10.HAFTA
KÜRESELLEŞME VE DİN Tanım
Küreselleşme kavramının üzerinde uzlaşılan bir tanımı bulunmamaktadır. Diğer birçok kavram gibi küreselleşme kavramı da farklı şekilde anlaşılmakta ve tanımlanmaktadır.
Roland Robertson, küreselleşmeyi, dünyanın tek bir sosyo-kültürel sistem ya da kurumsallaşmış tek bir dünya düzeni haline gelmesine yol açan süreçlerle ilgili olarak tanımlamaktadır. Küreselleşme kavramı, hem dünyanın küçülmesine hem de bir bütün olarak dünya bilincinin güçlenmesine gönderme yapmaktadır. Dünyanın küçülmesi ise, artık dünyada olup bitenlerden kolaylıkla haberdar olmak ve karşılıklı etkileşimi anlatmaktadır.
Bu durum, insanı kendi ülkesi dışında tüm dünyayla ilgili hale getirirken, bir dünyalılık bilinci de oluşturmaktadır. Ayrıca giderek artan elektronik karşılıklı bağımlılık (internet gibi), dünyayı “küresel bir köy”
olarak yeniden oluşturmaktadır. “Küresel köy” ifadesi, hem dünyayı yeni imajlarla inşa etmekte, hem de tümüne erişilebilir oranlarda küçültmektedir. Bu bilinçlilik düzeyi ile alakalı bir durumdur. Yani, dünya hepimizin katıldığı bir arena olarak kavranmakta ve daha önce uzakta sayılanlar yakın hale gelmekte, her şey birbiriyle ilintili olabilmektedir.
David Harvey ise küreselleşmeyi “zaman ve mekân” sıkışması olarak tanımlamaktadır. Burada zaman ve mekânın niteliklerinde meydana gelen değişme ifade edilmektedir. Böylece insanların dünyayı görüş tarzı da değişmektedir. Bir kere zaman “hız”lanmıştır. Uzun mesafeler kısalmış ve mekânın sınırları da önemini yitirmiştir. Sınırların önemsiz hale gelmesi özellikle sınır ötesi sermaye akışının hızlandığı finansal sektörde görülmektedir.
Şunu bilmek gerekir ki, sosyal olaylar belirli bir sürekliliğe sahiptirler. Küreselleşme, aslında Batı dünyasında daha önce başlayan Aydınlanma, modernlik gibi süreçlerle son derece yakın bağlantılar taşımaktadır.
Küreselleşme, bu süreçlere dayanmakla birlikte, onlardan kimi özellikleriyle de farklılaşmaktadır. Bu açıdan Batı’nın kendi tarihi ve bu tarihin akışı içerisinde yer alan kapitalizm, Aydınlanma, modernlik, postmodernlik, küreselleşme içinde önemli yer tutarlar.
KÜRESELLEŞME TEORİLERİ
Teori, bir olguyu açıklamaya çalışır. Küreselleşme teorileri de küreselleşmeyi açıklamaya çalışmaktadır. Şimdi bu teoriler ilgili açıklamalara geçelim
1-Immanuel Wallerstein –Modern Dünya Sistemi
Küreselleşme kavramını “modern dünya-sistemi” ile tanımlayan Wallerstein göre, modern dünya- sistemi 16. yüzyılda, öncelikle Avrupa’da vücuda gelmiştir. Wallerstein, dünyayı ekonomik ve siyaset açısından hâkim, sanayileşmiş, kapitalist ve daha zayıf Üçüncü Dünya Ülkeleri şeklinde bölümlere ayıran bu hiyerarşinin kapitalist dünya ekonomisindeki uzun süreli değişimlerin bir sonucu olduğunu savunur. Bugün kapitalist dünya-ekonominin siyasal üst yapısı olan devletlerarası sistemin parçası olmayan hiçbir devlet yoktur. Bu durum, kültürel baskılar oluşturmakta; kültürel baskılar yerkürenin bütün alanlarının toplumsal gerçekliklerine nüfûz etmektedirler. Bu durum küresel bir iş bölümü ve egemen bir dünya kültürü ortaya çıkarmaktadır.
Wallerstein, devletleri merkez ve çevre ülkeler olarak hiyerarşik sıralamaya tabi tutar ve küreselleşmeyi kapitalizm bağlamında açıklar. Wallerstein’e göre, bu dünya sisteminde dünya, merkez, çevre ve yarıçevre bölgelerine ayrılmıştır ve sisteme egemen olan ülkeler sermayenin toplandığı merkez bölgedeki ülkelerdir.
Görüldüğü üzere Wallerstein, modern dünya-sistemi olarak adlandırdığı küreselleşmeyi kapitalizm
bağlamında açıklamakta; merkez ve çevre ülkeler olmak üzere devletleri hiyerarşik bir sıralamaya
tâbi tutmakta; merkezdeki küresel aktörlerden başlayarak çevre ülkelere doğru gelişen iç bağımlılığı
açıklamaya çalışmaktadır.
2- Zygmunt Bauman – Küresel Dünya Düzensizliği
Küreselleşmeyi daha çok “etki” ve “etkileşim” anahtar kavramları etrafında algılayan Bauman, bir karmaşıklığa vurgu yapar. Ona göre, küreselleşme kavramından çıkan en derin anlam; dünya meselelerinin belirsiz, kuralsız ve kendi başına buyruk doğasıdır. Küreselleşme kavramı, küresel girişimler ve çabalardan çok, niyet ve tahmin edilmemiş global etkilere işaret etmektedir.
Bauman’a göre, küreselleşme kavramından çıkan en derin anlam, dünya meselelerinin belirsiz, kuralsız ve kendi başına buyruk doğasıdır. Küreselleşme bu yönüyle yeni dünya düzensizliğidir.
3- Roland Robertson – Glokalleşme
Roland Robertson’un fikirlerinde vurgusunu yaptığı nokta, küreselleşme diye adlandırılan şeyin uzun, düzensiz ve karmaşık bir süreç olduğu ile ilgilidir. O, dünyanın sistemliliği bakış açısından, en fazla sürekliliği olan tartışmanın küreselleşme olduğunu düşünmektedir.
Robertson’a göre, glokal kavramı, global ve lokal küçültme yoluyla elde edilmektedir. Yani Roland Robertson’ın bakış açısından küreselleşme kavramı, küresel ile yerel olanın etkileşimidir.Bunun anlamı;
küresel (evrensel) ile yerel olanın karşılıklı olarak bir gerilim ve iletişim içerisinde olmasıdır. İşte bu sebeple “global” ve “local” (yerel) kelimeleri bir anlamda kaynaştırılarak “glokalleşme” kavramı elde edilmiştir.
Robertson küreselleşmeyi tek bir kültürün homojen bir şekilde tüm dünya ölçeğinde mutlaka kabul edilmesi ve mutlak bir homojenlik olarak kabul etmez. Bu düşünce onu diğer teorilerden ayırmaktadır.
Ona göre, homojenleşme, bir yandan da farklılaşma süreçlerinin bir etkileşimi olarak ele alır. Bu
bağlamda küreselleşme, tüm bir dünyanın tek bir mekan oluşturmak adına, giderek artan bir şekilde
karşılıklı olarak bağımlı hale gelmesine yol açan kapsayıcı bir süreçtir.
4- Anthony Giddens – Modernliğin Küreselleşmesi
Anthony Giddens, modernliğin kurduğu ağ ve şebekenin ölçeğinin büyümesi bağlamında küreselleşmeye bakar. Giddens, küreselleşmeyi yeni bir süreç olarak görmez. O, yeni bir döneme girmekten ziyade, modernliğin sonuçlarının eskisinden daha çok radikalleştiği bir başka döneme girildiğini söyler. Bu durum zaten modernleşmenin evrenselleşme iddiaları ile paralellik arz etmektedir.
Bu bağlamda modernliğin dört kurumsal boyutu olan ulus-devlet sistemi, kapitalist dünya ekonomisi, askeri dünya düzeni ve uluslararası işbölümünün bir etkileşimi olarak ve ölçek büyüterek küreselleşme kendisini göstermektedir.
Giddens, küreselleşmenin ortaya çıkışında zaman-mekân ilişkisine değinir. Mekanik saatin icadı ve nüfusun tamamına yayılması zamanın mekândan ayrılmasına sebep olmuştur. İşte küreselleşme bu esneme sürecine işaret eder; farklı toplumsal bağlamlar ya da bölgeler arasındaki bağlantı biçimleri bir bütün olarak yerküre yüzeyinde şebekelenir.
Buna göre, küreselleşme, uzak yerleşimleri birbirlerine, yerel oluşumların kilometrelerce ötedeki olaylarca biçimlendirildiği ya da bunun tam tersinin söz konusu olduğu yollarla bağlayan dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması olarak tanımlanabilir.
KÜRESELLEŞMENİN BOYUTLARI
Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı gibi, küreselleşme çok boyutlu ve karmaşık ilişkiler ağına
sahiptir. Bu açıdan kavramı, sadece bir boyutuyla tanımlamak eksik olacaktır. Bu boyutlar,
küreselleşmenin bütüncül bir şekilde ele alınmasını sağlayacaktır. Şimdi boyutları özetlemeye
çalışalım.
1-Ekonomik Küreselleşme
Küreselleşmenin ekonomik boyutu, diğer boyutlarına bir zemin oluşturması bakımından özel önem taşımaktadır.
Sanayileşme insanlık tarihinde bir devrim niteliği taşımaktadır. Seri üretime bağlı olarak ortaya çıkan gereksinmeler ve tüketimin sınırsız olarak teşvik edildiği kapitalist sistemde, büyüme içinde bir sınır bulunmamaktadır. Bu durum, yeni sermaye birikimi ve sermaye sahiplerinin oluşumunu getirmiştir. İlk zamanlarda modern ulus-devlet yapısı içerisinde “devlet” de ekonomik işleyişte bir unsur olarak yer aldı. Hatta devlet, özel sektör karşısında en büyük işletmeciler arasında yer aldı. Bu yapı içerisinde sermaye de “ulusal”
nitelikleri ağır basan bir unsur olmuştur.
Ancak ekonomik boyutta küreselleşme uluslararasılaştırılmış bir dünya ekonomik sisteminden, küreselleşmiş bir dünya ekonomik sistemine geçişi ifade etmektedir. Bu durum ekonomik alanda artan uluslararasılaşmaya bağlı olarak ulus-devletlerin bağımsız politikalarını yürütme konusundaki rollerinin ve güçlerinin göreli azalması sürecine işaret etmektedir. Başka bir deyişle, ulus-devletler küreselleşme sürecinde uluslararası sermayenin bir aracı olarak yeniden yapılandırılmaktadır. Bir başka deyişle, küreselleşme ekonomik anlamda kapitalizmin yeni gelişen formu olarak da nitelendirilebilmiştir
Giderek hızla artan üretimin ülke içinde tüketimi doğal olarak mümkün değildir. Bu durum, ulus sınırlarını aşan yeni arayışları gündeme getirmiştir. Bilhassa küresel aktörler diye bahsedilen Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler bu arayışlara önayak olmuşlardır. Giderek devletlerin, özel şirketler lehine ekonomik faaliyetlerden çekilmesi gerçekleşmiştir.
Tüm bu gelişmeler ekonomik anlamda dünya ülkelerini birbirlerine yakınlaştırmakta, yerli ve yabancı yatırımlar birbiri içine geçmekte, şirketleri daha hızlı ve akışkan hale getirmektedir. Dolayısıyla üretim, işgücü, satın alma bağlamında ulus-devlet sınırlarının ekonomik anlamda aşılıp küreselleştiğini söyleyebiliriz.