27 N İSA N 1983
A
BDÜLHAK Şinusi Hi-sar’ı, ilk defa, Ankara’da görevliyken tanımıştım. Bu mutlu karşılaşma, şair Faik Âli Ozansoy'un Konur sokağın daki evinde oldu. O gun üç ünlü edebiyat vefikir adamı-Faik Âli, Abdülhak Şinasi ve Hamdullah Suphi’nin- “Edebiyat-ı Cedide ve “ Fecr-i Âti" dönemlerine ait doyum olmaz anılarım hayranlık içerisinde dinlemiştik.
Çaydan sonra, akşam karan lığının ileri bir saatinde, Ham dullah Suphi ile Abdülhak Şi- nasi, Ankara P alasa yemeğe git tiler. Rahmetli üstadımız Faik Âli ile oğlu Munis Faik beni yemeğe alıkoydu.
‘'Edebiyat-ı Cedide”nin şöh retli şairi Faik Âli Bey, Ab dülhak Şinasi’nin temizlik ve titizlik fobisine örnek olarak, yemekte, şu olayı anlattı:
A.bdülhak Şinasi, Faik Âli Bey in ağabeyisi Süleyman Nazif Bey’le, çay saatlerinde o zamanki Beyoğlu’nda buluşurlarmış, ik ram sırası Süleyman Nazif Bey- 'deyken garsonu çağırmış:
— ikimize de çay getiriniz. Çay bardaklanm güzelce, iki defa, yıkayınız. Beyefendinin çayına konulacak suyu da ayrıca yıkayınız! demiş.
Gerçekten daha sonraki yıl larda İstanbul’da üstad Abdül hak Şinasi, Hamdullah Suphi ve Refik Halit ile sık sık buluşup ç~ıy içtiğimiz "Lebon” pastane
sinde, onun çay bardağım,
bir kere de masamızda sıcak su ile gözlerimizin önünde çalkadı
ğını görm ek, bizim için
garip sen m ezd i. B ira z da
insivatifin benden gelmesini
bekleyen bu ünlüleri, zaman za man bir araya getirmenin mut luluğunu tatm ış bir kişi olarak, o sohbetlerin önemli konularını, akşam eve dönünce, özetleyerek birer satar halinde kâğıtlara ge
çirmekle -am yönünden- ne
kadar isabetli bir iş yaptığımı, yıllar geçtikten sonra şimdi daha iyi anlıyor ve minnet duygulan içerisinde rahmetlileri anıyorum.
Titiz bir huy: Temizlik
hastalığı
Okuyuculanmn çoğu, Abdül hak Şinasi Hisar’m, temizlik ve titizlikte benzeri bulunmayan, ömrü boyunca inatla sürdürdüğü bu fobisini işitmişlerdir. Ona göre, elle tutulan her şeyde mik rop vardı! Temizlik ve titizlik tutkusunu benliğini saran bir virüs gibi ölünceye dek taşıdı. Hatta, garibinize gidecek ama, üstad Abdülhak Şinasi Hisar, bu alerjisi yüzünden hiçbir meyveyi
yemezdi! Bu ihtiyâcı, sun’ı
meyve haplan yutarak gide
rirdi! Bir gün, portakal, şeftali, elma gibi meyvelerin çeşitli me ziyetlerinden konuşuluyordu. O, bu konuşmalara tek cümle ile ka tıldı ve insanların mikroplan genellikle meyvelerden aldığım söylemekle yetindi. Başka bu gün de:
— Beyefendi dedim. Portaka
lın, karpuzun kabuklarında
bilmediğimiz mikroplar gezinse bile, asıl cevherine ve içine nasıl geçer? Kabuğu soyulunca içi rahathkla yenilir. Çunku mikrop, bu öze geçmemiştir.
Bu sözüme gülümseyerek:
“Sizlere göre öyledir” karşıbğım
TT
Ç%0 k*(o
RÖPORTAJ
ABDÜLHAK ŞİNASİ
HİSAR IN TEMİZLİK
SUNUŞ
Eserlerinde eski İstanbul'un, seyrine doyulmaz güzelliklerini, tiplerini, yaşantılarını, geleneklerini, tüm orijinalliği ile işleyen ve değişik bir üslupla anla tan ABD ÜLH AK Ş tN A S t H İSA R 3 Mayıs 1963'te aramızdan ayrılmıştı.
Zengin kültürünün aydınlattığı iç dünyasıyla y a kın tarihimizin derinliklerindeki BOĞAZİÇİ uygarlı ğının tanıtıcısı olan ABDÜLHAK SİN A Sl'yi, büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı şu sözlerle değerlen dirmiştir:
— Çok sevdiğim Fransız edipleri bile, bana bun dan fazla bir heyecan vermemiştir. İç âlemi bu kadar güzel tasvir eden nesir, bizde yazılmamıştır.
Düz yazı türünde tüm, eserlerinde, geçmiş bir dö nemin bugün hayal olmuş renkli yaşamını şiirleştiren ABDÜLHAK SİN ASİ HİSAR'ı, ölümünün 20. yılında rahmetle amyor ve ünlü romancımızın, sayılan çok azalmış olan yakın dostlarından TAHA
TOROS'un kaleminden, anıları ile özleştirilen bir ta nımını sunuyoruz.
TUTKUSU BİR HASTALIK DÜZEYİNDEYDİ
Abdülhak Şinasi Hisar, 1888 yılında, Rumelihisarindaki yalılarında doğdu. Edebiyatla da uğraşan babası MAHMUT CELÂLEDDİN BEY U) etkisi altında kaldığı iki ünlü ebediy atçımızın adlarından esinlenerek - Abdülhak Hâmid'in (ABDÜLHAK)ını, IŞtNASllnin de tek adını birleştirip, ilk oğluna I ABDÜLHAK ŞİNASİ) adını verdi. Abdülhak Şinasi'nin annesi. TEPEDELENLİ ALİ PAŞA torunlarından NEYYİR Hanım, döneminin ay dm kadınlanndandı. Recaizade MAHMUT EKREM Bey ve Pierre LOTt ile yazışmalarda bulunmuştur. Ne var ki. Abdülhak Şinasi’nin babası Mahmut Celâleddin Bey ile annesi Neyyir Hanım, edebiyat konularındaki birleşik zevklerine karşın, aile yaşamlarında, sağlıklı beraberliklerini sürdürememişler, genç yaşta boşanmışlardır. Abdülhak Şinasi'nin tek kardeşi, kendisinden üç yaş küçük olan, (SELİM NÜZHET GERÇF.Kltir. Basın tarihimiz, tiyatro tarihimiz ve folklorumuzla ilgili çok değerli yay mlanyle tanınan SELİM NÜZHET. Baskı ve Yazılan Derleme Teşkilâtı’nın ük müdürüydü. Selim Nüzhet'in en verimli çağında (1891 - 19451 ölümü. Türk kültürünün derinliğine araştırılması açısından, büyük bir kayıp
olmuştur.
A b d ü lh a k Ş in a s i H is a r (o tu ra n ), k a rd e ş i S e lim N ü z h e t ye b a b a s ı M a h m u t C e lâ le d d in .
N e y y ir H a n ım , s o y lu ve k ü ltü rlü b ir k a d ın
dı. G e n ç y a ş ın d a k o c a s ın d a n a y rıld ığ ı za m a n , o ğ u lla rı A b d ü lh a k Ş in a s i ile S elim
N ü zh e t ö ğ re n c iy d ile r. Ş in a s i, fiz ik yapısı b a k ım ın d a n a n n e s in e , S e lim is e babasına b e n z e rd i...
verdi. Arkasından sanki meyve bahsindeki sözler üzerine, salonu mikroplar istilâ etmişçesine, çek mesinden bir kolonya şişesi çı
k ard ı, dolgun pem bem si
y a n a k la rın a çok y ak ışan tebessümlerle, hepimizin eline bol bol döktü!
Abdülhak Şinasi Hisar, da vetli bulunduğu yemek masa
larında meyve istemez, meyve tiksintisi yüzünden manavların önünden geçerken, sıra sıra şekil lendirilen o güzelim elmalarla portakal dizili raflara
baka-^
insanların mikropları
genellikle
meyvelerden aldığı
inanandaydı.
Hayatında hiç
meyve yememişti.
Manavların önünden
geçerken o güzelim
meyvelere bakamaz
ya başını çevirir, ya
yolunu değiştirirdi
mazdı! Bir keresinde bindiği tak siyi, amnda durdurarak dışarı fır lamış, “Bu takside elma kokusu var!” diyerek, şoföreçıkışmıştı.
Bütün bu olayları yakın dost lan, tebessümle birbirlerine anla tırlardı.
Taksi deyince, bir küçük nok
taya değinmeliyim: Abdülhak
Şinasi Hisar, dolmuşa binmezdi! Dolmuş, onun nazannda, kişi lerin hürriyetlerini kısıtlayan bir sistemdi! Tanımadığı kişilerle aynı arabada -kısa mesafede de olsa- yolculuk yapmak ona azap verirdi. En parasız olduğu gün lerde, yakın mesafelerde bile, bastonunu hafifçe kaldırarak bir taksi çevirir, yalnız başına içine kurulurdu.
Hisar, pek az kişinin elini sıkardı. Özellikle laubâli surette uzatılan bir eli, hele tanımadığı bir kadın elini sıktıktan sonra, karşısındakine hissettirmeksizin, eliııi cebindeki küçük bir şişede taşıdığı alkolle veya kolonya ile silerdi. Ondaki mikrop korkusu, ölüm korkusu ile eşit gibiydi! Herkesle tanışmak istemezdi. İlk tanıdığı kimseyi önceleri dikkatle inceler, sonraları, kendi dilinden anladığına kanaat getirirse söze karışırdı. Ancak, çok mesafeli konuşurdu, inandığı ve sevdiği insanlarla hiçbir vesile ile iliş kilerini azaltmaz, onlan zaman
zaman arardı. Dostluklarda
asalete ve vefakârlığa değer verirdi
Akıl danışacak, muayyen
dostlan vardı. Mesela, hasta olunca soracaklannı münhasıran, Profesör Dr. Nihat Reşat Bel- ger'e yöneltir, onun önerisi ile ilaç alır, onun tavsiye edeceği doktorlara giderdi. Hatta re çetesini bile her eczaneye ver mezdi!
Dış görünümü ve
iç dünya zenginliği
Abdülhak Şinasi Hisar, daima
ciddî görünümlü idi. Yakın
tanımayanlara soğuk, kibir li, aristokrat, hatta kendini beğenmiş bir izlenim verirdi. Çe kingen, inziva ve sükunet içeri sindeki yaşantısı ile içine kapa rak bir kişiliği vardı.
Onun ciddiyetim, luumıunu, çok kişi yorumlayamaz veya haz medemezdi. Onun bu hareket lerini., nezaket kurallarına aykırı ve yapmacık sananlar olurdu. Oysa, yaradılışı, günlük yaşan tısı böyleydi. Hiç kimse ile senli benli, hele laubâli olmazdı. Kim seye "Bey” veya “Beyefendi’ siz hitap etmezdi. Hatta küçük kar deşi Selim Nüzhet’e bile “Selim Bey” derdi!
Genellikle dedikodudan nefret eder, hele seviyesiz kelimeler kul lanmazdı. Nezaket ve görgü ku rallarının, eski İstanbul gele neğinin, eski zaman adetlerinin üstün bir savunucusuydu.
(1) Mahmut Celâleddin Bey (1857- 1917) ilk şehreminlerinden (İstan bul belediye başkanlanndan) Hil- sam Efendizade, Belediye Şubeleri Umumî Müfettişi Selahaddin Bey’ in oğludur. Bir müddet Gala tasaray'da okuduktan sonra, Pa ris’te de kısa süre öğrenim gör müştür. Osmanlı döneminde Bey rut, Halep ve Yanya’da maarif müdürlüklerinde bulunmuştur. Gazetecilik ve edebiyat konuların da da çalışmalaryapmıştır. "Ce- mile-i Nisvan” , "insaniyet" adlı küçük broşürlerinden sonra. 1884 yılında "Müsademe-i Efkâr” ve "Afak-ı Nazar” adında eleştirileri ni yayınlamıştır. 2 yıl kadar "Hazine-i Evrak" adında bir ede biyat dergisiyle, “ Mürüvvet” isimli kadınlara mahsus bir gazete çıkarmıştır. 1908 inkılabında, Yanya maarif müdürüyken, göre- vüıden ayrılan Mahmut Celâleddin Bgy, 1917 yılında ölmüştür.
YARIN:---TOPLUMDAN UZAK BİR
YAŞANTI, TOPLUMUN DERİNLİĞİNE İNMİŞ BİR KALEM
28 N İS A N 1983
A
BDÜLHAK Şinasi Hisar, uygar birkişinin bütün niteliklerini taşırdı. Temiz bir Şark çocukluğu içersinde, Batılılığı kucaklamıştı. Bu, onun, belirgin özelliklerinden biriydi.
Eserleri gibi, yaşantısı da, orijinal kelimesini tam anlamını simgeleyen kibar ve eski bir deyimle üst tabaka beyefendisiydi.
Abdülhak Şinasi Hisar, yeni kimselerle tanış maktan çekinir, âdeta kaçardı. Kalabalığa, daha doğrusu topluma girmez bir huyu vardı. Fakat insan, onun kitaplarını okuyunca herkesi ne kadar fazla tanıdığına, ne vakit tanıdığına, kimlerle temas ederek bu bilgileri edindiğine hayret ederdi. Onda toplumun, bütün sevinci, yaralarına derinli ğine inebilen gizli bir sihir, sanki bilinmeyen bir anten vardı.
Eski Boğaziçi’nin, eski ailelerin, hülâsa eski İstanbul’un asalet dolu geleneklerinin, şiir dolu yaşantısının, eski aşkların, hayranlıkların, tarih olmuş veya olmamış olayların, sanki renkli filmlerini meydana getirmiş havasım veren o eserlerin nasıl yazıldığını ve bu bilgilerin o esere nasıl katıldığını öğrenebilmek için, ancak bir Abdülhak Şinasi olmak lâzım gelirdi.
Abdülhak Şinasi Hisar, Sarı Selim’den III. Ahmetlere, Mehmetlere, Muratlara ait devreler den, tanzimat padişahlarından meşrutiyet yılları na kadar sürüp gelen eski İstanbul'un bazen parıltılı, bazen sefahat devrelerindeki toplumun millî, dinî, sosyal yaşantısını, yoksulluğunu, felce uğrayan, miskinleşen geleneksel gücünü, hülâsa millî hayatımızın mâzisine ait çok yönleri, dile getirmiştir. Eski devrin karagözlerini, hayal oyun larını, tanzimat devrinin insanları ile o yılların olaylarını, tahlil edip kıyaslarken, düşünüş, görüş farklarını bir fotoğraf makinesi
nin çok net objektifine sığdırmış gibi bizlere tatlı tatlı seyrettir miş, bazı zaman bu toplumlarm seviyelerine göre, âdeta grafikler çizmiştir.
Maziyi yaşatma kudreti
özelliği olan kalem sahipleri nin çoğu, ölümlerinden sonra, unutulmazlar. Eserlerinde eski İstanbul’un seyrine doyulmaz manzaralarım, tiplerini yaşantı larını, geleneklerini bütün oriji nalliği ile işleyen ve değişik bir üslûpla anlatan Abdülhak Şinasi Hisar da bunlar arasındadır.
Bugün çoktan mâzi olmuş o sihirli görünümlerden, o eski Çamlıca, o eski Adalar, o eski Boğaziçi’nden, o eski İstanbul ailelerinden ve birer masal nite liğine bürünen ihtişamlı yaşantı lardan, hülâsa o eski zaman havasuıdan küçük bir örnek bile kalmadı. Hafızalarımızdan silin mişe benzeyen o efsaneleşen gök kubbe, ufkumuzdan silinmiş bu lunan çekici görüntüler, içimizde özlemi küllenen o eski zaman anıları artık yok... Fakat var olan, Abdülhak Şinasi’nin ölmez eserleridir. Onlar bütün bir geç mişi, altın yaldızlı çerçeveler içerisinde maziyi ebedileştiren tarihî tablolar gibi, gelecek nesil lere aktarabilecektir.
Felsefe kınatılan ile de dolu, edebî bir zevk cümbüşünü, sahi- felerinde dipdiri tutan Hisar’m
kitapları, kütüphanelerimizin
rafîannda mazimizin birer sanat kâr bekçileri olarak yaşayacak tır. Denilebilir ki Abdülhak
Şinasi Hisar, maziyi mazi olmak tan kurtarmış, hayali cihan değer hatıralann ölümsüz bir ressamı olmuştur.
Abdülhak Şinasi Hisar, usta bir kuyumcu titizliği ile işlediği pırlantalan, bu birbirinden güzel eserleri hazırladıktan sonra, zevkli bir edebî görev yaptığına
içten inanarak, dünyamızdan
ayrılıp gitmiştir.
Görevini yapmış
bahtiyar
Abdülhak Şinasi Hisar'ın ha yat programında, mevki, makam ve servet gibi düşüncelerin yeri yoktu. Onun iki emeli vardı: Huzur ve sükûn içerisinde— ama Boğaziçi’ni seyrederek— yaşa mak, çok renkli hatıralarla yüklü bulunan kafasmdakileri, duygu lan ile süsleyerek, kitaplara aktarmaktı, öyle sanıyorum ki, Hisar,—Ömrünün son yılların daki maddî sıkıntısının ve hasta- hğının moral çöküntüsü hariç — istediklerinin çoğunu yapabil miş, görevini başanyla tamamla mış bahtiyarlardandır.
Eski bir dostu olarak beni sevindiren olaylar, onun sanat kişiliğini ve sihirli bir âlemi kapsayan eserlerini incelemeye yönelmiş Türk ve Batık gençlerin çoğalmış olmasıdır. Son yıllarda eserlerinin radyolarımızda da yansıtılması gösteriyor ki, ne kendisinden önce, ne sonra böy- lesine konulara değinmiş başka bir romancımız yoktur. Büyük şair Yahya Kemal’in, Hisar için:
(İç âlemi bu kadar güzel tasvir'
M A ZİYİ M AZİ
OLMAKTAN
KURTARMIŞ,
HAYALİ CİHAN
DEĞER
HATIRALARIN
ÖLÜMSÜZ
RESSAMI
A b d ü lh a k Ş in a s i H is a r ’ın en ç o k s e v d iğ i fo to ğ ra fı...> Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi Hisar'ın eserleri için "İç âlemi bu kadar güzel tasvir eden nesir bizde
yazılmamıştı" der. Boşuna değildir bu söz...
1 Boğaz'da doğmuş, Boğaziçi'ni yaşamış ve onu seyrederek ölmüş olan Hisar, bu tılsımlı suyu eserlerine öylesine yansıtmıştı ki, Boğaziçi'ni görmeyenlere bile bir Boğaziçi aşkı aşılanmış gibidir
eden nesir, bizde yazılmamıştır) sözü, boşuna söylenmiş değildir. Böyle bir sanatkârı anımsa makla, yakın geçmişteki bazı olayları, eski İstanbul konakları nı, tarih olan ve efsaneleşen Boğaziçi’ni görmüş gibi oluyo ruz. Kısa tasvirleri ile bize, sihirli objektifler vasıtasiyle kartpos tallara yansıtılmış, yığın yığın renkli albümler seyrettirmiştir. Aramızdan ayrılmadığını, eserle ri ile edebiyat dünyamıza kalan anılan ile ispatlayan Hisar, ede biyat tarihimizde, Batı kostüm lü, Batı kafalı fakat tam ve asil bir İstanbul beyefendisi olarak yaşamaktadır.
Boğaz’da doğmuş, Boğaziçi'ni yaşamış ve onu seyrederek ölmüş olan Abdülhak Şinasi, bu tılsımlı Boğaziçi'nin dostluğunu ömrü boyunca tatmış bir sanatkârda-. Boğaz'm rengini, içine sindirmiş bir kişinin duygulan, eserlerine öylesine yansıtılmıştır ki, Boğaz içi’ni görmeyenlere bile bir Bo ğaziçi aşkı aşılanmış gibidir.
Yazılarında bazen birbirine benzer gibi görünen tasvirler, renkli sözcükler, mâzi cennetin den görünümlere rastlansa bile, her biri ayn bir güzellikte olduğundan, okuduğunuz kita bın bütün çekiciliği ile yarattığı âlemin içerisine zevkle dalıp çıka rak, elinizden bırakamazsınız. Aynı duygulan, tasvirleri ve düşünceleri tekrarlamış olsa bile, sanki yeni bir olaym görüntüsü çizilmişcesine, her zaman deği şik, taze bir atmosfer içerisinde ve çok sevdiğiniz bir şarkının tekrarlandığı zaman, duyduğu nuz haz içerisinde, ruhunuzu onun satırlarındaki akışına ter- kedersiniz. H atta, onun kitapla- nnı tekrar tekrar okuma arzu nuzu yenemezsiniz. Tekrarladığı nız zaman, bunun bir tekrar olduğunu hissedemezsıniz bile.
“Boğaziçi Mehtapları” aile ve toplum hayatımızdaki dünkü ku ralları, ince terbiyeyi, zarif gele neği bütün sihri Ue yaşatan canlı bir film gibidir. İstanbul'da düne ait ne varsa hepsini, tılsımk bir süsleme sanatı ile süslenmiş olarak gözlerimizin önüne sermiş bulunuyor. Bu levhanın karşısın da hayranlık ve hayret duygulan ile başbaşa kalmak büyük bir zevktir.
Abdülhak Şinasi Hisar, gözleri kamaştıran sahneleri ile canlan dırmaya çalıştığı, o eski İstan bul’a, o hayal şehre okuyucu larını götürmek istemiştir. Bir devrin her yaştaki insanlan, zenginiyle fakiriyle kökleşmiş sı rgı ve sevgisiyle bir geleneğin tarih olmuş, parça parça safha
larını, dudaklarımıza tatlı bir tebessüm vererek, gözlerimizden ruhumuza süzmüş gibidir. Bu çok güzel tasvirler, ince duygu lar, tamamiyle bizim geçmişimi zin acı tatlı hatıralarımızın silü- etleri olarak ufkumuzu süslerler. Bu sanatkârane işlenmiş ve süslenmiş minyatürler gibi, mo zaikler gibi, yalnız gözlerimizi değil içlerimizi de renklendiren bu tasvirler, okundukça ruhunu
zun tatlı tatlı buğulandığım hisseder gibi olursunuz. Adeta eski geleneklerinizle sevgileriniz ve hüzünlerinizle iç içe yaşarsı nız, başbaşa kalırsınız. Şimdi bir efsane diyarıymış gibi, geçmişe gömülmüş bir Boğaziçi medeni yetinin tarih olmuş yapraklarım düşüne düşüne okur ve çevirir siniz. Şinasi Hisar’ın Boğaziçi Mehtaplarında, birbirinden güzel buluşları, birbirinden güzel şiir
ler gibidir. O yalılardaki saz fasılları, Boğaziçi’ni dile getiren aşklar, sevgili saçlarım dağıtan rüzgarlar, yaşmaklı sandallar, bütün netliğiyle gözlerinizde can lanır. İnce ve hassas bir fırçanın âdeta renklendirdiği tarihî tablo yu, efsaneleşmiş bir maziyi tek rar tekrar seyreder, bundan al dığınız zevk içerisinde, millî geçmişinizin maddî ve manevî varlığım, kalbinizin çarpıntıları arasında, yaşar gibi olursunuz. Onun bazı satırlarında, vatan aşkı da vardır. Doğu ve Batı kombinezonunun düşünce ve ya şantısını da Hisar’ın kitaplarında bulabilirsiniz. Kitaplarında mazi öylesine inceliğe bürünür ki, bu çoğu zaman artık bir musikidir. Tabiat güzelliğine hayranlığınızı onun eserleri daha da ötelere götürür. Mehtapsız ve karanlık gecelerin tasviri bile, şiirleştiril- miş gibidir.
— YARIN:---_ GERÇEK KAHRAMANLAR
29 N İS A N 1983
m
A
BDÜLHAK Şinasi Hisar’ın bütün kitapların daki tipler, birer hayal mahsulü değil, hayattan alınmış, gerçekten yaşamış kişilerdir. “Fahim Bey ve Biz" kitabındaki kahraman "Fahim Bey" çevre sinde yaşadığı, bir hariciyeci (Fatin Beyl’dir. "Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhli- ği"ni yazarken, annesinin tey zezadesi ile evli olan, kısa bir müddet hariciye memurluğu ya pan (llhami) Bey’in adım değiş tirmiştir. Konusunu halasının kocasının yaşantısından alan “Çamlıca’daki Enistemiz’’inash " Çamlıca'daki Deh Eniştemiz" iken, nasıl olsa, okuyanlar onun ruh dengesini hemen sezebilecek leri için, kitabın adından "Deli" kelimesini, sevimsiz bularak, çı karmıştır.
Hisar, bir gün "Lebon”da soh bet toplantılarımızın birinde, ki tabın adından bu sevimsiz keli meyi niçin çıkardığım anlatırken, dostluk bağlan ta Galatasaray’ daki sınıf arkadaşlığından baş layan, ünlü romancımız Refik Halit Karay:
— Keşke çıkarmasaydın Şi- nasi!.. Daha iyi olurdu; dedi.
Çay masamızda —yan şaka, yan ciddî— aralarında şu kar şılıklı konuşmalar geçtiy di:
— Niçin?., dedi, Abdülhak Şinasî Hisar...
Refik Halit Karay, güçlü bir mizah muharriri idi ve gençli ğinde uzun süre bu niteliği ile tanınmıştı. Haberlerin, okuyu culara nasıl başlıklarla verilirse etkili olacağım yakından bilen bir gazeteciydi. Şöyle cevap verdi:
— Kitabın adı eğer "Çamlıca’daki Deli Eniştemiz” olsaydı, bu kitap daha çok satılırdı!.. Bir kitabın içinden önce, dışındaki adı çekici olmalıdır!.. Bizdeki okuyucu, çoğunluğu "Deli Eniş temiz” adım daha çok tutardı!..
Abdülhak Şinasi Hisar’m yü zü buruştu. Bakışları bitkinleşir gibi oldu ve başım, Lebon Pas tanesinin şekerleme dolu vitri nine, sokaktan bakarak geçen yolculara doğru çevirdi; sanki sokağa doğru söylenir gibi mırıl dandı. Ağzından şu sözcükler dök Ölüverdi:
— Tiyatral ad koyarak, kitap sürümünü, ancak, aşağı tabaka dan yazarlar düşünebilir!..
îki ünlü dost ve yazar ara sındaki bu şakak konuşmaların sonu, gülüşmelerle tatlıya bağ landı.
Yaşlılıkta gelen ün
Eski Lebon'daki toplantıları mızda Refik Halit Karay, Ham dullah Suphi Tanrıöver ve baz an da Ruşen Eşref Onaydın, hazır bulunurdu. Bir keresinde, Vali konağı caddesinde Lebon'un aç tığı şube niteliğindeki pasta neye,Yakup Kadri Karaosman- oğlu gelmişti. Bunların hepsi Abdülhak Şinasî H isari çok se verler ve romanlarındaki kahra manların gerçek olduğunu bi lirlerdi. Bu bakımdan Abdülhak Şinasi Hisar'ın romanları, ad larım yukarıda sıraladığım ünlü kişilere, daha ılık ve tamdık gelirdi. Hatta Abdülhak Şinasi Hisar, rahmetli Y akup Kadri Karaosmanoğlu’nun bu konu ile ilgili olarak kendisine yazmış olduğu bir mektubu —tanınmış yazarlarımızın el yazılarına me rakım dolayısıyla— bana ar mağan etmişti. Karaosmanoğlu'- nun bu mektubunda, Şinasi’nin değişik kahramanlarla dolu olan kitapları içten övülüyordu.
★ ★ ★
Abdülhak Şinasi Hisar, ünü nü, 50 yaşından sonra sağladı!..
RÖPORTAJ
HİSAR'IN TÜM
KAHRAMANLARI
GERÇEKTEN
d*) Abdülhak Şinasi Hisar, ününü 50 yaşında
kazandı. 0 zamana dek bir çok yazı
yazmıştı ama, kitap olarak yayınlamaya
cesareti yoktu. Ancak sonra, kitapları
yabancı dillere çevrilerek, edebi kişiliği
ve eserleri yabancı üniversitelerde
doktora tezlerine konu olacaktır
(A b d ü lh a k Ş in a s i H is a r)'ı, d o k to ra te zi o la ra k s e ç e n ve A lm a n c a y a y ım la d ığ ı eseriyle, o rijin a l tü rk ro m a n c ıs ın ı A v u s tu ry a lIla ra ta n ıta n , Türkolog D R. A D E L H E ID (B e lk i de Türk e d e b iy a tın a tu tk u s u y üzünden E d re m itli b ir g e n ç le e v le n e n B ayan A d e lh e ld , a d ın ı b ile d e ğ iş tird i. A y ş e U zu n o ğ lu o ld u ) (ü s tte ), (F a h im B ey ve B iz ) ro m a n ın ı A lm a n c a y a ç e v ire n ve B a tı e d e b iy a tın a
k a z a n d ıra n , DR. R U M M E L (V o n R u m m e l, 2 . D ü n y a S avaşı s ıra s ın d a , A lm a n y a 'n ın A n k a ra ’d a k i m e ş h u r e lç is i Von P a p e n ’in , Türk d e v le t a d a m la rı ile y a p tığ ı te m a s la rd a te rc ü m a n lığ ın ı y a p m ış tı. D aha sonra, A lm a n e lç iliğ in d e k ü ltü r a ta ş e liğ in d e b u lu n d u ) (y anda).
. w "t —
-!
i
O zamana dek birçok yazı yaz mıştı ama, kitap olarak yayınla maya cesareti yoktu. “Fahim Bey ve Biz", Abdülhak Şinasi’ nin ilk eseriydi.Çekingenliği ve ti tizliği hastalık derecesine vardı ran Hisar’m bu eseri, bir roman yarışması nedeniyle, ödül kazan mıştı. Bu romana gelinceye kadar edebiyatımızda bu türde yazılmış başka bir eser yok gi bidir. (1)
Daha evvelce de değindiğimiz gibi "Boğaziçi Mehtapları” Ab dülhak Şinasi Hisar ın sonraki kitaplarından biriydi ama, Türk okuyucusuna daha başka bir hava getirdi. Vezinsiz şiirlerle dolu olan, fakat her satın oku yucunun kafasında ayrı ayn ölçülü bir görünüm yaratan bu eser, mazi cennetinin âdeta al bümü gibidir.
Yabancı dillere
çevrilen eserleri
Abdülhak Şinasi Hisar’m ilk eseri “Fahim Bey ve Biz” Al- manca’ya çevrildi. Şinasi’nin bu orijinal eserine ilgi duyan, ünlü Alman Oryantalisti, F. Babinger oldu. Babinger, Türk tarihine, geleneğine derinliğine vakıf bir oryantalistti. İstanbul’a ve İs tanbul hayatına dair hayli eserler okumuştu. "Fatin Bey ve Biz" romanım okuduktan sonra, kut lamak için, yazarın evine gel mişti. O, bu kitabın Almancaya çevrilmesini gönülden arzulamış ve bu görevi öğrenci olan Von Rummel’e tavsiye etmişti (2).
Rummel o sıralarda Ankara' da. Alman sefarethanesinde gö revli idi. Türkiye'de çıkan bütün
romanları okuyordu, önce “Fa him Bey ve Biz” romanım Almancaya çevirdi; daha sonra yazan ile tanıştı. Kitabın Alman- cası Hollanda’da "Mouton ve Ortaklan" kitabevi tarafından 1956 yılında yayınlandı.Hisar, bu eserden, 800 mark telif ücreti aldı.Kitabın Almancası, çok tu tundu. Danimarka’daki bir ki tabevi de aynı kitabı, kendi dillerine çevirmek için Hisar’dan izin istedi.
"Fahim Bey ve Biz”in Fran- sızcaya çevrilmesi için bazı giri şimler oldu. Abdülhak Şinasi Hisar, eserlerinin bir kaçmı Fran sızca yayınlamak arzusundaydı. Fakat bunu yapabilecek güçte, yetenekli kişi bulamadı.
"Boğaziçi Mehtaplan" adlı eserin bazı pasajlan Almanca olarak yayınlandı. Hatırımda kaldığına göre, bu yay m, F. Ba- binger’in 60. yılı nedeniyle Hol landa’da yayınlanan bir armağan kitapta yer almıştı.
“Çamlıca’daki Eniştemiz” ad- b kitap, bir Alman profesörü tarafından kendi dillerine çevril miştir. Yayınlanması için Abdül hak Şinasi Hisar’la hayli yazış malar yapılmıştı.
Hisar’ın eserlerinin ikisi, İn gilizceye çevrildi ise de yayın lanamadı. Bu çevirilerin, eserin aslım yansıtıp yansıtmadığım önceden bilmek isteyen Abdülhak Şinasi Hisar, tercümeleri yakın dostlarından Hazım Atıf Kuyu- cak’a vermişti. Rahmetli Kuyu- cak, tercümeleri okuduktan son ra, bir gün yazarımızın evine geldi. Biz de orada bulunuyor duk. Kuyucak, eserin çevrilişin de aslına sadık kalındığını, ancak (yalı) (konak) (köşk) gibi tabir- lerin-kitabı okuyacak İngilizlerle Amerikalılara hoş gelebilecek ve hemen kavranabilecek nitelikte uygun karşılıklarının bulunma sını, teknik yönden de bir uzman tarafından incelenmesini önerdi.
Şinasi’nin eserleri arasında —bir kolej öğretmeninden baş ka— en güzel İngilizceye çevi riyi Nesrin Morali yapmıştır. “Boğaziçi Mehtaplan” gerçek ten Hisar’m, İngilizce yayınla maya değer büyüleyici bir eseri dir. Fakat üzüntü ile belirtelim ki, bu çevirilerin hiçbirisi bugü ne dek yayınlanmamıştır.
Doktora tezleri
konusu olan yazar
Sevinçle belirtmek gerekir ki, Abdülhak Şinasi Hisar gibi ori jinal bir edibimizin her biri ayn bir orijinallik taşıyan eserleri, gerek Türkiye’de gerek yabancı edebiyat fakültelerinde, doktora tezlerine konu olabilmektedir. Şimdiye dek biri AvusturyalI, biri Fransız olmak üzere iki yabancı gençle, ikisi Türk olan dört edebiyat mensubu bu konu da derinliğine etüdler yapmış lardır. Bunlar, arşivimde bulu nan, Abdülhak Şinasi ile ilgili bazı belgeleri de incelemişlerdir.
Viyanalı Bayan Adelheid (3) Almanca olarak hazırladığı tezini yayınlamış bulunuyor.
kara Büyükelçisi Von Papen in ma iyetinde çalıştı. Savaşın bitiminde memleketi olan Münih Üniversite si’nde Türkçe dersleri okuttu. Daha sonra Türkiye’de Alman
Büyük-«
nde ataşelik yaptı. Son görevi mir’deki Alman Başkonsolosluğu' ndan 1975 yılında emekli oldu. "Fatih Sultan Mehmet ve Devri"hak- kında 560 sahifelik Almanca eseri, İtalyanca ve İspanyolca'ya çevril miştir.
(3) Adelheid 1942 yılında Avustur ya'nın Graı şehrinde doğdu. Graz Üniversitesinde Türk ve Rus dilleri öğrenimi yaptı. 1971 yılında, Viyana Üniversitesi profesörlerinden H.W. Duda'nm tavsiyesi üzerine, Abdül
hak Şinasi Hisar hakkında bir tez hazırlamaya başladı. Aynı üniversi tenin Türkçe rektörlüğünü yaptı. Türkiye ile ilgili birçok edebi muini, •eler yazdı. Halen Türk masalları üzerinde incelemeler yapmakta olan Adelheid, Edremitli bir Türkle evli olup, (Ayşe Uzunoğlu) adım almış bulunuyor. Viyana Unlversitesi’nde- ki öğretim görevliliğini sürdürüyor.
-YARIN:---hisar
a
gönderilen
KADIN MEKTUPLARI
(1) Abdülhak Şinnsi Hisar’m "Fa him Bey ve Biz” adlı eseri, 1941 yılında. Cumhuriyet Halk Partisinin roman ödülünü —Üçüncü sırayı alarak— kazanmıştı. Hisar, bu so nuçtan hem memnun, hem değildi, tik elemede jüriden 19 oy almışken, ikinci elemede Hisar’ın eseri üçün cülük ödülüne lâyık görüldü. İlk elemede Abdülhak Şinasi Hisar'ın “ Fahim Bey ve Biz” adlı eseri, jü riden 19 oy alırken, Peyaml Sefa'nm bir romanı 4,diğer romanı 2, Reşat Nuri ÜUntekin'in bir romanı 3, diğer romanı 2 oy almışlardı. Jürinin 23 üyesi, son elemede (9 oyla) birinciliği Halide Edip Adıvar'm "Sinekli Bak- kaT’ına, ikinciliği (8 oyla) Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun “Yaban” adlı romanına, üçüncülüğü (6 oyla) Abdülhak Şinasi Hisar’ın romanına vermişlerdi.
(2) Dr. Rummel 1910 yılında doğ du. Almanya'da tarih ve Romen dilleri üzerinde eğitim yaptı. 1935 yı- bnda Almanca öğretmeni olarak Tür kiye'ye geldi. Ild yıl, İzmir'le İstan bul'da öğretmenlik yaptı. İkinci Dünya Savaşı'nda, Alman ordusun- dayedek subaylık görevini yaparken, tercüman sıfatıyla Almanya'nın
An-30 N İS A N 1983
RÖPORTAJ
KADIN
HAYRANLARINDAN
GELEN ÖVGÜLÜ
MEKTUPLARI
SAKLAR, DOST SOHBETLERİNDE OKURDU
Y
AZDIĞI sihirli eserleriokuyup büyülenen ve ona övgüler yandıran pek çok kadın okurundan Abdülhak Şi- nasi’ye mektuplar gelirdi. Ünlü romancımız, b u n la r arasında ilginç bulduklarını, çekmesinde, özenle saklar, haftalık çaylı
toplantılarımızda okurdu. Bu
hanımlardan ikisi, İstanbul'un soylu ailelerinden gelen ve ço cukluk yıllan İstanbul’un mazi cennetinde geçen, renkli kül türleriyle tanırlardı.
Abdülhak Şinasi’nin şairane övgülerle takdir ettiği bu kadın lar, gerçekten, yakın çağımızın kültür ağırlıklı, kalburüstü kişi
leriydi. B unlardan ilki,
SAMÎYE BİLHAN (1891
-1981) hanım efendi, Tanzi
m at'tan bu yana büyük devlet adamlan, diplomatlar, ünlü ya
zarlar y etiştirm iş olan
köklü bir ailenin son vârislerin-
dendi. Büyük devlet adamı
Abdurrahman Sâmi Paşanın to
runu, Viyana Büyükelçisi
Mahmut Nedim Paşa'nın kızıy dı. Dayısı, Tanzimat Edebiya tın ın ilk romancılarından Sâmi Paşazade Sezai Bey, "İCLÂL”
adındaki acıklı kitabını,
SAMÎYE B ÎL H A N ’m , genç yaşta ölen kızı için yazmıştır. Bir İstanbul hanımefendisi olan SA M ÎYE B İLH A N , İngilizce,
Fransızca, Almanca, hatta
Farsça bflirdi. İstanbul Univer- s ite s i’nde İngilizce dersleri
vermiş, Cumhuriyetin Hânını
izleyen yıllarda, Türkiye'yi ya kından tanıtmak için Avnıpa ül kelerini dolaşan seyyar serginin
genel sekreterliğini yapmıştı. Atatürk döneminde, davet edil diği B.B.C. radyosunda, İngiliz ce konferansları ile de dış ülke lerde tanınmış bir Türk kadınıy
dı. Samiye Bilhan’m, kültür
ağırlıklı kitaplar ve makaleler konusunda ilginç m ektupları vardır, örnek olarak, Abdülhak
Şinasi H isa r’a gönderdiği
27.3.1953 tarihli mektuptan bir pasaj okuyalım:
(...hiç acele etmeyerek, elimde bulunan kıymetli eserin temin edeceğine emin bulunduğum bü yük ve büyük olduğu kadar derin ve m üstesna zevki uzatmak emeliyle, bir müddet okumaya yım dedim. Fakat dayanama dım. Adeta başımı kaldırmadan, o sihirli tasvirlerinizle canlan dırdığınız, âdeta rayihasını du yurduğunuz ve içerisinde ya şattığınız maziye kendimi bütün ruhumla kaptırdım. Sizi okurken içinde bulunduğumuz hâlden zi yade mazi, yaşıyordu. Geçmiş ıtunana “geçmiş" demenin ne kadar hatalı olduğunu, bütün kudret ve sanatımda isbat edi yorsunuz... Her sayfası, her sa tın, benliğimizde irier bırakıyor. Bunları okurken ruhum uzun zevkli bir titreyişle, sonsuduğa eriştiğini hissediyoruz.
Allah'ın ancak pek sevdiği kullarına nasip edeceği yüksek bir sanat kudretine malik bulu nuyorsunuz. Gönülden temennim odur ki, daha pek uzun seneler
^Abdülhak Şinasi Hisar'ın Yahya Kemal'le uzun yıllara dayanan
dostluğu, ünlü şairin ölümünden b ir-iki yıl önce Park Otel
kahvesindeki sudan bir münakaşa sonunda koptu. Ama Hisar, Yahya
Kemal'in ölümü üzerine eski İstanbul efendiliğinin tem iz bir örneğini
verecek, sanki Park Otel'de hakarete uğrayan kendisi değilmişçesine
«Yahya Kemal'e Veda»yı yazacaktır
bu neviden eserlerle, bütün sa nat âlemini istifade ettirirsi niz...)
A.Ş. Hisar’ın, kültürüne hay ran olduğu bir kadm da MELEK hanımefendi idi. Melek Sofu (1896 - 1976) Türk işlemeleri, hat sa n a tı ve saraylarım ız hakkında Türkçe ve Fransızca kitaplarının ötesinde, heykel ve resim alanında da ün yapmış ka- dınlanmızdandır. Yahya Kemal başta olmak üzere, Moda’daki villası, yerli ve yabancı edebiyat ve sanat adamlarının, yıllar sü ren toplantılarına sahne olmuş tur. Melek Celâl Sofu’nun annesi
tarafın d an kökeni, TE-
PEDELENLl’lere dayandığın dan, A.Ş. H isarla akrabalığı vardı. Melek Celâl Sofu’nun 12.11.1953 günü M ünih'ten Abdülhak Şinasi Hisar'a gön derdiği mektuptaki ilginç bir pa saj da şöyle:
(Muhterem akrabam.
Sonsuz bir zevkle bir hamlede
okuduğum “ A L İ NİZAM İ
BEY” i, şimdi bitirdim. Çocuk luk ve genç kızlık hatıralarımın
bazılarını canlandirdımz. Ne ka dar güzel bir görüş ve ne derin bîr felsefeyle...
ALİ NİZAMİ BEY’in son devirlerine yetiştim. Gençlik ma ceralarım annelerimden dinler dim. Lâkin ben de, herkes gibi, sathî bir görüşle, "Zavallı mec nun” deyip geçerdim.
Bir Fransız feylesofu. Est hétique Y. M. Guyau, kitabında, dünyanın en güzel manzaraları karşısında, resimden, güzellikten ve sanattan hiç anlamayan ve görmeden bakan insanları, tıpkı yeşil çayırların üstünde oturmuş, geviş getiren ve büyük camdan gözleri içine akseden, tabiatı görmeyen ineklere benzetir. İşte tıpkı öyle: Siz de sanatkâr göz
lerinizle ve kavrayışınızla
insanların tâ derinliklerine inip, manevi mevcudiyetlerini duyup, görüp meydana çıkartıyorsunuz. Bizler ise, o inekler gibi, gö zümüzün önünden gelip geçen bütün bu ruh hallerini sezmeden, anlamadan, geçip gidiyoruz!«
Geçenlerde “ Yeni Türkiye” hakkında Almanca bir kitap oku dum. Türk Edebiyatı bahsinde, diğer muharrirler arasında, en uzun olarak sizden ve sizin ro manlarınızdan bahsediyor. Ne kadar iftihar duyduğumu takdir edersiniz.
Yazarımız tanımadıklarından gelen mektuplara da önem ve rirdi. Yukarıda belirttiğim gibi, ünlü romancımız A.Ş. Hisar, ken disine gönderilen enteresan bul duğu mektupları özenle saklar, haftalık çaylı sohbetlerimizde okurdu. Gülümseyerek okuduğu bir mektupla, o mektubu yazan bir köy okulu öğretmeninin gön derdiği fotoğrafı çok ilginçti. Doğu illerimizde bir ilkokul öğ retmeni olan kızcağız, İstanbul’u hiç görmemişti. Abdülhak Şi- nasi’nin Boğaziçi Mehtapları’« okuduktan sonra, etkisinde kala rak, yaz tatilinde İstanbul’a gele ceğini ve yazarımızla tanışmak
B üyük devlet a d a m la rıy la ü n lü y a z a rla r y e tiş tire n b ir İrfa n a ile s in in so n v a ris le rin d e n olan S a m iy e B llhan, fizik y a p ıs ı ve k ü ltü r h â z in e s i ile, e s k i b ir d o n e m in en g ü z d e k a d ın la rın d a n d ı...
nasi’ye sert sözcükler sarf etti. Yaşlan ve başlan, bu iki ünlü kişi arasındaki münakaşaya ha kem olabilecek durumda bulun mayan dinleyicilerinin uğradığı şaşkınlık, çok büyük oldu. Yahya Kemal, az sonra masadakilere ve da ederken, herkesin elini sıktı, Abdülhak Şinasi Hisar’ın yüzüne bile bakmadan Park Otel’ine girdi.
Yahya Kemal, bu eski dostu ile kopardığı bağın haksızlığım kendisine nasıl yakıştırdı? Bunu bilemiyorum. Aslında şairin gu rurlu ruhu, haksızlığım kabul edecek yumuşaklıkta değildi. O gün Abdülhak Şinasi Hisar, kimse ile konuşmadan kalın bas tonunu sallaya sallaya, Park Otel’in yakınında oturduğu Ni met Apartmanı’na, kırgın ve bit kin vaziyette döndü. Yanm asır dan beri kalplerinde bağdaş kur muş bulunan bir dostluğun, de ğersiz bir münakaşa sonunda kopması Yahya Kemal’den çok Şinasi’yi üzdü. Bir hafta evinden çıkmayan Hisar, bu olaydan son ra, Park Otel’in kahvesine uğ ramadı.
Ama yüreği temiz sevgilerle dolu olan Abdülhak Şinasi Hisar, Yahya Kemal’in ölümü üzerine, eski İstanbul efendiliğinin temiz bir örneğini verdi. Sanki Park
O tel’de uğradığı hak areti
rü y a sın d a g ö rd ü ğ ü
inanılmayacak bir olay sayarak, “Yahya Kemal’e Veda” adım verdiği ünlü kitabım yazdı.
Abdülhak Şinasi Hisar'da bu derece ince bir efendilik, erişil mesi güç bir ruh yapısı vardı ki, sonraki sohbetlerinde, bü kere olsun Yahya Kemal'le ara larında geçen olaya hiç yer ver medi
---
YARIN:---PARTİCİLİK VE
HARİCİYE MEMURLUĞU
istediğini bildiriyordu. Doğu ille rimizin kırsal bir köyünden İs tanbul’a kadar gelmeyi ve kendi siyle tanışmayı düşleyen öğret men hanımın özlemli satırları Abdülhak Şinasi’yi çok etkiledi. Hemen uyumlu cevabım posta ladı. Bir ay sonra köy öğretmeni hanımdan, bir aile fotoğrafı geldi!.. Romancımız şaşırmıştı. Öğretmenimiz, başörtülü bir ta zecikti. Bir kartalın kanatlan gibi açılmış, upuzun sicim bıyık lı ve başında fötr şapkasıyla iskemleye kurulmuş, iri yan bir erkeğin arkasına, ürker gibi dur muştu. Meğer iskemlede oturan acayip bıyıklı erkek, bu genç köy öğetmeninin 15 günlük koca sıymış. Kasabaya inerek, bu ha yırlı olayı, gönderdiği fotoğrafla
y an sıtıp A bdülhak Şinasi
Hisara yollamışlar. Bu alaturka fotoğraf, romancımızı pek şaşırt- tıydı. Genç öğretmen, evlendiği ni bildirirken mektubunda, eşi nin İstanbul'a gitmesine müsaa de etmediğini, İstanbul’u ve ro mancımızı ömrü boyunca göre meyeceğini üzüntüyle belirtiyor du!..
Abdülhak Şinasi Hisar'ın ölü münden sonra, ünlü editörümüz Yaşar Nabi Nayır — Hisar la dostluğumuzu bildiğinden midir,
yoksa benim dökümanter ve biyografi ile fazla ülfetim oldu ğundan mıdır— onun kısa bir şe ceresini istemişti. Bu kısa not, Yaşar Nabi’nin Şinasi’ye ait ya yınladığı bir kitabın baş tara fında yer almıştır. Abdülhak Şi nasi Hisar, bir taraftan Topal Osman Paşa’ya dayanan dedeler sülalesinden, Namık Kemal’le aynı soydan gelmektedir. Bir taraftan da meşhur Tepedelen- li’ye kadar uzanan bir kan bağ lantısı bulunmaktadır.
Yahya Kemal'le
dargın ayrılış
Yahya Kemal-Abdülhak Şina si dostluğu, Meşrutiyetten önce, Paris'teki öğrencilik yıllarında başlar. Edebiyat dünyamızın bu iki ünlü simasının dostlukları, Yahya Kemal’in ölümünden bir iki yıl öncesine kadar büyük bir nezaket ve içtenlikle sürdürüldü. Ne var ki, bir gün, bu yılların güçlendirdiği bağ, Park Otel'in kahvesinde etrahnı çevreleyen kişilerin gözleri önünde birden bire koptu. Şair Yahya Kemal —kendisinden beklenmedik bir öfke ile— nezaketi've sakinliği ile hiç de böyle bir muameleye lâyık olmayan Abdülhak
Şi-1 M A Y IS Şi-1983
RÖPORTAJ
O
A
BDÜLHAK Şinasi 1906yılında İstanbul'dan Pa* ris’e kaçtığı zaman 18 yaşlarındaydı. Galatasaray’ı bi tirmemişti. Aslında Şinasi’nin Paris'teki tahsil hayatı da başa rılı olmadı. Yüksek tahsil diplo ması alamadı. Ama, o diploma- sizliği bir noksanlık saymazdı. Bu yaraya, kazara, dokunanlar olursa, savunmasına gerekçe o- larak başkalarım örnek gösterir, sanki bir sır ifşasından kaçınır gibi, sesinin tonunu kısarak:
— Yahya Kemal Bey de diplo masızdır! derdi. (1)
Evet her ikisi de Paris'teki tahsillerini, daha çok edebiyat kahvelerinde yaptılar. Fransız tarihçileriyle edebiyatçılarıyla u- zun yıllar dostluk kurdular. Bir Fransız kadar onların edebiyatı na vâkıf oldular.
Paris'teyken her ikisi de açık veya gizli siyasetle uğraşmadı. Hele Jöntürkler safında yer al madılar. Vaktiyle, bazı radyo bilmecelerinde dinlemiştik. Yah ya Kemal'i, Paris’teki Türk poli tikacılarına karışan bir Jöntürk gibi göstermişlerdi. Yahya Ke mal, hiçbir zaman böyle bir siya sî gruba katılmadığı gibi Abdül- hak Şinasi de karışmış değildi. Ancak her ikisi de düşünce i- tibariyle değil, hemşehrilik ve aynı memleketin evlâtları olarak oradaki politikacılarla dostluk - larda bulunmuşlardır.
Şinasi yaratılış ve yaşamında ki özellik bakımından bir siyaset adamı olmaktan çok, edebiyat sohbetleri yapılan yüksek ve ki- ! bar kişilerin devam ettiği salon- ı lan tercih etmiştir. Politika ve parti cereyanları ile, hiç mi hiç, ilgisi olmayan Abdülhak Şinasi Hisar, terazinin kefesinde az bir meyille, Prens Sabahattin’i se verdi. Onu, ileri bir politika ada mı olarak değil, nazik ve asil ruhlu bir salon efendisi, bir sos yolog olarak tanırdı.
Gelgelelim, İstanbul’da müta reke yıllarının bunalımı, Şina- si’yi kurulmakta bulunan yeni bir partiye itti! Kendisi, sohbet lerimizde, bu konuya asla değin- mezdi. Fakat onun böyle bir si yasî parti kurucuları arasında yer aldığını, Refik Halit Karay, sık sık söylerdi. Bir gün kendisi ne sorduğumuzda, gülüp konuyu değiştirmişti.
1908 Meşrutiyet yıllarından sonra, Ittihatçılar’a karşı olanla rın veyalttihatçılar'labagdaşma- yıp onlardan aynlanların - Prens Sabahattin’in teşviki ile • kur dukları bir parti vardı: Osmanh Ahrar Partisi. Bu parti, uzun ö- mürlü olmadı. 31 Mart Ayaklan masından sonra, bu olayda bir ilgisi bulunmadığı halde, kapa tılmıştı. Mütakere yıllarında yi ne bu adla, fakat basma konulan (Milli) kelimesi ile,yeniden kuru-
lan partinin beyannamesini kuru
cu sıfatıyla imzalayanlar arasın da, genç Abdülhak Şinasi’yi de görüyoruz. Millî Ahrar Fırka- sı'nın kurucularının mesleklerini de hükümete verdikleri beyanna
mede belirtmeleri kanunen zo runlu olduğundan, Abdülhak Şi nasi Bey'in adının karşısına meslek olarak(Eshab-ıemlâktan) sözcüğü düşürüldü.
Şinasi’nin, daha sonra,
Os-MÜTAREKE
YILLARININ MİLLÎ
AHRAR PARTİSİ
KURUCULARI
LİSTESİNDE HİSAR'İN DA ADI VARDI
• A.Ş. Hisar yaradılış olarak edebiyat sohbetlerini siyasete tercih etmiştir. Ancak terazinin kefesinde, az bir meyille Prens Sabahattin’i severdi. Onu ileri bir politika adamı olarak değil, nâzik ve asil ruhlu bir salon efendisi, bir sosyolog olarak tanırdı
• Hariciye’den ayrılıp İstanbul’a döndük ten sonra asabi bir rahatsızlık geçirdi. Bu yüzden özel bir klinikte bir hafta şok tedavisi gördü. Bu olaydan sonra manen bitmiş gibiydi. Asabiye kllniğin- do yattığının,dostları,özellikle Refik Ha- lid tarafından duyulmasını İstemiyordu
(s ağda), 1956 y ılın d a y a p tırd ığ ı k a rtv izitle r. (A .$ in a s l'n ln ö z e l b ir m e ra k ı (K a rtv iz it k o lle k s iy o n u ) idi. K ü tü p h a n e s in d e , ü n lü le rin z a r fla r d o lu s u k a rtv iz itle ri v a rd ı.)
manii Bankası’nda küçük bir hizmet aldığı ve asıl görevini Ankara'da yaptığı bilinmekte dir. Ankara’daki görevi "Balkan Birliği, Türk Bürosu Genel Sek reterliği" idi. Atatürk'ün önerisi ile kurulan Balkan Birliği’nin Türkiye temsilcisi - daha sonra i- ki kez başbakan olan - Haşan Saka’ydı. Abdülhak Şinasi Hi sar, bu büronun sekreterliğine getirilmişti. Maaşı dolgundu. Dış seyahat imkânları boldu. Bu görevin ilgasından sonra Dışişleri Bakanlığına müşavir olarak a- tanan Şinasi, Ankara’da geçirdi ği bir iç sarsıntı ve rahatsızlık yüzünden, istifa etti, ötedenberi özlemini çektiği İstanbul'a gide
rek, Ayazpaşa'da, Nimet Apart- manı'na yerleşti.
Dost çevrelerle yıllarca sohbet ettiği Nimet Apartmam’nda, o- nun, hayali cihan değer anılan vardır. Buradaki son yılları, hastalıklarla, malî sıkıntılar içe risinde geçti. Apartmanın satışı ile Cihangir’deki (Rüyam) A- partmam'na taşınan yazar, bu rada da, hayata gözlerini aç tığında gördüğü Boğaz'ı görebi liyordu, ama Nimet Apartmanı- 'nın huzuru, kolaylığı ve rahat lığı yoktu. Genellikle dostlarının ziyareti için, Rüyam Apartmanı, eski oturduğu Nimet Apartmanı kadar uygun bir semtte değildi.
Şinasi'nin hastalığı
Beden yapısı itibariyle sağ lamdı ama, iç âlemini etkileyen konular yüzünden, birkaç kez bunalım geçirmiş, dimağındaki hatıralar hâzinesinden, gereği gibi faydalanamaz olmuştu.
Abdülhak Şinasi H isar’ın Ankara’dan ayrılırken, yani Bal kan Birliği Genel S ekreter liği nden sonra Dışişleri Bakan lığı’na geçtiği sıralarda, çok sar san bir hastalığa yakalanmıştı. Bu krizden sonra enerjisinden ve yazı yazma kabiliyetinden az da olsa kayba uğradığını söyleyebi liriz. Ben o günlerde, vazife ile, Ankara’dan ayrılmıştım. Ü sta dın hastalığı hakkında bilgim yoktu. Kendisi hakkında inceleme yapanlardan bazen bu konuda sual yöneltenler oldu. Herhalde Abdülhak Şinasi’de ileri derecede güç kaybettiren bir ruhi bunalım olmaması gerek. Benim bildiği me göre, Abdülhak Şinasi Hisar, Ankara’nın havası ile geçineme
di. Bu yüzden sinirleri bozuldu. İstanbul’daki rahatsızlığına gelince, bir nevi ruh hastalığına benzeyen belirtiler görülmesi ü- zerine, hayatta onun en yakın dayanağı ve dostu olan, Profesör Dr. Nihat Reşat Belger bir hastaneye kaldırılmasını gerekli buldu. Şinasi, hayatında başı dara geldiği zamanlar, çaresiz liklere karşı koyamadığı günler de, daima Nihat Reşat'ı arardı. Birgün abuk-sabuk ve birbirin den kopuk sözleri karşısında Dr. bir ön teşhisle, Abdülhak Şinasi Hisar'in birkaç gün şok tedavisi ne tâbi tutulmasını uygun gör dü. Büyük bir üzüntü ile Nihat Reşat’ın tavsiyesine boyun eğen Abdülhak Şinasi Hisar, herkesin gittiği um um î ve tanınm ış hastaneler haricinde, özel bir
kliniğe yatm ak istiyordu.
Hastalığının, hele şok tedavisi uygulandığının, kimse tarafın
dan duyulmasını arzu etmi
yordu. Büyük dostluk ve anlayış dolu kalbi ile durumu Profesör Nihat Reşat çok güzel idare etti. Özel ve yabancı bir hastahaneye telefon ederek, orada bulunan ecnebi dostlarından bir doktorun delaletiyle Abdülhak Şinasi Hi sar, sessizce bir odaya yatırıldı. Bir haftalık şok tedavisi, onu maddeten huzura kavuşturmuş gibiydi. Ama, mânen bitkin ola rak evine döndü, bu bitkinliğin ardında, maddî sıkıntı yatıyor du.
Artık Abdülhak Şinasi Hisar, bu olaydan sonra eskisi gibi ya zamıyor, eskisi gibi okuyamıyor, eskisi gibi toplantılara gidemi yordu. Bir de, kendisinin kısa müddet de olsa bir asabiye kli niğinde tedavi edildiğinin çevresi tarafından işitilmesinden endi şeleniyordu. Asıl korkusu, bu konuyu, aziz dostu, mektep arkadaşı, meslektaşı Refik Halit Karay’ın duymasıydı! Merhum Refik Halit'le —bizim sohbet grubumuz olarak— ben ayrı günlerde de görüşüyordum. Üs- tad Hisar, bunu bildiği için ba na:
— Sakın kuzum, bu rahatsız lığımdan Refik’e bahsetmeyin! Sizden emin olduğumu bir kere daha tekrarlamak isterim, de mişti. Refik Halit, ünlü bir mi zah üstadıydı. Şinasi'nin bu ruhî rahatsızlığını duyarsa kimbilir, ne espriler yapardı! Zannederim Abdülhak Şinasi Hisar, bundan korkuyordu. Şinasi, kısa zaman da iyileşti. Nihat Reşat ölmüştü. Sohbetlerimizi kendi evinden çok, Lebon’dan sonra Markiz’de devam ettirmeye başladık. Şura sını belirtmek isterim ki, Şinasi 'nin asabiye kliniğinde bir hafta için yatırıldığını ölünceye kadar Refik Halit Karay da duymuş değildi.
Abdülhak Şinasi Hisar’a en çok dokunan, Nihat Reşat'ın ö- lümü oldu. Adeta tek desteğini kaybetmiş gibi düşünceliydi. Ni hat Reşat'sız kalmak, onu bir ta raftan sarsıyor, bir taraftan malî 8ilcmusı, yaşam yükünün ağırlı ğı sağlığını çökertiyordu. (1) Paris'le Yahya Kemal'in devam
ettiği okul arşivinde ve Aldülhak Şinasi'nin öğrencilik notları üze rinde yapılan araştırmalarda, her ikisinin de hiç de parlak öğrenci lerden olmadıkları ve pek zayıf notlar aldıkları görülmüştür!
-Y Â R IN :____________________ PARİS MEKTUPLARI VE ÖLÜMÜ
2 M A Y IS 1983
RÖPORTAJ
75 YAŞINDA
ÖLDÜĞÜNDE CEBİNDE
BAKİYESİ 66 LİRA
GÖSTEREN BİR BANKA
CÜZDANI BULUNDU
TEK KURUŞU YOKTU
A b d ü lh a k Ş ln a s l’n /n ç o c u k lu ğ u n d a n ö lü m ü n e
k a d a r e n vefalı d o s tu H a m d u lla h S u p h i İd i. N ite k im , Ş in a s i'n in ö lü m ü ü z e rin e , ta b u tu n a o m u z v e renlerden te k e s k i a rk a d a ş ı o o ld u . S o l d a k i fo to ğ ra fta , ik i İs ta n b u l b e y e fe n d is in i,
A b d ü lh a k Ş in a s l H is a r ile H a m d u lla h S u p h i T anrıöverV , e s k i İs ta n b u l'd a b ir a k ş a m g e z in
tis in d e g ö rü y o rs u n u z.
A b d ü lh a k Ş in a s i, P a ris 'te k i ö ğ re n c ilik y ılla rın da, (1 9 0 6 -1 9 0 9 ) M o n g e S o k a ğ ın d a 75 b is n o .tu a p a rtm a n d a o tu rd u . D ah a ö n c e k i yılla rd a , C e n a p S a h a b e ttin d e , a y n ı a p a rtm a n d a k a lm ış tı. Ü s tte
O
A
BDÜLHAK Şinasi'nin Paris’te öğrenciliği sırasında babasına ve yakınlarına gönderdiği mektuplar arasında ilginç olanları çoktur. O sıralarda Abdülhak Şinasi, delikanlılık ça ğına yeni girmiş, 18 yaşında bir öğrencidir. Bu mektuplar, istibdat döneminin son sıkı yılla rına rastlamaktadır. Çoğu 1906’- da yazılmıştır. Üslup ve düşünce açısından, yaşının üstünde bir özellik taşımaktadır. Bunlardan bazı pasajları —bir-iki kelimesini sadeleştirerek— aktarıyorum.
1— A. Şinasi'nin babasına yazdığı mektuplar (O sıralarda babası MAHMUT CELALET- TİN BEY. ‘YANYA da Maarif Müdürüdür.(Oğlunun tahsili için, her ay Paris’e 160 frank gönde- rebilmektedir. Oğlunun sağlığı ve eğitimi, istikbali ile yakından ilgilenen MAHMUT CELA- LETTİN BEY, sık sık bilgi iste mektedir. Abdülhak Şinasi, bu mektupların her cümlesini cevap lamaktadır. 22 Mart 1906 tarihli ve bunu izleyen mektuplarından vereceğimiz örnekler şöyledir:
(...Burada sağlığımı sürdürmek için bütün koşullar mevcut. Daha bir kere bile, nezle olmadım! Buna pek memnun olmakla beraber, şaşmaktan kendimi ala mıyorum. İstanbul'da iken, nez leden çok rahatsız olurdum. Mi demden hastalanırdım. Kendimi bildim bileli, büylesine sağhkh bir durumumu hatırlamıyorum.
... Geçen mektubumda söyle diğim gibi, size yaza yaza, sizden karşılık ala ala, zarif dilimizin inceliklerine ve özellik lerine biraz olsun bağlı kalaca ğımı ümit ediyorum. Şimdi, pek kötü yazdığımı biliyorum. Kul landığım üslubu, ancak benim gibi fena yazanlar beğenebilirler. G a la ta s a r a y ’d ayken beni kompozisyonda, birinci çıkaran öğretmenlere şaşıyorum!
Sanırım ki, benim mektupları mın bazı yerleri, sizin için, bir muamma gibi kalıyor! Lisanımız son yıllarda çok değişti. İlk öğretimlerimizi, ikimiz, başka başka devirlerde yaptık. Bu nedenledir ki, yazılarımızda ayrı calıklar vardır. Bugün, bütün Türkler birbirlerini biraz güç anlıyorlar...
... İzin verirseniz, mektubu nuzda beni biraz şaşırtan ve ca nımı sıkan bir konuya değine ceğim. Bana çoğunluk kelimesi olan “siz" diye hitap ediyor sunuz! Bir baba, oğlundan hoşnut oldukça, ona “sen” diye hitabeder sanırım. Niçin beni bundan mahrum ediyorsunuz?
... Bizim okulun direktörü
• Hamdullah Suphi’ye Paris’ten gönderdiği bir mektupta şunlan yazar: “Ah, ne olmak isterim bilir misin Hamdullah? Saat gibi Mr çay! Her şeyi vaktinde yapabilmek, hiçbir zaman yorgunluk hissetmemek, bir engelle karşılaşmamak, memnun ve mesut olmak isterdim”
öldü. Okul şimdi biraz karışıktır. Henüz yeni bir müdür atamadı lar. Bu arada, çok önemli bir konu y u aç ık la y a ca ğ ım . Biliyorsunuz ki, okulun yalnız ilk taksidini gönderdiğiniz için, az kalsın kaydımı yaptıramaya caktım. Okul idaresine, duru mumu açıklayarak, ricada bulun dum. Bu şubatın başlangıcında 300 frangı birden vereceğimi vaadederek kabul olundum. Bu paranın şubat başında gelmeye ceğinden endişeleniyorum. Du rumu anneme de (o sıralarda Şinasi'nin annesi ve babası boşanmış bulunuyorlardı. Babası Yanya'da, annesi İstanbul'daydı) bildirdim. Lâkin mektubuma hiç bir karşılık almadım. Kaybolma
sından korkuyorum. Şimdi
anneme tekrar yazacağım. ... Bana gönderdiğiniz zarfla rın içerisinde kıymetli bir şey yoksa, taahhütlü göndermeyi niz... Çünkü, her defasında, mü- vezzilere bahşiş vermeye mecbur oluyorum! Halbuki, Fransız pos- tahanesinde, mektuplar hiç kay bolmazlar. Bir de, adresimi tam yazmıyorsunuz. (75 bis’de oturu yorum. Ekseriyetle'bis' kelimesi ni ihmal ediyorsunuz. Postacı da, her defasında, bahşişi çoğalt mak için, bu fırsattan yararla
narak, beni çok aradığını
söylüyor, böylece, fazla bahşiş verilmesine bir nevi gerekçe olarak kullanıyor!)
II— Paris’in büyülediği Şinasi' nin Hamdullah Suphi'ye yazdık ları:
Tamamıyla bir his adamı olan Hisar, Tannöver’i saygı ile sever, her vesileyle bunu belirtirdi. Bu iki duygulu kişinin lise çağ larında başlayan dostlukları. Hisar'ın üzerinde öyle etki yap mıştı ki, onun 18 yaşında baş layan Paris’teki hayatında, tek eksiği hemen hemen Hamdullah Suphi idi. Bu eksikliği, uzun uzun, yazışmalarla gidermeye ça
lıştı. Arşivimizde bulunan
—rahmetli Tannöver'in armağan ettiği— (1906-1907) yıllarında, Abdülhak Şinasi’nin Paris’ten kendisine yazdığı mektuplar, çok ilginçtir. Bunlardan bazı pasaj ları birlikte okuyalım:
“ ... Sana yazarken, mutluluk duyuyorum. Beni son zaman larda, pek yoran ve meşgul eden imtihanlardı. Bugün onlardan,
kısmen, kurtulmuş bulunuyo
rum. Sana yeniden ve detaylı, bu uzun mektubu yazarken, ade ta bir acelecilik duyuyorum. Sa na şunu haykırmak ve ilan etmek istiyorum ki, seni benim sevdi ğim kadar kimse sevemez...
Burada çok mutlu yaşadığımı yazmıştım. Lâkin beni büyük bir mahzun ve büyük bir pesimist bilmiyorsan, yanılıyorsun. Evet, Paris'i çok seviyorum... Evet, Paris o kadar güzel ki, o derece hatıra gelmez bir şehir ki, bu da bana adeta bir üzüntü nedeni oluyor! Zira, ileride, burada yaşa- yamamaya nasıl katlanacağımı, şimdiden kendime soruyorum! Zira, burası insana huzur veren bir yer. Lâkin, her memnuniyetin içine ara sıra sıkıntı da karışıyor. Hani, siyah zemin üzerine beyaz çizgili kumaşlar vardır. Çizgileri daha çoktur ama, besbellidir ki zemini siyahtır. Denilebilir ki,
memnuniyetim, hoşnutluğum
böyle daimi bir siyahlık ve üzün tülerim üzerindeki çizgiler gibi
dir... ____________
... Bazen, hayatımın ile rideki yıllarına alt, hayaller kuruyorum: Deli olm adan, mümkün olabildiği kadar opti mist olarak yaşamak! En güzel rastlantılarla, en arzu edilen ba şarılara, mutluluklara erişsem bile sanki ne olacak? Hayat ve hayatım, yine bilmeyerek, düşüp kalkarak, acıyarak severek, iste yerek ve koşarak geçecek! Bir yorgunluk, insanı sıkan bir yor gunluk...' Ah ne olmak isterim bilir misin Hamdullah? Saat gibi bir şey! Her şeyi vaktinde yapa bilmek. hiçbir zaman yorgunluk hissetmemek, bir engelle karşı laşmamak ve her an o zamanki uğraşım yahut meşguliyetsizli- gim nedeniyle, memnun ve me sut olmak isterdim. Saatler gibi olsak, canlı olsak, yâni onlar gibi muntazam olsak, belki sı kıntılarımızın kökü, yaşantımız dan kalkmış olurdu. İşte özlenen
saadet, böyle gerçekleşebilirdi. Oysa, bu imkânsız? Saçmalıyor muyum acaba! Ben hep böyle şeyler düşünüyorum . Vâkıâ, böyle düşünmek bir kabahat bel ki bir hastalıktır. Keşki düşün memek kabil olabilse... Ben bura da günlük yaşantımda, iç dün yama rağmen, kendimi buna yöneltmeye çalışıyorum. Meraklı ve çabuk yorulmayan bir güce sahibim. Pekiyi ne yapıyorum? Acele okuyorum. Süratli çalışı yorum. Mümkün olduğu kadar uğraşılarımda, yükseği, derini ve gerçeği arzuluyorum.
... Bütün hayatım böyle geçecek... Biliyorsun ki, çok zayıfım, eğer arızasız, dış etki lerden korunmuş sâkin bir ya şantıya kavuşsam bile, bunun çok uzun olmayacağını sanıyo rum!
Evvelâ, asla evlenmeyeceğim! Hiçbir kadmı, bütün hayatıma ortak edecek kadar, sevemeyece ğimden korkuyorum. Aile haya tının, insanlara mutluluk verdiği görüşüne asla inanamıyorum! Kavgalar, zaman zaman aşkın maddî yönleri, ura sıra mutlu is tisnalar; büyük bir akılsızlık, dehşetli bir hissizlik, birbirini bazen aldatmalar, bugün sürdü rülen bâzı aile yuvalarının işitil miş örneklerindendir. Ortada, bağlayıcı unsur, hastalıkların ilâcı olan, aşk kalıyor. Bu ilâç yalnız içilirken, bir saadet iksiri oluyor. İstanbul’dayken, aşka inanırdım. Şimdi de inanıyorum. Fakat şu farkla ki, İstanbul’day ken, aşka inanırdım daha az inandığım rastlantı ve istisna sandığım başka bir şeye, burada daha çok inanıyorum ki, o da, yalnız dostluktur.
Bunu son zamanlarda, son derece içten hissederek, düşüne rek söylediğime inan Ham dullah. Eğersen burada, Paris'te olsan, görüşebilmemize kesin en geller olmasa, yaşantım bam başka bir güzellik içerisinde ge çerdi. Dostluk, bence, kıymetli uz takdir edilen, sanıldığından daha değerli, daha köklü bir şey dir. Kıskançlıktan, bencillikten, dedikoduculuktan uzak bir dostluk insanların iç âlemini ol gunlaştıran, onları insan eden bir iksirdir/’_
Şinasi. Cihangir'deki “Rü yam” apartmanında âni bir be
yin kanamasından öldü. Bu
ölüm, kendisinden çok önce ölen küçük kardeşi Selim Nüshet Gerçek’in akibetine (1891-1946) benzedi. O da Şinasi gibi, hiç ev lenmemiş, tek başına yaşayan, güçlü bir kalem sahibiydi. İstan bul’da “İçtihad” apartmanında tek başına yaşarken, beyin ka namasından ölmüştü.
Abdülhak Şinasi, öldüğü za man 7.. yaşındaydı (1888-1963). Cebinde, bakiyesi 66 lira göste ren, bir banka cüzdanıbulundu. Tek kuruşu yoktu.
İstanbul'un bir köşesi demek olan ve onu bütün iç dünyasıyla yansıtan ünlü romancının cena zesi, Belediye'ninhimmeti ile kal
dırıldı. Merkez E fendi’ye
gömüldü. Burada, içimiz sızla yarak gerçekleştirilemeyen bir özleme değinmek istiyorum. O, "Hisar” soyadını almış, Rumeli- hisurı'nda doğmuş ve gözlerini, ilk defa, buradan Boğaziçi'ne yö neltmiş bir kişiydi. İstanbul'da oturduğu yıllarda, gece gündüz Boğaz 'ıgörerek yaşamış uzakta b u l u n d u ğ u s e n e l e r d e Boğaziçi’nin hayali ile avun- muştu. Ona, ölümünden sonra, yakışan en güzel mezar Bo ğaziçi'nde olan bir mezarlıktı. En uygun olanı, Rumeli Hisarı me zarlığında yatmasıydı. Boş yer bulunamadı, dediler ve bu gerek çe ile, yıllarca eserlerindeyaşat- tıgı o güzel Boğaziçi'nden uzak ta bir yere gömdüler. Sanırım ki, Abdülhak Şinasi Hisar, bugün,
Yahya Kemal’lerin, Ahmet
Hamdi'lerin, Orhan Veli’lerin yattığı mezarlığa en lâyık olan kişilerden biriydi. Onun ölümün den çok sonra, ölenlere bile, me
zarlıkta yer bulunduğunu
işittikçe üzülmemek elde değil. Günün birinde, Abdülhak Şinasi Hisar’m kemiklerinin, doğduğu, büyüdüğü, sevdiği bir yer olan Rumelihisarı mezarlığına nakle dileceğini hayal ediyorum.
-BİTTİ-i
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi