• Sonuç bulunamadı

MİMARÎ TARİHİNİN BUGÜNKÜ KAYNAKLARI ve BİLDİKLERİMİZ İLE BİLMEDİKLERİMİZ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "MİMARÎ TARİHİNİN BUGÜNKÜ KAYNAKLARI ve BİLDİKLERİMİZ İLE BİLMEDİKLERİMİZ"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

MİMARÎ TARİHİNİN BUGÜNKÜ K A Y N A K L A R I ve

BİLDİKLERİMİZ İLE BİLMEDİKLERİMİZ *

Behçet Ünsal

Yüksek Mimar, Muallim

— Baş kaynak bugünkü, yaşıyan arkeolojidir. B ü -tün tarih bilgileri onun eseridir. Nitekim din tarihi di-ye birşey olmazdı; eğer kazılar ile tampl harabeleri

meydana çıkmasaydı, eğer buralarda Exveto'lar b u -lunmasaydı, eğer orada kutsal depolar hattâ rahiplerin yazdığı metinler vesaire ele geçmeseydi.

Arkeoloji geçmiş hayatın ilmidir; büyük sırlar ile dolu harabelerin toprak altından çıkarılmasındaki m e serrete âşinâ olmıyanlar için bu cümle paradoksal g ö -rünür. Bu mülâhazaya göre arkeolog, bilhassa ölmüş şeylerle uğraşan, tampl ve evlerin harap yığınlarını

karıştıran ve kazan, mezarları açan, mumyaların bağ-larını çözen ve fünerer hazineleri tadâd eden bir âlim-dir. Hakikat halde kayıplara karışan milletlerin ahlâk ve âdetlerini, düşünce ve hareketlerini bizlere tanıtan, insanların cesetlerini mahfuz bulundurmak ve sağ iken yaşadığı hayatı toprak altında da devam ettirmek inan-cı olmuştur.

— Hayat geçiyor ve zaman unutulmakta. Zamanı canlandıran ve takdim eden, hattâ mevcut kılan da, y i -ne hayattır. Profesör Schiaparelli, kazdığı ve açtığı bir Teb mezarında duvarları bir kayalıktan başka birşey olmıyan uzun koridorları, araştıra araştıra, aştıktan ve çıkmaz yollara sapıp boş salonları geçtikten sonra,

yü-rüyüşü nihayet ahşap bir kapı ile kapalı bir pasajda son bulur. Bu kapı, kilidi vesairesi ile, sanki bir gün evvel konulmuş gibi canlı durmaktadır. Ve yarı şaka yarı bu mes'ut tesadüfün sürprizli durumuna

kapıla-rak, profesör asistanlarından birine, tabii bir eda ile: «Şu anahtarı verir misiniz!» diyor ve asistan da aynı tabiilikle ve biraz da şaşkın: «Fakat, anahtar yanımda değil profesör!» diye cevaplandırıyor.

Bu gibi sürprizler çok olmuştur. Ve modern dünyamızın arkeoloğları birçok keşiflerinde buluntuları y a -şıyor sanmışlardır. Meselâ Giridde bulunan bir heyke-lin, önünde bir âlim: «Fakat, bu Parisli bir kadın!» di-ye hayretle bağırmış ve heykelin adı da öyle kalmıştır.

Arkeoloğ için, sanat eşyaları yaşayan varlıklar ola-rak görünmektedir.

—Sanat, madde ve eşyayı yaşatıyor. Bu eşya m e -tinler ile karşılaştırılıyor, tahkikler derinleştiriliyor, hattâ bunlar metinlerin yerini bile alıyor. Sanat eseri ve eşyası, her cemiyetten, antikitede yaşamış insanın halini ve durumunu açıklamakta ve tasvir etmektedir, ve bu tasvirler onların yerine kaim bulunmaktadır. Bunları meydana koyan kazılardır. Bu konuda bir ki-tabında Mensil du Buisson bakınız ne diyor: «Kazılarda ekseriya hâdise ve vak'alarla yaşıt olan metinlere rast-lanılır: taş kitabeler, tabletler, çeşitli eşya üzerindeki yazılar gibi... Ve nadiren de papirüs veya parşömen üzerine olan yazılar gibi... Bu dokümanların bir yığın teşkil ettikleri vakidir. Kazılar kitabî ve edebî kaynak-ları ikmal etmekte, kadîm hayatı ve tarih

çerçevesi-ni daha geçerçevesi-nişletmektedir. Kitapların edebî çeşçerçevesi-nisine pek uygun düşmeyen detaylar vesaireyi ancak

kazı-larda çıkan eserlerde buluyoruz. Hakikatte ise kitaplar-la iyice belirli bulunan devirlere bile kazıkitaplar-larkitaplar-la yeni ma-lûmat eklenmektedir.»

Kazılar edebî tarih araştırmalarına iştirakinin me-raklı örneklerinden biri, son defa yapılan, İthaque ka-zılarının verimi olmuştur. Malûm olduğu üzere Homer'in iddialarına ve verdiği malûmata rağmen Ulysse adası-nın hakikî mevkii şüpheli bulunmaktadır. Antik itaque bugünkü Thiaki adası sanılıyor idiyse de bütün bilgin-ler bunda birlik değildirbilgin-ler. Meselâ Profesör Dörpfeld âlimane bir eserinde itaque hakikatte Leucas adaşıdır diyor ki bugün bu Sta-Maura diye anılmaktadır. İmdi Heurtley tarafından yapılan kazıda, diğer birçok

antikite arasmda, terrakuta bir levha üzerinde bulunan y a -zılarda Ulysse'ye bir ithaf vardır. İşte Dörpfeld teorisi-ni bu vesikalar desteklemiştir.

(2)

antiki-tenin siyasî tarihine de aydınlık ışıklar serpmiştir. Kül Tepede bulunan arşiv, Tel-elamarna, arşivleri, Lachish tabletleri... Anyang ve yukarı Honan'da bulunan yaz-ma ve oyyaz-malı kemikler kadim Çinin, Chan-g ve Tehou sülâlelerinin bilinmeyen taraflarını etüd etmeğe imkân vermiştir. Sinologlar bugün bu kemikler üzerindeki yazıları çözmeğe çalışıyorlar. Bu, Çinde dinî edebiya-tın mevcut olduğu fakat yazının olmadığı sanılan bir zamanı aydınlatacaktır.

— Mimarî ve sanat tarihinin kazılardan neler ka-zandığını söylemek ve saymak zaittir ve uzun sürer. Antikite estetiğine ait bütün bilgilerimiz ondan gel-mektedir. Ve her yeni buluş bu sahadaki bilgi ve hü-kümlerimizi yeni baştan mütalâaya sevketmektedir. Müzelerin içi Mısır kumu, Mezopotamya kili, Hind ka-yalıklarında ve Afrikanın bakir ormanların, arkeo-logların bulduğu sanat eşyalariyle doludur. Ve bunlar o milletlerin felsefesi, zevk ve âdetleri hakkında bazan insanlık tarihinin bütün bir faslını meydana koymak-tadır. Milletlerin asırlar boyunca süren medenî durum-larının gelişmesini anlamak için aplike sanatlarına, yani resim, heykel ve mimarî eserlerine bakmak kâfi-dir.

Hemen her ay yeni kültür merkezleri bulunmak-ta, kazılar evvelce açılan fakat yoklanmayan derin ta-bakalara kadar dalmaktadır. Böylece prehistorik dev-rede de bir memleketten diğerine bir medeniyet ve sanat mübadelesinin akmakta olduğu görünmektedir. Meselâ son kazılarda Elam ve İndus vadisinde birbiri-ne benziyen çömlekler ve mücevherler meydana çık-mıştır k i bu bir inanç ve ahlâk beraberliğinin artistik şekil beraberliği ile birlikte olduğunu belli etmiştir. Vinca (Bulgaristan) da Ege vazoları bulunmuş ve orta Avrupanm Girit ve Ege denizi ile münasebetini ortaya koymuştur. A y n i ile Afganistanda bulunanlar artık Gandara stilinin üzerindeki Helenistik tesirlerin mânâ-sını belirtmiştir. Step sakinleri üzerinde Sümer sana-tının tesirleri İskit ve Hun ziynet eşyasmdaki Mezo-potamya motiflerinden anlaşılıyor. Bir Ur harp'i ile bir Kelermes baltası temalarının tamamiyle benzerliği ve bütün diğer misaller, ticarî münasebetlerin sağla-dığı, estetik formların bir memleketten diğerine nasıl seyahat ettiğini göstermektedir.

— Tarihi tarih yapan arkeolojidir. Onsuz tarih, kuru ve mücerret yazma bir eserdi. Antik sanatı ve ha-yatı canlandıran da odur, bütün renk ve hareketleri ile. Bazılarının arkeolojiye, ilim kisvesi altında, ma-lûmatfuruşluk diye bakarlar. Ve kırık dökük şeyler et-rafında yapılan münakaşalara gülerler. Bunlar sanatın cahili kimselerdir. Halbuki sanatın fantastik bir tara-f ı da hayat macera ve romanının bütün elemanlarını ihtiva etmesidir. En eskilerinden yenilerine kadar ar-keologların elinden çıkmış ve onların bakımı ile duran şehir harabelerinde tarihin en dramatik anını görüp

yaşayan bir bilgin, bir gezgin İçin heyecan duymamak kabil değildir. Ve bu heyecan başka hiç bir şeyde yok-tur. İşte toprak altından çıkan Pompei, bütün faciası ile canlanan Pompei. Şu mezarda yatan ve efendisi ta-rafından boğulan dört Nubya'lı kölenin cesetlerinin ya-nında boğuldukları ip bile duruyor. Şu kulplu desti ve şu vazoyu tamamlayacak olan kil çamur Milâttan ev-vel 7-71 yüzyılında olduğu gibi duruyor, bunlar Girit-teki bir depremde öylece dağınık kalıvermiştir.. Ur kral mezarlarının heyecanlı keşif sonucu ile kim alâkasız kalabilir. V e L. Wolley'in kitaplarına giren şu malûmatı kim titremeden okuyabilir: Ölen kralın muhteşem cenaze merasimini anlatan yazıda verile-cek bir işaretten bahis var, mezara inen arabalar, se-yisler arkasında sıralanan askerler, harplerini tutan müzisyenler, altın süslemeli başlıklariyle saray kadın-ları... Hepsi krallarının arkasından kendilerini öbür dünyaya götürecek olan zehri içmek için bu işareti beklemişler. Arkeolog bu pitoresk tafsilâtı gözlerimiz önüne koymuştur. Ve bu merasimi şimdi görerekten tekrar yaşayan seyirci sanki Milâttan evvel V bin se-nenin seyircisidir.

— Hayatın şeklini ve çehresini sinesinde sakla-yan umumiyetle bu mezarlar ve nekropoller olmuştur. Bu da yaşayanların musallat olmaması ve cesedi kur-tarmak için riayet edilen usul ve mezarın hazırlanma-sında ve gizlenmesindeki sırdan dolayıdır. Ve böyle-ce kayalara oyulmuş veya derinlemesine toprak taba-kaların altında bulunan makberlerin masun bulunma-sı temin edilmiştir. Şehirler ve tampl'ler bile bu dere-ce masun bulundurulmamıştır. İşte sanat tarihini bes-leyen zamanımız arkeolojisi bilgilerinin büyük bir kıs-mı bu mezarlardan alınan malûmatladır.

Binlerce yılın âdetleri ve eşyaları cesetlerle top-rakta gömülü kalmıştır: Prehistorya'nm en geri za-manlarına kadar çıkan çakmak taşından âletler, diş ve midye kabuğundan kolyeler, kemik pandantifler, «Hü-küm âsâları»...

Alban dağı Meksika mezarları, Kolomb öncesi A -merikan cemiyetinin bütün manzarasını sinesinde saklamıştır.

Bu arada Carnavron ve Carter tarafından açılan Tutank-Amon mezarını hatırlamamak kabil. değildir. Burada tekmil fünerer mobüyası ile, olduğu gibi mey-dana çıkarılan ve yağma edilmemiş, pek nadir bir Mı-sır hazinesi ile karşı karşıyayız.

Çinlilerin sanatlı eşyalarını, İskitlerin kuyumcu-luk eserlerini, İranlıların ziynetlerini, Greklerin bü-tün medeniyet ve sanat inceliklerini üzerinde topla.-yan, vazoları üzerinden iki bin sene geçmesine rağ-men tazeliğini kaybetmeden mezarlarda saklı bulun-muştur.

(3)

1925 teki Albay Kozlov keşfiyatı, Urga civarındaki mezarlar bütününün verimleri âlimler kadar halkın da merakını mucip olmuştur. Hele Noin-Ula kurganı içinde bulunan fevkalâde hazinelerin çeşitli malzeme-si çok ilgi uyandırmıştır.

1929 da Altay bölgesinin mezarlarını ziyaret eden bir Rus heyeti Mit ve kadim destanlarını yoklamaktan hayrette kalmışlardır. Bu mezarlar merkezi bir salon ve etrafını çevreliyen bir vestibül ile plânlanmıştır; bu merkezî salonda kabile reisinin metrukâtı bulun-muştur. Tarihteki istilâlarda ve yeni zaman dünyası-nın cahil insanları elinde buraları yağma edilmiştir. Neler çalındığı belli olmadığından bu hazinelerin aza-meti de kesterilemiyor, Vestibülde bulunan eşya ise pahası ağır şeyler olmadığından sadece karıştırılmış bulunmaktadır. Burada on beygir cesedi, eğerleri ve takımları, üzeri altın kaplamalı bakır gemleri ve kafa-larında altın maskeleri ile birlikte yatmaktadır. Bu al-tın maskeler atları fantastik bir hayvan gibi göster-mekte, grifon benzeri yapmakta, altın kanatları ile de onlara naziresiz bir pegase görünüşü vermekte idi. Bu karışık kıyafet değiştirmenin töresi nedir? Kim söy-letebilir? Ne son kazılar, ne metinlerden bu âdetin karşılığı bulunamamış ancak milât başı eseri olduğu sanılmıştır. Bu öyle zengin ve süzme bir medeniyetin alâmetleridir ki bunların aktüel ilim henüz cahili bu-lunmaktadır. Bu kabil arkeolojik buluşlar bir takım sorular ve meseleler ortaya koymakta, fakat karar ve-rememektedir. Ama, başka yerlerdeki mezarlar şimdi-ye kadar bildiğimiz millet ve medenişimdi-yetlere ait bilgi-leri vermektedir, meselâ kadim Mısır hakkında bütün bildiklerimiz ondan gelmektedir.

— Arkeolojinin bütün diyeceklerini söylemiş ol-duğunu sanmamalı. Bilâkis aşağıda verilen misaller (ki bunlar pek çoğaltılabilir) ile de bellidir ki Avrupa bile, tarihin mühim bir kısmında, tamamiyle karan-lıktır.

Bugün bir sır halinde bulunan Carnac hiza taş-ları gibi megalitik anıtlar,Stonehenge ve Woodhenge-deki tampl'ler henüz münakaşalıdır. Bir gün arkeo-loji bunları da iyice tanımış olacaktır. Fakat bugün Africo-Europeen sanatı üzerine mevzu bütün hipotez-lere, rağmen bunlar esrarlarını muhafaza etmektedir. Afrikadaki son buluşlar üzerine S. Reinach tarafından 1932 de «Revue Archeologique» de yazılan bir maka-le bu bapta önem taşımaktadır. Muharrir, 1931 de çı-kan Pere Azais ve Roger Chambardi tarafından yazı-lan, «Habeşistanda beş senelik arkeolojik araştırma» adlı eserden bahs ile şöyle diyor: «Bu neşriyat arkeo-lojik büyük bir ehemmiyette olup ortaya koyduğu me-seleleri bugün kimse çözmeğe muktedir değildir. Fil-hakika anıtlar - ki ekserisi dolmen, dikili taş, heykel, menhasir ve neolitik idol'ler - batı Avrupadaki emsal-lerini hayretle hatırlatmaktadır... Fakat bu

medeniye-tin Afrikada bir merkezden yayıldığına dair olan gö-rüşler temelsiz ve hakikate uymaz görünüyor. Bunda bilhassa binlerce Hind dolmeni unutulmuş ve hesaba katılmamıştır.» Bu hipotez doğru mu, değil mi? Bu so-ruya son cevabı verecek yine kazılar olacaktır.

Bu hal Akdenizin megalitik sanatında da müşa-hede ediliyordu. Sardinyanın Nuraghi ve Balearlarm Talayot'ları, Maltadaki Taxi tamplleri... Bunlar bilin-meyenler meyanında iken bunları arkeoloji bize tanıt-mıştır; fakat buradaki anıtlardan T şeklinde olanları-nın nereden geldiği ve ne işe yaradığı yine de bilin-memektedir. Nitekim Habeşistanda Pere Azais keşifle-rinde buna hemen hemen benziyen karakterler görül-müştür.

Kalamb öncesi Amerika için de böyledir. Yuca-tan harabelerine rağmen, daha Mayaların üzerine ne kadar az şey bildiğimize ve isbata muhtaç ne kadar çok şey bulunduğuna hayret etmemeli. Panama, Gua-temala, Honduras kazılarının verdiği malûmat meç-hullerin yanında pek azdır. Meksika tepelerine kuru-lan bu bölgelerde oturanların nereden gelip, nereye gittikleri, şehirlerini niçin terkettikleri henüz biline-miyor.

— Bilinmiyenlere karşı tevekkül lâzımdır. Yeni ve modern âletlerle daha çabuk ve daha iyi yapılan ka-zılar 1925 ten bu yana daha verimli olmuş ve geçen asrı geçmiş bulunmaktadır. Yalnız yeni araştırma sa-halarında değil fakat eskiden yapılmış kazılarda bile daha derinlere gidilmekte, en eski tabakaların medeni-yeti yoklanmaktadır.

Hava gözü, üzerine çıkılamıyan dağlar ve insan girmiyen ormanlar üstündeki .şehirleri ve anıtlarını yeniden diriltmiş, İncas ve Maya medeniyetlerine da-ir bilgilerimizi fevkalâde zenginleştda-irmiştda-ir.

Denizin dibi, bu dahi esrarlı bir kitap iken, mo-dern vasıtalarla sulara gömülmüş olan şehirlerin yol ve meydanları artık seyredilmeğe başlanmıştır.

Bütün ilim cemiyetleri, müzeler, Avrupa üniver-siteleri, Amerika ve Asya üniversiteleri arkeolojik a-raştırmalarmda birbirleriyle yarış halindedirler. Asrı-mız yaşından itibaren müstesna bir durum arzeden bu faaliyet, bugün o kadar çeşitlenmiş ve çoğalmıştır ki hemen bütün keşifleri takip etmek zorlaşmış bulun-maktadır.

— İlimde ihtiyat ve basiret lâzımdır. Fakat bazan müessif vaziyetler ve hatalar da vaki olmaktadır. Ama bu kazıların getirdiği büyük hakikatler ve onun mu-azzam süksesi yanında bir şey değildir. Bazan işin ağır gidişinden bizar olanlar çalışmalarının verimlerini he-men basar ve yayarlar. İşte burada bilhassa ihtiyatlı olmak gerekir ki bu ilmî araştırmanın hakikî bir un-surudur. Zira, hiç bir şey, bir yanlış bile, bir yarı-ha-kikatten daha tehlikeli değildir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Yazar önceki mekân seçimlerinde olduğu gibi burada da mekân tasvirine yer vermez onun için burada kullanılan mekân sadece olayın geçtiği yer olarak belirtir.. Tabii

Leros Metropolidi lzidoros’ia ria rabya Metropolidi Yakovos'u Si­ nod Meclisi üyeliğine almak için gösterdiği gayret, maskesini dü­ şürmüş ve maksadım

...Türk Tarih Heyeti, Türk.Ocakları’mn 12 mart 1931’de toplanmış olan Vll’nci Kurul­ tayında kapatma kararı alması üzerine 29 mart 1931’de yaptığı son

Vücudun iç sıcaklığı yüksek olduğu için, mantıken ısı kaybı ile ilgili me- kanizmaların çalışmaya başlaması veya ısı üretici mekanizmaların durdurulması

Ona göre fukahâ, akdin konusu olmak gibi Şâri’in itibarından başka mahiyeti olmayan itibarî bir sıfatı haricî alemde varlığı olan bir sıfat olarak iddia edip, akit

Önümüzdeki süreçte hakem inceleme raporlarımız, yazıların hakem önerileri doğrultusunda revize şekilleri, düzenli yayın, zamanında baskı, araştırma ağırlıklı

Viranelerden toplanan ay- landoz dallan, çalı Çırpılar tıkılır, hızı saman alevi gibi çabucak geçer, kızar- masile kararması bir olur, sanki ateş yüzü

anlaşamayacağımızı, daha doğrusu beni -ve daha pek çok kişiyi- anlayamayacağım düşündüğüm, ama zamanla onu yaşlı ve dalgın görenlerin tavır ve sözlerini,