r?j> *
---Jletkik
+*
Kanlıcamn bir yalısında
Nakit Sırrı mn eseri
Hayır.. Kitabın ismi bu değil.. Nabit Sırrı, küçük bir cilt tutan eserine “ Eski resimler,, adını koy muş. “ Kankanın bir yalısında,, bu ufak cildin içine sıkışan bir büyük hikâyedir. Bunu “ Eri cen
ge gitti, cenkten döndü,, isimli bir başka küçük hikâye takip edi yor. Bu hikâye bende, formanın boş aklan sayıfalarını doldurmak için rasgele ve çarçabuk seçili- vermiş bir hikâye tesiri bıraktı.
* * *
“ Kanlıcamn bir yalısında,, Boğa- ziçinin çok güzel ve kuvvetli bir
tasviriyle başlıyor. Gözleri
miz matbaa yazısının girintili çı kıntılı harfleri arasında, bir düzi- ye giden kara satırları takip e-
derken, muhayyelemiz işliyor.
Sabah ve akşam güneş’ erinin, a- kınlarında bin bir renk oynaştır dığı boğazın mavi sularını düşü nüyoruz. Güneşin aralıklarına
so-kulamadığı korularıyle; denizin, ta pencerelerine kadar gelip mı rıldandığı, harap ve boş hissini veren kafesli yalılarıyle; heybet
li hisarları,, “ pencerelerinden j
sanki suları yakmak için her ge ce denize renk renk ışıklar dü şen,, köyleriyle; Anadolu yakası nın basık tavanlı sahil kahveleri- le, Nahit Sırrının bu tasviri Boğa- ziçini gözlerimizin önünde can landıracak kadar kuvvetlidir.
Sonra.. ıssız sahilleri karaya çe kilmiş sandallarla, kayıklarla do lu; korularında karanlık göke ka dit kollarını uzatan asırlık ağaç- İarıyle; boş gidip gelen vapurla- 1 rıyle, kış mevsiminin boğazı., mü
kemmel.
•¥ * *
Vak'a rubu asra yakın bir ma zide geçiyor.. Dekor: Kanlıcada Harputî zadelerin pembe boyalı, 82 pencereli büyük yalısı.. Birinci plânda eşhas: dcğar doğmaz ve
sünnet olduğu zaman padişah ta rafından birer rütbe alan Ahmet Reşit efendi... (On yaşındayken bile kellifelli bir efendi gibi giyi nen; dainiz, zatı âliniz diye ko nuşan enteresan bir tip.)
Kazasker Molla Bahaettin e-
fendi.. (Karakterini hikâyenin
mevzuunu anlatırken öğrenecek siniz.)
Ahmet Reşidin büyük annesi
ve Molla Bahaettin efendinin
haremi. (Altmış beşlik bir kadın. İnce belli, çok uzun etekli entari siyle, yahnin hasır serili sofala rında dolaşan; saçları kınalı, kaş ları rastıklı, gözleri sürmeli, türk- çeyi el’an çerkes şivesiyle konuşur bir saraylı... ö y le bir saraylı tipi ki, portresi bundan daha güzel ve kuvvetli çizilemez.)
İkinci plânda: Geçkin yaşları na rağmen henüz koca bulama mış dört kerime hanım. Bahaettin
molla efendinin kızları. İkinci
zevce. Ve saire...
Vak’ ayı bir sayfiye mevsimini Kanhcada geçiren Fuadın ağzın dan dinliyoruz. Bir tesadüf, kü çük Fuadı Molla Bahaettin efen din»* küçük torunu Ahmet Reşitle taraşt:rıyor. Hex' geçen gün, ah baplığı biraz daha ilerletiyor.
Gene yalının sahibi, Ahmet Re
şidin dedesi garip bir adamdır. Kazasker Bahaettin Molla bey, dağdaki köşkünden hiç dışarıya çıkmaz. Ne kimse onun, ne de o kimsenin yüzünü görür. Ahmet Reşit bile dedesinin ne biçim in
san olduğunu bilmiyor. Köyün
yerlileri arasında muhtelif riva yetler dönmektedir. Kazaskerin, on iki senedenberi, sultanın emri ile dağdaki köşkte mahpus tutul duğunu, molla efendinin âhır öm rünü genç ve güzel bir cariye ile hoşça geçirmek için inzivaya çe kildiğini söyliyenler var. Maama- fih ihtiyarın aklından şüphe e- denleı* de yok değil.. Harputiza- deler ailesinin ifadesine göre: “ Efendi hazretleri ibadetle meş- ; güldürler!,,
Fuat, yaşından büyük bir me rak ve tecessüs içindedir. Bir gün Ahmet Reşidi kandırıyor. Gizlice köşke çıkıyorlar. Fakat, içerden duydukları garip bir türkü ve hav layışa benzer boğuk bir kahkaha, ibadetle meşgul molla efendiyi görmek hususundaki cesaretlerini kırıyor..
Seneler geçiyor. Bir haziran günü, Fuatla Ahmet Hurşit şirket vapurunun güvertesinde karşıla şıyorlar. Ama o eski Ahmet Hur- i şit şimdi siyah, seyrek sakallı; ba
sa-rıh, siyah cüppeli bir hoca efen didir. Fuat, fırsatını bulur bul maz Ahmet Reşitten, dedesini gö rüp görmediğini soruyor. Üç sene evvel gördüm cevabım ve nasıl, ne vaziyette gördüğünü hiç bir
yerde ve kimseye söylememek
kaydiyle Molla efendiyi ziyaret vaadini alıyor.
Hakkında köy halkınca türlü türlü rivayetler söylenen, dağ köşkünün ibadetle meşgul esra rengiz sakini kazasker Bahaettin molla efendi işte:
“ Ortada hesapsız kedi dolaşı yordu. Ve boyunlarından geçen birer iple hepsinin başlarına mi ni mini sarıklı minimini birer fes bağlanmıştı.,, “ Sonra birden far- kettim: Avlunun tam nihayetin
den bize doğru sıska bir köpek geliyordu. Ve onun kediler gibi sade minimini bir fesle sarığı de ğil, bütün vücudunu örterek an cak dört ayağını meydanda bıra
kan bir de beyaz entarisi mev
cuttu. Bu beyaz entari muhakkak yüz yerinden yırtılmış olduğu için kaburgaları sayılan sıska vücudu ve bu sıska vücudu kaplıyan tır mık ve yaralar görünüyordu. “ Ve karşıda, köpeğin birden peyda o- lup bize doğru geldiği tarafta, başlarına bezler sarılı minimini fesler geçirilmiş oHn bu hayvan
ların manzarasını daha iyi seyre debilmek üzere iki basamak üstü ne konulmuş bir koltukta, yüzü fevkalâde buru?,muş olduğu halde sakalı kömür gibi sivahm boyan mış ve yanaklarına aî’ rklar sürül müş muazzam sarıklı ve çok iri b?şlı bir hoca efendi oturuyordu.,.
Garip kedilerin hepsi de, kazas ker efendi tarafından verilmiş bi rer at taşıyor: Şu kedi Mürai, mü nafık, dessas Ahmet Namık efen di.. Şu, Ata efendi., filân ve filân.
Ecdadı arasında birkaç şeyhü lislâm sayan ve henüz otuz iki yaşındayken kazaskerliğe erişen Bahaettin Molla efendiye, Abdü- lâziz zamanında saraydan, meşi hat makamına getirileceğine dair bir müjde gelir. Fakat aslı çık maz. Meşihat makamını bir baş kası kapar. İşte Bahaettin efendi nin aklı bu tarihten itibaren zıva nasından çıkar ve bütün hayatım, dağ başındaki bu köşkte, çılgınca bir nefret ve kin neticesi şeyhülis lâm ve kazaskerlerin isimlerini
verdiği sıska, uyuz köpeklere
vakfeder. Onları biribiriyle bo ğuşturur; kendini avundurur.
Ahmet Reşit bu vaziyetten pek
müteessir. Fakat onu üzen bir
başka şey daha var: — İttihatçı lar an’anata riayet etmiyorlar.
3
Meşihat makamına kazaskerler harici insanlar getiriliyor.
“ — Bu ne haksızlık! An’ anala bu ne riayetsizlik! İlmiye rütbele ri neden artık tevciye edilmesin! Nasıl oluyor da, bu kadar kazEs- kçri çiğniyerek mahreç payeîi bir
medrese hocası şeyhülislâmlık
makamına gelebiliyor?.,,
Tekrar seneler.. Bahaettin Mol la efendi ölmüştür. Ahmet Re şit efendi ölmüştür.. Acaba Ah met Reşidi öldüren de, dedesini boğan meşihat makamı hırsı mı dır? Bu muhakkak. Fakat acaba o da merhum dedesi gibi, kazas
ker efendilerin isimlerini kedilere takarak, o kedilerin birbirleriyle ve beyaz entarili bir köpekle bo ğuşmalarını sabahlardan akşam lara kadar seyretti mi?.
* * *
kor da mahallîdir. Hiç yadfırga- J mıyoruz.. Görüş ve anlatış çok güzel; san’atkârane.. Üslûpta o benim hiç sevmediğim, tahammül bile edemediğim lâubalilik yok. 1- fade, somurtkan değil.. Muharrir, edebiyatı cedide üslûbunun tesi rinden kurtulmuş. Terkiplere ras- lamadım diyebilirim. Bugün için kulağımıza garip gelen kelimeler de yok gibi bir şey.. Ancak.. Ma- hit Sırrının, bir karii sıfatıyle, cümlelerinin uzunluğundan şikâ yet edeceğim. Cümlelerin kısaldı ğı gün, zannediyorum ki, muhar rir bugünün yazı yazanları içinde
üslûbunun kıyraklığı ile de ün
plânda gözükecek..
Reşat ENİS
Nahit Sırrı, Kanlıcanın bir ya- ı lısında hikâyesiyle, ilmi babadan | evlâda intikal eden garip zihni- yetli, yarı deli softaların ihtiras- i
larını çok kuvvetli hicvetmiş. Bir ] türlü meşihat makamına geçemi- yen kazasker Molla efendinin za vallılığına gülmemek kabil değil.. | Ona acıyoruz da... Pembe yalının ı küçük beyi, siyah seyrek sakallı ' Ahmet Reşit efendi de öyle...
Nahit Sırrı, mevzuunu iyi seç-
j
miş. İyi de işlemiş. Mevzu da, de- {Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği T a h a T o ro s Arşivi