• Sonuç bulunamadı

Ankara-Washington Hattında Suriye İç Savaşı ve Güvenli Bölge Planı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Ankara-Washington Hattında Suriye İç Savaşı ve Güvenli Bölge Planı"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Arap coğrafyasında 2010 yılının Aralık ayında meydana gelen halk gösterile- rine bağlı olarak Tunus, Mısır, Libya ve Yemen gibi ülkelerdeki rejimlerin devrilmesinin ardından Orta Doğu’da- ki dengelerin de değişmiş olduğu gö- rülmektedir. Arap Baharı/Arap uyanı- şı ile beraber Orta Doğu’daki siyasi, ekonomik ve güvenlik alanlarındaki

istikrarsızlık da her geçen gün artmaktadır. Arap uyanışından sonra bölgede kendini gösteren böl- gesel ve küresel aktörler arasındaki güç rekabeti, diplomatik krizlere yol açmıştır. Orta Doğu’da- ki güvenlik boşluğunun ve ekonomik sorunla- rın artmasından mütevellit, terör örgütlerinin ve devlet dışı silahlı milis güçlerinin hareket alanlarını genişlettikleri ifade edebilir. Bu se- beple Türkiye’nin Arap uyanışıyla birlikte Orta Doğu’da cereyan eden kaotik ortamdan siyasi ve ekonomik anlamda ciddi zarar gördüğü söylene- bilir. Aslında ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesinin ardından ülkedeki terör eylemlerinde yükseliş yaşanması ve İran’ın hem Şii çoğunluk- lu Bağdat yönetiminde etkinliğini artırması hem de Orta Doğu’da (Şam, Beyrut ve Sanaa’da) bölgesel bir güç haline gelmesi Şii-Sünni gerili- mini tırmandırmıştır. Türkiye 2011 yılına kadar dış politika ve kamu diplomasisi anlamında Orta Doğu’daki Şii-Sünni bloğun arasında dengeli bir siyaset izleyebilmiştir. Fakat Arap uyanışı son- rasında bölgedeki etnik, mezhepsel ve ideolojik

ayrışmaların netleşmesi ve yükselişe geçmesi ile birlikte Türkiye’nin dengeli bir dış politika izle- diğine yönelik algının değiştiği söylenebilir.

IŞİD’in Irak’taki ve Suriye’deki ilerleyişine pa- ralel olarak güç kazanması ve terörle mücadele konusunda bölgesel düzlemde güvenlik alanında işbirliğinin gerçekleştirilemeyişi Orta Doğu’da- ki krizleri beslemektedir. ABD öncülüğünde IŞİD’e karşı verilen mücadeleye Ankara’nın başlangıçtan itibaren temkinli yaklaşması, farklı yorumlara neden olmuştur. Ayrıca Türkiye’nin kuzey Irak’ın Kandil bölgesine ve PKK terör ör- gütüne yönelik hava operasyonları düzenleme- si, Bağdat hükümetinin tepkisine yol açmıştır.

Bu yazıda Türkiye’nin IŞİD ile mücadelesinin etkileri analiz edilmeye çalışılacaktır. Ayrıca Türkiye’nin İncirlik üssünü açarak ABD lider- liğinde kurulmuş uluslararası koalisyona aktif destek vermesi ve Suriye’de güvenli bölgenin oluşturulması hususundaki tutumu değerlendiri- lecektir.

Ankara-Washington Hattında Suriye İç Savaşı ve Güvenli Bölge Planı

Ali SEMİN

(2)

Türkiye’nin IŞİD ile Mücadeledeki Temel Yaklaşımı

IŞİD’in 10 Haziran 2014 tarihinde Musul’u kont- rol etmesinin ardından Irak’ta ve Suriye’de iler- lemesi, bölgede ciddi ölçekli bir terör sorununa kaynaklık etmektedir. IŞİD’e yönelik mücadele- de, hem bölgesel hem de uluslararası anlamda farklı yaklaşımlar doğrultusunda hareket edildi- ği izlenimi mevcuttur. IŞİD’e karşı sürdürülen mücadelede amaç, hedef ve strateji hususlarının yeterince net olmaması, Türkiye’nin bu örgüte karşı mücadeledeki tutumunda kendini hisset- tirmektedir. IŞİD’in Irak’taki ilerleyişini engel- lemek amacıyla ABD öncülüğünde 2014 yılının Eylül ayında kurulan uluslararası koalisyonda, Türkiye fiili bir katılımcı olarak yer almamıştı.

Hatta Suudi Arabistan’ın Cidde kentindeki IŞİD ile mücadele konferansında yayımlanan dekla- rasyonu da Türkiye imzalamamıştı. Ankara’nın uluslararası koalisyonun aldığı kararlara sözlü olarak destek vermesinin ise iki temel nedeni bulunmaktaydı: Öncelikle Türkiye, IŞİD’in Mu- sul Başkonsolosluğu’ndan rehin aldığı 49 vatan- daşının can güvenliğini tehlikeye atmak isteme- miştir. İkinci olarak ise Irak ve Suriye ile sınır komşusu olunmasından dolayı IŞİD tehdidinin Türkiye üzerinde daha fazla hissedilebileceği öngörülmüştür.

Öte yandan ABD öncülüğündeki uluslararası ko- alisyona destek veren 60 ülkenin, IŞİD ile müca- dele noktasında izlemiş olduğu çeşitli yöntem ve stratejilerin belirsizliğinden söz edilebilir. Çün- kü IŞİD’e yönelik savaşta izlenen stratejilerin, Irak ve Suriye üzerinde farklılaştığı görülmek- tedir. Örneğin; Irak’ta uluslararası koalisyonun IŞİD’e karşı düzenlediği operasyonlar sayıca Su- riye’dekilerden daha fazladır. Türkiye’nin IŞİD

ile mücadeleye aktif destek verebilmesi için üç şartı bulunmaktadır: Bunlardan ilki Suriye’de sadece IŞİD ile mücadele edilmemesi, ayrıca ülkedeki Esed rejiminin de devrilmesi doğrul- tusunda çaba sarf edilmesi yönündedir. İkincisi, Türkiye sınırına yakın Suriye topraklarında gü- venli bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilme- sidir. Bir diğeri ise Esed rejimine karşı savaşan mutedil silahlı muhalif güçlerin eğitilmeleri ve silahlandırılmaları şeklinde tezahür etmektedir.

Bu bağlamda Türkiye’nin IŞİD’e karşı mü- cadelede öne sürmüş olduğu taleplere ilişkin bir değerlendirme yapıldığında; bu talepler ile ABD’nin Suriye’ye ve IŞİD’e yönelik politi- kalarının örtüşmediği görülmektedir. ABD’nin hem Suriye krizine yaklaşımında hem de IŞİD ile mücadeleye dair tutumunda bazı çelişkilerin mevcuttur. ABD’nin Suriye’deki IŞİD’e yönelik hava operasyonlarının neredeyse tamamı, ülke- nin kuzeyindeki bölgelere düzenlenmektedir. Şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır ki Irak’ta IŞİD’e karşı verilen mücadelede koalisyon güç- leri; Irak güvenlik güçleri ve Peşmergeler ile bir- likte hareket etmektedir. Suriye’de ise IŞİD’den geri alınan bölgelerin çoğunluğunun, PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olan PYD’nin kont- rolüne bırakıldığı görünmektedir. Bu nedenle -Eylül 2014’ten bu yana- uluslararası koalisyon- ca terör veya IŞİD ile mücadele doğrultusunda izlenen stratejiler neticesinde, örgütün Irak’taki (Bağdat ve Erbil gibi) ve Suriye’deki (PYD’nin kurduğu kantonlara) belirli bölgelere ilerleyebil- mesi gibi bir gelişmenin önüne geçilmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin IŞİD ile mücadele nok- tasında kurulmuş uluslararası koalisyona aktif destek vermemesinin en önemli sebeplerinden birisini, yukarıda belirtilen çelişkiler oluştur- maktadır. Ayrıca IŞİD’e karşı mücadele hedefiy-

(3)

le kurulmuş, anti-terörizm nitelikli uluslararası koalisyon güçlerine bölge ülkelerinden katılım olmuşsa da güvenlik çerçevesinde bölgesel bir işbirliğine yine de ihtiyaç bulunmaktadır. Başta Türkiye, İran ve Suudi Arabistan olmak üzere diğer Arap ülkelerinden de etkin destek alınması yoluyla bölgesel düzlemde kurulabilecek kol- lektif nitelikli bir güvenlik ve istihbarat paylaşı- mı ağına büyük gereksinim vardır. Ancak böyle- si bir işbirliğinin kurulabilmesi için bölgesel güç mücadelesinin ve rekabetin geri planda tutulma- sı gerekir.

Ankara’nın IŞİD’e yönelik mücadele mesele- sindeki tutumunun değişmesi çerçevesinde ise terör örgütüne katılmış 1200 Türk vatandaşının orta ve uzun vadede Türkiye açısından ciddi bir ulusal güvenlik tehdidi olarak değerlendirilmesi kuvvetle muhtemeldir. Özellikle IŞİD’in Türki- ye topraklarında düzenlediği saldırı eylemleri, Ankara’nın uluslararası koalisyon gücü içeri- sinde aktif şekilde rol almasına neden olmuştur.

Şu noktaya değinmek gerekir ki IŞİD ve benze- ri diğer terör örgütleri sadece eylem yaptıkları ülkelerde tehdit oluşturmamakta, tüm bölge için tehlike arz etmektedir. Türkiye, IŞİD terör ör- gütü nedeniyle ciddi anlamda ekonomik zarara uğramıştır. Bilhassa IŞİD’in Musul’u kontrol

etmesinin ardından Türkiye’nin Irak’a yaptığı ihracatta önemli düşüşler söz konusu olmuştur.

Suriye Krizi ve Güvenli Bölge Bağlamında Türkiye

Suriye krizi, Türkiye’nin Orta Doğu coğrafyası- na yönelik dış politikasında önemli bir kırılma noktasıdır. Suriye krizi çerçevesinde Ankara’nın Esed rejimine karşı izlediği politikalar netice itibariyle Orta Doğu’daki çeşitli diplomatik iliş- kileri olumsuz etkilemiştir. Zira coğrafi olarak Orta Doğu’da yer almasına karşın Suriye içe- risindeki gelişmelerin, küresel bir krize ve güç mücadelesine dönüştüğü ifade edilebilir. Suriye krizi bölgeyi iki kutba ayırdığı gibi küresel güç- leri de aynı ayrışmaya sevk etmiştir. Bu bağlam- da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) daimi üyeler (ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya) arasında da güç rekabeti yaşan- mıştır. Suriye krizinde Rusya ve Çin’in Esed re- jimi aleyhine alınan kararları veto etmesi BMGK içerisindeki güç rekabetini gözler önüne sermiş- tir. Bu nedenle Türkiye tarafından Suriye krizi ve IŞİD ile mücadele doğrultusunda sunulmuş Esed’in devrilmesi, güvenli bölgenin oluşturul- ması ve ılımlı silahlı Suriyeli muhaliflerin eğitil- mesi gibi öneriler uluslararası güçler tarafından yeterince göz önünde bulundurulmamıştır.

Türkiye’nin önerdiği güvenli bölgenin, mevcut uluslararası güvenlik sisteminde BMGK’nin gi- rişimi neticesinde oluşturulması gerekmektedir.

Nitekim Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrası hava operasyonlarının önlenmesi amacıyla BMGK, 1991 yılında 688 no’lu kararını uygulayarak 36.

paralelin kuzeyi ve 32. paralelin güneyindeki bölgeyi Irak uçaklarının uçuşunu yasaklamıştır.

Başta Türkiye, İran ve Suudi Arabis- tan olmak üzere diğer Arap ülkelerinden de etkin destek alınması yoluyla bölgesel düzlemde kurulabilecek kollektif nitelikli bir güvenlik ve istihbarat paylaşımı ağına büyük gereksinim vardır. Ancak böylesi bir işbirliğinin kurulabilmesi için bölgesel güç mücadelesinin ve rekabetin geri planda tutulması gerekir.

(4)

Böylece güvenli bölge oluşturulmuştur.1 Fakat burada şu kritik noktayı vurgulamak gerekir ki Irak’ın kuzeyi uçuşa yasak bölge ilan edilmiş olsa dahi Saddam rejimi helikopterler aracılı- ğıyla havadan operasyonlar düzenlemeye de- vam etmiştir. Suriye’de oluşturulmaya çalışılan güvenli bölgenin ise Türkiye sınırındaki Suriye toprakları içerisinde yer alan Azez-Cerablus hat- tı boyunca 98 kilometrekare uzunluğa ve 45 ki- lometre derinliğe sahip bir alanda inşa edilmesi planlanmaktadır.2

Türkiye’nin IŞİD ve PKK terör örgütlerine karşı 24 Temmuz 2015 tarihinde başlattığı hava ope- rasyonları sonrasında, Suriye’deki güvenli böl- ge hususu üzerine Ankara ve Washington ara- sındaki görüşmeler başlamıştır. ABD’nin Eylül 2014’ten bu yana IŞİD’e karşı mücadele edile- bilmesi amacıyla uluslararası koalisyona İncir- lik üssünün açılması şeklindeki talebine Ankara, Suriye’de güvenli bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesi karşılığında izin vermiştir. Fakat İncirlik üssünün uluslararası koalisyon güçleri- nin kullanımına açılmasına Türkiye yönetimin- ce izin çıkmasının ardından ABD, güvenli bölge yerine IŞİD’den arındırılmış bölgeler kavramını kullanmaya başlamıştır. Bu gelişme Ankara’nın Suriye’de inşa edilmesini istediği güvenli ve uçuşa yasak bölge şartlarına ilişkin, Washing- ton yönetiminin tereddütlü olduğu izlenimini vermektedir. Bu nedenle Türkiye açısından ba- kıldığında güvenli bölgenin oluşturulması gibi bir durumun uluslararası hukuk teamüllerine uy- gun olabilmesi noktasında 1991 yılında Irak’ın kuzeyi için BMGK’den çıkan 688 no’lu karara

1 Ali Semin,”Türkiye’nin Irak Politikası Işığında Kuzey Irak Açılımı”, Bilge Strateji, Cilt 3, Sayı 5, Güz 2011,S.180-181.

2 http://bit.ly/1fHyO4M, (Erişim:15.08.2015).

benzer bir kararın uygulanmasında fayda vardır.

Aksi takdirde Türkiye’nin bahse konu girişimi- nin, Suriye’de işgalci konumuna düşülmesi şek- lindeki bir riski bünyesinde barındırdığı söyle- nebilir. Dolayısıyla Türkiye ve ABD arasındaki görüşmelerde net bir sonuca ulaşılmasının ardın- dan BMGK’da tekrar görüşülüp ortak bir karara varılması daha isabetli bir yol haritası olacaktır.

Çünkü Suriye topraklarında oluşturulması plan- lanan güvenli bölge üzerindeki denetimin, sade- ce Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’na veya ılımlı muhalefete bırakılması yeterli olmayabilir. Bu durumun temel sebebleri şu şekilde sıralanabilir:

1. Türkiye’nin öngördüğü güvenli bölgenin etnik ve mezhepsel yapısı da göz önünde bu- lundurulmalıdır. Bölgede bulunan Arap, Kürt, Türkmen ve diğer etnik grupların güvenli böl- gedeki siyasi, askeri, idari ve mali yapılanma- da ortak bir paylaşım içerisinde bulunmalarında fayda vardır. Zira Azez-Cerablus hattında oluş- turulması planlanan güvenli bölgede yaşamları- nı sürdüren çeşitli etnik grup içerisinde çatışma meydana gelmesi gibi bir risk halen geçerliliğini korumaktadır. Örneğin; Kuzey Irak’ta oluştu- rulan güvenli bölgedeki tek hâkimiyetin Kürt- lerde olmasına karşın Celal Talabani’nin lideri olduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Mesud Barzani’nin lideri olduğu Kürdistan Demokra- tik Partisi arasında Habur sınır kapısı gelirinin paylaşılması meselesinden ötürü 1994 yılından 2003 yılına kadar silahlı çatışma yaşanmıştır. Bu nedenle Suriye’de planlanan güvenli bölgenin uluslararası barış gücü himayesinde inşa edil- memesi halinde etnik-mezhepsel ayrışmaların ortaya çıkması ve daha ileri bir noktada, muha- lif güçler arasında silahlı çatışmaların meydana gelmesi kuvvetle muhtemeldir.

(5)

2. Suriye’den Türkiye’ye göç edenlerin sayısı Mart 2011’den bu yana 2 milyonu aşmıştır. Bu bağlamda uçuşa yasak bölgenin temel amacı, oluşturulan güvenli bölgeye ülkede bulunan Su- riyeli mültecilerin yerleştirilmesi şeklinde ifade edilmektedir. Ancak beş yıldır Türkiye’de yaşa- yan ve artık ülkeye adeta yerleşmiş gibi görünen Suriyeliler (kamptakiler hariç) güvenli bölgeye gitmeyi kabul etmeyebilir. Başka bir ifadeyle dört yıl önce güvenli ve uçuşa yasak bölge ku- rulsaydı Türkiye’de bulunan Suriyeli mültecile- rin dönüşü daha kolay olabilirdi. Ancak ülkedeki iç savaş konjonktüründen ve IŞİD gerçeğinden dolayı Suriyeliler, güvenli bölgeye yerleşme hususunda istekli davranmayabilir. Esasında güvenli bölge planı, oluşturulacağı sınır hattı çerçevesinde iç savaştan kaçmayan/kaçamayan bireyler açısından önemli bir adım olarak nite- lendirilebilir.

Bu perspektiften Ankara-Washington hattındaki gelişmeler değerlendirildiğinde, Türkiye’nin İn- cirlik üssünü ABD’ye ve uluslararası koalisyon güçlerine açması neticesinde IŞİD ile mücade- lede elde edilecek kazanım, güvenli bölgenin oluşturulması hedefinden daha fazla önem ta- şımaktadır. Çünkü İncirlik üssünün ABD öncü- lüğündeki uluslararası koalisyon güçlerine hem zaman hem de maliyet konusunda katkısı vardır.

IŞİD ile mücadele sürecinde, koalisyon güçleri- ne ait uçakların Ürdün ve Körfez ülkelerindeki farklı askeri üslerden havalandırılmaları suretiy- le Irak’taki ve Suriye’deki hava operasyonları düzenlenmektedir. Ürdün ve Körfez’den havala- nan uçak yaklaşık 1000 mil (1609 kilometre) yol kat etmekte ve Suriye hava sahasında kısa süreli operasyon düzenlemektedir. Türkiye’nin izin verdiği İncirlik üssünden havalanan uçak ise 250 millik (400 kilometrelik) bir mesafeden operas- yona katılmış olacak ve 6 saat havada kalabi- lecektir.3 Bu bağlamda ABD’nin IŞİD’e karşı düzenlediği hava operasyonlarındaki günlük 9,4 milyon dolarlık maliyet, İncirlik üssü gelişmesi- ne bağlı olarak azaltılabilir.4 Dahası ABD tara- fından IŞİD ile mücadele edilebilmesi amacıyla düzenlenen hava operasyonlarına, Eylül 2014 ve Ağustos 2015 tarihleri arasında toplamda 3,5 milyar dolar harcanmıştır. Türkiye’nin onay ver- mesiyle birlikte IŞİD’e yönelik 9 Ağustos’ta dü- zenlenecek operasyonlara katılım sağlanabilme- si üzerine ilk etapta ABD’deki 480. Filo’ya bağlı 6 adet F-16 uçağı, Adana’daki İncirlik üssüne getirilmiştir. İncirlik üssünün koalisyon güçle- rinin kullanımına açılması, Ankara-Washington arasında yapılan güvenli bölge hususundaki gö- rüşmelerde Türkiye açısından daha kayda de- ğer bir pazarlık konusu oluşturabilirdi. Türkiye, Suriyeli muhaliflerin daha rahat hareket edebil- meleri için İncirlik üssünün kullanımını güvenli bölge planına entegre etmiştir. ABD ise güvenli bölge yerine uluslararası hukukta kullanılmayan IŞİD’den arındırılmış/temiz bölge kavramını kullanmayı tercih etmiştir.

3 ‘ABD 480. Hava Filosu’nu İncirlik’e kaydıracak’, http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/07/150729_ti- mes_abd_filo, (Erişim,15.08.2015)

4 http://bit.ly/1PVqcV5,(Erişim: 16.08.2015).

Uçuşa yasak bölgenin temel amacı, oluşturulan güvenli bölgeye ülkede bulu- nan Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesi şeklinde ifade edilmektedir. Ancak beş yıldır Türkiye’de yaşayan ve artık ülkeye adeta yerleşmiş gibi görünen Suriyeliler (kamptakiler hariç) güvenli bölgeye gitme- yi kabul etmeyebilir.

(6)

Ankara’nın IŞİD’e karşı mücadele sürecindeki şartlarından birisi olarak tezahür eden Esed re- jiminin devrilmesi meselesinin Washington’un gündeminde yer almamasına rağmen İncirlik üssünün koalisyon güçlerinin kullanımına açıl- dığı görülmektedir. Diğer yandan 16 Ağustos 2015 tarihinde The New York Times gazetesi, Almanya ve ABD’nin Suriye’den gelebilecek muhtemel bir füze saldırısını engellemek ama- cıyla 2013 yılında Türkiye’de konuşlandırdık- ları Patriot füze savunma sistemini geri çekme yönünde karar almış olduklarını duyurmuş- tur. Almanya’nın ve ABD’nin temel gerekçe- si, Suriye’den Türkiye’ye yönelik herhangi bir saldırı ihtimalinin söz konusu olmadığıdır.5 Bu gerekçe de ABD’nin Esed rejiminin devrilmesi doğrultusunda herhangi bir çaba içerisinde ol- madığını göstermektedir.

Yukarıda belirtilen gelişmeler ışığında Türkiye’nin sınıra yakın Suriye topraklarında güvenli bölge inşa edilmesi planı ele alındığın- da iki temel etmen ortaya çıkmaktadır: Bunlar- dan birincisi; PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı PYD/YPG tarafından kurulmuş kanton- ların genişleyebilmelerine engel teşkil edilmesi ve beraberinde uluslararası desteğin önlenme- sidir. Başka bir ifadeyle Suriye’de kısa ve orta

5 After Delicate Negotiations, U.S. Says It Will Pull Patriot Missiles From Turkey,

http://www.nytimes.com/2015/08/17/world/europe/after- delicate-negotiations-us-says-it-will-pull-patriot-missiles- from-turkey.html?_r=0, (Erişim:25.08.2015).

vadede olası bir güvenli bölgenin meydana ge- tirilmesi durumunda, 1991 yılında kuzey Irak’ta uygulanan modelde olduğu gibi tamamen Kürt- lerin hâkimiyeti altındaki bir özerk bölgenin önüne geçilebilecektir. İkinci etmen ise, Mart 2011’den beri Esed rejiminin devrilebilmesi için Türkiye’nin desteklediği muhalif güçlerin kontrolündeki korunaklı bir bölgenin kalıcılığı- nın sağlanabilmesidir. Bu nedenle Esed rejimi devrilmese de ülke içerisinde 98 kilometreka- relik uzunluğa ve 45 kilometrekarelik derinliğe sahip olan bir bölgenin yeniden rejim güçlerinde kontrol edilmesi zordur. Böylece Türkiye, hem Esed rejimine bağlı güvenlik güçlerini hem de PYD’nin kurduğu kantonları Suriye ile mevcut sınır kapılarından uzaklaştırabilecektir. Bütün bu ihtimaller değerlendirildiğinde Türkiye’nin İncirlik üssüne karşılık ABD’den, IŞİD ve Esed rejimiyle birlikte mücadele edilmesi gerektiği yönündeki talebi ve güvenli/uçuşa yasak bölge- nin inşası ile ılımlı muhalif güçlerin eğit-donat programı kapsamına alınması şeklindeki istem- leri Washington tarafından teorik düzlemde ka- bul edilmiş olsa bile pratik anlamda bu isteklerin gerçekleştirilmeleri noktasında bir gönülsüz- lüğün mevcut olduğu ifade edilebilir. Özellikle güvenli bölge kavramı yerine IŞİD’den arındı- rılmış/temiz bölgeler kavramının kullanılması, netice itibariyle, Türkiye’nin söz konusu talebi- nin tam karşılığını sunmamaktadır. Bunlara ila- veten eğit-donat programı çerçevesindeki ılımlı muhalif güçler hususu ise, 2015 yılının Mayıs ayından beri Türkiye ve Ürdün’de uygulamaya konulmasına ve yılda 5 bin kişiye eğitim ve- rilmesinin planlanmasına rağmen Suriye’deki çatışma sahasında etkisini gösterememektedir.

Örneğin; Temmuz ayında eğit-donat programı kapsamında eğitilmiş 30. Tümen’in Türkmen

Güvenli bölge kavramı yerine IŞİD’den arındırılmış/temiz bölgeler kavramının kullanılması, netice itibariyle, Türkiye’nin söz konusu talebinin tam karşılığını sunma- maktadır.

(7)

kökenli komutanı Nedim el-Hasan ile birlikte 21 kişi, el-Nusra Cephesi tarafından Halep kırsa- lından kaçırılmıştır. Şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır ki ABD’nin eğit-donat programına destek vermesindeki temel amaç, eğitilenlerin Esed rejimine karşı savaşmalarını sağlayabil- mek değildir. Bu bağlamda ABD’nin temel he- defi, havadan uluslararası koalisyon güçleri ile karadan da söz konusu program kapsamında eğitilmiş Suriyeli muhalif savaşçılar aracılığıyla IŞİD’e karşı kapsamlı bir şekilde mücadelenin sağlanmasıdır. Dolayısıyla eğit-donat programı- nın Suriyeli muhaliflerin Mart 2011’den bu yana Esed rejiminin devrilmesi hedefinden uzaklaştı- ğını söylemek mümkündür.

Sonuç:

Orta Doğu coğrafyasında cereyan eden geliş- meler dikkate alındığında Arap uyanışı/baharı ile birlikte bölgesel ve küresel aktörlerin güç mücadelesinde, etnik ve dini (Şii-Sünni) geri- limde ve devlet dışı silahlı örgüt sayısında artış gözlemlenmektedir. Bu açıdan Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik dış politikasını gözden geçir- mesinde yarar vardır. Ayrıca Arap dünyasında yaşanan halk gösterileri ile Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de değişen iktidarlar bölgesel denge- lerin değişmesine yol açmıştır. Bununla birlikte Suriye’deki iç savaşın her geçen gün daha kanlı boyutlara ulaşması ve uzaması bir an önce böl- gesel ve küresel konsensüsün sağlanmasını ge- rektirmektedir. Özellikle IŞİD’in hem Irak’ta hem de Suriye’de güç kazanması ve ilerlemesi bölgesel bir terör tehdidini beraberinde getir- mektedir. Şu hususa dikkat çekmek gerekir ki Orta Doğu’daki sorunları çözmenin yolu bölge- sel işbirliği ve küresel ittifaklardan geçmektedir.

Bununla birlikte IŞİD ile mücadele sürecinde

küresel güçlerin kurduğu uluslararası koalisyon- larla somut neticelere varılması oldukça zordur.

Bu çerçeveden bakıldığında, bir taraftan 26 Mart 2015 tarihinden beri Suudi Arabistan öncülü- ğünde kurulan Arap koalisyonunun Yemen’deki Husi Hareketi’ne hava operasyonları düzenle- mesi, diğer taraftan Tahran ile P5+1 ülkelerinin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin artı Alman- ya) nükleer müzakereler konusunda anlaşmaya varması, Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerin politikaları fazlasıyla etkilediğinin bir gösterge- sidir. Bu sebeple Türkiye’nin 20l0 yılının Aralık ayında başlayan Arap uyanışına yönelik politi- kasını yalnızca halkın değişim istediğinden yana kullanması ve söz konusu tutumunda sabit kal- ması tutarlılık bakımından önem taşımaktadır.

Fakat bölgesel ve küresel gelişmeler bağlamında bahse konu krizin Türkiye’ye ciddi maliyetleri- nin olduğu da ifade edilebilir. Bilhassa Suriye krizi Türkiye’nin ekonomi ve sınır güvenliği so- runlarını -iç savaştan kaçan Suriyeli mültecilere bağlı olarak- daha da arttırabilir. Suriye komşu- ları içerisinde en çok Suriyeli mülteci kabul eden ve kendi bütçesinden 6 milyar dolar harcayan ülke Türkiye’dir. Dolayısıyla Arap camiasından yapılan halk gösterileri Suriye’de bir iç savaşa evrilmeseydi, Türkiye bölgesel gelişmelerden olumsuz manada etkilenmeyebilirdi. Bu bağ- lamda Suriye iç savaşını artık ne güvenli/uçuşa yasak bölge ne de eğit-donat programı çözebilir.

Suriye’nin çözüm anahtarı bölgesel düzlemde Türkiye, İran ve Suudi Arabistan’ın ve küresel olarak ise ABD ve Rusya’nın ortak yol haritası ile mümkün olabilir. Böylesi bir kollektif plana acilen ihtiyaç vardır. Aksi halde Suriye’deki iç savaşın yıllarca sürmesi kaçınılamazdır.

Türkiye’nin Suriye’deki güvenli bölge planına,

(8)

içerdiği risk ve fırsatlar doğrultusunda yukarıda değinilmiştir. Netice itibariyle Türkiye tarafın- dan güvenli bölgenin inşa edilmesi durumunda, PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde kurduğu kanton- ların uluslararası arenadaki zemini meşrulaşa- bilir. Başka bir tabirle Türkiye’nin inşa etmeye çalıştığı güvenli bölge planına karşılık, ABD ve

batılı ülkelerin etnik ve mezhepsel unsurlara da- yalı birden çok güvenli bölge sistemini Suriye’de geliştirmesi riski göz önünde bulundurulmalıdır.

Zira Türkiye, PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki hareket alanını genişletmesini ve özerk bölge- leşmesini önlemek için çaba harcarken tam tersi bir tablo ortaya çıkabilir.

BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur.

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problem- leri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştır- maktadır. BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Yazar Hakkında

Mart 2011’den beri BİLGESAM Orta Doğu araştırmaları uzmanı olarak çalışan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, Körfez ülke- leri, İran, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmek- tedir. Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir.

Referanslar

Benzer Belgeler

áHUOHQGʖUʖOHUHN SD\GDġODU EHOʖUOHQPʖġWʖU %HOʖUOHQHQ SD\GDġODU VH©ʖOHQ ©DOóġPD EDġOóNODUó GDKʖOʖQGHHWNʖOHPHYHHWNʖOHQPHGHUHFHOHUʖQH J¸UH DQDOʖ] HGʖOHUHN

Buna göre bölgenin sahip olduğu tüm potansiyeller olan demir- çelik, ahşap yat/tekne imalatı, tarımsal faaliyetler, turizm çeşitleri, lojistik imkânları, mobilya ve orman

ma olanaklarının geliştirilmesine bağlı olarak, her tür tarımsal faaliyete olanak tanıyabileceği görülmektedir. Mevcut durumda ise Bursa ve Bilecik illerinde stratejik

Ara eleman açığının her platformda dillendirildiği günümüz Türkiye’sinde mesleki ve teknik eğitimin kalitesinin artırılması önceliği, ülke genelinde olduğu gibi

TRC3 Bölgesi (Mardin, Batman, Şırnak, Siirt) 2014- 2023 Bölge Planı’nın amacı Bölge’de beşeri gelişme ve sosyal içermeyi sağlamak; Bölge’nin tarımsal ve

Açıklama: TR63 Bölgesi’ndeki potansiyel enerji kaynaklarının üretime kazandırılması amacıyla alınmış çok sayıda üretim lisansı bulunmaktadır. Bu lisansların

Yerelden planlama anlayışı ve ka- tılımcılığın sürdürülebilir kalkınma için temel yönetişim yaklaşımları olarak şe- killendirdiği yeni nesil bölge planlama

Bölge Planları, 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun ve 3194 sayılı İmar Kanunu ile ülke genelinde 26 Düzey 2 Bölgesi