık ilçesi olarak teşkilatlandırılmış, 1995 yılında ise Karabük iline bağlanmıştır.

Pürçükören köyü, Karakoyunlu Mahallesinde Lidya uygarlığına kadar uzanan kaya mezarları, Kurutma Kayası, Gözetleme Kulesi, Abdullar Köyünde, Anbarözü Köyü Çevre Mahallesinde, Çatak Köyü Şıhlar Mahallesinde ve Boyalı Köyünde Türk- İslam dönemine ait camiler vardır.

İlçe merkezinde Can Baba, Yerli Baba ve Başçukur türbeleri, Pürçükören köyü Karakoyunlu

20 https://karabuk.ktb.gov.tr/

20

(27)

Mahallesinde bir türbe ile Boyalı köyünde Horasan erenlerinden Musa Efendi türbesi bulunmaktadır.

İlçeye 18 km mesafede bulunan Başboyunduruk köyündeki Debbağoğlu Camii 1859 yılına tarihlenir.

21

(28)

Safranbolu Evliyaları

Safranbolu’nun tarihi dokusu Çarşı, Kıranköy ve Bağlar olmak üzere üç alan üzerine kuruludur21. Buraları zengin mimari eserlerin bulunduğu yerleşim yerleridir.

Bunlardan şehir olarak bilinen ilk alan Çarşı’dır.

Burasının etrafı tepelerle çevrili olduğundan rüzgârlara karşı korunaklıdır. Bu sayede kışın soğuğundan olumsuz etkilenmez, ancak yazın sıcak etkisini gösterir. Bu nedenle, XIX. yüzyıldan itibaren yazlık olarak Bağlar bölgesi tercih edilmiştir. Bağlar daha yüksekte yer alan güneye eğimli yaylalardan meydana gelmiş bir sayfiye alanıdır. Yazın burası Çarşı’ya göre serin olmaktadır.

Kıranköy ise, Türklerin Safranbolu’yu alması ile birlikte eski kent halkının yerleştiği, tarihi süreçte ağırlıklı olarak gayrimüslim tebaanın oturduğu bir yerleşim alanı olmuştur.

13. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarında demiryolunun gelişine kadar Safranbolu, Doğu-Batı ticaret yolunda önemli bir kervan merkeziydi22. Eski Cami, Eski Hamam ve Süleyman Paşa Medresesi 1322 yılında inşa edilmiştir. 17. yüzyılda zirveye ulaştığı sırada

21 Rüveyda YETİŞ, Yüksel TURCAN, Ahmet Emre DİNÇER.

Safranbolu Kent Formunun Tarihsel Serüveni ve Morfolojik İncelemesi

22 https://whc.unesco.org/en/list/614/

22

(29)

Safranbolu mimarisi, Osmanlı İmparatorluğu'nun çoğundaki kentsel gelişmeyi önemli ölçüde etkilemiştir.

105 adeti çeşme olmak üzere, sayıları 1360’a ulaşan ve Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlığı olarak tescil edilmiş yapılar; tarihte kentin yazlık bölgesi olan ‘Bağlar’, mübadele yılları olan 1924’lere kadar Rum halkının yerleşim yeri olan ‘Kıranköy’, tarihi üretim, ticaret ve kent merkezi olan ‘Çarşı’, eski deri üretim merkezi olan ‘tabakhane’ ile iki vadide yer alan ‘Gümüş’

ve ‘Akçasu’ derelerinin olduğu bölgelerde gruplanmıştır23.

23 https://www.tarihikentlerbirligi.org/

23

(30)

Safranbolu’da XIV. Yüzyıl

Dadibra, 1196’da II. Kılıçarslan’ın oğlu Ankara Meliki Muhyiddin Mesud tarafından dört aylık kuşatma sonucunda teslim alındığında, muhtemelen müstahkem küçük bir kasaba idi24. Buranın asıl büyümesi Türkmen beyliklerinin hakimiyeti dönemlerine rastlar. Bugün kasabada herhangi bir antik yapıya ait iz bulunmamakla birlikte Bizans döneminden kalma bazı kalıntılar tespit edilmiştir. Kasabanın çekirdeğini oluşturan tarihi eserler ise ancak Candaroğulları dönemine, XV. yüzyıl başlarına kadar inmektedir. Bir süre Bizans idaresi altında kalan kalenin, 1304’te Gazan Han’ın ölümünden sonra harekete geçen Candaroğlu Süleyman Bey tarafından Kastamonu ile birlikte ele geçirildiği bilinmektedir. Böylece Candaroğulları idaresine giren kale, Süleyman Bey’in yaptırdığı cami ve medrese sayesinde ilk sivil yerleşme yerine sahip olmuştur. Türkmen yerleşmeleri de kalenin bulunduğu tepe ile güney taraflarında olmuş, burası Kalealtı mevkiinden Cami-i Kebir’e uzanan yerleşme alanını belirlemiştir. 1332’de buraya gelen İbn Battuta, Candaroğulları’na bağlı olan kasabayı, tepe üzerinde kurulmuş küçük bir yerleşim yeri şeklinde tasvir ederek kalenin aşağısındaki medreseye (Süleyman Bey

24 Feridun Emecen. Safranbolu. TDV İslam Ansiklopedisi.

Cilt 35

24

(31)

Medresesi) indiğini yazar25. Kendisi kalede şehrin idarecisi “Süleyman padişah” oğlu Ali Bey ile görüşür.

Bu bilgiler, Safranbolu’nun Candaroğulları döneminde kalenin dışına doğru kanyonun etrafına yayılmaya başlayan ve askeri önemini koruyan müstahkem bir kasaba halinde olduğunu ortaya koymaktadır. 1326 yılında Candaroğlu Süleyman Paşa, Safranbolu’yu hakimiyeti altına alır ve hamam - medrese, cami gibi Safranbolu’nun ayakta kalabilen en eski dini ve sivil yapılarını inşa ettirir.

Eski Cami ismiyle de anılan yapının kiliseden dönüştürülen bir yapı olup olmadığı konusu tartışmalıdır.

Banisi gibi yapının kimliği konusunda da tereddütler vardır.

Eski Hamamın Candaroğulları Beyliği döneminde Candaroğlu Süleyman Paşa tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir. Camii Kebir Mahallesinde bulunan hamam, 'Çifte Hamam' plan düzenindedir.

Kadınlar ve Erkekler bölümleri ayrı ayrı ve simetrik olarak kesme taştan yapılmıştır. Günümüzde hamam ziyarete açıktır.

Gazi Süleyman Paşa Medresesinin banisi hakkında farklı görüşler vardır. Birinci görüşe göre, bu medrese Candaroğlu Süleyman Bey tarafından kale

25 A. Sait Aykut. İbn Battuta seyahatnamesi YKY Cilt. I. Sh.

438

25

(32)

altında Cami-i Kebir Mahallesine kadar uzanan sahada cami, hamam ve medreseden oluşan bir külliye içinde inşa ettirilmiştir. Atik İmaret denilen imaretin bir parçasıdır. Vakıflarının çokluğu ve gelirlerinin fazlalığından büyük bir medrese olduğu anlaşılmaktadır.

Kapuluözü köyü, şehir civarı ve Viranşehir nahiyesinin Kayaca köyü ve bu nahiyede beş mudluk bir yer, bu medrese vakıfları içinde yer alır. İkinci görüşe göre ise, medrese Osmanlı şehzadesi Gazi Süleyman Paşa tarafından inşa ettirilmiştir. Safranbolu’nun ilk medresesi olan bu yapının Borlu’da hamam gelirlerinden payı bulunmaktaydı. Ayrıca Kapullu köyünün gelirinden de medreseye pay verilmekteydi. Safranbolu’da ‘Mağara’

adlı yerden çıkan su cami, medrese ve hamama tahsis edilmişti.

Candaroğlu I. Süleyman Paşa, gençliğinde günlerinin büyük bir kısmını ilim adamlarının sohbetlerinde geçirmiş, ilim adamlarına büyük bir önem vermiştir. Onun adına tasavvuftan tıbba kadar farklı ilim dallarında onlarca eser kaleme alınmıştır.

Medresenin Sultan Abdülmecid döneminde;

1845 yılında tamir ettirildiği yönünde bilgiler bulunmaktadır. Gazi Süleyman Paşa Vakfından olan medrese zamanla tamire muhtaç hale gelir. Yapının tamire muhtaç olan yerlerinin keşfi yapılmış, 7.471 kuruş masraf olduğu komisyon incelemesinden anlaşılmıştır.

1898 tarihli bu belgeden medresenin o yıllarda önemli bir

26

(33)

tamirat geçirdiği anlaşılmaktadır. Medresede 1869- 1870’te Mehmed, Ahmed ve Emin Efendi adlı üç müderris var iken medresenin talebe sayısı 60’tır.

Medreseye düzenli olarak müderris atanmıştır. 1900’de medresede müderris olan Safranbolu’nun Hacı Durmuş Mahallesi’nden Müftüzade el-Hac İmameddin bin el-Hac Ahmed Efendi vefat edince yerine oğlu Nazif Efendi’nin tayin olunacağı, ancak Nazif Efendi Arapça öğrenmek için İstanbul’da medreseye gittiğinden beş sene müddetle medresede müderris olarak Safranbolu müftüsü el-Hac Mustafa Asım Efendi ibn Ali Efendi müderrislik yapmaya başlamıştır. Bu medreseye Safranbolu’nun köylerinden de talebe gelmekteydi.

Medrese Cumhuriyet Döneminde bir süre sinema olarak da kullanılır26. 1948-1949 yıllarında Safranbolu’ya elektrik gelmesi ile Çınar Sineması’nın sahibi Mehmet Çınar Safranbolu’da sinema sektörüne girer. Gazi Süleyman Paşa Medresesi olarak bilinen ve daha sonra Muallimler Birliği’ne dönüşmüş olan binada Mehmet Çınar, kışlık sinema olarak Çınar Sinemasını işletir.

Zonguldak’ta sinema sektörünün aktif olduğu o dönemde Mehmet Çınar’ın sektörel bağlantıları sayesinde filmler Çınar Sineması’na gecikmeden gelir. Çınar Sineması’nın işlevi 1972 yılında sona erer. Bu tarihlerde yıkılan bina 2015’te belediye tarafından restore edilir.

26 Esra Bölükbaşı Ertürk – Büşra Arslan. Safranbolu’da Sinemanın Gelişim Süreci: Özer Sineması

27

(34)

Safranbolu Hıdırlık Tepesi'nde Orhan Gazi döneminde yaşamış olan Şehzade Gazi Süleyman Paşa'nın kumandanlarından Hıdır Bey'in (v. 1358) türbesi, Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Dr. Ali Yaver Ataman'ın anıt mezarı, Köstendil Kaymakamı Hasan Paşa'nın Türbesi ve iki namazgah bulunmaktadır27. Türbenin Hızır Paşanın makamı olduğu da ileri sürülür28. Hıdır Paşanın kimliği de tartışmalıdır29. Onu Candaroğullarına bağlayan görüşün olduğu gibi, Safranbolu çevresindeki yedi evliyadan biri olduğunu ileri sürenler de bulunmaktadır. Burası Safranbolu’nun kalesi içerisinde yer alan evliya kültüne bağlı kümbet şeklinde bir türbedir30. Hıdırlık tepesi gezinti yeri olup, Safranbolu’nun en güzel görülebileceği yerlerdendir.

Hıdırlık tepesindeki türbe hıdrellezde, yağmur duasında ve diğer kutsal kabul edilen günlerde ziyaret edilir.

27 http://www.karabuk.gov.tr/

28 https://safranboluturizmdanismaburosu.ktb.gov.tr/

29 http://www.ulukavak.net/

30Berrin Mazıcı. Safranbolu İlçesi Halk Edebiyatı Ve Halkbilimi Ürünleri Üzerinde Bir Araştırma. Yüksek Lisans Tezi. Balıkesir Üniversitesi. Balıkesir, 2012

28

(35)

Safranbolu’da XV. Yüzyıl

Kale, muhtemelen Yıldırım Bayezid’in (1389- 1402) kontrolü altına girdikten sonra Ankara Savaşı’nın ardından yeniden Candaroğullarının hakimiyetine geçer.

II. Murad devrinde 1423 savaşı sonucunda tam anlamıyla Osmanlı hakimiyeti kurulmuş olmalıdır. Bu dönem zarfında, yani 1354’ten 1424’e kadar Osmanlı Beyliği ile Candaroğulları arasında sınır kasabası olmanın zorluklarını yaşayan Borlu (Safranbolu), Osmanlı hakimiyeti döneminde hızlı bir gelişme sürecine girer.

29

(36)

Safranbolu’da XVI. Yüzyıl

Osmanlı idaresinde Bolu sancağına tabi bir kaza ve nahiye merkezi olan kasabaya ait tahrir kayıtları XVI.

yüzyılın başlarına kadar iner. Muhtemelen 1519 tarihli tahrir defterinde burası idari birim olarak Taraklıborlu, merkezi ise Borlu şeklinde geçmektedir. Taraklı adı yörede yerleşmiş olan Taraklı yörüklerinden gelir. İbn Battuta’nın kasaba için kullandığı Borlu adının Osmanlı tahrir kayıtlarında aynı şekilde geçmesi belirli bir sürekliliği ifade etmektedir. Kayıtlara göre Borlu dokuzu Müslümanlara (Kethüda/Hacı Durmuş, Kara Ali, Baba Mescidi, Çeşme/Çavuş, Arabşir, Cami, Hacı Ayvad, Kadı Pulad, Küplüce), biri Hristiyanlara (Gebran Mahallesi) ait olmak üzere on mahalleli, orta büyüklükte bir kasaba durumundadır. Kale ise artık işlevini yitirmiştir. 1568 yılına ait kayıtlarda da bu mahalleler aynı isimlerle yer alır. Sadece Çavuş Mahallesiyle birlikte yazılan Çeşme Mahallesi müstakil hale gelmiştir. Bu bilgiler kasabanın fiziki yönden durumunu koruduğunu göstermektedir. Bu mahalleler günümüzde de önemli ölçüde adlarını muhafaza etmektedir. Buna göre kale merkez alınırsa, aşağıda Gümüşdere Vadisinin kuzeydoğudan gelen Akçasu Vadisiyle birleştiği üçgen şeklindeki alanda yer alan mahallelerin bugünkü Kara Ali, Cami-i Kebir, Çavuş kesiminde yoğunlaştığı, bir taraftan Baba Sultan, diğer taraftan Musalla’ya doğru uzandığı söylenebilir. Bu kesim XVII ve XVIII. yüzyıllarda batıya, kuzeye ve Gümüşdere Vadisine doğru genişleme eğilimi

30

(37)

göstermiştir. Kıran ve Bağlar semti ise o sırada henüz kasabaya bağlı değildir. Bunların kasabayla bütünleşmesi ancak XIX. yüzyılda gerçekleşir.

XVI. yüzyılda kasabanın en kalabalık kesimini Küplüce Mahallesi oluşturmaktadır ve burası bugün Küpçütepe denilen yerde idi. İkinci büyük mahalle kasaba merkezinde çarşı kesimindeki Çeşme Mahallesidir ve 1568’de ikiye bölündüğünde daha da kalabalıklaşmıştır. Bu durum kasabanın eski sınırları içinde kalan bir büyümeyi, iç mekana doğru daha yoğun bir iskanı gösterir. 1560 yılında bir eşkıya grubunun kasabayı basıp yakması, daha korunaklı iç mekana yönelik toplanmayı açıklar. XVI. yüzyıla ait kayıtlar kasabanın nüfus yapısı hakkında da bilgi verir. 1519’da Müslüman mahallelerinde 314 hane vardı. Bunun yirmi yedi hanesini Hristiyanlar teşkil ediyordu. Toplam nüfusu bu tarihlerde 1600 dolayında olan kasabanın hane sayısı 1568’de 604’e ulaşmıştır (tahminen 3000 kişi).

Hristiyanlara ait hane sayısı ise altmış üçtü. Aradan geçen altmış yıllık süre zarfında nüfus artışının iki katına çıktığı, ancak bunun fiziki yerleşme alanını daha da zorlamış olduğu ileri sürülebilir.

Bu dönemde vakıf eserleri arasında Hüseyin Çelebi Camii, Süleyman Paşa Camii, Baba Mescidi, Hacı Durmuş Mescidi, Süleyman Paşa Cuma mescidleri (yerleri belli değil), Kızılbel köyünde Aşıklı Emreoğlu Yiğid Şeyh Zaviyesi, Süleyman Paşa Medresesi, Hüseyin

31

(38)

Çelebi Mektephanesi, Hüseyin Çelebi Kervansarayı, Hatuncuk Hamamı, Süleyman Paşa Hamamı sayılmaktadır31.

31 Kenan Ziya Taş. XVI. Yüzyılda Safranbolu İdari Yapısı ve Vakıfları

32

(39)

Safranbolu’da XVII. Yüzyıl

XVII. yüzyılın ortasına doğru Cinci Hanı’nın inşası, bulunduğu mevkii önemli bir konuma getirdiği gibi, Köprülü Camii’nin yapımı da yeni bir iskan yönlendirmesine yol açar. Öte yandan, yüzyıl sonra, İzzet Mehmed Paşa Camii (1796) bunu daha da genişletecektir. Şehir bu dönemde on iki mahallesi, dört camii, iki hamamı bulunan, Sultan İbrahim’in hocası Cinci Hoca’nın mükemmel bir hanının da yer aldığı bir kasaba idi.

Safranbolu çarşısının ortasında yer alan hanın kitabesiz olmasından dolayı tarihi ve yaptıranı, esasen, bilinmemektedir32. Ancak yaygın kanaat, yapının Sultan İbrahim döneminin (1640-1648) ünlü Anadolu Kazaskeri Cinci Hoca (ö. 1648) tarafından yaptırılmış olduğu şeklindedir. Bu kanaat ilim adamları tarafından da benimsenmekte ve hanın Cinci Hoca’nın idamından kısa bir süre önce, muhtemelen aynı yıl inşa edilmiş olduğu kabul görmektedir. Yapının, geçirdiği değişiklerle orijinalliğini kısmen kaybetmiş olmasına rağmen, Osmanlı şehir hanlarının klasik plan şemasına göre inşa edildiği anlaşılmaktadır. Han, dikdörtgen bir avlunun etrafını çeviren iki kat revak düzenine göre kurulmuştur.

Revakların arkasında odalar bulunmakta ve

32 Cinci Hanı. Selda Kalfazade. TDV İslam Ansiklopedisi. Cilt 8

33

(40)

köşelerdekiler hariç bu odalar bir pencere ve kapı ile revaklara açılmaktadır. Tamamı beşik tonozla örtülü olan odaların içlerinde birer ocak ve niş vardır. Girişin sağında kalan revakın arkasında ahır ve depolar yer alır. İkinci kata, girişin avlu tarafındaki çapraz tonozlu kısmın iki yanında yer alan on beşer basamaklı merdivenlerle çıkılmaktadır. Yapının inşa malzemesi bazı kısımlarda kesme taş, bazı kısımlarda moloz harç olarak karma özellik göstermektedir. Handa yapıldığı zaman altmış beş odanın bulunduğu bilinmektedir. Sonradan odalar bölünmek suretiyle 180’e çıkarılmış ve ayrı ayrı şahıslara satılmıştır.

Tarihi ipekyolunun etkinliğini yitirmeye başladığı 20. yüzyıla kadar kervansaray olarak hizmet veren Cinci Hanı, bu yüzyılın başlarından itibaren Safranbolu esnafı tarafından depo olarak kullanılır. Daha sonra restorasyonu yapılır ve otel olarak fonksiyon kazanır. Cinci Hanı, 2 katlı 63 odalı olup, otel, restaurant ve cafe bar olarak hizmete açıktır33.

Cinci Hoca lakabıyla anılan Hüseyin Efendi, Safranbolu’da dünyaya gelir34. Dedesi şehrin ileri gelenlerinden Vaiz Şeyh Karabaş İbrahim Efendi, babası Şeyh Mehmed Çelebi’dir. Kendi ifadesine göre, nesli

33 https://www.kulturportali.gov.tr

34 Hüseyin Efendi, Cinci Hoca. Abdülkadir Özcan. TDV İslam Ansiklopedisi. Cilt 18.

34

(41)

Sadreddin Konevî’ye uzanan Hüseyin Efendi ilk eğitimini babasından alır, ayrıca ondan sihir ve efsunla ilgili bilgiler edinir. Öğrenimini tamamlamak için İstanbul’a gider, bir süre Süleymaniye medreselerinden birine devam eder; burada Berber Biraderi Hasan Efendizâde Şeyh Mehmed Efendi’den ders alır. Bu arada çevresinde “kuvvetli nefesi” ile tanınır, okuduğu duaların dertlilere şifa olduğu haberleri yayılmaya başlar.

Hocasının İzmir kadılığına tayini üzerine açıkta kalınca, geçimini tamamen bu işten sağlamaya koyulur. Efsun ve sihir işleriyle uğraşması, başta hocası olmak üzere diğer müderrisler tarafından hoş karşılanmadığından geri plana itilir, hatta medreseden mezun olamaz. Ancak bu husustaki şöhretinin hızla yayılıp saraya kadar ulaşması, hayatının akışını değiştirir. O sırada psikolojik rahatsızlıklar geçiren Sultan İbrahim’in tedavisi için Vâlide Kösem Sultan (v. 1651) tarafından saraya çağrılır.

Tesirli dualar okuduğunu söyleyip padişahı mânevî bakımdan rahatlatması şöhretinin daha da artmasına yol açar. Padişahın büyük iltifatlarına mazhar olan, bu arada ikameti için hazinece Mahmud Paşa Camii yanında dayalı döşeli bir saray inşa ettirilen Hüseyin Efendi, henüz medrese tahsilini bile tamamlamadan devrin şeyhülislâmı Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi (d.1553-v.

1644)’nin muhalefetine rağmen Sultan İbrâhim’in fermanıyla önce Sahn-ı Semân (1642), ardından Süleymaniye medreselerinden birinin müderrisliğine

35

(42)

getirilir35. Çok geçmeden de padişah hocalığına ve İstanbul kadılığı pâyesiyle Galata kadılığına tayin edilir.

Yine padişah emriyle Anadolu kazaskerliğinden mâzul Karaçelebizâde Mahmud Efendi’nin kızıyla evlendikten ve bazı yandaşlarıyla 1644’te rakip olarak gördüğü Kemankeş Mustafa Paşa’yı katlettirdikten sonra nüfuzu daha da artar ve aynı yılın mayısında Anadolu kazaskerliğine getirilir, Galata kazası da arpalık olarak üzerinde kalır36. Kısa aralıklarla dört defa Anadolu kazaskerliğine tayin edilen Hüseyin Efendi, Naîmâ’ya göre hakkındaki bazı rüşvet ve suistimal dedikodularının

35 Şairliği kadar şeyhülislâm olarak da dikkat çeken Yahyâ Efendi (1553-1644) kaynaklara göre gönül ehli, rindmeşrep, hoşsohbet, nüktedan, hak bildiği yoldan şaşmayan, bulunduğu makamın hakkını veren, siyaset bilen, çevresindekilerden daima saygı gören, cömert ve mütevazi bir kişidir.

36 İstanbul kadısı, Anadolu kazaskeri, Rumeli kazaskeri, Galata kadısı olduktan sonra reîsülulemâ unvanını alan Ebülfazl Mahmud Efendi (1588-1653), Osmanlı tarihinin büyük ailelerinden Karaçelebizâdeler’e mensuptu. 1954’te yıktırılan medresesi, Şehzade Camii karşısında, günümüzde (1994) belediye sarayı olarak kullanılan binanın havuzu ve otoparkına girişinin olduğu yerde bulunuyordu.

Rakiplerini saf dışı bırakmak için kapıkulu askerini isyana teşviki gerçeği Sultan İbrahim'e yetişince padişah Kemankeş Kara Mustafa Paşa'yı 31 Ocak 1644 sadrazamlıktan azletmiş ve idam edilmesini emretmiştir. Cenazesi İstanbul'da Bayezid semtindeki Parmakkapı'da, Çarşıkapısı'nda 1641 yılında yaptırmış olduğu medresesi yanındaki türbesine gömülmüştür. Günümüzde hem türbesi ve hem de medresesi İstanbul'da 1950'lı yıllarda "imar" adıyla genişletilen yol dolayısıyla ortadan kaybolmuşlardır.

36

(43)

artması, bazı mâzul kadıların onun bu suistimallerini yayıp saraya kadar ulaştırmaları yüzünden önce 17 Nisan 1646’da kazaskerlikten alınır, ardından da ikametine tahsis edilen saraydan çıkarılır ve İzmit’e sürülür. Birkaç gün sonra İstanbul’a dönmesine izin verilse de tekrar padişahın gazabına uğrayarak bu defa Gelibolu’ya gönderilir. Bu arada Şekerpâre Kadın gibi sarayda kendisiyle iş birliği yapanlar da çeşitli yerlere sürülmüştür. Gelibolu’da on gün kalan Hüseyin Efendi Sultan İbrâhim’in izniyle İstanbul’a döner. Ancak bir süre sonra padişahın tahttan indirilip öldürülmesiyle hâmisiz kalır. IV. Mehmed’in cülûsu münasebetiyle kapıkulu askerlerine verilecek bahşiş için kendisinden 200 kese akçe talep edilir. Kayınpederi Karaçelebizâde Mahmud Efendi tarafından, cülûs bahşişi için devlete para yardımında bulunursa kazasker emeklilerine tevcih edilen arpalıklardan verileceğinin belirtilmesine rağmen Hüseyin Efendi parası olmadığını öne sürerek istenen meblağı ödemeye yanaşmaz. Fakat durumunun kötüye gittiğini anlayan kethüdâsı Hacı Nûrullah’ın uyarısıyla ayarı düşük, eksik ve silik paralarla kırık altınlardan ayırıp bir miktar vermeye razı oldur. Fakat o sırada vezîriâzamın emriyle Çavuşbaşı Abdülfettah Ağa ve adamlarının evini basması üzerine paniğe kapılır ve dama çıkr, beş altı metre yükseklikten atlayarak komşusunun evine sığınır. Ancak burada gizlendiği yerden çıkarılarak feci şekilde dövülür ve sadrazamın huzuruna getirilir.

Sofu Mehmed Paşa tarafından kendisinden tekrar istenen 200 kese akçeyi vermek istemeyince kethüdâsıyla birlikte

37

(44)

Paşakapısı’nda hapsedilir. Bu arada vezîriâzama, kendisini yeni padişaha hoca yaparlarsa 100 kese akçe verebileceğini bildirse de bu teklifi kabul edilmez.

Evinde yapılan aramada 200 kese kuruştan başka denkler, bohçalar ve sandıklar dolusu altın ve mücevheratı ile elliden fazla samur kürkünün olduğu görülür. Bunlar Paşakapısı’na taşınır ve Hüseyin Efendi’nin gözü önünde müsadere edilir. Bu arada bazı hayır kurumlarına vakıf diye kendisine temlik ettirdiği tarla ve köylerin mülknâmeleri elinden alınarak üzerinde sadece zeâmet ve timarlar bırakılır. Öte yandan kazaskerlikleri zamanında yazdığı rûznâmeler getirtilerek yaptığı müderrislik ve kadılık tevcihleri sayılan Hüseyin Efendi’nin gerek bunlardan gerekse rica ile yaptırdığı tayinlerden ve bu arada padişahtan aldığı hediyelerle paralar hesaplanır, mûtat giderleri düşüldükten sonra nakdî varlığının 3000 keseden fazla olduğu anlaşılır. Cellât Kara Ali tarafından mahpus tutulduğu yerde işkence ve ölümle tehdit edilerek paralarının bulunduğu yerler söylettirilir. Gerçekten on iki güğüm çil akçesiyle eski ve yeni meskûkâttan 70.000 kuruşunun bulunduğu görülür. IV. Mehmed’in cülûs bahşişi için dağıtılan bu paralar bir süre halk arasında

“Cinci akçesi” adıyla dolaşır. Ancak ayarı hâlis olduğundan bu paralar gerek bazı sarraflar tarafından gerekse yeni padişah adına tekrar darp edilmek üzere hazinece toplattırılır ve kısa sürede yok edilir. Hüseyin Efendi’nin altın ve gümüş kap kacağı ve kıymetli mefruşat da müsadere edilse de öteki ev eşyalarına ve mallarına dokunulmaz. Ayrıca Süleymaniye vakfından

38

(45)

haksız yere kendisi için günde 500, kethüdâsı için de 200 akçe olarak aldığı paralar ilk günden itibaren hesaplanarak 15.000 kuruşa varan bu meblağ ilgili vakfa iade edilir. Hüseyin Efendi’nin kayınpederinden kızının mihr-i müeccelinin miktarını soran vezîriâzam 1000 altın olan bu meblağı da ona gönderir. Bir süre daha mahpus tutulan Hüseyin Efendi, muhtemelen mânevî gücünden çekinildiği için Habeş eyaletine bağlı İbrim sancak beyliğine tayin edilir. Ancak yolda Mihaliç’e (Karacabey) varıldığı sırada müptelâ olduğu nikris hastalığının şiddetlenmesi üzerine orada kalmasına müsaade edilir. Bir süre sonra hâmisi olan Kırım hanının aracılığı ile İstanbul’a dönmesine izin verilse de gerek kendisinin her gördüğüne mal ve paralarının gasp edildiğini, gerekse adamlarının efendilerinin mallarının haksız yere alındığı yolunda ileri geri konuşmaları, sarayda rahatsızlığa sebep olur. Bunun üzerine 1648’de Limnili Hüseyin Çavuş tarafından öldürüldü.

Asıl adından çok kaynaklarda Cinci Hoca lakabıyla anılan, çağdaşları Evliya Çelebi ve Mehmed Halîfe tarafından cahil, Karaçelebizâde Abdülaziz tarafından ise “Sultan İbrâhim’e duhûl ve ervâh-ı habîse gibi hulûl eden” biri olarak nitelenen Hüseyin Efendi, sarayda Sultan İbrâhim’in gözdelerinden Şekerpâre Kadın ve Silâhdar Yûsuf Ağa (Paşa) ile iş birliği ederek padişah üzerindeki derin nüfuzu sayesinde devrin siyasî olaylarına karışmış, azil ve tayinlerde etkili olmuş, bu arada Girit’e sefer yapılmasında rol oynamış, Sadrazam

39

(46)

Kemankeş Mustafa Paşa ile Şeyhülislâm Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi’nin durumlarını sarsmış, kısa sürede başta Mustafa Paşa olmak üzere sevmediği veya kendisine muhalif bulduğu devlet adamlarının ortadan kaldırılmasında rol oynamıştır. En büyük amacı daha çok kazanmak, mal ve mülk edinmek olan Cinci Hüseyin Efendi, kayınpederi Karaçelebizâde Mahmud Efendi’nin de himayesiyle kazaskerlikleri zamanında uhdesindeki ilmiye kadrolarını rüşvetle ve âdeta açık arttırma ile satarak sağladığı haksız gelirlerle kısa sürede çok zenginleşmiş ve aynı zamanda sarayda iktidar mücadelelerinin otorite boşluğu sebebiyle çok arttığı çalkantılı dönemin tipik bir siması olarak tarihteki yerini almıştır.

Vakfiye senedi 2 Nisan 1645 tarihinde düzenlenmiştir.

40

(47)

Safranbolu’da XVIII. Yüzyıl

İzzet Mehmet Paşa Mahallesi, Manifaturacılar Sokakta yer alan Hidayetullah Camisinin giriş kapısı üzerindeki kitabesinden yapının, 1718 tarihinde Hidayet Ağa tarafından yaptırıldığı, 1874 tarihinde de onarım gördüğü anlaşılmaktadır37. Hacı Hidayet Ağa hakkında fazla bilgi bulunmamasına rağmen, 1796 tarihli İzzet Mehmet Paşa Vakfiyesinde caminin karşısında bulunan Tuzcu Hanı'nın ve Çeşme Mahallesi Cebeci Sokak'taki Hidayetullah Çeşmesi'nin banisi olarak adı geçmektedir.

Hüseyin Çelebi Mahallesi, Taş Minare Sokakta bulunan yapının kuzeyindeki Taş Minare Çeşmesinin kitabesine dayanarak Taş Minare Camiinin 1763 tarihinde Zaim Osman Ağa tarafından yaptırıldığı ileri sürülmektedir38. Bazı araştırmacılar da yapının önceden kilise olduğunu, Candaroğulları döneminde camiye çevrildiğini kabul ederler39. Caminin bulunduğu mahalle sakinleri ise, yapının mahalleye adını veren Kethüda Hüseyin Çelebi tarafından yaptırıldığını ileri

37 Erengül Eryüksel. Safranbolu Şehrinde XVII- XIX. Yüzyıl Camileri. Master Tezi. Gazi Üniversitesi. 2005

38 Eryüksel, agt

39 Şenol GÜRSOY, Büşra CENGİZ, Ayşegül YILMAZ. Tarihi Safranbolu Camilerinin Yapısal ve Mekânsal Özelliklerinin İncelenmesi

41

(48)

sürmektedirler. Safranbolu Vakfiyeleri adlı eserde de Hüseyin Kethüdanın adı camiyle ilgili kısımlarda geçmektedir.

Akçasu Mahallesi, Akçasu Sokakta yer alan Dağdelen Camii’nin giriş kapısı üzerindeki kitabeden 1767-1768 tarihinde Hacı Mehmet adlı bir kişi tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır40.

Safranbolu'da Çeşme Mahallesi, Kazdağlıoğlu Meydanı'nda yer alan Kazdağlıoğlu Camisi, kitabesine göre, 1779 yılında inşa edilmiştir41. Rahmi Bakioğlu'nun anlattığına göre, kendisinin baba tarafından altıncı göbekten dedesi olan Hacı Mustafa Ağa, yeniçeri ocağında serdengeçti ağalarındandır. Nizam-ı cedit'den önce askerin itaatsizliğinden rahatsız olarak emekliliğini isteyip memleketi olan Safranbolu'ya yerleşir. Burada bir cami yaptırmak istemektedir. O sırada da Kazdağlıoğlu Camisi'nin yapımı sürmektedir. Hacı Mustafa Ağa ile Kazdağlıoğlu Mehmet Ağa arasında caminin yer seçimi konusunda anlaşmazlık çıkar. Kazdağlıoğlu Mehmet Ağa Hacı Mustafa Ağa'yı çarşı içinde yaralar. Hacı Mustafa Ağa ağır yaralı halde evine ulaşır ve oğullarını İstanbul'a padişaha durumu arz etmeleri için gönderdikten sonra vefat eder. Olay sarayda duyulunca, yüz kişilik bir birlik Safranbolu'ya gelir. Kazdağlıoğlu Mehmet Ağa

40 Eryüksel, agt

41 Eryüksel, agt

42

(49)

öldürülür. Kurduğu vakıf dağıtılarak vakfın dükkanları başka vakıflara devredilir.

Yapı 1935 yılına kadar tapu sicil defterine bile kayıtlı değilken, Haziran 1935 tarih ve 31 sırayla Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuya tescil edilmiş ve 1942 yılında ihaleye çıkarılarak satılmıştır. Bu ihale sonucunda Gadartalıoğlu Osman Akın’ın (1931-1945) başkanlığı döneminde Safranbolu Belediyesi tarafından satın alınan yapı, 1979 yılına kadar depo olarak kullanılmıştır. Bazı yayınlarda araştırmacılar, camiyi satın alan Safranbolu Belediyesi'nin mihrap ve minberi kaldırarak, yapının gençlik kulübü olarak kullanıldığını belirtmektedirler.

1979-1989 yılları arasında El Yazmaları Kütüphanesi olmuş, son olarak 1989 yılında cami olarak ibadete açılmıştır. Yapının 1990'1ı yılların ortasında çevresi açılarak avlusu kaldırılmış, 2005 yılı içerisinde de restore edilmiştir.

İzzet Mehmet Paşa Mahallesi, Manifaturacılar Sokakta bulunan İzzet Mehmet Paşa Camii, iki çeşme, abdest alma mekanı ve tuvaletlerden oluşan bir külliye içinde yer almaktadır42. Kitabesine göre 1796 tarihinde inşa edilmiştir.

"Cihan Şahlarının şahı üçüncü Selim Han Allah onu tüm Sultanların en ulusu kılmış.

42 Eryüksel, agt

43

(50)

Zengin ve fakire lütuf ve ihsan (da bulunmak onun) ilkesidir.

Şerefli kişiliği şahların hepsinin en iyisidir.

Kahrı düşmanlara yönelse, başını (bile )verir.

Eline bela kılıcını alınca

Lütfu eğer kendinden aşağıdakilere yönelirse Taş parçasını zümrüt haline getirirdi.

Bir kuluna hafifçe baksa

O kul devlet (zenginlik ve makam) ve ebedi ışık bulur.

Kısaca Sadrazam olan o soylu kişiye Sadareti layık gördü, o makamı verdi

Yani o anlayışlı kişiye ve gayretli vezire iyilikler sahibi Ahmedi

Şeriatın kaynağı (olan kişiye)

Sadrazamlık makamında oturan öncekilerin en olgununa Çabası Hakk'ın rızasını kazanmaya yönelik olanına Hayır ve iyilikler yapma çabası az idi

Ama (Hakk'ın) yardımı (onun) şerefli kişiliğinde toplanır.

Sağlam görüşü her işte en doğrusunu yapar.

Çünkü Cenab-ı Hakk onu hayır işlemede başarılı kıldı.

Kısaca doğduğu yerde bu mabedi yaptı.

Mevla bu dergahı daima makbul eylesin Cihan şahına da sonsuz ömür versin Raşit caminin tarihini diliyle söyledi

Cemaat de Muhammet dininin yüceliğini (burada) buldu"

Cami, Sultan Üçüncü Selim'in sadrazamlarından biri olan izzet Mehmet Paşa (1743-1812) tarafından yaptırılmıştır.

44

(51)

İzzet Mehmet Paşa Safranbolu'da dünyaya gelir43. Babası zülüflü baltacılardan Safranbolulu İbrahim Ağazade Ali Ağa'dır. Sırat Topçular Ocağı, Kapı Hasekisi, Ağa Yazıcısı, Başmuhasebeci, Darphane Emini, Sultan Kahyası, Şehremini, vezir rütbesiyle Konya ve Diyarbakır Valiliği, Boğazlar Muhafızı ve Anadolu Beylerbeyliği görevlerinden sonra 1794 tarihinde Sadrazamlığa atanır. Ancak Napolyon' un Mısır seferinde gerekli önlemleri almadığı gerekçesiyle 1798 tarihinde azledilerek önce Sakız Adasına sonra Manisa'ya sürülür.

Manisa 'da 1812 tarihinde vefat eder.

Cami, yapıldığı dönemde Sadrazam İzzet Mehmet Paşa'nın yaptırdığı diğer hayır eserleri ile birlikte kendi adına kurduğu vakfa bağlıdır. Yayınlarda araştırmacılar son cemaat yeri sütunları üzerinde yer alan bir kitabeden bahsetmişlerdir. Bu kitabeden hareketle caminin 1900 yılında onarım geçirdiğini belirtmektedirler. Yapı, ayrıca 1995 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce restore ettirilir.

1796 tarihli orijinal vakfiye Safranbolulu izzet Mehmet Paşa Kütüphanesinde iken, 1998’de Ankara'ya getirilir. Vakfiyyenin başında dünyanın geçiciliği ve ahiretin ebediliğini anlatan, vâkıfın vakfetmesine gerekçe

43 Abdülkadir Özcan. Mehmet Paşa, Safranbolulu. TDV İslam Ansiklopedisi. Cilt 23

45

(52)

olan ayet ve hadisler yer alır44. Vakıf şunları şart koşar.

“Söz konusu vakfedilen para ile münasib yerlerde vakfa gelir getirmek için, taşınmazlar satın alınıp ve icareteyn ile mutad üzere kiraya verilip, adı geçen vakfın gelirlerini toplayıp, Safranbolu'da vâkıfın yaptırdığı camide ders vermeye kâdir ilmiyle âmil, fâzıl, kâmil bir kimse dersiâm olup, ders bitiminde vâkıfın mağfireti için dua ve üç ihlas ve bir fatiha okuyup, vâkıfın ruhuna bağışlaya.

Kendisine günlük 18 akçe verile. İnşası vâkıf tarafından tamamlanan medresede, aynı dersiâm olan kimse müderris olup, 12 akçe karşılığı ders vere. Toplam 30 akçe verile.”

“Kıza köyünden kaynayan (çıkan) Safranboluya akan su yolunun geçtiği köprüler ve hemşire-i muhterem (kız kardeşim) Fatma Hanım'ın Kale altında bulunan konağı içinde ve yolu ve aşağı çarşıda çeşme ve yolu ve bağlarda Kavaklar'da Trabzonluoğlu mektebi önünde olan çeşme ve yolu ve Tokatlı köyünden kasabanın içine akan suyun yolu ve geçtiği köprü ve yeğenimiz Ali Bey'in konağında olan çeşme, Pekmez Pazarı'ndaki, çeşme ve yolları ve mezarlık içinde iki adet yolun kaldırımların ve özellikle tarla adlı yerde vaki çeşme ve yolun tamire muhtaç oldukları zaman vakfın gelirinden tamir oluna.”

Görevlendirme kayıtları arasında şunlar da yer almaktadır. “Safranbolu'da camiye koyduğu zaman tayini

44 Sadi Bayram. Safranbolulu İzzet Mehmet Paşa Vakfiyesi ve Kütüphanesine Ait Tezyinatlı İki Kur'an-ı Kerim

46

Referanslar

Benzer Belgeler

The findings of this study show that use of Facebook for getting and giving feedback on microteaching videos was a useful way of improving both linguistic and

Assuming that the average amino acid residue contributes 110 to the peptide molecular weight, what will be the minimum length of the mRNA encoding a protein of molecular

•— Bence aşk, büyük eseri san’atlar gibi büyük zekâların ve büyük kalp­ lerin yüksek bir insana karşı olan meftuniyetidir ve o büyük eserler kadar

Nesrin Topkapı Ye- şilçam ’ın kapılarını çok küçük yaşta araladığı için, bunu baş­ ka filmler de izledi.. O zamanki adı da Nesrin Gök-

Marşı’mn bestesinin değiştirilmesi gönderilen yazılarda, müzikolog, konusunda yapacağı anketten tarihçi, toplumbilimci ve bürok- vazgeçen Kültür Bakanlığı,

Sonuç olarak stratejik süreçte kontrol ve kaos paradoksunun bütünüyle birbirinden ayrı tutulamayacağı ancak güç okuluna yeni bilimsel yaklaşımlar açısından

Dola- yısıyla, adacık kaynaklı kök hücrele- rin kemik iliği kaynaklı mezenkimal kök hücrelerin sahip olduğu bu bağı- şık baskılayıcı etkilerine sahip oldu-

metrial local injury improves the pregnancy rate among recur- rent implantation failure patients undergoing in vitro fertilisa- tion/intra cytoplasmic sperm injection: a