Fatih Külliyesi
Osmanlı Devleti bir vakıf medeniyetiydi. Sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya büyük önem veren Osmanlı Devleti’nde vakıflar; dinî, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve askerî alanlarda hizmetler veriyordu.Vakıf kelime anlamı itibariyle “bir şeyi daimi olarak durdurmak” demektir. Terim anlamıyla; “bir malı mülkiyetten çıkarıp çıkarlarını müebbeden bir hayır işine tahsis ederek saklamak” şeklinde ifade edilmektedir.
Ancak vakfın kelime anlamındaki ‘durdurmak’
fiilini şu manada anlamak gerekir: Bir malı alım-
satımdan alıkoyup (durdurup) menfaatini devamlı
olarak fakirlere tayin etmek. Bir başka deyişle, bir
malın-mülkün alım-satımından doğan faydasını,
ona sahip olan açısından durdurmak ve ona
ihtiyacı olan başkalarına devamlı olarak tahsis
etmek.
Bu anlamıyla vakıflar özellikle toplumda yardıma
muhtaç durumda olan kadın, çocuk, yaşlı ve
özürlülere yönelik önemli hizmetler ifa
etmekteydi. 18. yüzyıl sonlarında yalnızca
İstanbul’daki vakıf imarethanelerinde her gün
30.000 fakire yemek ikram ediliyordu.19. yüzyılın
başına kadar merkezi idarenin sistemli bir
müdahalesine maruz kalmayan vakıflar, sistemin
yozlaşması gerekçesiyle, özellikle II. Mahmut
döneminde müdahalelere maruz kalmış ve 1826
yılında kurulan Evkaf-ı Hümayun Nezareti’ne
bağlanmaya ve idareleri de memurlara
bırakılmaya başlanmıştır.[4] Vakıfların merkezi
otoritenin kontrolüne girmesi ile birlikte, hareket
alanları kısıtlanmış ve yoksullara yönelik hizmetler
Devlet eliyle yapılmaya başlanmıştır
Osmanlı’da devletin görevi daha çok
güvenliği sağlamak, sınırları korumak veya genişletmekti. İbadet yerleri yaptırmak,
insanların eğitimiyle ilgilenmek ve bayındırlık faaliyetlerini daha çok sivil toplum, vakıflar yürütüyor.
Vakıf geleneği; cami, okul, medrese, hastane binasını dikip gitmek de değildi. Gelecek
yıllar boyunca işlerliği koruyacak düzeni de
sağlamaktı. Osmanlı’da kurulan vakıfların
bazıları:
*Akıl Hastalarını Müzikle Tedavi Vakfı
Bayezid-i Veli Vakıfnamesi’nde yapılan çalışmaları Evliya Çelebi şöyle anlatıyor:
“ ‘Hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve de’fi sevda’ olmak üzere on adet delikanlı tahsis etmiştir ki; üçü hanende biri neyzen, biri kemane, biri musikari, biri santuri, biri udi olup haftada üç kere gelerek hastalara ve delilere musiki faslı verirlermiş
*Mürekkep Vakfı
Beyazıt Camii’nin kapısında bir kişi bulundurulurdu.
Bu kişi oradan geçenlerden isteyenlerin divitlerine mürekkep doldururdu. Hem okuma hem yazma
böyle teşvik edildi. Uygulama bugüne yazılı
eserler bırakılmasını sağladı.
*Yaşlılara İş Vakıfları
İhtiyacı olan yaşlılara hafif işler verilirdi. Yaşlı kadınlara yün eğirtilirdi, karşılığında dolgun ücretler verilirdi. Hacı
Saffet Bey Vakfı’nın Dullar Evi’nde kimsesiz şehit eşleri ürettikleri el işlerini kaldıkları binanın salonundaki
dükkânlarda satarlardı.
Yaşlılarda çıkabilecek işe yaramazlık duygusuna engelleyerek, ne güzel çözümler üretmişler.
*Yol Güvenlik Vakıfları
Bu vakfı kuran kişi bir kervansarayın sahibi. Yolcuların ve hayvanlarının üç günlük tüm ihtiyacını ücretsiz
karşılayan kervansarayda 30 muhafız görevlendirilmişti.
*Mahalle Fakirlerini Gözetleme Vakfı
Ümmühani Hatun Vakfiyesinde; mahalle fakirlerinin, zor duruma düşenlerin ihtiyaçlarını görmüş bu vakıf.
Mahalleli birbirinin derdine derman olmuş. Bu vakfın
olduğu mahallede, kimse komşusu açken tok yatmamış.
*Tazmin Vakıfları
Evlerde çalışan insanların kazayla kırdıkları eşya, kap-kacak
yüzünden zor duruma düşmemeleri için kurulmuş bir vakıftır.
İnsanlar bu vakıflar aracılığıyla verdikleri zararın karşılığını para veya eşya olarak alırlardı.
*Hamallara Yönelik Vakıflar
Nakibül Eşraf Esad Efendi vakfiyesi, yorulan hamalların yüklerini koyarak dinlenmeleri için çeşitli yerlere dinlenme taşları
yaptırmış. Yine bu vakıf da çalışamayacak derecede yaşlanmış insanlara yardım ederdi.
Burada da her mesleğe, her insana saygısı olan bir toplum olarak karşımıza çıkıyor Osmanlılar.
*Temizlik Tükürük Vakıfları Vakfın kurucusu yazmış:
“Ücretleri vakıf gelirlerinden verilmek üzere adamlar tayin edilir, bunlar sırtlarında bir kap içerisinde kül
olduğu halde cadde ve sokaklarda dolaşırlar nerede bir tükürük görseler üzerlerine bir miktar kül serpmek
suretiyle göze hoş görünmeyen durumlarına ve etrafa
mikrop saçma ihtimallerine son verirlerdi.”
*Parasını Düşüren Çocuklar Vakfı
Tunus sokaklarında gezen bir Türk, ağlayan bir çocuğa rastladı. Çocuk, annesinin ona zeytinyağı almak üzere para verdiğini, parayı
düşürdüğünü, annesinin ona inanmayacağını söylüyordu. O Türk, bakkaldan çocuğun ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra bu vakfı kurdu, çocuklar ağlamasın diye.
Osmanlı oralardan ayrıldığı gün çocuklar ağlamaya başladı.
*Konaklama Vakfı
Ankara’nın Kazan ilçesinde Yeğen Bey adına 1423’te kurulan vakfın senedinde şunlar yazılıdır:
“Vakfın kapısı daima açık bulunacaktır. Giren girer, çıkan çıkar. İsteyen misafir olur gider, isteyen yerleşir kalır. Geceyi geçirmek isteyen yatar, gitmek isteyen gider. Oradan misafir kovulmaz, azarlanmaz, men
olunmaz, nasıl isterse öyle yapar. Misafire tabi olunur. Binek hayvanı ile gelenin hayvanına yem verilir...”
Ankara’daki Yeğen Bey Vergi Dairesi bu kişinin adını taşımaktadır.
*Yoksullara Et Vakfı
Hacı Ümmü Gülsüm Hanım’a ait vakıf, her Ramazan Bayramı’nda yoksullara koyun eti dağıtır. Ayrıca fakir aile çocuklarına ve yetimlere bayramlık alıp dağıtır.
*Sokak Hayvanları Vakıfları
Sokak hayvanları unutulur mu? Onlar için de birçok dernek kurulmuştu.
Fransız şairi Lamartine şöyle der:
“Türkler canlı cansız mahlûkatın hepsiyle iyi geçinirler. Ağaçlara, kuşlara, köpeklere, kedilere, yaratılan her şeye hürmet ederler.
Bütün mahallelerde köpekler ve kediler için aralıklarla su kovaları bulunur. Bunları beslemek için vakıflar ve onların ücretli adamları vardır. Bu adamlar sokak başlarında kedilerle köpeklere et
dağıtırlar. Sokak hayvanları bu adamların sesini duyduğunda her biri bir köşeden fırlar.”
*Esirleri Kurtarma Vakfı
1308 yılında Saliha Hatun tarafından kurulan vakıf, esir düşen
Müslümanların kurtarılmasını amaçlamıştır. Kurtarılan kişilerin
köylerine kadar olan dönüş masraflarını bile karşılıyorlardı.
Çocukları Gezdirme Vakıfları, Yetimlere Eğitim Vakfı, Öğretmenlere İkramiye Vakfı, Öğrencilere Alfabe
Vakfı, Hastalara Ücretsiz Bakım Vakfı, Köylere Hastane Vakfı, Fakir Kızlara Çeyiz Vakfı, Kuş Vakfı (Göç
edemeyen leyleklerin bakımı için)...
Osmanlı toplumunda yardımlaşma ve dayanışmanın birçok yönü kurumsal olarak gerçekleştirilmiştir. Bu kurumların başında gelen ve Osmanlılar Döneminde çok yaygın olan vakıf kurumu, tüm toplumu kapsayıcı geniş hizmetler yürütmüştür. Bu bağlamda vakıflar,
eğitim öğretim, din, sağlık, sosyal yardım, ticaret, ulaşım, bakım ve onarım, güvenlik,
belediye hizmetleri, şehirleşme vb. alanlarda topluma ve devlete yönelik hizmet sağlamıştır.
Osmanlı coğrafyasında çok sayıda kadının çeşitli amaçlar için büyük ya da küçük çaplı vakıflar tesis ettiği bilinmektedir. Bunun yanında
kadınlar için de değişik amaçlı vakıflar
kurulmuştur. Kadınlara yönelik kurulan bu özel vakıflardan yalnız vakfiyelerde özellikleri
belirtilen kadınlar, kızlar ya da kız çocukları yararlanabilmiştir.
Burada özellikle
toplumsal anlamda yardıma ve korunmaya muhtaç dul kadınlar, yoksul ve fakir kadınlar,
yetim ve öksüz kızlar, evlenme çağındaki genç kızlar için kurulmuş ve
bu kesimlerin korunmasına, ihtiyaçlarının
giderilmesine yönelik özel şartlar bildirilmiş
örnek vakıflar, kadınlara ve çocuklara yapılan
yardım ve destekler, kadınların korunmasına
yönelik şartlar bahsedilecektir.
Ölen şahsın kimliği varisleri aile fertleri çocuk sayısı anne ve baba kardeşler ve mirasa dahil edilen diğer akrabalar hakkında bilgi sahibi olduğumuz tereke defterleri üzerinde Ankara Kayseri Konya Sivas
Amasya Adana Diyarbakır Edirne Manisa ve Trabzon şehirlerinde yapılan bir araştırmada 1350 tereke
defterinden 246 tanesi kadınlara aittir. Bunlar içinde
10 kadın köyde diğerleri ise şehirde yaşamaktadır.
İstanbul’da, Vatan ve Millet Caddelerinin arasındaki yerinde hâlâ hizmet veren Vakıf Gureba Hastanesi’ni çoğunuz bilirsiniz.
Yapıldığı tarihlerde, neredeyse bir şehir büyüklüğünde sayılan bu muazzam
tesis, Sultan İkinci Mahmud'un eşi Bezmiâlem Valide Sultan tarafından, yoksullara ücretsiz sağlık hizmeti vermesi için yaptırılmıştır.
Haseki Hastanesi de bir kadın vakfiyesidir.
Bu dev eser, Kanuni’nin eşi Haseki Hürrem Sultan’ın yaptırdığı muazzam külliyenin bir parçası olarak hâlâ şifa dağıtmaktadır.
Eyüpsultan’da hâlâ hizmet veren bir başka kadın hayratı da Sultan Üçüncü
Mustafa’nın eşi Mihrişah Sultan tarafından kurulan imarettir.
Yapılışından üçyüz sene sonra bile bu imaretten her gün yüzlerce fakir yemek almaktadır.
150 ilâ 300 hasta tedavi edebilen
hastaneler vardır. Bir kaçı, hem müslüman, hem hristiyan hastayı, ayırmaksızın kabul eder. Kadınlara mahsus hastaneler de vardır. Bazı hastanelerde de kadınlara
mahsus kısımlar bulunur ve bunlar, mutlak şekilde erkek hastalara ait kısımdan
ayrılmıştır. Kadın hastalar, mutlaka kadın hastabakıcılar tarafından bakılır. Hekim
olmayan hastane mensubu, kadın hastanın
yanına bile yaklaşamaz.
Osmanlı İmparatorluğu’nda kentlerin en önemli bileşenlerinden biri çarşılardır. Burada toplumun çeşitli kesimlerine ait kişiler alışveriş yaparak Osmanlı toplumun çoğulcu yapısını yansıtırlar.
İmparatorluğun çeşitli yerlerinde (Konya, Bartın) bulunan Avrat Pazarları ise daha çok kadınların alış ve satış yapabildikleri yerlerdir. Osmanlı kadınının kamusal mekanla ilişkisi oldukça kısıtlı bulunduğundan, “Avrat Pazarları" kadınların kentsel mekanı algılamasında önemli yer tutar.
Osmanlı kadının kamusal mekanla ilişkisi iki cephede gözlenebilir. Birinci cephede mekanı kullanan kadınlar ve ikincisinde mekanın yaratılmasına öncülük edenler bulunur.
Osmanlı kadın yazar Fatma Aliye'nin, Hanımlara Mahsus Gazete'de 1895'te yayımlanan
"MeşâhNisvân-ı İslâmiyyeden Biri: Fatma Bint-i Abbas" adlı makalesi ilginç ayrıntılar içeriyor.
Makalede, Fatma Bint-i Abbas'ın 13. yüzyılda Ribatü'l Bağdadiye tekkesinin şeyhi olduğu, tekkede
kadınlara ders verip, kadınlara ve erkeklere kürsüden vaaz verdiği bilgisi yer alıyor. Bir başka Osmanlı
yazarı Şemseddin Sami, Fatma Bint-i Abbas'ın ulema ile ilmi tartışmalar yaptığını, ancak bu durumdan
rahatsız olan bazı erkeklerin, zamanın âlimi "İbn-i
Teymiye"den Fatma Bint-i Abbas'ı en azından kürsüye çıkmaması konusunda uyarmasını istediklerini
aktarıyor. Fatma Bint-i Abbas'ın Ribatü'l Bağdadiye tekkesinde kocasından boşanmış kadınların kaldığı, kocası tarafından kovulan, aciz kalan kadınların
korunduğu belirtiliyor. Batı'da, dünyada ilk kadın
sığınağının 16. yüzyılda İtalya'nın Bologna şehrindeki
"The Casa del Soccorso di San Paolo" olduğu kabul
ediliyor. Ancak anlaşılan Ribatü'l Bağdadiye tekkesi,
Batılı uzmanların gözünden kaçmış.
17. yüzyıl sonlarında başkent Dersaadet'in
(İstanbul) Eyüp semtinde kurulan ve 1900'lerin ortalarına kadar hizmet veren "Karilar Tekkesi"
adı altında kadın sığınmaevi hizmeti veren Hatuniye Dergahı'na ait kalıntılar ortaya
çıkarıldı. Baba ve kocalarının baskısından kaçıp,
"Karilar Dergâhı" olarak da adlandırılan
Hatunlar Dergâhı'na sığınan Osmanlı tebaalı kadınlar, burada ilgi alanlarına göre çeşitli
zenaatlar öğrendi. Böylece erkeklere ihtiyaçları kalmadan geçimlerini sağlamayı başardılar.
Dergâhta 16-80 yaşları arasında 100 kadar kadın bulunuyordu.
Mimar Dr.Sedes'in verdiği bilgiye göre, Bektaşi Tarikatı'na ait olan Hatuniye Dergahı, Hoca
Hüsam Efendi Tekkesi ve Ahmet Dede
Mescidi'nin de bulunduğu bir yapılar kompleksi içerisinde yer alıyor.
19. yüzyılda Avrupa Devletleri’nin sanayi inkılâbı sonrası kent nüfuslarının artması nedeniyle
oluşan sosyal sorunlarla Osmanlı Devleti henüz tanışmamıştır. Ancak yoksulluk, savaşlar ve göç gibi nedenlerle yetim kalan çocukların korunması için bazı müesseselerin kurularak tedbirler
alındığı anlaşılmaktadır. Bütün geleneksel
toplumlarda olduğu gibi Osmanlı toplumunda da çocuklar öncelikle aile içinde korunur; özel olarak korunmaya ihtiyaç duyduğunda ise yine geniş
aile çevresine öncelik verilirdi.[5] Tanzimat
dönemi modernleşme sürecinin başlangıcı
olduğundan, devletin çocuklar için koruyucu
önlemler almaya başladığı görülmektedir.
1. İlk Çocuk Rehabilitasyon Merkezi: Niş Çocuk Islahhaneleri
Bir yarısı Türkçe, diğer yarısı ise Bulgarca olarak yayınlanan Osmanlı’nın ilk vilayet gazetesi Tuna’nın 17 Ekim 1866
Çarşamba günü çıkmış olan 114. sayısında Niş Islahhaneleri hakkında geniş bir habere yer verilmiştir. Haberde şu bilgiler bulunmaktadır: Tuna Vilayeti Valisi olarak görev yapmakta olan Midhat Paşa tarafından, Niş Eyaleti’nde yönetici olarak
bulunduğu sırada, bir kısım mahalli memur ve bölgenin hamiyet sahibi kişilerinin maddi katkılarıyla Niş merkezinde ayrım
yapılmaksızın gerek Müslüman ve gerekse Hıristiyan Nişli
ailelerle muhacir (Çerkez) çocuklarından yetim ve öksüz olup kendilerine bakacak diğer yakınları bulunmayanlarla, yakınları olmakla birlikte bakımları ve yetiştirilmeleri için dilekçe ile
müracaat edilenlerin kabul edildiği Islahhane isimli bir kurum oluşturulmuştu. Bu Islahhanede bir müdür ile İslam ve Hıristiyan yeteri kadar öğretmen ve çocuklara meslek öğretecek ustalar görevlendirilmişlerdi. 4-15 yaşları arasında Müslüman-Hıristiyan ayırımı yapılmaksızın 201 öğrenciye hizmet veren Islahhanede okuma-yazma öğretiminin yanında sanat eğitimi de verilmiştir.
1863 yılı başlarında kurulan Niş Islahhanesi açılıştan iki buçuk senelik bir süre geçtiğinde burada kalan çocuklar okuma-yazma yanında terzilik öğrenmiş “potur ve setreden” ibaret olan
jandarma askeri kıyafetleriyle her çeşit “kundura, çizme ve potin” dikip hazırlamayı öğrenmişlerdir.[7]
2. Eğitim ve Bakım Kurumu: Darüşşafaka
Adı “şefkat yurdu” anlamına gelen Darüşşafaka, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde bir derneğin himayesinde ve bir sivil oluşumun öncülüğünde kurulan ilk parasız özel
okuldur. Kurulduğu zamanki tam adı Darüşşafakatü’l-
İslâmiyye’dir. Devlet desteğini de kazanmış olan bu okulun temeli, açılmasına ön ayak olan Cemiyet-i Tedrîsiyye-i
İslâmiyye’nin kurulmasıyla atılmıştır.[11] Darüşşafaka’nın kuruluşundaki ilk amaç, Cemiyet-i Tedrîsiye-i İslâmiye’nin Kapalıçarşı önündeki esnaf çıraklarını eğitmektir. Bu
sebeple cemiyete, Kapalıçarşı civarında Örücüler
Kapısı’nda bir okul tahsis edilmiş, akabinde bu binanın
onarımına başlanmıştır. Mektebin yeri için, Beyazıt Meydanı yakınında bulunan Simkeşhane’nin yanındaki Valide
Mektebi ayrılmıştır. Binanın ve eğitim araçlarının
hazırlanması ile birlikte 1865 yılında derslere başlanmıştır.
[12]
3. Yetimlerin Haklarının Korunması: Eytam Keseleri ve Emval-i Eytam Nezareti
Osmanlı’da yetimlerin korunması için alınan tedbirler ve
oluşturulan vakıflar bir tarafa bırakıldığında, onlar için meydana getirilen en ciddi örgütlenmenin, vasilik görevinin uygulanmaya konulması ve eytam keselerinin kurulması olduğu belirtilebilir.
Osmanlı toplumunda, yetimlerin miras yoluyla kalan menkul ve gayrimenkul malların vasileri tarafından işletilmesi ve sermayenin kontrol altına alınarak elde edilen gelirin bu şahısların
ihtiyaçlarının karşılanması için harcanması, reşit olduklarında ise mallarının kendilerine teslim edilmesi için oluşturulan kurumlara, eytam keseleri adı verilmekteydi. Bu sisteme eytam kesesi adının verilmesinin nedeni, yetimlerin miras olarak kalan paralarının, bu paraların işletimine dair evrakın, gayrimenkullere ait belgelerin ve benzeri vesikaların kumaştan yapılmış bir torba veya çanta
anlamında olan bir kesenin içine konmasındandır. Yetimler reşit olduklarında bu keseler feshedilmekte ve miras olarak kalan mallar kendilerine şahitler huzurunda teslim edilmektedir.[15]
4. Sokak Çocuklarının Barındırılması: Darülaceze, Darülhayr-i Alî
I. Meşrutiyet (1876-1908) dönemi kentsel nüfusun savaşlar nedeniyle denetimsiz artması, yoksul kentsel nüfusun devletin hazır olmadığı bir
‘asayiş’ sorunu olarak ortaya çıkması nedeni ile genel olarak yoksullara yönelik ve özel olarak muhtaç ve kimsesiz çocuklara
yönelik kurumsal yardım yapılanmasını tetiklemiştir. Savaş nedeniyle büyük kentlere yönelik göç ilk olarak 1683 II. Viyana Bozgunu ile
başlamış olmakla birlikte, 1877 Osmanlı-Rus Savası sonucu İstanbul’a akın eden göç çok daha geniş kapsamlı ve kalıcı etkiler bırakmıştır:
Savaşlar nedeniyle başlayan kentsel asayiş sorunu ve kimsesizlik sorunu karşısında düzensiz de olsa, barındırma kurumları oluşturma
çabalarında bir artış vardır. Bu da Midhat Paşa ile başlayan ‘kimsesiz çocuklar’ı korumaya yönelik merkezi devletin sorumluluk üstlenmesi ve bakım kurumları oluşturması geleneğinin sürdüğünü
göstermektedir.[18]
Osmanlı tarihindeki en önemli sosyal kurumların başında gelen Darülaceze‘nin ortaya çıkmasının gerisinde İstanbul’un düzenini bozan ‘serseri’ ve dilencilerin disipline edilmesi ve böylece düzenin sağlanması ihtiyacı yatmaktadır. Darülaceze kapsam ve tür olarak ilk defa devlet tarafından planlanmış ve hizmete açılmış bir kurumdur.
5. Yetimler Yurdu: Darüleytamlar (1914)
Balkan Savaşları(1912-1913) sonrasında İstanbul’a göç eden büyük göçmen kitlelerinin yerleştirilmesi, istihdamı, iaşesi ve çocuklarının eğitimi dönemin iktidarı için büyük bir sorun
olarak ortaya çıkmıştır. Bu sorunlardan en acili olarak çocukların eğitimi için ‘İskân-i Asayiş ve Muhacirin
Müdüriyeti’ duruma el koyup çözmeye çabalamıştır. Bu amaçla bütün sanayi okullarına yazı gönderilerek sanayi mekteplerinin kaç yetim öğrenciyi alabilecekleri sorulmuş;
ancak Muhacirin Müdüriyeti kabul edilmesi istenen şehit yetimlerinin, sanayi mekteplerinin toplam öğrenci sayısının
%30′undan az olmaması şartını da belirterek birçok çocuğun eğitime devamları sağlanabilmiştir.[26]
Savaş yetimlerinin bir diğer sorunu da barınma ihtiyaçlarının giderilmesiydi. Ancak savaşlar sonucu başta İstanbul olmak üzere kentlere göç eden nüfusun barındırılması ciddi bir
sorun teşkil ettiğinden, bu sorun zamanla ciddi bir asayiş sorunu haline de dönüşmeye başladı.