• Sonuç bulunamadı

İstanbul'u yaşayan ve yaşatan romancı Abdülhak Şinasi Hisar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İstanbul'u yaşayan ve yaşatan romancı Abdülhak Şinasi Hisar"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

27 N İSA N 1983

A

BDÜLHAK Şinusi Hi-

sar’ı, ilk defa, Ankara’da görevliyken tanımıştım. Bu mutlu karşılaşma, şair Faik Âli Ozansoy'un Konur sokağın­ daki evinde oldu. O gun üç ünlü edebiyat vefikir adamı-Faik Âli, Abdülhak Şinasi ve Hamdullah Suphi’nin- “Edebiyat-ı Cedide ve “ Fecr-i Âti" dönemlerine ait doyum olmaz anılarım hayranlık içerisinde dinlemiştik.

Çaydan sonra, akşam karan­ lığının ileri bir saatinde, Ham­ dullah Suphi ile Abdülhak Şi- nasi, Ankara P alasa yemeğe git­ tiler. Rahmetli üstadımız Faik Âli ile oğlu Munis Faik beni yemeğe alıkoydu.

‘'Edebiyat-ı Cedide”nin şöh­ retli şairi Faik Âli Bey, Ab­ dülhak Şinasi’nin temizlik ve titizlik fobisine örnek olarak, yemekte, şu olayı anlattı:

A.bdülhak Şinasi, Faik Âli Bey in ağabeyisi Süleyman Nazif Bey’le, çay saatlerinde o zamanki Beyoğlu’nda buluşurlarmış, ik­ ram sırası Süleyman Nazif Bey- 'deyken garsonu çağırmış:

— ikimize de çay getiriniz. Çay bardaklanm güzelce, iki defa, yıkayınız. Beyefendinin çayına konulacak suyu da ayrıca yıkayınız! demiş.

Gerçekten daha sonraki yıl­ larda İstanbul’da üstad Abdül­ hak Şinasi, Hamdullah Suphi ve Refik Halit ile sık sık buluşup ç~ıy içtiğimiz "Lebon” pastane­

sinde, onun çay bardağım,

bir kere de masamızda sıcak su ile gözlerimizin önünde çalkadı­

ğını görm ek, bizim için

garip sen m ezd i. B ira z da

insivatifin benden gelmesini

bekleyen bu ünlüleri, zaman za­ man bir araya getirmenin mut­ luluğunu tatm ış bir kişi olarak, o sohbetlerin önemli konularını, akşam eve dönünce, özetleyerek birer satar halinde kâğıtlara ge­

çirmekle -am yönünden- ne

kadar isabetli bir iş yaptığımı, yıllar geçtikten sonra şimdi daha iyi anlıyor ve minnet duygulan içerisinde rahmetlileri anıyorum.

Titiz bir huy: Temizlik

hastalığı

Okuyuculanmn çoğu, Abdül­ hak Şinasi Hisar’m, temizlik ve titizlikte benzeri bulunmayan, ömrü boyunca inatla sürdürdüğü bu fobisini işitmişlerdir. Ona göre, elle tutulan her şeyde mik­ rop vardı! Temizlik ve titizlik tutkusunu benliğini saran bir virüs gibi ölünceye dek taşıdı. Hatta, garibinize gidecek ama, üstad Abdülhak Şinasi Hisar, bu alerjisi yüzünden hiçbir meyveyi

yemezdi! Bu ihtiyâcı, sun’ı

meyve haplan yutarak gide­

rirdi! Bir gün, portakal, şeftali, elma gibi meyvelerin çeşitli me­ ziyetlerinden konuşuluyordu. O, bu konuşmalara tek cümle ile ka­ tıldı ve insanların mikroplan genellikle meyvelerden aldığım söylemekle yetindi. Başka bu­ gün de:

— Beyefendi dedim. Portaka­

lın, karpuzun kabuklarında

bilmediğimiz mikroplar gezinse bile, asıl cevherine ve içine nasıl geçer? Kabuğu soyulunca içi rahathkla yenilir. Çunku mikrop, bu öze geçmemiştir.

Bu sözüme gülümseyerek:

“Sizlere göre öyledir” karşıbğım

TT

Ç%0 k*(o

RÖPORTAJ

ABDÜLHAK ŞİNASİ

HİSAR IN TEMİZLİK

SUNUŞ

Eserlerinde eski İstanbul'un, seyrine doyulmaz güzelliklerini, tiplerini, yaşantılarını, geleneklerini, tüm orijinalliği ile işleyen ve değişik bir üslupla anla­ tan ABD ÜLH AK Ş tN A S t H İSA R 3 Mayıs 1963'te aramızdan ayrılmıştı.

Zengin kültürünün aydınlattığı iç dünyasıyla y a ­ kın tarihimizin derinliklerindeki BOĞAZİÇİ uygarlı­ ğının tanıtıcısı olan ABDÜLHAK SİN A Sl'yi, büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı şu sözlerle değerlen­ dirmiştir:

— Çok sevdiğim Fransız edipleri bile, bana bun­ dan fazla bir heyecan vermemiştir. İç âlemi bu kadar güzel tasvir eden nesir, bizde yazılmamıştır.

Düz yazı türünde tüm, eserlerinde, geçmiş bir dö­ nemin bugün hayal olmuş renkli yaşamını şiirleştiren ABDÜLHAK SİN ASİ HİSAR'ı, ölümünün 20. yılında rahmetle amyor ve ünlü romancımızın, sayılan çok azalmış olan yakın dostlarından TAHA

TOROS'un kaleminden, anıları ile özleştirilen bir ta­ nımını sunuyoruz.

TUTKUSU BİR HASTALIK DÜZEYİNDEYDİ

Abdülhak Şinasi Hisar, 1888 yılında, Rumelihisarindaki yalılarında doğdu. Edebiyatla da uğraşan babası MAHMUT CELÂLEDDİN BEY U) etkisi altında kaldığı iki ünlü ebediy atçımızın adlarından esinlenerek - Abdülhak Hâmid'in (ABDÜLHAK)ını, IŞtNASllnin de tek adını birleştirip, ilk oğluna I ABDÜLHAK ŞİNASİ) adını verdi. Abdülhak Şinasi'nin annesi. TEPEDELENLİ ALİ PAŞA torunlarından NEYYİR Hanım, döneminin ay dm kadınlanndandı. Recaizade MAHMUT EKREM Bey ve Pierre LOTt ile yazışmalarda bulunmuştur. Ne var ki. Abdülhak Şinasi’nin babası Mahmut Celâleddin Bey ile annesi Neyyir Hanım, edebiyat konularındaki birleşik zevklerine karşın, aile yaşamlarında, sağlıklı beraberliklerini sürdürememişler, genç yaşta boşanmışlardır. Abdülhak Şinasi'nin tek kardeşi, kendisinden üç yaş küçük olan, (SELİM NÜZHET GERÇF.Kltir. Basın tarihimiz, tiyatro tarihimiz ve folklorumuzla ilgili çok değerli yay mlanyle tanınan SELİM NÜZHET. Baskı ve Yazılan Derleme Teşkilâtı’nın ük müdürüydü. Selim Nüzhet'in en verimli çağında (1891 - 19451 ölümü. Türk kültürünün derinliğine araştırılması açısından, büyük bir kayıp

olmuştur.

A b d ü lh a k Ş in a s i H is a r (o tu ra n ), k a rd e ş i S e lim N ü z h e t ye b a b a s ı M a h m u t C e lâ le d d in .

N e y y ir H a n ım , s o y lu ve k ü ltü rlü b ir k a d ın ­

dı. G e n ç y a ş ın d a k o c a s ın d a n a y rıld ığ ı za­ m a n , o ğ u lla rı A b d ü lh a k Ş in a s i ile S elim

N ü zh e t ö ğ re n c iy d ile r. Ş in a s i, fiz ik yapısı b a k ım ın d a n a n n e s in e , S e lim is e babasına b e n z e rd i...

verdi. Arkasından sanki meyve bahsindeki sözler üzerine, salonu mikroplar istilâ etmişçesine, çek­ mesinden bir kolonya şişesi çı­

k ard ı, dolgun pem bem si

y a n a k la rın a çok y ak ışan tebessümlerle, hepimizin eline bol bol döktü!

Abdülhak Şinasi Hisar, da­ vetli bulunduğu yemek masa­

larında meyve istemez, meyve tiksintisi yüzünden manavların önünden geçerken, sıra sıra şekil­ lendirilen o güzelim elmalarla portakal dizili raflara

baka-^

insanların mikropları

genellikle

meyvelerden aldığı

inanandaydı.

Hayatında hiç

meyve yememişti.

Manavların önünden

geçerken o güzelim

meyvelere bakamaz

ya başını çevirir, ya

yolunu değiştirirdi

mazdı! Bir keresinde bindiği tak­ siyi, amnda durdurarak dışarı fır­ lamış, “Bu takside elma kokusu var!” diyerek, şoföreçıkışmıştı.

Bütün bu olayları yakın dost­ lan, tebessümle birbirlerine anla­ tırlardı.

Taksi deyince, bir küçük nok­

taya değinmeliyim: Abdülhak

Şinasi Hisar, dolmuşa binmezdi! Dolmuş, onun nazannda, kişi­ lerin hürriyetlerini kısıtlayan bir sistemdi! Tanımadığı kişilerle aynı arabada -kısa mesafede de olsa- yolculuk yapmak ona azap verirdi. En parasız olduğu gün­ lerde, yakın mesafelerde bile, bastonunu hafifçe kaldırarak bir taksi çevirir, yalnız başına içine kurulurdu.

Hisar, pek az kişinin elini sıkardı. Özellikle laubâli surette uzatılan bir eli, hele tanımadığı bir kadın elini sıktıktan sonra, karşısındakine hissettirmeksizin, eliııi cebindeki küçük bir şişede taşıdığı alkolle veya kolonya ile silerdi. Ondaki mikrop korkusu, ölüm korkusu ile eşit gibiydi! Herkesle tanışmak istemezdi. İlk tanıdığı kimseyi önceleri dikkatle inceler, sonraları, kendi dilinden anladığına kanaat getirirse söze karışırdı. Ancak, çok mesafeli konuşurdu, inandığı ve sevdiği insanlarla hiçbir vesile ile iliş­ kilerini azaltmaz, onlan zaman

zaman arardı. Dostluklarda

asalete ve vefakârlığa değer verirdi

Akıl danışacak, muayyen

dostlan vardı. Mesela, hasta olunca soracaklannı münhasıran, Profesör Dr. Nihat Reşat Bel- ger'e yöneltir, onun önerisi ile ilaç alır, onun tavsiye edeceği doktorlara giderdi. Hatta re­ çetesini bile her eczaneye ver­ mezdi!

Dış görünümü ve

iç dünya zenginliği

Abdülhak Şinasi Hisar, daima

ciddî görünümlü idi. Yakın

tanımayanlara soğuk, kibir­ li, aristokrat, hatta kendini beğenmiş bir izlenim verirdi. Çe­ kingen, inziva ve sükunet içeri­ sindeki yaşantısı ile içine kapa­ rak bir kişiliği vardı.

Onun ciddiyetim, luumıunu, çok kişi yorumlayamaz veya haz­ medemezdi. Onun bu hareket­ lerini., nezaket kurallarına aykırı ve yapmacık sananlar olurdu. Oysa, yaradılışı, günlük yaşan­ tısı böyleydi. Hiç kimse ile senli benli, hele laubâli olmazdı. Kim­ seye "Bey” veya “Beyefendi’ siz hitap etmezdi. Hatta küçük kar­ deşi Selim Nüzhet’e bile “Selim Bey” derdi!

Genellikle dedikodudan nefret eder, hele seviyesiz kelimeler kul­ lanmazdı. Nezaket ve görgü ku­ rallarının, eski İstanbul gele­ neğinin, eski zaman adetlerinin üstün bir savunucusuydu.

(1) Mahmut Celâleddin Bey (1857- 1917) ilk şehreminlerinden (İstan­ bul belediye başkanlanndan) Hil- sam Efendizade, Belediye Şubeleri Umumî Müfettişi Selahaddin Bey’ in oğludur. Bir müddet Gala­ tasaray'da okuduktan sonra, Pa­ ris’te de kısa süre öğrenim gör­ müştür. Osmanlı döneminde Bey­ rut, Halep ve Yanya’da maarif müdürlüklerinde bulunmuştur. Gazetecilik ve edebiyat konuların­ da da çalışmalaryapmıştır. "Ce- mile-i Nisvan” , "insaniyet" adlı küçük broşürlerinden sonra. 1884 yılında "Müsademe-i Efkâr” ve "Afak-ı Nazar” adında eleştirileri­ ni yayınlamıştır. 2 yıl kadar "Hazine-i Evrak" adında bir ede­ biyat dergisiyle, “ Mürüvvet” isimli kadınlara mahsus bir gazete çıkarmıştır. 1908 inkılabında, Yanya maarif müdürüyken, göre- vüıden ayrılan Mahmut Celâleddin Bgy, 1917 yılında ölmüştür.

YARIN:---TOPLUMDAN UZAK BİR

YAŞANTI, TOPLUMUN DERİNLİĞİNE İNMİŞ BİR KALEM

(2)

28 N İS A N 1983

A

BDÜLHAK Şinasi Hisar, uygar bir

kişinin bütün niteliklerini taşırdı. Temiz bir Şark çocukluğu içersinde, Batılılığı kucaklamıştı. Bu, onun, belirgin özelliklerinden biriydi.

Eserleri gibi, yaşantısı da, orijinal kelimesini tam anlamını simgeleyen kibar ve eski bir deyimle üst tabaka beyefendisiydi.

Abdülhak Şinasi Hisar, yeni kimselerle tanış­ maktan çekinir, âdeta kaçardı. Kalabalığa, daha doğrusu topluma girmez bir huyu vardı. Fakat insan, onun kitaplarını okuyunca herkesi ne kadar fazla tanıdığına, ne vakit tanıdığına, kimlerle temas ederek bu bilgileri edindiğine hayret ederdi. Onda toplumun, bütün sevinci, yaralarına derinli­ ğine inebilen gizli bir sihir, sanki bilinmeyen bir anten vardı.

Eski Boğaziçi’nin, eski ailelerin, hülâsa eski İstanbul’un asalet dolu geleneklerinin, şiir dolu yaşantısının, eski aşkların, hayranlıkların, tarih olmuş veya olmamış olayların, sanki renkli filmlerini meydana getirmiş havasım veren o eserlerin nasıl yazıldığını ve bu bilgilerin o esere nasıl katıldığını öğrenebilmek için, ancak bir Abdülhak Şinasi olmak lâzım gelirdi.

Abdülhak Şinasi Hisar, Sarı Selim’den III. Ahmetlere, Mehmetlere, Muratlara ait devreler­ den, tanzimat padişahlarından meşrutiyet yılları­ na kadar sürüp gelen eski İstanbul'un bazen parıltılı, bazen sefahat devrelerindeki toplumun millî, dinî, sosyal yaşantısını, yoksulluğunu, felce uğrayan, miskinleşen geleneksel gücünü, hülâsa millî hayatımızın mâzisine ait çok yönleri, dile getirmiştir. Eski devrin karagözlerini, hayal oyun­ larını, tanzimat devrinin insanları ile o yılların olaylarını, tahlil edip kıyaslarken, düşünüş, görüş farklarını bir fotoğraf makinesi­

nin çok net objektifine sığdırmış gibi bizlere tatlı tatlı seyrettir­ miş, bazı zaman bu toplumlarm seviyelerine göre, âdeta grafikler çizmiştir.

Maziyi yaşatma kudreti

özelliği olan kalem sahipleri­ nin çoğu, ölümlerinden sonra, unutulmazlar. Eserlerinde eski İstanbul’un seyrine doyulmaz manzaralarım, tiplerini yaşantı­ larını, geleneklerini bütün oriji­ nalliği ile işleyen ve değişik bir üslûpla anlatan Abdülhak Şinasi Hisar da bunlar arasındadır.

Bugün çoktan mâzi olmuş o sihirli görünümlerden, o eski Çamlıca, o eski Adalar, o eski Boğaziçi’nden, o eski İstanbul ailelerinden ve birer masal nite­ liğine bürünen ihtişamlı yaşantı­ lardan, hülâsa o eski zaman havasuıdan küçük bir örnek bile kalmadı. Hafızalarımızdan silin­ mişe benzeyen o efsaneleşen gök kubbe, ufkumuzdan silinmiş bu­ lunan çekici görüntüler, içimizde özlemi küllenen o eski zaman anıları artık yok... Fakat var olan, Abdülhak Şinasi’nin ölmez eserleridir. Onlar bütün bir geç­ mişi, altın yaldızlı çerçeveler içerisinde maziyi ebedileştiren tarihî tablolar gibi, gelecek nesil­ lere aktarabilecektir.

Felsefe kınatılan ile de dolu, edebî bir zevk cümbüşünü, sahi- felerinde dipdiri tutan Hisar’m

kitapları, kütüphanelerimizin

rafîannda mazimizin birer sanat­ kâr bekçileri olarak yaşayacak­ tır. Denilebilir ki Abdülhak

Şinasi Hisar, maziyi mazi olmak­ tan kurtarmış, hayali cihan değer hatıralann ölümsüz bir ressamı olmuştur.

Abdülhak Şinasi Hisar, usta bir kuyumcu titizliği ile işlediği pırlantalan, bu birbirinden güzel eserleri hazırladıktan sonra, zevkli bir edebî görev yaptığına

içten inanarak, dünyamızdan

ayrılıp gitmiştir.

Görevini yapmış

bahtiyar

Abdülhak Şinasi Hisar'ın ha­ yat programında, mevki, makam ve servet gibi düşüncelerin yeri yoktu. Onun iki emeli vardı: Huzur ve sükûn içerisinde— ama Boğaziçi’ni seyrederek— yaşa­ mak, çok renkli hatıralarla yüklü bulunan kafasmdakileri, duygu­ lan ile süsleyerek, kitaplara aktarmaktı, öyle sanıyorum ki, Hisar,—Ömrünün son yılların­ daki maddî sıkıntısının ve hasta- hğının moral çöküntüsü hariç — istediklerinin çoğunu yapabil­ miş, görevini başanyla tamamla­ mış bahtiyarlardandır.

Eski bir dostu olarak beni sevindiren olaylar, onun sanat kişiliğini ve sihirli bir âlemi kapsayan eserlerini incelemeye yönelmiş Türk ve Batık gençlerin çoğalmış olmasıdır. Son yıllarda eserlerinin radyolarımızda da yansıtılması gösteriyor ki, ne kendisinden önce, ne sonra böy- lesine konulara değinmiş başka bir romancımız yoktur. Büyük şair Yahya Kemal’in, Hisar için:

(İç âlemi bu kadar güzel tasvir'

M A ZİYİ M AZİ

OLMAKTAN

KURTARMIŞ,

HAYALİ CİHAN

DEĞER

HATIRALARIN

ÖLÜMSÜZ

RESSAMI

A b d ü lh a k Ş in a s i H is a r ’ın en ç o k s e v d iğ i fo to ğ ra fı...

> Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi Hisar'ın eserleri için "İç âlemi bu kadar güzel tasvir eden nesir bizde

yazılmamıştı" der. Boşuna değildir bu söz...

1 Boğaz'da doğmuş, Boğaziçi'ni yaşamış ve onu seyrederek ölmüş olan Hisar, bu tılsımlı suyu eserlerine öylesine yansıtmıştı ki, Boğaziçi'ni görmeyenlere bile bir Boğaziçi aşkı aşılanmış gibidir

eden nesir, bizde yazılmamıştır) sözü, boşuna söylenmiş değildir. Böyle bir sanatkârı anımsa­ makla, yakın geçmişteki bazı olayları, eski İstanbul konakları­ nı, tarih olan ve efsaneleşen Boğaziçi’ni görmüş gibi oluyo­ ruz. Kısa tasvirleri ile bize, sihirli objektifler vasıtasiyle kartpos­ tallara yansıtılmış, yığın yığın renkli albümler seyrettirmiştir. Aramızdan ayrılmadığını, eserle­ ri ile edebiyat dünyamıza kalan anılan ile ispatlayan Hisar, ede­ biyat tarihimizde, Batı kostüm­ lü, Batı kafalı fakat tam ve asil bir İstanbul beyefendisi olarak yaşamaktadır.

Boğaz’da doğmuş, Boğaziçi'ni yaşamış ve onu seyrederek ölmüş olan Abdülhak Şinasi, bu tılsımlı Boğaziçi'nin dostluğunu ömrü boyunca tatmış bir sanatkârda-. Boğaz'm rengini, içine sindirmiş bir kişinin duygulan, eserlerine öylesine yansıtılmıştır ki, Boğaz­ içi’ni görmeyenlere bile bir Bo­ ğaziçi aşkı aşılanmış gibidir.

Yazılarında bazen birbirine benzer gibi görünen tasvirler, renkli sözcükler, mâzi cennetin­ den görünümlere rastlansa bile, her biri ayn bir güzellikte olduğundan, okuduğunuz kita­ bın bütün çekiciliği ile yarattığı âlemin içerisine zevkle dalıp çıka­ rak, elinizden bırakamazsınız. Aynı duygulan, tasvirleri ve düşünceleri tekrarlamış olsa bile, sanki yeni bir olaym görüntüsü çizilmişcesine, her zaman deği­ şik, taze bir atmosfer içerisinde ve çok sevdiğiniz bir şarkının tekrarlandığı zaman, duyduğu­ nuz haz içerisinde, ruhunuzu onun satırlarındaki akışına ter- kedersiniz. H atta, onun kitapla- nnı tekrar tekrar okuma arzu­ nuzu yenemezsiniz. Tekrarladığı­ nız zaman, bunun bir tekrar olduğunu hissedemezsıniz bile.

“Boğaziçi Mehtapları” aile ve toplum hayatımızdaki dünkü ku­ ralları, ince terbiyeyi, zarif gele­ neği bütün sihri Ue yaşatan canlı bir film gibidir. İstanbul'da düne ait ne varsa hepsini, tılsımk bir süsleme sanatı ile süslenmiş olarak gözlerimizin önüne sermiş bulunuyor. Bu levhanın karşısın­ da hayranlık ve hayret duygulan ile başbaşa kalmak büyük bir zevktir.

Abdülhak Şinasi Hisar, gözleri kamaştıran sahneleri ile canlan­ dırmaya çalıştığı, o eski İstan­ bul’a, o hayal şehre okuyucu­ larını götürmek istemiştir. Bir devrin her yaştaki insanlan, zenginiyle fakiriyle kökleşmiş sı rgı ve sevgisiyle bir geleneğin tarih olmuş, parça parça safha­

larını, dudaklarımıza tatlı bir tebessüm vererek, gözlerimizden ruhumuza süzmüş gibidir. Bu çok güzel tasvirler, ince duygu­ lar, tamamiyle bizim geçmişimi­ zin acı tatlı hatıralarımızın silü- etleri olarak ufkumuzu süslerler. Bu sanatkârane işlenmiş ve süslenmiş minyatürler gibi, mo­ zaikler gibi, yalnız gözlerimizi değil içlerimizi de renklendiren bu tasvirler, okundukça ruhunu­

zun tatlı tatlı buğulandığım hisseder gibi olursunuz. Adeta eski geleneklerinizle sevgileriniz ve hüzünlerinizle iç içe yaşarsı­ nız, başbaşa kalırsınız. Şimdi bir efsane diyarıymış gibi, geçmişe gömülmüş bir Boğaziçi medeni­ yetinin tarih olmuş yapraklarım düşüne düşüne okur ve çevirir­ siniz. Şinasi Hisar’ın Boğaziçi Mehtaplarında, birbirinden güzel buluşları, birbirinden güzel şiir­

ler gibidir. O yalılardaki saz fasılları, Boğaziçi’ni dile getiren aşklar, sevgili saçlarım dağıtan rüzgarlar, yaşmaklı sandallar, bütün netliğiyle gözlerinizde can­ lanır. İnce ve hassas bir fırçanın âdeta renklendirdiği tarihî tablo­ yu, efsaneleşmiş bir maziyi tek­ rar tekrar seyreder, bundan al­ dığınız zevk içerisinde, millî geçmişinizin maddî ve manevî varlığım, kalbinizin çarpıntıları arasında, yaşar gibi olursunuz. Onun bazı satırlarında, vatan aşkı da vardır. Doğu ve Batı kombinezonunun düşünce ve ya­ şantısını da Hisar’ın kitaplarında bulabilirsiniz. Kitaplarında mazi öylesine inceliğe bürünür ki, bu çoğu zaman artık bir musikidir. Tabiat güzelliğine hayranlığınızı onun eserleri daha da ötelere götürür. Mehtapsız ve karanlık gecelerin tasviri bile, şiirleştiril- miş gibidir.

— YARIN:---_ GERÇEK KAHRAMANLAR

(3)

29 N İS A N 1983

m

A

BDÜLHAK Şinasi Hi­

sar’ın bütün kitapların­ daki tipler, birer hayal mahsulü değil, hayattan alınmış, gerçekten yaşamış kişilerdir. “Fahim Bey ve Biz" kitabındaki kahraman "Fahim Bey" çevre­ sinde yaşadığı, bir hariciyeci (Fatin Beyl’dir. "Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhli- ği"ni yazarken, annesinin tey­ zezadesi ile evli olan, kısa bir müddet hariciye memurluğu ya­ pan (llhami) Bey’in adım değiş­ tirmiştir. Konusunu halasının kocasının yaşantısından alan “Çamlıca’daki Enistemiz’’inash " Çamlıca'daki Deh Eniştemiz" iken, nasıl olsa, okuyanlar onun ruh dengesini hemen sezebilecek­ leri için, kitabın adından "Deli" kelimesini, sevimsiz bularak, çı­ karmıştır.

Hisar, bir gün "Lebon”da soh­ bet toplantılarımızın birinde, ki­ tabın adından bu sevimsiz keli­ meyi niçin çıkardığım anlatırken, dostluk bağlan ta Galatasaray’­ daki sınıf arkadaşlığından baş­ layan, ünlü romancımız Refik Halit Karay:

— Keşke çıkarmasaydın Şi- nasi!.. Daha iyi olurdu; dedi.

Çay masamızda —yan şaka, yan ciddî— aralarında şu kar­ şılıklı konuşmalar geçtiy di:

— Niçin?., dedi, Abdülhak Şinasî Hisar...

Refik Halit Karay, güçlü bir mizah muharriri idi ve gençli­ ğinde uzun süre bu niteliği ile tanınmıştı. Haberlerin, okuyu­ culara nasıl başlıklarla verilirse etkili olacağım yakından bilen bir gazeteciydi. Şöyle cevap verdi:

— Kitabın adı eğer "Çamlıca’daki Deli Eniştemiz” olsaydı, bu kitap daha çok satılırdı!.. Bir kitabın içinden önce, dışındaki adı çekici olmalıdır!.. Bizdeki okuyucu, çoğunluğu "Deli Eniş­ temiz” adım daha çok tutardı!..

Abdülhak Şinasi Hisar’m yü­ zü buruştu. Bakışları bitkinleşir gibi oldu ve başım, Lebon Pas­ tanesinin şekerleme dolu vitri­ nine, sokaktan bakarak geçen yolculara doğru çevirdi; sanki sokağa doğru söylenir gibi mırıl­ dandı. Ağzından şu sözcükler dök Ölüverdi:

— Tiyatral ad koyarak, kitap sürümünü, ancak, aşağı tabaka­ dan yazarlar düşünebilir!..

îki ünlü dost ve yazar ara­ sındaki bu şakak konuşmaların sonu, gülüşmelerle tatlıya bağ­ landı.

Yaşlılıkta gelen ün

Eski Lebon'daki toplantıları­ mızda Refik Halit Karay, Ham­ dullah Suphi Tanrıöver ve baz an da Ruşen Eşref Onaydın, hazır bulunurdu. Bir keresinde, Vali­ konağı caddesinde Lebon'un aç­ tığı şube niteliğindeki pasta­ neye,Yakup Kadri Karaosman- oğlu gelmişti. Bunların hepsi Abdülhak Şinasî H isari çok se­ verler ve romanlarındaki kahra­ manların gerçek olduğunu bi­ lirlerdi. Bu bakımdan Abdülhak Şinasi Hisar'ın romanları, ad­ larım yukarıda sıraladığım ünlü kişilere, daha ılık ve tamdık gelirdi. Hatta Abdülhak Şinasi Hisar, rahmetli Y akup Kadri Karaosmanoğlu’nun bu konu ile ilgili olarak kendisine yazmış olduğu bir mektubu —tanınmış yazarlarımızın el yazılarına me­ rakım dolayısıyla— bana ar­ mağan etmişti. Karaosmanoğlu'- nun bu mektubunda, Şinasi’nin değişik kahramanlarla dolu olan kitapları içten övülüyordu.

★ ★ ★

Abdülhak Şinasi Hisar, ünü­ nü, 50 yaşından sonra sağladı!..

RÖPORTAJ

HİSAR'IN TÜM

KAHRAMANLARI

GERÇEKTEN

d*) Abdülhak Şinasi Hisar, ününü 50 yaşında

kazandı. 0 zamana dek bir çok yazı

yazmıştı ama, kitap olarak yayınlamaya

cesareti yoktu. Ancak sonra, kitapları

yabancı dillere çevrilerek, edebi kişiliği

ve eserleri yabancı üniversitelerde

doktora tezlerine konu olacaktır

(A b d ü lh a k Ş in a s i H is a r)'ı, d o k to ra te zi o la ra k s e ç e n ve A lm a n c a y a y ım la d ığ ı eseriyle, o rijin a l tü rk ro m a n c ıs ın ı A v u s tu ry a lIla ra ta n ıta n , Türkolog D R. A D E L H E ID (B e lk i de Türk e d e b iy a tın a tu tk u s u y üzünden E d re m itli b ir g e n ç le e v le n e n B ayan A d e lh e ld , a d ın ı b ile d e ğ iş tird i. A y ş e U zu n o ğ lu o ld u ) (ü s tte ), (F a h im B ey ve B iz ) ro m a n ın ı A lm a n c a y a ç e v ire n ve B a tı e d e b iy a tın a

k a z a n d ıra n , DR. R U M M E L (V o n R u m m e l, 2 . D ü n y a S avaşı s ıra s ın d a , A lm a n y a 'n ın A n k a ra ’d a k i m e ş h u r e lç is i Von P a p e n ’in , Türk d e v le t a d a m la rı ile y a p tığ ı te m a s la rd a te rc ü m a n lığ ın ı y a p m ış tı. D aha sonra, A lm a n e lç iliğ in d e k ü ltü r a ta ş e liğ in d e b u lu n d u ) (y anda).

. w "t

-!

i

O zamana dek birçok yazı yaz­ mıştı ama, kitap olarak yayınla­ maya cesareti yoktu. “Fahim Bey ve Biz", Abdülhak Şinasi’­ nin ilk eseriydi.Çekingenliği ve ti­ tizliği hastalık derecesine vardı­ ran Hisar’m bu eseri, bir roman yarışması nedeniyle, ödül kazan­ mıştı. Bu romana gelinceye kadar edebiyatımızda bu türde yazılmış başka bir eser yok gi­ bidir. (1)

Daha evvelce de değindiğimiz gibi "Boğaziçi Mehtapları” Ab­ dülhak Şinasi Hisar ın sonraki kitaplarından biriydi ama, Türk okuyucusuna daha başka bir hava getirdi. Vezinsiz şiirlerle dolu olan, fakat her satın oku­ yucunun kafasında ayrı ayn ölçülü bir görünüm yaratan bu eser, mazi cennetinin âdeta al­ bümü gibidir.

Yabancı dillere

çevrilen eserleri

Abdülhak Şinasi Hisar’m ilk eseri “Fahim Bey ve Biz” Al- manca’ya çevrildi. Şinasi’nin bu orijinal eserine ilgi duyan, ünlü Alman Oryantalisti, F. Babinger oldu. Babinger, Türk tarihine, geleneğine derinliğine vakıf bir oryantalistti. İstanbul’a ve İs­ tanbul hayatına dair hayli eserler okumuştu. "Fatin Bey ve Biz" romanım okuduktan sonra, kut­ lamak için, yazarın evine gel­ mişti. O, bu kitabın Almancaya çevrilmesini gönülden arzulamış ve bu görevi öğrenci olan Von Rummel’e tavsiye etmişti (2).

Rummel o sıralarda Ankara'­ da. Alman sefarethanesinde gö­ revli idi. Türkiye'de çıkan bütün

romanları okuyordu, önce “Fa­ him Bey ve Biz” romanım Almancaya çevirdi; daha sonra yazan ile tanıştı. Kitabın Alman- cası Hollanda’da "Mouton ve Ortaklan" kitabevi tarafından 1956 yılında yayınlandı.Hisar, bu eserden, 800 mark telif ücreti aldı.Kitabın Almancası, çok tu­ tundu. Danimarka’daki bir ki­ tabevi de aynı kitabı, kendi dillerine çevirmek için Hisar’dan izin istedi.

"Fahim Bey ve Biz”in Fran- sızcaya çevrilmesi için bazı giri­ şimler oldu. Abdülhak Şinasi Hisar, eserlerinin bir kaçmı Fran­ sızca yayınlamak arzusundaydı. Fakat bunu yapabilecek güçte, yetenekli kişi bulamadı.

"Boğaziçi Mehtaplan" adlı eserin bazı pasajlan Almanca olarak yayınlandı. Hatırımda kaldığına göre, bu yay m, F. Ba- binger’in 60. yılı nedeniyle Hol­ landa’da yayınlanan bir armağan kitapta yer almıştı.

“Çamlıca’daki Eniştemiz” ad- b kitap, bir Alman profesörü tarafından kendi dillerine çevril­ miştir. Yayınlanması için Abdül­ hak Şinasi Hisar’la hayli yazış­ malar yapılmıştı.

Hisar’ın eserlerinin ikisi, İn­ gilizceye çevrildi ise de yayın­ lanamadı. Bu çevirilerin, eserin aslım yansıtıp yansıtmadığım önceden bilmek isteyen Abdülhak Şinasi Hisar, tercümeleri yakın dostlarından Hazım Atıf Kuyu- cak’a vermişti. Rahmetli Kuyu- cak, tercümeleri okuduktan son­ ra, bir gün yazarımızın evine geldi. Biz de orada bulunuyor­ duk. Kuyucak, eserin çevrilişin­ de aslına sadık kalındığını, ancak (yalı) (konak) (köşk) gibi tabir- lerin-kitabı okuyacak İngilizlerle Amerikalılara hoş gelebilecek ve hemen kavranabilecek nitelikte uygun karşılıklarının bulunma­ sını, teknik yönden de bir uzman tarafından incelenmesini önerdi.

Şinasi’nin eserleri arasında —bir kolej öğretmeninden baş­ ka— en güzel İngilizceye çevi­ riyi Nesrin Morali yapmıştır. “Boğaziçi Mehtaplan” gerçek­ ten Hisar’m, İngilizce yayınla­ maya değer büyüleyici bir eseri­ dir. Fakat üzüntü ile belirtelim ki, bu çevirilerin hiçbirisi bugü­ ne dek yayınlanmamıştır.

Doktora tezleri

konusu olan yazar

Sevinçle belirtmek gerekir ki, Abdülhak Şinasi Hisar gibi ori­ jinal bir edibimizin her biri ayn bir orijinallik taşıyan eserleri, gerek Türkiye’de gerek yabancı edebiyat fakültelerinde, doktora tezlerine konu olabilmektedir. Şimdiye dek biri AvusturyalI, biri Fransız olmak üzere iki yabancı gençle, ikisi Türk olan dört edebiyat mensubu bu konu­ da derinliğine etüdler yapmış­ lardır. Bunlar, arşivimde bulu­ nan, Abdülhak Şinasi ile ilgili bazı belgeleri de incelemişlerdir.

Viyanalı Bayan Adelheid (3) Almanca olarak hazırladığı tezini yayınlamış bulunuyor.

kara Büyükelçisi Von Papen in ma­ iyetinde çalıştı. Savaşın bitiminde memleketi olan Münih Üniversite­ si’nde Türkçe dersleri okuttu. Daha sonra Türkiye’de Alman

Büyük-«

nde ataşelik yaptı. Son görevi mir’deki Alman Başkonsolos­

luğu' ndan 1975 yılında emekli oldu. "Fatih Sultan Mehmet ve Devri"hak- kında 560 sahifelik Almanca eseri, İtalyanca ve İspanyolca'ya çevril­ miştir.

(3) Adelheid 1942 yılında Avustur­ ya'nın Graı şehrinde doğdu. Graz Üniversitesinde Türk ve Rus dilleri öğrenimi yaptı. 1971 yılında, Viyana Üniversitesi profesörlerinden H.W. Duda'nm tavsiyesi üzerine, Abdül­

hak Şinasi Hisar hakkında bir tez hazırlamaya başladı. Aynı üniversi­ tenin Türkçe rektörlüğünü yaptı. Türkiye ile ilgili birçok edebi muini, •eler yazdı. Halen Türk masalları üzerinde incelemeler yapmakta olan Adelheid, Edremitli bir Türkle evli olup, (Ayşe Uzunoğlu) adım almış bulunuyor. Viyana Unlversitesi’nde- ki öğretim görevliliğini sürdürüyor.

-YARIN:---hisar

a

gönderilen

KADIN MEKTUPLARI

(1) Abdülhak Şinnsi Hisar’m "Fa­ him Bey ve Biz” adlı eseri, 1941 yılında. Cumhuriyet Halk Partisinin roman ödülünü —Üçüncü sırayı alarak— kazanmıştı. Hisar, bu so­ nuçtan hem memnun, hem değildi, tik elemede jüriden 19 oy almışken, ikinci elemede Hisar’ın eseri üçün­ cülük ödülüne lâyık görüldü. İlk elemede Abdülhak Şinasi Hisar'ın “ Fahim Bey ve Biz” adlı eseri, jü­ riden 19 oy alırken, Peyaml Sefa'nm bir romanı 4,diğer romanı 2, Reşat Nuri ÜUntekin'in bir romanı 3, diğer romanı 2 oy almışlardı. Jürinin 23 üyesi, son elemede (9 oyla) birinciliği Halide Edip Adıvar'm "Sinekli Bak- kaT’ına, ikinciliği (8 oyla) Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun “Yaban” adlı romanına, üçüncülüğü (6 oyla) Abdülhak Şinasi Hisar’ın romanına vermişlerdi.

(2) Dr. Rummel 1910 yılında doğ­ du. Almanya'da tarih ve Romen dilleri üzerinde eğitim yaptı. 1935 yı- bnda Almanca öğretmeni olarak Tür­ kiye'ye geldi. Ild yıl, İzmir'le İstan­ bul'da öğretmenlik yaptı. İkinci Dünya Savaşı'nda, Alman ordusun- dayedek subaylık görevini yaparken, tercüman sıfatıyla Almanya'nın

(4)

An-30 N İS A N 1983

RÖPORTAJ

KADIN

HAYRANLARINDAN

GELEN ÖVGÜLÜ

MEKTUPLARI

SAKLAR, DOST SOHBETLERİNDE OKURDU

Y

AZDIĞI sihirli eserleri

okuyup büyülenen ve ona övgüler yandıran pek çok kadın okurundan Abdülhak Şi- nasi’ye mektuplar gelirdi. Ünlü romancımız, b u n la r arasında ilginç bulduklarını, çekmesinde, özenle saklar, haftalık çaylı

toplantılarımızda okurdu. Bu

hanımlardan ikisi, İstanbul'un soylu ailelerinden gelen ve ço­ cukluk yıllan İstanbul’un mazi cennetinde geçen, renkli kül­ türleriyle tanırlardı.

Abdülhak Şinasi’nin şairane övgülerle takdir ettiği bu kadın­ lar, gerçekten, yakın çağımızın kültür ağırlıklı, kalburüstü kişi­

leriydi. B unlardan ilki,

SAMÎYE BİLHAN (1891

-1981) hanım efendi, Tanzi­

m at'tan bu yana büyük devlet adamlan, diplomatlar, ünlü ya­

zarlar y etiştirm iş olan

köklü bir ailenin son vârislerin-

dendi. Büyük devlet adamı

Abdurrahman Sâmi Paşanın to­

runu, Viyana Büyükelçisi

Mahmut Nedim Paşa'nın kızıy­ dı. Dayısı, Tanzimat Edebiya­ tın ın ilk romancılarından Sâmi Paşazade Sezai Bey, "İCLÂL”

adındaki acıklı kitabını,

SAMÎYE B ÎL H A N ’m , genç yaşta ölen kızı için yazmıştır. Bir İstanbul hanımefendisi olan SA­ M ÎYE B İLH A N , İngilizce,

Fransızca, Almanca, hatta

Farsça bflirdi. İstanbul Univer- s ite s i’nde İngilizce dersleri

vermiş, Cumhuriyetin Hânını

izleyen yıllarda, Türkiye'yi ya­ kından tanıtmak için Avnıpa ül­ kelerini dolaşan seyyar serginin

genel sekreterliğini yapmıştı. Atatürk döneminde, davet edil­ diği B.B.C. radyosunda, İngiliz­ ce konferansları ile de dış ülke­ lerde tanınmış bir Türk kadınıy­

dı. Samiye Bilhan’m, kültür

ağırlıklı kitaplar ve makaleler konusunda ilginç m ektupları vardır, örnek olarak, Abdülhak

Şinasi H isa r’a gönderdiği

27.3.1953 tarihli mektuptan bir pasaj okuyalım:

(...hiç acele etmeyerek, elimde bulunan kıymetli eserin temin edeceğine emin bulunduğum bü­ yük ve büyük olduğu kadar derin ve m üstesna zevki uzatmak emeliyle, bir müddet okumaya­ yım dedim. Fakat dayanama­ dım. Adeta başımı kaldırmadan, o sihirli tasvirlerinizle canlan­ dırdığınız, âdeta rayihasını du­ yurduğunuz ve içerisinde ya­ şattığınız maziye kendimi bütün ruhumla kaptırdım. Sizi okurken içinde bulunduğumuz hâlden zi­ yade mazi, yaşıyordu. Geçmiş ıtunana “geçmiş" demenin ne kadar hatalı olduğunu, bütün kudret ve sanatımda isbat edi­ yorsunuz... Her sayfası, her sa­ tın, benliğimizde irier bırakıyor. Bunları okurken ruhum uzun zevkli bir titreyişle, sonsuduğa eriştiğini hissediyoruz.

Allah'ın ancak pek sevdiği kullarına nasip edeceği yüksek bir sanat kudretine malik bulu­ nuyorsunuz. Gönülden temennim odur ki, daha pek uzun seneler

^Abdülhak Şinasi Hisar'ın Yahya Kemal'le uzun yıllara dayanan

dostluğu, ünlü şairin ölümünden b ir-iki yıl önce Park Otel

kahvesindeki sudan bir münakaşa sonunda koptu. Ama Hisar, Yahya

Kemal'in ölümü üzerine eski İstanbul efendiliğinin tem iz bir örneğini

verecek, sanki Park Otel'de hakarete uğrayan kendisi değilmişçesine

«Yahya Kemal'e Veda»yı yazacaktır

bu neviden eserlerle, bütün sa­ nat âlemini istifade ettirirsi­ niz...)

A.Ş. Hisar’ın, kültürüne hay­ ran olduğu bir kadm da MELEK hanımefendi idi. Melek Sofu (1896 - 1976) Türk işlemeleri, hat sa n a tı ve saraylarım ız hakkında Türkçe ve Fransızca kitaplarının ötesinde, heykel ve resim alanında da ün yapmış ka- dınlanmızdandır. Yahya Kemal başta olmak üzere, Moda’daki villası, yerli ve yabancı edebiyat ve sanat adamlarının, yıllar sü­ ren toplantılarına sahne olmuş­ tur. Melek Celâl Sofu’nun annesi

tarafın d an kökeni, TE-

PEDELENLl’lere dayandığın­ dan, A.Ş. H isarla akrabalığı vardı. Melek Celâl Sofu’nun 12.11.1953 günü M ünih'ten Abdülhak Şinasi Hisar'a gön­ derdiği mektuptaki ilginç bir pa­ saj da şöyle:

(Muhterem akrabam.

Sonsuz bir zevkle bir hamlede

okuduğum “ A L İ NİZAM İ

BEY” i, şimdi bitirdim. Çocuk­ luk ve genç kızlık hatıralarımın

bazılarını canlandirdımz. Ne ka­ dar güzel bir görüş ve ne derin bîr felsefeyle...

ALİ NİZAMİ BEY’in son devirlerine yetiştim. Gençlik ma­ ceralarım annelerimden dinler­ dim. Lâkin ben de, herkes gibi, sathî bir görüşle, "Zavallı mec­ nun” deyip geçerdim.

Bir Fransız feylesofu. Est­ hétique Y. M. Guyau, kitabında, dünyanın en güzel manzaraları karşısında, resimden, güzellikten ve sanattan hiç anlamayan ve görmeden bakan insanları, tıpkı yeşil çayırların üstünde oturmuş, geviş getiren ve büyük camdan gözleri içine akseden, tabiatı görmeyen ineklere benzetir. İşte tıpkı öyle: Siz de sanatkâr göz­

lerinizle ve kavrayışınızla

insanların tâ derinliklerine inip, manevi mevcudiyetlerini duyup, görüp meydana çıkartıyorsunuz. Bizler ise, o inekler gibi, gö­ zümüzün önünden gelip geçen bütün bu ruh hallerini sezmeden, anlamadan, geçip gidiyoruz!«

Geçenlerde “ Yeni Türkiye” hakkında Almanca bir kitap oku­ dum. Türk Edebiyatı bahsinde, diğer muharrirler arasında, en uzun olarak sizden ve sizin ro­ manlarınızdan bahsediyor. Ne kadar iftihar duyduğumu takdir edersiniz.

Yazarımız tanımadıklarından gelen mektuplara da önem ve­ rirdi. Yukarıda belirttiğim gibi, ünlü romancımız A.Ş. Hisar, ken­ disine gönderilen enteresan bul­ duğu mektupları özenle saklar, haftalık çaylı sohbetlerimizde okurdu. Gülümseyerek okuduğu bir mektupla, o mektubu yazan bir köy okulu öğretmeninin gön­ derdiği fotoğrafı çok ilginçti. Doğu illerimizde bir ilkokul öğ­ retmeni olan kızcağız, İstanbul’u hiç görmemişti. Abdülhak Şi- nasi’nin Boğaziçi Mehtapları’« okuduktan sonra, etkisinde kala­ rak, yaz tatilinde İstanbul’a gele­ ceğini ve yazarımızla tanışmak

B üyük devlet a d a m la rıy la ü n lü y a z a rla r y e tiş tire n b ir İrfa n a ile s in in so n v a ris le rin d e n olan S a m iy e B llhan, fizik y a p ıs ı ve k ü ltü r h â z in e s i ile, e s k i b ir d o n e m in en g ü z d e k a d ın la rın d a n d ı...

nasi’ye sert sözcükler sarf etti. Yaşlan ve başlan, bu iki ünlü kişi arasındaki münakaşaya ha­ kem olabilecek durumda bulun­ mayan dinleyicilerinin uğradığı şaşkınlık, çok büyük oldu. Yahya Kemal, az sonra masadakilere ve­ da ederken, herkesin elini sıktı, Abdülhak Şinasi Hisar’ın yüzüne bile bakmadan Park Otel’ine girdi.

Yahya Kemal, bu eski dostu ile kopardığı bağın haksızlığım kendisine nasıl yakıştırdı? Bunu bilemiyorum. Aslında şairin gu­ rurlu ruhu, haksızlığım kabul edecek yumuşaklıkta değildi. O gün Abdülhak Şinasi Hisar, kimse ile konuşmadan kalın bas­ tonunu sallaya sallaya, Park Otel’in yakınında oturduğu Ni­ met Apartmanı’na, kırgın ve bit­ kin vaziyette döndü. Yanm asır­ dan beri kalplerinde bağdaş kur­ muş bulunan bir dostluğun, de­ ğersiz bir münakaşa sonunda kopması Yahya Kemal’den çok Şinasi’yi üzdü. Bir hafta evinden çıkmayan Hisar, bu olaydan son­ ra, Park Otel’in kahvesine uğ­ ramadı.

Ama yüreği temiz sevgilerle dolu olan Abdülhak Şinasi Hisar, Yahya Kemal’in ölümü üzerine, eski İstanbul efendiliğinin temiz bir örneğini verdi. Sanki Park

O tel’de uğradığı hak areti

rü y a sın d a g ö rd ü ğ ü

inanılmayacak bir olay sayarak, “Yahya Kemal’e Veda” adım verdiği ünlü kitabım yazdı.

Abdülhak Şinasi Hisar'da bu derece ince bir efendilik, erişil­ mesi güç bir ruh yapısı vardı ki, sonraki sohbetlerinde, bü­ kere olsun Yahya Kemal'le ara­ larında geçen olaya hiç yer ver­ medi

---

YARIN:---PARTİCİLİK VE

HARİCİYE MEMURLUĞU

istediğini bildiriyordu. Doğu ille­ rimizin kırsal bir köyünden İs­ tanbul’a kadar gelmeyi ve kendi­ siyle tanışmayı düşleyen öğret­ men hanımın özlemli satırları Abdülhak Şinasi’yi çok etkiledi. Hemen uyumlu cevabım posta­ ladı. Bir ay sonra köy öğretmeni hanımdan, bir aile fotoğrafı geldi!.. Romancımız şaşırmıştı. Öğretmenimiz, başörtülü bir ta­ zecikti. Bir kartalın kanatlan gibi açılmış, upuzun sicim bıyık­ lı ve başında fötr şapkasıyla iskemleye kurulmuş, iri yan bir erkeğin arkasına, ürker gibi dur­ muştu. Meğer iskemlede oturan acayip bıyıklı erkek, bu genç köy öğetmeninin 15 günlük koca­ sıymış. Kasabaya inerek, bu ha­ yırlı olayı, gönderdiği fotoğrafla

y an sıtıp A bdülhak Şinasi

Hisara yollamışlar. Bu alaturka fotoğraf, romancımızı pek şaşırt- tıydı. Genç öğretmen, evlendiği­ ni bildirirken mektubunda, eşi­ nin İstanbul'a gitmesine müsaa­ de etmediğini, İstanbul’u ve ro­ mancımızı ömrü boyunca göre­ meyeceğini üzüntüyle belirtiyor­ du!..

Abdülhak Şinasi Hisar'ın ölü­ münden sonra, ünlü editörümüz Yaşar Nabi Nayır — Hisar la dostluğumuzu bildiğinden midir,

yoksa benim dökümanter ve biyografi ile fazla ülfetim oldu­ ğundan mıdır— onun kısa bir şe­ ceresini istemişti. Bu kısa not, Yaşar Nabi’nin Şinasi’ye ait ya­ yınladığı bir kitabın baş tara­ fında yer almıştır. Abdülhak Şi­ nasi Hisar, bir taraftan Topal Osman Paşa’ya dayanan dedeler sülalesinden, Namık Kemal’le aynı soydan gelmektedir. Bir taraftan da meşhur Tepedelen- li’ye kadar uzanan bir kan bağ­ lantısı bulunmaktadır.

Yahya Kemal'le

dargın ayrılış

Yahya Kemal-Abdülhak Şina­ si dostluğu, Meşrutiyetten önce, Paris'teki öğrencilik yıllarında başlar. Edebiyat dünyamızın bu iki ünlü simasının dostlukları, Yahya Kemal’in ölümünden bir iki yıl öncesine kadar büyük bir nezaket ve içtenlikle sürdürüldü. Ne var ki, bir gün, bu yılların güçlendirdiği bağ, Park Otel'in kahvesinde etrahnı çevreleyen kişilerin gözleri önünde birden­ bire koptu. Şair Yahya Kemal —kendisinden beklenmedik bir öfke ile— nezaketi've sakinliği ile hiç de böyle bir muameleye lâyık olmayan Abdülhak

(5)

Şi-1 M A Y IS Şi-1983

RÖPORTAJ

O

A

BDÜLHAK Şinasi 1906

yılında İstanbul'dan Pa* ris’e kaçtığı zaman 18 yaşlarındaydı. Galatasaray’ı bi­ tirmemişti. Aslında Şinasi’nin Paris'teki tahsil hayatı da başa­ rılı olmadı. Yüksek tahsil diplo­ ması alamadı. Ama, o diploma- sizliği bir noksanlık saymazdı. Bu yaraya, kazara, dokunanlar olursa, savunmasına gerekçe o- larak başkalarım örnek gösterir, sanki bir sır ifşasından kaçınır gibi, sesinin tonunu kısarak:

— Yahya Kemal Bey de diplo­ masızdır! derdi. (1)

Evet her ikisi de Paris'teki tahsillerini, daha çok edebiyat kahvelerinde yaptılar. Fransız tarihçileriyle edebiyatçılarıyla u- zun yıllar dostluk kurdular. Bir Fransız kadar onların edebiyatı­ na vâkıf oldular.

Paris'teyken her ikisi de açık veya gizli siyasetle uğraşmadı. Hele Jöntürkler safında yer al­ madılar. Vaktiyle, bazı radyo bilmecelerinde dinlemiştik. Yah­ ya Kemal'i, Paris’teki Türk poli­ tikacılarına karışan bir Jöntürk gibi göstermişlerdi. Yahya Ke­ mal, hiçbir zaman böyle bir siya­ sî gruba katılmadığı gibi Abdül- hak Şinasi de karışmış değildi. Ancak her ikisi de düşünce i- tibariyle değil, hemşehrilik ve aynı memleketin evlâtları olarak oradaki politikacılarla dostluk - larda bulunmuşlardır.

Şinasi yaratılış ve yaşamında­ ki özellik bakımından bir siyaset adamı olmaktan çok, edebiyat sohbetleri yapılan yüksek ve ki- ! bar kişilerin devam ettiği salon- ı lan tercih etmiştir. Politika ve parti cereyanları ile, hiç mi hiç, ilgisi olmayan Abdülhak Şinasi Hisar, terazinin kefesinde az bir meyille, Prens Sabahattin’i se­ verdi. Onu, ileri bir politika ada­ mı olarak değil, nazik ve asil ruhlu bir salon efendisi, bir sos­ yolog olarak tanırdı.

Gelgelelim, İstanbul’da müta­ reke yıllarının bunalımı, Şina- si’yi kurulmakta bulunan yeni bir partiye itti! Kendisi, sohbet­ lerimizde, bu konuya asla değin- mezdi. Fakat onun böyle bir si­ yasî parti kurucuları arasında yer aldığını, Refik Halit Karay, sık sık söylerdi. Bir gün kendisi­ ne sorduğumuzda, gülüp konuyu değiştirmişti.

1908 Meşrutiyet yıllarından sonra, Ittihatçılar’a karşı olanla­ rın veyalttihatçılar'labagdaşma- yıp onlardan aynlanların - Prens Sabahattin’in teşviki ile • kur­ dukları bir parti vardı: Osmanh Ahrar Partisi. Bu parti, uzun ö- mürlü olmadı. 31 Mart Ayaklan­ masından sonra, bu olayda bir ilgisi bulunmadığı halde, kapa­ tılmıştı. Mütakere yıllarında yi­ ne bu adla, fakat basma konulan (Milli) kelimesi ile,yeniden kuru-

lan partinin beyannamesini kuru­

cu sıfatıyla imzalayanlar arasın­ da, genç Abdülhak Şinasi’yi de görüyoruz. Millî Ahrar Fırka- sı'nın kurucularının mesleklerini de hükümete verdikleri beyanna­

mede belirtmeleri kanunen zo­ runlu olduğundan, Abdülhak Şi­ nasi Bey'in adının karşısına meslek olarak(Eshab-ıemlâktan) sözcüğü düşürüldü.

Şinasi’nin, daha sonra,

Os-MÜTAREKE

YILLARININ MİLLÎ

AHRAR PARTİSİ

KURUCULARI

LİSTESİNDE HİSAR'İN DA ADI VARDI

• A.Ş. Hisar yaradılış olarak edebiyat sohbetlerini siyasete tercih etmiştir. Ancak terazinin kefesinde, az bir meyille Prens Sabahattin’i severdi. Onu ileri bir politika adamı olarak değil, nâzik ve asil ruhlu bir salon efendisi, bir sosyolog olarak tanırdı

• Hariciye’den ayrılıp İstanbul’a döndük­ ten sonra asabi bir rahatsızlık geçirdi. Bu yüzden özel bir klinikte bir hafta şok tedavisi gördü. Bu olaydan sonra manen bitmiş gibiydi. Asabiye kllniğin- do yattığının,dostları,özellikle Refik Ha- lid tarafından duyulmasını İstemiyordu

(s ağda), 1956 y ılın d a y a p tırd ığ ı k a rtv izitle r. (A .$ in a s l'n ln ö z e l b ir m e ra k ı (K a rtv iz it k o lle k s iy o n u ) idi. K ü tü p h a n e s in d e , ü n lü le rin z a r fla r d o lu s u k a rtv iz itle ri v a rd ı.)

manii Bankası’nda küçük bir hizmet aldığı ve asıl görevini Ankara'da yaptığı bilinmekte­ dir. Ankara’daki görevi "Balkan Birliği, Türk Bürosu Genel Sek­ reterliği" idi. Atatürk'ün önerisi ile kurulan Balkan Birliği’nin Türkiye temsilcisi - daha sonra i- ki kez başbakan olan - Haşan Saka’ydı. Abdülhak Şinasi Hi­ sar, bu büronun sekreterliğine getirilmişti. Maaşı dolgundu. Dış seyahat imkânları boldu. Bu görevin ilgasından sonra Dışişleri Bakanlığına müşavir olarak a- tanan Şinasi, Ankara’da geçirdi­ ği bir iç sarsıntı ve rahatsızlık yüzünden, istifa etti, ötedenberi özlemini çektiği İstanbul'a gide­

rek, Ayazpaşa'da, Nimet Apart- manı'na yerleşti.

Dost çevrelerle yıllarca sohbet ettiği Nimet Apartmam’nda, o- nun, hayali cihan değer anılan vardır. Buradaki son yılları, hastalıklarla, malî sıkıntılar içe­ risinde geçti. Apartmanın satışı ile Cihangir’deki (Rüyam) A- partmam'na taşınan yazar, bu­ rada da, hayata gözlerini aç­ tığında gördüğü Boğaz'ı görebi­ liyordu, ama Nimet Apartmanı- 'nın huzuru, kolaylığı ve rahat­ lığı yoktu. Genellikle dostlarının ziyareti için, Rüyam Apartmanı, eski oturduğu Nimet Apartmanı kadar uygun bir semtte değildi.

Şinasi'nin hastalığı

Beden yapısı itibariyle sağ­ lamdı ama, iç âlemini etkileyen konular yüzünden, birkaç kez bunalım geçirmiş, dimağındaki hatıralar hâzinesinden, gereği gibi faydalanamaz olmuştu.

Abdülhak Şinasi H isar’ın Ankara’dan ayrılırken, yani Bal­ kan Birliği Genel S ekreter­ liği nden sonra Dışişleri Bakan­ lığı’na geçtiği sıralarda, çok sar­ san bir hastalığa yakalanmıştı. Bu krizden sonra enerjisinden ve yazı yazma kabiliyetinden az da olsa kayba uğradığını söyleyebi­ liriz. Ben o günlerde, vazife ile, Ankara’dan ayrılmıştım. Ü sta­ dın hastalığı hakkında bilgim yoktu. Kendisi hakkında inceleme yapanlardan bazen bu konuda sual yöneltenler oldu. Herhalde Abdülhak Şinasi’de ileri derecede güç kaybettiren bir ruhi bunalım olmaması gerek. Benim bildiği­ me göre, Abdülhak Şinasi Hisar, Ankara’nın havası ile geçineme­

di. Bu yüzden sinirleri bozuldu. İstanbul’daki rahatsızlığına gelince, bir nevi ruh hastalığına benzeyen belirtiler görülmesi ü- zerine, hayatta onun en yakın dayanağı ve dostu olan, Profesör Dr. Nihat Reşat Belger bir hastaneye kaldırılmasını gerekli buldu. Şinasi, hayatında başı dara geldiği zamanlar, çaresiz­ liklere karşı koyamadığı günler­ de, daima Nihat Reşat'ı arardı. Birgün abuk-sabuk ve birbirin­ den kopuk sözleri karşısında Dr. bir ön teşhisle, Abdülhak Şinasi Hisar'in birkaç gün şok tedavisi­ ne tâbi tutulmasını uygun gör­ dü. Büyük bir üzüntü ile Nihat Reşat’ın tavsiyesine boyun eğen Abdülhak Şinasi Hisar, herkesin gittiği um um î ve tanınm ış hastaneler haricinde, özel bir

kliniğe yatm ak istiyordu.

Hastalığının, hele şok tedavisi uygulandığının, kimse tarafın­

dan duyulmasını arzu etmi­

yordu. Büyük dostluk ve anlayış dolu kalbi ile durumu Profesör Nihat Reşat çok güzel idare etti. Özel ve yabancı bir hastahaneye telefon ederek, orada bulunan ecnebi dostlarından bir doktorun delaletiyle Abdülhak Şinasi Hi­ sar, sessizce bir odaya yatırıldı. Bir haftalık şok tedavisi, onu maddeten huzura kavuşturmuş gibiydi. Ama, mânen bitkin ola­ rak evine döndü, bu bitkinliğin ardında, maddî sıkıntı yatıyor­ du.

Artık Abdülhak Şinasi Hisar, bu olaydan sonra eskisi gibi ya­ zamıyor, eskisi gibi okuyamıyor, eskisi gibi toplantılara gidemi­ yordu. Bir de, kendisinin kısa müddet de olsa bir asabiye kli­ niğinde tedavi edildiğinin çevresi tarafından işitilmesinden endi­ şeleniyordu. Asıl korkusu, bu konuyu, aziz dostu, mektep arkadaşı, meslektaşı Refik Halit Karay’ın duymasıydı! Merhum Refik Halit'le —bizim sohbet grubumuz olarak— ben ayrı günlerde de görüşüyordum. Üs- tad Hisar, bunu bildiği için ba­ na:

— Sakın kuzum, bu rahatsız­ lığımdan Refik’e bahsetmeyin! Sizden emin olduğumu bir kere daha tekrarlamak isterim, de­ mişti. Refik Halit, ünlü bir mi­ zah üstadıydı. Şinasi'nin bu ruhî rahatsızlığını duyarsa kimbilir, ne espriler yapardı! Zannederim Abdülhak Şinasi Hisar, bundan korkuyordu. Şinasi, kısa zaman­ da iyileşti. Nihat Reşat ölmüştü. Sohbetlerimizi kendi evinden çok, Lebon’dan sonra Markiz’de devam ettirmeye başladık. Şura­ sını belirtmek isterim ki, Şinasi­ 'nin asabiye kliniğinde bir hafta için yatırıldığını ölünceye kadar Refik Halit Karay da duymuş değildi.

Abdülhak Şinasi Hisar’a en çok dokunan, Nihat Reşat'ın ö- lümü oldu. Adeta tek desteğini kaybetmiş gibi düşünceliydi. Ni­ hat Reşat'sız kalmak, onu bir ta ­ raftan sarsıyor, bir taraftan malî 8ilcmusı, yaşam yükünün ağırlı­ ğı sağlığını çökertiyordu. (1) Paris'le Yahya Kemal'in devam

ettiği okul arşivinde ve Aldülhak Şinasi'nin öğrencilik notları üze­ rinde yapılan araştırmalarda, her ikisinin de hiç de parlak öğrenci­ lerden olmadıkları ve pek zayıf notlar aldıkları görülmüştür!

-Y Â R IN :____________________ PARİS MEKTUPLARI VE ÖLÜMÜ

(6)

2 M A Y IS 1983

RÖPORTAJ

75 YAŞINDA

ÖLDÜĞÜNDE CEBİNDE

BAKİYESİ 66 LİRA

GÖSTEREN BİR BANKA

CÜZDANI BULUNDU

TEK KURUŞU YOKTU

A b d ü lh a k Ş ln a s l’n /n ç o c u k lu ğ u n d a n ö lü m ü n e

k a d a r e n vefalı d o s tu H a m d u lla h S u p h i İd i. N ite k im , Ş in a s i'n in ö lü m ü ü z e rin e , ta b u tu n a o m u z v e renlerden te k e s k i a rk a d a ş ı o o ld u . S o l­ d a k i fo to ğ ra fta , ik i İs ta n b u l b e y e fe n d is in i,

A b d ü lh a k Ş in a s l H is a r ile H a m d u lla h S u p h i T anrıöverV , e s k i İs ta n b u l'd a b ir a k ş a m g e z in ­

tis in d e g ö rü y o rs u n u z.

A b d ü lh a k Ş in a s i, P a ris 'te k i ö ğ re n c ilik y ılla rın ­ da, (1 9 0 6 -1 9 0 9 ) M o n g e S o k a ğ ın d a 75 b is n o .tu a p a rtm a n d a o tu rd u . D ah a ö n c e k i yılla rd a , C e n a p S a h a b e ttin d e , a y n ı a p a rtm a n d a k a lm ış ­ tı. Ü s tte

O

A

BDÜLHAK Şinasi'nin Pa­

ris’te öğrenciliği sırasında babasına ve yakınlarına gönderdiği mektuplar arasında ilginç olanları çoktur. O sıralarda Abdülhak Şinasi, delikanlılık ça­ ğına yeni girmiş, 18 yaşında bir öğrencidir. Bu mektuplar, istibdat döneminin son sıkı yılla­ rına rastlamaktadır. Çoğu 1906’- da yazılmıştır. Üslup ve düşünce açısından, yaşının üstünde bir özellik taşımaktadır. Bunlardan bazı pasajları —bir-iki kelimesini sadeleştirerek— aktarıyorum.

1— A. Şinasi'nin babasına yazdığı mektuplar (O sıralarda babası MAHMUT CELALET- TİN BEY. ‘YANYA da Maarif Müdürüdür.(Oğlunun tahsili için, her ay Paris’e 160 frank gönde- rebilmektedir. Oğlunun sağlığı ve eğitimi, istikbali ile yakından ilgilenen MAHMUT CELA- LETTİN BEY, sık sık bilgi iste­ mektedir. Abdülhak Şinasi, bu mektupların her cümlesini cevap­ lamaktadır. 22 Mart 1906 tarihli ve bunu izleyen mektuplarından vereceğimiz örnekler şöyledir:

(...Burada sağlığımı sürdürmek için bütün koşullar mevcut. Daha bir kere bile, nezle olmadım! Buna pek memnun olmakla beraber, şaşmaktan kendimi ala­ mıyorum. İstanbul'da iken, nez­ leden çok rahatsız olurdum. Mi­ demden hastalanırdım. Kendimi bildim bileli, büylesine sağhkh bir durumumu hatırlamıyorum.

... Geçen mektubumda söyle­ diğim gibi, size yaza yaza, sizden karşılık ala ala, zarif dilimizin inceliklerine ve özellik­ lerine biraz olsun bağlı kalaca­ ğımı ümit ediyorum. Şimdi, pek kötü yazdığımı biliyorum. Kul­ landığım üslubu, ancak benim gibi fena yazanlar beğenebilirler. G a la ta s a r a y ’d ayken beni kompozisyonda, birinci çıkaran öğretmenlere şaşıyorum!

Sanırım ki, benim mektupları­ mın bazı yerleri, sizin için, bir muamma gibi kalıyor! Lisanımız son yıllarda çok değişti. İlk­ öğretimlerimizi, ikimiz, başka başka devirlerde yaptık. Bu nedenledir ki, yazılarımızda ayrı­ calıklar vardır. Bugün, bütün Türkler birbirlerini biraz güç anlıyorlar...

... İzin verirseniz, mektubu­ nuzda beni biraz şaşırtan ve ca­ nımı sıkan bir konuya değine­ ceğim. Bana çoğunluk kelimesi olan “siz" diye hitap ediyor­ sunuz! Bir baba, oğlundan hoşnut oldukça, ona “sen” diye hitabeder sanırım. Niçin beni bundan mahrum ediyorsunuz?

... Bizim okulun direktörü

• Hamdullah Suphi’ye Paris’ten gönderdiği bir mektupta şunlan yazar: “Ah, ne olmak isterim bilir misin Hamdullah? Saat gibi Mr çay! Her şeyi vaktinde yapabilmek, hiçbir zaman yorgunluk hissetmemek, bir engelle karşılaşmamak, memnun ve mesut olmak isterdim”

öldü. Okul şimdi biraz karışıktır. Henüz yeni bir müdür atamadı­ lar. Bu arada, çok önemli bir konu y u aç ık la y a ca ğ ım . Biliyorsunuz ki, okulun yalnız ilk taksidini gönderdiğiniz için, az kalsın kaydımı yaptıramaya­ caktım. Okul idaresine, duru­ mumu açıklayarak, ricada bulun­ dum. Bu şubatın başlangıcında 300 frangı birden vereceğimi vaadederek kabul olundum. Bu paranın şubat başında gelmeye ceğinden endişeleniyorum. Du­ rumu anneme de (o sıralarda Şinasi'nin annesi ve babası boşanmış bulunuyorlardı. Babası Yanya'da, annesi İstanbul'daydı) bildirdim. Lâkin mektubuma hiç­ bir karşılık almadım. Kaybolma­

sından korkuyorum. Şimdi

anneme tekrar yazacağım. ... Bana gönderdiğiniz zarfla­ rın içerisinde kıymetli bir şey yoksa, taahhütlü göndermeyi­ niz... Çünkü, her defasında, mü- vezzilere bahşiş vermeye mecbur oluyorum! Halbuki, Fransız pos- tahanesinde, mektuplar hiç kay­ bolmazlar. Bir de, adresimi tam yazmıyorsunuz. (75 bis’de oturu­ yorum. Ekseriyetle'bis' kelimesi­ ni ihmal ediyorsunuz. Postacı da, her defasında, bahşişi çoğalt­ mak için, bu fırsattan yararla­

narak, beni çok aradığını

söylüyor, böylece, fazla bahşiş verilmesine bir nevi gerekçe olarak kullanıyor!)

II— Paris’in büyülediği Şinasi'­ nin Hamdullah Suphi'ye yazdık­ ları:

Tamamıyla bir his adamı olan Hisar, Tannöver’i saygı ile sever, her vesileyle bunu belirtirdi. Bu iki duygulu kişinin lise çağ­ larında başlayan dostlukları. Hisar'ın üzerinde öyle etki yap­ mıştı ki, onun 18 yaşında baş­ layan Paris’teki hayatında, tek eksiği hemen hemen Hamdullah Suphi idi. Bu eksikliği, uzun uzun, yazışmalarla gidermeye ça­

lıştı. Arşivimizde bulunan

—rahmetli Tannöver'in armağan ettiği— (1906-1907) yıllarında, Abdülhak Şinasi’nin Paris’ten kendisine yazdığı mektuplar, çok ilginçtir. Bunlardan bazı pasaj­ ları birlikte okuyalım:

“ ... Sana yazarken, mutluluk duyuyorum. Beni son zaman­ larda, pek yoran ve meşgul eden imtihanlardı. Bugün onlardan,

kısmen, kurtulmuş bulunuyo­

rum. Sana yeniden ve detaylı, bu uzun mektubu yazarken, ade­ ta bir acelecilik duyuyorum. Sa­ na şunu haykırmak ve ilan etmek istiyorum ki, seni benim sevdi­ ğim kadar kimse sevemez...

Burada çok mutlu yaşadığımı yazmıştım. Lâkin beni büyük bir mahzun ve büyük bir pesimist bilmiyorsan, yanılıyorsun. Evet, Paris'i çok seviyorum... Evet, Paris o kadar güzel ki, o derece hatıra gelmez bir şehir ki, bu da bana adeta bir üzüntü nedeni oluyor! Zira, ileride, burada yaşa- yamamaya nasıl katlanacağımı, şimdiden kendime soruyorum! Zira, burası insana huzur veren bir yer. Lâkin, her memnuniyetin içine ara sıra sıkıntı da karışıyor. Hani, siyah zemin üzerine beyaz çizgili kumaşlar vardır. Çizgileri daha çoktur ama, besbellidir ki zemini siyahtır. Denilebilir ki,

memnuniyetim, hoşnutluğum

böyle daimi bir siyahlık ve üzün­ tülerim üzerindeki çizgiler gibi­

dir... ____________

... Bazen, hayatımın ile­ rideki yıllarına alt, hayaller kuruyorum: Deli olm adan, mümkün olabildiği kadar opti­ mist olarak yaşamak! En güzel rastlantılarla, en arzu edilen ba­ şarılara, mutluluklara erişsem bile sanki ne olacak? Hayat ve hayatım, yine bilmeyerek, düşüp kalkarak, acıyarak severek, iste­ yerek ve koşarak geçecek! Bir yorgunluk, insanı sıkan bir yor­ gunluk...' Ah ne olmak isterim bilir misin Hamdullah? Saat gibi bir şey! Her şeyi vaktinde yapa­ bilmek. hiçbir zaman yorgunluk hissetmemek, bir engelle karşı­ laşmamak ve her an o zamanki uğraşım yahut meşguliyetsizli- gim nedeniyle, memnun ve me­ sut olmak isterdim. Saatler gibi olsak, canlı olsak, yâni onlar gibi muntazam olsak, belki sı­ kıntılarımızın kökü, yaşantımız­ dan kalkmış olurdu. İşte özlenen

saadet, böyle gerçekleşebilirdi. Oysa, bu imkânsız? Saçmalıyor muyum acaba! Ben hep böyle şeyler düşünüyorum . Vâkıâ, böyle düşünmek bir kabahat bel­ ki bir hastalıktır. Keşki düşün­ memek kabil olabilse... Ben bura­ da günlük yaşantımda, iç dün­ yama rağmen, kendimi buna yöneltmeye çalışıyorum. Meraklı ve çabuk yorulmayan bir güce sahibim. Pekiyi ne yapıyorum? Acele okuyorum. Süratli çalışı­ yorum. Mümkün olduğu kadar uğraşılarımda, yükseği, derini ve gerçeği arzuluyorum.

... Bütün hayatım böyle geçecek... Biliyorsun ki, çok zayıfım, eğer arızasız, dış etki­ lerden korunmuş sâkin bir ya­ şantıya kavuşsam bile, bunun çok uzun olmayacağını sanıyo­ rum!

Evvelâ, asla evlenmeyeceğim! Hiçbir kadmı, bütün hayatıma ortak edecek kadar, sevemeyece­ ğimden korkuyorum. Aile haya­ tının, insanlara mutluluk verdiği görüşüne asla inanamıyorum! Kavgalar, zaman zaman aşkın maddî yönleri, ura sıra mutlu is­ tisnalar; büyük bir akılsızlık, dehşetli bir hissizlik, birbirini bazen aldatmalar, bugün sürdü­ rülen bâzı aile yuvalarının işitil­ miş örneklerindendir. Ortada, bağlayıcı unsur, hastalıkların ilâcı olan, aşk kalıyor. Bu ilâç yalnız içilirken, bir saadet iksiri oluyor. İstanbul’dayken, aşka inanırdım. Şimdi de inanıyorum. Fakat şu farkla ki, İstanbul’day­ ken, aşka inanırdım daha az inandığım rastlantı ve istisna sandığım başka bir şeye, burada daha çok inanıyorum ki, o da, yalnız dostluktur.

Bunu son zamanlarda, son derece içten hissederek, düşüne­ rek söylediğime inan Ham ­ dullah. Eğersen burada, Paris'te olsan, görüşebilmemize kesin en­ geller olmasa, yaşantım bam­ başka bir güzellik içerisinde ge­ çerdi. Dostluk, bence, kıymetli uz takdir edilen, sanıldığından daha değerli, daha köklü bir şey­ dir. Kıskançlıktan, bencillikten, dedikoduculuktan uzak bir dostluk insanların iç âlemini ol­ gunlaştıran, onları insan eden bir iksirdir/’_

Şinasi. Cihangir'deki “Rü­ yam” apartmanında âni bir be­

yin kanamasından öldü. Bu

ölüm, kendisinden çok önce ölen küçük kardeşi Selim Nüshet Gerçek’in akibetine (1891-1946) benzedi. O da Şinasi gibi, hiç ev­ lenmemiş, tek başına yaşayan, güçlü bir kalem sahibiydi. İstan­ bul’da “İçtihad” apartmanında tek başına yaşarken, beyin ka­ namasından ölmüştü.

Abdülhak Şinasi, öldüğü za­ man 7.. yaşındaydı (1888-1963). Cebinde, bakiyesi 66 lira göste­ ren, bir banka cüzdanıbulundu. Tek kuruşu yoktu.

İstanbul'un bir köşesi demek olan ve onu bütün iç dünyasıyla yansıtan ünlü romancının cena­ zesi, Belediye'ninhimmeti ile kal­

dırıldı. Merkez E fendi’ye

gömüldü. Burada, içimiz sızla­ yarak gerçekleştirilemeyen bir özleme değinmek istiyorum. O, "Hisar” soyadını almış, Rumeli- hisurı'nda doğmuş ve gözlerini, ilk defa, buradan Boğaziçi'ne yö­ neltmiş bir kişiydi. İstanbul'da oturduğu yıllarda, gece gündüz Boğaz 'ıgörerek yaşamış uzakta b u l u n d u ğ u s e n e l e r d e Boğaziçi’nin hayali ile avun- muştu. Ona, ölümünden sonra, yakışan en güzel mezar Bo­ ğaziçi'nde olan bir mezarlıktı. En uygun olanı, Rumeli Hisarı me­ zarlığında yatmasıydı. Boş yer bulunamadı, dediler ve bu gerek­ çe ile, yıllarca eserlerindeyaşat- tıgı o güzel Boğaziçi'nden uzak­ ta bir yere gömdüler. Sanırım ki, Abdülhak Şinasi Hisar, bugün,

Yahya Kemal’lerin, Ahmet

Hamdi'lerin, Orhan Veli’lerin yattığı mezarlığa en lâyık olan kişilerden biriydi. Onun ölümün­ den çok sonra, ölenlere bile, me­

zarlıkta yer bulunduğunu

işittikçe üzülmemek elde değil. Günün birinde, Abdülhak Şinasi Hisar’m kemiklerinin, doğduğu, büyüdüğü, sevdiği bir yer olan Rumelihisarı mezarlığına nakle­ dileceğini hayal ediyorum.

-BİTTİ-i

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

預防臍帶感染。 三、何為臍息肉 有時脫落後在基部有部分的肉芽組織形成,而有慢性分泌物,稱之為臍息肉。臍帶周圍若 有紅腫,則小心可能發生了臍帶炎。 四、如果有臍息肉如何處理

İncelenen iki yazma etkinliği ortak çerçeve metni A1 düzeyi yazılı anlatım, genel yeterliği “Basılı tek tip sözcükleri ve kısa metinleri bakarak yazabilir.”

tasarımlarının oluşturulduğunu, daha çok deneysel çalışmaların yapıldığını gözlemliyoruz. Bu araştırmalar sonucunda ulaşılan sonuçların anlamlandırılması,

Spinocerebellar ataxia type 8 (SCA8) is reported to be caused by an unstable CTG repeat expansion in the 3’ untranslated region of a novel gene, KLHL1AS, on chromosome

Fa­ kat yapı tarihinin herhangi bir aşam asında, yapı sözlüğünden Sinan kadar çok şah-yapıt çı­ karan sanatçı da çok sa yılıd ır... Edirne — Selimiye

“...Abdullah Cevdet Bey’in, bu sözlerini işittik­ ten sonra, Elaziz de bu adama rey değil, selam bile verecek Türk ve müslüman çıkmayacağına şüphe etmiyoruz (...)

Önemli olan, ifl- levsellefltirilmifl yüksek yüzeyli malze- melerin tekstil, boya veya katk›land›¤› polimerle uyumlu hale getirilmesi ve zaman içerisinde bu

Deramliner’›n kendisi kadar ilginç bir baflka uçak da, parçalar›n› Eve- rett’teki montaj fabrikas›na tafl›mak için kullan›lmakta olan özel yap›m kar-