• Sonuç bulunamadı

SÛFÎ ARAŞTIRMALARI SUFI STUDIES. Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies. Cilt/Volume: 9 Sayı/Issue: 18 Yaz/Summer 2018 ISSN

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "SÛFÎ ARAŞTIRMALARI SUFI STUDIES. Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies. Cilt/Volume: 9 Sayı/Issue: 18 Yaz/Summer 2018 ISSN"

Copied!
77
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SÛFÎ

ARAŞTIRMALARI

SUFI STUDIES

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies

Cilt/Volume: 9 Sayı/Issue: 18 Yaz/Summer 2018 ISSN 2146-1449

Yılda iki sayı yayımlanan uluslararası hakemli bir dergidir.

Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği’nin yayın organıdır.

(2)

HALVETÎ-ŞEMSÎ ŞEYHLERİNDEN RECEB-İ SİVÂSÎ VE “NECMÜ’L-HÜDÂ FÎ MENÂKİB’Ş-ŞEYH

ŞEMSÜDDİN EBÜ’S-SEN” ADLI ESERİ

One of the Skeikh’s of Halvetî-Şemsî Receb-i Sivâsî and his work “Necmü’l- Hüdâ menâkibi’ş-Şeyh Şemsüddîn Ebü’s-Senâ”

Fatih ÇINAR

ÖZ

Tasavvuf tarihinde önemli bir yere sahip olan Halvetiyye’nin ana şubele- rinden “Şemsiyye” yolunun kurucusu Şemsüddîn-i Sivâsî’dir. Sivâsî, ilmî, vicdanî, irfanî ve siyasî alanlarda başta Tokat ve Sivas olmak üzere İstanbul, Şam, Hicaz bölgesi ve Osmanlı’nın birçok önemli merkezinde etkili olmuş bir sûfîdir. Onun hayatı, eserleri, halifeleri, yaşadığı dönemde meydana gelen önemli olaylar ve ilişki içerisinde olduğu isimler gibi konularda en temel kaynak ise Sivâsî’nin yeğeni, da- madı ve Sivas’taki Şemsî dergâhında post-nişîn olarak görev de yapan Şeyh Receb-i Sivâsî’ye ait olan “Necmü’l-Hüdâ fî menâkibi’ş-Şeyh Şemsüddîn Ebü’s-Senâ” adlı eserdir.

Bu eser, Şemsüddîn-i Sivâsî’ye ait bilgileri içermesi bakımından önemli olduğu gibi, Sivâsî ailesi, o dönemde Sivas ve çevresine dair içerdiği veriler ve Receb-i Sivâsî’nin tasavvufî görüşlerine kaynaklık etmesi bakımından da önemli bir çalışmadır. Maka- lede bu önemli eserin müellifi Receb-i Sivâsî’nin hayatı ve eserlerine kısaca değinil- dikten sonra üstadı Şemsüddîn-i Sivâsî ile ilişkilerine yer verilmiştir. Akabinde Şemsüddîn-i Sivâsî ile ilgili en önemli kaynak olan “Necmü’l-Hüdâ” adlı eserin teknik özellikleri ve yeniden tercüme yapılmasının sebepleri üzerinde durulmuştur. Daha önce tercüme edilip yayınlanmasına rağmen, tercümedeki eksiklikler ve eserde yer alan bazı bilgilerin çeşitli sebeplerle dejenerasyona uğrayarak nakledilmesi gibi ge- rekçelerle bu makalede tekrar tercüme edilerek takdim edilmiştir. Bu tercüme ile Osmanlı’da fikrî bir mücadele olarak başlayıp zamanla fillî bir mücadeleye dönüşen

―――――――――

Makalenin Geliş Tarihi: 01. 11. 2017.

Makalenin Kabul Tarihi: 10. 06. 2018.

 Tokat İl Vaizi. cinar.fatih.58@hotmail.com

(3)

74

günümüzde de farklı türevleri ile devam eden Sivâsî-Kadızâde tartışmalarında Sivâsî (tekke) kanadının fikirlerini daha sağlık bir şekilde gözler önüne sermesi hedeflen- miştir.

Anahtar Kelimeler: Halvetî, Şemsî, Recep Efendi, Şemsüddîn Ebü’s-Senâ, Necmü’l-Hüdâ

Abstract

Sivâsî was an effective mystic on scientific, conscientious, wisdom and political fields in the first instance Tokat and Sivas, Istanbul, Damascuz, Hedjaz and many significant central places of Ottoman. The most basic source, for the subjects like his life, works, caliphs, the important incidents occured during his life time and the people who was in relation with him is “Necmü’l-Hüda fi menakibi’s- Şeyh Şemsüddîn Ebü’s Senâ” named work which belongs to Sheikh Receb-i Sivâsî Who is Sivâsi’s son in law, nephew and a postnisin Şemsi Dervish Lodge in Sivas.

This work is important for including information of Şemsüddîn-i Sivâsî, for including information of Sivas City and surroundings and for sourcing Receb-i Sivâsî’s mystic vision. İn this article, after mentioning briefly the life and works of the Receb-i Sivâsî who is author of this book,his relationship with his master Şemsüddîn-î Sivâsî was included.In the following, the technical features of the work called Necmi al-Huda, the most important source of Şemsüddîn-i Sivâsî, and the reasons for the re-translation were emphasized. This work of Recep Efendi has been translated again and presented in this article for the reason of incomplete translation and transferring some degenerated information, even it has been translated before. With this translation, the idea of Sivâsî (tekke) has been aimed to be displayed in a more healthy way in the Sivâsî-Kadızâde debates, which started with an intellectual struggle in the Ottoman Empire and gradually changed into a phylactic struggle.

Keywords: Halvetî, Şemsî, Recep Efendi, Şemsüddîn Ebü’s-Senâ, Necmü’l Hüdâ.

GİRİŞ

Halvetiyye yolunun Şemsiyye kolunun müessisi olan Şems-i Sivâsî’nin (ö.

1007/1597) hayatına dair en önemli kaynak ve yazarı, makaleye konu olan,

“Necmü’l-Hüdâ” adlı eser ve müellifi Şeyh Receb-i Sivâsî’dir (ö. 1010/1600). Recep Efendi, Şems-i Sivâsî’nin kardeşinin oğludur. O, Şems-i Sivâsî’nin ilim halkasına çocuk yaşlarda dâhil olmuş, daha sonra damadı, Şems-i Sivâsî’nin vefatından sonra ise Sivas’taki tekkede vefatına kadar postnişin olarak görev yapmıştır. Konu edindi- ğimiz çalışmasını, Şems-i Sivâsî’nin hayatına dair birebir gördüğü ve hakkında kesin bilgi sahibi olduğu konulara dair bilgileri toplayarak meydana getirmiştir. Şems-i Sivâsî, Halvetiyye’nin Şemsiyye (daha sonraları Sivâsiyye şeklinde anılacak olan) yolunun kurucusudur. Tasavvuf tarihi açısından yaşadığı dönemde üstlendiği görev- ler, etkilediği çevre, tasavvufî konulara yaklaşımları ve eserleriyle birçok Osmanlı padişahı başta olmak üzere ilmî çevreleri ve büyük bir halk kitlesini tesir halkasına dâhil etmiş birisidir. O, ömrünün çoğunu İstanbul’dan uzak merkezlerde (Tokat, Amasya ve Sivas vb.) geçirmiş olmasına rağmen geniş kitleleri etkilemeyi başarmış

(4)

bir sûfîdir. Şems-i Sivâsî’nin hayatına dair bilgileri ilk elden aktarması yönüyle önemli bir eser olan “Necmü’l-Hüdâ”da yer alan bilgilerin bir kısmının zamanla dejenere olarak farklı kaynaklarda yer almış olması ve bu eser üzerinde bugüne titiz bir çalışmanın yapılmaması bizi bu çalışmayı, yeniden tercüme etmeye sevk eden amillerdendir.

A.Receb-i Sivâsî’nin Hayatı: Ailesi, Eserleri, Tarikatı ve Üstadı Esere dair bilgilere ve tercümesine geçmeden önce Recep Efendi’nin haya- tını kısaca değinmek istiyoruz.

1. Receb-i Sivâsî’nin Hayatı: Ailesi ve Eserleri

Recep Efendi, 949/1540 yılında Zile’de dünyaya gelmiştir. Recep Efen- di’nin annesi ve kardeşleri hakkında bilgi bulunmamaktadır. Recep Efendi’nin ba- bası, Sivas-Meydan Camii İmam-Hatipliği görevini sürdürürken 1591 yılında vefat eden İbrâhîm-i Sivâsî’dir. İbrahim Efendi, kardeşi Şems-i Sivâsî ile birlikte Zile’den Sivas’a hicret etmiş ve vefatına kadar burada yaşamıştır.1 İbrâhîm-i Sivâsî, iyi eğitim görmüş velûd bir yazardır. Kütüphane taramaları neticesinde şu eserlerin ona ait olduğunu tespit ettik: ‘Şerhu risâle fî ilmi âdâbi’l-bahs’,2 ‘Hâşiye ale’l-âdâb’,3 ‘Hâşiye alâ şerhi’l-vad’iyye li’l-İslâm’,4 ‘Mecmûatü kasâid fî medhi şeyhu’l-İslâm Feyzullah Efendi’,5 ‘Şerhu adâbi’l-Birgivî’,6 ‘Hâşiye alâ şerhi Taşköprü-zâde alâ âdâbi’l-münâzara’,7 ‘Risâle fî mebâhisu’t-ta’rîf’.8

İbrâhîm-i Sivâsî’nin muttakî, mütevazı, hâfız-ı Kur’ân, ilmi ile âmil, gece- gündüz kıraatle meşgul olan seçkin birisi olduğu nakledilmiştir.9

Recep Efendi’nin büyük amcası Muharrem Efendi’dir. Muharrem Efendi, Abdurrahman Câmî’nin Kâfiye’sini ‘Hâşiye ale’l-Fevâidü’z-Ziyâiyye ale’l-Kâfiye’ ismi ile şerh etmiş ve bu eseri uzun yıllar Osmanlı medreselerinde başucu kitabı olarak okutulmuştur.10 Onun diğer eserleri ise şunlardır: Molla Câmî’nin “Nefahatü’l-üns”

isimli eserini “Kunûzü’l-evliya” başlığı ile Arapçaya nakletmiştir.11 “Menâkıbu’l-

―――――――――

1 Cengiz Gündoğdu, Bir Türk Mutasavvıfı: Abdülmecid Sivâsî, Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1999, s. 43.

2 İbrahim-i Sivâsî, Şerhu risâle fî ilmi âdâbi’l-bahs, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Bölümü, no: 6175.

3 İbrahim-i Sivâsî, Hâşiye ale’l-âdâb, Süleymaniye Kütüphanesi, Tirnovalı, no: 1252.

4 İbrahim-i Sivâsî, Hâşiye alâ şerhi’l-vad’iyye li’l-İslâm, Süleymaniye Kütüphanesi, Carullah, no: 1851.

5 İbrahim-i Sivâsî, Mecmûatü kasâid fî medhi şeyhu’l-İslâm Feyzullah Efendi, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, no: 2843.

6 İbrahim-i Sivâsî, Şerhu adâbi’l-Birgivî, Süleymaniye Kütüphanesi, Servili, no: 281.

7 İbrahim-i Sivâsî, Hâşiye alâ şerhi Taşköprü-zâde alâ âdâbi’l-münâzara, Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli, no: 3031.

8 İbrahim-i Sivâsî, Risâle fî mebâhisu’t-ta’rîf, Süleymaniye Kütüphanesi, Kılıç Ali Paşa, no: 658.

9 Recep Sivâsî, Hidayet Yıldızı Şemseddin Sivâsî’nin Menkıbeleri, Trc. H. Şemsi Güneren, İstanbul: Seçil Ofset, Tarihsiz, s. 73.

10 Eser için bkz; Muharrem ez-Zilî, Hâşiye ale’l-Fevâidü’z-Ziyâiyye ale’l-Kâfiye, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmûd Efendi, no. 910.

11 Recep Sivâsî, Necmü’l-Hüdâ, 73.

(5)

76

eimmeti’s-selâseti alâ mezhebi ehl-i sünneti ve’l-cemâati”,12 “Telhîsü’l-miftâh mine’l-meânî ve’l- beyân”,13 “Mecmâü’l-mehâsin”,14 “Zübdetü’l-âsâr fî şerh-i muhtasaru’l-menâr” ve

“Hediyyetü’s-sulûk fî şerhi tuhfetü’l-mulûk.”15 Zile’de vefat eden Muharrem Efendi’nin kabri, Zile Devlet Hastanesi’nin önündedir.16

Recep Efendi’nin küçük amcası İsmâîl-i Sivâsî’nin takva ve faziletli bir kişi olduğu bilgisinin dışında elimizde bir bilgi bulunmamaktadır.17

Recep Efendi’nin bir diğer amcası Şems-i Sivâsî’dir. Onunla ilgili bilgi üs- tadı bölümünde verilecektir.

Recep Efendi’nin, yaptığımız kütüphane taramaları sonucunda, şu eserleri- ne ulaştık:

a.“Nûru’l-Hüdâ” ve “İlâhiyât Mecmûası”

Bursalı Mehmet Tahir’in “Osmanlı Müellifleri”18 adlı kitabında zikrettiği bu eserlere ulaşamadık.

b. “Risâle fî usûli’l-Halvetiyye” veya “Esmâu’l-Vusûl”

Kaynaklarda ‘Esmâu’l-Vusûl’ olarak zikredilen eserin ‘Risâle fî usûli’l- Halvetiyye’ isimli eserle aynı olduğu ve bazı kaynaklarda farklı bir isim olarak

‘Esmâu’l-Vusûl’ şeklinde kaydedildiğini tespit ettik.19

İnsanları ıslah için öncelikle kendi nefsini ıslah etmenin gerekliliği fikrinden hareketle kaleme alındığı anlaşılan eserde Recep Efendi, Halvetiyye şeyhlerinin nefsin ıslahı konusundaki yöntem ve metotlarını dile getirmiştir. Eser 9 varaktan oluşmaktadır. Recep Efendi, dostlarından bazılarının bu konuda kendisinden bir eser yazmalarını istemeleri üzerine, gördüğü ve tecrübe ettiği bilgileri dostlarıyla paylaşmak için çalışmayı kaleme aldığını belirtmiştir.20

―――――――――

12 Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, Haz. A. Fikri Yavuz-İsmail Özen, Meral Yayınevi, İstanbul:

Tarihsiz, c. I, s. 393.

13 Osman Türer, Mehmed Nazmi-Hediyyetü’l-İhvân, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, 1982, s. 118.

14 Abdülmecid Sivâsî, Letâifü’l-Ezhâr ve Lezâizü’l-Esmâr, Süleymaniye Kütüphanesi, Mihrişah Sultan, no. 255, vr. 140a.

15 Gündoğdu, Bir Türk Mutasavvıfı, s. 42.

16 Muharrem Efendi’nin babası Mehmet Efendi’nin kabri de buradadır. Fatih Çınar, Sivas’ta Parlayan Bir Güneş: Şemseddin Ahmed Sivâsî, Sivas: Dilek Ofset Matbaacılık, 2006, s. 11.

17 Daha önce yaptığımız bir çalışmada (Fatih Çınar, “İsmâîl es-Sivâsî ve Sûfîlerin Raks/Deveranı Hakkında Verdiği Bir Fetvası”, CÜİFD, XIII/I, 2009, Sivas: Dilek Ofset Matbaacılık, s.341–358) İsmâîl-i Sivâsî’nin birçok eserinden ve sûfîlerin deveranlarına dair bir fetvasından bahsetmiştik.

Fakat Recep Efendi’nin “Necmü’l-Hüdâ” çalışmasını yeniden tercümemiz esnasında eserlerinden ve fetvasından bahsettiğimiz kişinin Şems-i Sivâsî’nin küçük kardeşi İsmâîl-i Sivâsî değil babasının adı Sinan Halife olan ve özellikle usûl-i fıkıh ilminde derinleşen İsmâîl Efendi’ye ait olduğunu gördük.

Bu karışıklık isim benzerliğinden kaynaklanmıştır.

18 Tahir, Osmanlı Müellifleri, c. I, s. 176.

19 Receb-i Sivâsî, Risâle fî usûli’l-Halvetiyye, Beyazıt Kütüphanesi Veliyüddin Efendi Bölümü, no: 1836, vr. 103–111.

20 Sivâsî, Risâle, vr. 1a.

(6)

Recep Efendi, eserde Şiblî (ö. 334/945), Fahreddîn-i Razî (ö. 606/1209), İbn Arabî (ö.638/1240), Hacı Bayram Veli (ö. 833/1430), Yahya Şirvanî (ö.

890/1485), Dede Ömer Rûşenî (ö. 892/1487), Habîb-i Karamânî (ö. 902/1496) ve Abdülmecîd-i Şirvanî (ö. 972/1564) gibi birçok isimden çeşitli nakillerde bulun- muştur. Recep Efendi, eseri Arapça kaleme almış ve son derece akıcı bir üslup kullanmıştır. Eserin dilindeki akıcılık ve sadelik onun dile olan hâkimiyetine işaret etmesi bakımından önemli bir husustur.21

c.“Necmü’l-Hüdâ fî Menâkibi’ş-Şeyh Şemsüddîn Ebü’s-Senâ”

Çalışmamıza konu olan bu eserle ilgili detaylı bilgi ilerde gelecektir.

2.Receb-i Sivâsî’nin Tarikatı ve Üstadı

Birçoğu ilmiye sınıfına mensup olan bir ailede yetişen Recep Efendi, önce- likle amcası Şems-i Sivâsî’den ders alarak ilim hayatına başlamıştır. O, amcasının gözetiminde belirli bir ilmî seviyeye ulaştıktan sonra Sahn-ı Seman Medresesi’nde dersiam olarak ilim yolculuğunu devam ettirmiştir. Buradaki görevini sürdürürken manevî bir işaret üzerine Sivas’a dönmüş ve tekrar Şems-i Sivâsî’nin ilim ve zikir halkasına dâhil olmuştur.22

Recep Efendi’nin müntesibi olduğu ‘Şemsiyye’ yolu Halvetiyye tarikatının dört ana şubesinden birisidir. Daha çok Sivas, Tokat ve Zile çevresinde yayılan bu şubeden23 bilahare Abdülehad Nûrî-i Sivâsî’ye izafe edilen ‘Sivâsiyye’ kolu ortaya çıkmıştır.24 Tarikat, Şems-i Sivâsî’ye Yahya Şirvânî’den iki silsile ile ulaşmaktadır. İlk silsile şöyledir: Seyyid Yahya Şirvânî > Yusuf Mahdum Şirvânî (ö. 894/1489) >

Mevlanâ Muhammed Rukiyye (ö. ?) > Şahkubad Şirvânî (ö. 950/1543) >

Abdülmecîd-i Şirvânî > Şems-i Sivâsî (ö. 1006/1597). Diğer silsile ise şu şekildedir:

Seyyid Yahya Şirvânî > Habîb-i Karamânî > Amasyalı Şeyh Hacı Hızır Efendi (ö.

?) > Şeyh Muslihiddin Efendi (ö. ?) > Şems-i Sivâsî.25

Recep Efendi’nin şeyhi, aynı zamanda kayınpederi ve amcası olan Şemseddîn Ahmed Sivâsî’dir.26 1520 yılında Zile’de doğan Ahmed, ‘Kara Şems’

lakabı ile şöhret bulmuştur. Babasından aldığı ilk eğitimin ardından medreseye başlamış ve eğitim sürecinin sonunda İstanbul’da Sahn-ı Seman medreselerinden birinde müderris olmuştur. İçerisindeki aşk ateşini sükûnete erdirmek için bir

―――――――――

21 Receb-i Sivâsî’nin bu eseriyle ilgili detaylı bilgi için bkz; Fatih Çınar, “Receb-i Sivâsî ve Risâle fî usûli’l-Halvetiyye Adlı Eseri”, Sûfî Araştırmaları, III/6, (Yaz 2012), İzmir: Tibyan Yayıncılık, s. 81- 100.

22 Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliya, Kitabevi, Haz. Mehmet Akkuş -Ali Yılmaz, İstanbul: 2006, c. III, s.

479.

23 Yusuf Ziya Yörükan, Müslümanlık ve Kur’ân-ı Kerim’den Ayetlerle İslam Esasları, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1998, s. 143.

24 Osman Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, İstanbul: Seha Neşriyat, 1995, s. 185; Gündoğdu, Bir Türk Mutasavvıfı, s. 163.

25 Sadık Vicdani, Tarikatlar ve Silsileleri, Haz. İrfan Gündüz, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1995, s. 250–

252.

26 Tahir, Osmanlı Müellifleri, c. I, s. 120.

(7)

78

mürşid-i kâmil arayışına giren Şems-i Sivâsî, Mustafa Kirbâsî ve Abdülmecîd-i Şirvânî’ye hizmetlerinin ardından tarikatı yaymak üzere Tokat’ta görevlendirilmiştir.

Sivas’ta Vali Koca Hasan Paşa tarafından yaptırılan Meydan Camii’ne davet edilince ailesi ile birlikte Sivas’a hicret etmiş ve vefatına kadar burada irşat ile meşgul olmuş- tur. Yarısı manzum olmak üzere yaklaşık kırk esere imza atan Şems-i Sivâsî, birçok halife yetiştirip hayatının son döneminde III. Mehmet Han ile Eğri seferine27 katıl- mış ve bu seferden kısa bir süre sonra Sivas’ta vefat etmiştir. Şems-i Sivâsî, Sivas- Meydan Camii avlusuna defnedilmiştir.28

Şems-i Sivâsî’nin vefatından sonra oğlu Pir Mehmed Efendi (ö.

1007/1598) Sivas’taki tekkede şeyh olmuş, onun vefatı üzerine ise Recep Efendi bu tekkede postnişin olarak göreve başlamıştır.29

Şems-i Sivâsî’nin Recep Efendi’ye verdiği icazet şu şekildedir:

دمحلا لله يذلا يبر ةرجش ةيلاولا يف ضرأ ةيانعلا ءامب ةيادهلا اهرهزأو رونب ةماركلا اهرمثأو رمثب

ةياردلا يلإ وي م ةمايقلا . لاق انلوسر انديسو ديسو ينب مدآ يلص الله هيلع ملسو : لا لازت ةفئاط نم

يتمأ نيمئاق يلع قحلا يلإ مايق ةعاسلا دعبو امل ينمدخ نبا يخأ انلاوم بجر نم ملاع ابصلا هتملعو

نم ملع ةساردلا ام رسيت . مث ينمدخ يف ملع ديحوتلا دهاجو يف تانيعبرأ تاولخلاو ةدم

ةريثك لصح

ملعلا اذهل فيعضلا هنأ قاذ نم براشم ءايلولأا يقنو هسفن نم تاروظحم ماوع

ايمعلا . هتزجأف يف

رمأ ةفلاخلا اصوصخ امومعو امبسح زاجأ يل يخيش يدنسو نمو وه ةلزنمب يحور يف يدسج

خيشلا ملاعلا لضافلا لماكلا لمكملا خيشلا دبع ديجملا يناورشلا لموعو يف هاوثم للاب فط ينابرلا

تسدق هرارسأ تيبقأو هراثآ دهاجف يلع ام هدهاج نوقباسلا دباكو

امب هدباك نوقداصلا .

ذوعنف للهاب نم

رورش انسفنأ نمو تائيس انلامعأ امو ديرأ نم كلذ لاإ ريخلا . لاو لوح لاو ةوق لاإ للهاب يلعلا ميظعلا

هبتك ريقحلا يجارلا نم هفطل ريطخلا لا نيدلا سمش خيشلا ساوسب ءارقفلا مداخ يساوس

Türkçesi: ‘Hamd, hidayet suyu ile inayet toprağında velayet ağacını yetiştiren ve onu kıyamete kadar keramet nuru ile çiçeklendirip, dirayet meyvesiyle meyvelendiren Allah’a mahsus- tur. Bizim ve Âdemoğlunun efendisi, Peygamberimiz (sav), “Ümmetimden bir zümre kıyamete kadar Hak üzere bulunacaktır.” buyurmuştur. Kardeşimin oğlu Mevlana Recep, çocukluktan bu tarafa bana hizmet etti. Ve ona diraset ilminden kolayına geleni öğrettim. Sonra, Tevhid ilminde bana hizmet etti ve uzun müddet halvetlerde ve erbainlerde mücahede etti. Bunun netice- sinde, bu Aciz’de, O’nun velilerinden meşrebinden tat aldığı ve nefsini körlüğün umumi mahzur- larından temizlediği kanaati hâsıl oldu. İşte bundan dolayı, tıpkı şeyhim, senedim, kâmil ve mükemmil, Şeyh Abdülmecîd-i Şirvânî’nin, mezarında rabbanî lütufla muamele edilsin, sırları mukaddes olsun ve eserleri baki olsun, bana icazet verdiği gibi ben de ona halifeliğin umumî ve hususî her türlü işleri hakkında icazet verdim. O halde sen de önceki şeyhlerin mücahede ettiği

―――――――――

27 Feridun Emecen, “Mehmed III”, DİA, 28, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2003, s. 407–413.

28 Hayatı hakkında geniş bilgi için bkz; Ahmed Hilmi, Ziyâret-i Evliya, Haz. Selami Şimşek, İstanbul:

Buhara Yayınları, Tarihsiz, s. 107–111; Hüseyin Akkaya, Şemseddin Sivâsî’nin Süleymâniyyesi, İstanbul:

Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998, s. 1-84; İbrahim Yasak, Sivas Yatırları ve Abdülvehhâb Gâzî Hazretleri, Sivas: Seyran Yayınları, 2004, s. 103–105; Gündoğdu, Bir Türk Mutasav- vıfı, s. 44–55.

29 Receb-i Sivâsî, Hidayet Yıldızı, s. 6; Gündoğdu, Bir Türk Mutasavvıfı, s. 56; Kadir Özköse, “Osmanlı Devleti Döneminde Sivas’ın Tasavvufî Kültür Yapısı”, Osmanlılar Döneminde Sivas Sempozyumu Bildirileri, Sivas: Sivas Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, 2007, s. 2, 44.

(8)

şeylerle mücahede et ve onların katlandıkları şeylere sen de katlan. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Bu icazetten ancak hayır talep ediyorum. Güç ve kuvvet ancak yüce Allah’a aittir. Bu icazeti, hakir, Allah’ın yüce lütfunu talep eden ve Si- vas’ta fukaranın/dervişlerin hizmetçisi olan Şeyh Şemseddîn es-Sivâsî yazmıştır.’30

Recep Efendi, Şems-i Sivâsî’nin de şeyhi olan Abdülmecîd-i Şirvanî31 ile görüştüğünü ve onun gözetiminde bulunduğunu eserinde zikretmektedir.32 Recep Efendi, Sivas’taki Şemsiyye tekkesindeki görevini sürdürürken 1600 yılında vefat etmiş ve Sivas Meydan Camii haziresine defnedilmiştir. 33

d. Receb Efendi’nin ‘Necmü’l-Hüdâ fî menâkibi’ş-Şeyh Şemsüddîn Ebü’s-Senâ’ Adlı Eseri

1. ‘Necmü’l-Hüdâ’nın Teknik Özellikleri ve Risaleyi Yeniden Tercü- me Gerekçesi

Receb-i Sivâsî’nin bu eseri, Süleymaniye Kütüphanesi, Lala İsmail Kitaplığı No: 694/2’dedir. Arapça olan eser, İstanbul’da 1089/1678’de kaleme alınmıştır.

Eser, Şems-i Sivâsî’nin hayatı, eserleri, ailesi, terbiye metodu ve menkabelerinden bahsetmektedir. Çalışma, daha önce Şems-i Sivâsî’nin torunlarından H. Şemsi Güneren34 tarafından tercüme edilmiş ve oğlu M. Fatih Güneren35 tarafından göz- den geçirilerek yayımlanmıştır.36

―――――――――

30 Nazmi, Hediyyetü’l-İhvân, s. 355–356.

31 Fatih Çınar, “Şems-i Sivâsî’nin Marifet ve Aşk Güneşi: Abdülmecid Şirvanî”, Sultan Şehir, 6/14, (Ocak-Şubat Mart 2012), Sivas: Sivas Ofset, s. 131–135.

32 Receb-i Sivâsî, Risâle fî usûli’l-Halvetiyye, vr. 17a.

33 Recep Efendi’nin vefat tarihi bazı kaynaklarda 1604 olarak zikredilmiştir. Tahir, Osmanlı Müellifleri, c. I, s. 176; Kadir Özköse, Anadolu Tasavvuf Önderleri, Konya: Ensar Yayınları, 2008, s. 419. Ancak, tekkede görev yapan isimlerin vefat tarihleri göz önüne alındığında 1600 yılı vefat tarihi olarak daha isabetli görünmektedir. Nazmî, Hediyyetü’l-İhvan, s. 123; Müstakim-zâde Süleyman Saadeddîn, Hülâsatü’l-Hediyye, Millet Ktp., Ali Emiri, Şer’iyye, no.1082, vr. 23a. Cengiz Gündoğdu da bu kana- attedir. Gündoğdu, Bir Türk Mutasavvıfı, s. 56.

34 H. Şems-i Güneren, Şems-i Sivâsî’nin onuncu göbekten torunudur. 1888 yılında Sivas’ta dünyaya gelmiştir. Babası Mehmet Efendi, annesi Şerife Hanım’dır. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir.

Ayşe Sıdıka Hanımla evlenen Güneren’in Nuriye, Hatice, Mehmet Behlül ve Fatih isimli dört evladı dünyaya gelmiştir. Babasının vefatından sonra Sivas’taki tekkede postnişin olan Güneren, tekkelerin kapatılmasının ardından Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’nda Umumi Kütüphane’de memur olarak görev yapmıştır. 1934-1939 yılları arasında Konya Mevlana Müzesi’nde Müdür Muavini olarak çalışan Güneren, son olarak İstanbul Beyazıt’taki İnkılap Müzesi Kütüphanesi’nde Müdür olarak görev yapmış ve bu görevini sürdürürken 1952 yılında emekliye ayrılmıştır. Güneren, 19 Mart 1956’da İstanbul’da vefat etmiştir. H. Şems-i Güneren’in elimizdeki tercüme eserinin dışında’ Fütüvvetname’ adlı bir eseri daha tercüme ettiği bilgisi yer almaktadır. Yine Güneren’in, vefatından sonra ‘Sivâsî İlahileri’ başlığıyla yayınlanan Sivas’taki tekkede okunan ilahileri notalarıyla derlediği kıymetli bir eseri daha vardır. Arapça ve Farsçaya son derece hâkim olan Güneren, Sivas’ta hoca Mustafa Efendi ve Siyah Şeyhim şeklinde kendisine hitap ettiği kimselerden dersler almış, İstanbul’a gelişlerinin ardından Maraşlı Ahmet Tahir Memiş Efendi ve onun vefatından sonra Mustafa Özeren Beyefendi’nin manevî tesir halkasına dâhil olmuştur. M. Fatih Güneren, Necmü’l-Hüda Tercümesi, s. 4-5; Cengiz Gündoğdu, “Halvetiyye Tarikatı Şemsiyye Kolu Meşâyîhi ve

(9)

80

Eserde alt başlık olarak ‘Menâkıbu’ş-Şeyhi’l-Kâmil Şemsüddîn-i Sivâsî’ kullanıl- mıştır. Müellif olarak ise ‘Eserin Müellifi: eş-Şeyh Recep Efendi (Allah onun ruhunu takdis etsin ve bizi onun nefesleriyle bereketlendirsin)’ ibaresi yer almaktadır.37 Risale, 56 varaktan oluşmaktadır.

Eserde Abdülkâdir el-Gîlânî ve Mevlana Celâlüddîn-i Rûmî’den bazı men- kıbeler nakledilmiş38 ve gerekli görülen yerlerde ‘Fasıl, hikâye veya fayda’ gibi baş- lıklar eklenerek eser çeşitli bölümlere ayrılmıştır. Müellif, bu başlıkları kırmızı renkle yazdırmıştır.

Eserin Receb-i Sivâsî’nin kaleminden çıkmadığı, Recep Efendi’nin risaleyi bir başkasına yazdırdığı şeklindeki ifadeden anlaşılmaktadır.39 Recep Efendi’nin verdiği bilgiye göre, kendisi gözlerindeki görme kaybı dolayısıyla risaleyi bir başka- sına, zihninde tasarladığı şekilde yazdırmıştır. Risalede verilen bilgilerden anladığı- mız kadarıyla elimizdeki tek nüsha olan ve tercümesini yaptığımız çalışma, Recep Efendi’nin kaleme aldırdığı ana nüsha değildir. Risalenin yazım tarihi ve kaleme alan kişiye dair bilgi bu görüşümüzün temelini oluşturmaktadır.40

Risaleyi tekrar tercüme gerekçelerimizi ve tercümede kullandığımız yönte- mi ise şu başlıklar altında takdim edebiliriz:

Risalenin ilk ve tek tercümesini yapan H. Şemsi Bey, metne çok bağlı kal- madan öngördüğü manayı ifade eden geniş bir tercüme anlayışıyla tercüme işlemini gerçekleştirmiştir. Biz, yaptığımız tercümede mümkün olduğu kadar metne bağlı kalmaya ve bunu yaparken de anlatılmak istenen ana fikri kaybetmemeye azami Şemsî Dergâhı Son Post-nişîni: Hüseyin Şemsi Güneren”, EKEV Akademi Dergisi, (Kış 2002), Erzurum: Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Merkez Kampüsü, s. 53-70.

35 M. Fatih Güneren, 13 Temmuz 1929’da Hüseyin Şemsi Bey ve Ayşe Sıdıka Hanımın, Nuriye Betül ve Hatice Nihan Hanımlar ile Mehmet Behlül Bey adlı üç evlâdından sonra dünyaya gelmiştir. Ba- bası, Şems-i Sivâsî’nin onuncu göbekten torunudur. Annesi Merzifonlu Gurapzâdeler’den öğret- men Mehmed Hilmi Efendi’nin kızıdır. Kendileri, İstanbul’da ilkokulda, Kumkapı ve Nişantaşı Or- ta Okullarında okuyup, 1946’da Vefâ Lisesi’nden mezun olmuştur. 1946 Yılında İstanbul Tıp Fa- kültesine girip 1952 yılında Hekimlik diploması almıştır. 1953 baharında Wilmington, North Carolina’daki James Walker Memorial Hastahanesine intern olarak girmiştir. 1954’te babasının üs- tadının, 1956’da da babasının vefatının ardından 1958 sonbaharında Amerika’dan kesin dönüş yapmıştır. Askerlik hizmetini yedek subay olarak Erzurum’daki Mareşal Çakmak Hastanesi’nde yapmıştır. 1961 ihtilâlinden kısa süre sonra terhis olup İstanbul’a dönmüştür.1995’te yaş haddinden emekli olmuştur. Müjgân Üçer, “Şemseddin Sivâsî Hazretleri (1520-1597) ve Son Sivâsîlerden Hatı- ralar”, İlim ve Kültür Tarihinde Sivâsîler, Ulusal Sempozyum Tebliğleri, Tarihsiz, Sivas: Yayınevi Yok, s.

56-63. (Burada verilen bilgilerden özetlenerek alınmıştır.)

36 Tercüme, İstanbul (Tarihsiz) Seçil Ofset matbaasında basılmıştır. Eserin adı Necm-ül Hüdâ Fî Menâkıb-iş-Şeyh Şems-id-dîn Eb-is-senâ şeklinde verilmiştir. Hâlbuki çalışmanın adı yazım itibariyle Necmü’l-Hüdâ fî menâkibi’ş-Şeyh Şemsüddîn Ebü’s-Senâ şeklinde olmalıydı. Eserin yazarı ise, ‘Şeyh Receb-üs Sıvâsi’ şeklinde ifade edilmiştir. Doğru yazım şekli ‘Şeyh Receb-i Sivâsî’ olmalıydı.

37 Receb-i Sivâsî, Necmü’l-Hüdâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Lala İsmail Kitaplığı no: 694/2, Ön Sayfa.

38 Receb-i Sivâsî, Necmü’l-Hüdâ, vr. 20b-21a.

39 Receb-i Sivâsî, Necmü’l-Hüdâ, vr. 52a.

40 Çalışma, 1089/1678’de, hakkında bir bilgiye ulaşamadığımız Şeyh Mehmed’in oğlu Mehmed Emin (ö.?) tarafından kaleme alınmıştır Receb-i Sivâsî, Necmü’l-Hüdâ, vr. 69a.

(10)

derecede dikkat ettik. Tercümede H. Şemsi Beyin tercümesi ve bu tercümeyi yayına hazırlayan oğlu Fatih Güneren Beyin emeği olan çalışmadan da istifade ettik.

Önceki tercümede risalede nakledilen ayetlerin hangi surede oldukları, ör- neğin, ‘Fatiha, 4’ şeklinde verilmişti. Biz tercümede, risalede nakledilen ayetleri

‘Fatiha 1/4’ şeklinde sure numaralarını da ekleyerek takdim ettik. Önceki tercüme- de risalede nakledilen ayetlerin, bir bölümüne yer verilmiştir.41 Biz tercümede ayet- lerin tamamını naklettik. Yine tercümemizde, H. Şemsi Beyin tercümesinde sure adı yanlış verilen bazı ayetlerin hangi surede olduğu doğru şekliyle takdim edilmiştir.42 İlk tercümede bazı ayetlerin metnin bir parçası gibi takdim edildiğine de şahit ol- duk. Biz tercümede ayetlerden alıntı olan bu kısımları ayet metni olarak tercümeye dâhil ettik.43

H. Şemsi Beyin tercümesinde risalede nakledilen hadislerin kaynakları ve- rilmemiştir. Biz tercümede, risalede nakledilen hadislerin kaynaklarına da yer ver- dik.44 Ayrıca önceki tercümede bazı hadislere verilen eksik manalar da düzeltilerek tekrar tercüme edilmiştir.45 İlk tercümede bazı hadislerin Arapça ifadelerinde ve tercümelerinde hatalar da gözlemlenmiştir.46 Buna benzer hatalar, yaptığımız ter- cümede düzeltilerek takdim edilmiştir.

İlk yapılan tercümede görülen en büyük eksikliklerden birisi de risalenin kenarında verilen bilgilerin tercümeye dâhil edilmemesidir.47 Risalenin kenarında yer alan ifadeler bazen bir başlık, bazen bir dua cümlesi bazen de metinde ismi geçen bir zatla ilgili bilgiler olarak karşımıza çıkmaktadır.48 İlk tercümede metne yansıtılmayan bu ifadeleri biz tercümemizde metin içerisinde başlık olarak veya dipnotta takdim ettik.

―――――――――

41 Sivâsî, Necmü’l-Hüdâ, vr. 24a-24b.

42 Örneğin 59b’de olan En’âm suresinin yetmiş dokuzuncu ayeti, Neml suresinin yetmiş dokuzuncu ayeti gibi gösterilmiştir. Bu ve buna benzer hatalar tarafımızdan düzeltilmiştir.

43 Sivâsî, Necmü’l-Hüdâ, vr. 28a.

44 Örneğin, Sivâsî, Necmü’l-Hüdâ, vr. 27a.

45 Risalede 28b’de yer alan “Allahım, gazabından rızana, azabından afiyetine, Senden Sana sığınırım.”

(Müslim, Salat 222.) şeklindeki hadise eksik mana verilmiştir. Biz, hadisi olması gereken manası ile takdim ettik ve kaynağı verilmeyen bu ve bunun gibi diğer hadislerin kaynaklarını da tercümeye ekledik.

46 Örneğin, 39a’da yer alan “Şayet köpekler ümmetlerden bir ümmet olmasalardı onları öldürmenizi emrederdim.”

şeklinde tercüme edilmesi gereken hadis ilk tercümede ‘Şayet köpekler ayrı bir millet olsaydı onları öldürmenizi emrederdim’ (H. Şemsi Güneren’in çevirisinde s. 46’da) şeklinde hatalı çevrilmiştir.

Ayrıca bu hadisin Arapçası, “Levlâ enne’l-kilâbe ümmetün mine’l-ümemi le-emertü bi-katlihâ.”

şeklinde latinize edilmesi gerekirken “Levlâ enne’l-kilâbe ümmeten mine’l-ümemi leakrübehüm bi- katlihâ.” şeklinde hatalı bir şekilde yer almıştır.

47 Örneğin risalede 24b; 25a; 38a gibi yerlerde olan kenar bilgileri ilk tercümede yer almamıştır.

48 Risalede (63b’nin kenarında) “Zikir, Zikirde Halka Olmanın Adabı, Zikre Başlamanın Nasıl Olacağı ve Şartlara Riayet”, (64a’da olan) “Halvetî Silsilesi ve Hz. Peygamber’in (sav) Hz. Ali’ye (kv) Bey’ati Tarif Etmesi” gibi başlıklar, (65a’daki) “Allahım! Bizleri, en mükemmel vuslat şekli olan bu ikinci sınıf ehlinden eyle.” gibi dua cümlelerini içeren ifadeler ilk tercümede yer almamaktadır. Biz, risalenin kenarında yer alan bu ifadeleri de tercümeye dâhil ettik.

(11)

82

İlk tercümede görülen bir diğer aksaklık da risalenin ana metninde olması- na rağmen, bazı ifadelerin tercümeye yansıtılmamasıdır. Örneğin, risalede (s.

55b’de) Şems-i Sivâsî’nin dönemindeki âlim ve veli zatların zikredildiği bölümde

‘Mevlana Abbas el-Muîd ve Mevlana el-Hac Yâdigâr el-Hatîb’ adlı iki kişiye dair yer alan ifadeler H. Şemsi Bey tarafından tercümeye dâhil edilmemiştir. Yine mütercim, risalenin sonunda (s. 69a’da) yer alan dua cümlelerini, risaleyi kaleme alan kişi ve risalenin yazılış tarihini içeren kısmı tercümeye dâhil etmemiştir. Bu kısım da, tara- fımızdan yapılan tercümede Arapça haliyle metne dâhil edilmiştir.

Yine 27b’deki “O, dilediğini (zorla) yapandır.” (Burûc, 85/16) ayeti; 28a’da yer alan ‘Allah Teâlâ, el-Kebîr ve el-Müteâl’dir.’ ifadesi; 54b’de İsmâîl-i Sivâsî’nin oğulların- dan bilgi verilirken üçüncü oğluna dair bilgi sunulan “Onların yaş olarak en küçüğü Ataullah Çelebi’dir. Sivas’ta eşkıyaların çıkardığı fitnede öldü.” kısmı; 59b’de “İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz.” (Âl-i İmrân, 3/140), “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır.” (Bakara, 2/249), “Ve Allah dilediğini yapar.” (İbrâhîm, 14/27), “Şüphesiz Allah istediği hükmü verir.” (Mâide, 5/1) ayetleri ilk tercümede yer almamaktadır. Biz bu ifadeler ve ayetler gibi tercü- meye yansıtılmayan kısımları da tercüme ederek metne dâhil ettik.

H. Şemsi Beyin tercümesinde yanlış takdim edilen bazı isimleri doğru şekil- leriyle tercümemizde ifade ettik.49 H. Şemsi Bey, tercümede gerek gördüğü bazı yerlerde konuyu açıklamak için “Tavzih” ve “Hikâye” şeklinde ara başlıklar ekle- miştir.50 Eserin aslında bu başlıklar bulunmamaktadır. Biz, metne daha sadık bir tercüme yapabilmek adına H. Şemsi Beyin eklediği bu başlıklara tercümede yer vermedik.

Bu gerekçelerle tekrar tercüme etme ihtiyacı hissettiğimiz bu risalenin ta- savvuf tarihi, Sivâsîler ailesi, Sivas ve diğer bazı yerleşim merkezleri ve Receb-i Sivâsî’nin bazı tasavvufî görüşlerini dile getirmesi gibi açılardan değerine, çalışma- nın bu noktasında değinmenin isabetli olacağını düşünüyoruz.

2.“Necmü’l-Hüdâ” Adlı Eserin Çeşitli Yönleriyle Önem ve Değeri Şemsüddîn-i Sivâsî, Halvetiyye’nin ana kollarından biri olan Şemsiyye yolu- nun müessisidir. O, dönemindeki devlet erkânı ile özellikle padişahlarla olan müna- sebetleri sebebiyle siyasî; döneminde yavaş yavaş hararetlenmeye başlayan ve sonra- ları “Sivâsîler ve Kadızâdeliler” mücadelesi olarak anılacak süreçte fikrî ve dinî;

yetiştiği çevre ve yetiştirdiği talebeleri ile ilmî ve manevî; tesir ettiği geniş halk kitlesi ile de sosyal alanda etkili olmuş birisidir. “Necmü’l-Hüdâ” adlı çalışma, geniş bir tesir halkasına sahip olan Şemsüddîn-i Sivâsî’nin hayatı, eserleri, halifeleri, kerametleri,

―――――――――

49 Örneğin 67b’de Mecdüddîn Havârizmî şeklinde hakkında bilgi verilen kişi Mecd-üd-din Harzemi şeklinde hatalı yazılmıştır. H. Şemsi Beyin tercümesinde sadece isimlerde değil bazı ifadelerde de hatalar göze çarpmaktadır. Örneğin 65a’da “Sâir minallâh bi-iznillah” şeklinde olması gereken ifade

“Sayir anillah bi-iznillah” şeklinde çevrilmiştir. Buna benzer hatalar tarafımızdan yapılan tercümede giderilmiştir.

50 Receb-i Sivâsî, Necmü’l-Hüdâ, vr. 31a, 43a.

(12)

siyasî ilişkileri, sohbet tarzı, manevî gelişim süreci ve dönemindeki ilim ve tasavvuf ehline dair içerdiği bilgilerle Şemsiyye yoluna dair en önemli kaynak olma vasfını elinde bulundurmaktadır. “Necmü’l-Hüdâ”, Şemsüddîn-i Sivâsî’nin yeğeni, damadı, halifesi, talebesi ve vefatından sonra tekkesinde şeyhlik vazifesini icra eden Receb-i Sivâsî tarafından yani Şemsüddîn-i Sivâsî’yi en yakın tanıyan isimlerden birisi tara- fından kaleme alınmıştır ki, bu eserin kıymetini bir kat daha artırmaktadır. Ayrıca,

“Necmü’l-Hüdâ”, Şemsüddîn-i Sivâsî’ye ait olduğu halde başkalarına mâl edilen bilgi- lerin ve Şemsüddîn-i Sivâsî ve Şemsiyye yoluyla bazı kaynaklarda yanlış bir şekilde takdim edilen bilgilerin tashih edilmesi gibi açılardan da önem arz etmektedir. Ör- neğin birçok kaynakta Şemsüddîn-i Sivâsî’nin kırkın üzerine eseri olduğundan bah- sedilmektedir. Hâlbuki Recep Efendi eserinde, Şemsüddîn-i Sivâsî’nin yirmi bir eser kaleme aldığını, eserlerin yazılış gerekçelerini ve zamanlarını ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır.

Recep Efendi’nin eserini önemli kılan bir başka başlık da Sivas ve bölge ta- rihine dair içerdiği kıymetli bilgilerdir. Receb-i Sivâsî eserde, Sivas’ta o dönemde yaşayan âlim ve veli zatları zikretmiş, yine Sivas’ta medfun olan âlim ve veli zatların kabirlerine değinmiş ve Sivas’ta meydana gelen ve kendisinin bizzat şahit olduğu bazı önemli olayları gündeme taşımıştır. Ayrıca müellif, örneğin Yozgat ve Çorum merkezli başlayan Sivas, Kayseri, Elbistan ve Canik gibi birçok beldeyi etkileyen Karayazıcı isyanına detaylı bir şekilde eserinde yer vermiştir ki onun verdiği bu bilgiler, başta Sivas olmak üzere o dönemde birçok merkezde meydana gelen olay- ların birinci ağızdan nakledilmiş şekli olması hasebiyle tarihi değer taşıyan ve çalış- mayı kıymetlendiren bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

“Necmü’l-Hüdâ”nın değerini gösteren bir husus da Halvetî-Şemsî şeyhi olan Receb Efendi’nin çeşitli vesilelerle dile getirdiği tasavvufî görüşlerini içermesidir.

Recep Efendi, Şemsüddîn-i Sivâsî’nin akrabası olmasının ötesinde yaklaşık elli yıl onun ilim ve irfan pınarından faydalanan birisidir. Abdülmecîd-i Şirvanî başta ol- mak üzere birçok şeyh ile yakın ilişkileri olan Recep Efendi’nin ilmî ve manevî birikimini “Necmü’l-Hüdâ”da dile getirmesi eserin kıymetini artırmaktadır. Eser, Recep Efendi’nin sadece fikirlerini yansıtması yönüyle değil aynı zamanda Recep Efendi’nin hayatına dair içerdiği bilgilerle de önemli bir çalışmadır.

“Necmü’l-Hüdâ”nın önemini bu şekilde ifade ettikten sonra çalışmanın neş- rine geçebiliriz.

e.Necmü’l-Hüdâ Tercümesi

Bismillahirrahmanirrahim انثلا وبا نيدلا سمش خيشلا بقانم ىف ىدهلا مجن

الله انعفنو امهحاورا الله سدق ىدنفا بجر خيشلا اهعمج ىساوسلا نيدلا سمش لماكلا خيشلا بقانم تاكرب

امهماعنا

Hidayet Yıldızı Şeyh Şemsüddîn Ebu’s-Senâ’nın Menkabeleri

(13)

84

Şemsüddîn es-Sivâsî’nin Menkabeleri.

Bir araya getiren, eş-Şeyh Receb Efendi

(Allah Teâlâ ruhlarını takdis eylesin ve onlara lütfettiği bereketle bizleri de rızıklandırsın)

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla Başlarım

Esma ve sıfat ashabını en yüksek makam ve derecelere yükselten Allah Te- âlâ’ya hamd olsun. Onlar, türlü ilimler ve çeşitli tecellilere nail olmuşlardır. Sonra onlar, Melekût ve Ceberût âlemlerini dolaştılar, tecelliyât ehlinden oldular da şük- rettiler. Sekr halini yaşadılar sonra sahv haline ulaştılar, temkin ve tasarrufat ehlin- den oldular. Salat, kat’î ayetler ve açık mucizeler sahibi Efendimiz Muhammed’e (sav), O’nun velayet ve keramet sahibi ashabının üzerine olsun.

Aciz kul, İbn Şeyh İbrahim Cemâlüddîn Receb-i Sivâsî derki: Küçüklü- ğümden itibaren yaklaşık elli yıl şeyhime hizmet ettim. Şeyhim, afakta güneş gibi, zevk ehlinin delili, amcam, üstadım, şeyhim, veli nimetim, kayınpederim ve Şemsüddîn es-Sivâsî olarak tanınan kişidir. Rahman’a göç ettiğinde bu fesat zama- nında beni garip bıraktı. Ben de umumî ve ebedî bir hizmet olması için Şeyhimin menkıbelerini içeren bu küçük çalışmayı yapmayı/bir araya getirmeyi istedim. Adını

“Necmü’l-Hüdâ fî menâkibi’ş-Şeyh Şemsüddîn Ebü’s-Senâ” olarak belirledim.

Risaleyi fasıllara ve katkısı açık hikâyelere ayırdım. Değerli açıklamalar, hoş öğütler, gizli işaretler ve diğer meşayihin bazı menkıbelerine de yer verdim. Bunu yapmaya güç yetiremeyeceğimi ve acizliğimi biliyorsam da “Hediyeler onu verenlerin miktarınca olur/Karınca kararınca” kabilinden buna cesaret ettim. Çalışmamın alanın- da aynı amaçla yazılmış bir başka çalışmaya benzememesi ve birçok eserin bu alan- da kaleme alınmış olması da beni bu girişimden alıkoymadı. Allah Teâlâ, yolları açan, dilediğini zorla yaptırmaya güç yetiren, karşılıksız bağışlayan, sığınma ve dö- nüş kendisine olan, ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır. Allahım! Bizi dosdoğru yola, kadim dine ulaştır. Azîm ve Alîm olan Allah’tan başka güç ve kuşatıcı yoktur.

Ey doğru ve en güvenilir olanların dostu! Bizi yolların en sağlamına, gidiş- lerin en güçlüsüne ve âşıklar ehline ulaştır. Haklarında bilgi verdiğimiz büyük dost- larının ve yüce seçkinlerinin meclislerinde oturanlar şaki/günahkâr olmaz ve onlarla bir araya gelenler bereketlerinden mahrum olmazlar. Rahmet ve yağmur onlar vesi- lesiyle iner, güneş ve ay onlar hürmetine doğar, sema bizi onlar hürmetine kuşatır, toprak bizi onlar vesilesiyle ihata eder; onlar yerde ve gökte Allah Teâlâ’nın eminle- ridirler. Onlar, ulvî ve süflî konularda tasarrufta bulunurlar ve Allah Teâlâ’nın izniy- le dilediklerini yaparlar. Çünkü onlar hakkıyla cihad edip mücahede yapmışlardır.

Onlar, çeşitli riyazetlerle bâtınlarındaki kirleri ve şüpheleri temizlemişler ve zahirle- rini ilim, salih amel ve güzel ahlak ile süslemişlerdir. Böylece Allah Teâlâ onlara tecelli etmiş, sırlarını yüceltmiş, gözlerindeki perdeleri kaldırmış, onları varidat ve ilhamlar ile mükerrem kılmıştır. Allah’ım! Onların bereketlerinden, himmetlerinden

(14)

ve şefaatlerinden bizleri mahrum etme. O yüksek mertebe sahibi kimseler ki, “Rab- leri onları temiz bir içecekle kandırdı/Suladı.”51 Onlar mahabbet havuzundan içtiler.

Tertemiz sevgi bahçelerinde aşinalık kokularını zevk ve sürur ile kokladılar. Böylece manevî sarhoşluğa ulaştılar ve manevî sarhoşluğunun ardından beka diyarlarında dolaştılar.52 Onlar, “Her şeye güç yetiren güç sahibinin yanında güzel bir mevkide kaldılar”53 ayetine muhatap oldular. Onlardan bir kısmı (insanları) tekmil için görevlendirilmiş enbiyanın en üstünleridirler. Onlardan bir kısmı esma ve sıfatlara mazhar olmuşlar- dır. Yine onlardan bir kısmı “el-İsmü’l-Câmi” denilen kelimelerin en büyüğü- ne/yücesine mazhar olmuşlardır. Onlar böylece “Ehlü’z-zât” olmuşlardır. Onlar- dan hallerine “Celâl” (hali) galip gelenler vardır. Onlar, kavminin azgınlarına “Ya Rabbi! Kâfirlerden yeryüzünde bir kişi bile bırakma”54 diyen Hz. Nuh’a benzerler. Yine onlar, “Onu ve hazinelerini yerin dibine geçirdik”55 ifadesinde kendisini bulan Hz. Mu- sa’ya, Amalika ile savaşan Hz. Davut’a, onların Celal şeklinde tecellilerine benzerler.

Onlardan hallerine ‘Cemal’ (hali) galip gelenler vardır. Onlar, “Bana tabi olan benden- dir. Bana asi olana gelince muhakkak ki sen çok bağışlayan ve merhamet edensin.”56 ayetinde ifade edilen Hz. İbrahim ve “Eğer onlara azap edersen onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan muhakkak ki sen aziz ve hakîm olansın.”57 ayetinde tecellinin cemal yönünde bulunmasını sağlayan Hz. İsa Rûhullah’a benzerler. Yine onlar, efendimiz, nebilerin sonuncusu ve âlemlerin Rabbinin sevgilisi olana benzerler ki (O), Uhud’da yüzü yarılıp dişi şehit edilip de kanı aktığında bile kâfirlere beddua etmemiştir. Tam aksi- ne şöyle buyurmuştur: “Ey Halîm ve Gaffâr olan Allah’ım! Kavmimi hidayete ulaştır.

Onlar bilmiyorlar.”58 Ebubekir Sıddık Cemal, Ömerü’l-Faruk Celal, Osman-ı Zinnureyn Ebubekir Efendimiz gibi, Aliyyü’l-Murteza ise Ömer Efendimiz gibiydi.

Şeyhimiz merhum Şemsü’l-milleti ve’d-dîn de Cemal tecellisine mazhar olmuş birisiydi. Bu nedenle hal ehli, mezhep sahibi ve cedel ehli bile onu severdi.

Mütevazı, alçak gönüllü, iyi huylu, güleç yüzlü, cömert tabiatlı, davranışları makbul, gidişat ve yolu seçkindi. Aslen Zileli olup sonradan Sivas’a yerleşmişti. Zâhir ve bâtın ilimleri kendisinde toplamış birisiydi. İlahî hakikatleri açıklar, fasih ve beliğ konuşur, görülmemiş teşbih ve temsillerle meseleleri izah ederdi. Taşa tesir edecek kadar tatlı ve güzel sözlerinden avam ve seçkinler istifade ederlerdi. Kelimeleri sıra sıra dizilmiş cevherler, ibareleri saçılmış inciler gibiydi. Kelimelerinin kadehlerinden içenler kendilerinden geçer, gaflette olanlar gaflet uykusundan uyanır ve hayrete düşerlerdi. Özellikle âdeti olduğu üzere Ramazan aylarında Mevlana Celâlüddîn Rûmî’nin “Mesnevî-i Manevî” adlı eseri naklederken dinleyenler sanki sura üflenmiş ve öldükten sonra dirilmiş gibi hayran ve manevî bir sarhoşluk haline bürünürlerdi.

O, faziletli bir âlim, mezhep olarak Hanefî mezhebine mensup, meşrep olarak

―――――――――

51 İnsan, 76/21.

52 Onların menhecleri olduğu için onlar velilerdir.

53 Kamer, 54/55.

54 Nuh, 71/26.

55 Kasas, 28/81.

56 İbrahim, 14/36.

57 Mâide, 5/118.

58 Buhârî, Enbiya 37.

(15)

86

Muhammedî, tarikat olarak da Halvetî idi. Geniş kalpli, cömert, ihsanı bol, aç ve zayıfları doyurmayı çok severdi. Birçok kitap telif etti. Eserlerinin sayısı yirmi bire ulaştı. Bazısı Arapça, bir kısmı manzum bir kısmı ise mensur olan eserleri şunlardır:

1. el-Hallü’l-Me’âkıd: el-Muğnî adlı eserin yazarı İbn Hişam’ın “el-Kavâid”

adlı eserinin şerhidir. İbn Hişam’ın bu eseri nahiv kurallarını dile getiren bir çalış- madır. Şeyhimiz bu eseri şerh ederken birçok güzel örnek ve akıllara durgunluk veren örnekler dile getirmiştir.

2. Zübdetü’l-Esrâr fî şerh-i Muhtasaru’l-Menâr: Bu eser usule dairdir.

3. İbretnümâ: Yüz hikâyeden oluşmaktadır. Her hikâyenin sonunda enfüsî tabir ve tatbikatlar vardır.

4. Mir’âtü’l-Ahlâk min Mevâhibü’l-Hallâk: Yüce bir kitaptır. Onu de- rinlemesine anlayanların vakıaya uygun bir şekilde tespitlerde bulundukları söylenir.

5. Bihâru’s-Sûfiyye: Bu, benzersiz ve olağanüstü güzelliğe sahip bir eser- dir. Eserde her çiçek bir sûfîye, gül ise zamanının tasarruf sahibi olan, hal sahibi, cemal ve celal tecellilerine mazhar olan şeyhe benzetilmiştir. Afak ve enfüste mane- vî zevkleri arzulayan kimsenin bu eseri yazması ve anlaması gerekir.

6. el-Mevlidü’n-Nebiyyü: Bu eser, manzum ve ruhanî zevki yüksek bir çalışmadır. Kendileri bu esri hakkında şunları söylemiştir: Mevlid-i Şerif’ini yazarak Peygamberimize (sav) bir hizmette bulunmayı öteden beri arzuluyordum. Fakat çevredeki mevlid kitaplarının çokluğu böyle bir esere başlamama imkân vermiyor- du. Bir gün elime kağıt ve kalemi aldım ve içime doğan şeyleri sıkıntılı bir şekilde yazmaya başladım. Sırrıma şöyle bir ses geldi: “Ey talip! Sana bu arzuyu yerine getirebilmek için Hz. Peygamber tarafından izin verildi mi?” Elimden kağıt ve ka- lem düştü. İçimde bir hararet ve ateş meydana geldi. Başımı yakamın içine çektim.

Gözlerimden yaşlar aktığı halde çokça salat ü selam getirerek Yüce Yaratıcı’ya ve O’nun sevgilisi olan Resûl-i Kibriyâ’ya teveccüh ettim. Benden bu âleme dair hisler kayboldu ve benliğim gitti. Her şey açık bir şekilde müşahede edilen manevî bir âleme daldım. Kendimi bir yerin önünde ayakta edeple bekler bir halde buldum. O mekânda Hz. Peygamber (sav) ve ashâb-ı kiram bulunuyorlardı. İçlerinden güler yüzlü bir zat, müjde verir bir halde bana doğru geldi. Bu zatın Aliyyü’l-Murtaza (ra) olduğunu anladım ve onu görünce hüzün ve keder benden gitti, ferahladım. Kuca- ğında güzel yüzlü, kendisine yakınlık duyulan ve kudsî kokularla bezenmiş bir ço- cuk vardı. Bana şöyle seslendi: “Bunu Resul-i Mücteba sana ihsan etti. Bunun yüzünün sahifesinden yeni manalar oku ve kıvırcık nurlu saçlarından Kur’ânî hakikatleri kokla.” Bu istiğrak halinden ayılıp kendime geldiğimde kalbimi, ilim, hikmet ve marifet nurla- rıyla dolmuş bir halde buldum. Allah Teâlâ’nın bu nimetine hamd ederek kitaba başladım. Allah Teâlâ, bu mevlid kitabında benden evvel kimseye açmadığı bir kapıyı bana açtı. İnsanlar Hz. Peygamber’in (sav) doğumunun sadece zahirde ve bir defa meydana geldiğini zannediyorlar. Hâlbuki Peygamber Efendimizin (sav) do- ğumu hem zahirî, hem manevîdir. Manevî doğumları başlangıçtan sona kadar dai- ma vardır ve bakidir. Bundan dolayı Hz. Peygamber (sav): “Kıyamete kadar ümmetin-

(16)

den daima hak üzere olacak bir grup bulunacaktır.”59 buyurmuştur. Âlimler, hâkimler ve sultanlar hüküm veren ümmetlerdendir. Onlardan bir kısmı, din kaidelerini kurar ve ömür boyunca İslamî meselelere çalışırlar. Bir kısmı, imanda yakîn derecesini elde edenlerin yollarını güçlendirirler. Bir kısmı hakikatleri tebliğe, bir kısmı ise talim, tedris ve dini hükümleri tedrise uğraşırlar. Onlardan bir kısmı İslam yurdunu ko- rumaya çalışırlar. Bunlar dinin koruyucuları ve İslam gazileridirler. Onlardan bir kısmı da imamet, hüküm ve kaza görevinde bulunurlar. Bunlar şeriatın eminle- ri/güvenilirleri ve hâkimleri, nebilerin vârisleri, temkin, velayet ve keramet sahibi kimselerdir. Meşayihin silsilesi ve tahakkuk ehlinin yolu Hz. Sıddık ve Hz. Aliyyü’l- Murtaza’ya çıkar. Sonra Nûr-i Muhammedî, zamandan zamana/nesilden nesle asırlar boyunca Tayfur, Mansur ve Şibli’de zuhur ederek zevk ve sürur ehlinin bü- yüğü olan Yahya Şirvânî’ye (ks) intikal etmiştir. Bu büyük zatlar veladet ve manevî veraset sahibidirler. Âlimlerin ilmi, salihlerin amelleri, zahitlerin zühdü ve gazilerin cihadı hep Hz. Peygamberin (sav) manevî doğumu ve güçlü mucizelerinin tesiriyle- dir. O yüzden Hz. Peygamber (sav); “Allah’ın ilk yarattığı benim nurumdur’,60 ‘Ben Allah’tan yaratıldım halk da benden.”61 ve “Nebiler benim nurumdan yaratıldılar.”62 bu- yurmuştur.

Buradan şu anlaşılmaktadır ki, kâinattaki her şey, nebilerin mucizeleri, geçmiş ve gelecek velilerin kerâmetleri, Nûr-i Muhammedî’dendir. Nûr-i Muham- medî doğu ve batıda, her yer ve zamanda kıyamete kadar daima zuhur etmektedir.

7. Heşt-Behişt: Mükemmel manzum bir eserdir. Yöneticiler, fakir ve mis- kinler arasındaki münasebetlerinde zorunlu olan hususları konu edinmektedir.

8. Süleyman-nâme: Türkçe manzum eserlerinin ilki bu çalışmadır. Hz.

Süleyman peygamber ile Belkıs kıssasını konu edinmektedir.

9. Menâsikü’l-Hacc: Manzum ve muhteşem bir eserdir.

10. Menâkibü’l-İmâmi’l-A’zam Ebî Hanîfe: Bu eserini, “el-Hiyâz fî menâkibi’l-imâmi’l-mürtâz” şeklinde isimlendirmiştir.

11. es-Safâyih fî tercemeti’l-Levâyih: Nesir şekilde kaleme alınmış bir eserdir. Her kelimesinde ledünnî ilme dair meselelerden birine işaret vardır. Mane- viyatın özünü açıklayan bu eşsiz çalışma, Hazretin hakikat ilmine dair vukufiyetini göstermektedir.

―――――――――

59 Buhârî, İ’tisam 10; Müslim, İman 247; Ebû Dâvûd, Fiten 1; Tirmîzî, Fiten 27.

60 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c. I, s. 265-266.

61 Bu hadis, kaynaklarda bu lafızlarla yer almamaktadır. Fakat bu manayı teyit eden, “Allah, “Seni kendi nurumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım.” Buyurdu.” şeklinde bir ifadeye rastlanmaktadır. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 127; Hâkim, Müstedrek, c. II, s. 600;

Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c. I, s. 265.

62 Bu ifade bu şekliyle hadis kaynaklarında yer almamaktadır. “Cabir, Peygamber’e: Allah’ın en evvel yarattığı şey nedir?” diye sorar. O da: “Ey Cabir! Yüce Allah eşyadan önce kendi nurundan senin peygamberinin nurunu yarattı.” şeklindeki haber, burada verilen manayı destekler mahiyettedir.

Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, c. I, s. 265-266.

(17)

88

12. Menâzilü’l-Ârifîn: Hz. Peygamber’in (sav); “Nefsini tanıyan Rabbini bi- lir.”63 hadis-i şerifinin sırlarını anlatmaktadır.

13. Menâkibü’l-Hülefâi’r-Râşidîn: Bu çalışmanın sonunda Aliyyü’l- Murtaza’dan (kv) nakille hakikat ilmine dair bazı meseleleri nakletmiştir.

14. Nakdü’l-Hâtır: Hazretin son eseridir. Bu eserde Hz. Musa Kelimullah (as) ile Hz. Hızır (as) arasındaki olaylar irdelenmiştir. Bu eserde tasavvuf ilmine dair kulakların duymadığı güzellikler nakledilmiştir. Bu, Hazretin muttali olduğu derinli- ği göstermektedir.

15. Divan: Hoş bir üslup ile çeşitli konulara dair yazılmış bir çalışmadır.

HAZRETİN NEŞ’ETLERİ

Babam Zileli Şeyh Mehmed Ebu’l-Berekât, âlim, salih ve hangi tarikattan olursa olsun günahtan sakınan meşayihi sever, onları davet eder, ikramda bulunur ve hediyeler verirdi. Onlar için “Bire iradet, bine muhabbet” derlerdi. İrade ve beyat şeyhi, Habib-i Karamani’nin (Allah, ona rahmet etsin) halifesi ve onun yerine irşad faaliyetlerini devam ettiren güçlü cezbe ve yüce kerametler sahibi el-Hac Hızır el-Amâsî (Rahime Rabbi’l-Emânî) idi.

Selefin yolu böyleydi. Fakat günümüzde ihvanın bazısı bazısına haset edi- yor. Aynı tarikatta olsalar dahi bazısı bazısını kıskanıyor. En büyük olan Allah Teâ- lâ’nın rızasına kavuşmak isteyenlere bu caiz değildir. Geçmiş zamandaki büyüklerin yoluna muhalif olan böyle bir şeyle maksuda ulaşılabilir mi? Onların döneminde ihvanlar/kardeşler arasında muhabbet ve ülfet vardı. Ağaçlar ve meyvelerde bere- ket, özellikle ziraatta nimet bolluğu ve hayvanlarda çoğalma vardı. O dönemde yardımlaşma konusunda cevr ve zulüm yaygınlaşmamıştı. Bilakis beldelerin imarı en güçlü bir haldeydi. Bu nedenle kardeşlik ve eman hali söz konusuydu. Âl-i Os- man’ın zübdesi olan Sultan Süleyman Han b. Sultan Selim (Allah’ın rahmeti ve rızası onların üzerine olsun) döneminde güven, bereket ve asayiş vardı. O dönemde bitkiler bereketli, hayvanlar bol bir şekilde çoğalıyordu. Çünkü adalet bunları bere- ketlendirir, cevr ve zulüm ise bunların eksilmesine ve hüsranına sebep olur.

HİKÂYE

Üstadımdan dinledim: Sultan Mahmud Sebüktekîn bir gün ava çıkar. Üze- rinde birçok sazların bittiği büyük bir alan görür ki, bölük bölük insanlar gelip bu sazlıktan alıp gidiyor ama bir vergi veya bedel ödemiyorlardı. Padişah, bu insanlar- dan hazinenin ihtiyacını karşılamak için vergi almaya ve şimdiye kadar bu insanlar- dan vergi almayan yetkilileri azarlamaya niyet eder. Akşam olunca yanında âlimler olduğu halde yaşlı ve fakir bir kadının evine giderler. Kadına selam verip “Misafir kabul eder misin?” derler. Kadın: “Kabul ederim. Fakat ben de sizin giyiminize uygun oturtacak yer, damağınıza uygun yiyecek ve düşündüğünüz içecekleri koya- cak kap yok.” cevabını verir. Padişah ve yanındakiler: “Anne-babamızın evinde

―――――――――

63 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c. II, s. 262.

(18)

sizin yedikleriniz şeyleri biz de yiyorduk, sorun yok.” derler. Bunun üzerine kadın:

“Öyleyse sen de yanındakiler de hoş geldiniz.” der. O sırada padişah, ateşin üzerin- deki tencerede kaynamakta olan yemeğe işaret ederek, “Bunda ne pişiyor?” diye sorar. Kadın: “Çocuklarım için fukara yemeği pişiriyorum.” cevabını verir. Padişah:

“Biz de ondan yemek isteriz.” deyince kadın sofrayı kurar ve onların bu talebinden dolayı sevinir. Kadın: “Bir ineğim var. Birazdan gelir. Geldiğinde sağar, içenlere haz veren sütünden size ikram ederim.” der. Biraz sonra inek gelir ve kadın ineğin sütünü bir kaba sağmaya başlar. Kabın yarısına gelince süt kesilir. Kadın:

“Sübhânellah!” der. Padişah: “Ne oldu? Neden şaşırdın?” diye sorar. Kadın: “Bu kap her gün dolardı. Bugün misafirlerim olduğu için daha da fazla olacağını ümit ediyordum. Fakat yarısına gelince süt kesildi. Ondan dolayı mahcup oldum.” der.

Sultan, bu eksikliğin sebebinin ne olduğunu kendi kendine sorar ve bu sebebi öğ- renmek ister. Kadın şöyle bir cevap verir: “Büyüklerimizden ve âlimlerimizden duyduk ki padişah ve idareciler zulüm ve cevre niyet ettiklerinde hayvanlarda, ürün- lerde ve diğer konularda bereketsizlik olurmuş.” deyince Sultan Mahmud, kadının dirayet ve zekâsına hayran kalır. Kötü niyetine pişman olur ve Hilm sahibi Rabbin- den bağışlanma diler. İçinden şunları geçirir: “Padişahlar adaletle hükmettiler ve kerem sahibi Allah Teâlâ’dan sevap ve ikram aldılar.” Sonra kendi nefsine hitaben:

“Sen neden omuzunda ağır yükle (Rabbine) gidesin? Ya Rabbi Sen Alîmü’l- a’lemsin.” der. Kadına döner ve: “Tekrar sağ. Bakarsın Allah Teâlâ, bereket verir.”

der. Kadın parmaklarının yorulduğunu ve artık süt çıkmayacağını söylese de padi- şahın ısrarı üzerine tekrar dener. Bu defa çeşmeden akar gibi süt gelmeye başlar, kovası dolar ve süt hala gelmeye devam eder. Buna şahit olan kadın, “Elhamdülil- lah, galiba padişah cevr ve zulüm niyetinden vazgeçti.” der. Padişah, “Bu kadın bize hikmet yemeği ikram etti ve marifet şarabı içirdi. Bizi ateşe düşmekten kurtardı.”

diyerek Allah Teâlâ’ya hamd eder. Bu hikâyede gönlünü Hakk’ın rızasına çevirenler için büyük ibretler vardır.

Konumuza dönecek olursak merhum şeyhim şunu anlatmıştır: Ben yedi veya sekiz yaşlarındayken babam Şeyh Mehmed Efendi annem Sultan Hanım’a;

“Oğlumun elbiselerini yıka, bize yol azığı ve şeyhime takdim etmek üzere hediye hazırla.” dedi. Annem; “Bu zaman çocuğu neden götürüyorsun?” dedi. O zaman havalar soğuktu. Babam; “Şeyhim, nazar sahibi ve duası makbul, mübarek bir şeyh- tir. Oğlumun onun nazarına muhatap olması ve duasını almasını arzuluyorum.”

dedi. Annem; “O zaman tamam.” dedi. Babam beni merkebe bindirdi. Amasya ile aramızda iki günlük/konaklık bir mesafe vardı. Yola çıktığımızda çok şiddetli bir rüzgâr esiyordu. Bedenim titriyor ve tüylerim üşüyordu. Babam beni merkebin üzerine bağladı ve üzerime bir kürk örttü. Babam, şiddetli soğukta Kur’ân-ı Kerim okuyordu. Kur’ân-ı Kerim’i sürekli okumak âdetleriydi. Çok önemli bir mazeretleri olmadığı sürece Kur’ân-ı Kerim okumayı terk etmezlerdi.

Kalbi uyanık ve derin anlayış sahibi olan âlimlerin âdetleri budur. Gâfil, ömürlerini boş söz ve eğlenceyle geçiren âlimler ise Kur’ân-ı Kerim okuma hasleti- ni terk eder ve onu çokça okumazlar. Hz. Peygamber’in (sav) şikâyeti olacak, Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğu büyük hatayı görmezden gelirler: “Ya Rabbi! Bu Kur’ân’ı

(19)

90

terk etti.”64 Ömürlerini bu şekilde tüketenlere azap indiği zaman onlara çok yazık olacak.

Kıssaya dönersek. Merhum şunları söylemiştir: Nihayet Amasya’ya vardık.

Hemen Aziz’in mekânına vardık. Önce babam elini öptü sonra da ben elini öptüm.

Hazret; “Bu çocuk kimdir?” diye sordu. Beni o beldenin halkından zannetti. Ba- bam, “Bu küçük hizmetçinizdir.” dedi. Aziz; “Onu bu soğukta neden getirdin?”

dedi. Babam; “Ona, himmet nazarıyla bir bakmanız, ilim ve bereket konusunda ona dua etmeniz için getirdim.” dedi. Aziz: “Sübhânellah.” dedi. Orada bulunanlara;

“Himmete bakınız.” dedi ve ağladı. Sonra bakışlarını semaya çevirdi, rikkat ve hü- zün ile inleyerek ağladı ve “Bunu annesine ulaştırın.” dedi. Merhum (Şemsüddîn-i Sivâsî (ks)); “Din ve dünya açısında telif ve tasnif neye nail olduysam o duanın bereketiyle olduğunu düşünüyorum.” derdi.

Şeyhu’ş-Şüyûh, Kutbu’z-zamân ve Gavs Abdülkâdir el-Gîlânî’nin (Açık ke- rametler sahibi, şüphesiz tasarruf sahibi, Allah Teâlâ onun açık ruhaniyetini üzeri- mize yaysın) menakıbında gördüm: “Avârifü’l-Maârif” adlı eserin müellifi İmam Sühreverdi (Allah Teâlâ, kendisine rahmet eylesin) anlatmıştır: Abdülkâdir-i Gîlânî’nin meclisine vardım. Bana zahirî ilimde hangi mertebeye kadar okuduğumu sordular ve bakışlarını bana çevirdiler. Öyle ki, gözlerini benden hiç ayırmıyordu.

Sonra mübarek ellerini göğsüme koydular. Huzurlarından çıktıktan sonra Allah Teâlâ’nın sevgisinin dışındaki her şey içimden silindi ve kaybolup gitti. Ben de bütün gayretimi bu yola hasredip âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ’nın ilmine yö- neldim ve bu bakışların bereketiyle bulacağımı buldum. “Avârifü’l-Maârif” adlı eseri yazdım ve sûfîler arasında onunla meşhur oldum.

Mevlana Celâlüddîn-i Rûmî’nin (ks), “Tebriz’den din güneşinin bir bakışına eren kimse, çileyi kınar, desteyi de alaya alır.” sözleri bu türden sözlerdir.

Bunlarla Allah dostlarının nazarlarının iksir-i azam ve yakuttan daha kıy- metli olduğu anlaşılmış oldu. Bunlardan gafil olmamalı ve bunlar hakkında şüpheye düşmemelidir. Allah Teâlâ, kerimdir. İtaat ve bağlılıkla emir ve rızasını umarak kulluk yapan, Allah ile kaim olanları, seyr ilallah olanları ve Allah ile söyleyen kulla- rına ikram eder. Allah korusun, bunun aksi yani üstad, ulema, abid, zâhid ve salikle- re büdela ve evtada düşmanlık etmek, ölmeden önce affedilmişse müstesna, Hakk’ın gazabını gerektirir. Çünkü ashâb-ı Cemâl tahammül eder ancak ashâb-ı Celâl ertelemez. Onların kılıçları çok keskin ve okları son derece isabetlidir. Allah Teâlâ, bizi ve ihvanımızı bu duruma düşmekten şimdi ve her zaman muhafaza eylesin.

MEVLANA HÜNKÂR’IN (CELÂLÜDDÎN-İ RÛMÎ’NİN) BABASI SULTÂNU’L-ULEMÂNIN MENKIBESİ

Mevlana Celâlüddîn-i Rûmî’nin babası Bahâüddin el-Belhî, kâmil bir şeyhti. O, faziletli ve gerçeği haber veren bir âlimdi. Onun besmele-i şerifi üç ay

―――――――――

64 Furkan, 25 / 30.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu kapsamda araştırmanın, “cinsiyet, sınıf, ailenin ikamet yeri, annenin eğitim durumu, annenin çocukların davranışlarına karşı tu- tumu, TEOG başarısı ve

Birkaç kez vurguladığımız üzere (1) Kuran’ın “sürekli katlayarak riba alma- yın” şeklindeki açık ifadeleri, (2) riba aleyhinde Kuranî emirlerin nazil olmasındaki

söz konusu ıstılahı sûfîlerin bakış açılarına göre açıklamak ve değerlendirmek oldu- ğu için tasavvufta havâtırın önemi, ilk defa ne zaman kullanılmaya

Problemin karmaşıklığı yanında, yazarın Tanrı'nın varlığıyla ilgili olarak kesin bir tavır ortaya koymaması ya da kendi düşüncelerini anlatmaktan kaçın­. ması

“verili” bir şey gibi düşünülmüştür [..] Özellikle ahlak filozofları ahlaki facta’ya dair eksik bir bilgiye sahip olduğu için, tamamen keyfi olarak se- çilmiş

66 Hayatı kompartımanlara bölen dikotomik düşünce marifetiyle “yaşam, özgürlük, sağlık, varlık, toprak, para gibi dış dünyaya ait şeyler seküler alanlar

Besmele hakkında girizgâh mahiyetindeki bu başlık altında, işârî tefsir anla- yışını benimseyen müfessirlerin genel anlamda görüşlerine yer vereceğiz. Besmele- nin önemi,

ʻAtîk, mukaddimede bu eserini Beyrut Arap Üniversitesi Arap Dili Bölümü ikinci sınıf öğrencileri için hazırladığını, birinci bölümde beyân ilminin ortaya