• Sonuç bulunamadı

Camara Lâye’nin Biyografik Romanı: Afrikalı Çocuk

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Camara Lâye’nin Biyografik Romanı: Afrikalı Çocuk"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

110 Türk Dili

“Daha çocuktum ve babamın kulübesinin etrafında oynuyordum.

O zamanlar kaç yaşındaydım tam olarak hatırlamıyorum. Bayağı kü- çüktüm: beş, altı olsa gerek. Annem atölyede, babamın yanındaydı. Nal- banta gelen müşterilerin seslerine ve örs sesine karışan sakin ve güven ve- rici konuşmalarını duyabiliyordum.

Birden oyun oynamayı bıraktım ve babamın kulübesinin etrafında sürünen, daha doğrusu dolaşmaya

çıkan yılana tüm dikkatimi verdim.

Çitlerden sürekli düşen kamışlardan birini alıp hayvanın ağzının tam or- tasına fırlattım. Fakat yılan korkmadı bile: onunla oyun oynadığımı düşün- müştü sanki. Fırlattığım kamışın bir kısmını avını yutmak istercesine bü- yük bir hazla yakaladı. Mutluluktan hayvanın gözlerinin içi güler gibiydi;

fakat bir yandan da yanıma gelmeye devam ediyordu. Bir an gözleri yarım kalan avına takıldıysa da parmakla- rıma doğru ilerlemeyi bırakmamış- tı.” diye başlar Afrikalı Çocuk. Yuka- rı Gine’nin Kouroussa adlı şehrinde doğan Camara Lâye, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını kapsayan anıla- rını roman tadında kaleme almış. Bu yüzden kitap Cümle Yayınları’nın biyografik-roman dizisinden çıkmış.

Laye’nin okuyucuyu saran anlatımı ve Elif Yılmaz Ergezen’in nefis çe- virisi sayesinde harika bir kitap ka- zandırılmış edebiyat dünyamıza. Ki- tabın orijinal adı, L’Enfant Noir’deki noir kelimesi siyahi anlamına geliyor ama çevirmen daha genel bir ifade olarak Afrikalı kelimesini tercih et- miş, ancak romana başlarken “Siyahi Çocuk” başlığını kullanmış. Bence de Afrikalı kelimesi daha kapsayıcı olmuş dilimize çevrilirken.

Afrikalı Çocuk, Camara Laye, Türkçesi:

Elif Yılmaz Ergezen, 160 sayfa, Cümle Yayınları, Ekim 2015, Ankara

İbrahim ERYİĞİT

Camara Lâye’nin Biyografik

Romanı: Afrikalı Çocuk

(2)

GÜNDEM

Türk Dili 111

Kitap, sömürge döneminde yaşa- mış Afrikalı bir çocuğun hikâyesini anlatıyor. 1928 yılında doğan Lâye, 1958 yılında (sözde) bağımsızlığı- na kavuşan Yukarı Gine’nin daha çok kasaba hayatından kesitler su- nar bir çocuk gözüyle. Babasının nalbant dükkânından başlayan an- latı, ev ve okul hayatından ilginç anılarla devam eder. Bu anılardan en ilginci sünnet töreni olsa gerek.

Günlerce hatta aylarca süren hazır- lıklardan oluşan yoğun merasimi, okuyucuya canlı olarak resmeder, daha doğrusu yaşatır Laye. Günler- ce gruplar hâlinde şarkılar söyler sünnet olacak çocuklar: “Tahmi- nimden çok daha neşeyle söylüyor- duk; tıpkı sincap gören bir at gibi.”

der ve devam eder Siyahi Çocuk:

“Bu davranışlar bana garip gelmi- yordu. Bir oyun, bir kandırmaca ve hatta önemli bir şey olan aslanla- rın bu gösterisi, bu zorlu imtihan, bizlere hayatta mücadele etmeyi gösteren bir tür dinî merasimdi…

Bu acılı dinî merasim, sünnet için gerekli hazırlıklar ve sonrasında yaşananlar, kükremeler bize korku- larımızı ve kendimizi yenmeyi öğ- retmişti.”.

Okumak için başka bir şehre gidişi öncesinde annesinin onun gitmesini istemeyişindeki yaşadığı acı, kitabın satırlarından fırlayıp okuyucunun yüreğine saplanır bir hançer gibi; “Acaba dünya, gözya- şı dökmeden hiçbir şey elde ede-

meyeceğimiz bir yer miydi?” diye sorar kendine ve ardından yolcu- luk öncesi merasimi anlatır yazar:

“Daha önce bu sudan içmiştim, diplomayı almadan evvel öğret- menim vermişti. Bu su şifa doluy- du, zihin açmaya da birebirdi. Bu içecek tuhaf bir şekilde meydana getirilmişti. Murabutlar tahtaların üzerine Kur’an’dan sureler yazı- yorlardı ve yazma işlemi bitince tahtayı suyla yıkarlardı. Akan su balla karıştırılır ve bu içecek son haline kavuşurdu. Faydalı olan bu su, çok dindar ve kutsal bir şehir olan Kankan’dan pahalıya satın alınırdı. Babam da keçiboynuzun- dan yapılma bir muska verdi. Bunu her zaman üzerimde taşımalıydım, çünkü beni kötülüklerden koruya- caktı.”

Laye’nin üniversite okumak için Fransa’ya gidişine kadarki lise okul anılarıyla devam eder bi- yografik roman. Her ayrılış içli ve duygu yüklüdür. Bunu yüreğinin her çeperinde yaşarak yazar Laye.

Romanda ülkenin sömürge hâli ön planda değildir âdeta, sadece yabancı dilin egemenliği yer yer kendini hissettirir satır aralarında.

Sömürge dönemi bittikten sonra yeni kurulan rejimde büyükelçilik görevine atanır Laye ve 1980 yılın- da vefat eder.

1954’te Charles Veillon Ödülü’nü kazanmış olan bu oto- biyografik romanı Türkçemize

(3)

KİTAPLIK

112 Türk Dili

kazandıran Elif Yılmaz Ergezen’i kutlarken birkaç eleştirimi dile getirmek istiyorum. Bu eleştiriler- den birincisi, kitapta bir hayli ya- zım yanlışının olması. Okuyucuyu rahatsız ediyor kitaptaki yazım yanlışları. İkinci olarak, yazar- dan kaynaklanan cümleler üzerine eleştirim. Kitabın 7. sayfasında,

“Bayağı küçüktüm: beş, altı olsa gerek.” diyen yazar, henüz arada bir zaman diliminin geçtiğini be- lirtmemişken, 13. sayfada, “Belki henüz çocuk olduğumu, belki de on iki yaşındaki bir çocuğa sır verme- nin…” demekte. Yine, 22 sayfada şöyle bir cümle yer alıyor: “Altının işlenmesi esnasında hiçbir detay(ı) (İ:E) kaçırmamak için en küçükle- ri olan ben dâhil insan babamın yanına giderdik.” Bu cümledeki

insan kelimesi bence fazla. Üçün- cü olarak da, çeviri üstüne bir-iki cümle söylemek istiyorum. Sayfa 24’deki yedinci satırdaki “kımrı- yordu”, sayfa 66’dan sondan ikinci satırdaki “Kouyate bu meyvelerden yoksun bırakıldığında eminim ki midesi bir tık daha küçülüyordu.”

cümlesindeki “bir tık” ve sayfa 134’deki 12. satırdaki “-Ne kadar da ağır abilersiniz!” cümlesindeki ağır abi kelimelerine takılmadan edemedim.

Tashih hatalarının ikinci baskı- da düzeleceğinden emin olduğumu belirterek, özellikle Afrika ve Asya kökenli yazarların kitaplarının dili- mize kazandırılmasının çok önemli bir uğraş olduğunun altını çizmek istiyorum.

Manevi oğlu Şadan Gökova- lı diyor ki, “Halikarnas Balıkçısı hikâyeyi, bir oturumluk yazı diye tanımlardı. O’na göre hikâye, bir oturuşta yazılır ve bir oturuşta oku- nabilirdi.

Peki, okuyucu için de öyle mi?

Bir oturuşta okuyabilir miyiz ger- çekten? Okuduğumuzu varsayalım,

bir hikâyenin içinden okuyunca çı- kıp gidebilir miyiz? Bu soru aklıma, okuduktan sonra orda bırakıp gi- demeyeceğimiz ve bizimle beraber yaşama dâhil olacak sorularla yaka- mıza yapışan öykülerin yazarı Ercan Köksal’ı ve onun, Bildiğin Hayat adlı hikâye kitabını getirdi.

Kelimelere sığdıramadıklarını, başı ve ortası olan belki; ama sonu genellikle olmayan bir kurmaca oyu- na taşıyıp, okuyucunun ve hatta ken- disinin oyunun akışı içinde bir yoru- ma varmasını bekleyen; bu süreçte Şadi KOCABAŞ

Bildiğin Hayat / Eleştiri

Referanslar

Benzer Belgeler

2004 yılında Amerika Birleşik Devletleri Ulaştırma Bakanlığı Deniz Ulaştırma Dairesi (MARAD) tarafından yapılan bir çalışmaya göre 15 mavnanın taşıma

The general objectives of the study were also to help farmers to increase their knowledge in plant protection, improve their income through production of competitive

Kulüp üyeleri kendi dünyalarına o kadar dalmışlardır ki “Asker sevkiyatına hiç bakmıyorlar, hatta o kadar gürültüleri işitmiyorlardı bile...” (Seyfettin,

yapıalarak ayrı kurutma dairelerine hacet bı- rakılmamıştır. Üst katta bir de evi tanzim der- sanesi vardır. Burada tavan, döşeme ve dıvar- larla cam, kumaş ve madeni

1973 Yılı elektrik enerjisi üretiminde, özkaynak- lanmızdajı, ekonomik hidrolik potansiyelin yak- laşık % 5'i, bilinen toplam linyit rezervimizin fr 2.5-3 ü

Eğer bu uçuş başarıyla tamamlanır ve kapsül ve kargo zarar görmeden Dünya’ya ulaşırsa, daha önce uzay istasyonuna sadece kargo gönderebilen ABD de uzay istasyo-

Portre her ne kadar üslûp ve saç şekli yönünden Flavius'lar devrine tarihlenebili- yorsa da istanbul Arkeoloji Müzeleri 18 nu- maralı salonundaki İmparator Arkadius (M.S.

Etik ilkeler bizlere karar verme sürecinde yardımcı olabilecek ideal doğrulardır. Ancak gazeteciler: “Kan varsa manşet olur” klişesini benimsediği sürece,