U
Z
_
vv
aA A / ^
\ 5
5Tİ
İKİ S A A T
“ Buyurun buyurun Beyefendi. Kusura bakma yın ihtiyar adamın odası böyle olur. K ız Safinaz!. Safinaz, gel bakayım buraya! İçmiyor musunuz? Bunlar ne iyi delikanlılar, sigara da içmiyorlar. Bak, beyefendiler kahveyi nasıl içerler, şekerli mi, şekersiz mi ? Ne yaparsınız evlâdım, biz çekildik buraya öliimü bekliyoruz. Geçinden mi versin? Geçinden versin iyi ama nasıl olsa ola cak. (Derin derin göğüs geçirdi) Beni asıl üzen gençlerin ölmesi, daha onlar yaşıyacak, gün gö recek. Ya işte geçen gün Alâattin’in yirmi ya şında kızı küttedek ölüverdi. Daha gün görecek ti, yaşıyacaktı daha. Pırlanta gibi kızı götürüp toprağa elimizle verdik.
Safinaz bak kızım, A. Bey gelirse beni evde yok dersin. Efendim, benim eski bir arkadaşını, ihtiyarlamış, daha doğrusu bunamış. Yo erken bunama değil, vaktinde. Şu kafanın üstünde çu kur yer var ya, işte oradan aşağıya doğru su inmeye başlamış. Hayır hiç kimseye zararı yok, önüne gelene mani söylüyor. Yalnız kelimelerin yerlerini değiştirebiliyor, yeni bir şey söylediği yok. Temiz insanmış. Artık şuur susmuş onda, alt şuurdakilerini de anlatıveriyor. Her hafta be ni ziyarete gelir de. İnsan üzülüyor evlâdım, es ki bir dostu böyle görmekle. Allah kimseyi bu hale düşürmesin. Dedim ya her hafta bize gelir, hemen şöyle oturur, manilerini söyler, kalkar gider.”
İlhan Geçer’le birlikte M. Ş. E. nin Yüksel Caddesindeki evinde, Üstadın alt kattaki çalışma odasındayız. O, ihtiyarlığın verdiği hoş sohbet- likle, üstü kitaplarla ve müsveddelerle dolu yazı masasının başında mütemadiyen konuşuyor. Kır saçları üstten ve yanlardan muntazaman arka ya doğru taranmış. Yüzünde işlerini gönlünce bi tirmiş insanlara mahsus rahat bir ifade var. Y a şının ileriliğine rağmen vücudu da kafası gibi enerjik. Masanın üzerindeki müsveddeler, bazı sayfaları arasına kâğıt konulmuş kitaplar ve abajur, sahibinin devamlı çalıştığını gösteriyor. Masanın hemen arkasında duvara çakılı küçük bir şal, duvarlarda aile resimleri ve Asya şehir lerini canlandıran renkli manzaralar. Ortada bü yük bir taşkömür sobası, koltuklar, bir kanepe, kapıdan girince iki yandaki duvarlara dayan mış etajerler, bunlardan birinin üstünde süslü bir çerçeve içinde Atatürk’ü olanca heybeti ve sa rışınlığıyla tesbit edebilmiş bir fotoğraf, sonra yine aile resimleri..
10
O. Fehmi ÖZÇELİK
"Ben hikâyeleri evde çocuklar okusun diye yazdım. Onun için ben hikâye sanatı hakkında söz söyliyebilecek birisi değilim. Gelin sizinle bir pazarlık yapalım. Siz şimdi bana bu soruları sor maktan vazgeçin, ben de size bakayım, bir.... iki hafta sonraya bir yazı yetiştirmeyi vaadedeyim. Razı olmadınız mı, peki öyleyse siz bilirsiniz. Beyefendi soruların hepsini bir kere oku baka yım.”
* *
— Müsade ederseniz önce hikâyelerinize ne den isminizi koymadığınızı sormak istiyorum. Zira pek çok edebiyat sever bunu merak ediyor. — Rahmetli Orhan Veli bana dair bir tenkit yazmış, çok itibar veriyor, bol keseden de yüz
G E N Ç İ M Z A L A R
S O N B A H A R
Düşer hiiziin bize, yaprak değil, ağaçlardan. Uçar semada, perişan olan giizel mevsim Ve der zaman -ona bigâne örterek kııpıyı- Gezip dolaşmağa artık seninle yok hevesim.
Rüsteın A K IN S U
S E N
Yeşil bir boşluğa kendini bırak Şarkılar mırıldan bu mevsim için Deniz rüzgârlarına hıçkırarak Mısralar fısılda gözlerim için.
Akasyalar altında gizlenen İlık aşk şarkılarına bedelsin Bahar göklerine doğru yükselen Aydınlık sabahlar kadar güzelsin...
Türkân A Y F E R
Ç İÇ E K LE R LE B A Ş B A S A
Senin kızıl dudaklı karanfillerin varmış, Güneşi,
Kana, kana içer, Renk, renk açarmış. '
Senin kızıl dudaklı karanfillerin varmış, Dalga dalga tutuşur, alev alev yanarmış.
Nerde benim kızaran güllerim, sümbüllerim, Sevdalanmış lâlelerim, şebboylarını nerde? Kimisi güneşti bana, kimisi yıldız... Ben böyle mi ayrılmıştım sizden gelincikler Daha ne zamana kadar, kanıyacaksınız? Gözleri şehvetten morarmış dilber menekşe, Sen de mi yaşamaktan usanacaktın böyle? Hele sen, hele sen...
Nazlı, edalı nar çiçeği
Ne anlatılmaz bir derde tutuldun ki... Ateş güler, ateş ağlarsın!..
Mehmet S A L İH O ö L U
K O N U Ş M A
(Başı S. 10 da) nisbetinde çalışıldı. Meselâ bir zamanlar millet silâh altına alındı, o zaman ısmarlama şiir zu hur etti. Yaz dediler, Çanakkale için yazdı. Am a siz bana fark sordunuz değil mi ? Ben genel ola rak söyliyeyim size. Sanat faaliyetlerinin artma sı için huzur ister. Şimdi insanların içinde bir kararsızlık var. Yarının ne olacağını bilmiyor ki. Memleketimizin başından hele şu Rus belâsı bir kalksın, balcın o zaman bu toprak neler verecek. Bugün için katiyetle olmamakla beraber birçok memleketlerden ileriyiz gibime geliyor. Hem im kânlarımız daha az olduğu halde.
— Bu imkânlarla neyi kastediyorsunuz ? — Bunların başında dil var, Türkçeleşme de bu zaruretten çıkıyor.
— Yaşar Nabi bir yazısında edebiyatımızın romansız olduğunu iddia ediyor, siz de edebiyatı mızı romansız mı kabul ediyorsunuz ?
— Hayır kabul etmiyorum. Bu dilde roman lar yazılmıştır.
— Peki 1940 dan bu yana yayınlanan roman lardan beğendikleriniz ?..
Bu soru, birçok sanatkârlarımız gibi Mem- duh Şevket Esendal’ın da cevap veremiyeceği ( ! ) bir soru olduğu halde bile bile sordum. Zaten yukarıda görüldüğü gibi hikayecilerden de isim vermek istememişti.
— Tercümeler hariç hepsinin güzel tarafları var. İlhan Geçer dayanamadı, sordu :
■— Kerime Nadir’in, Esat Mahmut’un da mı? O, Ilhan Geçer’e dönüp :
— Ben dedi, Beyefendinin yerinde olsam bunların hiç birini sormazdım. Hepsinin janrı- na göre iyi tarafları vardır. Bak tenkid nasıl olur Beyim!.. Bir adam sen niye romantiksin, niye realistsin diye tenkid edilmez. Sen realist yazmak istemiş, yazamamışsın, şuraların eksik denir. Edebiyatlar da hükümetler gibidir; halkın bazı istediği şeyleri yapar, yahut önce yapar da halk arkasından gelir. Meselâ Halit Ziya Bey bir nefeste solan nazenin kızlar istemişti. Bir za manlar kızlarımız incecikti, şöyle rüzgârla uça cak gibi, tiriltirildiler.
— Peki, siz hikâyeci olarak topluma nasıl bir tesir yapmak istediniz ?.
—• Ben halkı eğlendirmek için yazdım. Bu nun dışında hiç bir tesir yapmayı düşünmedim, öyle geldi, öyle yazdım. Ama halkın önünde gidenler de vardır. Ben halkın arkasında kaldım.
— Yeni çalışmalarınız hakkında bilgi ver mek ister misiniz ?
— Meselâ yeni bir kitap çıkarmayı düşünü yor musunuz ?
— Ha., dur bakayım dedi; yirmi dokuz, otuz, otuzbir, otuziki, otuzüç, otuzdört, otuzbeeş .... otuzbeş, otuz al - tı, otuzyedi.... otuzyedi, otuzse- kiz, otuzdokuz, kırk.... kırkiki.. kırkiki tane neş
redilmiş hikâyem var, bunları elliye tamamlar sam iki cilt tutar. Ama neşredemiyorum, maddî imkânlarım yok. Bunlardan başka ufak tefek retuşlarla neşredebileceğim 200 e yakın hikâyem var.
— Sizi yorduk efendim, artık müsaadenizi rica ederiz, dedim.
— Yok evlâdım yok; asıl ben sizi yordum. Öyle ya, işi gücü ölümü beklemek olan ihtiyarla rı dinlemek, az şey mi ?.
— Aman efendim; sohbetlerinizin tadını çı karabilmek için tekrar ziyaretinize gelebilmek müsaadesi rica edeecğiz.
Kapıdan çıkarken :
— Yalnız dedi, bu konuşmayla kimseyi kır- mıyalım olmaz mı...
Taha Toros Arşivi