R e s i m
Kıymetli idareci ve üstad Burhan Toprak Güzel San'atlar Birliğinin 25 inci resim se-gisi münasebetile Cum-huriyet gazetesinde bir makale neşr-etmiştir. Yazı birliğin müessis ve mensupları hakkındaki görüş ve ten-kidleri ihtiva etmekle beraber, son elli yıl zarfında dünya resim san'atı-nın geçirdiği istihaleyi ve bugün var-dığı tekâmülü çok kuvvetli bir lisan ve vukufla anlatmakta olduğundan okuyucularımıza nakletmeyi istifadeli buluyoruz.
R e s i m S e r g i s i
G ü z e l S a n a t l a r B i r l i ğ i n i n 2 0 ci s e r g i s i m ü n a s e b e t i l e B u r h a n Toprak Portre Ayetu.luh SümerB i z d e resim ve heykel teşekküllerinin en eskisi yirmi beşinci sergisini açmış b u l u n u y o r . R e s m î m a k a m l a r ı n d o ğ r u d a n d o ğ r u y a y a r d ı m v e m ü d a h a l e s i o l m a d a n , müstakil bir s a n a t birliğinin fasılasız yirmi b e ş sene sergi açabilmesi, şüphesiz b ü y ü k bir bahtiyarlıktır. I s t a n b u l d a h e m e n h e m e n hiç tablo s a t m a d a n v e e-saslı bir a l â k a g ö r m e d e n açılıp k a p a n a n b u sergiler, iştirak e d e n l e r i n d e azmini, iradesini v e s a n a t aşkı-nı m ü k e m m e l surette i f a d e e t m e k t e d i r . Z a t e n azim v e i r a d e g e n ç nesillere hocalık etmiş olan b u olgun insanların en k ö k l ü vasıflarıdır. Çallı İ b r a h i m s a d e c e renklerle s e r b e s t ç e o y n a m a s ı n ı bilen lirik bir
C a m i içi Ş e v k e t Dağ
Eski m a h a l l e Vecih B e r e k e t o ğ l u
kâfidir. Bugünkü sanat hayatımızı - gençler tarafın-d a n bazan l ü z u m u n tarafın-d a n fazla citarafın-dtarafın-diyetle tenkitarafın-d etarafın-di- edi-len - bu grupa m e d y u n olduğumuzu söylersek mü-balâğa etmemiş oluruz.
Sanatta üstada karşı nankörlük terakkinin rinci şartıdır. Bu iklimde ihtilâl, tekâmül, yenilik bi-raz ahlâkı incitir gibi görünen bu hoyrat usul i'le m ü m k ü n d ü r . Bununla b e r a b e r borcumuzu v e şük-ranımızı ifade etmek d e lâzımdır. 1883 senesinde H a m d i Beyin kurduğu Mektebi Sanayii Nefise, m u -hitin bütün lâkaydisine rağmen kullanışsız bir bina-da, noksan k a d r o ile onların elinde inkişaf etmiş ve m e m l e k e t t e ilk d e f a olarak yine onlar Avrupalı resim ve heykel zevkini tesis etmişlerdir. Bugün «müsta-killer» ile «D grupu» nun en kıymetli şahsiyetleri Çal-lı'nın, F e v h a m a n ' ı n , Nazmi Ziya'nın, Hikmet'in, Na-mık İsmail'in talebeleridir. A v r u p a y a gitmeden hepsi onların atölyelerinde çalısıms'ardır. 1917 den 1926 ya k a d a r cöcebe bir halde b i n a d a n b ' n a v a taşınan Sa nayii Nefise mektebinde, istikbali son derece şüp-heli olan ressamlık mesleğine, cesaretle bu gençleri intisab ettiren yine onlardır. Canlı m o d e l bul^mıva-cak k a d a r fakir bir k a d r o ile çalışırken devletten Sanayii Nefise mektebine, şimdi içinde bulunduğu sarayı ve böyle bir müesseseye lâvık olan bütcevi de keza onlar temin etmişlerdir. Bu itibarla bu ş u r u p T ü r k i v e d e plastik sanatın müessisidir deneb'lir.
Bir zamanlar Çallı İbrahim, çeyrek asırdanberi içinde çalıştığı m e k t e p t e k i nüfuzunu ima için, yarı şaka varı ciddî « A k a d e m i n i n bize mensubiveti v a r dır!» derdi. Bu söz sadece bir nükte değildir. O n lar bu hars ocağını ellerile kurmuşlardır. Bu m u v a f -fakiyetle oynadıkları rol onların en şerefli v e en şanslı taraflarıdır.
Bununla b e r a b e r k a d e r o n l a r d a n en m ü h i m şeyi esirgedi. Tahsile gittikleri vakit Pariste yeni ha-k:katları seçemediler. Bu cihet de onların en
A n a d o l u h i s a r ı : Prof. H i k m e t O n a t
Bu satıhların muhitleri d e bu iki sathın renklerine mütedahil ziyadar ihtizazlarla birleşir. T a b i a t t e sabit eşya muhiti yoktur. Manazır gayritabiî bir şeydir. S o n r a d a n öğrenilip eşyaya tatbik edilmiştir. Bir manzara ; kendisini saran ziyadar h a v a ifade edildiği d e r e c e d e hakikidir. Hulâsa bir kelime ile ışık mese-lesi tablonun yegâne mevzuudur.» diyorlardı.
Halbuki eski ü s t a d l a r d a bövle bir endişe v o k -tu. O n l a r pünes ısınma vasıl olmasa, ona müsavi' ve muadil olmaSa calısrnıvorlar, sadece onu tem°ile eavret edivorlardı. T a m a m i l e itibarî olan f»tS'v° ısı-sına razı oluvorlar, her şeyden evvel ciz°in'n güzel-liğine v e m o d e l e ehemmiyet veriyorlardı.
Binaenaleyh eserleri herhangi bir temrin üze-rinde renkli bir senfoniden ibaret olan impressio-niste'lerin, m u h a f a z a k â r sanat görüşleri'le çatışacak-ları eavet tabiî idi. Nitekim birkaç k o l e k s i y o n c u n u n h ü k ü m e t e hedive ettiği, bunların eserlerinden m ü -r e k k e p elli altmış pa-rçayı, devletin kendi müzesine
kabul etmesi âdeta bir skandal oldu. Resmî sanat müesseselerinin erkânı hükümeti istifa ile t e h d i d e k a d a r vardılar. «Bu tabloları genç sanatkârların
zi-yaret edecekleri müzelere k o v m a k , d ^ ' l ^ ' i n Veriri', lerine e m a n e t ettiği sanat tedrisatını yıkmak d e m e k olacağını, zira bu tabloların kendileri tarafından t e d -ris edilen şeyin tam zıddı, a d e t â bir tekzibi olduğunu» iddia, ediyorlardı. Bunlardan biri, ressam G e rome, 1 8 8 9 sergisini gezdirdiği ecnebi matbuatı m ü -nekkidlerine, impressioniste ressamların eserleri kar-şısında «bu salondan çabuk geçiniz Efendiler,
bun-lar Fransız sanatının ayıbı v e lekesidir!» diye bağır-rıyordu.
Mücadele çok çetin başladı. Bununla b e r a b e r yeni yolu açanların t a r a f ı n d a kaldı. Resmî müesse-selerin inkâr ettiği sanatkârları hayat ve serbest mü-nevverler tuttu. İmpressionisme rrç"essir bir kuvvet olarak d e v a m etti. Böylece Monet ile arkadaşları resim sanatını, d o ğ r u d a n doğruya tabiatı temsil mecburiyetinden kurtarıp, ona tabiatı tefsir etmek hakkını verdiler. Bu b ü y ü k bir ihtilâldi. F a k a t yine bütündeğildi. Zira bunlar temayüllerinde yalnız his-si h a y a t a yer veriyorlardı. Son derece ihsasçı olan bu sanatın zihniyetci bir aksülâmel ile karşılaşması mukarrerdi. Bu aksülâmel de Neo - impressionisme oldu. Bu cereyanı d o ğ u r a n Seurat; neticesi son de-rece mühim olacak bazı bediiyat meselelerini orta-ya attı: «Sanat g ö r d ü ğ ü m ü z şeylerin sadece g ö r m e
yal-Portre A y e t u l l a h S ü m e r
nızbaşına h ü k ü m sürmeğe başladı, b u n d a n da cu-bisme d o ğ d u . V e bunu m ü t e a k i p m o d e r n e sanat de-diğimiz şeyin binbir tecrübeden ibaret macerası baş-ladı.
Bu ihtilâller yahut istihaleler, tekâmüller es-nasında onlar Pariste idiler. Bu d o ğ a n d ü n y a d a n bize
yeni bir h a b e r getiremediler. A b d ü l h a k H â m i d bizi V. H u g o ' d a bırakmıştı. Onlar da bizi 5 0 senelik mazisi olan, yeni sanatın eşiğinde bıraktılar. Evet, onların yagâne talihsizlikleri işte bu oldu!