• Sonuç bulunamadı

Kumkapı'da...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kumkapı'da..."

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

D

aha önce de bir yerlerde yazmış olmalıyım: İnsanlar, bir mekânı anlatırken, aslında, bi­ raz da ken d ilerin i an latırlar. O m ekân, gizemli bir harçla belleğe dönüşüverir; - gerçeklikteki mekânı, anılardan ayırdede- mez olursunuz. O mekân, belleğinizde, sizin için bir imgeden öte bir şey değildir artık! Ve siz, o mekânı anlatırken, elbette, belleğinizin size dönük

yüzündeki o imgeyi anlatırsınız.

Bakın, ben de öyle yapacağım; bende bir imge ola­ rak görünen Kumkapı’yı anlatacağım...

Benim ilkgençlik yıllarım, İstanbul’un Fatih'inde, Fatih Tramvay durağı ile Saraçhanebaşı arasındaki, o geçmişi neredeyse Osmanlılık kadar eski çınar ağaçlarının koyu ve belki de biraz nefti gölgeleri üzerinde yürümekle geçti. İki yanından tramvayla­ rın aktığı bir bulvar gibiydi Macar Kardeşler Cadde­ si... Ve biz, bu koyu, neftî gölgeler içinden seçile­ bilmek isteyen genç aylaklardık o yıllarda...

Genç aylaklar, diyorum, anlatayım. Bende aylaklık, her zaman amaçsız, kayıtsız, koşulsuz, işte öylece bir yerlere yürümektir. Aylak, yürür ve bakar; -imgeler derlemek için! Bir flâneur! Ben de öyleydim ilkgenç­ lik yıllarımda; sokakların,

parkların, evlerin ve ağaç­ ların büyülü imgelerini bu­ lup çıkarabilm ek için aylaktım ve beni, hep Ye- nikapı ya da Kumkapı’ya yürümeye, belki bilinçdışı, götüren, bu büyülü imgele­ ri oralarda buluyor olmam­ dı... Aksaray’dan Yenika- pı’ya ya da Çemberlitaş’tan,

M uvakkıthane Cadde-

si’nden Kumkapı’ya (o yıl­ larda Sahil Yolu açılmamış­ tı henüz!) yürürken, birçok büyülü imge edindiğim i söylemeliyim. Bu büyülü imgelerin içinden biri, Sait Faik Kum kapı’da imgesi alır beni, anıların ülkesine, “hayalin mağlup olmadığı” o ülkeye götürür...

Neden Sait Faik? Sait Faik’i, yanılmıyorsam 1953 yılıy­ dı, ilk kez Kumkapı’da gördüm de ondan! Kimlerle birlikteydi, yalnız değildi çünkü, bilemiyorum; ben- deki o büyülü imgede seçilmiyorlar ötekiler. Ama Sa­ it Faik orada işte; -kısa kollu bir gömlek var üzerin­ de; beyaz, tuhaf, sanki uçuyormuş gibi oturuyor o masada. Bu büyülü imgeye baktığımda, gömleğini bir albatros kanadı olarak duyumsadığımı düşünüyorum. Sait orada işte, Kumkapı alanına atılmış bir masa ve o, önünde bir rakı kadehi, uçacakmış gibi duruyor... Bu büyülü imge, daha sonra, çok sonra, Tunç Yal- man’ın Sait Faik’in ölümünden sonra yazdığı bir anı yazısı ile örtüşür bende. Sanki bir melodiye çok son­ ra yazılmış bir şarkı sözü; muzip, hafif bir şarkı sözü gibidir Tunç Yalman ın o yazısı. Tunç, yanılmıyorsam Şakir Eczacıbaşı, Özcan Ergüder ve belki de Özer Esen’le birlikte, Sait’i Kumkapı’ya götürmüşlerdir; -o yıllarda bu ekip, Vatan gazetesinin Sanat Yaprağı nı çıkarmaktadır. Cümbür cemaat Kör Agop’a düşerler.

Bu büyülü imgeye

baktığımda,

gömleğini bir

albatros

kanadı olarak

duyumsadığımı

düşünüyorum.

Sait Faik orada

işte, Kumkapı

alanına atılmış

bir masa ve o,

önünde bir rakı

kadehi, uçacakmış

gibi duruyor...

S K Y L IF E 61

(3)

■,r: B Bat\ V t: m 0 sÛ — • ; w m m o M K S / T 6 2 S K Y L IF E EKİM -^ | K O C T O B E R 1993

(4)

Kör Agop’un, adı üstünde, bir gö-

r . J ||

/ii yoktur. Tune, bir şeyi daha belirtir o yazısında: Kör Agop’un karısının da bir gözü görmemek-

W\ l / 0 tedir! Bu belki biraz şaşırtıcıdır,

m ». Ama 7 unçt asıl şaşırtıcı olanı sona saklar: Kör Agop’la karısının bir kedileri vardır ve kedinin de bir gözü kördür!

O gün Kör Agop, kendi meyha­ nesinde konuklarını ağırlar. Şa- kir’le Özcan’ı ve elbette Tunç’u yakından tanıyordur; -gelgeldim Sait Faik’in kim olduğunu bilmi- yordur! O gün içkiler içilmiş, he­ sap ödenmiş, tam çıkılmak üzere­ dir ki Agop, Tunç’a, o kadar say­ gıyla ağırladıkları çipil gözlü sarışın adamın kim olduğunu sorar. “Sait Faik”, der Tunç Yalman, “bü­ yük bir yazardır!” Agop telaşlanmıştır ve Tunç’un yaz­ dığına göre şöyle demiştir: “Sayıt Fayık deye neden beni akort etmedin evladım?”

P. G. Inciciyan’ın, “eski adı ‘küçük iskele’ manasında olan Kondoskali idi" dediği Kumkapı (doğrusu, “Kondoskali” değil; “Kontoskalion”dur!)( ve Bizans tarihçilerine inanmak gerekirse Kumkapı limanı İsa’dan sonra 8. yüzyılda inşa edilmiştir. Öyleyse R. Janin'in Constantinople B yzantindde sorduğu soruyu yineliyelim: “Kontoskalion”, yani “küçük iskele” adı

nereden geliyor? Rivayet muhtelif: Tevatür o ki, 8. yüzyılda, Agallianos adında bir kule komutanı görev­ liymiş Kumkapı’da. Agallianos’un bir de takma adı var: “Kontoskelis”, “kısa bacaklı” demek! Bu bacaksız Agallianos, 727’de imparator Leo’ya (Isaura’lı) ayakla­ nanlar arasında yer almış ve İstanbul önünde bir de­ niz savaşında ölmüş. Janin’in belirttiğine göre, bu öy­ kü doğru olmasa bile Kumkapı’ya Konstoskelis’ten (kısa bacaklı) bozma Kontoskalion (küçük iskele) adının verilmesi bundan dolayı... Deniz kıyısındaki bir bölgeye “kısa bacaklı” demenin bir anlamı yok el­ bet! Janin, halkın sağduyusu “kısa bacaklı”yı (Kontos­ kelis), “küçük iskele” (Kontoskalion) diye “tashih” edivermiş, demeye getiriyor... OsmanlIların "Kumka- pı” demelerinin nedeni ise çok açık: Kumkapı rıhtı­ mının, İstanbul’a kum döken gemilerin yanaştığı iske­ le olması...

Kumkapı’ya gemiler kum dökmeye gelirler de, içkici- ler, Metin Eloğlunun bir şiirinde dediği gibi, içlerine “rakı dökmeye” gelmezler mi Kumkapı’ya? Gelirler elbet! Benim ilkgençlik yıllarımda Kör Agop başta, Minas ve Nihat, Kumkapı deyince ilk akla gelen mey­ hanelerdi. Bizden öncekilerden içlerine “rakı dökme­ ye” gelenler, örneğin Ahmed Rasim üstadımız, “Kum- kapı üstündeki Büyük ve Küçük Müslim”e ya da “Ka- rabıçak”a” gidermiş. Doğallıkla parasız kalınca! Ah­ met Rasim, “zengin bir arkadaş olunca Sirkeci’deki Paris oteli altındaki Kafkas birahanesine veyahud Ba­ lık Pazarı nda, Limon iskelesindeki herhangi bir

mey-6 3

(5)

haneye gidilirdi” dedi­ ğine göre, Kumka- pı’da fiyatların, o yıl­ larda “eh v en ” ya da her kesey e uygun olması gerekir... Kumkapı’nın, özellikle içkiseverler arasında, uzun yıllar Kör Agop’la özdeşleştiril­ m esinin, Kumkapı

deyince, akla hemen Kör Agop’un gelmesi­ nin bir nedeni var el­ bet... Bir kere Kumka- pı, Osmanlı dönemin­ de İstanbul’un Ermeni hemşehrilerinin semti olmuştur -doğallıkla Samatya ile birlikte!., tlber Ortay­ lı, Samatya’daki Surp Kevork Kilisesi’nin başlangıçta Ermeni Patriklik makamı olduğunu belirtir, “ancak Ermeni nüfusun Marmara sahillerinin doğusuna yayı­ lıp kalabalıklaşmasıyla, l6 4 l’de patrikler de Kumka- pı’ya geçti” der. Böylece Kumkapı, 17. yüzyıldan baş­ layarak Ermenilerin yoğunlukla bulunduğu kıyı semt­ lerinden biri olur. Muhsin Ertuğrul, A m larinda, Aya irini kilisesinin önündeki geniş alanda "Sirkeci’den Yahudi, Kumkapı’dan Rum ve Ermeni arkadaşlarıyla" futbol oynadıklarını yazıyor. Demek ki, 20. yüzyılın

Bir zamanlar

Kumkapı açıklarında,

alamanayla balığa

çıktıklarında, boraya

yakalandıklarını

anlatıyor Karavokiri;

sonra “eskizamanın

Kumkapı Selâtin

meyhanesinde

çekilmiş bir şarabın

sabah mahmurluğuyla”

susuyor.

başında da, Ermeni hemşehrilerimizin çoğu, hâlâ Kumkapı’da oturmaktadır. Ilber Ortaylı’yı dinleyelim: “Ermeni nüfus, büyük olasılıkla 1453’den sonra Rum- lara karşı bir denge öğesi olarak geniş ölçüde (Kum- kapı’ya) yerleştirilmiş ve Rum patriğinden sonra I 4 6 l’de Bursa Piskoposu Havagim, Ermeni Patriği olarak atanmıştı”.

Eski Kumkapı’nın sokaklarını bilenler bilir. İstan­ bul’un en alımlı kârgir evleri Kumkapı’daydı. Kumka- pı’da Protestan Ermeni Okulu’nun sokağı “İstan­ bul’daki bitişik nizam kârgir konutların en güzelleri­ ni” barındırıyordu! -elbette, bir vakitler!

Şimdi belleğimde bir büyülü imge: Sait Faik, bu evlerden, bu güzelim kâgir evlerden birinden çıkıyor sokağa, deniz kıyısına doğru yürüyor. Bembeyaz gömleğiyle uçacakmış gibi, sahilde, orda, kahvede balıkçı Karavokiri’yi buluyor. Bir zamanlar Kumkapı açıklarında, alamanayla balığa çıktıklarında, boraya yakalandıklarını anlatıyor Karavokiri; sonra “eskiza- manın Kumkapı Selâtin meyhanesinde çekilmiş bir şarabın sabah mahmurluğuyla” susuyor. Sarı muşam­ bası (rüzgârda) dizini dövüyor.

Usulca yaklaşıyorum Karavokiri’ye. Küp gibi sağır. Sait’i gösteriyorum, “tanıyor musun?” diyorum. Ağzı­ ma bakıp söylediklerimi anlıyor, tıpkı L ü zu m su z

A dam'daki o öyküde olduğu gibi... Sorguyla bakıyor. “Sait Faik” diyorum, “büyük yazar!”

Kalın, kocaman bir sesle, “neden daha evvel akort

etmedin evlat? diyor. •

6 4

S K Y L IF E EKİM O C T O B E R 1993

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

At the end of December 2019, a new respiratory virus infection was identified in Wuhan city, China, in the province of Hubei, after patients with acute severe respiratory

Hikmeti hakkın cihan keşfinde hayrındır bütün Sen kemali himmetti temkin ile say ette bak Herkesin güç sandığı hizmetler andadır bütün Acze mecbur

In the first phase, the minimum standards would be formed, and in the second one the laws in the key areas would be harmonised (IOM, 2003: 261). Through this means, the

Bilhas­ sa İngilizlerden Vatson, Fransızlardan Glavani aileler; hukukşinas ve Meşru­ tiyetin ilk senelerinde Adliye müşavir­ liği eden kont Ostrorog ve

Fakat, kahve halka o kadar zevkli ve kahvehane hayatı da o derece lezzetli geliyor ki, az za­ man zarfında her ikisi he îstan- bula yayılıyor.. Kahvehane safa-

Hepimizin hayatında bazı mühim hâdiseler vardır ki, onlara ait karar safhalarında veya sonraları çok kere düşünmüşüzdür : “ Benim ye­?. rimde bir

A l - Falâki’ye göre, Mevlânâ, daha son­ raları sema’larının akisleri ve şarkılariy- le meşhur olan M evlevi tarikatini, Şem- si’i Tebrizî’nin

Bu çalışma neo-liberal dönüşüm sürecinin inşaat sektörüne etkileri, sektörde çalışan işçilerin işçi sağlığı ve iş güvenliği, çalışma koşulları,