• Sonuç bulunamadı

CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLARDA LABORATUVARDA TANI OLANAKLARI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLARDA LABORATUVARDA TANI OLANAKLARI"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLARDA LABORATUVARDA TANI OLANAKLARI

Ali AĞAÇFİDAN

İstanbul Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Viroloji ve Temel İmmünoloji Bilim Dalı, İSTANBUL aagacfidan@hotmail.com

ÖZET

Cinsel yolla bulaşan hastalıklar (CYBH) tüm dünyada özellikle de gelişmekte olan ülkelerde önemli bir halk sağlığı soru- nudur. Chlamydia trachomatis, Neisseria gonorrhoeae, Treponema pallidum, Haemophilus ducreyi, Human Immunodeficiency Virus (HIV), Hepatit B virusu, Human Papillomavirus (HPV), Herpes simplex virus (tip I ve II), Mycoplasma hominis, Ureaplasma urealyticum ve Trichomonas vaginalis CYBH arasında en sık rastlanılan önemli etkenlerdir.

Bu yazıda sık rastlanan CYBH’da laboratuvar tanı olanakları değerlendirilmiştir.

Anahtar sözcükler: cinsel yolla bulaşan hastalıklar, CYBH, laboratuvar yöntemleri SUMMARY

Laboratory Diagnosis in Sexually Transmitted Diseases

Sexually transmitted disease (STDs) a major public health problem worldwide, especially in the developing countries.

Chlamydia trachomatis, Neisseria gonorrhoeae, Treponema pallidum, Haemophilus ducreyi, Human Immunodeficiency Virus (HIV), hepatitis B virus, Human papillomavirus (HPV), Herpes simplex virus (type I and II), Mycoplasma hominis, Ureaplasma urealyticum and Trichomonas vaginalis are the most common pathogens in STDs.

In this review; laboratory diagnostic methods for the most common STDs are evaluated.

Keywords: laboratory methods, sexually transmitted diseases, STDs

ANKEM Derg 2012;26(Ek 2):189-197

Cinsel yolla bulaşan hastalıklar (CYBH)’da etkenler bakteriler, viruslar, mantarlar, protozo- onlar ve ektoparazitler olabilir. Sıklıkla karşıla- şılan etkenler Chlamydia trachomatis, Neisseria gonorrhoeae, Treponema pallidum, Haemophilus ducreyi, insan bağışıklık yetmezlik virüsü (Human immunodeficiency virus/HIV), hepatit B virusu, Human papillomavirus (HPV), Herpes simplex virus (tip I ve II), Mycoplasma hominis, Ureaplasma urealyticum ve Trichomonas vagina- lis’dir(3).

CYBH etkenlerinin güvenilir ve erken tanısı oldukça önem taşımaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde CYBH’nin toplumda önemli sos- yal ve maddi sorunlara neden olması, tanıda kolay uygulanabilir, güvenilir, hızlı, ekonomik, duyarlılığı ve özgüllüğü yüksek yöntemlere ihtiyaç göstermektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde CYBH/HIV konusunda yürütü- len hastalığın önlenmesi amacıyla yapılan çalış-

malar oldukça başarılı sonuçlar vermiştir. Ancak günümüzde bu hastalıklar hâlâ birçok ülkede yaygın bir sağlık sorunu olarak karşımıza çık- maktadır. CYBH’da çok farklı mikroorganizma- ların etken olması ve bazen bir arada infeksiyon oluşturması, birden fazla etkeni saptayan tanı yöntemlerine ve başta HIV olmak üzere, doğru- lama testlerinin yapıldığı referans laboratuvar- larına gereksinim göstermektedir. CYBH tanı- sında laboratuvar önemli bir yer tutmaktadır.

Ancak bu laboratuvarın donanımının doğru ve güvenilir tanıya imkan tanıması oldukça önem- lidir.

Kullanılan testlerin yüksek duyarlılık ve özgüllüğe sahip olması, maliyetinin düşük olması ve hızlı sonuç vermesi, tanıda olması gereken önemli koşullardan sadece bir kaçı- dır(1,3,6,8).

Bu yazıda CYBH etkenlerinin mikrobiyo- lojik tanısı, bakteriler, viruslar, mantarlar ve

(2)

parazitler olarak dört grupta ele alınacak ve her grupta yer alan etkenler önem sırası ve yaygın- lığı göz önünde tutularak değerlendirilecektir.

Bakteriyel etkenler Treponema pallidum

Sifiliz hastalığının etkeni T.pallidum, 6-15 µm kalınlığında spiral şekilli bir mikroorganiz- madır. Sifilizin laboratuvar tanısında direkt ve indirekt tanı yöntemleri ile moleküler biyolojik yöntemler kullanılmaktadır. Ancak en çok tercih edilen testler indirekt tanı (serolojik) yöntemler- dir. Kullanılan testlerin uygulanışı ile ilgili farklı görüşler mevcut olup bu konuda alternatif algo- ritmler oluşturulmuştur(2,6,8,9).

Direkt tanı yöntemleri

Hayvan deneyleri: Deney hayvanı olarak tavşan kullanılmaktadır. Tavşanda infeksiyon testis veya deri içi infeksiyon şeklinde gösteril- mektedir.

Karanlık alanda aydınlatma mikroskopi- si: Primer, sekonder veya konjenital sifilizdeki lezyonlardan alınan klinik örneklerin karanlık alanda mikroskopta incelenmesi esasına daya- nır. Yaygın bir kullanım alanı yoktur.

Direkt fluoresan antikor testi: Klinik örneklerde T.pallidum antijeninin immünofluo- resans yöntemi ile direkt olarak saptanması esasına dayanır. Bu amaçla geliştirilmiş ticari kitler mevcuttur.

İndirekt tanı yöntemleri

Nonspesifik testler (Nontreponemal test- ler): Nontreponemal testler, genellikle şankırın ortaya çıkmasından 2-4 hafta sonra reaksiyon verir. Primer sifilizli hastaların % 70-80’inde bu testler ile pozitif sonuç alınır. Nontreponemal testler, treponemalarda bulunan kardiyolipin antijenine karşı oluşan antikorları saptar.

VDRL (Venereal Disease Research Laboratories): Kardiyolipin/kolesterol/lesitin- den oluşmuş antijen ve hasta serum örnekleri- nin reaksiyonu ile flokülasyon oluşması esasına dayanır. Sonuçlar ++++, +++, ++, + ve negatif olarak değerlendirilir.

RPR (RapidPlasmaReagin): Sonuçlar

kuvvetli pozitif, pozitif veya negatif olarak değerlendirilir. Özellikle sekonder sifiliz olgula- rında en yüksek titrede pozitiflik elde edilir.

Sifilizin laboratuvar tanısında nontrepo- nemal testlerden VDRL ve RPR, uygulama kolaylığı ve maliyetinin ucuz olması nedeniyle tercih edilmektedir. Ayrıca bu testlerle tedavi sonrası serolojik yanıt izlenmektedir. Ancak bu testler tüberküloz, kızıl, pnömoni, lepra, lepto- spiroz, kabakulak, hepatit, siroz, gebelik, Hashimato tiroiditi, çeşitli bağ dokusu hastalık- ları gibi durumlarda treponemal testlere oranla daha fazla yalancı pozitiflik verebilir. Bu neden- le pozitif sonuçların, treponemal testler ile doğ- rulanması gerekmektedir.

Spesifik testler (Treponemal testler):

Spesifik testler, treponemalara karşı serumda oluşan antikorların gösterilmesi amacıyla yapı- lır.

TPİ (T.pallidum immobilizasyon testi):

Bu test için antijen olarak tavşan testisinde üre- tilen T.pallidum kullanılmaktadır. Canlı trepone- maların, hastadaki antikorlar ve kompleman sistemiyle etkileşiminden yararlanılmaktadır.

TPİ testi güçlükler, yüksek maliyet ve zaman alıcı olması nedeniyle genellikle tercih edilmez.

FTA-ABS (Fluoresan Treponema antikor absorbsiyon testi): FTA yönteminde dilüe edi- len hasta serumu ile ölü Treponema’lar arasında meydana gelen reaksiyonlardan yararlanılmak- tadır. Konjuge olarak fluoresein ile işaretli anti- insan immünoglobulini kullanılmaktadır. Ancak T.pallidum’un çok fazla antijenik determinantı mevcuttur. Bu nedenle patojen olmayan Treponema’lar, FTA testinin yalancı pozitif sonuç- lar vermesine neden olur. Bu durumu önlemek amacıyla hasta serumları, T.pallidum’un non- spesifik grup antijenleri uzaklaştırılarak ultraso- nografik fragmana maruz bırakılmış ve Reiter türü Treponema’ların ekstreleri ile absorbe edilir.

Tanıda genellikle özgüllüğü daha yüksek olan FTA testinin modifikasyonu FTA-ABS testi ter- cih edilir.

TPHA (T.pallidum hemaglütinasyon testi): Bu test ile spesifik IgM ve IgG antikorları saptanmakta olup, titre edilebilmesi ve uygula- ma kolaylığı nedeni ile rutin laboratuvarlarında sıklıkla tercih edilmektedir. Ayrıca spesifik anti- korları ayrı ayrı belirlemek de mümkündür. Bu

(3)

testin modifikasyonu olan T.pallidum partikül aglütinasyon (TPPA) testi de tanıda başarı ile kullanılmaktadır.

ELISA (Enzym linked immunosorbent assay): Spesifik IgM ve IgG antikorları ELISA testi ile ayrı ayrı belirlenmektedir. Spesifik IgM antikorlarının aranması sırasında, bu testlerde katı fazın anti-insan IgM ile kaplı olması, roma- toid faktör ve spesifik IgG’den kaynaklanan yalancı pozitif ve negatif sonuçların ortaya çık- masına da engel olmaktadır. Ayrıca TmpA- ELISA adı verilen ve T.pallidum membran prote- inlerine karşı antikorların araştırıldığı testler ile de sifilizin erken tanısı mümkündür.

Moleküler biyolojik yöntemler:

Moleküler tanı yöntemleri arasında en çok polimeraz zincir reaksiyonu tercih edilmektedir.

Moleküler tanı yöntemleri, özellikle konjenital sifiliz ve nörosifilizin tanısında kullanılmakta- dır.

Neisseria gonorrhoeae

Akut gonoreli hastalardan alınan akıntı örneklerinden hazırlanan preparatlarda Gram boyama yöntemi ile, lökositlerin dışında ve için- de N.gonorrhoeae’yi saptamak mümkündür.

N.gonorrhoeae aerop olup, üremek için % 3-7’lik CO2’ye gereksinim gösterir. Oksidaz ve katalaz pozitiftir; dimetil ve tetrametil para-fenilen- diamin hidrokloridin % 1’lik eriyiğini okside eder. Karbonhidratlardan sadece glikozu oksi- datif yolla katalize ederek asit oluşturur. Maltoz, laktoz ve sükrozu kullanmaz. Bu biyokimyasal özelliklerinden yararlanılarak, Neisseria türlerini ayırt etmek için çeşitli karbonhidrat testleri geliştirilmiştir(6).

Laboratuvar tanısı: N.gonorrhoeae’nin tanı- sında Gram boyama yöntemi oldukça yüksek duyarlılığa sahiptir. Gonokoksik üretritli erkek- lerde üretral akıntıdan yapılan preparatlarda kahve çekirdeği görünümünde Gram negatif diplokokları saptamak mümkündür. Bu yöntem maliyeti düşük ve hızlı bir tanı yöntemidir. Basit bir yöntem olan metilen mavisi ile yapılan boya- ma sonucu özellikle semptomatik erkek hasta- lardan hazırlanan preparasyonlarda başarılı

sonuçlar almak mümkündür. N.gonorrhoeae’nin tanısında kültür, antibiyotiklere karşı dirençli suşların saptanmasında güvenilir bir yöntemdir.

N.gonorrhoeae’nin klinik örneklerden izolasyonu ve saptanması için aşağıdaki işlemler uygula- nır(6,15).

Erkeklerde üretral akıntı veya sabah ilk idrarı, kadınlarda ise servikal sürüntü örnekleri uygun inceleme örnekleridir. Pamuk ve kalsi- yum alginat içeren eküvyonlar bazı gonore suş- larına toksik etki gösterdiğinden, örneklerin dakron veya rayon içeren eküvyonlar ile alın- ması daha uygundur.

Neisseria’lar dış ortam koşullarına son derece duyarlı olduklarından, örnek alınır alın- maz ekim işlemi hemen yapılmalı, eğer ekim yapılamayacaksa örnek, Stuart ve Amies gibi taşıma besiyerlerine konularak en geç altı saat içinde laboratuvara ulaştırılmalıdır. Uzun süreli saklamalar için ticari olarak geliştirilmiş trans- port besiyerleri kullanılır.

N.gonorrhoeae’yi, patojen olmayan Neisseria suşlarının ve flora bakterilerinin bulunduğu klinik örneklerden izole edebilmek için, içlerin- de çeşitli antibiyotiklerin bulunduğu seçici besi- yerleri kullanılmaktadır. Thayer Martin, Martin Lewis ve New York City en çok tercih edilen besiyerleridir. Steril vücut boşluklarından ve üretradan alınan örneklerden yapılacak ekim- lerde, çikolatamsı agar kullanılabilmektedir.

Besiyerleri, ekim yapılmadan önce oda ısısına getirilmeli ve ekim yapıldıktan sonra % 5-10 CO2’li ortamda 35-37°C’de 24-72 saat bekle- tilmelidir. Besiyerlerinde üreyen Gram negatif diplokoklara katalaz ve oksidaz testi uygulanır.

Pozitif bulunanlara N.gonorrhoeae için ileri test- ler uygulanır. Glikoz, maltoz, laktoz, sükroz ve ayıraç olarak fenol kırmızısı içeren besiyerlerin- de bakterinin, şekerleri oksidasyon yolu ile par- çalayarak asit oluşturması esasına dayanarak tanı yolları araştırılır.

N.gonorrhoeae sadece glikozu kullanarak asit oluşturmaktadır. Karbonhidrat deneyleri için sistin triptik agar gibi besiyerlerinin yanı sıra, ticari testler de geliştirilmiştir. Beta-laktamaz aktivitesini de saptayan testler oldukça önem taşır. Karbonhidrat kullanım testleri ucuz, kulla- nımı kolay ve hızlı testlerdir ve rutin laboratu- varlarında sıklıkla kullanılmaktadır. Neisseria

(4)

türlerinin içerdiği enzimlerin spesifik substrat- larını kullanarak, bakterinin biyokimyasal enzi- matik etkinlikleri incelenerek tür düzeyinde tanıya gidilir. N.gonorrhoeae’nin klinik örnekler- de direkt saptanması için ELISA ve direkt fluo- resan antikor (DFA) gibi yöntemler geliştirilmiş- tir. Protein I’e karşı oluşan poliklonal ve monok- lonal antikorlar kullanılmaktadır. Bu yöntemle- rin çabuk sonuç vermesi ve kolay uygulanabilir olması en önemli avantajlarıdır. N.gonorrhoeae tanısında Gen probe (PACE-2), polimeraz zincir reaksiyonu ve ligaz zincir reaksiyonu gibi DNA hibridizasyon ve amplifikasyon testlerinden de yararlanılmaktadır. Geliştirilen bu ticari testler C.trachomatis ve N.gonorrhoeae infeksiyonlarının bir arada saptanmasına ve araştırılmasına imkan tanır. Ayrıca idrar örneklerinde etkenin araştırıl- masına yönelik testler, örnek alım kolaylığı ve asemptomatik taşıyıcıların belirlenmesine imkan tanır. İlk akım idrar örneklerinde çalışılması tes- tin duyarlılığını arttırır. Bu amaçla ELISA, DFA ve moleküler tanı testlerine adapte edilen modi- fiye yöntemler tanıda kullanılmaktadır.

Chlamydia trachomatis

C.trachomatis tanısında kullanılan yöntem- ler beş grupta toplanabilir. Bu yöntemler sırasıy- la hücre kültürü, sitolojik yöntemler, antijen tayin yöntemleri, serolojik tanı ve moleküler tanı yöntemleridir. Ayrıca non-spesifik tanı ola- rak lökosit esteraz testi de bazı laboratuvarlarda tercih edilmektedir(1,10).

Hücre kültürü: Hücre kültürü, C.trachoma- tis’in laboratuvar tanısında referans yöntem (gold standard) olarak kabul edilmektedir.

Özgüllüğü oldukça yüksek olması ancak duyar- lılığın düşük olması ve duyarlılık durumunun örnek yeterliliği ile ilişkilendirilmesi, klinik örneğin taşınmasında belirli koşullara dikkat etme zorunluluğu, uygulanışının zorluğu, zaman alıcı ve pahalı olması, bu yöntemin önemli dezavantajlarıdır.

C.trachomatis’in üretilmesi için en çok kul- lanılan hücre kültürleri McCoy, HeLa-229 ve BHK-21’dir. Bunlar arasında en sık kullanılan- lar, siklohekzimid ile muamele edilmiş McCoy hücreleridir. Hücre kültürü yönteminin duyarlı-

lığı ve özgüllüğü; uygun muayene maddesi, kullanılan eküvyonun özelliği, transport ortamı, uygun hücre ortamı ve besiyerinin özelliği gibi bir takım faktörlere bağlıdır. Hücre kültüründe lamelli tüp (shell-vial) yöntemi tercih edilmekte- dir. C.trachomatis inklüzyonlarının belirlenme- sinde Giemsa ya da iyot boyama yöntemi kulla- nılabilirse de, günümüzde bunun yerini fluore- sein ile işaretli monoklonal antikorlarla boyama yöntemi almıştır.

Sitolojik tanı yöntemleri: Laboratuvar olanaklarının sınırlı olduğu durumlarda muaye- ne maddesinin sitolojik olarak incelenmesi ve Giemsa yöntemi ile boyanması, diğer bakteriler ile oluşan infeksiyonların ayırıcı tanısında önem taşımaktadır. Özellikle N.gonorrhoeae’nin birinci derecede neden olduğu yenidoğan konjunktivit- lerinde hazırlanan preparatın Giemsa yöntemi ile boyanması, C.trachomatis’in bu bakterilerden ayırt edilmesinde önem taşır. Ancak günümüz- de immünfloresans ve immünperoksidaz boya- ma yöntemleri daha duyarlı ve özgül yöntemler olarak tanıda kullanılmaktadır.

Antijen tayini: C.trachomatis’in laboratu- var tanısında hücre kültürüne alternatif olarak ELISA ve DFA gibi antijen saptayan testler sık- lıkla kullanılmaktadır. ELISA yönteminde Chlamydia lipopolisakkarit (LPS) antijenlerine karşı monoklonal antikorlar kullanılır. Çok sayı- da klinik örneğin aynı anda çalışılabildiği bu test ile 2-3 saat içinde sonuç almak mümkündür.

Bazı bakterilerin polisakkaritleri ile Chlamydia antijenleri arasında çapraz reaksiyonların görü- lebilmesi, bu yöntemin dezavantajıdır. Son yıl- larda 10-15 dk. gibi kısa sürede sonuç verebilen, Chlamydia LPS antijenini muayene maddelerin- de saptayabilen ucuz ve pratik ticari testler geliştirilmiştir. Bu testler özellikle tarama ama- cıyla ve sınırlı laboratuvar imkanı bulunan yer- lerde kullanılabilmektedir.

DFA testinde C.trachomatis’in dış memb- ran proteinlerine (MOMP’lerine) spesifik monoklonal antikorlar kullanılmaktadır. DFA testi, yeterli klinik örneklerde kısa sürede sonuç verebilen bir testtir; kültürden daha ucuz, pratik ve kullanımı kolay olması nedeniyle birçok laboratuvar tarafından tercih edilmektedir.

(5)

Kadınlarda serviks epitelinin yeteri kadar alına- maması ve kullanılan eküvyonun özelliği, düşük riskli gruplarda testin duyarlılığını önemli ölçü- de azaltmaktadır. DFA testinin önemli bir avan- tajı, alınan muayene maddesinin kalitesini değerlendirmeye imkan tanımasıdır.

Seroloji: Chlamydia infeksiyonlarının tanı- sında serolojik yöntemler, etkene ve infeksiyo- nun özelliğine göre değişiklik göstermektedir.

C.trachomatis’in neden olduğu genital infeksi- yonlarda serolojik testlerin tanıda değeri yoktur.

Serolojik tanı daha çok kronik infeksiyonların tanısında (pelvisin inflamasyonlu hastalığı ve lenfogranüloma venereum) ve yeni doğan pnö- monileri gibi sistemik Chlamydia infeksiyonları- nın tanısında kullanılmaktadır. Serolojide kulla- nılan başlıca yöntemler, EIA, indirekt fluoresan antikor testi (IFA) ve mikroimmünfluoresan testi (MIF) şeklinde sıralanabilir. C.trachomatis’e karşı spesifik IgG antikorlarının belirlenmesi, epidemiyolojik çalışmalarda da önem taşımak- tadır.

Moleküler biyolojik yöntemler: C.tra- chomatis infeksiyonlarının tanısında, nükleik asit hibridizasyon ve nükleik asit amplifikasyon testleri geliştirilmiştir. Chlamydia infeksiyonları- nın laboratuvar tanısında en iyi yöntem olarak bilinen hücre kültürü, günümüzde yerini özgül- lüğü ve duyarlılığı daha yüksek, çabuk sonuç verebilen ve daha güvenilir olan moleküler tanı yöntemlerine bırakmıştır. Polimeraz zincir reak- siyonu ve ligaz zincir reaksiyonu erkek ve kadın idrarlarında çalışılabilmeleri, asemptomatik ve düşük risk gruplarında duyarlılıklarının yüksek olması nedeni ile referans yöntemler olarak kabul edilmektedir. Amplifikasyon amacıyla MOMP 16S-rRNA ve plazmid DNA’sını kodla- yan genleri içeren primer setleri kullanılmakta- dır. Yapılan çalışmalarda, moleküler tanı yön- temlerinin erkek ve kadınlardan alınan üretral, servikal ve idrar örneklerinde % 100’e yakın duyarlılığa ve özgüllüğe sahip olduğu bildiril- miştir.

Lökosit esteraz testi, üretritlerin tanısında kullanılan hızlı bir test olup, idrarda bulunan polimorf nüveli lökositlerin oluşturduğu lökosit esterazın saptanması esasına dayanır. Lökosit

esteraz testi üretrit tanısında kullanılmakla bir- likte, C.trachomatis ve N.gonorrhoeae’nin ayırıcı tanısında kullanılmaz.

Mikoplazmalar

Mikoplazmaların laboratuvar tanısında kültür, direkt tanı yöntemleri ve serolojik yön- temler kullanılmaktadır(6,14).

Mikoplazmaların klinik örneklerden izo- lasyonu için sıvı, katı ve difazik besiyerleri geliş- tirilmiştir. Kullanılan besiyerleri bakterileri ve mantarları inhibe etmek için çeşitli antibiyotik- ler (penisilin, ampisilin, polimiksin B, amfoteri- sin) ve pH değişikliğini izlemek amacı ile bir indikatör (fenol kırmızısı) içermektedir.

Mycoplasma hominis 37°C’de, % 5 CO2, % 95 azot içeren, pH’sı 7 olan ortamlarda, Ureaplasma urealyticum ise 37°C’de, % 10-20 CO2, % 80-90 azot içeren ve pH’sı 6 olan ortamlarda üreyebi- lir. Genital mikoplazmaların tanısında incelene- cek örneklerin rayon, dakron gibi eküvyonlarla alınması ve hemen ekilmeyecekse sükroz-fosfat (2SP), U9-B buyyonu gibi bir sıvı taşıma besiyeri içinde laboratuvara ulaştırılması önerilmekte- dir.

M.hominis ve U.urealyticum’un farklı pH’larda üreyebilmesi, M.hominis’in arginini U.urealyticum’un ise üreyi metabolize etmesi nedeni ile bu bakterilerin izolasyonları için fark- lı besiyerleri geliştirilmiştir. Bunlardan başlıca- ları, M.hominis için Mikoplazma buyyonu ve agarı, U.urealyticum için Ureaplazma buyyonu ve agarı olup, her iki mikroorganizmanın birlik- te üreyebildiği A7 agar, modifiye U9-B gibi besi- yerleri de izolasyon amacıyla kullanılmaktadır.

Ekimler, sıvı ve katı besiyerlerine yapılır ve 15 gün süreyle kontrol edilir. Renk duyarlılığı olan besiyerlerinden katı besiyerlerine pasaj alınarak, iki hafta kadar anaerobik ortamda bekletilir.

Koloni morfolojisi ve kültüründen hazırlanan kolonilerin boyanması ile tanıya gidilir.

Günümüzde kültür yöntemlerinde karşı- laşılan sorunlar ve mikoplazmaların geç üreme- si sebebiyle, esası üre ve arginin hidrolizine dayanan ticari sıvı besiyerleri geliştirilmiştir. Bu testlerin uygulanması basittir. Bunlar ayrıca antibiyotik direncini saptayabilmektedir.

Vajinal örneklerden M.hominis’in tanısı

(6)

amacıyla IFA testi kullanılmaktadır. IFA testinin kültürden daha duyarlı olduğu bildirilmektedir.

Son yıllarda tanıda moleküler yöntemlerde kul- lanılmaktadır. Bu amaçla, U.urealyticum’un üreaz genleri, M.hominis’in ise 16S-rRNA’sı primer nükleotidler olarak kullanılmaktadır.

Mikoplazmalara karşı antikorlar, puberte- den sonra cinsel aktivitenin başlamasıyla birlik- te artar. Sağlıklı erişkinlerin serumlarında M.hominis ve U.urealyticum’a karşı antikorlar saptanabilmektedir. Serolojik testlerin hastalık tanısında ne derece değerli oldukları tartışmalı- dır. Serolojik tanı amacı ile en çok mikoplazma- ların yüzey antijenleri kullanılmaktadır.

Bakteriyel vajinoz (BV) etkenleri: BV eti- yolojisinde rol oynayan mikroorganizmalar Gardnerella vaginalis, fakültatif laktobasiller, M.hominis, viridans streptokoklar, anaerobik bakteriler ve Mobilincus spp.’dir. BV’nin patoge- nezinde mikrobiyal antagonizm, vajinal redoks potansiyeli ve bakteriyel enzimler rol oynamak- tadır.

BV laboratuvar tanısında daha çok biyo- kimyasal özellikleri ve klinik tanı kriterleri (Amsel ve Nugent) ile birlikte tanı konulmakta- dır(4,11,12).

Viral etkenler Herpes simpleks virusu

Herpes simpleks virusu (HSV) infeksiyon- ları, dünyada en yaygın görülen infeksiyonlar- dandır. En önemli özelliği, primer infeksiyon sonrası ömür boyu latent kalabilmesidir. HSV, Herpesviridae ailesinin bir üyesi olup, 200 nm çapında, zarflı büyük bir virustur. DNA’sı çift sarmallıdır ve 162 kapsomerden oluşan ikoza- hedral simetrili kapsid içinde yer alır. HSV’nun iki tipi vardır; bunlardan HSV-1 daha çok oral, HSV-2 ise genital sekresyonlarla bulaşır. Cinsel ilişkiyle bulaşan HSV-1 ve HSV-2 infeksiyonları- nın rutin laboratuvar tanısında aşağıdaki yön- temler kullanılabilmektedir(6,8,13).

Virusa özgül monoklonal antikorlar kulla- nılarak, fluoresan antikor testleri ile klinik örneklerde antijen aranması esasına dayanan yöntemler kullanılır. DFA testinde klinik örnek-

lerin lamlara fiksasyonunu takiben fluoresan boya ile muayene maddelerinde HSV-1 veya HSV-2 etkenine ait antijenlerin araştırılması ve fluoresan mikroskopta incelenmesi esasına dayanır. Ayrıca klinik örneklerde antijen aramak amacıyla daha çok ELISA yöntemi de kullanıl- maktadır.

HSV’ların tanısında hücre kültürü yönte- mi en iyi ve güvenilir referans yöntem “gold standard” olarak bilinmektedir. HSV’ların üre- tilmesinde kullanılan hücre tipleri Vero, Hep2, MingLung ve A-549’dur.

Günümüzde HSV’ların izolasyonunda en sık kullanılan kültür yöntemi “shellvial” lamelli tüp yöntemidir. Bu yöntem, alınan örneğin, lamelli tüplerde üretilmiş tek/tam tabakalı hüc- relerin üzerine ekilmesinin ardından, 24-48 saat gibi kısa bir sürede DFA yöntemi ile virusun varlığının saptanması esasına dayanır.

HSV’un laboratuvar tanısında DNA hibri- dizasyonu, polimeraz zincir reaksiyonu, gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu gibi mole- küler biyolojik metotlar kullanılmaktadır. Bu yöntemlerin duyarlılıkları yüksektir. Ancak pahalı olması ve özel donanım ve personel gerektirmesi nedeniyle moleküler biyolojik yön- temler daha çok immün yetmezliği ve sistemik hastalığı olan hastalarda, HSV’na bağlı infeksi- yonların kliniğinin araştırılmasında tercih edil- mektedir. Ayrıca antiviral tedaviye verilen yanı- tın izlenmesinde kullanılmaktadır. Rutin tanıda tercih edilmez.

Hepatit virusları

CYBH açısından önemli olanlar Hepatit B virusu (HBV) ve Hepatit C virusu (HCV) şeklin- de sıralanabilir. Ülkemizin özellikle HBV açısın- dan endemik kuşakta yer alması ve bu virusla- rın cinsel yolla geçebilen etkenler arasında olma- sı nedeniyle erken tanı önemlidir. HBV ve HCV infeksiyonlarının tanısında rutin laboratuvarlar- da en sık kullanılan yöntem, virusların antijen ve antikorlarının saptandığı, prensibi ELISA temeline dayanan serolojik testlerdir(6).

HPV

HPV, 50-55 nm büyüklüğünde DNA virus-

(7)

ları olup, Papovaviridae ailesi içinde sınıflandırı- lırlar. Moleküler tanı yöntemleri ile yapılan çalışmalarda 200’den fazla genotip saptanmıştır.

Bunlardan özellikle 35’inin, başta servikal intra- epitelyal neoplazi olmak üzere, genital infeksi- yonlarla ilişkili olduğu belirtilmektedir. HPV tip 6 ve 11 ekstra genital yerleşim göstermesine kar- şın, HPV tip 16,18,31 ve 45 invaziv yerleşim eğilimindedir. Kadınlarda serviks kanseri ile HPV tip 16,18,31,33,39,45 ve 51’in yakın etiyolo- jik ilişkisi mevcuttur. Bu amaçla tip düzeyinde tanısal değer önem taşımaktadır. HPV’ların tip düzeyinde tanısında, moleküler biyolojik yön- temler tercih edilmektedir. Tanıda immünohis- tokimyasal yöntemler kullanılmaktadır. Ancak, bunların duyarlılığı düşüktür. Serviks kanseri teşhisinde “papsmear” testi kullanılmakla bir- likte, HPV tanısında değeri yoktur. Doku kesit- lerinde virusun majör kapsit proteinleri araştırı- labilir. Ancak, bu yöntemin duyarlılığı düşüktür.

Çapraz reaksiyonlar nedeniyle serolojik yön- temlerin HPV tanısında önemi yoktur(5,8).

Nükleik asit hibridizasyon testi ve bu amaçla geliştirilen, in situ hibridizasyon “sout- hernblot” hibridizasyon, “reverseblot” hibridi- zasyon, “dot/slot” hibridizasyon gibi metotlar tanı amaçlı kullanılmaktadır. Bunlar arasında en çok tercih edilen “southernblot” hibridizasyon yöntemidir.

Polimeraz zincir reaksiyonu esaslı yön- temler klinik örneklerde oldukça yüksek duyar- lılığa sahiptir. Polimeraz zincir reaksiyonu HPV’nun 40’tan fazla tipini ayırt edebilme üstünlüğüne de sahiptir. Ayrıca sınırlı miktarlar- da örneklerle çalışılabilmesine olanak sağlama- sı, yöntemin diğer bir avantajını oluşturmakta- dır.

Günümüzde HPV’nun tanısında en çok kullanılan yöntemler “Hibrid capture” ve poli- meraz zincir reaksiyonu esaslı yöntemlerdir.

Bunlardan “Hibrid capture 2”, HPV DNA’sını tanımlayabilmektedir. Bu yöntem Food and Drug Administration (FDA) tarafından da onay almış ikinci kuşak hibridizasyon yöntemidir.

Testin, 96 kuyucuklu mikroplak uygulamalı ticari kullanımı mevcut olup, kullanım kolaylığı sağlamaktadır. Bu yöntem ile HPV’nun yüksek riskli, düşük riskli tiplerini içeren grupları ayrı ayrı belirlemektedir.

HPV’nun 40’tan fazla tipini ayırt edebilen polimeraz zincir reaksiyonu duyarlılığı yüksek, özgüllüğü düşük, negatif prediktif değerinin ise oldukça yüksek olduğu belirtilmektedir.

HIV

HIV, AIDS’in (Acquired Immunodeficiency Syndrome/İnsan İmmün Yetmezlik Sendromu) etkenidir. HIV, RNA viruslarından Retroviridae ailesi içindeki Lentivirus alt ailesinde yer alır; iki tipi vardır.

HIV ile infekte olgularda erken tanı ve antiviral tedavinin başarısının izlenmesi labora- tuvar tanı olanaklarını ön plana getirmektedir.

HIV tanısında kullanılan laboratuvar test- leri aşağıdaki şekilde tanımlanabilinir(6,7,8).

1. HIV antikorlarının tanısı 2. HIV antijenlerinin tanısı 3. Hızlı testler

4. Hücre kültürü

5. Moleküler biyolojik yöntemler.

HIV antikorlarının tanısı: HIV tanısı;

etkenin belirlenmesine yönelik olan tarama test- lerini ve tarama testleriyle saptanan pozitifliği doğrulama amacıyla başvurulan testleri kapsar.

Tarama testleri: HIV antijenlerine karşı oluşmuş antikorların hasta serumlarında sap- tanması esasına dayanır. Bu amaçla laboratuvar- larda en çok kullanılan yöntem ELISA’dır. HIV tanısında başlangıçta kullanılan birinci kuşak ELISA’larda, T hücrelerinde üretilip saflaştırıl- mış HIV lizatları kullanılmıştır. Bu testlerin duyarlılıkları ve özgüllükleri oldukça düşüktür.

İkinci kuşak ELISA testlerinde rekombinant pro- tein ve sentetik peptitler kullanılmıştır. Bu test ile HIV-1 ve HIV-2’ye karşı oluşan antikorlar araştırılmıştır. Duyarlılık ve özgüllüğü, birinci kuşak testlere göre daha fazladır. Antijenin bir konjugatla işaretli olduğu sandviç ELISA temel- li üçüncü kuşak testler ile daha da yüksek duyarlılık içerir. Bu testlerle pencere dönemi kısaltılmıştır. Günümüzde dördüncü kuşak ELISA’lar kullanılmaktadır. Bu testlerin, hasta örneklerinde hem HIV-1 hem de HIV-2’ye karşı oluşmuş antikorları ve hem de P24 antijeni sap- tayabilmesi, HIV serokonversiyonunda pencere

(8)

dönemini iyice kısaltarak erken tanıya olanak sağlamaktadır.

HIV ile infekte hücrelerde ve viriyonda doğal gp41/160 bulunmasından dolayı, HIV infeksiyonunda serokonversiyonun belirlenme- sinde, denatüre antijenlerin yerine doğal HIV antijenleri kullanıldığı takdirde serokonversiyo- nun 2-6 hafta daha erken saptanabileceği bildi- rilmektedir.

Doğrulama testleri: HIV’un viral protein- lerine ve glikoproteinlerine (gp160, gp120, p66, p55, p51, gp41, p31, p24, p17) karşı oluşmuş olan antikorları ayrı ayrı olarak saptayabilen

“Western blot” (WB) yöntemi kullanılmaktadır.

Ayrıca indirekt fluoresan antikor testi ve rekom- binan proteinlerin ve sentetik peptitlerin kulla- nıldığı “Lineimmunoassay” (LIA) yöntemleri de doğrulama testi olarak kullanılmaktadır. WB testinin pozitif kabul edilmesi için çeşitli mer- kezlerin önerdiği kriterler vardır. Pozitiflik kri- terlerine uymayan bantların ve/veya herhangi bir tek bandın olması kuşkulu/belirsiz sonuç olarak değerlendirilmektedir. WB’de hiçbir ban- dın görülmemesi ise negatiflik olarak değerlen- dirilmektedir.

ELISA testlerinin pozitif, WB testinin ise negatif veya belirsiz olduğu durumlarda, kişi- nin riskli davranış öyküsüne göre testin tekrarı veya HIV RNA testi ön görülmektedir.

HIV antijenlerinin tanısı: HIV ile infekte bazı kişilerin serumlarında antikorların varlığın- dan önce veya sonra p24 antijeni araştırılmakta- dır. Bu amaçla, ELISA yöntemi kullanılmaktadır.

HIV antijenemisi serokonversiyondan önce tes- pit edilebildiği, antikorlar oluştuktan sonra ise ortaya çıkan immünkompleksler nedeni ile serumda genellikle gösterilemediğinden, HIV’nun tanısında antijen arama testinin tek başına kullanılması tercih edilmemektedir.

Hızlı testler: Genellikle aglütinasyon, immünfiltrasyon ve immünokromatografik test- ler bu amaçla kullanılmaktadır. HIV prevalansı- nın düşük olduğu toplumlarda hızlı testlerin pozitif prediktif değerleri oldukça düşüktür.

Dünya Sağlık Örgütü, özellikle gelişmekte olan ülkelerde HIV’un tanısında hızlı testlerin ve

ELISA’nın birlikte kullanılmasını önermektedir.

Hücre kültürü: HIV, dondurulmuş ve taze lenfosit kültürlerinde ve değişik hücre dizilerin- de üretilebilmektedir. Uygulama güçlükleri, yüksek maliyeti, zaman alıcı olması, infekte edici virus miktarını ve kişisel biyogüvenlik ris- kini artırması, antikor arama ve moleküler tanı yöntemlerinin daha duyarlı olması sebebi ile rutin tanıda tercih edilmez. HIV’nun hücre kül- türüne genellikle araştırma amaçlı laboratuvar- larda başvurulur.

Moleküler biyolojik yöntemler: Bu yön- temler, HIV’un proviral DNA’sını ve viral RNA’sını saptar. Moleküler tanı yöntemlerinin kullanıldığı kantitatif yöntemler aracılığıyla viral yük saptanabilir. Hastalığın takibinde önemli rol oynayan bu testlere genellikle refe- rans laboratuvarlarında başvurulmaktadır.

HIV infeksiyonu olan hastalarda klinik takip için kullanılan CD4+T lenfositi ve beta-2- mikroglobulin düzeyleri çeşitli yöntemler ile araştırılır. Tanıya katkı sağlayan bu testler non- spesifik olarak kabul edilir. CD4+ T hücrelerinin dolaşımdaki sayı ve yüzdesinin saptanması, HIV infeksiyonlarının prognozunun belirlenme- sinde ve hastalığın kliniğinin ve antiretroviral tedavinin izlenmesinde önem taşır. Bu amaçla en çok “Flow-sitometrik” yöntemler kullanıl- maktadır. Beta-2- mikroglobulin, HIV pozitif hastaların serumunda lenfosit stimülasyonunu takiben artmaktadır. HIV infeksiyonlu hastala- rın klinik takibinde ve prognozunun belirlenme- sinde CD4+ T lenfositi ölçümü ile birlikte kulla- nıldığında yardımcı bir göstergedir.

Mantar etkenleri Candida albicans

C.albicans’ın CYBH arasında yer alıp alma- dığı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.

İnsanlarda en sık görülen mantar infeksiyonu mikotik vajinittir. Etken mikroorganizma ise genellikle C.albicans’dır.

C.albicans, direkt olarak klinik materyal- den % 10’luk KOH ile hazırlanan preparatlarda ve Gram boyama yöntemi ile maya hücrelerinin

(9)

veya hif ve yalancı hiflerinin mikroskopta görül- mesi ile saptanır.

C.albicans’ın kültürü için en çok kullanılan besiyeri Saboraud besiyeridir(6).

Parazit etkenleri Trichomonas vaginalis

CYBH etkenleri arasında en sık görülen protozoon olup, vajinit ve üretritlere neden olur.

Ayrıca bu parazit, kontamine idrar ile ve konta- mine banyo ve tuvaletlerden de bulaşabilmekte- dir. Alınan klinik muayene maddelerinin (vaji- nal, üretral, idrar) % 0.85’lik tuzlu sudaki prepa- rasyonlarının 1 saat içinde mikroskop altında incelenmesi önem taşır.

Diğer bir mikroskobik tanı yöntemi ise, vajinadan alınan muayene maddesinin akridi- noranj ile boyanması sonucu, protozoonun sap- tanmasıdır. T.vaginalis’in antijenlerine karşı fluo- resein ile işaretli spesifik monoklonal antikorlar kullanılarak da tanıya gidilebilir. T.vaginalis’in kültürü Diamond ve Hollander gibi besiyerleri kullanılarak gerçekleştirilir. T.vaginalis’in kültü- rü oldukça duyarlı bir yöntemdir. Ancak mali- yetinin daha yüksek olması önemli dezavantaj- dır. Son yıllarda T.vaginalis’in tanısında, polime- raz zincir reaksiyonu gibi moleküler tanı yön- temleri kullanılmaktadır. Testlerin duyarlılığı ve özgüllüğü oldukça yüksektir(6,8).

KAYNAKLAR

1. Ağaçfidan A. Chlamydia infeksiyonlarının labora- tuar tanısı, Flora Derg 1997;2(1):27-34.

2. Ağaçfidan A. Treponem apallidum: Etken, labora- tuvar tanısı ve tanıda karşılaşılan sorunlar

“Ağaçfidan A, Anğ Ö (eds). Cinsel Temasla Bulaşan Hastalıklar (CTBH)” kitabında s.141-50, Faik Yolaç Ofset Basım, İstanbul (1999).

3. Ağaçfidan A, Kohl P. Sexually transmitted disea- ses in the world, FEMS Immunol Med Microbiol 1999;24(4):431-5.

PMid:10435762

4. Amsel R, Tootten PA, Spiegel CA, Chen KC, Eschenbach D, Holmes KK. Nonspecific vaginitis:

Diagnostic criteria and microbial and epidemiolo- gi cassociations, Am J Med 1983;74(1):14-22.

http://dx.doi.org/10.1016/0002-9343(83)91112-9 5. Burd HM. Human papilloma virus and cervical

cancer, Clin Microbiol Rev 2003;16:1-17.

http://dx.doi.org/10.1128/CMR.16.1.1-17.2003 PMid:12525422 PMCid:145302

6. Çakal M, Ağaçfidan A. Cinsel yolla bulaşan hasta- lıkların mikrobiyolojik tanısı, Türkiye Klinikleri J Int Med Sci 2006;2(11):11-20.

7. Çelikbaş AK, Baykam N, Özmen S ve ark. HIV/

AIDS olgularında antiretroviral tedaviye virolojik ve immünolojik yanıtın değerlendirilmesi, ANKEM Derg 2011;25(4):215-9.

8. Hay P, Ugwumadu A. Detecting and treating common sexually transmitted diseases, Best Pract Res Clin Obstet Gynaecol 2009;(5)23:647-60.

http://dx.doi.org/10.1016/j.bpobgyn.2009.06.008 9. Loeffeholz MJ, Binnicker MJ. It is time to use

treponema-specific antibody screening tests for diagnosis of syphilis, J Clin Microbiol 2012;50(1):2-6.

http://dx.doi.org/10.1128/JCM.06347-11 PMid:22090405

10. Miller KE. Diagnosis and treatment of Chlamydia trachomatis infection, Am Fam Physician 2006;

73(8):1411-6.

PMid:16669564

11. Nugent RP, Krohn MA, Hillier SL. Reliability of diagnosing bacterial vaginosis is improved by a standardized method of gram stain interpretation, J Clin Microbiol 1991;29(2):297-301.

PMid:1706728 PMCid:269757

12. Nyirjesy P. Vulvovaginal candidiasis and bacterial vaginosis, Infect Dis Clin North Am 2008;22(4);637- 52.

http://dx.doi.org/10.1016/j.idc.2008.05.002 PMid:18954756

13. Schmutzhard J, Merete Riedel H, Zweygberg Wirgart B, Grillner L. Detection of herpes simplex virus type 1, herpes simplex virus type 2 and varicella-zoster virus in skin lesions. Comparison of real-time PCR, nested PCR and virus isolation, J Clin Virol 2004;29(2):120-6.

http://dx.doi.org/10.1016/S1386-6532(03)00113-6 14. Stellrecht KA, Woron AM, Mishrik NG, Venezia

RA. Comparison of multiplex PCR assay with culture for detection of genital mycoplasmas, J Clin Microbiol 2004;42(4):1528-33.

http://dx.doi.org/10.1128/JCM.42.4.1528-1533.2004 PMid:15070999 PMCid:387538

15. Whiley DM, Tapsall JW, Sloots TP. Nucleic acid amplification testing for Neisseria gonorrhoeae.

An ongoing challenge, J Mol Diagn 2006;8(1):3-15.

http://dx.doi.org/10.2353/jmoldx.2006.050045 PMid:16436629 PMCid:1871692

Referanslar

Benzer Belgeler

•  C.sep@cum doğada oldukça yaygın •  Toprakta ve sindirim sisteminde bulunurlar •  Hastalık sonbahar aylarında ve özellikle karbonhidrat yönünden yüksek

Birçok hücre tipinin primer kültüründe hücre sayısı azdır ve hücrelerin ömrü kısadır.. Ancak “gerçek” hücreye en yakın model primer

Lokal hijyen grubu ola- rak ele alınan hastalara Gynoflor vajinal tablet veril- miştir ve bu hastaların %54 ü (60 tanesi) kür, kalan hastaların 9 tanesinde Bakteriyel vajinozis,

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2005 yılında yaptığı tahminlere göre, 15-49 yaş arasındaki bireylerde tedavi edilebilir CYBH’ın (sifiliz, gonore, klamidya

Üretral akıntı ve genital ülser için geliştirilmiş tanı ve tedavi akış şemalarının özellikle gelişmekte olan ülkelerde kullanımı önerilmektedir.. Vajinal akıntı

Özellikle seyahat sırasında cinsel ilişki yaşama ihtimali daha yüksek olanlar; gençler, erkekler, tek başı- na ya da aynı cinsten bir grupla seyahat edenler, kendi

Ancak bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda genital lezyonlar tedaviye dirençlidir ve bu hastalar nüks açısından daha yüksek risk altındadır (23). Erkeklerde HPV

Son dönemdeki çalışmalarda HCV enfekte erkeklerde sperm miktarında azalma, anormal morfoloji ve düşük motilite gözlenmiştir (Şekil 2b, Tablo 2) (3).. Viral