Turk Edebiuats!
Zeynep Kerman
/ W
i
t
.
Tanpmar’in mektuplarmm peşinde
Y
ıl 1965. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü üçüncü sınıf öğrencisiyim. Prof. Dr. Mehmet Kaplan ile tez konusu hakkında görüşmeğe gitmiştim. Hoca, Ahmet Hamdi Tanpınar’m mek tuplarını toplamamı tavsiye etti. Liseden edebiyat öğretmenim olan rahmetli hanımı Behice Kaplan şiddetle itiraz etti ve kimsenin özel hayatını deşmeğe hak kım olmadığını, kendisine yazdığı mek tupları vermeyeceğini söyledi. Bu beni yıldırmadı, belki de çok sevdiğim ve saygı duyduğum Behice Hanım’a, ken dimi isbat edebileceğim bir fırsatı değer lendirmek istedim. Kaplan Hoca, rahmetli Cevat Dursunoğlu, Dr.Tarık Temel ve Prof.Dr. Bedrettin Tuncel’e müracaat etmemi söyledi.O zamanlar eski yazım pek iyi değildi, tki gün, lügatların yardımıyla rahmetli Cevat Dursunoğlu'na eski yazı ile bir mektup yazarak, tezimin konusunu, gayemi anlattım ve Tanpmar’ın kendi sine yazdığı mektupları veya fotokopile rini göndermesini rica ettim. Bir hafta kadar sonra şişmanca bir zarf geldi. Rahmetli Dursunoğlu, dört mektupla yetinmemiş, Tanpınar’la tanışmalarını, çeşitli hâtıralarını da dile getirmişti.
Birkaç ay sonra Ankara’ya gittiğimde, bu olgun, kültürlü, vatanperver beyefen diyle tanışma şerefine eriştim. Gönder diği m ektuplarda birkaç kelimeyi karaladığından dolayı özür dilemesi beni çok mütehassis etmişti.
Prof. Dr. Bedrettin Tuncel’den ağabe yimin okul arkadaşı olan oğlu vasıtasıyla bir randevu talep etmiş, gayemi de belirt miştim. “ Görüşecek bir şeyim yok” cevabını alınca, hayretler içinde kaldım. Bir üniversite talebesine böyle bir cevap veren hocayı çok merak ettim ve âdeta baskın diyebileceğim bir tarzda, bir öğle vakti evine gittim. Kapıyı kendisi açtı, şaşkınlığını atamadan “Görüşmek iste mediğiniz öğrenci benim" diyerek içeri girdim. Kapıdan doğru çalışma odası olarak da kullanılan geniş bir salona giri liyordu. Yan kapılardan birinden hanımı içeri girdi. Bedrettin Bey “ Bana mektup yazmadı” cümlesini söylediği anda hanımı “Şu çekmecede değiller miydi?" dedi. Bedrettin Bey çok
hiddet-Tanpınar
lendi ve çıkması gerektiğini söyledi. Bu, benim yardımsever, daima talebeyle meşgul olan, hattâ şahsî dertlerini de hal letmeğe çalışan hocalarımdan çok farklı bir hoca tipiydi.
İstanbul’a dönünce, Dr.Tarık Temel’e gittim. Beyoğlu’ndaki geniş muayeneha
nesinde bana randevu verm işti.
Yanında, gençliğinde çok güzel olduğu belli, eskilerin “ mihrap yerinde” dedik leri bir hanımefendi vardı. Beni küçük gören, istihfaf eden bir tonla karşıladı ve hocam aleyhinde konuşmağa başladı. O zaman dayanamadım ve gençliğin de
verdiği bir cür’etle “Tanpınar Huzur’u size nasıl ithaf etmiş, şaştım” dedim.
O gün ağlayarak Kaplan Hoca’ya böyle devam ederse mezuniyet tezini bitiremiyeceğimi, bana başka bir konu vermesini rica ettim ve fakat mektupları mutlaka toplayıp neşretmekte kararlı olduğumu söyledim.
Bunun üzerine Tanpmar’ın “Edebiyat Üzerine Makale!eri” ni toplamağa başla dım. Mezuniyet tezimin metin kısmı 1968’de, ben fakülteyi bitirmeden, Çağ daş Türk Yazarları Serisi’nin ilk kitabı olarak yayınlandı.
Kitabın piyasaya çıkışından az sonra Dr. Tank Temel beni telefonla aradı, görüşmek istediğini söyledi.
İtiraf ederim, biraz çekinerek gittim, zira sağı solu~belli olmayan, ne yapacağı, nasıl davranacağı bilinm eyen bir insandı. Sinirlenince, ben de biraz öyle- yimdir. Yine muayenehanesinde buluş tuk. Kitabı okumuş. Tanpınar’m her biri bir mücevher kıymetinde, derin bir kül türün izini taşıyan makalelerinin bir araya getirilişini ve özellikle bölümlendi- rilme şeklini çok beğendiğini söyleyerek iltifat etti ve önceki tatsız ve sevimsiz konuşmamıza temas ederek “ Çok genç siniz, becerebileceğinizi ummuyordum” dedi. S onra m asasının gözünden mektuplarla birlikte bir tabanca çıkardı. Korkmadım ama şaşırdım. ‘Bunlarda pek çok insanı rencide edecek dedikodu lar var, eğer onları olduğu gibi neşreder sen seni vururum” dedi. Güldüm ve beni ilgilendiren şeyiıt dedikodu değil, edebi yat olduğunu söyledim. Adeta ilk seferki davranışını affettirmek ve sevdiği bir dosta vazifesini yapmak istiyordu. Asıl güzel mektuplar Adalet’tedir diyerek telefona sarıldı ve ona “Sana hemen genç bir hanım gönderiyorum. Hamdi’ ye hiç birimizin yapamadığı hizmeti yaptı, bütün mektupları ona ver” dedi. Akşam üstüydü. Adalet Cimcoz’un Mecidiyeköy’deki zevkle döşenmiş geniş çatı katı dairesine gittim. Yaşımı göster miyordum. Belki bu yüzden, belki de bizim neslimizin eski harfleri öğrenmesi nin mümkün olamayacağı umumî kana ati, Adalet Hanım’da da vardı, önce
Türk Edehluaiı I
birkaç satır okutarak beni imtihan etti, şaşkın bir sevinçle kocası Mehmet Ali Bey’e seslendi. Benim bu davranışı nor mal karşılamama da şaşırdılar. Oysa, ben ve arkadaşlarım, kütüphanelerde, eski dergi ve gazeteleri tararken, genel likle emekliler tarafından sık sık imtihan edilmeğe alışıktık. O gün, hayatımın en mesut günlerinden birini yaşadım. Tarık Temel’den on üç, Adalet Hanım’dan otuzdört mektup aldım, ayrıca beni Sabahattin Eyüboğlu’na da tavsiye etti. Adalet Hanım bir hayli iltifattan sonra ömrümü böyle eski yazılar içinde geçir mek yerine aktris olmak isteyip istemedi
ğimi sordu. Böyle bir hevesim
olmadığını duyunca da hayret etti. Sabahattin Eyüboğlu’nun Karakol durağına yakın evine gittiğimde bahçe deydi ve üç mektup yanındaydı. Konuş mak istemedi ve hemen mektupları uzattı ve yüzüme baktı. Gitmemi istedi ğini anladım ve müsaade istedim.
Büyük bir cömertlikle mektup veren lerden biri de rahmetli Ahmet Kutsi Tecer’in hanımı Meliha Hanımefendi oldu. Kaplan Hoca ile ziyaretine gittiği
miz bu İstan b u l hanım efendisi,
Tanpınar’ın samimi bir okuyucusu idi. Güzel hâtıraları vardı.
Kaplan Hoca’nın verdiği mektuplar ise, bence, birer sanat şahaseriydi.
T
alih her zaman insana yar olmuyor.Mektup' yazdığından emin olduğum pek çok dostu veya yakını, belki cimri likten, belki şahsî oluşlarından veya çeşitli sebeplerden vermekten çekindiler. Kardeşi merhum Kenan Bey, otuz beş kadar mektup ve kartını bana getirdi. Bunları daktilo etmeğe başladım, fakat zannederim onuncu mektuptaki "Bun ları saklama, kimsenin eline geçmesini istemem, saklayabileceğin cinsten mek tup istersen ayrıca yazarım” cümlesi bana bir vasiyet gibi geldi. Bunların hiç birini kitaba dahil etmedim. Yine de iki yüz elli sahifelik bir kitap ortaya çıktı. Bu eserin yayınlanmasıyla bazı dostları nın bana ellerindeki mektupları verecek lerini ümit ediyordum, fakat yanılmışım. Mektuplar’ın insan ve sanatkâr olarak Tanpınar’ı çeşitli ve bilinmeyen cephele riyle aydınlattığına ve ona olan ilgiyi art tırdığına kaniim. AvrupalIlar mektup nev’ine çok önem verirler ve edebiyatçı larının mektuplarını mutlaka neşreder ler. Bizde bu gelenek' maalesef henüz kurulamamıştır. Cahit Sıtkı’nın Ziya Osman Saba’ya yazdığı mektuplarla Tanpınar’ıııkiler gerçekten muhtevalı, sanat değeri olan eserlerdir.
Yakında yeni bir baskısını yapmayı düşündüğüm M ektupların zeginİeşmesi en büyük temennimdir. Tabiî Tanpınar’ ın dostlarının yardım ve himmetiyle.
y0* 9 o t
Ben sen oldum bütün
güzelliklerde
Ne zaman ışığına tezcanlı uyandımsa
Hep dinlenmiş sütlü yüzünü uzattın bana
Bense besmeleyle öptüm öptüm çoğalttım
Yüreğimin dışavuran beyaz tavrını
Ne zaman bir işmarına al-al yandımsa
Alevlerim kuş olup dağıldı ormanına
Olmazlar çarşısı bir kilitli ayna
Ellerim çırılçıplak ortada kaldı
Ne zaman kapına esrik dayandımsa
Susuzluğum arttı senin o yağmurlu tavrına
Eski mektuplara sığındım kaça kaça
Ay ışığı olup sardın beni
Ne zaman sana yakın bir renge boyandımsa
Kendimi unutmak kaldı bana
Ve soyunup daldım en derin sulara
İki yakadan da çağıran şendin beni
Ne zaman rüzgârınla toprağa abandımsa
Yongalarım savruldu, ortada özüm kaldı
Has ekmek, helâl katık deyip sarıldım sana
Güzelliğin daha çok artırdı açlığımı
Ne zaman seni yanımda sandımsa
Bütün kelimeler renk renk kelebekleşti
Unuttum nekadar durak varsa
Ben sen oldum bütün güzelliklerde
Bahattin KARAKOÇ
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi