• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE VE KIBRIS DOĞUMLU BİREYLERDE DEPRESYON VE KÜLTÜR TUTUM İLİŞKİSİNİN İNCELENMESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "TÜRKİYE VE KIBRIS DOĞUMLU BİREYLERDE DEPRESYON VE KÜLTÜR TUTUM İLİŞKİSİNİN İNCELENMESİ"

Copied!
84
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRKİYE VE KIBRIS DOĞUMLU BİREYLERDE

DEPRESYON VE KÜLTÜR TUTUM İLİŞKİSİNİN

İNCELENMESİ

BERZAH GÜNEŞ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

LEFKOŞA 2020

(2)

DEPRESYON VE KÜLTÜR TUTUM İLİŞKİSİNİN

İNCELENMESİ

TÜRKİYE VE KIBRIS DOĞUMLU BİREYLERDE

DEPRESYON VE

KÜLTÜR TUTUM İLİŞKİSİNİN

İNCELENMESİ

BERZAH GÜNEŞ

BERZAH GÜNEŞ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

TEZ DANIŞMANI PROF. DR. MEHMET ÇAKICI

TEZ DANIŞMANI PROF. DR. MEHMET ÇAKICI

LEFKOŞA 2020

LEFKOŞA 2020

YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KLİNİK PSİKOLOJİ ANABİLİM DALI

(3)

Berzah Güneş tarafından hazırlanan “Kıbrıs ve Türkiye Doğumlu Bireylerde Depresyon ve Kültür Tutumlarının Karşılaştırılması” başlıklı bu çalışma, 14/01/2020 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda başarılı bulunarak

jürimiz tarafından Yüksek Lisans Tezi olarak kabul edilmiştir.

Berzah Güneş tarafından hazırlanan “Kıbrıs ve Türkiye Doğumlu Bireylerde Depresyon ve Kültür Tutumlarının Karşılaştırılması” başlıklı bu çalışma, 14/01/2020tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda başarılı bulunarak

jürimiz tarafından Yüksek Lisans Tezi olarak kabul edilmiştir.

KABUL VE ONAY

JÜRİ ÜYELERİ

JÜRİ ÜYELERİ

Yrd. Doç. Dr. Ayhan ÇAKICI EŞ (Başkan) Yakın Doğu Üniversitesi

Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü

Yrd. Doç. Dr. Ayhan ÇAKICI EŞ (Başkan) Yakın Doğu Üniversitesi

Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü Prof. Dr. Mehmet ÇAKICI (Danışman)

Yakın Doğu Üniversitesi Psikoloji Bölümü

Prof. Dr. Mehmet ÇAKICI (Danışman) Yakın Doğu Üniversitesi

Psikoloji Bölümü

Yrd. Doç. Dr. Meryem KARAAZİZ Yakın Doğu Üniversitesi

Psikoloji Bölümü

Yrd. Doç. Dr. Meryem KARAAZİZ Yakın Doğu Üniversitesi

Psikoloji Bölümü

Prof. Dr. Mustafa SAĞSAN Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü

(4)

BİLDİRİM

Hazırladığım tezin, tamamen kendi çalışmam olduğunu ve her alıntıya kaynak gösterdiğimi taahhüt ederim. Tezimin kağıt ve elektronik kopyalarının Yakın Doğu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü arşivlerinde

aşağıda belirttiğim koşullarda saklanmasına izin verdiğimi onaylarım.

Hazırladığım tezin, tamamen kendi çalışmam olduğunu ve her alıntıya kaynak gösterdiğimi taahhüt ederim. Tezimin kağıt ve elektronik kopyalarının Yakın Doğu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü arşivlerinde

aşağıda belirttiğim koşullarda saklanmasına izin verdiğimi onaylarım.

 Tezimin tamamı heryerden erişime açılabilir.

 Tezim sadece Yakın Doğu Üniversitesinde erişime açılabilir.

 Tezimin iki (2) yıl süre ile erişime açılmasını istemiyorum. Bu sürenin sonunda uzatma için başvuruda bulunmadığım taktirde tezimin tamamı erişime açılabilir.

 Tezimin tamamı heryerden erişime açılabilir.

 Tezim sadece Yakın Doğu Üniversitesinde erişime açılabilir.

 Tezimin iki (2) yıl süre ile erişime açılmasını istemiyorum. Bu sürenin sonunda uzatma için başvuruda bulunmadığım taktirde tezimin tamamı erişime açılabilir. Tarih: İmza: Berzah GÜNEŞ Tarih: İmza: Berzah GÜNEŞ

(5)

TEŞEKKÜR

Kıbrıslı ve Türkiye doğumlu bireylerde depresyon ve kültür tutum ilişkisinin incelenmesi adlı çalışmamın başlangıcı, yüksek lisans dersleri almamla birlikte şekillenmeye başlayan bir süreçti. Eğitim ve öğretim hayatımı bu noktaya getirebilmem ve bu yolculukta bana eşlik eden sayısız insan var mutlaka… Hepsine eminim birer teşekkür borçluyum…

Her birey birçok ihtiyaçla dünyaya geliyor. Kimi ebeveynler neslinin devamı için, kimileri çalıştırmak için, kimileri de benim çekirdek ailem gibi sadece sevmek ve kendi benliğini dünyaya getirdiği çocuğuna adamak için evlat sahibi oluyor. Bu sevgi ve desteği hayat boyu sonsuz hissettiren biricik babam Remzi Güneş’e kıymetli annem Birten Güneş’e diğer yarım kardeşim Ahmet Ferhat Güneş’e, her nerede olursa olsun varlığı her zaman bizimle olan babaannem Meliha Güneş’e sonsuz sabır ve sevgileri için, benimle iyi kötü her konuda gurur duydukları için sayısız teşekkürler…

Çalışmamla ilgili kişisel zaman dilimlerini bana ayıran, özenle iyi bir çalışma ortaya çıkarma çabasında olup beni hep motive eden danışman hocam sevgili Prof. Dr. Mehmet Çakıcı’ya tekrar tekrar teşekkür ederim…

Berzah GÜNEŞ Ocak 2020

(6)

ÖZ

KIBRIS VE TÜRKİYE DOĞUMLU BİREYLERDE DEPRESYON

ve KÜLTÜR TUTUM İLİŞKİSİNİN İNCELENMESİ

Depresyon günümüzde en sık görülen ruhsal bozukluklar arasındadır. Dünya’da oldukça fazla görülen ve en önemli ruh sağlığı sorunu olarak kabul gören depresyonun, kültür ile ilişkisini, kültürün depresyona girme nedeni olarak bir ölçü olup olmadığı incelenmiştir.

Çalışmanın evreni Kuzey Kıbrıs’ın Lefkoşa bölgesinde 18-65 yaş arasında yaşayan ve Türkçe konuşan bireylerden oluşmaktadır. Çalışmada kotalı çok basamaklı tabakalandırılmış randomize örneklem yöntemi ile seçilen 268 kişi çalışmaya alınmıştır. Çalışmaya alınan bireyler cinsiyet, yaş, yerleşim, bölge özellikleri göz önünde bulundurularak hesaplanmıştır.

Bu çalışma KKTC Lefkoşa bölgesinde depresyon belirtilerinin Türkiye ve Kıbrıs Doğumlu erişkin bireylerde yüksek oranda yaygın olarak bulunduğunu ve sosyokültürel nedenlerin özellikle Kıbrıs doğumlu bireylerde yaygınlığın yüksek olması ile ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca çalışmada belirgin olmamakla beraber Göçmen TD bireylere göre yerli KD bireylerde daha yaygın depresyon yaygınlığı görülmüştür.

KKTC’nin Lefkoşa Bölgesinde, Türkiye Doğumlu ve Kıbrıs Doğumlu Bireyler arasında yapılan bu çalışmada farklı kültür tutum özelliklerinin ruhsal belirtiler üzerinde alevleyici veya söndürücü etkilerinin olabileceğini düşündüren veriler bulunmuştur. Separasyon kültür tutumu bazı çalışmalarda özellikle depresyon olmak üzere ruhsal belirtileri bu çalışmada olduğu gibi azalttığı görülmüştür. Söndürücü kültür tutumu etkisi, alevleyiciye göre daha güçlü bir etki göstermesi halinde mental hastalık yaygınlığı o toplumda daha yaygın görülebilmektedir.

KKTC’de yapılan bu çalışma diğer yapılacak olacak çalışmalara fikir vermesi açısından önem taşımaktadır. Sonuçların genellenebilmesi için daha büyük örneklemlerle çalışılmalıdır ve daha fazla detay veren bulgular edinilmelidir.

(7)

Bu çalışmalar doğrultusunda çok kültürlü eğitimlerin yapılması, ayrımcılığın önlenmesi ile ilgili çalışmalar, halk sağlığı programlarının yapılması yararlı olacaktır.

(8)

ABSTRACT

INVESTIGATION OF INDIVIDUALS BORN IN CYPRUS AND

TURKEY ATTITUDE OF DEPRESSION AND CULTURAL

RELATIONS

Depression is among the most common mental disorders today. The relationship between depression, which is seen quite a lot in the world and accepted as the most important mental health problem, with culture, whether there is a measure as a reason for culture to become depressed was examined. The universe of the study consists of Turkish speaking individuals who live between the ages of 18-65 in the Nicosia region of Northern Cyprus. In the study, 268 people whose quotas were selected by multi-step stratified randomized sampling method were included in the study. Individuals included in the study were calculated by considering gender, age, location, and regional characteristics.

This study of depressive symptoms in Nicosia Cyprus that Turkey and Cyprus-born found to be highly prevalent in individuals and socio-cultural reasons, especially in adults have revealed that the high prevalence is associated with individuals born in Cyprus. In addition, although not obvious in the study, the prevalence of depression was more common among native NE individuals than immigrant TD individuals.

TRNC in Nicosia District, born in Turkey and Cyprus Born on psychiatric symptoms among individuals of different cultural attitudes properties in this study data suggests that the effect of ignition or extinguisher was found. Separation culture attitude has been shown to increase mental symptoms in some studies, especially depression, as in this study. If the inflammatory culture attitude effect shows a stronger effect than the extinguisher, the prevalence of mental illness can be seen more in that society.

This study carried out in the TRNC is important in terms of giving an idea to other studies to be done. In order to generalize the results, larger samples should be studied and more detailed findings should be obtained.

(9)

In line with these studies, it will be beneficial to carry out multicultural education, to prevent discrimination and to carry out public health programs.

(10)

İÇİNDEKİLER

KABUL VE ONAY BİLDİRİM TEŞEKKÜR ... iii ÖZ ... iv ABSTRACT ... vi İÇİNDEKİLER ... viii TABLO DİZİNİ ... x KISALTMALAR ... xii 1. BÖLÜM ... 1 GİRİŞ ... 1 1.1. Problem Durumu ... 4 1.2. Araştırmanın Önemi ... 6 1.3. Araştırmanın Sınırlılıkları ... 6

1.4. Araştırmanın Alt Amaçları ... 7

1.5. Tanımlar ... 8

2. BÖLÜM ... 9

KURAMSAL ÇERÇEVE VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR... 9

2.1. Depresyonun Tanımı... 9

2.1.1 Depresyonun Tarihçesi ... 14

2.1.2 Depresyonda Risk Faktörleri ... 16

2.1.3 Fiziksel Hastalıklar ... 16

2.1.4 İlaç Kullanımı ... 17

2.1.5 Nörobiyolojik Faktörler ... 17

2.1.6 Cinsiyet ... 18

2.1.7 Psikososyal Faktörler ... 18

2.1.8 En Çok Kabul Gören Sosyal Faktörler ... 18

(11)

2.1.10 Depresyonun Dinamik Nedenleri ... 19

2.1.11 Depresyonun Yaygınlığı ... 20

2.1.12 Depresyonun Tedavisi ... 21

2.2 Kültür ... 21

2.2.1 Kültürlenme ... 23

2.2.2 Kültürlenme (Kültürasyon) Kavramı ... 24

2.2.3 Kültürleşme Modelleri ... 25

2.2.4 Kültürleşme ile İlgili Çalışmalar ... 27

3. BÖLÜM ... 31

YÖNTEM... 31

3.1. Araştırmanın Modeli... 31

3.2 Evren ve Örneklem... 31

3.2.1 Sosyodemografik Bilgi Formu ... 31

3.2.2 Beck Depresyon Envanteri ... 32

3.2.3 Kültür Tutumları Ölçeği ... 32 3.2.4 Verilerin Analizi ... 32 4. BÖLÜM ... 34 BULGULAR ... 34 5. BÖLÜM ... 46 TARTIŞMA ... 46 6. BÖLÜM ... 50 SONUÇ VE ÖNERİLER ... 50 6.1. Sonuç ... 50 6.2. Öneriler ... 50 KAYNAKÇA ... 52 EKLER ... 61 ÖZGEÇMİŞ ... 68 İNTİHAL RAPORU ... 69

(12)

TABLO DİZİNİ

Tablo 1. Türkiye ve Kıbrıs doğumlu bireylerin doğum yerlerine ilişkin dağılım ... 34 Tablo 2. Türkiye ve Kıbrıs doğumlu bireylerin yaşlarına ilişkin dağılım

………..….35 Tablo 3. Türkiye ve Kıbrıs doğumlu bireylerin doğum yerlerine ilişkin

cinsiyet dağılımı ………...35 Tablo 4. Türkiye ve Kıbrıs doğumlu bireylerin medeni durumuna ilişkin

dağılımı... 36 Tablo 5. Türkiye ve Kıbrıs doğumlu bireylerin çocuklarının olup

olmamasına ilişkin dağılım………....36 Tablo 6. Türkiye ve Kıbrıs doğumlu bireylerin çocuk sayısına ilişkin

dağılım. ... 37 Tablo 7. Türkiye ve Kıbrıs doğumlu bireylerin yoğunlukla yaşadığı

yerlere ilişkin dağılım………..37 Tablo 8. Türkiye ve Kıbrıs doğumlu bireylerin çalışıp çalışmamasına

ilişkin dağılım. ... 38 Tablo 9. Türkiye ve Kıbrıs doğumlu bireylerin eğitim seviyesine ilişkin

dağılım………...…..38 Tablo 10. Türkiye ve Kıbrıs doğumlu bireylerin aylık gelire ilişkin

dağılım………...……. 39 Tablo 11. Türkiye ve Kıbrıs doğumlu bireylerin evlerine nasıl sahip

olduklarına ilişkin dağılım……….….39 Tablo 12. Türkiye ve Kıbrıs doğumlu bireylerin herhangi fiziksel bir

hastalığının olup olmadığına ilişkin dağılım ... 40

Tablo 13. Türkiye ve Kıbrıs doğumlu bireylerin herhangi psikiyatrik bir hastalığının olup olmadığına ilişkin dağılım………..….40

Tablo 14. Türkiye ve Kıbrıs doğumlu bireylerin depresyonda olup

(13)

Tablo 15. Türkiye ve Kıbrıs doğumlu bireylerin kiminle yaşadıklarına ilişkin dağılım………..…42

Tablo 16. Kıbrıs doğumlularda depresyon durumuna göre kültür

tutumlarının karşılaştırması………...…43

Tablo 17. Türkiye doğumlularda depresyon durumuna göre kültür

tutumlarının karşılaştırması……….…...44

Tablo 18. Türkiye doğumlu ve Kıbrıs doğumlu bireylerin depresyon durumuna göre kültür tutumlarına ilişkin Korelasyon

(14)

KISALTMALAR

BDE : Beck Depresyon Envanteri

KTÖ : Kültür Tutum Ölçeği

SPSS : Statistical Package for Social Sciences TD : Türkiye Doğumlular

KD : Kıbrıs Doğumlular

MMPI : Minesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri

(15)

1. BÖLÜM

GİRİŞ

Depresyon, her bireyin hayatında en az bir defa yaşadığı, derin üzüntü, hareketlerde yavaşlık, isteksiz hissetme, karamsarlık, düşünce içinde değersizlik, yetersizlik, güçsüzlük, küçüklük, çökkünlük, hipoaktivite, cinsel isteksizlik, daha önce yapmaktan zevk aldığı aktivitelerden uzaklaşma ve haz alamama, durgunluk, okulda, sosyal ortamda, aile ve arkadaş arasında sorunlar meydana gelmesi, sosyal ortamlardan uzaklaşma ve yalnız başına kalma isteği, içine kapanma, enerjisiz ve yorgunluk hisleri, kolayca sinirlenme, uyku bozukluğu, uykuya dalma sorunları, kısa süreli derin olmayan uykular, sabah erken uyanma veya fazla uyuma, yeme bozukluğu (iştah artması ya da azalması), nedeni belli olmayan ağrılar, boyun, baş, bel ağrısı gibi vücudun farklı yerlerinde ağrılar hissetme, alkol kullanan birinin alkol oranını arttırması, sakinleştirici ilaçlar kullanmaya yönelik ihtiyaç hissetme, kendine zarar verme eğilimi, intihar planları düşünceleri ve kendi intiharıyla ilgili düşünceler, fizyolojik işlevlerde yavaşlama gibi belirtileri içeren bir sendromdur (Köknel, 1989).

Bir hastalık belirtisi olmaksızın günlük yaşamdan kaynaklanan depresyon, hemen herkesin yaşamında birçok kez yaşadığı bir duygu durumdur. Çoğu zaman bir kayba tepki olarak ortaya çıkar. Bir yakını ölen, işini yitiren ya da umut ettiği bir şeyi elde edemeyen kişi ya da kişilerde sıklıkla depresyon ortaya çıkabilmektedir. Bir bireye depresyon tanısı koyabilmek için, bu belirtilerin hepsinin kişide görülmesi gerekmeyebilir. Amerikan Psikiyatri Birliğinin yayınladığı Ruhsal Bozuklukların Tanımı ve Sayımsal El Kitabında (DSM-5-TR) depresyon belirtilerinden isteksizlik ve çökkünlük

(16)

semptomlarının en az iki hafta boyunca birlikte görülmesiyle, kişiye depresyon tanısı konabilir (Oskay, 2016).

Depresyon, kimi zaman sebep olmaksızın aniden ortaya çıkar. Buna ilave olarak stresli bir yaşam olayı ya da aniden ortaya çıkan atak gibi semptomlarla baş gösterebilir. Klinik düzeyde bir depresyon ise yaşamın her alanını kaplayarak, her noktasına sızabilmektedir. Kişi artık her zamanki gibi değildir. İş ve sosyal yaşamında aksamalar ortaya çıkabilir, bellek daralabilir, kendi belleğine yönelik nefret ve umutsuzluk hislerine paralel olarak düşünce çarpıklaşıp, dağılabilir. Depresif kişinin kolunu kaldıracak gücü olmaz, günlerce düzensiz uykuya katlanabilir. Bazen bu tarif edilemez ruhsal ve fiziksel acılar onu yaşamına son vermeye itebilir. Acıları o denli yoğundur ki bazı depresif hastalar kendilerinde kanser ortaya çıktığında kanserin neden olduğu ağrılara dayanmanın daha kolay geldiğini belirtebilmektedirler (Hirschfeld, ve Goodwin, 1998).

Depresyon belirtileri ilerledikçe, kişiler, mutsuzluğu daha yoğun hissetme, negatif düşüncelere dalma ve olaylara olumsuz bakış açısıyla bakma eğilimine girebilirler. Bu semptomlar kişinin kendine dönük yaşamasına yol açabilir. Depresyon hastalarının çoğunluğu tarafından, sabah saatlerinde daha kötü hissetmektedirler. Yeni güne başlamakta zorlanma eğilimi göstermektedirler. Kişinin etrafına karşı olan ilgisizliği genellikle çökkün duygudurum ile birlikte görülebilir. Kişi yakın çevresinde olup bitenlere ve işine gösterdiği ilgiyi gösteremez, daha önce yapmaktan haz duyduğu uğraşlardan haz alamaz hale gelebilmektedir (Şeker, 2019).

Depresyonda olan kişiler kendilerini gergin hissederler ve rahatlayamama hissi yaşayabilirler. Olumsuz tepki ve cevaplara tahammülsüzlük gösterebilirler, kaygı ve bedensel belirtiler de semptomlara eşlik edebilirler. Göğüste ağrılar, kalp çarpıntıları, rahat hissedememe, terlemeler, baş ağrıları, baş dönmeleri gibi olabilir. Panik boz Depresyonda hastalar genellikle yavaşlayan düşünce işleyişi ve kafalarında yoğun olarak karamsar içerikli düşünceler sebebiyle karar alma aşamasında fazlasıyla zorlanır ya da karar veremez duruma gelebilirler. Bu kararsızlıklar gün içindeki ayrıntılarda olduğu gibi, kişi için önem arz eden konularda da görülebilir. Bu sebeple

(17)

depresyon döneminde, destekleyici psikoterapide de istendiği gibi hastaların yaşamlarına etki edebilecek yaşamsal konular üzerine karar vermemeleri ya da bu kararlarını hastalık sürecinin dışına ertelemeleri daha sağlıklıdır. Hastaların yaklaşık olarak %25'inde ise az düzeyde bedenleriyle uğraştıkları gözlemlenmektedir. Kişi kendi vücudunu beğenmeyebilir, geçmek bilmeyen baş ağrıları, karında kramplar, boyun tutulmaları, sırtta ve belde ağrılar izlenebilir (Altıner, 2008).

Depresyon tanısı konmuş bazı hastalarda yemek yemeyi reddetme ya da alkol alarak süratle araç kullanmak gibi büyük ölüm riskleri içeren davranışlar da intihara olan eğilimi doğrulayabilir. Kişiler yapması gereken günlük meselelerini devam ettirmekte, okula devamlılıkta, iş hayatına çalışmakta, okuduklarını anlayamamakta güçlük yaşarlar. Depresyonlu hastalarda istemli ya da istemsiz dikkatin azaldığı izlenmektedir. Unutkanlık sağladığından kişinin dikkati ve düşünceleri bir konu üzerinde yoğunlaşamayabilir. Enerji azlığı, yorgun hissetme ve bitkinlik sıkça görülen belirtilerdendir. Bahsedilen bu belirtiler kadınlarda erkeklere oranla çok daha fazla izlenmektedir. Kişi için gündelik işlerini yerine getirmek dahi zorlaşabilir, sıradan basit işler dahi yoğun bir çaba gerektirir hale gelebilmektedir. Cinsel istek kaybı ise depresyonun başlangıcında beliren ve buna rağmen tedaviyle en geç düzelen yakınmalardan bir diğeridir. Depresyon hastalarının %90'ı uykularında düzensizlik gibi sorunlar yaşarlar. Kimi hastalarda gece uykularının sürekliliği bozulabilir, kimileri de rutin uyku düzenlerine göre 2-3 saatten önce ya da sonra uyanır, stres ve sıkıntı içerikli karamsar düşünce yapılarıyla savaşmaya başla Depresif şikayetler geç yetişkinlik çağında da oldukça sık gördüğümüz bir durumdur. Yaşlı topluluklarda (65 yaş üzeri) depresyonun görülme sıklığı %15 civarındadır. Yaşlılık depresyonunun gençlere göre neden olan faktörleri ve tedaviye verdiği cevap açısından gençlikte görülen depresyondan farklıdır. Depresyon bulguları hastanın yakın çevresi ya da hekim olmayan kişiler tarafından genellikle hayatın ve yaşlılığın bir getirisi olarak kabul görülmektedir. Depresyonun ağır bir formu olan Major depresif bozukluk ise yaşlılarda, genç nüfusa göre daha az oranda görülmektedir ( yaklaşık %4 civarında). Major depresyonda hastalığın görülme sıklığı, cinsiyete göre gözle görülür bir fark göstermez iken, depresif

(18)

belirtilerin kadın hastalarda daha az orandan gözlemlendiği bilinmektedir (Altıner, 2008).

Depresyonun distimik bozukluğa benzer şekliyle, kronikleşmiş seyirli tipine yaşlılıkta da sıkça rastlanmaktadır. Uzun süreli, yaygın, oldukça belirgin belirtilerin görülmediği bu depresif durum çoğu zaman yaşlanmanın doğal bir parçası gibi görüldüğünden, hastalık olarak değerlendirilmemektedir. Depresyonun distimik bozukluk gibi kronik seyirli tipine de yaşlılıkta fazlasıyla rastlanmaktadır. Uzun vadeli, yaygın, çok yoğun belirtilerin görülmediği bu depresif durum çoğu zaman yaşlanmanın normal gidişatı gibi algılandığından bir hastalık olarak değerlendirilmemektedir (Aktaş, 2011).

Yaşlılarda depresyon sadece fiziksel hastalık riskini değil, aynı zamanda da ciddi bir biçimde ölüm riskini artıran faktördür. Yaşlılarda görülen depresyonda intihara eğilim genç depresyon hastalarına göre daha yoğundur. Araştırmalarda erkeklerde intihara yönelim sıklığının kadınlara oranla daha çok olduğu ve yaşlılığın ileriki dönemlerinde daha da arttığı, kadınlarda ise erkeklere göre intihar girişiminin daha İntihar yönelimi ve olgusu kültür ve toplumlara göre belirgin farklılıklar gösterebilir. Yalnızlık ve sosyal olarak izole olmak en önemli risk etmenleridir. Kişinin en yakınları ve çekirdek ailesinden olan kayıplar (özellikle yakın dönemde yaşananlar) ve buna yas tutma sürecine girme yaşlılarda yalnızlığın en önemli sebeplerinden biri olarak kabul görmektedir. Yaşlı olmak, erkek olmak, yalnız yaşamak, kısa süre önce bir kayıp yaşanmak, depresyonda olmak ve alkol kullanmak, ciddi bir fiziksel hastalık ve kronik ağrılar yaşlıda intihar riskini arttıran önemli faktörlerdir (Keskinoğlu, 2006).

1.1. Problem Durumu

Depresyon, biyolojisi, tedaviye verdiği yanıtı, genetiği ve prognozu açısından karmaşık ve heterojenik bir yapı gösteren, hemen hemen her bireyin hayatının belirli dönemlerinde yaşadığı ruhsal bir çökkünlük halidir. Ayrıca depresyon; derin üzüntü, düşüncelerde, konuşma ve hareketlerde yavaşlık, durgunluk, değersizlik, küçüklük, güçsüz hissetme, isteksiz hissetme, karamsar düşünce biçimi, intihar etme düşünceleri gibi belirtilerle, fizyolojik

(19)

olarak yavaşlama semptomları içeren bir sendrom türüdür (Androver ve ark., 2011). Bahsedilen belirtiler hafif düzeyden başlayarak şiddetli bir boyuta kadar erişebilir. Diğer bir yandan, süreğenleşme ve tekrarlama oranlarının artış göstermesiyle, iş gücünde azalma ve intihar etme olasılığını artırması sebebiyle göz ardı edilemeyecek önemli ruh sağlığı sorunu olarak gösterilmektedir (Hockenbury ve ark., 2015). Bu sendrom, duygusal ve bilişsel alanlarla ilgili birçok belirtiyi kapsamaktadır. Amerikan Psikiyatri Birliğinin yayınladığı Ruhsal Bozuklukların Tanımı ve Sayımsal El Kitabında (DSM-5-TR) depresyon belirtilerinden isteksizlik ve çökkünlük semptomlarının en az iki hafta boyunca birlikte görülmesiyle kişiye depresyon tanısı konulabileceğini bildirmektedir (APA, 2013). Kişilerin depresyona girmelerine fizyolojik ve psikolojik birçok etken yanında kültürel etkenlerde bulunmaktadır (Murphy ve ark., 1991).

Akültürasyon sosyokültürel etkenler arasında ruhsal hastalıkları en çok etkileyen sosyokültürel faktörlerin başında gelmektedir. Geleneksel kültürlerini bir kenara bırakarak asimilasyon ve marjinalizasyon kültür tutumu sergileyen bireylerde daha çok yaşam memnuniyetsizliği, kişiler arası sıkıntılar ve ruhsal bozukluklar görülmektedir (Urzúa ve ark., 2017). Akültürasyon ruhsal hastalıkları aynı oranlarda etkilememektedir. Akültürasyon ruhsal hastalıklar için düzenleyici etkiye sahip olduğu da bildirilmektedir. Ruhsal hastalıkların gelişmesinde ya alevleyici (Post, Weiss, Smith, Rose, &Frye, 1995) ya da zemin oluşturucu (Lupien et al., 2009) şekilde olabilmektedir. Bunun yanında başarılı akültürasyon sürecinin ruhsal hastalık prevalanslarını düşürdüğü de bildirilmektedir (Breslau et al., 2007; Alegria et al., 2008). Tüm bu etkilere bağlı olarak bireylerin yaşam kaliteleri de etkilenebilmektedir. Depresyon ve yaşam kalitesinin ilişkisi sıklıkla çalışmalarda bildirilmektedir. Depresyonda olan bireyin yaşadığı çökkünlük kişinin tüm sosyal işlevsel hayatını etkileyebilmektedir (Boylu ve Paçacıoğlu, 2016).

Göçmen ve yerli bireylerin etkileşimi karşılıklı olarak ruh sağlıklarını etkilemektedir (Yanez ve Cardenas, 2010). Etkileşen bireyler arasında ortaya çıkan sosyal sorunlar hastalık sıklığını da böylece artırdığı bildirilmektedir (Sternberg& Lee, 2013). Özellikle göçmen bireylerde depresyon sıklıkla

(20)

görülmektedir (Kallenberg et al., 2017). KKTC’de gerek yerli Kıbrıslı Türkler gerekse Türkiye’den gelen göçmenler kültürel olarak etkileştikleri ve farklı kültür tutum özellikleri ile de olsa ruhsal hastalık prevalanslarının oranını değiştirebildikleri tespit edilmiştir. KKTC’de de yapılan pek çok ruhsal bozukluklar ile ilgili çalışmalarda da kültür tutumlarının ruhsal hastalık prevalanslarını etkilediği bildirilmiştir. Bu araştırmanın amacı da Kıbrıs ve Türkiye doğumlu bireylerde depresyon ve kültür tutumları ilişkisinin incelenmesidir.

1.2. Araştırmanın Önemi

Günümüzde depresyon, her bireyin hayatında bir defa dahi olsa yaşadığı ruhsal bir bozukluktur. Depresyonun kişiler üzerindeki etkileri ve depreyonun sebepleri dahilinde yapılan birçok araştırmanın yanı sıra, bu çalışmada farklı bir bulgu ortaya koyma amacıyla depresyon ve kültür tutum ilişkisinin kişiler üzerindeki etkisini araştırarak depresyon nedenlerinin belirli semptomlar dışında da daha başka faktörlerin de sebep olabileceği hedeflenmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti arasında uzun yıllardan bu yana yaşanan göç olayları, Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı olması, Kuzey Kıbrıs’ın bağımsızlığını ilan edememesi, Türkiye’li öğrencilerin eğitim ve öğretimleri için Kuzey Kıbrıs’a uzun yıllar yerleşerek öğrenim hayatı sürmesi, yalnız ve göçmen bireyler olarak hayatlarını devam ettirmesi, her iki ülke insanını da etkileyen durumlardan birkaçıdır. Bu araştırma bireylerin göç sonrası kendilerini göç ettikleri yere ne kadar ait hissettikleri, kültüre uyum tutumlarını ve akültürasyonun depresyon ile ilişkisini anlamak bakımından önem taşımaktadır.

1.3. Araştırmanın Sınırlılıkları

Araştırma Mayıs-Haziran 2019 aylarında yapılan anketlerin uygulanması ile yürütülmüştür. Araştırma Mayıs-Haziran 2019 tarihlerinde Kuzey Kıbrıs Lefkoşa Bölgesinde yapılmıştır. Çalışmada başlangıç noktaları Lefkoşa şehir merkezinde nrandomize olarak belirlenerek sokaklardan, köylerde ise köy merkezlerinden (köy kahvesi veya camisi) kuzeye, güneye, doğuya ve batıya gidecek şekilde belirlenmiştir. Anketörler sokakların başlangıç noktalarından

(21)

bir kare yapacak şekilde yolun sağından ve en küçük numaradan başlanmıştır. Her üç evden biri çalışmaya alınmış ve sağa dönülen ilk sokaktan dönülerek bir kare yapacak şekilde yön belirlenmiştir. Kare tamamlandıktan sonra başlangıç noktasından bir sonraki sokaktan tekrar başlanarak yeni bir kare olacak şekilde devam edilmiştir. Bu şekilde görüşmecilerin görüşme yaptıkları ev seçiminde ortak bir yöntem sağlanarak görüşmeciden kaynaklanabilecek hata payı önlenmiştir. Her üç evden biri çalışmaya alınmıştır ve her girilen evde erkek-kadın ve yaş kotaları dikkate alınmıştır. Girilen her evde bir kişi çalışmaya alınmıştır ve birinci evde kadın sonrakinde erkek olacak şekilde seçim yapılmıştır. Yaş kotasında ise eğer evde birden fazla aday varsa en yakın yaş günü tarihi olan çalışmaya alınmıştır.

Çalışmaya 13 anketör katılmıştır ve anketörler eğitimden geçirilerek çalışmaya alınmışlardır. Her görüşmeci en fazla 25 kişiye anket uygulamıştır. Bu şekilde görüşmecinin uygulamalarından kaynaklanabilecek hata payı azaltılmaya çalışılmıştır. Bu çalışma ayrıca depresyon ve akültürasyon ölçekleriye de sınırlıdır.

1.4. Araştırmanın Alt Amaçları

1. Kıbrıslı ve Türkiyeli bireylerde depresyonun sıklığı farklı kültür tutumları ile ilişkilidir.

2. Türkliyeliler de Kıbrıslılara göre depresyon daha yaygındır.

3. Kuzey Kıbrıs ve Türkiye doğumlu bireylerin kültürlenme tutumları farklılık göstermektedir.

4. Hem Kıbrıslı Türklerde hem de Türkiyeli Türklerde marjinalizasyon kültür tutumu depresyon sıklığını artırmaktadır.

5. Hem Kıbrıslı hem Türkiyeli Türklerde entegrasyon kültür tutumu depresyon düzeyini düşürmektedir.

6. Hem Kıbrıslı hem Türkiyeli Türklerde marjinalizasyon kültür tutumu depresyon düzeyini düşürmektedir.

7. Hem Kıbrıslı Türklerde hem de Türkiyeli Türklerde seperasyon kültür tutumu depresyon sıklığını artırmaktadır.

8. Cinsiyete göre farklılaşmaktadır. 9. Cinsiyete göre farklılaşmaktadır.

(22)

10. Kültürlenme tutumları ile depresyon arasında ilişki vardır. 11. Kültürlenme tutumları yaşa göre farklılaşmaktadır.

1.5. Tanımlar

Depresyon: Derin üzüntü, düşüncelerde, konuşma ve hareketlerde yavaşlık, durgunluk, değersizlik, küçüklük, güçsüz hissetme, isteksiz hissetme, karamsar düşünce biçimi, intihar etme düşünceleri gibi belirtilerle, fizyolojik olarak yavaşlama semptomları içeren sendrom türüne denir

Kültür: İnanç, bilgi, yasa, ahlak, kıyafet, sanatla birlikte insanların sahip olduğu bütün alışkanlık ve yetenekleri içeren bir kavramdır” (Ödül, 2008: 75). Akültürasyon: Akültürasyon terimi kültürel sosyoloji disiplininden psikoloji temelli olarak meydana gelmiştir. Kültürleşme; değişik kültürlere sahip insanlardan oluşan toplulukların, ilk kaynaktan elde edilen verilerin ilişkisi sonucunda kendine has bir kültür ya da kültürlerin ikisinde de meydana gelen değişimler sonucu oluşur (Redfield et al., 1936:149-152’den Akt: Gülnar & Balcı: 2009, 451).

Kültürlenme: Kültürde yaşanan değişimler.

Kültürleşme: Kültürel zenginleşme, kültürel uyum ve kültürel etkileşim anlamına gelmektedir.

(23)

2. BÖLÜM

KURAMSAL ÇERÇEVE VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

2.1. Depresyonun Tanımı

Depresyon, her yıl milyonlarca insanı hem aklını hem de vücudunu etkileyen ciddi ve çoğu zaman hafife alan bir zihinsel hastalıktır. Her yaş döneminde yaşanabilecek olan duygu durum bozuklukları, insan hayatında yaşanan birçok faklı nedenden dolayı yaşanabilir (Sayıl, 2004). Ruhsal hastalıkların arasından depresyon en yaygın görülen duygu durum bozukluğudur. Derin üzüntü, düşüncelerde, konuşma ve hareketlerde yavaşlık, durgunluk, değersizlik, küçüklük, güçsüz hissetme, isteksiz hissetme, karamsar düşünce biçimi, intihar etme düşünceleri gibi belirtilerle, fizyolojik olarak yavaşlama semptomları içeren sendrom türüne denir. Bu sendrom, duygusal ve bilişsel alanlarla ilgili bir çok belirtiyi kapsamaktadır. Bahsedilen belirtiler hafif düzeyden başlayarak şiddetli bir boyuta kadar erişebilir. Diğer bir yandan, süreğenleşme ve tekrarlama oranlarının artış göstermesiyle, iş gücünde azalma ve intihar etme olasılığını artırması sebebiyle göz ardı edilemeyecek önemli ruh sağlığı sorunu olarak gösterilmektedir (Aktaş, 2011).

Depresyon, kimi zaman sebep olmaksızın aniden ortaya çıkabilmektedir. Buna ilave olarak stresli bir yaşam olayı ya da aniden ortaya çıkan atak gibi semptomlarla baş gösterebilir. Kişi kendini değersiz, üzüntülü, çaresiz, mutsuz, verdiği kararlarda tutarsız, konsantre olamamak, bellekte karmaşıklık, daha önce yapmaktan haz aldığı aktivitelerden uzaklaşma ve haz alamama, cinsel isteksizlik, okulda, sosyal ortamda, aile ve arkadaş arasında sorunlar meydana gelmesi, sosyal ortamlardan uzaklaşma ve yalnız başına kalma isteği, içine kapanma, enerjisiz ve yorgunluk hisleri, kolayca sinirlenme, uyku bozukluğu, uykuya dalma sorunları, kısa süreli derin

(24)

olmayan uykular, sabah erken uyanma veya fazla uyuma, yeme bozukluğu (iştah artması ya da azalması), nedeni belli olmayan ağrılar, boyun, baş, bel ağrısı gibi vücudun farklı yerlerinde ağrılar hissetme, alkol kullanan birinin alkol oranını arttırması, sakinleştirici ilaçlar kullanmaya yönelik ihtiyaç hissetme, kendine zarar verme eğilimi, intihar planları düşünceleri ve kendi intiharıyla ilgili düşünceler gibi belirtiler görülmektedir (Öztürk, 2004).

Bir bireye depresyon tanısı koyabilmek için, bu belirtilerin hepsinin kişide görülmesi gerekmeyebilir. Amerikan Psikiyatri Birliğinin yayınladığı Ruhsal Bozuklukların Tanımı ve Sayımsal El Kitabında (DSM-5-TR) depresyon belirtilerinden isteksizlik ve çökkünlük semptomlarının en az iki hafta boyunca birlikte görülmesiyle, kişiye depresyon tanısı konabilir (Uncu, 2016).

Dünyada oldukça fazla görülen ve en önemli ruh sağlığı sorunu kabul edilen depresyon, kişinin mutluluğunu, yeterliliğini, işlevselliğini ve çalışmaya yönelik isteğini engellediğinden, yaşam kalitesini düşürerek, işlerliğini ve sosyal ilişkilerine olumsuz etkilerinden iş kaybı ve ilişkilerde bozulma gibi olumsuz sonuçlar doğuran bir süreçtir (Aktaş, 2011). Ruhsal sorunlar fazlasıyla yüksek yaygınlık oranları olan ve süreğenleşen, tedavi boyutlarının uzun süreli ve düzenli seyir halinde uygulanması gereken psikolojik problemlerdir. Dünya Sağlık Örgütü’nün ruhsal sağlığa ilişkin yapmış olduğu araştırmada, bakılan tüm bulgular, en yaygın görülen ruhsal bozukluğun (%10,4) depresyon olduğunu saptamıştır. Ulusal olarak yapılan birkaç çalışma ise Türkiye’de de en sık oranda görülen ruh sağlığı bozukluğunun ‘depresyon’ olduğunu göstermektedir. Süreğenleşen ve tekrar eden, intihar düşünceleri dolayısıyla böyle bir risk taşıyan, tüm dünyada fazlasıyla yaygın biçimde görülen depresyon tedavisi önem arz eder (Altıner, 2008). Depresyon her yaşta görülebildiği gibi özellikle de orta yaşlar (40-50) arasında daha çok tespit edilmektedir. Kadınlarda, erkeklere oranla daha yoğun olarak görülmekle birlikte, depresyon geçiren kişilerin %50-80'inde bir kez ya da birden daha fazla tekrarlama oranı bulunabilmektedir. Hastaların ailelerinde de depresyon geçirmiş birey bulunması depresyona girme riskini arttırmaktadır. Depresyondayken depresif duygu hali, depresif bozukluğun ana özelliğidir. Depresyonun başlangıç evresinde, hastalar duygu

(25)

durumlarında değişime girer ve bir miktar hislerinde azalma hissedebilirler. Kişi içinde bulunduğu zaman dilimine ait ruh halinde hissetmeyebilir. Yapılan esprilere ve mutlu edici olaylara gülemez duruma girebilir, yaşamındaki ona en keyif verici gelişmelerden hoşnut ve mutlu olamayacak hissizlik boyutunu yaşayabilir, etrafında olup biten diğer kişilerin sevincine katılamayabilirler. Depresyon belirtileri ilerledikçe, kişiler, mutsuzluğu daha yoğun hissetme, negatif düşüncelere dalma ve olaylara olumsuz bakış açısıyla bakma eğilimine girebilirler. Bu semptomlar kişinin kendine dönük yaşamasına yol açabilir. Depresyon hastalarının çoğunluğu tarafından, sabah saatlerinde daha kötü hissetmektedirler. Yeni güne başlamakta zorlanma eğilimi göstermektedirler. Kişinin etrafına karşı olan ilgisizliği genellikle çökkün duygu durum ile birlikte görülebilir. Kişi yakın çevresinde olup bitenlere ve işine gösterdiği ilgiyi gösteremez, daha önce yapmaktan haz duyduğu uğraşlardan haz alamaz hale gelebilmektedir (Aydoğdu, 2015). Depresyonda ağır giden bir seyir var ise, hastalar acı veren uyaranlara ya da olaylara duygularıyla tepki veremeyecek kadar düz duygulanım yaşayabilmektedirler. Depresyonda olan kişilerin düşüncelerinde, düşüncenin akışında ve içeriğinde bozukluklar izlenebilir. Depresyondaki kişilerin, sözel anlatımlarda kendini ifade etmede zorlandığı, sorulan sorulara yönelik verdiği cevaplarda büyük çaba ve tutarsızlık gözlemlenebilir. Sorulan soruya dikkatini yoğunlaştırmakta zorluk yaşayabilir (Uncu, 2016).

Melankolik olarak görülen major depresyonda ise bazı hastaların hiç konuşmadıkları da gözlemlenmiştir. Kişinin düşünüş biçiminde de olumsuz düşünceler bulunabilir. Suçluluk ve değersizlik hissi yaşarlar ve buna sebep arayan düşünce biçimleri sergileyebilirler. Geçmişte yaşanan olumsuz anılar arasından kendilerini suçlayacak sebepler bularak olumsuz hissedecekleri yaşam kesitlerini hatırlarlar. Bu semptomlar başka bir insan için kimi zaman kabul görürken kimi zaman da saçma gelebilir. Hastaların kendilerini suçlu görme konusunda etraflarındaki kişiler tarafından gelecek öğüt, telkin ya da doğruların, hastanın düşündüğü gibi olmadığını söylenmesinin bir faydası olmayabilir. Kendini suçlayıcı, hataları için kendini cezalandırıcı duyguları bazı kişilerde öyle üst seviyeye yükselir ki, hasta kendini cezalandırıcı nitelikte yönelimler gösterebilir. İntihar etmeye yönelik duyguların ve

(26)

düşüncelerin altında yatan önemli iki nedenden biri "umutsuzluk" biri diğeri de "suçluluk" duygularıdır.

Depresyonda olan kişiler kendilerini gergin hissederler ve rahatlayamama hissi yaşayabilirler. Olumsuz tepki ve cevaplara tahammülsüzlük gösterebilirler, kaygı ve bedensel belirtiler de semptomlara eşlik edebilirler. Göğüste ağrılar, kalp çarpıntıları, rahat hissedememe, terlemeler, baş ağrıları, baş dönmeleri gibi olabilir. Panik bozuklukta zaman zaman depresyonla birlikte görülebilir (İnceoğlu, 2010).

Depresyon, kişinin benlik saygısında azalma yarattığından, yoğun bir şekilde yetersizlik ve değersizlik duygusu yaşatabilir. Hasta çoğu konuda kendine olan inancını ve güvenini kaybeder, işe yaramaz biri gibi hisseder, kendisine ve çevresine fazlalık olduğunu, bu kişilere fayda sağlamak yerine zarar verdiğiyle ilişkin sağlıksız düşüncelere kapılabilir. Ağır depresyonda özellikle suçluluk düşüncelerinin abartılı olması ile hezeyan niteliği daha belirgin biçimde gözlemlenmektedir. Kısaca hasta, kendisini yakın çevresini ve dünyayı negatif görme ile geleceğe olan beklentilerinin tükenmesiyle, tamamen olumsuz fikirler çemberinin içindedirler (Aydoğdu, 2015).

Hastalar genellikle yavaşlayan düşünce işleyişi ve kafalarında yoğun olarak karamsar içerikli düşünceler sebebiyle karar alma aşamasında fazlasıyla zorlanır ya da karar veremez duruma gelebilirler. Bu kararsızlıklar gün içindeki ayrıntılarda olduğu gibi, kişi için önem arz eden konularda da görülebilir. Bu sebeple depresyon döneminde, destekleyici psikoterapide de istendiği gibi hastaların yaşamlarına etki edebilecek yaşamsal konular üzerine karar vermemeleri ya da bu kararlarını hastalık sürecinin dışına ertelemeleri daha sağlıklıdır. Hastaların yaklaşık olarak %25'inde ise az düzeyde bedenleriyle uğraştıkları gözlemlenmektedir. Kişi kendi vücudunu beğenmeyebilir, geçmek bilmeyen baş ağrıları, karında kramplar, boyun tutulmaları, sırtta ve belde ağrılar izlenebilir (Altıner, 2008).

Hastalar ekonomik, dini, cinsel ve aile ile ilgili konularda takıntı boyutunda ve genellikle suçlu hissettiren duygular yaratan düşüncelerini veya ölüme ve intihara yönelik bazı düşünceleri takıntılı biçimde ve kafalarından silemeden süreklilik halinde düşünür duruma gelebilirler. Araştırmalarda, depresyon

(27)

hastalarının %75'inde intihar düşünceleri ve ölme isteği gibi belirtiler izlenebilir. Özellikle melankolik özellikli depresyonda daha çok intihar eğilimi görülür. Kadınlarda, erkeklere oranla intihara yönelim daha fazla ancak ölüm oranı az iken, erkeklerde intihar girişimi sayısı daha az fakat ölüm oranı daha fazladır (Aktaş, 2011). Bazı hastalarda yemek yemeyi reddetme ya da alkol alarak süratle araç kullanmak gibi büyük ölüm riskleri içeren davranışlar da intihara olan eğilimi doğrulayabilir. Kişiler yapması gereken günlük meselelerini devam ettirmekte, okula devamlılıkta, iş hayatına çalışmakta, okuduklarını anlayamamakta güçlük yaşarlar. Depresyonlu hastalarda istemli ya da istemsiz dikkatin azaldığı izlenmektedir. Unutkanlık sağladığından kişinin dikkati ve düşünceleri bir konu üzerinde yoğunlaşamayabilir. Enerji azlığı, yorgun hissetme ve bitkinlik sıkça görülen belirtilerdendir. Bahsedilen bu belirtiler kadınlarda erkeklere oranla çok daha fazla izlenmektedir. Kişi için gündelik işlerini yerine getirmek dahi zorlaşabilir, sıradan basit işler dahi yoğun bir çaba gerektirir hale gelebilmektedir. Cinsel istek kaybı ise depresyonun başlangıcında beliren ve buna rağmen tedaviyle en geç düzelen yakınmalardan bir diğeridir.

Depresyon hastalarının %90'ı uykularında düzensizlik gibi sorunlar yaşarlar. Kimi hastalarda gece uykularının sürekliliği bozulabilir, kimileri de rutin uyku düzenlerine göre 2-3 saatten önce ya da sonra uyanır, stres ve sıkıntı içerikli karamsar düşünce yapılarıyla savaşmaya başlayabilirler (İnceoğlu, 2010). Depresif şikayetler geç yetişkinlik çağında da oldukça sık gördüğümüz bir durumdur. Yaşlı topluluklarda (65 yaş üzeri) depresyonun görülme sıklığı %15 civarındadır. Yaşlılık depresyonunun gençlere göre neden olan faktörleri ve tedaviye verdiği cevap açısından gençlikte görülen depresyondan farklıdır. Depresyon bulguları hastanın yakın çevresi ya da hekim olmayan kişiler tarafından genellikle hayatın ve yaşlılığın bir getirisi olarak kabul görülmektedir. Depresyonun ağır bir formu olan Major depresif bozukluk ise yaşlılarda, genç nüfusa göre daha az oranda görülmektedir ( yaklaşık %4 civarında). Major depresyonda hastalığın görülme sıklığı, cinsiyete göre gözle görülür bir fark göstermez iken, depresif belirtilerin kadın hastalarda daha az orandan gözlemlendiği bilinmektedir (Altıner, 2008).

(28)

Depresyonun distimik bozukluğa benzer şekliyle, kronikleşmiş seyirli tipine yaşlılıkta da sıkça rastlanmaktadır. Uzun süreli, yaygın, oldukça belirgin belirtilerin görülmediği bu depresif durum çoğu zaman yaşlanmanın doğal bir parçası gibi görüldüğünden, hastalık olarak değerlendirilmemektedir. Depresyonun distimik bozukluk gibi kronik seyirli tipine de yaşlılıkta fazlasıyla rastlanmaktadır. Uzun vadeli, yaygın, çok yoğun belirtilerin görülmediği bu depresif durum çoğu zaman yaşlanmanın normal gidişatı gibi algılandığından bir hastalık olarak değerlendirilmemektedir (Aktaş, 2011).

Yaşlılarda depresyon sadece fiziksel hastalık riskini değil, aynı zamanda da ciddi bir biçimde ölüm riskini artıran faktördür. Yaşlılarda görülen depresyonda intihara eğilim genç depresyon hastalarına göre daha yoğundur. Araştırmalarda erkeklerde intihara yönelim sıklığının kadınlara oranla daha çok olduğu ve yaşlılığın ileriki dönemlerinde daha da arttığı, kadınlarda ise erkeklere göre intihar girişiminin daha İntihar yönelimi ve olgusu kültür ve toplumlara göre belirgin farklılıklar gösterebilir. Yalnızlık ve sosyal olarak izole olmak en önemli risk etmenleridir. Kişinin en yakınları ve çekirdek ailesinden olan kayıplar (özellikle yakın dönemde yaşananlar) ve buna yas tutma sürecine girme yaşlılarda yalnızlığın en önemli sebeplerinden biri olarak kabul görmektedir. Yaşlı olmak, erkek olmak, yalnız yaşamak, kısa süre önce bir kayıp yaşanmak, depresyonda olmak ve alkol kullanmak, ciddi bir fiziksel hastalık ve kronik ağrılar yaşlıda intihar riskini arttıran önemli faktörlerdir (Keskinoğlu, 2006).

2.1.1 Depresyonun Tarihçesi

İnsanlık tarihinde oldukça eski olan depresif bozuklukların etiyolojisini açıklama amacıyla öne sürülmüş görüşler Hippocrates’a (M.Ö. 460-357) kadar gitmektedir. O dönemde “Kara Safra” olarak adlandırılan depresyon ile ilgili araştırmalar günümüzde halen moleküler biyoloji ve beyin görüntüleme teknikleri ile yapılan ve bu konuda olan gelişmeler sayesinde fazlasıyla ilerleme kaydetmektedir. Uzun yıllardır yapılan araştırmalarla depresyonla ilgili bulgular arttıkça, bununla ilgili çeşitlilik gösteren görüşler ortaya çıkmıştır ve çeşitlilik gösteren birçok araştırma yapılmıştır.

(29)

Depresyon konusuyla ilgili çalışmalar 20. Yüzyılda yorumlanmaya başlanmıştır. Bu yorumlamaların amacı depresyonun patogenezini ortaya çıkartmak, klinik semptomlar arasında bağlantılar kurabilmek, depresyonu tedavi edebilmek için yeni buluşlar ortaya çıkartmaktır. Buna rağmen depresyon etiyolojisi tam olarak aydınlatılabilmiş değildir. Buna sebep olan etkenler, depresyonun bir hastalık olmasından ziyade bir sendrom olması ve birçok belirtinin bir arada bulunması nedeniyle etkenlerin rol alması olabilir. Tıbbi yönden depresyon sebeplerine bakıldığında Tiroid hastalıkları, diyabet hastalıkları, multiple sklerozis, Addison hastalıkları, enfeksiyonlar, Cushing hastalıkları, pernisiyöz anemi, parkinson hastalıkları, travmalar, demans, intrakanial urlar, sistemik lupus eritematozus karsinomlar, depresyona sebep olabilirler (Doğan, 1995).

Duygudurum bozukluklarıyla ilgili gözlemler, tarihi insanlık gelişimi boyunca, farklı çağ ve farklı toplumlarda, farklı mitolojilerde, eski ve semavi dinlerde de yer almıştır. M.Ö. 1400-1500 yıllarından beri Hindistan'da yaygın olan bir inanca göre; ruhsal bozuklukların, depresyonların nedeni şeytandır. Birbirinden farklı yedi tip şeytanın insanın ruhunu elde etmesi sonucu çeşitli depresyonların ortaya çıktığına inanılmıştır. Benzer inançlar eski Mısır ve Sümer mitolojilerinde de yer almıştır (Köknel, 2000).

İlk Çağ: Hipokrat (M.Ö. 460-377): İnsanın duygudurumu ile beden sıvıları arasında bağlantı kurmuş, hafif kanlı kişilerde mizaç, ağırkanlı kişilerde mizaç, kara sevdalı mizaç ve sinirli mizaç olarak birbirinden farklı mizaç türleri keşfetmiştir. Hipokrat, ruh ve sinir hastalıklarını yapısal bozukluklarına ve belirtilerine göre altı grup içine ayırmıştır. Bunlar: birdenbire ortaya çıkan ateşli ruhsal hastalıklar (phrenitis), birdenbire ortaya çıkan ateşsiz ruhsal hastalıklar (mania), melankoli (melancholia), sara (epilepsia), histeri (hysteria), karşıt giysicilik (scythiania)’dir.

Hipokrat, iç hastalıklarıyla mizacı kıyaslayarak "karasafra" anlamına gelen melankoli kara sevdalı kişilik yapılarında, mizaçlarda, karaciğer ve safra yollarındaki bozukluklardan kaynaklanan durgunluk, ilgisizlik, isteksizlik, uykusuzluk, kaygı, yetersizlik ve intihar düşünceleriyle ortaya çıkan bir hastalık tablosundan bahsetmiştir.

(30)

Orta Çağ: Posidonius (M.S. 400'lü yıllar): Romalı hekim Posidonius, bir anda başlayan ateşli beyin hastalıkları dışında on alt grupta topladığı akıl hastalıkları arasında melankoli ve maniye de yer vermiştir.

Yeni Çağ: 1450 yılından sonra başlayan Rönesans'la birlikte insan evrenin odak noktası durumuna gelmiştir. Bilimde, tıpta ve sanatta dinin ve doğaüstü güçlerin etkileri azalmış, insan daha doğru ve gerçekçi biçimde incelenmiştir. Ruhsal bozukluk ve hastalıkların sınıflanması ve tanımında eski İslam, Roma ve Yunan hekimlerinin görüşleri güncellik kazanmış, bunlar arasında özellikle Galenos’un görüşü etkili olmuştur (Köknel, 2000).

2.1.2 Depresyonda Risk Faktörleri

Depresyonun gelişim sürecinde sorumlu tutulan nedenlerden biri, bedenen hastalık geçirmek ve bunların uzun süreli var olmasıdır. Klinik olarak tanı koydurabilecek derecedeki depresyon, bedensel hastalığı olanların %15'inde gözlemlediğimiz orandır. Bu durum, bedensel hastalığın depresyon için bir neden olmaktan çok, ortaya çıkarıcı bir etken olduğunu göstermektedir. Tıbbi hastalıklarla depresyon arasındaki ilişki karmaşıktır. Bedensel hastalıkların bazılarının doğrudan, bazılarının stres etkeni olarak ikincil depresyona yol açtığı bilinmektedir. Geç yaşlarda ortaya çıkan depresyon kişi açısından birçok risk faktörünü içinde barındırır. Zayıf sosyal ilişkiler, yalnız kalma, yas tutma, maddi olarak zayıflama, fiziksel olarak görülen hastalıklar, öz güven kaybı, cinsel olarak istek kaybı, meydana gelen yaygın veya bölgesel beyin dokusu hasarları yaşlılık döneminde görülen depresyonda önemli risk faktörleri olarak sıralanabilir (Kayahan, 2003).

2.1.3 Fiziksel Hastalıklar

Fiziksel hastalığın varlığı kişide doğrudan ve dolaylı olarak depresif bozukluklar nedenidir. Yeni bir hastalığın teşhisi çoğu zaman depresif bir atağın başlangıç sebebi olabilir. Süreğenleşmiş hastalıklarda ise sürekli ağrının kişide var olması, kişiyi başkalarına bağımlı hale getirmesi, günlük yaşamda kısıtlamalara neden olma, yaşam kalitesini düşürme gibi özelliklerinden ötürü depresyona sebep olabilirler. Klinik olarak bir tedavi görmek ya da bununla ilgili bir deneyim elde etmek kişinin melankolik düşünceleri ile birleşerek depresyona zemin hazırlayabilir. Fiziksel hastalıklar

(31)

genel olarak bedenen bağımsızlık ve kendine yeterli olmakta zorlanma ve dolaylı yollardan özgüvenin azalmasına sebep olmaktadır. Ayrıca hastalığın artacağı da söz konusudur. Yetişkinlerde yaşa bağlı sağlık kaybı ve uykusuzluk çoğunlukla depresyonu tetikler. Sık olmamakla birlikte görme ve işitme problemleri de zaman zaman depresyon gelişimine zemin hazırlayabilir. Fiziksel sağlık ile depresyon arasındaki ilişki iki yönlü olabilir. Her ikisinin de varlığı diğerinin gidişatını kötü etkiler. Parkinson hastalığı, ani inmeler, tiroit ile ilgili hastalıklar, Cushing hastalığı, Huntington hastalığı, kanserler, sinir sisteminin dejeneratif hastalıkları olduğundan, duygudurumda değişimlere sebep olabilirler ve bazı fiziksel hastalıklar doğrudan depresyona sebep olabilirler (Keskinoğlu, 2006).

2.1.4 İlaç Kullanımı

Yaşlılarda çoklu ilaç kullanımı pek çok sorunu da beraberinde getirebilir. Doktorların bir birinden habersiz verdiği ilaçların yaşlı tarafından yanlış ve hatalı kullanımları bazen faydadan ziyade zarara sebep olabilir. Birçok ilacın yan etkisi, mizaçta etkili olmasıdır. Ancak genel olarak birçok tıbbi durumla yaşamlarına devam eden yaşlıların, çoklu ilaç kullanımı nedeniyle ialçarın fazlalığını kontrol etmek de her zaman mümkün olmayabilir. Prensip olarak yapılması gereken mümkün olduğunca az çeşitlilikte ilaç vermek ve yeterli olan en düşük dozlarda verilmelidir. Yaşlılarda bazı ilaçlar özellikle çoklu kullanımda yan etki olarak depresyon yapabilir veya depresyonun mevcut şikayetlerini arttırabilir (Kayahan, 2003).

2.1.5 Nörobiyolojik Faktörler

Yetişkin depresyonunda yaşlanan beyin dokusunda meydana gelen nöro-biokimyasal değişikliklerin beyinin depresyona yatkınlığını üst seviyeye çıkarttığı gözlemlenmiştir. Görüntüleme çalışmalarında (MR) demanslı yaşlılarda ve depresyonlu yaşlılarda da kortikal doku oranında azalma gösterilmiştir. Kortikal fonksiyonel kapasitede azalma hem depresif epizod boyunca bilişsel yetersizlik sağlamakta hem de iyileşme sürecini uzun süreli hale getirebilmektedir (Keskinoğlu, 2006).

(32)

2.1.6 Cinsiyet

Kadınlarda depresyonun erkeklere göre iki kat fazla olması erkeklerin belirtilerini, alkol kullanımı, değişik eyleme vurum davranışları şeklinde ifade etmesi, kadınların bu olanakları kullanamamaları, aynı stres etkeni karşısında daha yoğun belirtiler göstermesi biçiminde açıklanmaktadır. Diğer önemli bir açıklama da hormonal nedenler ve geleneksel kadın rolü ile ilgilidir. Ayrıca kadınlarda gebelik, doğum, premenstrüel dönem gibi biyolojik ve psikolojik olarak depresyona yatkınlık yaratan ek özellikler vardır. Cinsel ve fiziksel istismar da kadınları daha çok etkilemektedir (Bayraktar, 1993).

2.1.7 Psikososyal Faktörler

Depresyon kişinin kendini rahat ve uyumlu hissedemediği ortamlara maruz kalmasıyla daha fazla tetiklenebilmektedir. Kişinin sevmediği bir okul, sevmediği bir iş, huzurlu hissetmediği bir aile ortamı depresyona girmesine sebep olabilir. Çocuk için okul ve aile ortamı ne kadar önemli ise, yetişkinler için de mutlu bir birliktelik, huzurlu ve güvende hissettiği bir iş ortamı o kadar önemlidir. Yaşlılık döneminde ise depresyon, hastalıklarla ve tedavi sürecindeki hastanın maruz kaldığı ilaç ve bu ilaçların yan etikleri öncesi kişilik yapısının gençlere göre daha hassas olması nedeniyle depresyona girme risklerinin fazla olduğu gözlemlenmektedir. Eğer kişinin gençlikte nörotik şikayetleri var ise, yaşlılıklarında depresyona yatkınlıklarının daha fazla olduğu görülmektedir. Bazı kişilik bozukluklarını da hem gençlik hem de yaşlılıkta inatçı depresyona yol açabileceği kabul edilebilir (Altıner, 2008). 2.1.8 En Çok Kabul Gören Sosyal Faktörler

Depresyon oluşumuna sebep olan maddeleri 3 ana başlık altında toplamayabiliriz. Bunlar; psikososyal, genetik etkenler ve biyolojik olarak sıralanabilir. Sosyo-ekonomik olarak yetersizlik, aile desteğinin kişinin üzerinde olmaması, bakım ya da huzur evlerinde kalmak, bağımsızlığın ve mahremiyetin yitirilişi, dul olmak veya boşanmış olmak, başka bir yaşlıya, bakıcılık yapmak, alzheimer hastası olan eşlerine bakmak, sevilen birinin yas dönemini yaşamaktır (Kayahan, 2003).

(33)

2.1.9 Depresyonun Genetik Nedenleri

Depresyonda genetik veriler, duygudurum bozukluklarının gelişiminde önemli bir etken olarak dikkati çekmektedir. Genetik yüklülük örüntüsü karmaşık düzeneklerle ilişki gösterirken genetik dışı etkenleri de göz ardı etmek olası değildir. Önceki çalışmalarda, aynı ailede yetişmiş kardeşlerin tamamen aynı sosyal çevreyi paylaştığı düşünülüyordu. Bugün, bunun bu kadar kesin olmadığı bilinmektedir. Çünkü çocukların doğum sırası, yaşları ve cinsiyetleri yaşamlarının tüm aşamalarında önemli etkilere neden olabilmektedir.

Ayrıca intrauterin koşullar, doğum öncesi-doğum sonrası enfeksiyonlar ve toksik etkenlerle karşılaşma riski farklı olabilir. Bunlar aynı şekilde paylaşılmayan çevresel etkenlerdir. Son yıllarda, hem normal hem de psikopatolojik davranışların ortaya çıkmasında çok genli geçişlerin tek gen geçiminden daha fazla sorumlu olduğu anlaşılmaktadır. Henüz çok iyi netleşip bir gen belirtilmemiş olsa da, ailesel özellikler gösteren duygudurum bozuklukları grubunda ortak biyolojik benzerlikler belirlenmiştir (Doğan, 1995).

2.1.10 Depresyonun Dinamik Nedenleri

Birey olarak hayatın anlamı, mutlu, enerjik, yeterli, verimli ve kuvvetli sosyal ilişkilerle yaşadığımız hoş duygu ve zamanlardır. Bu duygular kimi zaman, bazı nedenlere bağlı olarak, bu güzel hayata dahi katlanılmasını zorlaştırabilir. Buna en güzel örnek, dünyada sıkça gördüğümüz ruhsal bozukluk olan ‘depresyondur’ (Doğan, 1995).

Ruhsal benlik dış faktörler ya da iç faktörler nedeniyle dengesini bozar ve bu etki sebebiyle kişinin başa çıkma gücünü yenerse, kişi, kişisel gelişim sürecinin alt tabakasına düşer ve bu süreç ilerlerse, bunun sonucunda patolojik veriler elde edilir (Özmen, 2011). Depresyon aslında doğumla birlikte başlayan anneden ayrılıştaki ilk bunaltı olarak tanıştığımız ilk duygudurumdur (Bayraktar, 1993).

Tarihsel araştırma ve bulgulara bakıldığında depresyon dinamikleri konusunda hasta takipleri incelendiğinde, depresyon belirtilerini tetikleyen etkenin sevilen kişinin kaybı olduğu, buna bağlı olarak regresyon gözlemlenmiştir. Regresyon dışında melankoli, psikoseksüel gelişimin oral

(34)

dönemde takılı kalması, sevgi ve sevilmekle ilgili erken çocukluk dönemi problemleri ve ilk gelişimsel travmatik hayal kırıklıkları gibi etkenlerin rol oynadığı gözlemlenmiştir (Çevik, 1993).

Dinamik kuramlar daha sonraları obje ilişkileri ve kendilik algısının gelişimi, benlik saygısının oluşumu, korunması gibi sorunlarla ilgilenmişlerdir. Melanie Klein'a göre iyi bir içselleştirilmiş nesne ile güvenli bir ilişki kurabilmek yararlı, üretken, yaratıcı bir yaşamın anahtarıdır. Klein, çocuğun gelişimsel sürecini depresif pozisyon denen büyük bir ambivalans dönemi tanımlanmış ve depresyonu bu dönemle ilişkilendirilmiştir. Yaşamın ilk 6 ayı paranoid şizoid, ikinci 6 ayı ise depresif pozisyon dönemine karşılık gelir. Çocuk yaşamının 2-6. aylarında kötü ve iyi nesne imgelerini tek nesne halinde bütünleştirdiği zaman, annesine yönelik, sadistik, yıkıcı fantezilerinin onu yok etmiş olabileceğinden rahatsızlık duyar. Klein anneye, bütünlük kazanmış olan objeye yönelik olarak ortaya çıkan bu kaygıyı, depresif anksiyete olarak adlandırılır ve bunu depresif pozisyonun izlediğini ileri sürer. Bu dönemde çocuk sevgi nesnesini hem çok ister, kaybetmekten korkar, hem de nefret eder ve bu nedenle suçlu hisseder. Bu dönemdeki temel yaşantı paranoid şizoid pozisyondaki başkalarından zarar görme korkusunun tersine başkalarına zarar verme korkusudur (Doğan, 1995).

2.1.11 Depresyonun Yaygınlığı

Türkiye'de ruh sağlığı ile ilgili ilk alan çalışması 1963 yılında Türkiye Akıl Hıfzısıhhası Cemiyeti'nin yaptığı 10 bin kişinin tarandığı çalışmadır (Ceylan ve Oral 2001). Bu araştırmanın istatistiksel analizi yapılmamış, sonuçları bilim dünyasıyla paylaşılmamıştır. Ülkemizdeki ruhsal bozukluklarla ilgili toplumsal dağılımın incelendiği ilk araştırmalar 1960'larda yapılmıştır. 1970-80'li yıllarda ise geçerlilik ve güvenirliği kanıtlanmış, ölçeklerin ilerleme kaydettiği ve buna göre kullanıldığı araştırmalar gerçekleştirilmiştir. Yapılan araştırmalarda litaritürün gösterdiği bulgularda, genel olarak depresyon yaygınlığı % 3-5.8 kadardır. Bir yıllık yaygınlık % 26-6.2 olarak verilmektedir. Hayat boyunca depresyona girme riski erkeklerde % 3-12, kadınlarda % 10-26'dır. Birçok karşılaştırmalara göre farklı rakamlar verilmekle birlikte tüm oranlar buna yakındır. Epidemiyolojik veriler herhangi bir yılda kadınların % 13'ü, erkeklerin % 8'inin depresyonda olduğunu göstermektedir (Abay, Ersan

(35)

2001). Türkiye Ruh Sağlığı Profili Çalışması’nda 1 yıl içinde depresif nöbet yaygınlığı kadınlarda % 5.4, erkeklerde % 2.3, tüm nüfusta % 4.0 olarak sonuç vermektedir. Bulgulara göre depresyon kadınlarda erkeklere göre iki kat daha fazladır. Yineleyici depresyonlar kadınlarda daha sıktır. Atak geçirenlerin % 15 kadarında depresyon kronikleşme eğilimi göstermiştir. Yaşam boyu depresyon riski erkeklerde % 8 ile % 12 arasında değişirken, kadınlarda % 20 ile % 26 arasında değişmektedir (Öztürk, 2004). bu belirgin farklılığın 13-14 yaşlarından itibaren farklılaştığı (Ge, Lorenz, Conger, Elder ve Simons, 1994; Hankin, Abramson, Moffitt, Silva ve McGee, 1998), 15-18 yaşlarına gelindiğinde zirveye çıktığı gözlemlenmiştir (Hankin ve ark., 1998). 2.1.12 Depresyonun Tedavisi

Major depresyon, tüm psikiyatrik hastalıklar içinde en yaygın olan ve günümüzde tahmini olarak 120 milyon insanı etkileyen bir rahatsızlıktır (73,75,76,80). Uygulanan tüm medikal tedavilere, psikoterapi ve elektrokonvülsif yöntemlere (EKT) rağmen hastaların yaklaşık %10-%20’si tedaviye dirençli kalmakta ve yaklaşık %60’ı da tedaviden beklenen optimal yanıtı alamamaktadır. Medikal tedaviye dirençli Depresyon’da (MTDD) cerrahi tedavi yöntemleri günden güne popülaritesini arttırmaktadır. Özellikle subgenual singulat girus (SSG) ve nükleus akkümbens’e (NAc) yönelik derin beyin stimülasyonu (DBS) ameliyatları MTDD’nin cerrahi tedavisinde yeni bir dönem başlatmıştır (Kocabıçak, 2014). 2.2 Kültür

Kültür kelimesinin kökeni Latinceye dayanan “cultura” fiilinden gelmekte, bakma ve yetiştirme anlamları taşımaktadır. Kültür kavramının çoklu-söylemsel (multi-discoursive) tanımları yapılmıştır (Rızvanoğlu, 2007: 88). Kültür kavramı tarih boyunca farklı ve eklenerek artan anlamlar taşımıştır. 1700’li yıllarda kıymetli eserleri ifade etmek için kullanırken, 1800’lü yıllarda toplumsal ve güncel anlamlar içeren tanımları kullanılmaya başlanmıştır. Sosyolog Taylor’a göre, “kültür; inanç, bilgi, yasa, ahlak, kıyafet, sanatla birlikte insanların sahip olduğu bütün alışkanlık ve yetenekleri içeren bir kavramdır” (Ödül, 2008).

Şeriati (1993:21) kültürü, “milletin geçmişten bugüne biriktirdiği, şekillendirdiği bilinci, tarihsel, dinsel, zanaatsal, edebi, duygusal simgeler, gelenek ve

(36)

görenekler, toplumsal hayat biçiminde belirmesi” olarak tanımlamaktadır (Akt: Cengiz, 2009). İnsanların yetiştikleri yerin kültür yapısıyla oluşturduğu ilişki, başka kültürlere karşı kabul etmede güçlük oluşturur. Kültürlerin oluşumu incelendiğinde, birbirleriyle etkileşimleri neticesinde biçim kazanmıştır. (Cengiz, 2009).

Bir topluluğu, başka bir topluluktan farklı kılan kültür, ortak olmayı ifade etmektedir. Bölüşülen kurallardan oluşan, karşılıklı etki sonucu doğan kültür, kuşaklar arası aktarılmaktadır. Kültür karakteristik özellikler taşıyan, toplulukların etraflarına reaksiyonlarına etki eden toplumsal bir süreçtir. Kültür, toplulukların kendine has kimlik yapısını şekillendirir. Bu kavram en geniş manada toplum ile uluslar için kullanılsa da, yerel topluluklar, etnik yapı, örgütler, mesleki dallar ve hatta toplumun en küçük yapı birimi aile için de kullanılır (Turhan, 2009).

Dünyada kültürel mirası koruma adına hizmet veren UNESCO (United Nations Educational, Scientificand Cultural Organization) kültür kavramını; toplumların farklı kılıcı değer bulgularının, ekonomik, duygusal, edebiyat, hayat, değer yargıları, gelenek ve göreneklerini içeren toplumsal bir küme olarak açıklar (Kleindl, 2007).

En geniş tanımıyla kültür kavramı, bireye has değerleri, inançları, bilgileri ile tutumları ve bunların kısımları olarak maddi ve manevi yatırımlardan meydana gelmektedir. Toplumun ve şahsi hayatın meydana getiren yasalar, dil, ahlak, inanç, gelenekler, teknikler, felsefe, makineler, sanat eserleri, kuramlarvb. maddi ve manevi bütünlük kültürü açıklayan unsurlardır. Bu bakımdan incelendiğinde, topluluğa ait insanların ortaklaşa kurdukları aynı zamanda benimsedikleri değerler yapısıdır (Çüçen, 2005’den Akt: Durugönül, 2012). Diğer bir söylemle, insanların doğada bulamadıkları fakat doğaya kazandırdıklarıdır.

Bir toplulukta ki insanlar, o toplumun kabul ettiği hayat biçimine, ortaklaşa meydana getirdikleri kültür yapısına uyum yapısına uyum gösteremiyorsa kültürsüz ya da kültüre yabancı kabul edilir (Bedirhan, 2009).

(37)

2.2.1 Kültürlenme

Kendi yaşadığı toprakları bırakarak başka topraklara yerleşmek zorunda kalan göçmenler, yaşadıkları çevresel değişimle birlikte yerleştikleri topluma alışma ve uyum sağlama sürecinde zorluklar yaşamaktadırlar (Akıncı ve ark., 2015). Belirli bir kültüre ait hissetme ve o kültüre uyum sağlamak açısından önemli olan kültürlenme kavramı, birden fazla kültürü içine katmaktadır ve esas olarak kültürlenme, kültürde yaşanan değişimlerdir ve bu değişimler sonucunda bireylerin psikolojilerini de etkilemektedir (Berry, 1999). Göç eden kişiler, kendi yaşadıkları toplum dışında da 10 kendi yaşantılarına devam ederek kültürlerini devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Bu durum ise kültür çatışmalarına yol açmakta ve kişinin kimlik krizi yaşamasına neden olmaktadır (Koçak ve Terzi, 2012). Göç sürecinin temelinde yatan, göç eden kişinin büyük bir gruba ait olma duygusunun kaybı ve gelenek, görenekler ile birlikte kültürel yaşamın ardında bırakılması, göç eden kişinin uyum sürecini zorlaştırmakta ve psikolojik rahatsızlıkları da beraberinde getirmektedir (Tuzcu ve Bademli, 2014).

Berry’e (1997) göre kültürleşme farklı kültürdeki kişilerin birbirleriyle etkileşimi sonucunda ortaya çıkan kültürel ve psikolojik değişim sürecidir. Bu bağlamda süreç içerisinde göç eden bireylerin tercihlerine bağlı kültürlenme stratejileriyle davranış ve tutumları etkilenir ve bu süreç göçmenlerin yerleştikleri toplumdaki bireylerle karşılıklı etkileşime girmeleri ile başlar Barry, kültürleşmeyi 4 evreye ayırmıştır. Bunlar; ‘bütünleşme’, ‘asimilasyon’, ‘marjinalleşme’ ve ‘ayrışma’dır. Bu dört kavram göçmenlerin, öz kimliklerini korumak isteyip istemedikleri ve yeni geldikleri kültüre dâhil olmayı isteyip istememeleri ile ilgili iki soruya verdikleri cevaplar ile oluşturulmuştur. ‘Bütünleşme’ göçmenlerin hem kendi kültürlerini korumak istedikleri hem de bulundukları kültürü benimsedikleri anlamına gelirken, ‘Asimilasyon’ göçmenlerin öz kültürlerini devam ettirmek yerine yeni kültürü benimsemeyi tecih ettikleri anlamına gelir. ‘Marjinalleşme’ göçmenlerin ne kendi kültürlerini ne de yeni kültürü benimsemeyecekleri anlamındandır ve son olarak ‘Ayrılma’ kavramında ise göçmenler sadece kendi öz kültürlerine sadık kalırlar (Berry, 1997).

Referanslar

Benzer Belgeler

Ayrıca uyum geçerliği olarak da psikolojik yardım almaya yönelik tutum ile sapt- anan pozitif yöndeki anlamlı ilişki ve süreç beklentileri alt boyutunun

Hoy ve Tarter (1997b) tarafından geliştirilen orijinal ölçeğin faktörlerinin Cronbach’s Alfa iç tutarlılık katsayıları ise şöyledir: “Destekleyici Müdür Davranışı”

Sonuç olarak komplikasyonsuz anestezi ve derlenme döne- mi için hastan›n mevcut olan hastal›klar›n›n iyi de¤erlendiril- mesi ve anestezi öncesi haz›rl›¤›n

İnme etiyolojisini araştırmak için yapılan doppler ultrasonografi (USG) ve anjiografisinde arter diseksiyonu saptanmamış ve hiperkoagülasyon testleri normal imiş.

men erâde’l-hucce min leyse fi’l-imkân ebda‘u mimmâ kân ve mâ ‘anâhu mimmâ ekâmehu alâ zâlike mine’l-burhân, Bikâ‘î’nin Tehdîmü’l-erkân min leyse

Hangi mikrobun ne kadar dirençli oldu¤unu ö¤renmek de art›k size kal›yor.. Araflt›rmac›, buluflunun yara bantlar›ndan baflka, içindekilerin bozulmufl olup

Bu çalışmada da, Cameron, Bright ve Caza (2004) tarafından geliştirilen Örgütsel Erdemlilik Ölçeği (Organizational Virtuousness Scale)’ nin Türkçe

Mobilyalar; an- lambilimsel (semantik) söylem, verilen ismin anlamı ve oluşum süreciyle; söz dizimsel (sentaks) söylem, ismin gramer yapısıyla; göstergebilim (semiyoloji)