• Sonuç bulunamadı

Birinci Baskı: Ocak 1998

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Birinci Baskı: Ocak 1998"

Copied!
126
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

yumuşak g yayınları: 5 venüs üçgeni Birinci Baskı: Ocak 1998 Genel Yayın Yönetmeni: Burak Şuşut

Yayına Hazırlayan: Şevin Baysal Türkçesi: Mustafa Küpüşoğlu Uygulamalı Redaksiyon: Çetin Şan

Dizgi: ğ Montaj: Erdem Baskı : Umut Matbaacılık

(0.212. 637 09 34)

Billurcu sokak No: 32/3 Taksim-İstanbul. Tel: (0.21 2) 245 62 49

(3)

.. . . .

venus uçgenı

. .

anaıs nın

türkçesi: mustafa küpüşoğlu

(4)
(5)

Korkunç bir şekilde paraya gereksinim duyan bir grup ya­

zar kendilerini bütünüyle erotiğe adarlarsa, ne olur? Bu, ya­

şamlarını, dünyaya dair duygularını yazmalarını nasıl etkiler?

Cinsel yaşamları üzerinde nasıl bir etkisi olur?

Böyle bir grubun günah çıkarttığı annesi olduğumu belirt­

meliyim. New York'ta her şey daha zor, daha acımasızdır. Bak­

tığım bir sürü insan, bir sürü dert vardı ve bütün gece çocukla­

rına, aşıklarına, dostlarına baktığını yazan George Sand'a çok benzeyen bir karekterim olduğu için bir iş bulmak zorunday�

dım. Alışılmadık bir edebiyat fahişeliği evinin Madamı denebi­

lecek duruma gelmiştim. Pagan katedrallerinin penceresi gibi boyadığım tepe penceresiyle tek odalı stüdyomun çok sanatsal bir "maison" olduğunu söylemeliyim.

Yeni işinden önce bir şair, bağımsız ve yalnızca kendi zev­

ki için yazan b� kadın olarak bilinirdim. Birçok genç yazar, şa­

ir bana gelirdi. Sık sık işbirliği yapar, tartışır ve yapılan işleri paylaşırdık. Karakterleri, eğilimleri, alışkanlıkları ve kusurları değişikti, ama bütün yazarların ortak özelliği, hepsinin yoksul olmasıydı. Müthiş yoksul "maisonİlum, çok sık onların hiçbir şey söylemeden, aç aç damladıklan bir kafeteryaya dönerdi ve Quaker Yulafı hazırlardık. Çünkü yapılabilecek en ucuz şeydi ve insana güç verdiği söylenirdi.

Erotik kitapların çoğu boş midelerle yazılmıştır. Aç olmak imgelemi çok iyi harekete geçirir; cinsel gücü artırmaz. Cinsel güç de alışılmadık maceralar doğurmaz. Açlık fazlalaştıkça, ar-

(6)

zular da hapishanelerdeki insanlarınki gibi vahşileşir, akıldan çıkmaz olur. Sonuçta erotizm çiçeği yetiştirmek için mükem­

mel bir dünyamız vardı.

Bana gelince, erotizmi araştırmaya koyulduğumda esas yazılarımı rafa kaldırmıştıin. Bunlar benim fahişelik dünyasın­

daki maceralarım. Bunları gün ışığına ka�tunnak başlangıç­

ta zordu. Cinsel yaşam hepimizin -şairler, yazarlar, sanatçılar­

için, genelde kat kat kuşatılmıştır. Tüllü bir kadın, yarı düş.

Anais Nin

(7)

sanatçılar ve modeller

(8)
(9)

Bir sabah, bir heykeltraşın yeni bir heykele başladığı Gre­

enwich Village'daki bir stüdyoya çağrıldım. Heykeltraşın adı Millard'dı. İstediği figürün taslağını çıkartmış, bir modele ge­

reksinim duyduğu aşamaya gelmişti.

Heykel, vücuduna sıkı sıkıya yapışan bir elbise giyiyordu ve vücuttaki her hat ve kıvrım görünüyordu. Heykeltraş bü­

tün giysilerimi çıkartmamı söyledi; başka türlü çalışamazmış.

Heykelle öyle meşgul görünüyordu ki, tereddüt etmeksizin so­

yunup pozumu alabildim. O zamanlar oldukça masum olsam da, o da kendimi, sanki vücudumun yüzümden farkı yokmuş, sanki bir heykelmişim gibi hissetmemi sağlıyordu.

Millard çalışırken Montpamasse'daki eski yaşanbsından bahsetti ve zaman çabuk geçti. Hikayelerini benim imgelemi­

mi etkilemek için mi anlath bilmiyorum ama, benimle ilgile­

nirmiş gibi bir hali yoktu. Montparnasse'ın atmosferini eğlence olsun diye tekrar yaratmaktan hoşlanıyordu. Bana şu hikayeyi anlath:

"Modern ressamlardan birinin kansı nemfomanyaktı. Ben­

ce veremliydi. Tebeşir beyazı bir yüzü, yüzünün derinlerine gömülmüş yanan kara gözleri vardı. Şehvetli vücudunu siyah saten giysilerle gevşekçe örterdi. Beli vücudunun diğer kısım­

larına oranla inceydi. Beline onbeş santimetre genişliğinde, taşlarla süslü kocaman gümüş bir Yunan kemeri takardı. Ke­

mer büyüleyiciydi. Bir kölenin kemeri gibiydi. Alttan alta cin­

sel açlığına köle olduğu hissi verirdi. Kollarına atılması için bü-

(10)

tün yapman gereken, gidip kemerini kavramak ve açmakh sanki. Kemer Musee Cluny'de gösterilen bekaret kemerlerine çok benziyordu; hani Haçlı Savaşlarına katılanların eşlerine taktıkları söylenen, cinsel organı kapatan bir ilavesi olan ve scı­

vaş sırasında kilitlenen şu çok geniş gümüş kemerlerden. Eğ­

lenceli bir hikaye anlatmışlardı. Savaşçının teki karısına beka­

r�t kemeri takmış ve anahtarı da ölümü durumunda en yakın arkadaşına bırakmış. Ancak birkaç mil uzaklaşmış ki, bakmış arkadaşı, 'Yalruş anahtarı verdin!' diye bağırarak öfkeyle ar­

dından at koşturuyor.

"İşte Louise'in kemeri herkese böyle duygular veriyordu.

Bir kafeye geldiğinde, aç bakışlarını üzerimizde dolaşhrdığını, bir yanıt, bir oturma daveti beklediğini görür, kendine bir av aradığını bilirdik. Bunu bilen kocasının elinden hiçbir şey gel­

mezdi. Acınası birisiydi, her zaman onu arardı. Gittiği kafede karısının öteki kafede olduğunu, orada da başka bir kafede ol­

duğunu söylerdi arkadaşları. Böylece kadına birileriyle bir otel odasına gidecek zaman kalırdı. Sonra herkes kadına, kocasının kendisini nerede aradığını bildirmeye çalışırdı. En sonunda kocası umutsuzluk içinde, gidip kadınla birlikte olmaları için en yakın dostlarına yalvarmaya başladı, hiç olmazsa yabancı ellere düşmesindi.

"Yabancılardan, özellikle de Güney Amerikalılardan, Zen­

cilerden ve Kübalılardan korkusu vardı. Onların olağanüstü cinsel güçlerine dair bir şeyler duymuştu ve karısının onların eline düşmesi durumunda hiç geri gelmeyeceğini düşünüyor­

du. Bununla birlikte Louise, kocasının en iyi arkadaşlarıyla yattıktan sonra, yabancılardan biriyle tanışh.

"Adam Kübalıydı, kocaman kahverengi biriydi, bir Hintli­

ninkine benzeyen uzun, düz ve güzelce örülmüş saçlarıyla aşı­

rı yakışıklıydı, soylu yüz çizgileri vardı. İstediği bir kadın bu-

10

(11)

lana dek hemen hemen bütün zamanını Dome'da geçiriyordu.

Ve sonra kadınla birlikte bir otel odasına kapanıp, 1ki üç gün ortadan kaybolur ve her ikisi iyice de doyana d'ek gözükmez­

lerdi. Kadınla birlikte olmayı öyle mükemmel bir şölene çevi­

rirdi ki, ikisi de birbirlerini tekrar görmek fstemezlerdi. Olay sona erince yine bir kafede oturup, parlak konuşmalar yapar­

ken görülürdü. Ayrıca önde gelen bir fresk ressamıydı.

"O ve Louise karşılaşıf karşılaşmaz hemen birlikte çıkıp gittiler. Antonio onun cildinin beyazlığına, gögüslerinin bere­

ketliliğine, ince beline, uzun düz, koyu sarı saçlarına kapılmış­

h. O da, Antonio'nun kafasına ve güçlü vücuduna, yavaşlığına ve huzuruna kapılmışh. Antonio'nun yaptığı her şey onu gül­

dürüyordu. Antonio �sana, şimdi bütün dünya çekip gitti ve yalnızca tensel ziyafet var, yarın yok, başkalarıyla buluşmalar yok - yalnızca bu oda, bu öğleden sonra, bu yatak var, hissi ve­

riyordu.

"Louise büyük demfr yatağın yanında Antonio'yu bekler­

ken, Antonio, "Kemerini tut," dedi. Ve yavaşca elbiselerini yırtmaya başladı. Sakin sakin, çaba harcamaksızın, sanki kağıt­

tan yapılmışlarcasına ince şeritler halinde yırhyordu. Louise onun -elinin kuvvetinden titriyordu. Ağır gümüş kemeri say­

mazsak çıplak olarak ayakta duruyordu şimdi. Antonio, saçla­

rını omuzlarının üzerine yaydı. Ancak ondan sonra Löuise'i sırtüstü yatağa yatırıp sonu gelmeyecekmiş gibi öptü, elleri göğüslerinin üzerindeydi. Hem gümüş kemerin hem de çıplak tenine sertçe bastıran ellerin acı veren ağırlığını hissediyordu Louise. Cinsel açlığı onu kör ederek delirtircesine artıyordu.

Öylesine karşı konulmazdı ki bekleyerniyordu.Antonio'nun el­

biselerini çıkarmasını bile bekleyemiyordu. Ama Antonio onun sabırsız hareketlerini görmezden geldi. O, yalnızca kadı­

nın bütün ağzını, dilini, nefesini kendi büyük kara ağzına doğ-

(12)

ru içercesine öpmeyi sürdürdü, ama elleri k'!dını incitiyor, te­

nine iyice bashrıyor, her tarafta iz ve acı bırakıyordu. Louise ıs­

lanmışh ve' titriyordu. Bacaklarını açıp erkeğin üzerine çıkma­

ya çalışıyor, onun pantalonunu açmaya uğraşıyordu.

"Zaman var," dedi, "Bol zaman var. Günlerce bu odada kalacağız. İkimiz için de bol zaman var."

"Sonra döndü ve elbiselerini çıkardı. Vücudu albn kahve­

rengisiydi, vücuduna yakışan bir penisi varçlı, büyük ve parla­

hlrruş bir baston kadar sert. Louise üzerine abldı ve ağzına al­

dı. Antonio'nun parmakları şimdi her yerdeydi, arkasında, or­

ganında; dili ağzında, kulaklarında geziniyordu. Göğüs uçları­

nı ısırıyor, karnını öpüyor, ısırıyordu. Louise, Antonio'nun ba­

caklarına sürtünerek açlığını tatmin etmeye çalışıyordu, ama o bunu yapmasına izin vermiyordu. Lastikten yapılmışçasına onu kıvırıyor, her pozisyona sokuyordu. Güçlü elleriyle Loui­

se'in neresine açlık çekiyorsa onu alıyor ve bir lokma yemek­

mişçesine ağzının hizasına kaldırıyordu, vücudunun geri ka­

lan kısmının nereye düştüğüyle ilgilenmiyordu bile. Derken, kalçalarını ellerinin arasına aldı, ağzına doğru kaldırdı ve ısır­

dı, öptü. Louise yalvarıyordu, 'Gir içime Antonio, gir içime, bekleyemiyorum!' Ama Antonio girmedi.

"Bu zaman zarfında Louise'in dölyatağındaki açlı.l< zapte­

dilmeyen bir yangın haline gelmişti. Antonio'nun opu deliliğe sürüklediğini dü.Şünüyordu. Ne kadar orgazm olmaya çalışhy­

sa da Antonio hepsini engelledi. Onu uzun uzun öpmesine bi­

le engel oluyordu. Hareket ettikçe büyük kemer, bir kölenin zinciri gibi şıngırdıyordu. Şimdi gerçekten de bu kocaman, kahverengi adamın kölesiydi. Bir kral gibi yönetiyordu onu.

Zevki onun keyfine bağlıydı. Adamın gücüne ve arzusuna kar­

şı hiçbir şey yapamayacağını fark ediyordu. Adam boyun eğ­

mesini istiyordu. Arzusu keskin bir bitkinlik içinde ölmüştü.

12

(13)

Vücudundaki bütün gerginlikler kaybolmuştu. Pamuk kadar yumuşakh. Bunun üzerine erkek daha büyük bir coşkuyla araşhrmaya başladı. Kölesi, malı, kırık bir vücut, parmakları­

nın alhnda nefes nefese, kolay işlenir ve gittikçe daha yumuşar olmuştu. Elleri kadının vücudunun her noktasını araşhrıyor, dokunmadık yer bırakmıyor, onu fantezisine uygun biçimde yoğuruyor, ağzına, diline göre eğip büküyor, büyük, parlayan beyaz dişlerine bashnyor, kendisinin kılıyordu.

"Bir öfke gibi teninin yüzeyinde olan açlık, ilk defa vücu­

dunun daha derin bir kısmına çekilmişti. Çekilmiş ve birikmiş­

ti. Erkeğin zamanlaması ve ritmiyle patlamayı bekleyen .ateş­

ten bir çekirdek olmuştu. Antonio'nun dokunuşları, iki gövde­

nin kendilerini yeni biçimlere, ,yeni düzenlemelere, yeni mo­

dellere çevirdikleri ve deforme ettikleri bir dans gibiydi. İkiz­

ler gibi birbirlerine yapışhlar, kaşık usülü, penisi yine kalçala­

rında, gögüsleri ellerinin altında acı dolu bir şekilde uyanlnuş, dimdik ve hassas, denizlerdeki dalgalar gibi dalgalanıyordu.

Kadın iki elini yumruk yapıp kalçalarının arkasına koyarak kendisini erkeğin penisine doğru kaldırırken, o, şimdi büyük bir aslanrnışçasına önünde yüzükoyını yatan kadının gövdesi­

nin üzerine kapanmışh. İlk defa içine giriyor ve kadını başka hiç kimsenin dolduramadığı kadar dolduruyor, dölyatağının en dibine dokunuyordu.

Louise'in her tarafından bal akıyordu sanki. İtince adamın penisi küçük emme sesleri çıkarhyordu. İçini iyice dolduruyor, dölyatağındaki bütün hava dışarı çıkıyor, erkek o bitimsiz ba­

lın içinde dışında sallanıp duruyordu; dölyatağının ucuna do­

kunuyor, ama kadının soluk alış verişi hızlanır hızlanmaz ken­

disini dışarı çekiyor, her şey parlıyor ve başka bir kucaklaşma biçimi alıyorlardı. Antonio yatağa sırtüstü uzandı, bacaklarını ayırdı, penisi kalkıkh. Dibini içine alana dek Louise'i üzerine

(14)

oturtuyor, onun kasık tüyl�ri kendisininkine karışıyordu: An­

tonio, bu pozisyonda, penisinin etrafında daireler çizdirdiği bir dans başlatmıştı. Louise onun üzerinde eğiliyor, göğüsleri­

ni adamın göğsüne sürtüyor ve ağzını arıyor, sonra yine doğ­

ruluyor ve penisin etrafındaki hareketine kaldığı yerden de­

vam ediyordu. Bazen Louise kendisini biraz yukarı çekiyor, öyle ki yalnızca p�nisin başı içinde kalıyor, soma yavaş, çok yavaşça hareket ediyor, kıpkırmızı ve şişmiş penisi organının kenarlarına dokunacak kadar içine alıyor ve penisi bir ağız gi­

bi kavrıyordu. Sonra aniden aşağı doğru hareket edip, bütün penisi yutuyor ve zevk içinde nefes nefese kalıyor,. Anto­

nio'nun vücuduna eğiliyor, ve yine ağzını arıyordu. Bu sırada Antonio'nun elleri Louise'in kalçalarında kalıyor ve onları sıkı sıkı kavrayarak hareketine yön veriyor, hızlanıp gelmesini en­

gelliyordu.

"Sonra Louise'i yataktan aldı, elleri ve dizleri üzerinde odanın tabanına bırakarak, 'Hareket et' dedi. Louise odada sü­

rünmeye başladı, uzun san saçları onu yarı yçınya örtüyor, ke­

meri belinden aşağı sarkıyordu. Sonra Antonio arkasında. diz çöküp penisini içine yerleştirerek, bütün gövdesiyle üzerine abandı, güçlü dizleri ve uzun kolları üzerinde hareket etmeye başladı. Arkasından yeteri kadar zevk aldıktan sonra, başını bereketli gögüslerini emecek şekilde Louise'in altına kaydırıp, sanki bir hayvanmışçasına, elleri ve ağzıyla kavradı onu. İkisi birden nefes nefese kalıp bükülüyorlardı. Ancak ondan sonra Antonio onu kaldırıp yatağa taşıdı ve bacaklarını omzuna yer­

leştirdi. Şiddetle içine girdi, sarsılıp birlikte gelmişçesine titre­

diler. Louise birden kötüleşti ve isterik çığlıklar atmaya başla­

dı. O kadar güçlü orgazm oluyordu ki, bildiği hiçbir şeye ben­

zemeyen nefret ve neşe içinde çıldıracağını düşündü. Antonio gülümsedi, nefes nefeseydi; sırtüstü uzanıp, uyuya kaldılar."

14

(15)

Ertesi gün Millard bana Montparnasse'ın erkek-kadını, sa­

natçı Mafuka'nın hikayesini anlath:

"Tam olarak ne olduğunu hiç kimse bilmezdi. Erkek gibi giyinirdi. Ufak tefek, zayıf, göğüssüzdü. Saçlarını kısa ve düz kestirirdi. Yüzü bir erkek çocuğunki gibiydi. Bir erkek gibi bi­

lardo oynardı. Bann parmaklığına dayadığı ayağıyla erkek gi­

bi içerdi, pir erkek gibi açık saçık hikayeler anlahrdı. Çizgileri bir kadında bulunamayacak kadar güçlüydü. Ama adı kadın adı gibiydi ve penisi olmadığını söylerdi. Erkekler ona tam olarak nasıl davranacaklarını bilemezlerdi. Bazen kardeşçe duygularla sırhna vururlardı.

"İki kızla birlikte bir stüdyoda yaşıyordu. Kızlardan biri model öteki de bir gece klübü şarkıcısıydı. Ama hiç kimse ara­

larındaki ilişkinin ne çeşit bir ilişki olduğunu bilmezdi. İki kız aralarında kan koca ilişkisi varmış gibi gözükürdü. Peki Mafu­

ka onların nesiydi? Hiçbir soruya yanıt vermezlerdi. Montpar­

nasse böyle şeyleri aynnhlarıyla bilmekten her zaman hoşlan­

mıştır. Birkaç eşcinsel Ma:fuka'nın cazibesine kapılıp ona yak­

laşmaya çalışhlar. Ama o, anlan geri püskürttü. Canla başla sa­

vaştı ve zorla başından ath anlan.

"Bir gün hafif sarhoşken Mafuka'run stüdyosuna damla­

dım. Kapı açıkh. Girer girmez balkon tarafından kıkır kıkır gülme sesleri duydum. İki kız açıkça sevişiyorlardı. Sesler yu­

muşak ve inceydi, sonra şiddetli ve anlaşılmaz oldu ve en so­

nunda da inlemeler ve iç geçirmelere döndü. Ardından sesler kesildi.

"Mafuka geldi ve beni kulak kesilmiş dinlerken buldu.

Ona, 'Lütfen bırak da gidip onları göreyim' dedim.

" Benim için fark etmez' dedi Mafuka. 'Beni izle, yavaşca.

Yalnız benim geldiğimi düşünürlerse durmazlar. Benim onları

(16)

seyretmemden hoşlanırlar.'

"Dar merdivenleri hrmandık. Mafuka bağırdı, 'Benim.' Sesler kesilmedi. Yukarı çıkınca, beni görmemeleri için eğil­

dim. Mafuka yatağa gitti. İki kız çıplaklı. Vücutlarını birbirleri­

ne bashnyor, sürtünüyorlardı. Sürtünme onlara zevk veriyor­

du. Mafuka onlara doğru eğildi ve kızlan okşadı. 'Haydi gel Mafuka, yanımıza uzan' dediler. Ama o, kızlan bırakıp beni yi­

ne alt kata götürdü.

'Mafuka' dedim, 'nesin sen? Kadın mısın erkek misin?

Neden bu iki kızla beraber yaşıyorsun? Eğer erkeksen neden bir kız arkadaşın yok? Eğer kadınsan neden arada sıra bir er­

kekle birlikte olmuyorsun?'

"Mafuka bana gülümsedi.

'Herkes bunu öğrenmek istiyor. He.rkes benim bir erkek çocuğu olmadığımı hissediyor. Kadınlar da hissediyor. Erkek­

ler emin olamıyor. Ben bir sanatçıyım.'

"'Ne demek istiyorsun, Mafuka?'

" 'Söylemek istediğim şu: Birçok sanatçı gibi biseksüelim!'

" 'Evet ama, sanatçıların biseksüalitesi doğalarında vardır.

Kadın doğasına sahip bir erkek olabilir, ama senin gibi iki cin­

siyeti de sergileyen bir fizikle değil.'

" 'Benim vücudum hermafrodit.'

" 'Oh, Mafuka, vücudunu göster bana.'

" 'Benimle sevişmek istemeyeceksin, değil mi?'

" 'Söz veriyorum.'

"Önce gömleğini çıkarth ve genç bir erkek çocuğu gövde­

sini gösterdi. Göğüsleri yoktu, yalnızca göğüs uçlan genç bir oğlanınki kadar belirgindi. Sonra pantolonunu aşağı kaydırdı.

Ten renginde dantelli bir kadın külotlu giymişti. Bacakları ve uylukları kadınsıydı. Güzel kıvrımlı, tam olması gerektiği gibi­

lerdi. Kadın çorapları ve jartiyer giyiyordu. 'Bırak jartiyerlerini

16

(17)

ben çıkartayım. Jartiyerleri severim,' dedim. Bir balerin edasıy­

la, bacağım çok zarif bir biçimde ellerime uzath. Jartiyeri ya­

vaşça aşağı doğru yuvarladım. Ellerimdeki narin bir bacaktı.

Bacaklarına bakakaldım, mükemmeldiler. Çoraplarını aşağı kaydırıp güzel düzgün kadınsı tenini gördüm. Ayaklan narin­

di ve dikkatlice pedikür yapılrruşh. Tırnaklarında kırmızı oje vardı. Gittikçe daha fazla ilgimi çekiyordu. Bacağını okşadım.

'Sevişmeyeceğine söz vermiştin' dedi.

"Kalkhm. Külodunu aşağı kaydırdı. Ve aşağıdaki kıvrıl­

mış, nefis kasık tüylerini gördüm, biçimleri hpkı bir kadınınki gibiydi; bir de küçük bir çocuğunkine benzeyen, dumura uğra­

mış küçük bir penis taşıyordu. Ona - kadın ya da erkek, her neyse - bakmama izin verdi. Bir şeyler söylemek zorunda ol­

duğumu hissettim.

"'Neden kendine bir kadın adı seçtin, Mafuka? Bacakların ve kolların dışında hpkı genç bir erkek çocuk gibisin.'

"Bunu söyleyince, Mafuka güldü, bu sefer bir kadın gülü­

şüydü, çok hafif ve hoş. 'Gel ve gör ' dedi. Sırtüstü uzandı, ba­

caklarım açtı ve bana mükemmel bir vulva ağzı gösterdi, peni­

sinin arkasında, kırmızı ve zarif.

"'Mafuka!'

"Uyarılmışhm. ·Çok garip arzular hissediyordum. Tek kişi­

de hem erkek hem de kadınla birlikte olmayı isteme hissi. Be­

nim heyecanlandığımı gördü ve oturdu. Okşayarak ·onu elde etmeye çalışhrn, ama benden kurtuldu.

"'Erkeklerden hoşlanmıyor musun?' diye sordum. 'Daha önce hiç bir erkekle birlikte olmadın mı?'

'Ben bakireyim. Erkeklerden hoşlanmam. Yalnızca ka­

dınlar için istek duyarım, ama bir erkeğin yapabildiği gibi içle­

rine giremem. Penisim bir çocuğunki gibi - ereksiyon olamıyo-

rum.'

(18)

" 'Sen gerçek bir hermafroditsin, Mafuka' dedim. 'Bu, sö­

zümona zamanımızın ortaya çıkardığı bir şey, çünkü erkek ile dişi arasındaki gerilim aşılmıştır. İnsanlar çoğunlukla yan er­

kek, yarı kadın, Ama daha önce hiç görmemiştim - gerçekten, fiziksel olarak. Bu seni çok mutsuz ediyor olmalı. Kadınlarla mutlu musun?'

'Kadınlan arzuluyorum, ama acı çekiyorum, çünkü bir erkek gibi içlerine giremiyorum ve beni lezbiyenler gibi arala­

rına aldıklarında da, tatminsizlik hissediyorum. Ama erkekleri de çekici bulmuyorum. Matilda'ya, modele aşığım. Ama onu elimde tutamıyorum. Kendisine gerçek bir lezbiyen buldu, onunla tatmin olabildiğini hissediyor. Benim penisim ona sü­

rekli olarak benim gerçek bir lezbiyen olmadığımı hissettiriyor.

Sen de gördün, iki kızın arasında bir ilişki var. Ben de onların arasında duruyorum, hiçbir zaman tatmin edilmemiş olarak.

Yine de kadınların dostluğundan hoşlanmıyorum. Küçük ve şahsidirler. Kendi gizemlerine ve sırlarına sıkı sıkı sarılıyorlar, rol kesiyorlar ve numara yapıyorlar. Erkeklerin karakterlerin­

den daha çok hoşlanıyorum.'

" 'Zavallı Mafuka.'

'Zavallı Mafuka. Evet, doğduğumda bana ne ad koya­

caklarını bilememişler. Rusya'da küçük bir köyde doğdum. Be­

nim bir hilkat garibesi olduğumu düşünmüşler ve belki de yok olacağımı düşünerek kendi kaderime bırakmışlar. Paris'e gel­

diğimde daha az acı çektim. İyi bir sanatçı olduğumu keşfet­

tim."

Heykeltraşın stüdyosundan ayrılır ayrılmaz, her zaman yakında

i bir kahve dükk,nında durur ve Millard'ın bana an­

lattığı her şeyi uzun uzun düşünürdüm. Benim çevremde de, örneğin burada, Greenwich Village'da boyle şeyler olup olma­

dığını merak ederdim. Maceralara' açık olmasından dolayı ona

18

(19)

poz vermekten hoşlanmaya başladım. Brown adlı ressamın be­

ni davet ettiği cumartesi akşamı partisine katılmaya karar ver­

dim. Açtım ve her şeyi merak ediyordum.

Art Model Kulübü'nun kostüm kısmından bir gece peleri­

ni ve ayakkabıyla birlikte bir gece elbisesi kiraladım. İki model benimle birlikte geldi, kızıl saçlı Mollie ve heykeltraşların göz­

desi, heykel gibi Ethel.

Bu sırada aklımdan geçen heykeltraşın anlattığı Montpar­

nasse yaşamına dair hikayelerdi ve şimdi bu alana girdiğimi hissediyordum. Çok yoksul ve çıplak stüdyoyu görmek ilk ha­

yal kırıklığım oldu, yastıksız iki sedir, çiğ bir aydınlatma; bir parti için gerekli olduğunu düşündüğüm hiçbir süs yoktu.

Yerde bardakların ve kırık fincanların yanı sıra şişeler var­

dı. Bir merdiven Brown'un resimlerini koyduğu balkona çıkı­

yordu. İnce bir perde lavaboyu ve küçük bir gaz sobasını göz­

lerden saklıyordu. Odanın önünde iki adamın sahip olduğu bir kadının erotik resmi vardı. Kadın ç�rpınıyordu, vücudu yay gibi gerilmişti, gözlerinin yalnızca akı gözüküyordu. Erkekler üzerine kapanmışlar, biri penisini kadının içine, öteki ağzına yerleştirmişti. Gerçek boyutlarda bir resimdi ve çok hayvan­

caydı. Herkes ona bakıyor, hayran oluyordu. Resim beni çarp­

tı. Bu türden gördüğüm ilk resimdi ve karışık duygularla beni büyük bir şoka soktu.

Onun yanında duran daha da çarpıcıydı. Yoksulca döşen­

miş, büyük demir bir yatağın kapladığı bir odayı gösteriyordu.

Yatakta oturan eski el6iseler içinde, kırklarında, traşsız, ağzı salyalı, gözkapakları gevşek, çenesi düşük bir erkekti, tama­

men dejenere bir ifadesi vardı. Külodunu yarıya kadar sıyır­

mış ve çıplak dizlerine çok kısa etekli küçük bir kız oturtmuş, ona bir çubuk şekerleme yediriyordu. Kızın küçük çıplak ba­

cakları erkeğin kıllı bacaklarına dayanmıştı.

(20)

.Bu iki resmi gördükten sonra çok içmiş birisinin hissetik­

lerini hissettim, ani bir baş dönmesi, vücuda yayılan bir sıcak­

lık, duygularda karışıklık. Gövdede bir şeyler uyanıyordu, sisli ve bulanık, yeni bir heyecan, yeni bir açlık ve rahatsızlık.

Odadaki diğer insanlara bakhm. Ama onlar o kadar etki­

lenmiş gözükmüyorlardı. Gülüyor v� yorum yapıyorlardı.

Bir model iç çamaşırlan mağazasında başından geçen bir şeyi anlahyordu:

"Taslak çizimleri için iç çamaşırlı poz verecek model ilanı için başvurmuşhım. Bunu daha önce defalarca yapmıştım ve normal ücreti, saatine bir dolar, ödemişlerdi. Genellikle birkaç sanatçı ayru anda çizerdi ve çevrede bir sürü insan olurdu sekreterler, stenograflar, getir götür işlerine bakan çocuklar. Bu sefer yer boştu. Yalnızca bir sıra, dosyalar ve çizim malzemele­

rinin olduğu bir büro. Bir adam çizim masasının başında ohır­

muş, beni bekliyordu. Bana bir yığın iç çamaşın verildi ve de­

ğiştirebileceğim yerde bir paravan buldum. Bir kombinezon giymekle başladım. Onbeş dakikalık pozlar verdim.

"Sakince çalışhk. İşaret_ verdiğinde paravanın arkasına geçtim ve iç çamaşırlarını değiştirdim. Dantelli üstleri ve güzel nakışlanyla çok hoş saten iç çamaşırlardı. Bir sütyen ve dar bir külot giydim. Adam sigara içti ve çizmeye devam etti. Yığının dibinde dar külotlar ve tamamen siyeh dantelden yapılmış bir sütyen vardı. Çıplak olarak sık sık poz vermiştim ve giydiğim şeyleri pek takmazdım. Ama bunlar gerçekten güzeldi.

"Vaktin çoğunda pencereden dışan bakhm, çizim yapan adama değil. Bir süre sonra kalem sesi kesildi ve hafifçe ondan yana döndüm, pozumu kaybetmek istemiyordum. Çizim ma­

sasının arkasında oturmuş, gözlerini bana dikmişti. Sonra pe­

nisinin kalktığını ve bir tür trans halinde olduğunu fark ettim.

"Büroda yalnız olduğumuzdan bunun benim için sorun

20

(21)

dernek olduğunu düşünerek, paravanın arkasına geçip giyin­

meye başladım.

'Gitme. Sana dokunmayacağım. Sadece, hoş iç çamaşırlı kadınlan seyretmeyi severim. Eğer daha fazla ödeme yapma­

mı istiyorsan, bütün yapman gereken benim en hoşuma giden iç çamaşırlarını giyip onbeş dakika poz vermen. Beş dolar da­

ha vereceğim. Sen kendin alabilirsin. Tam başının üzerindekr rafta duruyor ' dedi.

"Eliriı.i uzahp paketi aldım. Görebileceğiniz en güzel par­

çaydı - en iyi siyah dantel, sanki gerçekten bir örümcek örmüş gibiydi ve külot önden ve arkadan yırtmaçlıydı, yırtmaca ve kenarlara iyi dantel konulmuştu. Sütyen öyle kesilmişti ki, dik üçgenler aracılığıyla göğüs uçlarını gözler önüne seriyordu.

Adamın çok tahrik olup, bana saldırıp saldırmayacağını dü­

şündüğüm için tereddütlüydüm.

" 'Merak etme' dedi. 'Kadınlardan gerçekten hoşlanmam.

Onlara hiç dokunmadım. Yalnızca iç çamaşırlarından hoşlanı­

rım. Kadınlan hoş iç çamaşırları içinde görmekten hoşlanırım.

Eğer sana dokunmaya çalışsaydım hemen iktidarsız olurdum.

Buradan kımıldamayacağım!'

"Çizim tahtasını bir kenara koydu ve kalkmış penisiyle oraya oturdu. Arada sırada penisi titriyordu. Ama sandalye­

sinden kımıldamadı.

"İç çamaşırlarını giymeye karar verdim. Beş dolar başımı dqndürmüştü. Çok kuvvetli gözükmüyordu ve kendimi savu­

nabileceğini hissettim. Yırtmaçlı külotla ayakta durdum ve be­

ni her açıdan görmesi için etrafında döndüm.

"Sonra 'Yeter' dedi. Huzursuz gözüküyordu veeffeünde kan toplanmıştı. Çabucak elbiselerimi . giymemi ve '

ği

tmemi

söyledi. Büyük bir aceleyle parayı uzattı ve ben de gittim. Ken­

disini tatmin etmek için yalnızca benim gitmemi beklediğini

(22)

hissediyordum.

"Bunun gibi bir sürü erkek biliyorum, çekici bir kadından ayakkabı �alan ve elinde onu hıhıp ona ba'karken kendisini tatmin eden."

Bu hikayeye herkes güldü. "Düşünüyorum da," dedi Brown, "çocukken şu ya da bu türden fetişist olmaya daha faz­

la eğimliydik. Annemin dolabında saklandığımı ve onun elbi­

selerini koklamaktan ve onlara dokunmaktan kendimden geç­

tiğimi hahrlıyorum. Bugün bile peçe, tül ya da tüy takmış bir kadın görsem dayanamam, çünkü içimde küçük odada hisset­

tiğim garip duygular uyanır."

O bunları söylediğinde ben de, onµçümdeyken, aynı ne­

denle genç bir adamın dolabında nasıl gizlendiğirni hahrla­

dırn. Yirrnibeş yaşındaydı ve bana küçük bir kızmışım gibi davranıyordu. Ona aşıkhm. Uzun bir gezinti için hepimizi al­

dığı arabada onun yanında oturuyordum, benimkilerin yanın-, da onun bacaklarını hissetmek b�le.beni esrik bir hale sokuyor­

du. Gece yatağa girdim ve ışığı kapathktan sonra küçük bir delik açtığım süt kutusunu çıkardım. Açıklayamadığım bir şe­

kilde bütün vücudumda hissettiğim bir şehvet duygusuyla, karanlıkta oturdum, tatlı sütü emdim. Sonra aşık olmakla tatlı süt emmenin bağlanhlı olduğunu düşündüm. Çok sonra, sper­

min tadını ilk defa tathğımda bunu hatırladım.

Mollie de aynı yaştayken, kafur topaklan koklarken zen­

cefil yemekten hoşlandığını hatırlıyor. Zencefil vücudunu ısı­

tıp gevşetiyor, kafur topaklarıysa başını döndürüyordu. Bu yçılla bir tür uyuşturucu almış gibi oluyor, saatlerce uzanıyor­

du.

EtheJ bana döndü :ve dedi ki, "Umarım asla, cinsel olarak sevmediğin bir adamla evlenmezsin. Ben evlenmiştim. Ona

22

(23)

ilişkin her şeyi seviyordum, davranma biçimini, gülümsemesi­

ni, konuşmasını, cinsel yanı hariç her şeyini. Evlenmeden ön­

ce, yaparım diye düşünmüştüm. Ters giden hiçbir şey yoktu.

Mükemmel bir aşıktı. Duygusal ve romantikti, büyük bir his ve büyük neşe gösteriyordu. Hassastı ve aşırı derecede sevi­

yordu. Son akşam, uyurken yatağıma geldi. Yarı uyuyordum, bu nedenle her zaman yaptığım gibi kendimi kontrol edeme­

dim, çünkü onun duygularını incitmek istemiyordum. Yanıma sokuldu ve çok yavaş ve uzatarak içime girmeye baaşladı. Ge­

nelde her şey çabucak biterdi, bu da dayanmamı mümkün k�­

lardı. Elimde olsay�ı beni öpmesine bile izin vermezdim. Ağ­

zını benimkinin üzerine koymasından nefret ederdim. Genel­

de, son akşam yaptığım gibi yüzümü dönerdim. Şimdi o hur­

daydı ve ben ne mi yaptım? O zevkten kendisinden geçerken, aniden kapalı yumruklarımla omuzlarına vtirmaya başladım, hrnaklarımla vücudunu kazıdım ve o bunu zevk alma işareti olarak aldı, sanki zevkle daha da vahşi oluyormuşum gibi de­

vam etti. Derken mümkün olduğunca alçak bir sesle, 'Senden nefret ediyorum/ diye fısıldadım. Ve sonra kendi kendime be­

ni duydu mu diye sordum. Ne düşünüyordu? İnanmış mıydı?

Yarı uyuyordu, her şey bitip yatağına dönerken yalnızca beni öptü ve iyi geceler dedi. Ertesi sabah bir şeyler söylemesini bekliyordum. Hala 'Senden nefrer ediyorum' dediğimi duydu­

ğunu düşünüyordum. Ama hayır, sözcükleri söylemeksizin bi­

çimlendirmiş olmalıyım. Ve onun bütün söylediği, 'Biliyorsun, dün akşam çok vahşiydin,' oldu ve oundan hoşlanmışcasına gülümsedi."

Brown fonografı çalıştırdı ve dans etmeye başladık. Aldı­

ğım biraz alkol kafamı iyi yapmıştı. Bütün evrenin açıldığını hissediyordum. Her şey çok düz ve basit gözüküyordu. Ger­

çekte her şey tıpkı hiçbir çaba harcamaksızın kayabildiğim

(24)

karlı bir tepedeki gibi baş aşağı gidiyordu. Büyük bir dostluk hissediyordum, sanki bütün bu insanları çok yakından taru­

yordı;m. Ama dans etmek için ressamların en çekingenini seç­

mişim. Tıpkı benim yaphğım gibi bir şeyleri taklit ediyordu, bundan dolayı da çok tanıdık geliyordu. Derinden derine biraz huzursuz olduğunu hissediyordum. Öteki ressamlar dans eder gibi yaparak Ethel ve Mollie'yi okşuyo,rlardı. O, böyle bir şeye kalkışmadı. Onu keşfederken :\<endime gülüyordum. Brown ressamın hiçbir girişimde bulunmadığını gördü ve gelip bir dans için onun yerini aldı. Bakirelere dair şeytanca laflar edi­

yordu. Beni kastedip etmediğini merak ettim. Nasıl bilebilirdi ki? Bana doğru biraz bashrdı, ben de kendimi çektim. Çekin­

gen genç ressamıma geri döndüm. Dergilere resim yapan bir kadın onunla flört ediyor, onu kızdırıyordu. Geri dönmeme benim kadar memnun olmuştu. Kendi çekingenliklerimize çe­

kilerek birlikte dans ettik. Çevremizde herkes öpüşüyor, birbir­

lerine sarılıyorlardı şimdi.

Kadın ressam bluzunu fırlahp atmışh ve kombinezonuyla dans ediyordu. Çekingen ressam� "Eğer burada kalırsak yakın­

da döşemeye uzanacağız ve sevişeceğiz. Gitmek ister misin?"

dedi.

"Evet, isterim" dedim.

Gittik. Sevişmek yerine, konuştu, konuştu. Hayran hayran onu dinliyordum. Benim bir resmim için bir planı vardı. Beni bir denizalh kadını olarak resmetmek istiyordu; dumanlı, say­

dam, yeşil, çok kırmızı bir ağız ve saçlanma takhğım çok kır­

mızı bir gül dışında su gibi. Ona poz verir miydim? Likörün etkisinden dolayı anında yanıt vermedim, o da özür diler gibi,

"Kaba olmadığıma üzüldün mü?" dedi.

"Hayır. Üzülmedim. Seni ben seçtim, çünkü senin kaba ol­

madığını biliyordum."

24

(25)

"İlk partim," dedi alçakgönüllülükle, "ve sen böyle davra­

nabilecek türden bir kadın değilsin. Nasıl model oldun? Bun­

dan önce ne yapıyordun? Bir model fahişe olmak zorunda de­

ğildir biliyorum, ama bir sürü ellemeye ve teşebbüse katlan­

mak zorundadır."

"Ben güzelce idare ediyorum," dedim, bu konuşmadan hiç hoşlanmamıştım.

"Senin için endişeleneceğim. Bazı sanatçılar bilirim, çalı­

şırken objektiftirler. Kendimden biliyorum. Ama model soyu­

nup giyindiği zaman, öncesi ve sonrasında, her zaman öyle bir an vardır ki, beni rahatsız eder. V ücudu görmek ilk süprizdir.

İlk seferinde ne hissetmiştin?"

"Hiçbir şey. Şimdiden bir resim olduğumu hissetmiştim.

Ya da bir heykel. Bir obje, kişisel olmayan bir obje gibi kendi vücudumun alt tarafına bakhm."

Sıkıntım, rahatsızlık ve açlıkla gittikçe büyüyordu. Hiçbir şeyin beni mutlu kılamayacağını hissediyordum. Umutsuz bir biçimde kadın olma, yaşama dalma arzusu hissediyordum.

Neden, önce aşkta varolma gereksinimine köle olmuştum? Ya­

şamrm nerede başlayacakh? Her stüdyoya, bir türlü gerçekleş­

meyen bir mucize beklentisiyle giriyordum. Bana öyle geliyor­

du ki, dört bir yanımdan büyük bir akıntı geçiyor ve beni dışa­

rıda bırakıyordu. Benim gibi hisseden birilerini bulmak zorun­

daydım. Ama nerede? Nerede?

Heykeltraşın kansı tarafından gözlendiğini görebiliyor­

dum. Stüdyoya umulmadık zamanlarda ve öyle sık geliyordu ki. Ve heykeltraşı korkutuyordu. Neden korktuğunu bilmiyor­

dum. Beni iki haftalığına, sürekli poz verebileceğim sayfiye ev­

lerine davet ettiler - dahası kadın beni davet etti. Ama karısı gider gitmez heykeltraş bana döndü ve "Gelmemek için bir ba­

hane bulmalısın. Seni mutsuz edecektir. İyi değil - saplantıları

(26)

var. Bana poz veren her kadının metresim olduğunu sanıyor,"

dedi.

Öğle yemeğine çok az bir zaman ayırarak stüdyodan stüdyoya koşturduğum, dergi kapakları, dergi hikayelerindeki resimler ve reklamlar için poz verdiğim telaşlı günlerdi. Yüzü­

mü her yerde görebiliyordum, metroda bile. İnsanlar beni tanı­

mazsa hayrete düşüyordum.

Heykeltraş en iyi arkadaşım olmuştu. Üzüntüyle heykelin bitmeye yaklaştığını gözlüyordum. Derken bir sabah stüdyoya vardığımda onu parçalamı� olduğunu gördüm. Bensiz çalış­

maya çabaladığını söyledi. Ama mutsuz ya da üzülmüş gö­

zükmüyordu., Çok kederlenmiştirn, bana sabotaj gibi geliyorc du, çünkü çok acemice tahrip edilmiş gözüküyordu. Her şeye yeniden başlamaktan mutlu olduğunu gördüm.

John'la karşılaşmam ve bir sesin gücünü keşfetmem tiyat­

roda oldu. Sesi borulu bir orgun tonları gibi akıp gitti üzerim­

den, beni titretti. Adımı yinelediğinde ve yalruş telaffuz etti­

ğinde bana bir okşayış gibi geldı. Bugüne dek duyduğum en derin, en zengin sesti. Henüz doğrudan ona bakamamışhm.

Biliyordum ki gözleri büyük, keskin, çekici maviydi; kendisi iriydi, fazlasıyla· hareketliydi. Ayaklarını bir yarış atı gibi sinirli sinirli oynahyordu. Varlığının her şeye bulaşhğını, hissettim - tiyatroya, sağımda oturan arkadaşa. Ve sanki onu büyülemi­

şim, hipnotize etmişim gibi davranıyordu. Konuşuyordu, göz­

leri üzerimdeydi, ama dinlemiyordum. Öyle bir andı ki artık genç bir .kız değildim. Her konuştuğunda kendimi baş döndü­

rücü bir spirale, güzel bir sesin ağlarına düşmüşüm gibi hisse­

diyordum. Gerçek bir uyuşturucuydu. En sonunda beni "çaldı­

ğında", öyle demişti, bir taksi çağırdı.

Onun dairesine gidene kadar başka tek bir söz etmedik.

Bana dokunmadı. Buna ihtiyacı yokfu. Varlığı beni öyle etkili-

26

(27)

yordu ki, uzunca bir süre beni okşamış gibi hissediyordum.

Tekrarlamanın yeteri kadar güzel olduğunu düşünmüşçe­

sine yalnızca adımı, iki defa söyledi. Uzundu, ateş basmışh.

Gözleri öylesine keskin maviydi ki gözlerini kırphğında, açana kadar miı;ıik bir şimşek çaknuş gibi oluyordu, insana korku hissi veriyordu, sanki bir fırhna seni bütünüyle kaplayacakmış gibi bir korku.

Sonra beni öptü. Dili benimkinin üzerinde geziniyordu, oraya buraya gidip geliyordu ve sonra yalnızca ucuyla dokun­

mayı bırakh.

Öp

errnişcesine yavaşca eteğimi sıyırdı. Jartiyerle­

rimi, çoraplarımı ortaya çıkardı. Ardından beni kaldırdı ve ya­

tağa taşıdı. Öyle gevşemiştim ki, onu şimdiden içimde hissedi­

yordum. Bana, sanki sesi beni açmış, bütün vücudumu ona aç­

mış gibi geliyordu. O da bunu hissediyordu ve penisine direnç gösterildiğini hissettiğinde öyle şaşırdı ki.

Yüzüme bakmak için durdu. Çok heyecanlı bir kabul hissi gördü ve daha da sert,bashrdı.Gözyaşı ve acı hissediyordum ama sıcaklık her şeyi yumuşahyordu, kulağıma, "Beni, benim seni istediğim kadar istiyor musun?" diyen sesinin sıcaklığı.

Sonra zevkten inledi. Bütün ağırlığı üzerimdeydi, vücu­

dumu bashnyordu, acının oku yok oh;iu. Açılmış olmanın zev­

kini hissettim. Yan düş halinde uzandım.

John, "Acıthm. Zevk almadın," dedi. "Yine istiyorum," di­

yemedim. Elim penisine dokundu. Okşadım. Yay gibi geril­

mişti, öyle sertti ki. Yeni bir arzu dalgası .hissedene dek beni öptü, tam bir yanıt verme arzusu. Ama o, "Şimdi acıtacak. Bir süre bekle. Bütün gece benimle kalabilir misin? !Çalacak mı­

sın?"

Bacağımda kan olduğunu gördüm. Yıkamaya gittim. He­

nüz bir şey olmamış gibi hissed'yordum, bu yalnızca keşfin küçük bir parçasıydı. Sahip olunmak ve kör edici zevkleri bil-

(28)

mek istiyordum. Sendeleyerek yürüdüm ve tekrar yatağa gir­

dim.

John uyukluyordu, iri vücudu üzerime uzandığı zamanki gibi kıvrılmışh, kolunu başımın durduğu yere atmışh. Yanına kaydım, yan uyuklar bir haldeydim.Penisine tekrar dokun­

mak istedim. Öyle nazik dokundum ki, onu uyandıı;mak iste­

miyordum. Sonra uyudum ve öpüşleriyle uyandım. Etin ka­

ranlık dünyasında yüzüyorduk, yalnızca yumuşak bir et titre­

yişi hissediyorduk ve her dokunuş bir zevkti. Kalçalarımı sıkı­

ca kavrayarak kendisine çekti. Beni yaralamaktan korkuyordu.

Bacaklarımı ayırdım. Penisini yerleştirdiğinde acıdı, ama zevk daha büyüktü. Biraz daha dışarda bir acı halkası vardı ve daha derinde, penisin hareket etmesinin zevki. Onu karşılamak için öne doğru bashrdım.

Bu seter o pasifti. "Sen hareket et. Şimdi zevk alacaksın,"

dedi. Acıyı hissetmiyormuşçasına penisin etrafında nazikçe hareket ettim. Kendimi ona doğru kaldırmak için, yumrukları­

mı kqpahp arkama yerleştirdim. Bacaklarımı omuzlarına yer­

leştirdi. Sonra acı daha da arth ve çekildi.

Sabahleyin sersemlemiş, ama tutkuya yakın yeni bir zevk hissiyle ondan ayrıldım. Eve gittim ve o telefon edene dek uyudum.

"Ne zaman geliyorsun?" dedi. "Seni tekrar görmeliyim.

Hemen. Bugün poz veriyor musun?"

"Evet. Vermeliyim. Poz verdikten sonra geleceğim."

"Lütfen poz verme," dedi, "Lütfen poz verme. Bunu dü­

şünmek beni mahvediyor. Seninle konuşmak istiyorum. Lüt­

fen önce gel ve beni gör."

Ona gittim. "Ah," dedi, arzusunun soluğu yüzümü yakı­

yordu, "şimdi seni, kendini gözler önüne sererek poz verirken düşünmeye dayanamam, bir daha yapmamalısın. Sana bak-

28

(29)

marn için bana izin vermelisin. Seninle evlenemem, çünkü bir karım ve çocuklarım var. Bırak nasıl kurtulabileceğimizi öğre­

nene dek, sana bakayım. Gelip seni görebileceğim küçük bir yer alayım. Poz veremezsin. Sen bana aitsin."

Derken gizli bir hayat sürmeye başladım ve ne zaman dünyadaki herhangi bir başkası için: poz veriyor olduğumu sansam, gerçekte güzel bir odada John'u bekliyordum. Her ge­

lişinde bir hediye, bir kitap, yazmam için renkli kağıt getiriyor­

du. Rahatsızdım, bekliyordum.

Gizli hayatıma giren tek kişi heykeltraştı, çünkü neler ol­

duğunu hissediyordu. Poz vermeyi bırakmama izin vermiyor­

du ve sorular soruyordu. Hayatımın nasıl olabileceğine dair kehanetlerde bulunuyordu.

İlk defa John'la birlikte orgazmı hissettim; ağladım, çünkü öyle kuvvetli ve muhteşemdi ki tekrar tekrar olabileceğine ina­

namadım. Acılı anlar yalnızca beklerkendi. Banyo yapıyor, tır­

naklarımı parlatıyor, kokular sürünüyor, meme uçlarıma ruj sürüyor, saçımı tarıyor, rahat bir şeyler giyiniyordum ve bütün bu hazırlıklar imgelemimi gelme sahnesine çeviriyordu.

Onun beni banyoda bulmasını istiyordum. Geçerken uğ­

radım demeliydi. Ama gelmiyordu. Sık sık geç kalıyordu. Za­

manla o geldiğinde soğuk, küskün olmaya başladım. Bekle­

mek duygularımı yıpratıyordu. İsyan ediyordum. Bir defasın­

da kapının zili çaldığında yanıt vermedim. Sonra öyle nazik ve kibarca kapıyı vurdu ki, dokundu, kapıyı açtım. Ama kızgın­

dım ve canını yakmak istiyordum. Öpüşlerine karşılık verme­

dim. Ellerini elbisemin altına kaydırana kadar acıttı ve uyluk­

larırnı kapalı tutmama rağmen ıslandığımı anladı. Neşelendi ve zorla yol açtı kendine.

Sonra, cinsel olarak karşılık vermeyerek onu cezalandır­

dım ve o da yine acıttı, zevk almam hoşuna gidiyordu. Şiddetli

(30)

kalp ahşlarından, sesteki değişikliklerden, bacaklarımın çekili­

şinden, ondan nasıl zevk aldığımı biliyordu. Ve bu sefer bir orospu gibi uzandım. Bu ona gerçekten acı verdi.

Asla birlikte dışarı çıkmadık. O da çok meşhurdu, karısı da. Yapımcıydı. Karısı oyun yazarıydı.

John, onu beklemenin beni nasıl kızdırdığını keşfettiğin­

de, düzeltmeye çalışmadı. Gittikçe daha geç geldi. Saat onda geleceğini söylüyor sonra gece yansı geliyordu. Derken bir gün geldiğinde beni orada bulamadı. Bu onu çıldıth., Geri dön­

meyeceğimi düşünüyordu. Kasıtlı olarak geç geldiğini sanı­

yordum, çünkü kızgın olmamdan hoşlanıyordu. İki gün sonra yalvardı ve· geri döndüm. İkimiz de çok heyecanlı ve kızgın­

dık.

"Poz vermeye gitmişsin. Hoşuna gidiyor. Kendini göster­

mekten hoşlanıyorsun," dedi.

"Sen niye beni o kadar çok bekletiyorsun? Sana duydu­

ğum a,rzuyu öldürdüğünü biliyorsun. Sen geç geldiğinde so­

ğuduğumu hissediyorum."

"Çok da soğuk değil," dedi.

Tekrar uyluklanmı kapathrn, bana dokunmadı bile, ama ardından çabucak arkamdan sarıldı ve beni okşadı. "Çôk so­

ğuk değil," dedi.

Yatakta dizlerini bacaklarımın arasına iterek açmak için

zorladı. "Kızgın olduğun z_aman," dedi, "kendimi ırzına geçi­

yormuşum' gibi hissediyorum. Sonra da beni o kadar seviyor­

muşsun ki bana karşı koyamamışsın diye düşünüyorum. Gö­

rüyorum ki ıslanmışsın ve karşı koyman da ve bozguna uğra­

man da hoşuma gidiyor."

"John, beni o kadar kızdırıyorsun ki seni terk edeceğim."

Korktu. Beni öptü. Bunu tekrarlamayacağına söz verdi.

Kavgalarımıza rağmen, John'un beni yalnızca daha duyar-

30

(31)

lı kılmasıyla sevişmiş olmamızı anlayamıyordum. V ücudumu uyarıyordu. Şimdi kendimi bütün kaprislere bırakmak için da­

ha büyük bir arzu bile duyuyordum. Bunu biliyor olması ge­

rek, çünkü beni daha da okşadı, uyardı, poz vermeye geri dö­

neceğimden daha da korktu. Yavaşca döndum. Kendime ayır­

dığım çok fazla zaman vardı, John'a dair düşüncelerimle çok fazla yalnızdım.

Millard beni görmekten özellikle mutlu oldu. Heykeli yine tahrip etmişti, şimdi kasten yaptığını biliyordum, bana hoşuna gittiği şekilde poz verdirebilirdi.

Önceki gece, arkadaşlarıyla marihuana içmişti. Dedi ki,

"Bunun insanlara, sık sık hayvanlara dönüştükleri izlenimi verdiğini biliyor musun? Dün gece bir kadın vardı, bu dönü­

şümü tamamen gerçekleştirmişti: Ellerinin ve dizlerinin üzeri­

ne çöktü ve bir köpek gibi yürüdü. Elbiselerini çıkarttık. Süt vermek istedi. Bizim, yeniyetmelermişiz gibi davranmamızı is­

tedi, yere uzanıp onun memelerini emecektik. Elleri ve dizleri üzerinde duruyordu ve memelerini hepimize sundu. Köpekler gibi yürümemizi istedi - onun ardından. Bu pozisyonda, arka­

dan içine girm'emiz için ısrar etti ve ben girdim, ardından üze­

rine çömelmiş olarak onu ısırmak beni müthiş tahrik etti.

Omuzlarını şimdiye kadar ısırdığını herhangi birisinden daha şiddetle ısırdım. Kadın korkmadı. Ben korktum. Bµ beni ayılt­

tı. Ayağa kalktım ve sonra arkadaşlarımdan birinin, elleri ve dizleri üzerinde onu izlediğini gördüm, kadını ne okşuyor ne de içine giriyordu, yalnızca tam bir köpeğin yapacağı şekilde kokluyordu. Ve bu, ilk Cinsel deneyin1imi hatırlattı ve acı dolu bir şekilde aletimi kaldırdı.

"Biz çocukların sayfiyede, Martinique'den gelen büyük bir kız hizmetçisi vardı. Çok katlı etekler giyer ve başına renkli bir

(32)

eşarp bağlardı. Oldukça solgun bir beyaz zenci meleziydi, çok güzeldi. Bize saklambaç oynatırdı. Saklanmak sırası bana gel­

diğinde, beni eteğinin altına saklar ve otururdu. Ve ben orada yan boğulmuş, bacaklarının arasında saklanırdım. Ondan ge­

len cinsel kokuyu hatırlıyorum, çocuk olduğum halde beni bile tahrik ederdi. Bir keresinde ona dokunmaya çalıştım ama ya­

vaşca elime vurdu."

Sakin sakin poz veriyordum, yanıma gelip bir aletle beni ölçüp biçti. Derken ellerini uyluklarımda hissettim, hafif hafif okşuyordu. Gülümsedim. Model standında ayakta duruyor­

dum ve şimdi de bacaklarımı okşuyordu, sanki kilden modeli­

mi çıkartıyordu. Ayaklarımı öptü, ellerini tekrar tekrar bacak­

larımda ve kalçalanmda gezdiriyordu. Bacaklarıma dayandı ve beni öptü. Beni kaldırıp döşemeye yatırdı. Sikıca kendine bastırdı, sırbmı, omuzlarımı ve boynumu okşadı. Biraz titre­

dim. Elleri düzgün ve yumuşaktı. Bir heykele dokunuyormuş gibi dokunuyordu bana, her tarafımı okşuyordu.

Sonra sedire doğru yürüdük. Beni karnımın üzerine yatır­

dı. Elbiselerini çıkarttı ve üzerime uzandı. Penisini kalçaları­

mın üzerinde hissediyordum. Ellerini belime kaydırdı ve içime girebilecek kadar, hafifçe kaldırdı. Beni ritmik olarak kendisine doğru kaldırıyordu. Onu daha iyi hissedebilmek için gözlerimi kapattım ve penisin,. ıslaklığın içinde kayma sesini dinledim.

Öyle şiddetli itiyordu ki, beni zevklendiren küçük şıkırtı sesle­

ri çıkarhyordu.

Parmaklan tenimi deliyordu. Tırnaklan keskin ve acıtıcıy­

dı. Şiddetli ani itişleriyle beni öylesine uyardı ki sediri ısırdım.

Derken ikimiz de aynı anda bir ses işittik. Millard hızla kalktı, elbiselerini toplayıp heykel.in durduğu balkona giden küçük merdivenlere atıldı. Ben sahnenin arkasına kaydım.

Stüdyonun kapısı ikinci defa vuruldu ve kansı içeri girdi.

32

(33)

Titriyordum ama korkudan değil, zevk anımızın ortasında durdurulmanın şokundan. Millard'ın kansı stüdyoyu boş gör­

dü ve çıkh gitti. Millard giyinmiş olarak geldi. "Bekle bir daki­

ka," dedim ve ben de giyinmeye başladım. O anın büyüsü yok olmuştu. Jlalii ıslaktırn ve titriyordum. Dar külodumu giyer­

ken ipeğin teması beni bir el dokunuyormuş gibi etkiledi. Ge­

rilime ve arzuya daha fazla dayanamıyordum. İki elimi, Mail­

lard 'ın yaphğı gibi oramın üzerine koydum ve bastırdım, göz.., lerim kapalıydı ve Millard'ın beni okşadığını hayal ediyor­

dum. Ve geldim, tepeden tırnağa titriyordum.

Millard yine benimle birlikte olmak istiyordu, ama karısı­

nın süpriz yapabileceği stüdyoda değil, öyleyse başka bir yer bulmalıydım. Gittiğimiz yer bir arkadaşa aitti. Yatak derin bir girintiye konmuştu ve üzerinde aynalar ve küçük loş lambalar vardı. Millard bütün ışıklan kapatmak istedi, benimle karan-' lıkta birlikte olmak istediğini söyledi.

"Vücudunu gördüm ve onu iyi tanıyorum, şimdi onu ka­

palı gözlerle hissetmek istiyorum, yalnızca cildini ve teninin yumuşaklığını hissetmek istiyorum. Bacakların öyle gergin ve güçlü, ama �okunması o kadar yumuşak ki. Parmakları özgür olan ayaklarını seviyorum, bir elin parmaklan gibi ayn ayn, bükülmemiş - ve öyle güzel boyanmış ayak tırnaklan - ve ba-I

caklarının altlan." ,Ellerini vücudumun her tarafında gezdirdi, yavaş yavaş, tenime bastırarak, her kıvrımını hissederek. "Eğer elim burada, bacaklarının arasında kalsa," dedi, "onu hisseder misin, hoşlanır mısın, daha yakın olmasını ister misin?"

"Daha yakın, daha yakın," dedim._

"Sana bir şey öğretmek istiyorum," dedi Millard. "Yapma­

mı ister misin?"

Parmağım içime yerleştirdi. "Şimdi parmağımın etrafında daralmanı istiyorum. Orada penisin etrafında daralıp genişle-

(34)

yen bir kas var. Dene."

Denedim. Parmağı orada ileri geri hareket ediyordu. Ha­

reket etmeyi bıraktığında bu sefer ben onu içime çekmeye ça­

lışhm ve bahsettiği kası hissettim, başta zayıfça, parmağın et­

rafında açılıp kapanıyordu.

"Evet, böyle. Daha güçlü yap, daha güçlü," dedi Millard.

Ben de öyle yaptım, açılıyor, kapanıyor, açılıyor, kapanı­

yor. İçerde küçük bir ağız gibiydi, parmağı sıkıca sarıyordu.

Onu içime alıp emmek istiyordum ve sürekli denedim.

Derken Millard penisini yerleştireceğini ve hareket etme­

yeceğini söyledi, benim devam etmem gerekiyordu. Onu daha da güçlü kavramayı denedim. Bu hareket beni tahrik ediyordu ve her an orgazm olabileceğimi hissediyordum, ama onu defa­

larca kavradıktan, penisini içime emdikten sonra zevkle inledi ve orgazm olmayı engelleyemiyormuşçasına hızla itmeye baş­

ladı. Yalnızca içgüdüsel hareketi sürdürdüm ve ben de orgazm oldum, müthiş bir biçimde, ta. dölyatağımın diplerinde.

"John bunu sana göstermiş miydi?" dedi.

"Hayır."

;'Ne göstermişti?"

"Bunu," dedjm. "Üzerime çöküyorsun ve itiyorsun."

Millard söz dinledi. İlk orgazmın hemen arkasından peni- si çok güçlü değildi, yine de eliyle iterek içeri kaydırdı. İki eli­

mi uzatbm ve kürelerini okşadım ve iki parmağımı penisinin dibine koydum ve sanki o hareket ediyormuşcasına ovmaya başladım. Millard aniden uyandı, penisi sertleşti ve tekar gidip gelmeye başladı. Sonra durdu.

"Bu kadar istememem gerek," dedi yabancı bir tonla.

"John için çok yorgun olacaksın."

Sırtüstü uzandık ve dinlendik, sigara içtik. Millard'ın cin­

sel arzudan başka bir şey hissedip hissetmediğini, John'a olan

34

(35)

sevgımın onu düşündürüp düşündürmediğini merak ettim.

Ama yine de konuşurken acı dolu bir sesi vardı, soru sormaya devam etti.

"John bugün sana sahip oldu mu? Bir defadan fazla içine girdi mi? İçine girdi mi? İçine nasıl giriyor?"

Haftalar geldi geçti, Millard bana John'la yapmadığım bir­

çok şey öğretti ve ben de öğrenir öğrenmez onları John'la deni­

yordum. En sonunda John yeni pozisyonları nereden öğrendi­

ğimden şüphelenir oldu. Ondan önce hiç kimseyle sevişmedi­

ğimi biliyordu. Kasımla penisini ilk kavradığımda hayretler içinde kaldı.

İki gizli ilişki bana güç gelmeye başlamıştı, ama tehlike­

den ve yoğunluktan hoşlanıyordum.

(36)
(37)

tüllü kadın

(38)
(39)

George bir keresinde, hoş bir akşam geçirmek amacıyla, sevdiği İsveç barlarından birine gidip, bir masaya oturdu. Ya­

nındaki masada çok şık ve alımlı bir çiftin oturduğunu fark et­

ti. Erkek, düzgün ve hoş giyinmişti. Kadınsa, ışıldayan yüzü­

nü örten bir tül ve açık renkli takılarıyla tamamen siyahlar içindeydi. George'a gülümsediler. Birbirlerine bir şey söyleme­

diler, sanki çok eski tanışlardı ve konuşmalarına gerek yoktu.

Üçü de barda olup bitenleri izlemeye koyuldular - birlikte içen çiftler, yalnız içen bir kadın, macera arayan bir adam ve hepsi de aynı şeyi düşünüyora benziyordu.

Sonunda düzgün giyimli adam George'la muhabbete baş­

ladı. Bu arada George, kadını tamamen inceleme fırsah bul­

muş ve onun, sandığından daha da güzel olduğuna karar ver­

mişti. Kadının da muhabbete katılmasını beklediği bir anda, kadın yanındaki adama Georg�'un duyamadığı birkaç sözcük söyleyip, gülümsedi ve ortadan kayboldu. George birden yıl­

gınlaşh. Akşamki neşesi kalmamışh. Ayrıca harcayacak sadece birkaç dolan . vardı. Kadın hakkında bir şeyler öğrenmek için adamı içki içmeye davet edemeyecekti. Onu şaşırtan, adamın ona dönüp: "Benimle bir içki içer misiniz?" demesi oldu.

George teklifi kabul etti. Konuşmaları, Güney Fransa'daki oteller hakkında düşündükleri şeylerden, George'un fena hal­

de paraya ihhtiyacı olduğunu kabul etmesine geldi. Adamın verdiği yanıttan, para bulmanın çok kolay olduğu ortaya çıkı­

yordu. Bunun nasıl olacağını söylemedi yalnız. George'u, iti-

(40)

raflarını anlatmaya devam ettirdi.

George'da da çoğu erkekteki zayıflıktan olduğu ortaya çıkmışh arhk; coştuğunda' maceralarını anlatmaya, merak uyandırıcı bir dil kullanmaya bayılıyordu. Sokağa çıkar çık­

maz maceranın kendisini bulduğunu, ilginç bir akşamı ya da ilginç bir kadını asla kaçırmayacağını ima etti.

Yanındaki, gülümseyerek dinledi Geoerge'u.

George konuşmasını bitirince, adam, "Seni gördüğüm an bekledi

min sen olduğunu anlamışhm. Aradığım adam sen­

sin. Çok hassas bir sorunla karşı :karşıyayım. Gerçekten rast­

lanmadık bir şey. Bilmem hiç zor, nörotik kaadınlarla ilgin ol­

du mu? - Hayır mı? Anlafuklanndan belli oluyor. Benim çok oldu. Belki de anlan kendime, çekiyorum. Şu an_da çok karışık bir durumdayım. Nasıl kurtulacağımı gerçekten bilmiyorum.

Yardımın gerekiyor. Paraya ihtiyacın olduğunu söylüyorsun.

Para kazanmanın zevl,di bir yolunu önerebilirim .sana. İyi din­

le. Çok zengin ve gerçekten çok güzel, kusursuz bir kadın var.

İstediği herkes tarafından sadakatle sevilebilir, istediği herkes­

le evlenebilir. Ama doğasının sapkın bir yanı var - sadece bilin­

meyenden hoşlanıyor."

"�a herkes bilinmeyenden hoşlanır," dedi George, he­

men yolculukları, beklenmeyen karşılaşmaları, alışılmışın dı-

şındaki durumları düşünerek. ·

"Hayır. Onunki gibi değil ama. Yalnızca daha önce görme­

diği ve bir daha görmeyeceği bir erkek ilgisini çekiyor. Böyle bir erkek için her şeyi yapabilir."

George, kadının, onlarla birlikte masada Ohı!muş olan ka­

dın olup olmadığını öğrenmek arzusuyla yanıp tutuşuyordu.

Fakat sorınaya ce,saret edemedi. Adam öyküyü anlatmak zo­

runda kaldığı için üzgün görünüyordu, ama arlatmaya zorlan­

mıştı. Devam etti: "Bu kadının mutluluğundan sorumluyum.

40

(41)

Onun için her şeyi yapanın. Hayahmı onun kaprislerini yerine getirmeye adadım."

"Anlıyorum," dedi George. "Ben de onun için aynı şeyleri hissedebilirdim."

"Şimdi," dedi zarif yabancı, "Benimle gelirsen, parasal so­

runlarını bir haftalığına halledebilirsin belki. Hatta macera ar­

zunu da karşılarsın."

George sevinçten kızardı. Birlikte bardan ayrıldılar. Adam bir taksi çağırdı. Takside George'a elli dolar verdi. Sonra, Geor­

ge'un gözlerini bağlamak zorunda olduğunu, gidecekleri evi, sokağı görmemesi gerektiğini, Çünkü bu olayın bir daha tek­

rarlanmaması gerektiğini söyledi.

Barda gördüğü kadının, tülün ardındaki parlak ağzı ve ya­

nan gözleri George'un aklından" çıkmıyor, bir merak fırhnasına sürüklüyordu onu. Kadının özellikle saçlarını beğenmişti. Yüzü­

nün aşağısına sarkan, zarif bir ağırlık oluşturan, güzel kokulu, kabarık, kalın saçlardan hoşlanırdı. Tutkularından biriydi bu.

Yolculuk fazla uzun sürmedi. Kendisini hoş bir şekilde gi­

zemin kollarına bırakinıştı. SürüCÜyle kapıcının dikkatini çek­

memek için gözündeki bant, taksiden çıkmadan çıkarıldı. Ya­

bancı, girişteki ışıkların parlaklığının George'u tamamen kör­

leştireceğini zekice düşünmüştü. George parlak ışıklardan ve aynalardan başka bir şey seçemiyordu.

O zamana dek gördüğü en şaşalı mekanlardan birinin içi:..

ne itilmişti - her şey beyazdı ve ayna doluydu içerisi, egzotik bitkiler, Şam işi ip_!=?klerle kaplı enfes mobilyalar ve ayak sesle-_

rinin duyulmayacağı yumuşaklıkta bir halı vardı. Her biri farklı farklı gölgelendirilmiş, aynalarla kaplı odalardan geçiril­

di. Perspektif duygusunu tamamıyla kaybetmişti. Sonuncu odaya geldiler. Hafifçe bir nefes aldı George.

Kubbeli bir yatağın bir yükselti üzerinde yer aldığı bir ya-

(42)

tak odasındaydılar. Yerde beyaz kürklü postlar; pencerelerde du­

manlı beyaz perdeler ve aynalar, yine aynalar vardı. Kendisinin bu sonsuz yansımalarına, durumun gizeminin şimdiye dek bil­

mediği bir beklenti ve uyanıklıl<. parlaklığı kazandırdığı yakışıklı bir erkeğin sonsuz tekrarlarına dayanabildiği için mutluydu. Ne demek olabilirdi bu? Kendisirte soracak zaman bulamadı.

Bardaki kadın odaya girdi. Kadın içeri girer girmez, Geor­

ge'u eve getiren adam ortadan kayboldu.

Kadın elbisesini değiştirmişti. Üstünde, omuzlarını açıkta bırakan, fırfırların tuttuğu parlak saten bir tuvalet vardı. Geor­

ge, elbisenin bir hareketle ka·dının üstünden düşüp ışıldayan bir kın gibi sıyrılacağını ve altından kadının saten gibi parıltılı ve parmaklan gibi yumuşacık parlayan teninin ortaya çıkaca­

ğını düşündü.

Tetikte olmalıydı. Bu güzel kadının kendisini ona, tama­

men yabancı birine sunduğuna hala inanmıyordu.

Çekiniyordu ayrıca. Kadın ondan ne bekliyordu? Aradığı neydi? Yerine gelmemiş bir arzusu mu vardı?

Aşk armağanlarını sunabileceği tek bir gecesi vardı. Kadı­

nı bir daha göremeyecekti. Tavrındaki gizi çözüp, ona bir kere­

den fazla sahip olabilir miydi? Bu odaya kaç erkeğin gelmiş ol­

duğunu merak etti.

Kadın alışılmadık şekilde hoştu. Heı:n saten hem de kadi­

femsi bir şey vardı onda. Gözleri koyu ve nemliydi; ağzı parlı­

yor, teni ıŞığı yansıtıyordu. Vücudunun oranı kusursuzdu. İn­

ce bir kadının keskin çizgileriyle birlikte· tahrik edici bir olgun­

luğu vardı.

Beli çok inceydi, bu da göğüslerini daha da çok öne çıkar­

tıyord�. Sırh bir dansözünkü gibiydi ve her hareketi kalçaları­

nın dolgunluğunu belirginleştiriyordu. George'a gülümsedi.

Ağzı yumuşak ve geniş, yan açık duruyordu. George yaklaştı

42

(43)

ve ağzını kadının omuzlarına dokundurdu. Hiçbir şey bu ten­

den daha yumuşak olamazdı. Narin elbiseyi omuzlarından kaydırarak sateni geren göğüslerini ortaya çıkarma, onu he­

men soyma fikri ne kadar baştan çıkarıcıydı.

Ama George, bu kadına böyle çabuk davranılmayacağını, ustalık ve hfü;ıer beklediğini hissetti. Hiçbir hareketini bu ka­

dar düşünmemiş, sanat katmamışh. Bunu uzun bir kuşatmaya çevirmeye kararlı görünüyordu. Kadın da hiç acele ediyora benzemediğinden, kadının vücudundan gelen harika kokuyu ve çekingenliği içine çekerek çıplak omuzlarda kaldı.

Kadına o anda, orada sahip olabilirdi, çekiciliği öylesine güçlüydü ki. Ama önce onun bir hareket yapmasını istedi; ka­

dının parmaklarının arasında tahrik olmasını; yumuşak ve eği­

lip bükülebilir bir mum gibi olmamasını istedi.

İnanılmaz soğuk, itaatkar ama duygusuzdu. Teninde tek kıpırh yoktu ve ağzı öpüşmek içjn açıldıysa da, hevesli değildi.

Yatağın yanında konuşmadan durdular. George alışmak ister gibi elini �adının vücudunun saten kıvrımlarında gezdir­

di. Kadın hareketsizdi. Öpmeye devam ederek, yavaşca dizle­

rinin üstüne çöküp vücudunu okşadı kadının. Parmaklarıyla kadının elbisesinin altına hiçbir şey giymediğini hissediyordu.

Kadını yatağın ucuna götürdü, kadın oturdu. Terliklerini çı­

kardı. Ayaklarını eline aldı.

Kadın zarif ve davetkar bir şekilde gülümsedi. George ka­

dının ayaklarını öptü ve parmaklarını uzun elbisenin katları altında gezdirdi., mükemmel bacakları ve devamındaki uyluk­

ları hissetti.

Kadın, ayaklarını George'un ellerine bırakmışh; elbisenin alhndaki eller aşağı yukarı hareket ederek kadının bacaklarını okşarken kadın da ayaklarını onun göğsüne bastırıyordu. Ba­

caklarının teni böylesine yumuşaksa, orada, her zaman en yu-

Referanslar

Benzer Belgeler

En son 2011 Ha- ziran ayındaki atama kararnamesi ertesinde, HSYK yargıç ve savcıları iradeleri dışında keyfi bir biçimde başka yerlere atadığı için, Yargıçlar ve

Looking at employee engagement alone, without considering the culture that employees work in, potentially leaves blind to the strategic strengths and weaknesses in

• 1904 yılında, Mme Alphonse Daudet ve Judith Gautier (Théophile Gautier’in kızı) gibi diğer kadınlarla birlikte Anna de Noailles, aynı zamanda daha sonra

Deney ve gözleme dayalı modern bilimin temellerinin atılmasıyla, fizik başta olmak üzere bilimlerdeki hızlı ilerlemeler, bu bilimlerin temellerine ve bu bilimlerde elde

Bu şekilde elde edilmiş ham bakır birçok yabancı maddeler ihtiva eder ki, bu ya­ bancı maddeler çeşitli şekildeki refineri metodlarıyla bakırdan uzaklaştırılırlar.

• Görme yeteneğinizde bir bozulma olursa veya daha önceden göz içi basıncında artış, glokom veya katarakt gibi gözle ilgili sorunlarınız olduysa

Zira Muhammed Giray Han, Şah Muhammed Hüdabende’nin Adil Giray Han’a ilgisini haber alınca Adil Giray Han’ın annesini özür dileme, Adil Giray Han’ı

10/4 學術演講 總會長示範操作雷射儀器 (記者吳佳憲/台北報導) 北醫牙醫學系校友總會長葛建埔醫師(17 屆校友),示範操作牙科雷射儀器,與台下互動熱絡