• Sonuç bulunamadı

Celâl-zâde Sâlih Çelebi Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât tercümesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Celâl-zâde Sâlih Çelebi Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât tercümesi"

Copied!
2475
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Celâl-zâde Sâlih Çelebi

CEVÂMİ’Ü’L-HİKÂYÂT VE

LEVÂMİ’Ü’R-RİVÂYÂT TERCÜMESİ

(İnceleme-Metin)

CİLT 1

Hazırlayan Doç. Dr. Tuncay BÜLBÜL Nevşehir 2017

(2)

Celâl-zâde Sâlih Çelebi

Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât Tercümesi İnceleme - Metin Yazar Doç. Dr. Tuncay BÜLBÜL ISBN 978-605-68061-0-0 (Tk) 978-605-68061-1-7 (Cilt 1) 1. Baskı Aralık 2017 Dizgi Doç. Dr. Tuncay BÜLBÜL Baskı TEZMER

Erciyes Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Kantin İçi Ana Kampus KAYSERİ

(3)

2015 yılının bir Haziran günü dünyama doğan oğlum Göktürk Yabgu’ya ve

2017 yılının bir Haziran günü henüz 65 yaşında aniden dünyamdan göçüp Rahmân’ın rahmetine kavusan babam Kamil Bülbül’ün aziz hatırasına…

(4)
(5)

5 İÇİNDEKİLER

ÖN SÖZ ... 7

BİRİNCİ BÖLÜM 1. CELÂL-ZÂDE SÂLİH ÇELEBİ'NİN HAYATI VE ESERLERİ 1.1. Hayatı ... 9

1.2. Eserleri ... 14

1.2.1. Manzum Eserleri ... 14

1.2.1.1. Dîvân ... 14

1.2.1.2. Dürer-i Nesâyih ... 15

1.2.1.3. Leylâ vü Mecnûn Mesnevisi ... 15

1.2.2. Mensur Eserleri ... 15

1.2.2.1. Tarih-i Sultan Süleyman ... 15

1.2.2.2. Tarih-i Mısr-ı Cedîd ... 16

1.2.2.3. Kıssa-i Firuz Şah Tercümesi ... 16

1.2.2.4. Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât Tercümesi ... 16

1.2.2.5. Münşeat ... 17

1.2.2.6. Miftâh Şerhi Hâşiyesi ... 18

1.2.2.7. Mevâkıf Şerhi Hâşiyesi ... 18

1.2.2.8. Vikâye Şerhi Hâşiyesi ... 18

1.2.2.9. Islâhü’l-Îzâh Hâşiyesi ... 18

1.2.2.10. Tağyîrü’t-Tenkîh Ta’lîkâtı ... 18

İKİNCİ BÖLÜM 2. KURGU VE ŞEKİL ÖZELLİKLERİ 2.1. Eserin Genel Kurgusal Özellikleri... 19

2.2. Eserin Kurgusal Akışı ... 29

2.3. Dil ve Üslûp ... 113

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. METİN 3.1. Nüshaların Tavsifi ... 123

3.2. Metnin Kuruluşunda Dikkat Edilen Hususlar ... 128

3.3. Çeviri Yazı Alfabesi ... 130

3.4. Metin ... 131

KAYNAKLAR ... 2437

(6)
(7)

7 ÖN SÖZ

Bir toplumu millet yapan en önemli unsurlardan birisi şüphesiz ki kültürdür. Toplumlar uzun asırlar boyunca işleyip bir sistem haline getirdiği kültürleri sayesinde nesillerine güvenli bir gelecek sağlar. Milletlerin geleceği için hayatî önem taşıyan kültürel birikimlerinin başında edebî ürünler gelmektedir. Edebî ürünler bir milletin hafızası olma niteliğini taşır.

Türk milletinin altı asır boyunca kültürel hafızası niteliğindeki klasik Türk edebiyatı geleneği içerisinde başta şiir olmak üzere pek çok eser verilmiştir. Bu eserlerin en önemlilerinden birisi de mensur hikâyeler-dir. Mensur hikâyeler gerek yaşanmış olaylardan ilham alarak üretil-miş olsun, gerekse kurgusal olarak üretilüretil-miş olsun Türk milletinin ideal yöneticiyi ve ideal insanı yaratma çabasında önemli işlevler üst-lenmiştir.

Klasik Türk edebiyatı geleneği içerisinde üretilmiş olan mensur hikâye külliyatları içerisinde en hacimli olanlarından birisi Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât adlı eserdir. Bu eser, Mu-hammed Avfî’nin Farsça olarak derlediği eserinin Celâl-zâde Sâlih Çelebi tarafından yapılmış aynı adla tercümesidir. Çevirisi 15 ay gibi kısa bir sürede tamamlanan bu eserde irili ufaklı 1848 adet hikâye bulunmaktadır. Bu hikâyeler dışında eserde, İran’ın mitolojik döne-minde yaşamış hükümdarların hayat hikâyeleri, Emevî halifeleri, Ab-basî halifeleri gibi İslam tarihi için önemli kişiliklerin yaşamlarından kesitler de yer almıştır. Aynı zamanda dünyadaki “yedi iklim”de ya-şayan Çinliler, Türkler, Rumlar gibi milletlerin yaşadıkları coğrafyalar ve özellikleri anlatılmıştır. Kısacası Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât, siyasetnameden dua mecmuasına, coğrafya kita-bından ahlak risalesine kadar hayatın pek çok yönüne dokunan bir eserdir.

Bu çalışma Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât’ın metnini ilim âlemine kazandırmayı hedeflemiştir. Çalışma üç bölümden oluş-maktadır. Birinci Bölüm’de eserin mütercimi Celâl-zâde Sâlih

(8)

Çele-8

bi’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi verilmiştir. İkinci Bölüm eserin kurgu ve şekil özelliklerini ana hatlarıyla ele almaktadır. Bu bölümün “Eserin Genel Kurgusal Özellikleri” başlığı altında eseri oluşturan temel kurgusal yapıtaşları çözümlenmeye çalışılmıştır. “Eserin Kurgu-sal Akışı” başlığı altında ise eserin bir anlamda kurguKurgu-sal iskeleti ana hatlarıyla ortaya konmuştur.

Çalışmanın üçüncü ve son bölümünde metin yer almaktadır. Bu bö-lümde öncelikle eserin nüshaları hakkında bilgiler verilmiş, metnin oluşturulması esnasında dikkat edilen hususlara değinilmiş ve eserin çeviri yazılı metni yapılmıştır.

Bu çalışma oldukça uzun ve yorucu bir mesainin ardından ortaya çı-kartılabilmiştir. Bu uzun süre zarfında pek çok insanın bu çalışmaya katkısı olmuştur. Bu çalışmada yardımlarını esirgemeyen yüksek li-sans öğrencilerimden Emre Cihan, Ömer Semiz, Kerem Aydın, Zebi-hullah Mansoor, Muhammed Fahim Akhtari, Farzana Nazary’e; dok-tora öğrencilerim Arş. Gör. Ahmet Uğur, Süleyman Anıl Tombak, Halis Aydın ve Okt. Burak Beken’e; eserin Arapça tercümeleri sıra-sında yardımıma koşan Fikret Şanlıbaba’ya, Farsça tercümelerinde her türlü katkıyı sunan Arş. Gör. Şerife Ördek’e, metni başından sonuna kadar okuyup önemli noktalarda ufkumu açan saygıdeğer hocam Prof. Dr. Filiz Kılıç’a teşekkür ederim. Ve tabiki bu uzun ve meşakkatli çalışma boyunca bana tahammül gösteren eşim Ayşe’ye ve oğlum Göktürk’e müteşekkirim.

Doç. Dr. Tuncay BÜLBÜL Nevşehir

(9)

9 BİRİNCİ BÖLÜM

1. CELÂL-ZÂDE SÂLİH ÇELEBİ’NİN HAYATI VE ESERLERİ

1.1. Hayatı

16. yüzyılın edip, şair ve tarihçilerinden olan Celâl-zâde Sâlih Çelebi Rumeli şehirlerinden Vılçıtrın’da doğmuştur. Celâl-zâde’nin doğum tarihi hakkında çeşitli görüşler bulunmakla birlikte Hicrî 900’lü yılla-rın başında doğduğu kaynaklar tarafından kabul edilmiştir (Tuman, 2001: 528; İslam Ansiklopedisi, 1993: 262; Gökbilgin, 1993: 63; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, 1977: 30; Işık, 2007: 812). Babası Tosyalı Kadı Celâleddin Efendi’dir. Nişancı Celâl-zâde Mustafa Çele-bi’nin kardeşidir. İlk eğitimini babasından alan Sâlih Çelebi, Kemal Paşa-zâde’nin derslerine devam etmiş, onun bazı eserlerini temize çekmiştir. Aynı zamanda Şeyh Hamdullah’tan yazı dersleri de almış-tır. 1520 yılında Kânûnî’nin cülûsu sırasında Hayreddin Efendi’den mülâzim olmuş, ardından da Edirne Siraciye Medresesi’nde müderris olarak görevlendirilmiştir. Bu görevi sırasında Kânûnî Sultan Sü-leymân’ın Rodos, Belgrad, Budin ve Üngürüs seferlerini yazmıştır (Kılıç, 2010: 1269; Sungurhan Eyduran, 2008: 103-104; 2009: 450). Bu eserlerinin yanında Veziriazam İbrâhîm Paşa hakkında yazdığı şiirleri vasıtasıyla görevi İstanbul Murat Paşa Medresesi’ne nakledildi. Uzun bir müddet burada görev yapan Sâlih Çelebi 1535’te Atik Ali Paşa Medresesi’ne 40 akçeyle geçmiştir. Özellikle, Veziriazam Ayas Paşa’ya yazdığı kasidelerin etkisiyle çok geçmeden 1536’da Sahn-ı Seman müderrisi olmuştur. Bu sırada Kânûnî’nin isteği üzerine sekiz ciltlik Kıssa-i Fîrûz Şâh adlı eseri Farsçadan Türkçeye kısa bir zaman-da tercüme etmiştir (Kılıç, 2010: 1270; Sungurhan Eyduran, 2009: 451; Bursalı Mehmed Tahir, 2009: 278; İslam Ansiklopedisi, 1993: 262; Gökbilgin, 1993: 63; Işık, 2007: 812). Âşık Çelebi Sâlih Çele-bi’nin bu tercümesini “El-Hak ol makûle kitâb-ı kebîr ve kelâm-ı kesîr andan eyü tercüme olınmaz. Hem vâzıhdur, hem fasîhdür. Türkîdür ammâ Acem dilberleri gibi pür-kirişme ve Arab işvegerleri gibi melîhdür.” (Kılıç, 2010: 1270) sözleriyle övmüştür. Bu çalışmasıyla

(10)

10

padişahın büyük takdirini kazanan Sâlih Çelebi 1542’de Vâsî Ali’si diye tanınan Filebeli Alâaddin Ali Çelebi’nin yerine Edirne Bayezid Medresesi’ne müderris olmuştur (Gökbilgin, 1993: 63).

Bu görevden sonra 1544 senesinde Halep kadılığına tayin edilen Sâlih Çelebi aynı yıl Mısır beylerbeyi Hadım Davud Paşa’yı teftiş için Mı-sır’a gönderildi. Kısa bir sürede bu görevi de tamamlayıp İstanbul’a döndü. Halep kadılığı kendisine tekrar teklif edilmiş, ancak Sâlih Çe-lebi kabul etmemiş, 1546’da İstanbul Bayezid Medresesi’ne müderris olmuştur. Ancak bu görevde de çok kalmayarak tekrar kadılık mesle-ğine dönmüş, önce Şam, ardından da Mısır kadılığı yapmıştır. Yakla-şık üç yıl yaptığı bu görevden sonra 1550’de emekliye ayrılmıştır (Kılıç, 2010: 1270; Sungurhan Eyduran, 2009: 451; Bursalı Mehmed Tahir, 2009: 278; İslam Ansiklopedisi, 1993: 262; Gökbilgin, 1993: 63; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, 1977: 30; Işık, 2007: 812). Sâlih Çelebi, emekli olduktan sonra ağabeyi Mustafa Çelebi’nin Eyüp’te yaptırdığı caminin yakınlarında bir ev satın almış ve hayatının bundan sonraki kısmını bir inziva hali içinde bu evde geçirmiştir. Celâl-zâde Sâlih Çelebi Cevâmi’ü’l-Hikâyât’ın sebeb-i tercüme bölü-münde emekliliğe kadar geçen ömrünü kısaca özetlemiştir. Bu na göre, mütercim, gençlik yıllarından itibaren oldukça çalışkan, zeki ve işbilir bir kimsedir. Bu konuda akranları arasında da seçkindir. Bu dönemlerinde her türlü ilmi öğrenmeye çalışmış, hangi ilme el atsa altından kalkmış bir kişiliktir. Hiçbir zaman vaktini boşa geçirmeyi doğru bulmayan bir yapıya sahiptir. Bu koşuşturmaca içinde bazen aklî ilimlerde, bazen naklî ilimlerde, bazen de edebiyatla uğraşmıştır. Mütercim bu bölümde edebiyat ilminin 12 ilme ayrıldığını, kendisinin bu ilimler içinden özellikle, ma’ânî, beyân ve bedî ilimlerinden oluşan belâgat ilmiyle uğraştığını ifade eder. Mütercimin özellikle belâgatle uğraşmasının nedeni Kur’an-ı Kerim’in gizli hazinesine ancak bu ilimle uğraşan kimselerin ulaşabilecek olmasıdır. Ancak bu ilimleri herkesin edinebilmesi mümkün değildir. Bu ilimler ancak Allah’ın izin vermesi ve kişiyi bu ilimleri anlayabilecek fıtratta yaratmış olma-sıyla mümkündür. Mütercim de bu zor işin, Allah’ın izniyle üstesin-den gelmiş, bu ilmi hakkıyla ve tam olması gerektiği gibi öğrenmiştir. Bunun sayesinde de Mısır, Şam ve Halep vilayetlerini, bu ilimde “mû-şikâf” olması sayesinde hakkıyla ve ikiyüzlülük etmeden teftiş

(11)

ede-11 bilmiştir. Ancak buralarda yöneticilik yapan diktatörlerle büyük

so-runlar yaşamış, onların büyük baskılarına maruz kalmıştır. Fakat ne o, bu zalimleri adalet yoluna getirebilmiş, ne onlar, mütercimi kendi yollarına uydurabilmişler, sonuçta onlar zulümleriyle gâlip, Sâlih Çe-lebi adaletiyle mağlup olmuştur. Bu durum ÇeÇe-lebi’de büyük hayal kırıklığı yaratmış, Allah’ın zalimleri kahredeceğine ilişkin Kur’an hükmü olmasına rağmen onların gâlip gelmesine bir anlam vereme-miştir. Mütercim bu düşüncedeyken “hâtıf”tan bir ses duyar. Bu ses Çelebi’ye hatasını hâlâ göremediğini, Allah’ın kendisine sunduğu büyük ilim nimetinin kıymetini bilmediğini, bu ilmi Allah yolunda kullanmayıp makam ve mansıp uğruna harcadığını, bu zilletin de ba-şına bundan dolayı geldiğini söyler. Bunun üzerine Sâlih Çelebi hata-sını anlayarak 957/1550-51 yılında tüm makam ve görevlerinden ayrı-larak emekli olmuş ve Eyüp’e yerleşmiştir. Eyüp’e yerleştikten sonra ibadetten arta kalan tüm zamanını okumaya ve yazmaya adamıştır. Bu çalışmaları sırasında geçmiş dönemlere ve hükümdarlara ilişkin hikâyeler Sâlih Çelebi’nin özellikle dikkatini çekmekte ve bunlardan bazılarını Türkçeye tercüme etme arzusu duymaktadır. İşte tam bu sırada Şehzade Bayezit, Celâl-zade Sâlih Çelebi’den Farsça olarak kaleme alınan Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât adlı eseri tercüme etmesini ister. Çelebi de bu isteği büyük bir memnuniyetle kabul eder (s. 138-140). Bu tercümeyi çok beğenen şehzâdenin tavas-sutuyla 1558’de Eyüp Medresesi müderrisliğine getirilmiştir. Ancak gözlerine perde inmesinden dolayı bu görevde üç yıl kalabilmiştir. Bu ikinci emekliliğinden sonra tekrar Eyüp’teki evine çekilen Sâlih Çele-bi 1565’te vefat etmiştir (Kılıç, 2010: 1272; Sungurhan Eyduran, 2009: 452; İslam Ansiklopedisi, 1993: 262; Gökbilgin, 1993: 63; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, 1977: 30; Işık, 2007: 812). Sâlih Çe-lebi, ağabeyi Mustafa Çelebi’nin yaptırdığı caminin haziresine defne-dilmiştir.

Sâlih Çelebi, ömrünün büyük bir kısmını ilim öğrenmek ve öğretmek için harcamış, fazileti, ahlakı, dürüstlüğü ile tanınmış, manzum ve mensur pek çok eser kaleme almış bir kişidir (Kütük 1995: 18). Sâlih Çelebi’nin bu özelliklerinden dolayı hocası Hayreddin Efendi kendisi-ni damat edinmek istemiş, ancak ilim öğrenmeye engel olur düşünce-siyle kabul etmemiştir (Kütük 1995: 18). Altmış yaşına geldikten

(12)

son-12

ra Halep kadısı olmadan önce annesi tarafından verilen bir cariye ile evlenmiş, bu evlilikten İshak adını verdiği bir oğlu olmuştur (Kılıç, 2010: 1273; Kütük 1995: 18). Bu oğlunun 10 yaşını geçtikten hemen sonra ölmesi üzerine derin bir eleme kapılan Sâlih Çelebi, bu üzüntü-sünü ifade etmek için Leylâ vü Mecnûn adlı mesnevisini yazmaya başlamış ve bu eseri de kırk iki günde tamamlamıştır (Kılıç, 2010: 1273-1274; Kütük 1995: 18). Eserin tamamlanması üzerine yazdığı tarih kıt’ası şu şekildedir:

Dürr-i mensûrı bu kıssa bahrinüñ Kırk iki günde olındı nazm hep Sana tarihin virür bunun haber

‘Ayn-ı nazm u fâ-yı sinn ü lâm-ı leb (Kılıç, 2010: 1274). Çok yönlü bir kişi olan Sâlih Çelebi, tarihten edebiyata, fıkıha varana kadar pek çok alanda eserler vermiştir. Sâlih Çelebi, Leylâ vü Mecnûn mesnevisi başta olmak üzere bütün eserlerini Âşık Çelebi’ye gönder-miş, Âşık Çelebi de Celâl-zâde’nin şairliği hakkındaki fikirlerini be-lirttiği şu şiiri yazmıştır:

Levhaşa’llâh kitâb-ı rûhânî Mehbit-i feyzhâ-yı Sübhânî Ne kitâb-ı acîb olur bu kitâb Yazamaz vasfını bunun küttâb Hikmet-âmiz içinde ki kelimât İbret-engîz cümle sırr u nikât Nesri gûyâ ki lü’lü’-i mensûr Sakfı merfû’ u beytidür ma’mûr Nazmıdur ser-be-ser dür-i manzûm Ma’ni-i nagzıdur sır-ı mektûm Ta’n ider bahrı bahr-ı mescûra Ta’n ider beyti beyt-i ma’mûra İçi pür genc-i şâyegânîdür Genc-i pür-gevher-i ma’ânîdür

(13)

13 Dil-küşâdur latîf inşâsı

Cân-fezâdur güzel hikâyâsı Kıssası hep rumûz-ı pinhânî Sözleri vâridât-ı Sübhânî Gerçi kim mâziden hikâyetdür Ser-be-ser ehl-i hâle ibretdür Ma’den-i gevher-i hakâ’ikdur Her nice vasf olınsa lâ’ikdur Der ü dîvârı cümle pür-tezyîn Nite kim gülsitân-ı huld-ı berîn İde Allâh bed-nazardan emîn

Âferîn bâgbânına tahsîn (Kılıç, 2010: 1274-1275).

Celâl-zâde Sâlih Çelebi’nin edebî kişiliğinin toplu bir değerlendirmesi olan bu kıt’asında Âşık Çelebi onun hem şiir, hem de nesir vadisinde verdiği eserlerine övgüler düzmüştür.

Âşık Çelebi’nin hasta yattığı bir dönemde Celâl-zâde Sâlih Çelebi, Şâir Hatmî’yi geçmiş olsun ziyareti için Âşık Çelebi’ye gönderir. Sâlih Çelebi’nin bu davranışından çok etkilenen Âşık Çelebi, Sâlih Çelebi’ye şu kıt’ayı gönderir:

Diyâr-ı fazl u irfânda Sikender-mesned-i hûbî Otur gel sadra çekdürme cihâna sabr-ı Eyyûb’ı Azîz ol gel sadâret Mısr’ına ey Yûsuf-ı ihvân Yiter çekdi cihân kaht-ı keremden hüzn-i Ya’kûb’ı Kanı bir hâkim-i âdil ki gerdûndan ala dâdum İdem şekvâ-yı zehr-i kahr-ı dehr-i şehr-âşûbı Se-pâre oldı levh-i ma’rifet kilk-i hüner sındı Kazâ ceffe’l-kalem yazdı dürildi fazl mektûbı Eger agzıyla biñ murg-ı ma’ânî saydın eylerse Kalam nâ-dân yanında ser-nigûndur nitekim tûbî Hasîb ile nesîbe cây-ı râhat yok cihân içre Yiri sadr-ı sa’âdet câhilüñ olursa ger nûbî

(14)

14

Togaydı ger sa’âdet neyyiri burc-ı celâl üzre Agardı âsmâna ilm ü fazluñ gün gibi tûbı Bilür sultânumı Âşık ki fazl u lutfa Sâlih’dür Anuñçün rif’atüñdür rûz u şeb maksûd u matlûbı Ümîdüm bu ki beyt-i tâsi’î ol vakt idem itmâm

Ola hem-kâfiye hem isteyem hazretden Üsküb’i (Kılıç, 2010: 1276).

Âşık Çelebi’nin gönderdiği bu kıt’ayı karşılıksız bırakmayan Sâlih Çelebi cevaben şu kıt’ayı Âşık Çelebi’ye göndermiştir:

Gelüp çün ihtiyâr itdüm bu künc-i izz-i Eyyûb’ı Felek sadrında yirüm var melekler gibi kerrûbî Egerçi hûbdur sadr-ı menâsıbda dil-i âşık Degüldür zabta kâbil bil bu şûh-ı şehr-âşûbı Cihânda kadri yok diyü sakın yigrinme fazluñdan Bahâ-yı hüsni eksilmez ne deñlü yirseler hûbı Kadir virmekle âdem mi olur bir dîv-hû câhil Kireç sürmekle agarmaz yüzine zişt-i her nûbî Ferâgat kûşesin tutdı Salâhî şimdiden gerü

Du’âsından alalum gel Selanik ile Üsküb’i (Kılıç, 2010: 1276).

1.2. Eserleri

Oldukça üretken bir kişi olan Sâlih Çelebi’nin eserlerinin sayısıyla ilgili kaynaklar farklı rakamlar vermektedir (Uzunçarşılı, 1958: 428; İslam Ansiklopedisi, 1993: 263; Gökbilgin, 1993: 63; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, 1977: 30; Işık, 2007: 812; Erkan, 2002: 4; Özay, 2008: 15; Kütük, 1995: 31-32). Kaynaklara göre müellife ait olan manzum ve mensur eserler şunlardır:

1.2.1. Manzum Eserleri 1.2.1.1. Dîvân

Şiirlerinde Sâlih ve Salahî mahlaslarını kullanan Celâl-zâde Sâlih Çelebi, dîvânına manzum mensur karışık bir dîbâceyle başlamıştır.

(15)

15 Dîbâceden sonra dokuz beyitlik bir tevhid, on yedi beyitlik bir na’t

gelmektedir. Na’ttan sonra kasidelere geçilmektedir. Dîvânda Kânûnî Sultan Süleymân’a 2, Sadrazam İbrâhîm Paşa’ya 1, Ayas Paşa’ya 3 ve Sâlih Çelebi’nin hocası İbni Kemal’e 1 olmak üzere toplam 7 kaside bulunmaktadır. Eserde, kasidelerden sonra 143 gazel bulunmaktadır (Uzunçarşılı, 1958: 438-441; Topal, 2008: 30; Özay, 2008: 22-23; Erkan, 2002: 5-6; Kütük, 1995: 46-48).

1.2.1.2. Dürer-i Nesâyih

Yaşı ilerledikten sonra Celâl-zâde Sâlih Çelebi’nin gözlerine perde in-miştir. Bu duruma düştükten sonra çok fazla toplum içine çıkmayan Çelebi inzivaya çekilmiştir. Hayatının bu döneminde nefsin sorularına cevap ve başkalarına nasihat yollu Dürer-i Nesâyih adlı seksen beyitlik manzumesini kaleme almıştır. Daha sonra dostlarından birinin ricası üzerine, eser Türkçe olmasına ragmen bu manzumeyi beyit beyit şerh etmiştir. Eser, kaside nazım şekliyle yazılmıştır (Uzunçarşılı, 1958: 434-435; Topal, 2008: 29-30; Özay, 2008: 23-24; Kütük, 1995: 42). 1.2.1.3. Leylâ vü Mecnûn Mesnevisi

Sâlih Çelebi hayatının büyük bir bölümünü bekâr geçirmiştir. İhtiyar-lık dönemlerinde evlendiği bir cariyeden oğlu doğmuş, bu oğlu da küçük yaşta vefat etmiştir. Oğlunun ölümü Çelebi’de derin bir üzün-tüye sebep olmuş, bu üzüntü vesilesiyle de 1554 tarihinde Leylâ vü Mecnûn mesnevisini kaleme almıştır. Sâlih Çelebi Leylâ vü Mecnûn’da İranlı şair Hâtıfî’nin eserini örnek almıştır (Uzunçarşılı, 1958: 433; Topal, 2008: 31; Özay, 2008: 24; Kütük, 1995).

1.2.2. Mensur Eserleri

1.2.2.1. Tarih-i Sultan Süleymân

Eser, Kânûnî Sultan Süleymân’ın tahta çıkışından 1528 yılına kadar 9 yılda cerayan etmiş olayları anlatır. Bir mukaddime ile başlayan eser-de, Kânûnî’nin cülûsu, Canbirdi Gazalî İsyanı, Kânûnî’nin Belgrad Seferi, Rodos Seferi, Mısır’da olan olaylar, Mohaç Seferi, Anado-lu’daki isyanlar konu edilmiştir. Eser, Kânûnî’nin Vize taraflarına ava gitmesiyle sona ermektedir (İslam Ansiklopedisi, 1993: 263; Gökbil-gin, 1993: 63; Topal, 2008; Özay, 2008: 19-20; Yurdaydın, 1966; Erkan, 2002: 4; Kütük, 1995: 35). Uzunçarşılı eseri görmediğini, bu

(16)

16

eserin, müellifin, Belgrat Fetihnamesi, Rodos Fetihnamesi ya da Ta-rih-i Feth-i Budin adlı eserlerinden birisiyle karıştırılmış olması gerek-tiğini veya Mustafa Çelebi’nin Tabakatü’l-Memâlik adlı eserinin Sâlih Çelebi’ye Tarih-i Sultan Süleymân ismiyle atfedilmiş olabileceğini ifade etmiştir (Uzunçarşılı, 1958: 429).

1.2.2.2. Tarih-i Mısr-ı Cedîd

Celâl-zâde Sâlih Çelebi’nin, Mısır valisi Davud Paşa’yı teftiş etmek üzere Mısır’a gönderildiği sırada yazmaya karar verdiği eseridir. Eser Hz. Âdem’den başlayıp 953/1546-47 yılına kadarki süre içinde Mı-sır’da yaşanan belli başlı olayları ve bu süreçte Mısır’ı yöneten hü-kümdar ve yöneticileri özetlemiştir (Bülbül, 2011)

1.2.2.3. Kıssa-i Fîrûz Şâh Tercümesi

Kânûnî’nin isteği ile Farsçadan 8 cilt halinde ve kısa bir sürede tercü-me edilen bu eser Ziyâeddîn Bernî’ye aittir. Eser, 1357 senesine kadar Delhi Sultanlığı tarihini anlatmaktadır (Kılıç, 2010: 1270; Uzunçarşılı, 1958: 429-430; İslam Ansiklopedisi, 1993: 263; Topal, 2008: 28; Özay, 2008: 16; Erkan, 2002: 4; Kütük, 1995: 35-36)

1.2.2.4. Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât Tercümesi

Muhammed Avfî’nin, Delhi Türk Sultanı İltutmuş’un veziri Nizâmülmülk Muhammed b. Ebû Sa’d el-Cüneydî’ye sunduğu aynı adlı eserinin tercümesidir. Sâlih Çelebi eseri Şehzâde Bayezid’in em-riyle Türkçeye çevirmiştir. Toplam 1848 mensur hikâyenin bulunduğu eser İran’ın efsânevî tarihinden, destanî-mitolojik kahramanlarından, dinî, tarihî olaylardan bahsetmektedir. Toplam 4 ciltten oluşan eser, 25’er bablık 4 kısımdan oluşmaktadır. Âşık Çelebi’nin ifadesine göre Sâlih Çelebi bu eseri tercüme ederken hiç müsvedde kullanmamıştır (Kılıç, 2010: 1270-1272; Kavruk, 1998: 46-48; Uzunçarşılı, 1958: 435-437; İslam Ansiklopedisi, 1993: 263; Gökbilgin, 1993: 63; Topal, 2008: 28-29; Özay, 2008: 20-21; Erkan, 2002: 4-5; Kütük, 1995: 38-39). Sâlih Çelebi eseri tercümeye Ramazan 963/Temmuz 1556’da başlamış, Üçüncü Cildinin tercümesini Ramazan 964/Haziran 1557’de, Dördüncü Cildinin tercümesini de Muharrem 965/Ekim 1557’de tamamlamıştır. Bir başka deyişle Çelebi bu büyük eserini 15 ay gibi kısa bir zamanda tamamlamıştır. Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve

(17)

17 Levâmi’ü’r-Rivâyât’ın 3 ve 4. Ciltlerinin yer aldığı A nüshasında

il-ginç bir durum vardır. Bu nüshanın 168b ve 347b arasında farklı bir Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât tercümesi bulunmaktadır. Bu tercüme Bahâyî Efendi olarak tanınan Abdullah bin Lutfullah bin Muhammed bin Bahâüddin’e aittir. Bahâyî Efendi bu tercümeyi yap-ma sebebini “ol kitābuñ tercemesi emrini … Celāl-zāde Śāliĥ Efen-di’ye tefvįż idüp anlar daħı beźl-i mechūd ve saǾy-ı maĥmūd idüp bir ķaç yıl evķāt-ı Ǿazįze vü behiyye ve sāǾat-i şerįfe vü ĥilyesini śarf ķılup eǾamm-ı ebvābı ve ekŝer-i kitābı terceme idüp ancaķ Ķısm-ı Ŝāliŝ’üñ İkinci Bāb’ından On Yedinci Bāb’ına gelince olan mesāfe-i metrūk ve levĥ-i varaķdan menhūk ķılınmış. Lākin sebebi vāżıĥ ve illeti celį vü lāyıĥ olmadı ki maĥż-ı ihmāli mi oldı, yoķsa āmir ŧarafın-dan taǾcįl olınmaġla mecāl olmadı mı? El-ķıśśa baǾde’ź-źālik ol ter-ceme-i meymenet-intisāb u vālā-nisāb teġālįb-i eyyām u evķāt ve teŧavrāt-ı ezmān u sāǾatle āsitāne-i saǾādet-āşiyān u vālā-mekāna düş-di” (345b-346a) ifadeleriyle açıklamıştır. Ancak Bahâyî Efendi’nin dediği gibi Sâlih Çelebi eseri yarım bırakmamıştır. Bahâyî Efendi bu tercümesine Ramazan 972/Nisan 1565’te başlamış ve Muharrem 973/Temmuz 1565’te tamamlamıştır.

1.2.2.5. Münşeat

Sâlih Çelebi’nin mektuplarını içermektedir. Eserde, Kânûnî’ye sunu-lan bir arz-ı hâl, bir paşanın sefere gitmesi üzerine “tehniye-i gazâ” için gönderilen bir mektup, bir paşanın sadrazam olması üzerine tebrik için gönderilen mektup, yine bir başka paşanın savaşta kazandığı başa-rısını kutlamak için gönderilen mektup, Tatar hanı Saadet Giray’a gönderilen bir muhabbet-nâme, Hâce Efendi’nin bir şehzâdeye yaz-dırdığı mektup, Hâce Efendi’nin yakalandığı bir hastalıktan iyileşmesi üzerine yazılan bir geçmiş olsun mektubu, kazaskerlerden birine Sâlih Ecla diye birisi için yazılan şefâat-nâme, kudemadan birisinin Sâlih Çelebi’ye gönderdiği bir mektuba verilen cevap niteliğinde bir mek-tup, Edirne’deki Sultan Bayezid Medresesi’nde müderrisken Çele-bi’ye gelen bir şikâyet mektubuna cevaben yazılan bir mektup, Atayî Bey’e gönderilen bir firkat-nâme, ehibbadan birisinin Reis-i Küttab-ı Divan-ı Âlişan olması üzerine gönderilen bir tebrik mektubu, ehibba-dan birine gönderilen bir mektup, Tatar hanı kazaskeri Mevlana Ta-ceddin’e gönderilen bir mektup, ehibbadan birinin kardeşinin vefat

(18)

18

etmesi üzerine gönderilen bir taziye mektubu, bir devlet büyüğünden istekte bulunmak üzere yazılan mektup olmak üzere 16 mektup yer almaktadır. Eserde aynı zamanda Çelebi’nin bazı şiirleri de bulunmak-tadır (Uzunçarşılı, 1958: 438; Topal, 2008: 30-31; Özay, 2008: 25-26; Kütük, 1995: 44-46).

1.2.2.6. Miftâh Şerhi Hâşiyesi

Allâme Sirâcüddin Sekkâkî’nin (Ö.626/1229) Miftâhu’l-Ulûm adlı belâgata dair eserine pek çok şerh yazılmıştır. Eser, Miftâhu’l-Ulûm’a yazılan şerhlerden olan Seyyid Şerif Cürcânî’nin Miftâh Şerhine Celâl-zâde’nin yazdığı hâşiyedir. Arapça olan eserin tam adı “Nâkı-du’r-Re’yeyn fî Kavâidi’l-Fenneyn”dir (Uzunçarşılı, 1958: 437; To-pal, 2008: 31; Özay, 2008: 17; Erkan, 2002: 5; Kütük, 1995: 43). 1.2.2.7. Mevâkıf Şerhi Hâşiyesi

Seyyid Şerif Cürcânî’nin kelâma dair Mevâkıf Şerhi’ne Sâlih Çel-bi’nin yazdığı hâşiyedir. Eserin dili Arapçadır (Uzunçarşılı, 1958: 438; Topal, 2008: 31-32; Özay, 2008: 16-17; Erkan, 2002: 5; Kütük, 1995: 43).

1.2.2.8. Vikâye Şerhi Hâşiyesi

Eser, Sâlih Çelebi’nin, Burhanü’ş-Şeri’a Mahmud b. Sadrü’ş-Şeri’a’nın fıkıh ilminde kaleme aldığı Hidâye meselelerine dair Vikâye adlı eserinin şerhlerinden birisine yazdığı hâşiyedir. Dili Arapçadır (Uzunçarşılı, 1958: 438; Topal, 2008: 32; Özay, 2008: 21-22; Erkan, 2002: 5; Kütük, 1995: 43).

1.2.2.9. Islâhü’l-Îzâh Hâşiyesi

Celâl-zâde Sâlih Çelebi’nin hocası İbni Kemal Ahmed Şemseddin’in fıkıhla ilgili “Islâhü’l-Vikâye el-Müsemmâ bi’l-Îzâh” adlı eseri bulun-maktadır. Çelebi, hocasının bu eserine “Hâşiye Ale’l-Islâh ve’l-Îzâh” adıyla bir hâşiye yazmıştır (Uzunçarşılı, 1958: 438; Topal, 2008: 32; Özay, 2008: 15; Erkan, 2002: 5; Kütük, 1995: 43-44).

1.2.2.10. Tağyîrü’t-Tenkîh Ta’lîkâtı

Sâlih Çelebi’nin, hocası İbni Kemal’in “Tağyîrü’t-Tenkîh” adlı eseri-ne yaptığı ta’likâtıdır (Uzunçarşılı, 1958: 438; Topal, 2008: 32; Özay, 2008: 17; Kütük, 1995: 44).

(19)

19 İKİNCİ BÖLÜM

2. KURGU VE ŞEKİL ÖZELLİKLERİ

2.1. Eserin Genel Kurgusal Özellikleri

Muhammed Avfî’nin aynı adlı eserinden Celâl-zâde Sâlih Çelebi tara-fından Şehzade Bayezit’in emriyle tercüme edilen Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât oldukça büyük bir hikâye külliyatıdır. Eser tarihten edebiyata, tıptan coğrafyaya kadar çok zengin bir içeriğe sa-hip olması dolayısıyla bazen bir ansiklopedi, bazen bir menakıpname, bazen tıbbî bilgiler kitabı, bazen bir siyasetname, bazen bir dua kitabı, bazen de hoşça zaman geçirmeye yarayacak bir mecmua özelliği taşı-maktadır.

Metinde Hikâyât”, “Câmi’ü’l-Hikâyât” ve “Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât” gibi değişik şekillerde anılan eser temel olarak 4 kısımdan ve her kısımda 25 olmak üzere toplam 100 bâbtan müteşekkildir. Her bâbın ayrı ayrı isimlendirildiği eserde ihti-yaca göre ara başlıklar da bulunmaktadır. Eserde ana hedef okuyucuya hikâye anlatmaktır. Ancak ara başlıkların açıldığı durumlarda okuyu-cunun tarihî bir olay, hükümdar, kişi, hayvan, millet ya da coğrafyalar hakkında bilgilendirildiği de görülmektedir. Bu durumlara bağlı olarak müellifin/mütercimin bazen bir tarihçi, bazen bir gezgin, bazen bir antropolog, bazen de bir tıpçı edasıyla okuyucunun karşısına çıktığı gözlenmektedir.

Sâlih Çelebi Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât’ı tercüme ederken zaman zaman eserin orijinaline müdahale ederek eklemeler ve çıkarmalar yapmış, bunu da “mütercim-i fakîr eydür” şeklinde ifade etmiştir. “Mütercim-i faķįr eydür. Egerçi burada aśl-ı kitābda yoķdur. Biz beyān iderüz. Bu āyet-i kerįme münāsebetiyle baǾżı tefsįr kitābla-rında meźkūr olan üzre bu ķarıncanuñ Ĥażret-i Süleymān ile söyleşür-ken bu yüzden bir laŧįfesi olmışdur. Meger ķarınca bu kelāmı ķavmine didükden śoñra Ĥażret-i Süleymān öñine gelüp anuñla Süleymān Peyġāmber Ǿaleyhi’s-selām ortasında baǾżı mükāleme eŝnāsında Ĥażret-i Süleymān aña “Yā Münźir, biz Ǿaskerümüze “Ħod ķarıncaları

(20)

20

baśmañ.” diyü yasaġ itmişdük. Sen anlara böyle dimeñüñ vechi yoġdı. Bize ve Ǿaskerümüze žulm isnād eyler gibi olduñ.” didi. Ķarınca: “Yā rasūlu’llāh, eger sen anlara bu yasaġı itdüñse pādişāhlarısın saña düşe-rin itmişsin. Ben de bu ķarıncalaruñ pādişāhıyın, elbette raǾiyyetle-rümdür bunlara olan žulmi Ħudā-yı teǾālā senden śormaz, benden śorar. Ben de baña düşerin işledüm ve “Ben žulm isnād ider gibi ol-duñ.” diyü buyurduñuz. “Size ķaśdla iderler” dimedüm. “Belki ve hüm lā yeşǾurūn, yaǾnį nā-gāh bilmedin baśalar” didüm.” diyü cevāb virdi. Ĥażret-i Süleymān cevābını begendi.” (s. 171).

“Bu Direfş-i Kāviyān ĥaķķında Pārsį ile CevāmiǾü’l-Ĥikāyāt cāmiǾi olan kimesne ancaķ bu miķdār yazmışdur. Mütercim-i faķįr eydür. BaǾżı müverriħįn anuñ ĥaķķında bu vech ile bir laŧįf nükte beyān ider-ler. Çün meźkūr sancaġı SaǾd-ı Vaķķāś rađıya’llāhü Ǿanh ĥażretleri ĥużūrına getürdiler. Anda Kāve’nüñ źikr olınan sāħtiyānı üzerinde altundan ve incüden laǾl ü cevāhir bulınan muzaħrefāt-ı tekellüfātı her ne varsa śoydılar. Emr itdi deriyi yırtdılar, pāre pāre eylediler (…)” (s. 286-287).

“Ve mütercim-i faķįr eydür. CevāmiǾü’l-Ĥikāyāt kitābını cemǾ iden, Minūçihr aĥvālini temām yazmamış, araya Sām u Zāl ķıśśaların ħalŧ itmekle anı nā-temām ķomış. MaǾa hāźā ǾAcem pādişāhlarınuñ ķu-demāsı içinde belki bundan Ǿažįmü’ş-şān pādişāh yoķdur. Muĥammed bin Cerįr-i Ŧaberį Tārįħ’inde getürdügi üzre tafśįl-i aĥvāl budur ki (…)” (s. 294).

Celâl-zâde Sâlih Çelebi, eserini tercüme ettiği Muhammed Avfî’ye derin bir saygı beslemekle birlikte eserdeki bazı sözleri ya da ihmallari dolayısıyla Avfî’yi eleştirir, onun eksik bıraktığı yerleri farklı kaynak-lardan tamamlama yoluna gider.

“Mütercim-i faķįr eydür. Ġālibā, CāmiǾü’l-Ĥikāyāt kitābını cemǾ ide-nüñ Ǿömri bu Ħalįfe el-Mustanśır Bi’llāh zemānında ħatm olmışdur ki ħulefā-yı ǾAbbāsiyye’den bunuñ ardınca ħalįfe olanı beyān itmemiş-dür. Anlaruñ źikrini Mustanśır ile ħatm eylemişitmemiş-dür. Ammā münteħab-ı Kitāb-münteħab-ı CevāmiǾü’l-Ĥikāyāt’da Muĥammed bin EsǾad-münteħab-ı Tüsterį ge-türmişdür. Mustanśır Bi’llāh ardınca MustaǾśım Bi’llāh, ħalįfe olmış-dur. ǾAbbāsįlerden āħirki ħalįfe MustaǾśım’olmış-dur. Devletleri bunda ħatm olmışdur. Biz daħı münteħab-ı CāmiǾü’l-Ĥikāyāt’da źikr itdügi

(21)

21 üzre źikr itdük ki ħulefā-yı ǾAbbāsiyye’nüñ ħilāfetleri temām ola,

nāķıs ķalmaya.” (s. 622).

“Mütercim-i faķįr Śāliĥ bin Celāl-i ĥaķįr eydür. Egerçi CevāmiǾü’l-Ĥikāyāt’ı cemǾ iden burada böyle dir, sözi ĥaķ degildür. Zįrā Ĥaķ sübhāne ve teǾālā ki feyyāż-ı muŧlaķdur, mādām ki ķıyāmet kāyim olmaya, Ǿulemāǿ-i śāliĥįn vücūdından Ǿālemi ħālį eylemez. Nihāyet evāyilde Ǿulemāǿ-i Muttaķįn ziyādece olurdı ola, kendi zemānında daħı žāhir-i Ǿālem diyānet ehli Ǿālimden bi’l-külliye ħālį degilmişdür. Pes “Çün bu zemānda Ǿulemānuñ eyülerini pādişāhlara bildürmezler anuñçün cemāl ü kemāl-i Ǿadlleri evvelki zįnetle ārāyiş bulmaz.” dise sözinüñ vechi olurdı. Böyle ŧaǾbįr itmeyüp belki Ǿulemāǿ-i zemānın-dan emānet ü diyānet bi’l-külliye selb itmişdür. Bu sözi nā-müveccehdür. Lā yezālü ümmetį žāhirįne ilā yevmi’l ķıyāmeti ĥadįŝi-ne śarįĥ muħālifdür. Zįrā ħadįŝ-i şerįfüñ taĥķįķ-ı feĥvā-yı mensįķı “ǾUlemāǿ-i mütteķįn vücūdı ile benüm ümmetüm ķıyāmet günine degin ġālib olmaķdan zāyil olmazlar.” dimekdür.” (s. 653-654). Sâlih Çelebi, Avfî’yi yönelik eleştirilerini bazen o karşısındaymış gibi ifade etmiş, konuyla ilgili fikirlerini tane tane, tanık göstererek kanıt-lamaya çalışmıştır.

“CāmiǾü’l-Ĥikāyāt kitābını cemǾ iden “Bu ĥikāyet egerçi şerįǾate uymaz. Zįrā Nūşirrevān āteş-perest kāfirdür. Anuñ Ǿameli küfr ile bozılur. ǾAmel-i Ǿadli nice maķbūl olur ki Allāhü teǾālā anuñ üzerine melek müvekkil ide. Ammā niçe kitāblarda bu ĥikāyeti yazmışlar. Biz de anlarda gördügümüz üzre yazduķ.” dir. Mütercim-i faķįr eydür. “Nūşirrevān ġayrı kāfirlere ķıyās olınmaz. Zįrā ĥażret-i risālet-penāh anuñ ĥaķķında “Ene vülidtü fį zemeni’l-meliki’l-Ǿādil” diyü buyur-mışlardur. ǾAdline bu ĥadįŝ-i şerįf ile şehādet itmişlerdür. Anlar şehādet itdükleri Ǿadlüñ Cenāb-ı Ĥaķ’da cāyiz ki bu miķdār ķadri ola. Beynehū ve beyna’llāh aĥvāli böyle žāhir-i şerǾe iĥbāt-ı Ǿamel mesǿelesine muħālif olmaz.” (s. 769-770).

Çelebi’nin Avfî’ye yönelttiği eleştiriler bazen onu aşağılama, hatta “fırçalama” tarzında da karşımıza çıkmaktadır.

“Mütercim-i faķįr eydür. Egerçi CevāmiǾü’l-Ĥikāyāt kitābını Pārsį dilde cemǾ iden bu ĥikāyeti bu vech ile taķrįr ider, ammā meşāyiħ

(22)

22

cānibine meyl ü nisbet ve Ǿulemā ŧarafına taǾaśśub u ġaraż maǾnāların añladur. Anuñçün ki Mevlānā ǾUśāme’d-dįn raĥmetu’llāh İmām Ebū Yūsuf ĥażretlerinüñ raĥmetu’llāhi Ǿaleyh maķbūl şākirdlerinden Ǿālim-i kebįr ve fāżıl-ı bį-nažįrdür. Sālhā Belħ şehrinde ķāđį de müftį de olmışdur. Ħorāsān vilāyetinüñ meşāhįr-i Ǿulemāǿ-i dįn ve ahālį yaķınındandur. ǾUlemā ile meşāyiħuñ aralarında egerçi bu nizāǾ ev-vel-i Ǿālemde ķāyimdür, ammā Ĥātem’e teslįm yüzinden ǾUśām’dan naķl itdügi sözlerüñ yaǾlemu’llāh aślı yoķdur. ǾAle’l-ħuśūś āħir kelāmında “Kendüyi terāzūya ķoydı, ŧartdı. Aġırı aķça taśadduķ itdi.” didügi ħod iftirā-yı śarįĥdür. Zįrā Ǿulemāǿ-i dįn raĥimehümu’llāh aħlāķ-ı enbiyādan ve siyer-i śaĥābeden olmayan işi işlemezler. “Kişi kendüyi terāzūya ķoya, aġırı aķça taśadduķ ide.” dimek şerįǾatümüzde aślā kimseden menķūl degildür. Ĥāşā ki ǾUśām bunı ide.” (s. 1077-1078).

Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât adlı eserde yer alan hikâyeler, altında yer aldıkları bâbın başlığına uygun olarak tasnif edilmiş bir birinden bağımsız müstakil hikâyeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak eserde yer alan üç hikâye [3.20.3], [3.20.4] ve [3.20.5] numaralı hikâyeler iç içe geçmiş çerçeve hikâye özelliği gös-termektedir.

Eserde bâblara verilen başlıklar bir anlamda eserin o bâbla ilgili tezini okuyucuya iletmektedir. Başlıktan sonra söylenen ve hikâyelerin baş-langıcına kadar devam eden ifadeler başlığın ortaya koyduğu tezin biraz daha genellenmesi, sorunun temel problemlerinin ortaya konma-sı şeklinde kendini göstermektedir. Bâbta yer alan tüm hikâyeler de bâbın başlangıcında yer alan bu tez ya da tezlerin ıspatı niteliğindedir. Sergilenen bu tavır eserin başından sonuna bu şekilde devam edip gitmektedir. Diğer yandan bâblarda savunulacak tezin ortaya konduğu bu başlangıç kısımlarında izlenen düzenli bir sistematik de göze çarpmaktadır. Bu sistematiğe göre mütecim ortaya koyduğu konuyla ilgili bir Kur’an ayeti varsa bunu ifade etmekte, hadis varsa bu hadisi vermekte, varsa konuyla ilgili atasözü, deyim ya da kelam-ı kibarları ortaya koymaktadır. Bu sistematik eserin başından sonuna değişmez, ancak mütercimin elinde bu üçlüden biri ya da ikisi ile ilgili bir veri yoksa diğer delil söylenerek yetinilir. Her üçüyle ilgili mütercimin

(23)

23 elinde bir veri yoksa, mütercim konuyla ilgili kendi sözleriyle

yetine-rek tezini ortaya koymaya çalışır.

Eserin dikkat çeken bir diğer sistematiği hikâyelere başlarken kullanı-lan ve “formel” bir ifade olarak karşımıza çıkan tabirlerdir. Bu eserde formel ifadeler büyük oranda “getürmişlerdür ki”, “getürmişlerdür” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan “vaktâ ki”, “dirler ki”, “rivâyet iderler ki”, “sikâ râvîlerden rivâyet olınur ki” gibi daha başka formel ifadeler de eserde kullanılmıştır.

Klasik Türk edebiyatı geleneği içerisinde ortaya konmuş mensur hikâyeler, genel itibariyle, okuyucuya nasihat vermek, okuyucuda olumlu anlamda bir davranış değişikliği yaratmak amacıyla kaleme alınmışlardır. Bu kaygının bir sonucu olarak da özellikle bir birinden bağımsız hikâyelerin toplandığı mecmualarda yer alan hikâyelerin büyük çoğunluğunda mütercim ya da müellif hikâyenin sonunda oku-yucunun çıkarması gereken dersi veya sonucu hikâyenin sonunda ifade etmektedir. Mensur hikâye geleneğinin genelinde var olan bu durumu Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât’ta da görmek mümkündür. Mütercim hikâyelerin büyük çoğunluğundan sonra “bu hikâyeden añlanan”, “bu hikâyetin fâyidesi” gibi ifadelerle okuyucu-nun metinden çıkarması gereken dersi ya da ulaşması gereken sonucu ifade etmiştir.

Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât’ta yer alan hikâye sayısıy-la ilgili osayısıy-larak araştırıcısayısıy-lar bir birinden farklı sayısayısıy-lar vermektedir. Se-yid Ali Topal eserde 2000’den fazla tarihî ve edebî hikâye olduğunu söylerken (Topal, 2011: 122) Hasan Kavruk eserde 2113 adet hikâye olduğunu ifade etmektedir (Kavruk, 1998: 47). Ancak eserin kısım ve bâblarına göre hikâye dağılımı ve toplam hikâye sayıları şu şekildedir: Birinci Kısmı, Birinci Bâbı’nda 37, İkinci Bâbı’nda 39, Üçüncü Bâbı’nda 38, Dördüncü Bâbı’nda 39, Beşinci Bâbı’nda 104, Altıncı Bâbı’nda 45, Yedinci Bâbı’nda 42, Sekizinci Bâbı’nda 37, Dokuzuncu Bâbı’nda 36, Onuncu Bâbı’nda 41, On Birinci Bâbı’nda 46, On İkinci Bâbı’nda 61, On Üçüncü Bâbı’nda 59, On Dördüncü Bâbı’nda 51, On Beşinci Bâbı’nda 50, On Altıncı Bâbı’nda 77, On Yedinci Bâbı’nda 62, On Sekizinci Bâbı’nda 34, On Dokuzuncu Bâbı’nda 13, Yirminci Bâbı’nda 15, Yirmi Birinci Bâbı’nda 34, Yirmi İkinci Bâbı’nda 17,

(24)

24

Yirmi Üçüncü Bâbı’nda 15, Yirmi Dördüncü Bâbı’nda 15, Yirmi Be-şinci Bâbı’nda 38 hikâye olmak üzere toplam 1045 adet hikâye bu-lunmaktadır.

Eserin İkinci Kısmı, Birinci Bâbı’nda 11, İkinci Bâbı’nda 16, Üçüncü Bâbı’nda 18, Dördüncü Bâbı’nda 41, Beşinci Bâbı’nda 17, Altıncı Bâbı’nda 18, Yedinci Bâbı’nda 7, Sekizinci Bâbı’nda 7, Dokuzuncu Bâbı’nda 14, Onuncu Bâbı’nda 7, On Birinci Bâbı’nda 27, On İkinci Bâbı’nda 11, On Üçüncü Bâbı’nda 10, On Dördüncü Bâbı’nda 6, On Beşinci Bâbı’nda 17, On Altıncı Bâbı’nda 13, On Yedinci Bâbı’nda 9, On Sekizinci Bâbı’nda 10, On Dokuzuncu Bâbı’nda 8, Yirminci Bâbı’nda 4, Yirmi Birinci Bâbı’nda 10, Yirmi İkinci Bâbı’nda 11, Yirmi Üçüncü Bâbı’nda 19, Yirmi Dördüncü Bâbı’nda 5, Yirmi Be-şinci Bâbı’nda 11 hikâye olmak üzere toplam 327 adet hikâye bulun-maktadır.

Eserin Üçüncü Kısmı, Birinci Bâbı’nda 6, İkinci Bâbı’nda 6, Üçüncü Bâbı’nda 9, Dördüncü Bâbı’nda 11, Beşinci Bâbı’nda 9, Altıncı Bâbı’nda 7, Yedinci Bâbı’nda 17, Sekizinci Bâbı’nda 9, Dokuzuncu Bâbı’nda 12, Onuncu Bâbı’nda 9, On Birinci Bâbı’nda 14, On İkinci Bâbı’nda 14, On Üçüncü Bâbı’nda 7, On Dördüncü Bâbı’nda 7, On Beşinci Bâbı’nda 4, On Altıncı Bâbı’nda 4, On Yedinci Bâbı’nda 5, On Sekizinci Bâbı’nda 8, On Dokuzuncu Bâbı’nda 7, Yirminci Bâbı’nda 6, Yirmi Birinci Bâbı’nda 5, Yirmi İkinci Bâbı’nda 13, Yir-mi Üçüncü Bâbı’nda 15, YirYir-mi Dördüncü Bâbı’nda 8, YirYir-mi Beşinci Bâbı’nda 7 hikâye olmak üzere toplam 219 adet hikâye bulunmakta-dır.

Eserin Dördüncü Kısmı, Birinci Bâbı’nda 7, İkinci Bâbı’nda 9, Üçün-cü Bâbı’nda 9, DördünÜçün-cü Bâbı’nda 10, Beşinci Bâbı’nda 12, Altıncı Bâbı’nda 10, Yedinci Bâbı’nda 10, Sekizinci Bâbı’nda 6, Dokuzuncu Bâbı’nda 19, Onuncu Bâbı’nda 12, On Birinci Bâbı’nda 11, On İkinci Bâbı’nda 9, On Üçüncü Bâbı’nda 13, On Dördüncü Bâbı’nda 9, On Beşinci Bâbı’nda 18, On Altıncı Bâbı’nda 3, On Yedinci Bâbı’nda 5, On Sekizinci Bâbı’nda 10, On Dokuzuncu Bâbı’nda 8, Yirminci Bâbı’nda 13, Yirmi Birinci Bâbı’nda 10, Yirmi İkinci Bâbı’nda 5, Yirmi Üçüncü Bâbı’nda 6, Yirmi Dördüncü Bâbı’nda 4, Yirmi

(25)

Beşin-25 ci Bâbı’nda 29 hikâye olmak üzere toplam 257 adet hikâye

bulunmak-tadır.

Bu hikâye dağılımına göre Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât’ta toplam 1848 adet hikâye bulunmaktadır.

Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât’ın Birinci Kısmı’nın, Birinci Bâbı “Hak sübhâne ve Te’âlânın Ma’rifeti Beyânında İdi”, İkinci Bâbı “Mu’cizât-ı Enbiyâ Beyânındadur”, Üçüncü Bâbı “Vilâyet-i Evliyâ Beyânındadur”, Dördüncü Bâbı “Mülûk-i Arab u Acem Zikrindedür”, Beşinci Bâbı “Tarih-i Hulefâda ve Anlaruñ Me’âsir ü Menâkıbları Beyânındadur”, Altıncı Bâbı “Adlüñ Fazîletin-de ve Âdil Pâdişâhlaruñ ZikrinFazîletin-dedür”, Yedinci Bâbı “Pâdişâhlar Ahvâlinde ve Anlara Müte’allık Hikâyetler Beyânındadur”, Sekizinci Bâbı “Mülūk ü Selâtînüñ Kelimât-ı Latîfeleri Beyânındadur”, Doku-zuncu Bâbı “Pâdişâhlaruñ Siyâsetleri Beyânındadur”, Onuncu Bâbı “Pâdişâhlaruñ Tevkî’leri Beyânındadur”, On Birinci Bâbı “Ferâset ü Kiyâset Ehli Kimselerüñ Ferâset ü Kiyâsetleri Beyânında İdi”, On İkinci Bâbı “Re’y ü Tedbîrüñ Fâyidesinde ve Savâb Re’yler Beyânın-da İdi”, On Üçüncü Bâbı “Hasmlar CevâbınBeyânın-da ve Şehrler Fethi Bâbında Erbâb-ı Re’y ve Ashâb-ı Akl İtdükleri Mekr ü Hîle vü Tedârükler Beyânında İdi”, On Dördüncü Bâbı “Vüzerâ Ahvâlinde ve Anlaruñ Fikr ü Ferâsetlerinde ve Hüsn-i Kiyâsetleri Beyânındadur”, On Beşinci Bâbı “Ulemâ vü Hükemânuñ Mülûk ü Hulefâya İtdükleri Va’zlar ve Virdükleri Pendler Beyânındadur”, On Altıncı Bâbı “Şol Şâfî-Cevâblar Beyânında idi ki Akl-ı Kâfî Ehlleri Anı Makâm-ı Rızâda Söylemişlerdi”, On Yedinci Bâbı “Ulemâ vü Fuzelâ vü Kazânuñ Letâyif-i Hikâyâtı ve Zarâyif-i Rivâyâtı Beyânındadur”, On Sekizinci Bâbı “Belîg u Edîb Kâtiblerüñ Yazdukları Nâdirü’l-Vukû’ Sözler Beyânındadur”, On Dokuzuncu Bâbı “Nedîmlerüñ Letâyif-i Hikâyâtı Beyânındadur”, Yirminci Bâbı “Tabîbler Hikâyetlerinde ve Anlaruñ Mu’âleceleri Beyânında idi”, Yirmi Birinci Bâbı “Mu’abbirlerüñ Latîf Ta’bîrleri İle ‘Acîb ü Garîb Düşler Beyânında-dur”, Yirmi İkinci Bâbı “Müneccimlerüñ Letâyif-i Hikâyâtı ve Anla-ruñ Savâb u Hatâ Çıkardukları Ahkâm Beyânındadur”, Yirmi Üçüncü Bâbı “Şâ’irlerüñ Letâyif-i Akvâlinde ve Bedîhî Didükleri Eş’âr Beyânındadur”, Yirmi Dördüncü Bâbı “Mugannîlerüñ ve Erbâb-ı Melâhînüñ Letâyif-i Ahvâli Beyânındadur”, Yirmi Beşinci Bâbı

(26)

“Tîz-26

fehm Zîreklerüñ Letâyif-i Ahvâl ve Zarâyif-i Akvâlleri Beyânındadur” başlıklarını taşımaktadır.

Eserin İkinci Kısmı’nın, Birinci Bâbı “Hayâ Zikrinde İdi”, İkinci Bâbı “Tevâzu’ Beyânındadur”, Üçüncü Bâbı “Afv-ı Günâh Beyânında İdi”, Dördüncü Bâbı “Hilmüñ Fazîleti Beyânındadur”, Beşinci Bâbı “Ulüvv-i Himmetüñ Fazîleti Beyânındadur”, Altıncı Bâbı “Edebüñ Fazîleti Beyânında İdi”, Yedinci Bâbı “Rif’at ü Şefkat ü Merhamet Hasletinüñ Fazîleti Beyânında ve Buña Müte’allık Ahvâl Zikrinde-dür”, Sekizinci Bâbı “Tevekkül ü Rızâ Beyânında Şol Kimselerüñ Zikrindedür ki Kârları Hemîşe Makâm u Rızâda Hak Te’âlâya Tevek-küldür”, Dokuzuncu Bâbı “Îsâr u Sehânuñ Fazîletinde ve Eshıyâ-i Nâsdan Ba’zınuñ Zikrindedür”, Onuncu Bâbı “Lutf u Kerem ve Himâyet ü İnâyet Beyânındadur”, On Birinci Bâbı “Konuga İkrâm İtmekde ve İkrâmda Mübâlaga Eylemek Beyânındadur”, On İkinci Bâbı “Bahâdırlık Beyânında ve Ulu Bahâdırlar Zikrindedür”, On Üçüncü Bâbı “Belâya Sabr Eylemek Fâyidelerinde ve Sabr Hulkı ile Ârâste Olan Kimselere İrişen Fevâyid Beyânında İdi”, On Dördüncü Bâbı “Şükr Eylemek Beyânındadur”, On Beşinci Bâbı “Hazm Beyânındadur”, On Altıncı Bâbı “Zühd ü Vere’ Beyânındadur”, On Yedinci Bâbı “Cidd ü Cehd ü Sa’y Beyânındadur”, On Sekizinci Bâbı “Makâmına Göre Sükūtuñ ve Nutkuñ Fâyideleri Beyânındadur”, On Dokuzuncu Bâbı “Ahde Vefâ İtmek Beyânında İdi”, Yirminci Bâbı “Husūmetler Arasına Girüp Islâh Eylemekde ve Sıla-i Rahm İtmek Beyânında İdi”, Yirmi Birinci Bâbı “Sır Saklamaguñ Fâyideleri Beyânında ve Buña Müte’allık Ahvâl Zikrinde İdi”, Yirmi İkinci Bâbı “Emânet ü İstikâmetüñ Beyânında ve Bu Vech İle Ârâste Olan Cemâ’atüñ Zikrinde İdi”, Yirmi Üçüncü Bâbı “Mekârim-i Ahlâk ve Mehâsin-i Siyer Beyânındadur”, Yirmi Dördüncü Bâbı “Her Emrde Sebât u Azîmet Üzre Olmaguñ Fazîleti Beyânındadur”, Yirmi Beşinci Bâbı “Meşveret İtmegüñ Fevâyidi Beyânındadur” başlıklarını taşı-maktadır.

Eserin Üçüncü Kısmı’nın, Birinci Bâbı “Tabâyi’-i İnsânuñ İhtilâfında ve Her Kişi Bir Dürlü Tabî’atde Oldugını Beyândadur Dinilmişdi”, İkinci Bâbı “Hıkd ü Hased Hasletlerinüñ Yaramazlıgı Beyânındadur”, Üçüncü Bâbı “Hırsuñ Şûmliginde ve Harîslerüñ Mahrûmliginde Olan Hikâyetler Beyânındadur”, Dördüncü Bâbı “Tama’uñ ve Tama’a

(27)

Mü-27 te’allık Nesnelerüñ Beyânındadur”, Beşinci Bâbı “Ugrılaruñ ve

Tarrârlaruñ Nevâdir-i Hikâyâtı Beyânındadur”, Altıncı Bâbı “Gedâla-ruñ Nevâdir-i Hikâyâtı ve Letâyif-i Kelimâtı Beyanındadur”, Yedinci Bâbı “Yalan Söylemenüñ Mazarrat u Mezemmetinde ve Gerçek Söy-lemenüñ Menfa’at ü Mahmidetindedür”, Sekizinci Bâbı “Şol Tâyi-fenüñ Zikrindedür ki Yalandan Peygâmberlık Da’vâsı Eylemişdür”, Dokuzuncu Bâbı “Bahîl Olmak [R-539b] Mezemmetinde Olan Hikâyet Beyânındadur”, Onuncu Bâbı “Hulf-i Va’de ve Nakz-ı Ahd İtmegüñ Mezemmet ü Kadhi Beyânındadur”, On Birinci Bâbı “Câhil-lıguñ Mezemmetinde ve Ahmak“Câhil-lıguñ Kabâhatinde Vârid Olan Hikâyâtlar Beyânındadur”, On İkinci Bâbı “Zulmüñ Kabâhatinde ve Zâlim Pâdişâhlar Zikrindedür”, On Üçüncü Bâbı “Galîzlıguñ Me-zemmetinde ve Rıfk u Melâ’inüñ Medhindedür”, On Dördüncü Bâbı “Hasîsligüñ ve Denâ’et-i Himmetüñ Mezemmeti Zikrindedür ki Beyân olınur”, On Beşinci Bâbı “İsrâfuñ Mezemmetinde ve Anuñ Fesâd-ı Avakıbındadur”, On Altıncı Bâbı “Mâl ü Mülkde ve Gayrıda Hıyânetüñ ve Adem-i İstikâmetüñ ve Hâyinler Hikâyetlerindendür”, On Yedinci Bâbı “Harem-i Nâsa Hıyânet Mezemmetinde ve Aña Mü-te’allık Ahvâl Zikrindedür”, On Sekizinci Bâbı “Küfranü’n-Ni’me Olmaguñ Mezemmetinde ve Bu Vasfla Mevsûf Olup Dünyâ vü Âhiret Vebâliyle Me’hûz Olan Kâfirler Beyânındadur”, On Dokuzuncu Bâbı “Eylük Mesâvîsin İdüp Gammâzlık ve Kovucılık İtmegüñ Mezemme-tindendür”, Yirminci Bâbı “‘Acelenüñ Zararlarında ve Te’ennînüñ Fâyidelerindendür”, Yirmi Birinci Bâbı “Bed-Asl u Bed-İ’tikâd Kim-seler Beyânındadur”, Yirmi İkinci Bâbı “Kiyâset ü Ferâset Ehli Avret-lerüñ Zikrlerinde ve Anlaruñ Letâyif-i Hikâyâtındadur”, Yirmi Üçün-cü Bâbı “Pârsâ Hatun Kişiler ve Âbide vü Zâhide ve Nikû-Sîret Avret-ler HikâyetAvret-leri Beyânındadur”, Yirmi Dördüncü Bâbı “Zâniye vü Nâ-Pârsâ Avretler Zikrindedür”, Yirmi Beşinci Bâbı “Mekkâre Avretlerüñ Mekrleri ve Keydleri Beyânındadur” başlıklarını taşımaktadır.

Eserin Dördüncü Kısmı’nın, Birinci Bâbı “Mülûk ü Selâtînüñ Âdâb-ı Hizmetleri Beyânındadur ve Anlar Hizmetinden Hâsıl olan Fevâyid ü Avâyid Ayânındadur”, İkinci Bâbı “Mülûk ü Selâtîn Hıdmeti Hatar-nâk Oldugı Beyânındadur”, Üçüncü Bâbı “Havf u Recâ Beyânında-dur”, Dördüncü Bâbı “Du’âlar Te’sîrinde ve Şol Kimseler Zikrindedür ki Du’â Berekâtı ile Belâlardan Halâs Olmışlardur”, Beşinci Bâbı

(28)

28

“Ululardan Sâdır Olan Du’âlar Beyânındadur ki Belâya Mübtelâ Ol-duklarında Cenâb-ı Hakk’a Ne Dimişler ve Ne Tarîkla Du’â İtmişler-dür”, Altıncı Bâbı “Hûb u Mübârek Fâllerde ve Anlaruñ Te’sîrleri Beyânındadur”, Yedinci Bâbı “Varta-i Mihnetde Dermânde Olup Bend-i Belâya Düşmişken Gine Halâs Olan Kimseler Hikâyâtında-dur”, Sekizinci Bâbı “Bî-Bâk Ugrılar ve Harâmîler Eline Düşmişken Halâs Olan, Helâk Olmadın Kurtulan Kimseler Hikâyetlerindedür”, Dokuzuncu Bâbı “Yırtıcı Cân-verler Çengine Düşmişken Gine Halâs Olan Kimseler Hikâyetlerindedür”, Onuncu Bâbı “Aşk Vâdîsinde Hayrân Kalup Menzil-i Murâda İrmeyen Tâyife Hikâyetlerindendür”, On Birinci Bâbı “Aşk Vartalarına Düşüp Mertebe-i Helâke Varmışken Murâda İrişen Cemâ’at Hikâyetlerindedür”, On İkinci Bâbı “Şol Cemâ’at Zikrindedür ki Varta-i Helâke Düşmişken Âkıbet Halâs Ol-mışlardur”, On Üçüncü Bâbı “Kazâ vü Kader Acâyibinde ve Baht u Tâli’üñ Kazâ vü Kadere Muvâfakat u Muhâlefeti Zikrindedür”, On Dördüncü Bâbı “Garâyib-i Mahlûkât Beyânında ve Anlaruñ Acâyib-i Ahvâli Ayânındadur”, On Beşinci Bâbı “A’mâr-ı İnsân Zikri ve Anla-ruñ Tûl ü Arzları Beyânındadur”, On Altıncı Bâbı “Memâlik ü Mesâlik Ya’nî Memleketler ve Yollar Zikrinde ve Bunlara Müte’allık Ahvâl Beyânındadur”, On Yedinci Bâbı “Memâlik-i Rûm ve Habeşe ve Hind ve Bunlara Müte’allık Ahvâl Zikrindedür”, On Sekizinci Bâbı “Garîb ü Acîb Binâlar ve İmâretler ve Anlara Müte’allık Ahbâr u Âsâr Zikrindedür”, On Dokuzuncu Bâbı “Dünyâda olan Garâyib ü Acâyibüñ Zikrindedür”, Yirminci Bâbı “Acâyib ü Garâyib Tılsımlar Hikâyetlerindedür”, Yirmi Birinci Bâbı “Tabâyi’-i Hayvâniyyede Olan Havâs Beyânında ve Anlaruñ Te’sîrât-ı ‘Acîbesi Zikrindedür”, Yirmi İkinci Bâbı “Hayvânât-ı Vahşiyyeden Yırtıcı Cân-verler Zik-rinde ve Anlaruñ Ahlâk u Tabâyi’i ve Mezâr u Menâfi’i Beyânında-dur”, Yirmi Üçüncü Bâbı “Garâyib-i Hayvânât Zikrinde ve Bunlara Müte’allık Ahbâr u Ahvâl Beyânındadur”, Yirmi Dördüncü Bâbı “Garâyib ü Acâyib Kuşlar Beyânında ve Anlara Müte’allık Ahvâl Zikrindedür”, Yirmi Beşinci Bâbı “Ba’zı Letâyif ü Mizâh Beyânında-dur ki Beşâşet Ehli Kimselerden Sâdır OlmışBeyânında-dur” başlıklarını taşımak-tadır.

(29)

29 2.2. Eserin Kurgusal Akışı

Oldukça geniş bir hacme sahip olan Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât klasik Türk edebiyatı geleneği içerisinde kaleme alınan eserler gibi Allah’ın büyüklüğüne, yüceliğine vurgu yaparak söze başlamaktadır. Daha sonra söz Allah’ın “kün” iradesine getirile-rek kainatın ve peygamberlerin, evliyaların ve hükümdarların yaratıl-masının hikmetleri ifade edilir ve dünyanın nizamı için bu üç aktörün ne kadar önemli olduğu ortaya konmaya çalışılır. Özellikle, Allah’ın dünya yaratıldığından beri yeryüzünü peygambersiz, evliyasız ve sul-tansız bırakmadığının altı çizilir. Buradan hareketle de söz Hz. Mu-hammed’e getirilerek onun yüceliği, mucizeleri ve eşsizliği ifade edi-lir. Mütercim Hz. Muhammed hakkında söylediklerini 10 beyitlik aruzun “Fe’ilâtün / Mefâ’ilün / Fe’ilün” kalıbıyla yazdığı Türkçe bir şiirle desteklemektedir. Hz. Muhammed’in bu övgüsünden sonra sıra-sıyla Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali olmak üzere hulefâ-i râşidîn de övülerek onların çeşitli yönlerini ortaya koyan şiir-lere yer verilir ve bunlarla eserin başlangıç kısmı sona erer.

Eserin bundan sonraki bölümü “Sebeb-i Terceme-i Kitâb-ı Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât’dur” başlığıyla devam etmektedir. Mütercim bu bölümde eseri tercüme etme nedenlerini ortaya koymaya çalışmaktadır. Mütercim bu bölüme eserin tercümesi-ni kendisinden isteyen Şehzade Bayezit’i överek başlamakta, hemen akabinde eseri tercümeye başlamasını anlatmaya geçmektedir. Buna göre, Celâl-zâde Sâlih Çelebi gençlik yıllarından itibaren oldukça çalışkan, zeki ve işbilir bir kimsedir. Bu konuda akranları arasında da seçkindir. Bu dönemlerinde her türlü ilmi öğrenmeye çalışmış, hangi ilme el atsa altından kalkmış bir kişiliktir. Hiçbir zaman vaktini boşa geçirmeyi doğru bulmayan bir yapıya sahiptir. Bu koşuşturmaca için-de bazen aklî ilimleriçin-de, bazen naklî ilimleriçin-de, bazen için-de eiçin-debiyatla uğraşmıştır. Mütercim bu bölümde edebiyat ilminin 12 ilme ayrıldığı-nı, kendisinin bu ilimler içinden özellikle, ma’ânî, beyân ve bedî ilim-lerinden oluşan belâgat ilmiyle uğraştığını ifade eder. Mütercimin özellikle belâgatle uğraşmasının nedeni Kur’an-ı Kerim’in gizli hazi-nesine ancak bu ilimle uğraşan kimselerin ulaşabilecek olmasıdır. Ancak bu ilimleri herkesin edinebilmesi mümkün değildir. Bu ilimler

(30)

30

ancak Allah’ın izin vermesi ve kişiyi bu ilimleri anlayabilecek fıtratta yaratmış olmasıyla mümkündür. Mütercim de bu zor işin, Allah’ın izniyle üstesinden gelmiş, bu ilmi hakkıyla ve tam olması gerektiği gibi öğrenmiştir. Bunun sayesinde de Mısır, Şam ve Halep vilayetleri-ni, bu ilimde “mû-şikâf” olması sayesinde hakkıyla ve ikiyüzlülük etmeden teftiş edebilmiştir. Ancak buralarda yöneticilik yapan dikta-törlerle büyük sorunlar yaşamış, onların büyük baskılarına maruz kalmıştır. Fakat ne o, bu zalimleri adalet yoluna getirebilmiş, ne onlar, mütercimi kendi yollarına uydurabilmişler, sonuçta onlar zulümleriyle gâlip, Sâlih Çelebi adaletiyle mağlup olmuştur. Bu durum Çelebi’de büyük hayal kırıklığı yaratmış, Allah’ın zalimleri kahredeceğine iliş-kin Kur’an hükmü olmasına rağmen onların gâlip gelmesine bir anlam verememiştir. Mütercim bu düşüncedeyken “hâtıf”tan bir ses duyar. Bu ses Çelebi’ye hatasını hâlâ göremediğini, Allah’ın kendisine sun-duğu büyük ilim nimetinin kıymetini bilmediğini, bu ilmi Allah yo-lunda kullanmayıp makam ve mansıp uğruna harcadığını, bu zilletin de başına bundan dolayı geldiğini söyler. Bunun üzerine Sâlih Çelebi hatasını anlayarak 957/1550-51 yılında tüm makam ve görevlerinden ayrılarak emekli olmuş ve Eyüp’e yerleşmiştir. Eyüp’e yerleştikten sonra ibadetten arta kalan tüm zamanını okumaya ve yazmaya adamış-tır. Bu çalışmaları sırasında geçmiş dönemlere ve hükümdarlara ilişkin hikâyeler Sâlih Çelebi’nin özellikle dikkatini çekmekte ve bunlardan bazılarını Türkçeye tercüme etme arzusu duymaktadır. İşte tam bu sırada Şehzade Bayezit, Celâl-zade Sâlih Çelebi’den Farsça olarak kaleme alınan Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât adlı eseri tercüme etmesini ister. Çelebi de bu isteği büyük bir memnuniyetle kabul eder. Eserin sebeb-i telif kısmı mütercimin Şehzade Bayezit’e dua kabilinden yazdığı dört beyitlik manzumeyle sona ermektedir. Bu bölümden sonra, bir anlamda eserin planı mahiyetinde olan fihristi yer almaktadır. Fihristte eserin dört kısmının her bâbı başlık başlık verilmiştir. Fihristten sonra Cevâmi’ü’l-Hikâyât ve Levâmi’ü’r-Rivâyât’ın Birinci Kısmı’nın Birinci Bâbı gelmektedir. Bu bâb “Hak sübhâne ve Te’âlânın Ma’rifeti Beyânında İdi” başlığını taşımaktadır. Başlıktan sonra mütercim bütün ilimlerin başının Allah’ı bilmek ve anlamak olduğunu, çünkü tüm cihanı, hayvanı, eşyayı, bitkileri ve insanı yaratanın Allah olduğunu, aslında yeryüzündeki herşeyin

(31)

Al-31 lah’ı delillendirdiğini, insanın bunlara bakarak akıl nimeti sayesinde

onun varlığını idrak edebileceğini, ancak insanların kıyamet gününde özür beyan etmelerini engellemek için Allah’ın peygamberler gönder-diğini, aklını kullananların peygamberlere uyduğunu, kullanmayanla-rın da uymadığını ifade etmiştir.

Eserin Birinci Kısmı’nın, Birinci Bâbının ilk hikâyesi puta tapma âde-tinin ilk olarak ortaya çıktığı olayı konu edinmiştir. Buna göre, İdris Peygamber, Allah tarafından göğe çekildiğinde geride kalan ailesi ve ona iman getirenler büyük üzüntüye kapılır. Şeytan da usta bir heykel-ci kılığına girerek kendilerine İdirs Peygamber’e tıpatıp benzeyen mermerden bir heykel yapabileceğini, bunu ibadethanelerine koyduk-larında İdris Peygamber’i görmüş gibi olacaklarını söyleyerek onları kandırır. Şeytan heykeli yapar, onlar da bu heykeli ibadethanelerinin mihrabına koyarak heykeli ta’zim etmeye başlarlar. Bunlardan iki nesil sonra gelen evlatlarına yine şeytan gelerek atalarının bu puta taptığını söyler ve kendilerinin de bu putu tanrı bilip ona tapmaları gerektiği söyler. Bu şekilde putlara tapma geleneği başlamış olur. Nihayetinde Allah bu kavme Nuh’u peygamber olarak gönderir. Hz. Nuh onları putlara tapmaktan alıkoymaya çalışır, ancak başaramaz. Sonunda bir gemi inşa ederek kendisine inanan müminlerle birlikte yeryüzünde yer alan tüm hayvanlardan birer çifti gemiye alır ve Nuh Tufanı kopar.

Eserin ikinci ve üçüncü hikâyesi İbrahim Peygamber’le ilgilidir. Bu iki hikâyede İbrahim Peygamber’in doğumu, Nemrut’la Allah’ın var-lığı ve Nemrut’un tanrılık iddiasının yanlışvar-lığı üzerinde yaptığı müna-zara anlatılmaktadır. Eserin dördüncü ve beşinci hikâyesi Firavun’la ilgilidir.

Bu bâbda toplam 37 hikâye bulunmaktadır. Bu bâbın beşinci hikâye-sinden sonraki hikâyelerde İmam Cafer-i Sadık, İmam-ı Azam, İmam-ı Şâfiî, İmam-ı Mâlikî, Hz. Ali, Zünnun-ı Mısrî gibi İslâmiyetin önemli simalarının başından geçen olaylarla Allah’ın varlığı ve birliği anlatıl-maya çalışılmaktadır. Kahramanları belli olan hikâyeler dışında “bir kimse”, “bir zındık” gibi belirsiz kişilerin yer aldığı hikâyelerle de aynı konu işlenmeye çalışılmıştır.

(32)

32

Eserin Birinci Kısmı’nın İkinci Bâbı “Mu’cizât-ı Enbiyâ Beyânında-dur” başlığını taşımaktadır. Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu bölüm-de bazı peygamberlerin gösterdiği mucizeler konu edilmektedir. Mü-tercim öncelikli olarak Allah’ın, kullarına peygamber gönderme mec-buriyetinin olmadığını, peygamber göndermekle kullarına büyük bir lutuf bahşettiğini söyleyerek sözlerine başlamaktadır. Bu ifadelerden sonra mütercim konuyla ilgili muhalif âlimlerin fikirlerine de yer vermiştir. Buna göre bazı âlimler peygamber göndermenin gereksiz, hatta abes olduğunu, doğruyu ve yanlışı tespit etmekte aklın kifayet edeceğini belirtmişlerdir. Fakat bu görüşün karşısında fikir belirten âlimler de Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara iletmek konusunda peygamberin şart olduğunu ifade etmişlerdir. Peygamber göndermenin gerekliliği konusunda ortaya konan bu fikirlerden sonra söz peygam-berlerin mucizelerine getirilerek Allah’ı anlama noktasında aklın ye-tersiz kalacağını, bunu ispat için peygamberlere mucizeler verilerek insanların Allah’ın kudretinin sonsuzluğu karşısında acziyetlerini algı-layabilecekleri söylenmiştir. Bu giriş ifadelerinden sonra mütercim sözlerini ıspat noktasında hikâyelere geçmiştir. Bu bâbta Sâlih Pey-gamber’in kayadan deve çıkarması; İbrahim PeyPey-gamber’in buğday satın almak için Nemrut’un yanına gitmesi, burada Nemrut’la, Nem-rut’un tanrılık iddiaları karşısında yaptığı tartışma ve NemNem-rut’un onun karşısında mağlup olması dolayısıyla İbrahim Peygamber’e buğday satmaması, İbrahim Peygamber’in buğday alamadan evine dönerken ev halkının üzüntüye kapılmaması için develerdeki çuvallara kum doldurması ve eve vardığında çuvallardaki tüm kumların buğdaya dönüşmesi mucizesi; İbrahim Peygamber’in Allah’a “Ey Allah’ım, teninden ve canından hiçbir şey kalmayan varlıkları nasıl diriltirsin?” sorusuna karşı Allah’ın ona dört kuş yakalayıp dördünün de başlarını kopararak dört farklı tepeye koymasını, aynı zamanda dört kuşun etini iyice ezerek birbirine karıştırmasını söylemesi, Allah’ın emriyle bu dört kuşun tekrar canlanması mucizesi; Hz. Mûsâ’ya verilen dokuz mucize; Hz. Mûsâ’nın amcasının oğlu Karun’un Hz. Mûsâ’ya zina töhmetinde bulunması sonucu Hz. Mûsâ’nın Allah’a dua ederek Ka-run’u tüm servetiyle birlikte yere batırması mucizesi; Yaşlı bir adamın Hz. Davut’a oldukça zor sorular sorması, Hz. Davut’un bu sorulara Hz. Süleymân’ın cevap vermesini istemesi ve tüm bu sorulara Hz.

(33)

33 Süleymân’ın yerinde ve doğru cevaplar vermesi; Hz. İsa’nın,

görme-diği halde çalınan bir kumaşın kim tarafından çalınıp nereye konuldu-ğunu söylemesi mucizesi; Hz. İsa’nın, bir Yahudiyle yolculuk yapar-ken bir kötürümü, bir körü dua ederek iyileştirmesi, yolculuk esnasın-da karınlarının acıkması üzerine Hz. İsa’nın bir geyiği çağırması, ge-yiğin de koşarak önlerine yatması, bu geyiği yedikten sonra Hz. İsa’nın yine dua ederek yedikleri geyiği diriltmesi; Hz. İsa’nın dua ederek yaşlı bir adamla genç bir kadını diriltmesi mucizesi; Hz. İsa’nın üç havarisinin Antakya’ya gelerek buradaki padişahı ve halkı Hz. İsa’nın dinine davet etmeleri, bu üç havarinin Hz. İsa adına gös-terdikleri mucizelerden sonra padişahın imana gelmesi, fakat halkın büyük çoğunluğunun iman etmemesi sonucu Hz. İsa’nın halkın helaki için dua etmesi ve Allah’ın da onları korkunç bir sesle helak etmesi mucizesi anlatılmıştır.

Eserin bu noktasında Hz. Muhammed söz konusu olduğunda müter-cim [1.2.11] numaralı hikâyede yine “hikâyet” başlığı altında Hz. Muhammed’in mucizelerinin “mübeşşirat, mu’cizat ve beyyinat” ol-mak üzere üçe ayrıldığını, “mübeşşirat”ın kendisine peygamberlik verilmeden önce gösterdiği mucizelerin olduğunu, “mu’cizat” pey-gamber olduktan sonra gösterdiği mucizelerin olduğunu, “beyyinat” peygamberliğinden sonra kıyamete kadar etkisi devam edecek olan mucizelerinin olduğunu ifade etmiştir. Bu hikâyede bir vak’a anlatımı söz konusu olmayıp Hz. Muhammed’in mucizeleriyle ilgili kısa bir teorik bilgi ortaya konmuştur.

Eserin [1.2.12] numaralı hikâyesinden itibaren mucize bahsi ile ilgili vak’a anlatımına devam edilmiştir. Bu hikâyeden itibaren Hz. Mu-hammed’in doğrumundan sonra dedesi Abdülmuttalib’e Yemen padi-şahı Seyf-i Zülyezen’in böyle bir toruna sahip olmasından dolayı he-diyeler vermesi; Acem hükümdarı Şâbûr’un Mekke’ye saldırması sonucunda Hz. Muhammed’in büyük atalarından Kusay bin Kilâb’ın onu halkı kırıp şehri yıkmaktan vaz geçirmesi; Hz. Muhammed’in dedesi Abdülmuttalib’in Zemzem kuyusunun yerini, gördüğü bir rüya sonucunda tespit etmesi, burayı kazarak Zemzem’i tekrar çıkartması ve Zemzem kuyusundan hak iddia eden Mekke halkına karşı, çektiği tüm sıkıntılara rağmen galip gelerek hakkını alması; Abdülmuttalib’in eğer on tane oğlu olursa birisini kurban edeceğine dair ahd etmesi

(34)

34

sonucu on tane oğlunun olması, ahdini yerine getirmek için on oğlu arasında kur’a salması, kur’anın en küçük ve en sevdiği oğlu, Hz. Muhammed’in babası Abdullah’a çıkması, bu yüzden Abdullah’ı kur-ban etmek istemesi, Kureyş halkının Abdülmuttalib’i bundan vazge-çirmek için konuyu ünlü bir kâhine danışmasını önermesi, kâhinin Abdullah’a karşı on deve koymasını ve develere karşı Abdullah’ı ko-yarak kur’a salmasını, kur’a Abdullah’a çıktıkça develeri onar onar artırmasını, kur’anın develere çıkmasına kadar bu şekilde devam et-mesini, kur’a develere çıktığında kaç deveye tekabül ettiyse o kadar deveyi Abdullah’ın yerine kurban etmesini tavsiye etmesi, Abdülmut-talib’in bu tavsiyeye uygun olarak kur’a salması, sonuçta Abdullah’a karşılık yüz deve kurban etmesi ve bu şekilde ahdini yerine getirmesi; Hz. Muhammed’in babası Abdullah’ın vefatı sırasında Hz. Muham-med’i Ebu Talib’e emanet etmesi, Hz. MuhamMuham-med’in amcasının ya-nında ticarete başlaması, Şam’a ticaret için giderken konaklama ye-rinde Şam rahipleye-rinden Buhayra adında bir rahibin Hz. Muham-med’teki ululuğu farketmesi, Ebu Talib’e Hz. Muhammed’i Şam’a götürmemesini tavsiye etmesi; Selmân-ı Fârisî’nin Hz. Muhammed’in peygamber olacağını önceden anlaması ve peygamberliği aşikar olur olmaz yanına giderek İslam dinine girmesi; Hz. Hatice’nin rüyasında ayın yeryüzüne inerek kendi koynuna girmesini ve koynunda ayın yedi parçaya bölünmesini görmesi, bu rüyayı amcası Varaka bin Nev-fel’e tabir ettirmesi, onun da âhir zaman peygamberinin dünyada zu-hur edeceğini, kendisinin de ona zevce olarak yedi evladının dünyaya geleceğini söylemesi, bunun üzerine Hz. Hatice’nin bu olayı bekleme-si, bir ara Şam’a göndereceği ticaret kervanına aradığı emin bir kişi için Hz. Muhammed’i önermeleri, Hz. Muhammed’i görünce ondaki farklılığı sezmesi ve sonunda kendisiyle evlenmesi, Hz. Muhammed’e iman getiren ilk insan olması; Hz. Muhammed’in babası Abdullah’ın benî Zühre kabilesinden Âmine ile evlendiği sırada gerdeğe girecek-ken bir kâhine kadının Abdullah’ın alnındaki peygamberlik nişanını farketmesi, bu nuru kendi nesline alabilmek için Abdullah’a zina teklif etmesi, onun da bu teklifini kabul etmemesi, gerdekten sonra Abdul-lah’ın şeytana uyarak bu kâhine kadının yanına gitmesi, kâhinenin Abdullah’ın alnındaki nurun kaybolduğunu görerek teklifinden vaz-geçmesi; Kâbe’nin onarımından sonra Hacerülesved taşının yerine

Referanslar

Benzer Belgeler

gerekçelerle kullanılamaz durumdaki taşıtlarla ilgili olarak hurda belgesi alınmasında ve söz konusu taşıtların kullanılamaz hale geldiği tarihin tespitinde

21 ay sürecek olan proje, Avrupa Birliği (AB) tarafından Türkiye’deki Mülteciler için Mali Yardım Programı çerçevesinde 25 milyon Euro’luk bütçeyle

*3 Bu, ortalama örnek sayısı 128 ve ölçüm modu yüksek çözünürlük moduna ayarlandı÷ında, yüksek hassasiyet modundaki ölçüm merkezi mesafesinin pikten pike yer

[r]

Yusuf’un kursu vardı ve Nil eve yalnız gitti eve vardığında çok şaşırdı çünkü pati onu görür görmez yanına geldi ama şaşırdığı şey bu değildi,

Bu nedenle söz konusu etkileşimi yakından ilgilendiren eserlerden bir olan Farsî edip ‘Avfî’nin (ö.629/1232) kendisinden önceki Arap edebiyatı eserlerinden derlemiş

2009 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Kültür Çalıştayı’nın ardından, kentin kültür politikasını geliştirmek adına pek çok adım

Dünya’da birçok ülkede hızla yayılan (Covid 19)Koronavirüs salgını nedeniyle ülkemizde alınan tedbirler doğrultusunda bizler de Tunceli Milli Eğitim ailesi olarak eğitim