TT-
5730
^
Ö lü m ü n ü n Ü ç ü n c ü Y ıld ö n ü m ü n d e
M
' F*u^«r
O Z A N S O Y ’U
A N A R K E N
@ G Ü L T E K İ N S Â M A N O Ğ L UH
İSAR, üç yıl önce, 25 nci yayın yılına girdiği ay’ın sonunda kumcu kadrosundan şair Mu nis Faik Ozansoy’u kaybetmişti. Öteki kuru cular da çok sevip saydıkları ağabeylerini. Böy- lece güzel türkçemiz, titiz ve kendisine büyük saygısı olan değerli bir şair ve yazarından; devle timiz de, önemli ve sorumlu üst makamlarda uzun süre çok büyük, çok yararlı hizmetler vermiş bir büyük adam’ından mahrum kalıyordu.O gündenberi kitaplığımdaki HİSAS ciltlerin de o’nun dost bakışlarını görür gibi oluyorum, Gezdiğim her resim sergisinde o yanıbaşımdadır, Empresyonizmi anlatır. Resmin fotoğrafla karıştı rılmaması gerektiğini, acaiplik ve sapıklık da ol madığını söyler. Eser bir buğu, bir tül ardından görülür gibi yaratılırsa, yani ressamın ilhamını ve duygusunu taşırsa, güzeldir.
Okuduğum mısralar ve cümleler arasından o’nun «munis» sesi yükselir, yumuşacık. Kökten kopmamalıdır. inkârla da, taklitle de edebiyat ya pılamaz. Şiir mi? İlle vezinli ve kafiyeli olmayabi lir, fakat ille vezinsiz ve kafiyesiz de olmamalı dır. Aruzla yazılmışsa veznin tıkırdısı susturulma- 11» hece vezniyle veya vezinsiz ise, iç ahenk yara tılmalı. Hele şekilden asla vazgeçilemez. Yarının şiiri, iki büyük kaynağın, divan şiiri ile halk şiirinin, muhassalasmdan (bileşke) meydana gelecektir. Nesir mi? Çok özen gösterilmeli, bol zaman ay rılmalı. Klasik cümle yapısı bozulmadan cümleler, aynı sesi veren eklerle noktalamnamahdır. Dil mi? Kısaca, yaşayan türkçe. Büyük sanatçılar az yazar, çok okur.
Tenkid mi? İşte HİSAR'ın 1950 yılının Mart ayında yayınlanan ilk sayısındaki «Tenkid ve Şiir» adlı başyazısından bir cümle : «Gerçek tenkidin kendisi değil hatta gölgesi, rüzgârı mevcud olsay dı, kendisini yeni saran köksüz şiirin, hâlâ, bir kuru yaprak gibi, ortada kalması mümkün olur muydu?»
Munis Faik Ozansov Değerli şairimiz, usta yazarımız, aziz ağabe yimiz Munis Faik Ozansoy'u bu üçüncü ölüm yıl dönümünde rahmet ve saygıyla anarken, otuz yıl önceden beriye doğru geçen zaman, bir sinema şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor. Aslında ondan önceki yılların yarısına yakın kısmı çocuk lukla, sonrası da öğrenim telaşıyla dolu.
İşte bir şiir günü. Ankara. O zamanki Halkevi- nin büyük salonunu hınca hınç dolduran ve büyük çoğunluğu gençlik olan şiirseverler. Boykot nedir, işgal nedir bilmeyen; bilmek istemeyen gençlik. Elleri tabanca tutmuyor, biribirlerinin boğazına sarılmıyor. Yahya Kemal'i, Munis Faik Ozansoy'u veya genç bir şairi alkışlıyor. Duvar edebiyatını değil.
işte, itinayla, büyük bir zevkle döşenmiş evi. Hemen hemen her pazar günü HİSAR Yazı Kurulu olarak toplandığımız, kapısında «Faik Âli Ozan- soy» un adı yazılı sıınsıcak san’at yuvası. Fecr-i Âti nin kurucusu ve şair ağabeyimizin babası şair Fâik Âli. Bize, «gençler, her gün bir mucize sey retmek istiyorsanız, sabahları güneş doğmadan kalkınız» öğütünü veren bir canlı tarih. Edebiya tımızın o sıralarda hayatta bulunan bazı şöhret lerini, bu arada Ruşen Eşref’i, Abdülhak Şinasi'yi, Mithat Cemal’i, Peyami Safa’yı tanıdığımız ev. Engin kültüründen yararlandığımız Munis Faik Ozansoy’un sohbetleri.
işte büyük büyük makamlar: Ticaret Bakanlı
ğı Müsteşarlığı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter
liği, Başbakanlık Müsteşarlığı. Ve tevazuun doru ğuna erişmiş bir kâmil insan. Şair dost, Hisarcı ağabey. Konumuz edebiyat mı, özellikle şiir mi, tut tutabilirsen.
İşte Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğim den, önce Yassıada'ya gidiş, sonra Balmumcu'ya nakil. M illî Birlik Komite Üyesi aziz dostum rah metli Dündar Taşer'in, benden özür dilercesine ba kan gözleri ve ağabeyimizin başkam bulunduğu Sanatsevenler Kulübü’nün korunması için
diğî çaba. Sonra kendisine M.B.K. başlıklı zarfla gönderttiği teselli verici kısa mektubum. Kurtu luşu. Ve bir sabah Ankara garında çok az sayıdaki bir grupla karşılayışımız. Eski sahte kalabalığı bulamayan fakat bunu sürpriz kabul etmeyen metin ve gerçekçi insan. Ve işte, daha sonraki bir ih ti lâl teşebbüsü sonucu (22 Şubat Olayları) yapılan idamlarla ilgili hayıflanması : «Dedesi koruk çiğ ner, torununun dişi kamaşır».
İşte muhterem annelerini ebediyete birlikte yolcu ettiğimiz Şişli Camiî ve Zincirlikuyu Mezar lığındaki aile kabristanı. Ki Fâik Âli çok daha önce gelmişti oraya. Yambaşında Abdülhak Hâmit vardı. Ki şimdi, yani üç yıl önce kendisi geliyordu.
Bir şiirinde :
Şurada anamla babam, Bütün saydığım sevdiğim, Arkadaşlarım akrabam... İçlerinde ben eksiğim.
dediği yere.
Bu arada dikkatlere sunmayı gerekli gördü ğüm bir tesadüften, daha doğrusu bir tecelliden, söz etmek istiyorum : Aziz şairimiz gözlerini bir
4 Nisan günü (1911) dünyaya açmış, 31 Mart günü (1975) kapamış. Ama cenaze namazı, yine bir 4 Nisan günü ( ’ 975) kılınmıştır. Gelin artık 4 Ni sanlara Munis Faik Ozansoy günü diyelim.
Düşündüğü gibi yazdığı yazılardan «Unutmak» başlıklı olanında şöyle diyordu : «Evet, nisyân, ölüler için, mezardan daha korkunç olan ikinci bir mezardır. Fakat diriler için, tek teselli. Dün yada iyilikle kötülüğe yan yana yer veren Allah, insana da bunlara karşılık iki hassa verm iştir; ha fıza ve unutma.»
Unutmadık, bizden sonrakilere de unuttur mamağa çalışacağız ve adıgeçen yazınızdaki : «İlâhi kudretin değişmez tecellisine uyarak, iyiliği daima hatırlamak, kötülüğü unutmak lâzımdır. Böy lelikle birine şükran borcumuzu ödemiş, ötekine de en ezici cevabı vermiş oluruz. Size yapılan fenalıkları, haksızlıkları, asil bir müsamaha ile unutup geçiniz. Bu, bir nevi mânevi sadakadır. Si zi fazla yükseltmese de, muhatabınızı pek ziyade alçaltır.» öğütünüzü, yerine getirilmesi zorunlu bir vasiyet olarak kabul ediyoruz.
Çünkü siz hep bunu uygulayarak bize örnek oldunuz. Allah rahmet eylesin...
Yol bulurdu türkülerde kervanların İnceden bir yoldu hasret gülüşe Söndü bülbül devri sen anlat gülüm, Haramiler bağban olmuş nasılsın? Tan olup ağarmaktı candan sevmeler Bitmeyen şafaklarda gezer aklım Gönül gözüm bir yıldızla kaymış Aldatır bizi üryan güneşler
Dağlarda kaval, dergâhta ney susmuş Bir derviş bir çobandı adın,
Evvel zaman içinde nerde kaldın? Tükenirdi yiğit hüzünlerde her yokuş Sesini kaybedeli sular çeşme değil Dönsen kınalı müjdelerle sılaya turnam, Di! bulanmış, ırmakları anlar mısın?
BİR
D0NY1Y1
DOĞRU
Y A H Y A A K E N G İN
_ İffet İnan
Seferberlik kağnısına döndü yalnızlıkta kemanlar, Bir gazi gönül bul ki dinlesin...
Özyurdunda ıssızlığı çeker bağrımız Ağıt düşer destansız yüreklere cemredir
Ağıtlar gebedir söylerse dağlar,
Başında dumanımız yamacında sevdamız Hergün yeniden doğmak için ırmakleyin Varalım denizlere bir mavi candır ölüm
Yeşerir dudaklarda dünyaya sancak olan gülüşler Eğlen turnam, bekle gülüm...