• Sonuç bulunamadı

Fatih Külliyesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Fatih Külliyesi"

Copied!
30
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

Fatih Külliyesi

(3)

Osmanlı Devleti bir vakıf medeniyetiydi. Sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya büyük önem veren Osmanlı Devleti’nde vakıflar; dinî, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve askerî alanlarda hizmetler veriyordu.Vakıf kelime anlamı itibariyle “bir şeyi daimi olarak durdurmak” demektir. Terim anlamıyla; “bir malı mülkiyetten çıkarıp çıkarlarını müebbeden bir hayır işine tahsis ederek saklamak” şeklinde ifade edilmektedir.

Ancak vakfın kelime anlamındaki ‘durdurmak’

fiilini şu manada anlamak gerekir: Bir malı alım-

satımdan alıkoyup (durdurup) menfaatini devamlı

olarak fakirlere tayin etmek. Bir başka deyişle, bir

malın-mülkün alım-satımından doğan faydasını,

ona sahip olan açısından durdurmak ve ona

ihtiyacı olan başkalarına devamlı olarak tahsis

etmek.

(4)

Bu anlamıyla vakıflar özellikle toplumda yardıma

muhtaç durumda olan kadın, çocuk, yaşlı ve

özürlülere yönelik önemli hizmetler ifa

etmekteydi. 18. yüzyıl sonlarında yalnızca

İstanbul’daki vakıf imarethanelerinde her gün

30.000 fakire yemek ikram ediliyordu.19. yüzyılın

başına kadar merkezi idarenin sistemli bir

müdahalesine maruz kalmayan vakıflar, sistemin

yozlaşması gerekçesiyle, özellikle II. Mahmut

döneminde müdahalelere maruz kalmış ve 1826

yılında kurulan Evkaf-ı Hümayun Nezareti’ne

bağlanmaya ve idareleri de memurlara

bırakılmaya başlanmıştır.[4] Vakıfların merkezi

otoritenin kontrolüne girmesi ile birlikte, hareket

alanları kısıtlanmış ve yoksullara yönelik hizmetler

Devlet eliyle yapılmaya başlanmıştır

(5)

Osmanlı’da devletin görevi daha çok

güvenliği sağlamak, sınırları korumak veya genişletmekti. İbadet yerleri yaptırmak,

insanların eğitimiyle ilgilenmek ve bayındırlık faaliyetlerini daha çok sivil toplum, vakıflar yürütüyor.

Vakıf geleneği; cami, okul, medrese, hastane binasını dikip gitmek de değildi. Gelecek

yıllar boyunca işlerliği koruyacak düzeni de

sağlamaktı. Osmanlı’da kurulan vakıfların

bazıları:

(6)

*Akıl Hastalarını Müzikle Tedavi Vakfı

Bayezid-i Veli Vakıfnamesi’nde yapılan çalışmaları Evliya Çelebi şöyle anlatıyor:

“ ‘Hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve de’fi sevda’ olmak üzere on adet delikanlı tahsis etmiştir ki; üçü hanende biri neyzen, biri kemane, biri musikari, biri santuri, biri udi olup haftada üç kere gelerek hastalara ve delilere musiki faslı verirlermiş

*Mürekkep Vakfı

Beyazıt Camii’nin kapısında bir kişi bulundurulurdu.

Bu kişi oradan geçenlerden isteyenlerin divitlerine mürekkep doldururdu. Hem okuma hem yazma

böyle teşvik edildi. Uygulama bugüne yazılı

eserler bırakılmasını sağladı.

(7)

*Yaşlılara İş Vakıfları

İhtiyacı olan yaşlılara hafif işler verilirdi. Yaşlı kadınlara yün eğirtilirdi, karşılığında dolgun ücretler verilirdi. Hacı

Saffet Bey Vakfı’nın Dullar Evi’nde kimsesiz şehit eşleri ürettikleri el işlerini kaldıkları binanın salonundaki

dükkânlarda satarlardı.

Yaşlılarda çıkabilecek işe yaramazlık duygusuna engelleyerek, ne güzel çözümler üretmişler.

 *Yol Güvenlik Vakıfları

Bu vakfı kuran kişi bir kervansarayın sahibi. Yolcuların ve hayvanlarının üç günlük tüm ihtiyacını ücretsiz

karşılayan kervansarayda 30 muhafız görevlendirilmişti.

*Mahalle Fakirlerini Gözetleme Vakfı

Ümmühani Hatun Vakfiyesinde; mahalle fakirlerinin, zor duruma düşenlerin ihtiyaçlarını görmüş bu vakıf.

Mahalleli birbirinin derdine derman olmuş. Bu vakfın

olduğu mahallede, kimse komşusu açken tok yatmamış.

(8)

*Tazmin Vakıfları

Evlerde çalışan insanların kazayla kırdıkları eşya, kap-kacak

yüzünden zor duruma düşmemeleri için kurulmuş bir vakıftır.

İnsanlar bu vakıflar aracılığıyla verdikleri zararın karşılığını para veya eşya olarak alırlardı.

*Hamallara Yönelik Vakıflar

Nakibül Eşraf Esad Efendi vakfiyesi, yorulan hamalların yüklerini koyarak dinlenmeleri için çeşitli yerlere dinlenme taşları

yaptırmış. Yine bu vakıf da çalışamayacak derecede yaşlanmış insanlara yardım ederdi.

Burada da her mesleğe, her insana saygısı olan bir toplum olarak karşımıza çıkıyor Osmanlılar.

*Temizlik Tükürük Vakıfları Vakfın kurucusu yazmış:

“Ücretleri vakıf gelirlerinden verilmek üzere adamlar tayin edilir, bunlar sırtlarında bir kap içerisinde kül

olduğu halde cadde ve sokaklarda dolaşırlar nerede bir tükürük görseler üzerlerine bir miktar kül serpmek

suretiyle göze hoş görünmeyen durumlarına ve etrafa

mikrop saçma ihtimallerine son verirlerdi.”

(9)

*Parasını Düşüren Çocuklar Vakfı

Tunus sokaklarında gezen bir Türk, ağlayan bir çocuğa rastladı. Çocuk, annesinin ona zeytinyağı almak üzere para verdiğini, parayı

düşürdüğünü, annesinin ona inanmayacağını söylüyordu. O Türk, bakkaldan çocuğun ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra bu vakfı kurdu, çocuklar ağlamasın diye.

Osmanlı oralardan ayrıldığı gün çocuklar ağlamaya başladı.

*Konaklama Vakfı

Ankara’nın Kazan ilçesinde Yeğen Bey adına 1423’te kurulan vakfın senedinde şunlar yazılıdır:

“Vakfın kapısı daima açık bulunacaktır. Giren girer, çıkan çıkar. İsteyen misafir olur gider, isteyen yerleşir kalır. Geceyi geçirmek isteyen yatar, gitmek isteyen gider. Oradan misafir kovulmaz, azarlanmaz, men

olunmaz, nasıl isterse öyle yapar. Misafire tabi olunur. Binek hayvanı ile gelenin hayvanına yem verilir...”

Ankara’daki Yeğen Bey Vergi Dairesi bu kişinin adını taşımaktadır.

*Yoksullara Et Vakfı

Hacı Ümmü Gülsüm Hanım’a ait vakıf, her Ramazan Bayramı’nda yoksullara koyun eti dağıtır. Ayrıca fakir aile çocuklarına ve yetimlere bayramlık alıp dağıtır.

(10)

*Sokak Hayvanları Vakıfları

Sokak hayvanları unutulur mu? Onlar için de birçok dernek kurulmuştu.

Fransız şairi Lamartine şöyle der:

“Türkler canlı cansız mahlûkatın hepsiyle iyi geçinirler. Ağaçlara, kuşlara, köpeklere, kedilere, yaratılan her şeye hürmet ederler.

Bütün mahallelerde köpekler ve kediler için aralıklarla su kovaları bulunur. Bunları beslemek için vakıflar ve onların ücretli adamları vardır. Bu adamlar sokak başlarında kedilerle köpeklere et

dağıtırlar. Sokak hayvanları bu adamların sesini duyduğunda her biri bir köşeden fırlar.”

*Esirleri Kurtarma Vakfı

1308 yılında Saliha Hatun tarafından kurulan vakıf, esir düşen

Müslümanların kurtarılmasını amaçlamıştır. Kurtarılan kişilerin

köylerine kadar olan dönüş masraflarını bile karşılıyorlardı.

(11)

Çocukları Gezdirme Vakıfları, Yetimlere Eğitim Vakfı, Öğretmenlere İkramiye Vakfı, Öğrencilere Alfabe

Vakfı, Hastalara Ücretsiz Bakım Vakfı, Köylere Hastane Vakfı, Fakir Kızlara Çeyiz Vakfı, Kuş Vakfı (Göç

edemeyen leyleklerin bakımı için)...

Osmanlı toplumunda yardımlaşma ve dayanışmanın birçok yönü kurumsal olarak gerçekleştirilmiştir. Bu kurumların başında gelen ve Osmanlılar Döneminde çok yaygın olan vakıf kurumu, tüm toplumu kapsayıcı geniş hizmetler yürütmüştür. Bu bağlamda vakıflar,

eğitim öğretim, din, sağlık, sosyal yardım, ticaret, ulaşım, bakım ve onarım, güvenlik,

belediye hizmetleri, şehirleşme vb. alanlarda topluma ve devlete yönelik hizmet sağlamıştır.

(12)

Osmanlı coğrafyasında çok sayıda kadının çeşitli amaçlar için büyük ya da küçük çaplı vakıflar tesis ettiği bilinmektedir. Bunun yanında

kadınlar için de değişik amaçlı vakıflar

kurulmuştur. Kadınlara yönelik kurulan bu özel vakıflardan yalnız vakfiyelerde özellikleri

belirtilen kadınlar, kızlar ya da kız çocukları yararlanabilmiştir.

Burada özellikle

toplumsal anlamda yardıma ve korunmaya muhtaç dul kadınlar, yoksul ve fakir kadınlar,

yetim ve öksüz kızlar, evlenme çağındaki genç kızlar için kurulmuş ve

bu kesimlerin korunmasına, ihtiyaçlarının

giderilmesine yönelik özel şartlar bildirilmiş

örnek vakıflar, kadınlara ve çocuklara yapılan

yardım ve destekler, kadınların korunmasına

yönelik şartlar bahsedilecektir.

(13)
(14)

Ölen şahsın kimliği varisleri aile fertleri çocuk sayısı anne ve baba kardeşler ve mirasa dahil edilen diğer akrabalar hakkında bilgi sahibi olduğumuz tereke defterleri üzerinde Ankara Kayseri Konya Sivas

Amasya Adana Diyarbakır Edirne Manisa ve Trabzon şehirlerinde yapılan bir araştırmada 1350 tereke

defterinden 246 tanesi kadınlara aittir. Bunlar içinde

10 kadın köyde diğerleri ise şehirde yaşamaktadır.

(15)

İstanbul’da, Vatan ve Millet Caddelerinin arasındaki yerinde hâlâ hizmet veren Vakıf Gureba Hastanesi’ni çoğunuz bilirsiniz.

Yapıldığı tarihlerde, neredeyse bir şehir büyüklüğünde sayılan bu muazzam

tesis, Sultan İkinci Mahmud'un eşi Bezmiâlem Valide Sultan tarafından, yoksullara ücretsiz sağlık hizmeti vermesi için yaptırılmıştır.

Haseki Hastanesi de bir kadın vakfiyesidir.

Bu dev eser, Kanuni’nin eşi Haseki Hürrem Sultan’ın yaptırdığı muazzam külliyenin bir parçası olarak hâlâ şifa dağıtmaktadır.

Eyüpsultan’da hâlâ hizmet veren bir başka kadın hayratı da Sultan Üçüncü

Mustafa’nın eşi Mihrişah Sultan tarafından kurulan imarettir.

Yapılışından üçyüz sene sonra bile bu imaretten her gün yüzlerce fakir yemek almaktadır.

(16)
(17)

150 ilâ 300 hasta tedavi edebilen

hastaneler vardır. Bir kaçı, hem müslüman, hem hristiyan hastayı, ayırmaksızın kabul eder. Kadınlara mahsus hastaneler de vardır. Bazı hastanelerde de kadınlara

mahsus kısımlar bulunur ve bunlar, mutlak şekilde erkek hastalara ait kısımdan

ayrılmıştır. Kadın hastalar, mutlaka kadın hastabakıcılar tarafından bakılır. Hekim

olmayan hastane mensubu, kadın hastanın

yanına bile yaklaşamaz.

(18)

Osmanlı İmparatorluğu’nda kentlerin en önemli bileşenlerinden biri çarşılardır. Burada toplumun çeşitli kesimlerine ait kişiler alışveriş yaparak Osmanlı toplumun çoğulcu yapısını yansıtırlar.

İmparatorluğun çeşitli yerlerinde (Konya, Bartın) bulunan Avrat Pazarları ise daha çok kadınların alış ve satış yapabildikleri yerlerdir. Osmanlı kadınının kamusal mekanla ilişkisi oldukça kısıtlı bulunduğundan, “Avrat Pazarları" kadınların kentsel mekanı algılamasında önemli yer tutar.

Osmanlı kadının kamusal mekanla ilişkisi iki cephede gözlenebilir. Birinci cephede mekanı kullanan kadınlar ve ikincisinde mekanın yaratılmasına öncülük edenler bulunur.

(19)

Osmanlı kadın yazar Fatma Aliye'nin, Hanımlara Mahsus Gazete'de 1895'te yayımlanan

"MeşâhNisvân-ı İslâmiyyeden Biri: Fatma Bint-i Abbas" adlı makalesi ilginç ayrıntılar içeriyor.

Makalede, Fatma Bint-i Abbas'ın 13. yüzyılda Ribatü'l Bağdadiye tekkesinin şeyhi olduğu, tekkede

kadınlara ders verip, kadınlara ve erkeklere kürsüden vaaz verdiği bilgisi yer alıyor. Bir başka Osmanlı

yazarı Şemseddin Sami, Fatma Bint-i Abbas'ın ulema ile ilmi tartışmalar yaptığını, ancak bu durumdan

rahatsız olan bazı erkeklerin, zamanın âlimi "İbn-i

Teymiye"den Fatma Bint-i Abbas'ı en azından kürsüye çıkmaması konusunda uyarmasını istediklerini

aktarıyor. Fatma Bint-i Abbas'ın Ribatü'l Bağdadiye tekkesinde kocasından boşanmış kadınların kaldığı, kocası tarafından kovulan, aciz kalan kadınların

korunduğu belirtiliyor. Batı'da, dünyada ilk kadın

sığınağının 16. yüzyılda İtalya'nın Bologna şehrindeki

"The Casa del Soccorso di San Paolo" olduğu kabul

ediliyor. Ancak anlaşılan Ribatü'l Bağdadiye tekkesi,

Batılı uzmanların gözünden kaçmış.

(20)

17. yüzyıl sonlarında başkent Dersaadet'in

(İstanbul) Eyüp semtinde kurulan ve 1900'lerin ortalarına kadar hizmet veren "Karilar Tekkesi"

adı altında kadın sığınmaevi hizmeti veren Hatuniye Dergahı'na ait kalıntılar ortaya

çıkarıldı. Baba ve kocalarının baskısından kaçıp,

"Karilar Dergâhı" olarak da adlandırılan

Hatunlar Dergâhı'na sığınan Osmanlı tebaalı kadınlar, burada ilgi alanlarına göre çeşitli

zenaatlar öğrendi. Böylece erkeklere ihtiyaçları kalmadan geçimlerini sağlamayı başardılar.

Dergâhta 16-80 yaşları arasında 100 kadar kadın bulunuyordu.

Mimar Dr.Sedes'in verdiği bilgiye göre, Bektaşi Tarikatı'na ait olan Hatuniye Dergahı, Hoca

Hüsam Efendi Tekkesi ve Ahmet Dede

Mescidi'nin de bulunduğu bir yapılar kompleksi içerisinde yer alıyor.

(21)
(22)

19. yüzyılda Avrupa Devletleri’nin sanayi inkılâbı sonrası kent nüfuslarının artması nedeniyle

oluşan sosyal sorunlarla Osmanlı Devleti henüz tanışmamıştır. Ancak yoksulluk, savaşlar ve göç gibi nedenlerle yetim kalan çocukların korunması için bazı müesseselerin kurularak tedbirler

alındığı anlaşılmaktadır. Bütün geleneksel

toplumlarda olduğu gibi Osmanlı toplumunda da çocuklar öncelikle aile içinde korunur; özel olarak korunmaya ihtiyaç duyduğunda ise yine geniş

aile çevresine öncelik verilirdi.[5] Tanzimat

dönemi modernleşme sürecinin başlangıcı

olduğundan, devletin çocuklar için koruyucu

önlemler almaya başladığı görülmektedir.

(23)

1. İlk Çocuk Rehabilitasyon Merkezi: Niş Çocuk Islahhaneleri

Bir yarısı Türkçe, diğer yarısı ise Bulgarca olarak yayınlanan Osmanlı’nın ilk vilayet gazetesi Tuna’nın 17 Ekim 1866

Çarşamba günü çıkmış olan 114. sayısında Niş Islahhaneleri hakkında geniş bir habere yer verilmiştir. Haberde şu bilgiler bulunmaktadır: Tuna Vilayeti Valisi olarak görev yapmakta olan Midhat Paşa tarafından, Niş Eyaleti’nde yönetici olarak

bulunduğu sırada, bir kısım mahalli memur ve bölgenin hamiyet sahibi kişilerinin maddi katkılarıyla Niş merkezinde ayrım

yapılmaksızın gerek Müslüman ve gerekse Hıristiyan Nişli

ailelerle muhacir (Çerkez) çocuklarından yetim ve öksüz olup kendilerine bakacak diğer yakınları bulunmayanlarla, yakınları olmakla birlikte bakımları ve yetiştirilmeleri için dilekçe ile

müracaat edilenlerin kabul edildiği Islahhane isimli bir kurum oluşturulmuştu. Bu Islahhanede bir müdür ile İslam ve Hıristiyan yeteri kadar öğretmen ve çocuklara meslek öğretecek ustalar görevlendirilmişlerdi. 4-15 yaşları arasında Müslüman-Hıristiyan ayırımı yapılmaksızın 201 öğrenciye hizmet veren Islahhanede okuma-yazma öğretiminin yanında sanat eğitimi de verilmiştir.

1863 yılı başlarında kurulan Niş Islahhanesi açılıştan iki buçuk senelik bir süre geçtiğinde burada kalan çocuklar okuma-yazma yanında terzilik öğrenmiş “potur ve setreden” ibaret olan

jandarma askeri kıyafetleriyle her çeşit “kundura, çizme ve potin” dikip hazırlamayı öğrenmişlerdir.[7]

(24)

2.  Eğitim ve Bakım Kurumu: Darüşşafaka

Adı “şefkat yurdu” anlamına gelen Darüşşafaka, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde bir derneğin himayesinde ve bir sivil oluşumun öncülüğünde kurulan ilk parasız özel

okuldur. Kurulduğu zamanki tam adı Darüşşafakatü’l-

İslâmiyye’dir. Devlet desteğini de kazanmış olan bu okulun temeli, açılmasına ön ayak olan Cemiyet-i Tedrîsiyye-i

İslâmiyye’nin kurulmasıyla atılmıştır.[11] Darüşşafaka’nın kuruluşundaki ilk amaç, Cemiyet-i Tedrîsiye-i İslâmiye’nin Kapalıçarşı önündeki esnaf çıraklarını eğitmektir. Bu

sebeple cemiyete, Kapalıçarşı civarında Örücüler

Kapısı’nda bir okul tahsis edilmiş, akabinde bu binanın

onarımına başlanmıştır. Mektebin yeri için, Beyazıt Meydanı yakınında bulunan Simkeşhane’nin yanındaki Valide

Mektebi ayrılmıştır. Binanın ve eğitim araçlarının

hazırlanması ile birlikte 1865 yılında derslere başlanmıştır.

[12]

(25)

3. Yetimlerin Haklarının Korunması: Eytam Keseleri ve Emval-i Eytam Nezareti

Osmanlı’da yetimlerin korunması için alınan tedbirler ve

oluşturulan vakıflar bir tarafa bırakıldığında, onlar için meydana getirilen en ciddi örgütlenmenin, vasilik görevinin uygulanmaya konulması ve eytam keselerinin kurulması olduğu belirtilebilir.

Osmanlı toplumunda, yetimlerin miras yoluyla kalan menkul ve gayrimenkul malların vasileri tarafından işletilmesi ve sermayenin kontrol altına alınarak elde edilen gelirin bu şahısların

ihtiyaçlarının karşılanması için harcanması, reşit olduklarında ise mallarının kendilerine teslim edilmesi için oluşturulan kurumlara, eytam keseleri adı verilmekteydi. Bu sisteme eytam kesesi adının verilmesinin nedeni, yetimlerin miras olarak kalan paralarının, bu paraların işletimine dair evrakın, gayrimenkullere ait belgelerin ve benzeri vesikaların kumaştan yapılmış bir torba veya çanta

anlamında olan bir kesenin içine konmasındandır. Yetimler reşit olduklarında bu keseler feshedilmekte ve miras olarak kalan mallar kendilerine şahitler huzurunda teslim edilmektedir.[15]

(26)
(27)

4. Sokak Çocuklarının Barındırılması: Darülaceze, Darülhayr-i Alî

I. Meşrutiyet (1876-1908) dönemi kentsel nüfusun savaşlar nedeniyle denetimsiz artması, yoksul kentsel nüfusun devletin hazır olmadığı bir

‘asayiş’ sorunu olarak ortaya çıkması nedeni ile genel olarak yoksullara yönelik ve özel olarak muhtaç ve kimsesiz çocuklara

yönelik kurumsal yardım yapılanmasını tetiklemiştir. Savaş nedeniyle büyük kentlere yönelik göç ilk olarak 1683 II. Viyana Bozgunu ile

başlamış olmakla birlikte, 1877 Osmanlı-Rus Savası sonucu İstanbul’a akın eden göç çok daha geniş kapsamlı ve kalıcı etkiler bırakmıştır:

Savaşlar nedeniyle başlayan kentsel asayiş sorunu ve kimsesizlik sorunu karşısında düzensiz de olsa, barındırma kurumları oluşturma

çabalarında bir artış vardır. Bu da Midhat Paşa ile başlayan ‘kimsesiz çocuklar’ı korumaya yönelik merkezi devletin sorumluluk üstlenmesi ve bakım kurumları oluşturması geleneğinin sürdüğünü

göstermektedir.[18]

Osmanlı tarihindeki en önemli sosyal kurumların başında gelen Darülaceze‘nin ortaya çıkmasının gerisinde İstanbul’un düzenini bozan ‘serseri’ ve dilencilerin disipline edilmesi ve böylece düzenin sağlanması ihtiyacı yatmaktadır. Darülaceze kapsam ve tür olarak ilk defa devlet tarafından planlanmış ve hizmete açılmış bir kurumdur.

(28)
(29)

5. Yetimler Yurdu: Darüleytamlar (1914)

Balkan Savaşları(1912-1913) sonrasında İstanbul’a göç eden büyük göçmen kitlelerinin yerleştirilmesi, istihdamı, iaşesi ve çocuklarının eğitimi dönemin iktidarı için büyük bir sorun

olarak ortaya çıkmıştır. Bu sorunlardan en acili olarak çocukların eğitimi için ‘İskân-i Asayiş ve Muhacirin

Müdüriyeti’ duruma el koyup çözmeye çabalamıştır. Bu amaçla bütün sanayi okullarına yazı gönderilerek sanayi mekteplerinin kaç yetim öğrenciyi alabilecekleri sorulmuş;

ancak Muhacirin Müdüriyeti kabul edilmesi istenen şehit yetimlerinin, sanayi mekteplerinin toplam öğrenci sayısının

%30′undan az olmaması şartını da belirterek birçok çocuğun eğitime devamları sağlanabilmiştir.[26]

Savaş yetimlerinin bir diğer sorunu da barınma ihtiyaçlarının giderilmesiydi. Ancak savaşlar sonucu başta İstanbul olmak üzere kentlere göç eden nüfusun barındırılması ciddi bir

sorun teşkil ettiğinden, bu sorun zamanla ciddi bir asayiş sorunu haline de dönüşmeye başladı.

(30)

Referanslar

Benzer Belgeler

Çünkü gelen X-ışınının veya hızlı elektronun enerjisi fotoelektronu ortaya çıkarabilmek için gerekli olan E b enerjisinden çok büyükse tüm enerji

Ancak bu reklamda bu algının tam tersine, erkek kadından daha kısa boylu olarak sunulmuş ve kadın ve erkek rollerine ilişkin algı yıkılmak istenmiştir denilebilir.. Uzun

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi (37), 43-56. Entegrasyonu Etkileyen Makro Düzey Etkenler: Almanya ve Hollanda'da Türkler. Mülteci Davranışı

Katılımcıların eğitim durumuna göre algıladıkları kurumsal itibar düzeyinin istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğine bakıldığında

Rich nations need to seek for ways to shape development in the poor world by providing resources and technology to poor nations instead of giving them money and food.. Acting on

Çocuğun bakımından ve korunmasından sorumlu olan aile yeterli imkanları sağlayamadığı zaman, aile içerisinde şiddet bulunduğunda, çocuğa fiziksel veya

Darülaceze ırzahanesinin açılış tarihi olan 22 Nisan 1903’ten 1 Mayıs 1920 senesine kadar ırzahaneye gelen, vefat eden ve hayatta kalan çocukların gösterildiği

Bu aşamada Osmanlı Devleti’nin duruma müdahalesi yabancı devletlerin temsilcileri hatta askeri güçleri tarafından engellenmiş, kimsesiz Müslüman çocuklar