• Sonuç bulunamadı

Dokuz Eylül Üniversitesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Dokuz Eylül Üniversitesi"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Yeşim Edis Şahin. Şahin’e göre, üniversite ile toplum birlikte karşı durmayı başaramazsa; üniversiteler artık herhangi bir şirketin araştırma laboratuvarına, akademisyen ve öğrenciler de şirketin projelerini yerine getiren bir çalışana dönüşecek.

Yeni YÖK taslağını tartıştığımız ‘Akademik Kürsü’nün bugünkü konuğu Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Yeşim Edis Şahin. Şahin’e göre, üniversite ile toplum birlikte karşı durmayı başaramazsa; üniversiteler artık herhangi bir şirketin araştırma laboratuvarına, akademisyen ve öğrenciler de şirketin projelerini yerine getiren bir çalışana dönüşecek.

Yeni YÖK taslağıyla üniversitelerde neler değişecek?

En köklü değişiklik Üniversite Konseylerinin gelmesidir. Üniversiteler kendi aralarında sınıflandırılıyor. Belli kriterlere uyan üniversitelere Konsey getirilecek, Konsey olmayan üniversiteler kamu kaynakları ile desteklenecek. Biraz daha gelişmeye başladıklarında da, “Ben burayı geliştirdim, al buyur kullan” denilerek sermayeye verilecek. Rektörü de Üniversite Konseyi seçiyor. Bugüne kadar biçimsel de olsa rektör seçimlerinde oy kullanıyorduk. Seçtiğimiz atanmıyordu belki ama hiç değilse bir muhalefet olduğunu, orada bir taban olduğunu gösterebiliyorduk. Konseye rektörü belirlemek dışında, bütçe yapmak, stratejik plan çıkartmak, üniversite adına kamulaştırmaya gitmek, sözleşmeli öğretim elemanlarına ödenecek ücretleri belirlemek gibi olağanüstü yetkiler verilmiş durumda.

“Üniversiteler özerkleşiyor kendi rektörünü kendi seçebiliyor daha ne istiyorsunuz” diyor yasaya olumlu bakanlar. Buradaki sorun şu; Üniversite Konseyi beni, akademiyi temsil etmeyen, melez bir yapı. İçinde akademi var, sermaye var. Kamu-Özel-Sivil Toplum Kuruluşu (STK) işbirliği dedikleri “yönetişim” devrede. Yapının tipik özelliği;

harcamaları kamu yapıyor, sermaye istediği şekilde yönetiyor. Yönetişim demokrasi değildir. Sermaye katılıyor, ben katılmıyorsam, üstelik oylarda eşit güçte de katılmıyorsam o demokrasi değildir.

AKADEMİSYEN ŞİRKET ÇALIŞANI

Öğretim üyelerinin çalışma statüleri de önemli oranda değişiyor, nedir bu değişiklikler?

Örneğin Ankara’daki Konseyle İzmir’deki Konseyin sözleşmeli eleman için belirlediği ücret farklılaşacak.

Proleterleşme sürecine girmeye başladık. Toplam Kalite Yönetimi, rekabet ve birbirine düşürülme süreci devreye girmiş durumda. Kim daha çok üretir ve yaparsa onun daha iyi maaş ve ücret alması üzerine kurulu bir sistem içerisinde gerçekten bilim dediğimiz şey nasıl mümkün olabilir? Kendi içimizde önce sözleşmeli ve kadrolu olarak ikiye ayrılacağız. Bu yetmeyecek bir daha ikiye ayrılacağız, araştırmacı olanlar ve olmayanlar diye. Araştırmacı profesörler yine sözleşmeli olacak ama sözleşmeli olup, araştırmacı olmayan profesör de olacak. Araştırmacı profesör, yalnızca araştırma yapacak, derslere girmeyecek. Bunlar sosyal bilimlerden çok fen bilimlerinde belirgin şekilde ortaya çıkacak. Mesailerini Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge) projelerine yani sermayenin talep etmiş olduğu projelere harcayacaklar. Puanları, yaptıkları Ar-Ge faaliyetleri ve projeler üzerinden verilecek.

Bu anlamda bakıldığında üniversite herhangi bir işletmenin araştırma laboratuarına dönüşecek. BANKALAR MÜFREDATA KARAR VERECEK

Böyle bir yapılanma içerisinde sosyal bilimler nereye gidecek?

Yeni yasada, “Topluma hizmet faaliyetleri” diye bir madde var. Bu da ilk bakışta sıcak geliyor. Bizim gibi İktisat Fakülteleri “sürdürülebilir istihdam” için mezun yetiştirecekmiş. Bologna süreci içerisinde bize, “Mezun olan

öğrencileriniz en çok nerede çalışıyor” diye sordular. Bankalar vs. Çalıştıkları yerlere gidilip anketler yapıldı. Bizim öğrencilerimizden memnun olup olmadıkları, öğrencilerden ne istedikleri soruldu. Yakında bize bankalar

öğrencilerimize neleri öğreteceğimizi söyleyebilirler. Topluma hizmet diye bunu tanımlıyorlar. Özellikle lisansüstü bundan sonra mesleki eğitime dönüşüyor. Bilim insanı sorgulayarak, merak ederek çalışır. Ama siz bilim insanının

(2)

merakını öldürüyorsunuz. Bundan sonra, “Ben ne yapabilirim ki pazarda satsın” diye düşünmesi isteniyor bilim insanının. Einstein rölativiteyi pazarda satsın diye çıkarmadı. Buradan teori çıkmaz, ancak bilgisayar faresinin sağı solu çıkar.

TÜBİTAK SERMAYE İLE ÜNİVERSİTEYİ BULUŞTURDU

Tasarı ile üniversitelerde ortaya çıkacak dönüşümün halka yansıması nasıl olacak?

“Üniversitede elde edilen bir bilgi olacak ve bu bilgi metaya dönüştüğünde sonuçta ülkeye de katma değer getirecek” deniliyor. Araştırma Geliştirme (Ar-Ge) projesi sonunda elde edilen bilginin ileri teknoloji bilgisi olması, rekabet etme potansiyelini arttırması gerekiyor ki şirket bu bilgiyi ürüne, metaya çevirip patentini alabilsin. Aldığında ise burada artık piyasada tek fiyattır, yani “monopol” demektir. Bir şirketin monopol kârı elde ederek çalışması durumunda ister istemez ülkeye katma değer sağlayacağını söylüyor klasik ve neo-klasik iktisat.

Ama süreç öyle olmuyor. Hiçbir az gelişmiş ülkede bu konularda sıçrama yapılmadı. Hindistan yazılımda sıçrama yaptı ama bu tek başına Hindistan’ı kurtarmadı. Bir de elde edilen metanın üretimi ülke içinde olmayabiliyor, emeğin çok daha ucuz olduğu yere kaçıyor. Genel anlamda halka bir katkısı olmuyor. Ya da ulaşamayacağı ürünler şeklinde oluyor.

Konsey olan ve olmayan üniversite ayrımı da sanırım bu bilgiyi ve ürünü üretme kapasitesine bağlı olup olmamasına göre yapılıyor.

Aslında çark burada TÜBİTAK. Ar-Ge projesi yapan bir şirket aklınızın alamayacağı bir vergi indiriminden de faydalanıyor. Sanayici TÜBİTAK’a proje ile başvuruyor. Proje onaylanırsa hibe şeklinde yani faizsiz şekilde

TÜBİTAK’tan desteği alıyor. Bu parayı, TÜBİTAK’ın yönlendirdiği araştırmacıya veriyor. Buradan ürün çıkıyor ve sanayici ürünü alıp gidiyor. Üstüne üstlük bir de vergi indirimi alıyor. TÜBİTAK, üniversite-sanayi işbirliği pazarları, Ar-Ge pazarları, panayırları kurdu. Bu

şekilde üniversitelerin özelleştirilmesinin zemini hazırlandı. TOPLUM VE ÜNİVERSİTE BİRLİKTE MÜCADELEYE Bütün bu yapılmak istenenlere karşı koyuş nasıl olmalı?

Bunlar sadece üniversitenin sorunu değil. Toplumun sahip çıkması gerekiyor. Dayanışmayı güçlendirmemiz gerekiyor. Birbirimizi görebilmemiz, yan yana gelebilmemiz gerekiyor artık. Tek başına üniversitenin yapacağı bir mücadele başarılı olamaz. Eğitim-Sen burada örgütlü sendikadır. Ben Eğitim-Sen’den çok daha aktif bir sendikacılık yapmasını bekliyorum. Bunun içine DİSK’i de, Türk-İş’i de almak zorunda. Sendikalar bunu bir yere kadar getirebiliyor. Tek ses şeklinde politik bir hat çizmek gerekiyor. Bu güne kadar lüksümüz vardı ama bundan sonra lüksümüz yok. İmza vererek mücadele edilmiyor. Gerçek eylemler gerekiyor. Sendikal yapının bize, bizim de ona sahip çıkmamız lazım. Emine Uyar - evrensel.net -11-02-2013

Referanslar

Benzer Belgeler

Kanun kapsamında kurulan Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri, şiddetin önlenmesi ve tedbir kararlarının izlenmesine yönelik, şiddet mağduru kişiler ile şiddet

 Mesleki eğitim, ileri eğitim veya öğretim bağlamında..  Yangın ve afetten korunma ve kurtarma hizmeti alanındaki eğitim ve ileri

Akademisyenler tarafından, üniversite yönetimlerinin bilimsel araştırma işlevini geliştirebilmeleri adına yapılan son öneri ise ortam şartlarının iyileştirilmesi

Eğer birisi sınıf arkadaşına siber zorbalık yapıyorsa nasıl davranabilirsin. Zorbayı, kendi davranışıyla ilgili düşündürmeye çalış ve olumsuz tavrının

Halkı çevreye sahip çıkmak adına örgütlenmeye davet eden Kaymak; “Parçası olduğumuz doğayı korumak, doğayı metalaştırarak insanların tüm

Meslek hayatlarının eşiğin- de olan, yapacakları mesleğe ilişkin aldıkları eğitimle daha yetkin hale gelmiş olması beklenen dördüncü sınıf öğrencilerinin duygusal

Boşuna neylesek, ııitsek Gören yok eriyip bitsek Bir parça ileri gitsek Demirel, illallah diyor. Düşmüş kıratın peşine Candan sarılmış işine Oturmuş soft a başına

İkinci formülde ise kıdem tazminatı fonu için yüzde 6 oranında prim kesilecek. Bunun 4 puanı işveren, 0.5 puanı işçi priminden oluşacak. Devlet 1 puan katkıda