MİMARLIĞA GİRİŞ
İlk insana ilişkin izler M.Ö. 195.000 yıl öncesine kadar gitmekte. (Etyopya) İlk dini/kültürel yapılara 20.000 yıl öncesinde rastlanmakta (Göbeklitepe)
Çevrenin İnsan ve Yaşamı üzerindeki belirleyiciliğinin arka planında, insanlığın tecrübe ettiği kırsal (pastoral) yaşam biçimi vardır.
Pastoral yaşam biçimi gereğince, İnsanoğlunun çevresini kendi ihtiyaçlarına göre düzenlemesi,
Doğal Sığınaklarda ve kendi yaptığı barınaklarda yaşaması, Aile ve büyük Grup faaliyetleri için yapılar yapması
çevreye ve bu çevrenin sahip olduğu potansiyele bağımlı gereğince biçimlenmiştir.
Bu süreçte insanın çevreye müdahalesi vardır fakat sınırlıdır.
Pastoral yaşam biçiminde çevreye olan bağımlılık ve uyarlanma karakteristik bir özelliktir.
Bölge kavramında detaylandırılacağı üzere, bu bağımlılık ve uyarlanma, alansal farklılaşmanın ve de yer yazıcılığının da temelinin oluşturur.
Fiziki Çevre ve Mimarlık
Çevresel determinizm (belirlenimcilik)
1 - ÇEVRE; insana göre dış dünyayı oluşturan tüm -insani olmayan- organik- inorganik varlığa işaret eder.
2 - DETERMİNİZM: (Belirlenimcilik) konumu, hızı ve doğrultusu bilinen şeylerin geçmişteki durumunun ve gelecekteki halinin kesin olarak bilinebileceği tezini ifade etmektedir.
“Belirli bir anda, doğayı yöneten tüm güçleri ve onu oluşturan varlıkların birbirlerine göre karşılıklı durumunu bilen bir zeka olsaydı ve bu zeka, öte yandan, tüm bu verileri çözümleyebilecek kadar geniş olsaydı, evrenin en büyük cisimlerinin hareketleri ile en hafif atomlarının hareketini aynı bir formül içinde toplayabilirdi; onun için hiçbir şey belirsiz olamaz, geçmiş kadar geleceği de bilirdi. İnsan zihninin hakikati araştırma yönündeki tüm çabası, onu
tasarladığımız bu zekaya sürekli yaklaştırmaya yöneliktir” P.S.Laplace (1749-1827)
3 - ÇEVRENİN, İNSANİ OLANI (görünüşü, karakteri, etkinlikleri vb.) KONTROL
ETMESİ, BELİRLEMESİ
19. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk yarısına kadar etkili olan çevresel determinizm, coğrafyacıların da, çalışma odalarından çıkmadan, sadece çeşitli tematik haritalar kullanarak
Yeryüzünün herhangi bir yerinde hüküm süren fiziksel koşullar (yeryüzü şekilleri, iklim şartları, vejetasyon örtüsü vb.) ile buna bağlı olarak ortaya çıkan yaşam koşulları (yerleşme tipi, nüfus yoğunluğu, üretim tarzı vb.) üzerine önermeler formüle
edebilmelerini mümkün kılmıştır.
Eski çağlardan beri, Çevresel koşulların insan yaşamı üzerindeki etkisi üzerine düşünülmüştür.
Victor Cousin “Bana bir harita verin, size a priori olarak, söz konusu ülkenin
insanlarının nasıl olacağını, o ülkenin tarihte nasıl bir rol oynayacağını rastlantısal olarak değil ama bir zorunluluğun gereği olarak söyleyebilirim” (Aktaran:
Livingston, 2011).
Paolo Portoghesi mimarlığını, ‘insan ve doğa’, ‘insan ve dünya’ arasındaki ilişkiyi yansıtma sorunsalı üzerinden, jeo-felsefe bağlamında geliştirdiği, ‘jeo- mimarlık’ olarak tanımlar.
Porthogesi kendi mimarlık pratiğini ‘dinlemenin şiiri’ olarak adlandır.
Paolo Portoghesi 1931 Roma - …
Roma Merkez Camii
Portoghesi’ye göre,
dinlemenin şiirini yazan mimarlara örnek olarak;
Kengo Kuma Imre Makovecz Shigeru Ban Emilio Ambasz
Aldo Rossi yi örnek verir.
"Wae Rebo"
Endonezya
İNSAN
YAPI ÇEVRE
“Bana bir harita verin, size a priori olarak, söz konusu ülkenin
insanlarının nasıl olacağını, o ülkenin tarihte nasıl bir rol oynayacağını rastlantısal olarak değil ama bir zorunluluğun gereği olarak
söyleyebilirim”
Victor Cousin (1792-1867)
Bir diğer yaklaşım kültürel peyzaj’ yaklaşımıdır.
Kültürel peyzaj okulunun en önemli temsilcisi Amerikan coğrafyacı Karl Sauer’dir.
“Kültürel peyzaj, doğal peyzajın bir kültür grubunca tasarlanmasıyla oluşur.
Kültür bir ajan, doğal alan bir medya, kültürel peyzaj ise sonuçtur. Zamanla değişen verili bir kültürün etkisi altında peyzaj da aşama aşama gelişir ve sonuçta kendi gelişim
döngüsünün sonuna erişir”.
Kültürel peyzaj okulunun çevreye ilişkin yaklaşımı anti-çevresel determinist bir tutum içerse de, çevre merkezi bir pozisyona sahiptir. Çünkü, kültürün varlık alanı fiziksel peyzajdır. Bu nedenle, kültürel peyzaj çalışmalarında topoğrafya, toprak, akarsular,
bitkiler ve hayvanlar kültürel unsurlarla birlikte ele alınır ve tüm fiziksel unsurların insan eylemleriyle nasıl değiştirildiği/dönüştürüldüğü incelenir.
Determinizm, Olanakçılık ve Kültürel Peyzaj
Water market, Tailand
Doğal Çevre Yapılı Çevre
Çevre,
Etkin olarak insanı saran,
Kişisel ve toplumsal yaşantıyı etkileyen, yaşantıya ilişkin karar alma sürecine etki eden ve bundan etkilenen
Etkileşimli, Dinamik bir yapıdır
Coğrafyada çevresel determinizme alternatif olan bir diğer yaklaşım olanakçılık olarak bilinmektedir. Olanakçılık, toplumların, fiziksel çevrenin etkilerine
birbirinden farklı şekillerde tepki verebileceğini iler sürer.
Çevresel faktörlerin etkisini kabul eden ama insanı da aktif bir fail olarak
konumlandıran olanakçılık yaklaşımını belki de en iyi Lucien Febvre özetlemiştir:
“Zorunluluklar yoktur, her yer olanaklarla doludur ve olanakların efendisi olarak insan, eylemlerinin yargıcıdır”.3 Olanakçılığın Neo-Kantçılık, olasılık teorisi ve Lamarkçı biyolojiyle kökensel ilişkileri mevcuttur.
Kapitalist ekonominin tüm yeryüzünü sarması ve hem üretim araçlarını/üretici güçleri hem de mekanı yeniden üretme sürecinin 20. yüzyılda büyük oranda tamamlanmasıyla
coğrafyadaki çevresel determinist açıklama modeli de zayıflamış; çevreyi ve çevre-insan ilişkisini daha farklı bağlamlarda ele alan yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.
Coğrafyada çevresel determinizme alternatif olan bir diğer yaklaşım olanakçılık tır.
Olanakçılık, toplumların, fiziksel çevrenin etkilerine birbirinden farklı şekillerde tepki verebileceğini iler sürer.
Çevresel faktörlerin etkisini kabul eden ama insanı da aktif bir fail olarak konumlandıran
olanakçılık yaklaşımını belki de en iyi Lucien Febvre özetlemiştir: “Zorunluluklar yoktur, her yer olanaklarla doludur ve olanakların efendisi olarak insan, eylemlerinin yargıcıdır”.3 Olanakçılığın Neo-Kantçılık, olasılık teorisi ve Lamarkçı biyolojiyle kökensel ilişkileri mevcuttur.
Çevre kavramı, 1950 sonrasında Avrupa da dört farklı perspektifte ele alınmaya başlanmıştır.
Bu yaklaşımların ortak özelliği, Çevre-insan etkileşiminin daha çok “insan”
tarafına ağırlık vermiştir.
1-Doğal Afetler Coğrafyası: Amerikalı coğrafyacı Gilbert White, insanların afet algılarını merkeze alan bir yaklaşım geliştirdi. Çevreye değil de, insanın çevreyi nasıl gördüğü, algıladığına odaklanan bir yaklaşımdır.
2- Kültürel Ekoloji: Kültürel antropoloji ile kültürel coğrafyanın sınır bölgesinde yer alan kültürel ekoloji yaklaşımı 1960’ların sonlarında, özellikle ABD’de etkin olmuştur. Julian Steward, Andrew Vayda, Roy Rappaport, Marvis Harris, Clifford Geertz gibi isimlerin öncülüğünde gelişmiştir.
Kültürel ekologlar, kültürü yeniden materyalize ederek onu biyofiziksel bir zemine oturtmuşlar; çevresel
kullanım, çevresel modifikasyon, günlük yaşam ve kültürel ritüeller üzerine detaylı ve uzun süreli alan çalışmaları yürütmüşlerdir. Gerçekleştirilen çalışmalar holistik bir tabiata sahiptir. Kültürel ekoloji perspektifinde çevre ve kültür birbirine karşılıklı bağlı, göreceli olarak durağan ve içsel olarak karmaşık süreçler, ilişkiler ve olaylar olarak kavramsallaştırılmıştır.
Kültürel ekoloji, yerel bir odağa sahip olup, kültürel grupları ve ilgili grupların sahip olduğu biyofiziksel ortamı, ulusal ve küresel ölçekten bağımsız bir şekilde değerlendirmektedir.
3- Politik Ekoloji: 1980’lerde ortaya çıktı.
4- Yeni Afet Coğrafyası : afetlere karşı kırılganlığın nüfus içerisinde hem derece hem de tür bakımından değişken olduğu; kırılganlığın, insanların bölgesel ya da ulusal sosyal yapılar (ve aynı zamanda en geniş ölçekte küresel ekonomi-politik) içerisindeki yeri bakımından açıklanması gerektiği ifade edilir.
Politika üreticilerinin dikkatini insanların afet algısından ve (örneğin, fırtınalara karşı sel duvarı yapmak gibi) teknokratik politikalardan uzaklaştırmakta; bunun yerine, odağı, yoksulluğun ve güçsüzlüğün nasıl sosyal olarak üretildiği ve kırılgan toplulukların bir doğal afet gerçekleştiğinde ortaya çıkan problemlerden nasıl
daha iyi korunabileceği gibi yeni bir perspektife doğru kaydırmıştır.
İnsanlık, kendisini doğanın bir parçası olarak, onunla birlikte/onun içinde var-olduğuna ilişkin kavrayışı ana akım olarak modern çağa kadar devam etti.
yerleşik yaşama geçiş ve soyut/kavramsal düşünebilme yetilerinin belirgin bir şekilde ortaya çıkışı, insanlığın -zaman içerisinde artan bir ölçüde- ikinci bir doğa yaratmasını sağladı.
İkinci doğa, toplumsal olanı içermektedir. İkinci doğa içerisindeki insan, ilksel doğadan kendisini ayırmış, ona dışardan bakmış, aradaki ilişkiyi mücadele-savaş olarak görmüştür.
İnsanlık, 16. yüzyıldan itibaren ilksel doğayı kaynağa indirgedi. Bu haliyle, doğa ve toplum olarak, esasında tarihsel ve insan yapımı bir dikatomi geliştirdi.
Coğrafyacıların doğa-toplum ikiliğine bakışı, başlangıçtan günümüze değişik şekillerde kavramsallaştırıldı.
Coğrafyada doğa-toplum ikiliğine yönelişin, çevrenin kavramsallaştırılmasıyla önemli ölçüde paralellikleri var
1990’ların ortalarından itibaren entelektüel ve politik olarak birbirinden farklı olan gruplar, araştırma güncelerine doğayı tekrar geri getirmeye yönelik
girişimlerde bulunmuşlardır.
Bu girişimlerden biri yeni doğal kaynaklar coğrafyasıdır2. Teorik bir arka plan sahip olan bu yaklaşımda, doğal kaynaklar coğrafyasının sosyal olarak oluşturuluşuna vurgu yapılmaktadır. Yaklaşım, doğal kaynaklardaki
“doğal” taraflara olan vurguyu azaltmakta ve bunların cevaplanması gereken merkezi konumdaki sorular
olmadığını ileri sürmektedir. Doğal kaynaklar coğrafyasındaki temel yönelim, “üretim faktörleri”nin içerisinde tanımlandığı ve değişen ölçeklerde önem taşıdığı ekonomik sistemin yapısının analizine kaymıştır. Bu tür
çalışmalarda, meta üretiminin kapitalist, sınıflara bölünmüş toplumlarda nasıl organize edildiği araştırma konusu edilmektedir.
Doğanın kültürel çalışmalar bağlamındaki ele alınışında ise, “doğal” olarak düşünülenlerin nasıl, kim ve ne şekilde doğal olarak temsil edildiği soruşturmaktadır. Bu kulvardaki araştırmacılar, “doğal” olarak
adlandırılan/görülen şeylerin fiziksel özellikleri üzerindeki vurgunun önemini azaltmaya çalışmakta; odağı, temsiller üzerine çevirmektedir. Çünkü, onlara göre, temsiller, dünyanın doğrudan anlaşılabileceği sadık birer ayna değildir. İnşa edilmişlerdir. Bu coğrafyacılar post-modern, post-yapısal, post-kolonyal yaklaşımların teorik arka planlarını kullanarak doğanın temsillerinin (yazılı, sözlü, sözel, görsel) sosyal olarak inşa edildiğini ve
toplumsal olan içerisindeki güç ilişkilerinin birer ifadesi olduğunu öne sürmektedir.
Doğa-toplum ikiliğinin coğrafyadaki üçüncü ele alınışını, kıta Avrupası felsefesi ile bilim ve teknoloji çalışmalarından beslenen hibrit coğrafyalar ve non-representational teori
oluşturmaktadır.
Bu yaklaşımlar, dünyanın “doğal” ve “toplum” olarak ikiye bölünmesinin gerçekliği basitleştirdiğini ve onun yanlış yorumlanmasına neden olduğunu öne sürmektedir.
Buna göre, dünyanın nitelik olarak farklı boyutlara ayrılmasına gereği yoktur; farklı olduğu düşünülen bu boyutlar birbirleriyle çok değişik şekillerde ve bağlamlarda temas etmektedir.
Sarah Whatmore ve Nigel Thrift (onlar gibi düşünen coğrafyacılar), aslında iki değil, tek bir gerçeklik içerisinde yaşadığımızı; “doğal” ve “toplumsal” olarak etiketlendirilenlerin, eğer bunların karakterleri ve etkileri yeterince anlaşılırsa, birbirlerinden ayrılamayacağını ifade
etmektedir. Bu yeni yaklaşımlar, insanların dünyayla olan ilişkilenmelerinin “temsili” çok aşan bir boyutta olduğu iddiasındadırlar.
İnsanların dokunma, koklama, duyma ve fiziksel etkileşime geçme becerisi olmasından dolayı.