• Sonuç bulunamadı

40 yıl önceki gece hayatımız

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "40 yıl önceki gece hayatımız"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

v 7 &eU ek

DlZÎ

MİLLİYET 8 OCAK 1993 CUMA

1

5

"Gazinoda okurken iki tane

tuvaletim vardı. Biri mavi biri

pembe. Birini bir akşam giyerdim,

diğerini ertesi akşam. Şimdi

bakıyorum da sahneye assolist

olarak çıkanlar, ild şarkıda bir

soyunma odasına gidip tuvalet

değiştiriyorlar"

'Akşam oldu

hüzünlendim

ben yine'

Yıl 1941. Yer Kristal Gazinosu, genç bir kız olarak provada...

Müzeyyen Señar:

70

şarkı ezberleyen assolist oluyor '

BAŞLARKEN

İSTANBUL... Uçsuz, bucaksız kent. Kimine göre “yaşanacak”, kimine göre “kaçılacak” yer. Ne zaman, neleri alıp “götüreceği”, neleri sürükleyip “getireceği” bilinmeyen bir rüzgarın hiç durmadan estiği, fırtınaların koptuğu şehir.

İstanbul... İyisi, kötüsü, çirki­ ni, güzeli ile sıralamada hep “liste- başı” kalmasını bilen, yıllar yılıdır kırsal kesimin cazibesine dayanamayıp gözünü diktiği gö­ çün merkezi.

Son yıllarca iyice dolap, ta­ şan, kabına sığmayan, sığmadı­ kça her değişikliği kucaklayan İstanbul.

Bu dizi yazıda İstanbul’un bir kesitini, 40 yıl öncesinin gece hayatını sanatçısı, gazinosu, pat­ ronu, parası, müşterisi, sahnesi, kostümü, ışığı, mikrofonu, aşkı, mutluluğu, mutsuzluğu, kısacası her şeyi ile anlatmaya çalışacağız. O dönemin şöhretlerinden bazı­ larını tek tek sütunlarımızda ko­ nuk edeceğiz. Yıllar öncesi İstan­ bul’unun renkli gecelerini, biraz da günümüzle karşılaştırarak on­ lardan dinleyeceğiz.

Evet, spotlar yanıyor, perde açılıyor. Mutlaka alkışlaya­ caksınız. Huzurlarınızda Müzey­

yen Senar. _

t . A .

Y

IL 1933... Haziranın son günleri... Şimdi İstanbul Rad- yosu’nun bulunduğu yerde Belvü Gazinosu var Sahne­ ye ürkek adımlarla, uzun boylu, ince yapılı, zarif bir kız çıkıyor. Çocuk bile diyebilirsiniz ona. He­ nüz 15yaşında. Gözleri hep yerde, önün­ de mikrofon yok. O dönemde kimde var ki, onda olsun mikrofon. İlk şarkı, ikinci şarkı derken, üç, beş devam ediyor prog­ ramına. Söylüyor, söyledikçe rahatlıyor. Gazino müşterilerinin ısrarı üzerine bir­ kaç kez sahneye dönüyor. Nihayet final. Kıyamet kopuyor sanki Belvü’de. İnanıl­ maz bir şey. Herkes ayakta alkışlıyor bu genç kızı.

Kim bilebilir ki, yüzü kızaran o mah­

cup kızın birkaç yıl sonra şöhretin zirve­ sine Türk sanat musikisinin bayrağını di­ keceğini. Kim bilebilir ki, ilk kez Belvü’de titreyerek sahne alan bu “çiçeği burnun­ da” sanatçının 47 yıl sürecek bir marato­ nun çıkışını yapacağını.

...Yıl 1993... Ocak ayının ilk günleri.

Başka deyişle 60 yıl sonrası. Çengelköy’­ de Boğaz’ı gören bir daire. Büyükçe sa­ lona dağılan renkli ve iri desenli kumaşla kaplanmış koltukta bir kadın oturuyor.

Kadının elleri, küçücük köpeğinin sır­

tında. Şefkatle okşuyor onu. Gözleri de­ nize inen yağmur taneciklerinde. Yüreği ise belki yıllar öncesinde, belki bir Belvü gecesinde.

Yüzünde hafif bir makyaj. Üstünde si­

yah, işlemeli bir bluz, aynı renkte panto­ lon ve çorap. Bazen durgunlaşıyor. Ba­ zen de kahkahayı patlatıyor. Genellikle dudaklarında tebessüm. Yılların izlerini getirip götürüyor o tebessüm sık sık.

Kadının ismi Müzeyyen Senar. 40-50

yıl öncesinin ve günümüzün gazino dün­ yasını kendi yaşam öyküsü ile birlikte ka­

rıştırarak öylesine güzel anlatıyor ki:

“ Benim ilk sahneye çıktığım gazinoy­

du Belvü. Siz Belvü’yü hatırlamazsınız. 10 lira yevmiye alıyordum Belvü’de. İyi paraydı o zamanlar 10 lira. Ailemin imkânları kısıtlı olduğu için istemediğim halde çalışmaya başlamıştım. Para, bizi sıkıntıdan kurtardı. Evimiz Üsküdar’day­ dı. Gidip gelmek zor oluyordu gazinoya. Talimhane’de bir ev tuttuk. Safiye Ayla da aynı evin katlarından birinde oturu­ yordu. Safiye ile komşu olmuştuk. Ben her akşam Belvü’de program yapıyor­ dum. Sahnenin önünde fasıl yapan kızlar vardı. Benden önce birkaç şarkıcı çıkardı sahneye. Onlara 'ara kızı’ derlerdi. Son­ ra sıra bana gelirdi. Benimle de program biterdi.

Devrizade İbrahim Bey gazinonun

patronuydu. Ne patrondu, ne patron. Ne­ rede şimdi öyle gazino patronları? Mum­ la arasanız bulamazsınız. Unutuyordum söylemeye. İki tane tuvaletim vardı. Biri mavi, bir pembe. Mongoldan yapılmış. Birini bir akşam giyerdim, diğerini ertesi akşam. Şimdi bakıyorum da sahneye as­ solist olarak çıkanlar, iki şarkıda bir so­ yunma odasına girip tuvalet değiştiriyor­ lar.”

“ Günümüzdeki assollstleri nasıl bu­ luyorsunuz? Yıllardır bu İşin İçindesiniz. Sizin döneminizle bir karşılaştırma ya­ par mısınız?”

“ Şimdi, 10 şarkı ezberleyen assolist

olup sahneye çıkıyor. İsmini renkli neon­ larla gazino girişinin en üstüne yazdırı­ yor. Duymadan, hissetmeden söylüyor. ’Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine’ diye okurken, gerçekten o hüznü yaşıyo­ rum. Hüzünleniyorum ve karşımdakini etkiliyorum. Assolistlik bizim zamanımı- zdaydı. öyle kolay kolay o unvanı kimse­ ye vermezlerdi. Biz, yılda bir ay izin ya­

par, 11 ay çalışırdık. Şimdiki assolistlerin kaç gün çalıştığını görüyoruz. Neden? Gazino dolmuyor da ondan. Kızın sesi yok, sahneye çıkıyor, ’Ben assolistim’ di­ yor. Haydi sesin yok, hiç olmazsa sahne hâkimiyetin olsun kızım. O da yok. Musiki bilgin de yok. Ne anladım ben bu işten. Neyse, biz yine gerilere dönelim."

“ Dönelim Sayın Senar...”

“ Belvü’den Mulen Ruj’a geçtim kış sezonunda. Fitaş’ın yerindeydi Mulen Ruj. Ardından Galatasaray’daki Londra Bar’a. Oradan da Taksim Panorama bah­ çesine. Gazinodan gazinoya geçiyor, is­ mim Türkiye’ye yayılıyordu.”

ATATÜRK’ÜN HUZURUNDA

Müzeyyen Senar’ın ilk turneye çıkışı

1935 yılının yazına rastlar. Bu turne ilk

aşkının başlangıcı ve nikâh masasına gi­ den ilk evliliğin yoludur:

“ Çok iyi hatırlıyorum. Bir yaz günü İs­

tanbul’dan vapurla Antalya’ya hareket etmiştik. Turneye gidiyorduk. Grupta

Şelmln-Zerrin dansöz kardeşler de var­

dı. Antalya’da büyük ilgi gördük. Oradan Ankara'ya geldik. Ankara’dan da Eskişe­ hir’e. Hay gelmez olsaymışım Eskişe­ hir’e. Bir adam musallat oldu başıma. Tutturmuş 'Evleneceğiz’ diye. Peşimi bı­ rakmıyor. İsmi Ali. Geziyoruz, dolaşıyo­ ruz. Ailem mutaassıp, razı değil böyle şeylere. ‘Evleneceksen, evlen. Yoksa o adamın bir daha yüzünü göremezsin’ di­ yerek kesip attılar. Hemen evlendim Ali Bey’le. Hemen bir çocuk. Gördünüz mü işi?

Evlenince sahneyi bıraktım. Sadece

radyoda çalışmaya başladım. Beyoğlu Postanesi’nin üstündeydi radyo. Size açıkça bir şey söyleyeyim. Çalışmayı hiç istemedim. Ama, yıllarca da çalıştım.

’ A ta tü rk , uzun

saçlarım ı

beğenm em iş.

Yanındakilerden

birine b ir şeyler

söyledi. O kişi, 'B eni

ta k ip e t'd e d i.

Banyoya g ird ik .

Kuaför geldi. Uzun

saçlarım ı şakır şakır

kesti. Yanım da

kocam da vard ı.

O nun da b ıyıkla rın ı

Neyse... Haftada bir kez okuyordum rad­ yoda. Aldığım para da 5 Ura.

Sanıyorum 1936 yılıydı. Bir akşam

radyodaydım. Nubar geldi. ‘Atatürk’e gi­ diyoruz’ dedi. Şimdi bile o heyecanı du­ yuyorum. Kalbim küt küt atıyor. Şarkıları­ mın bulunduğu bir defterim vardı. O def­ teri koltuğumun altına sıkıştırıp Dolma- bahçe Sarayı’nın yolunu tuttuk. Çok bü­ yük bir salona girdik kocamla beraber. Gazel yaprağı gibi titriyorum. Atatürk defteri istedi, verdim. Sonra yanındakile­ r i birine bir şeyler söyledi. O kişi, ‘Beni takip edin’ dedi. Arkasından yürüdüm. Bir kapıdan geçtik. Neredeyim biliyor musunuz? Banyoda. Elinde makas, biri geldi yanımıza. Kuaförmüş. Şakır şakır saçlarımı kesmeye başladı. Meğerse,

Atatürk uzun saçlarımı beğenmemiş, kı­

saltılmasını emretmiş. Ben, banyodan çı­ karken, eşim içeri girdi. Baktım onun da kalın bıyıkları kesiliyor. Beğenmemiş rahmetli. Sonra yanına döndük. İkimize baktı Atatürk, ‘öpüşün’ dedi, öpüştük ama bana sorun nasıl öpüştüğümüzü. Sonra da kocama ‘Sen git’ dedi. Kocam çekti gitti. Ben başladım şarkı söyleme­ ye. Ellerim buz gibi olmuştu. Ara sıra ha­ fif başımı çevirip Atatürk’ün masasına bakıyordum. Konser bitti. Eve döndüm. Kocam, ‘Ben olmadan nasıl şarkı söyler­ sin?’ diyerek dövdü beni.

► YARIN

Çakır Gazinosu sahnesinde, dekor olarak “ Kimler geldi kimler geçti" yazısı ve daha önce konser verenlerin çerçeveli fotoğrafları yer alıyor... Assolist yine Müzeyyen Senar...

Hamileliğimi, sahnede

dokuz ay sakladım"

(2)

dizi

MİLLİYET9

OCAK 1993 CUMARTESİ

15

e

'Sahnede hamileliğimi

dokuz ay

sakladım '

M

ÜZEYYEN Señar, bazı sanatçı arkadaşları ile birlikte 1938 yılında An­ kara radyosunun açılışı­ na katılır. Bir yıl sonra

Ercüment Işıl’la tanışıp

evlenir. 1941 yılında tekrar İstanbul’a ge­ lir. O dönem İstanbul’unun ünlü gazinosu Krlstal’den teklif alır. Artık Müzeyyen Se­

ñar, 30 lira yevmiye ile Kristal sahnesin-

dedir.

• “ Sizin çalıştığınız yıllardaki gazino müşterileri nasıldı?”

- “ Şarkı söylerken çıt çıkmazdı sa lo n -.

da. Çatal-kaşık sesi duyulmazdı. Dolardı salon. Bira kasalarının üstünde oturur­ lardı. Sanata, sanatçıya saygı vardı Ge­ lenler, musikiden anlardı. Sahnede şarkı söyleyen sanatçıyı dinlemek için gazino­ ya gelirlerdi.”

- “ Şimdiki gazino müşterileri niçin geliyor?”

“ Seyretmek için geliyorlar. Tabii ara­

larında istisnaları var.”

- “ Neyi seyrediyorlar?”

- “ Beni konuşturuyorsunuz. Neyi sey­

redecekler? Göğüslerini çıkarmış, ba­ caklarını, göbeğini açmış solisti seyredi­ yorlar. Bana ne! Ben, yine kendime dö­ neyim."

- “ Sizi dinliyorum.” - “ Nerede kalmıştık?” “ Assolistlerin kıyafetlerinde.” - “ Onu söyledik. Haaa. Kristal’de ça­

lışırken, bu kez Maksim’in patronu Laz Hasan’dan teklif aldım. ‘Müzeyyen Abla bize gel, yevmiyen 35 lira’ dedi. Kristal’ln sahibi Hacı Hamdi’nin oğlu Mahmut An-

lar’a durumu anlattım. ‘35 lira sen ver,

burada kalayım’ diyecek oldum. Kızdı, ‘İşte kapı’ dedi. Ben de kapıdan çıktım. Maksirri’de çalışmaya başladım. Sonra daTepşbaşı.”

“SEYİRCİDEN SAKLANDIM”

Yıllar birbirini izler ve 1944’e gelinir.

Yaz-kış Tebebaşı’nda çalışan Müzeyyen

Señar, ikinci kez anne olmanın mutlulu­

ğunu tadacaktır. Hamiledir. Doğal olarak sahneden ayrılması gerekir. Ancak, ge­ çici de olsa sahneyi bırakmaya gönlü ra­ zı olmaz. Doğumdan 20 gün öncesine ka­ dar hiç aksatmadan sahneye çıkıp prog­ ramını tamamlar. Gazino müşterilerinin büyük bölümü de Müzeyyen’in hamile ol­

'Şarkı söylerken çıt çıkm azdı salonda,

Çatal-kaşık sesi duyulm azdı.

G azinoya, o yıllarda sanatçıyı

dinlem ek için gelirlerdi. Yer bulam a­

ya nlar, bira kasalannın üzerinde

o tu ru p dinlerlerdi

duğunu anlamazlar. Nasıl mı? Söz, yine yılların sanatçısı Müzeyyen Senar’ın:

- “ Sahneye tahtadan süslü bir para­

van koydular. Yüksekliği karnımın üstün­ de. Mikrofon, paravanın önünde ve dışın­ da. Perde açılmadan ben paravanın ar­ kasına geliyorum. Sazlar çalmaya baş­ larken, perde açılıyor. Ben, seyirciye gö­ re paravanın arkasındayım. Başlıyorum programıma. Yaklaşık bir saat veya bir saat 15 dakika durmadan şarkı söylüyo­ rum. Coşuyorum da, coşturuyorum da. Sonra perde kapanıyor. Paravanın arka­ sından ayrılıyorum. Karnı burnunda ha­ mile Müzeyyen’i kimse görmüyor. Şimdi­ kiler yapsınlar bakayım. Hamile kaldık­ tan bir ay sonra bile sahneye çıkamıyor­ lar.

Doğumdan sonra, tekrar sahne. Yeni

gazinolar... Novotni, Çiftesaraylar, Be­ yaz Park, Kızkulesi, Küçük Çiftlik, Yenl- kapı’da Çakır. O Çakır’ın bir patronu var­ dı: Mehmet Çakır. Hey gidi hey. Adam programın sonuna doğru mikrofonu eli­ ne alır, ‘Garsonlara inanmayın. Adisyo­ na dikkat edin’ diyerek müşterileri uya­ rırdı.”

“ KÖTÜ YAZI, KÖTÜ KADER”

Müzeyyen Senar, sanat yaşamında

başarılı yıllar geçirir. Şimdiki deyimi ile hep ”star”dır. Tek eksiği vardır sadece. Mutluluğu bir türlü bulamaz. Mutlu oldu­ ğunu sandığı yıllar çabuk biter. Sonuç hep hüsrandır:

“ Ercüment Işıl’dan iki çocuğum ol­

muştu. Ne yazık ki evliliğimiz çok sürme­ di. 1950 yılında ayrıldım Ercüment’ten. Oysa mutluyduk. Nasıl oldu, ne oldu bile­ miyorum. Kötü kader, kötü yazı. Ben ka­ dere inanırım. Daha bitmedi. Bir süre sonra üçüncü evliliğimi yaptım. Sefire ol­ dum.”

SAHNEDEN DİPLOMASİYE

Suudi Arabistan’ın Ankara Sefiri Tev- fik Hamza, bir yerde Müzeyyen Senar ile

karşılaşır. Uzatmayalım, peşinden ayrıl­ maz. Tepebaşı’na gelir Müzeyyen’i din­ ler. Aracılar koyar. Tek isteği Müzeyyen ile evlenmektir. Peki, bu evlilik İçin

Mü-Sanatave

sanatçıya

saygılı

yıllar

geride

kaldı

Ses sanatçısı Müzeyyen Senar, hamileliği anlaşılmasın diye, sahneye konulan bir kürsü arkasından konserlerini veriyordu.

"Ç a k ır G azin osu'n un patron u M ehm et

Ç akır dı, Hey g id i hey... Adam p ro gram ın

sonunu do ğru , m ikrofon u eline a lır,

'G arsonlara inanm ayın. Gelen hesaba

d ikka t edin' diyerek m üşteriyi u y a rırd ı...'

Gazinolara sadece konser dinlemek İçin gldiien günler...

zeyyen ne düşünür? Her şeyi olduğu gibi

onu da açık yüreklilikle anlattı:

“ Adamın ilgisini görüyordum. Ama,

inanın evlenmek istediği aklıma gelmi­ yordu. Hediye paketleri gönderiyor, gitti­ ğim yerlere geliyor, ben yine saf saf hiç aklımdan evliliği geçirmiyordum. Sonun­ da kendi kendime, ’Niye evlenmiyor­

sun?’ diye sordum. Cevabını da kendim verdim: Sefirle evleneceğim. 1951 yılın­ da Tevfik Hamza ile evlendim. Suudi Ara­ bistan’da imam, Türkiye’de resmi nikâh. Tabii sahneyi bıraktım evlenince. Artık, sefire olmuştum. Her akşam kokteyller­ de, balolarda, diplomatların arasınday- dım. Dedim ya, kötü kader. Bu da yürü­ medi. Beş yıl sonra sefir eşimden ayrıl­

dım. Bu evliliğim sırasında neler söyle­ mediler, neler yazmadılar, ne dedikodu­ lar yapmadılar... Sonunda evimi yıktı­ lar.”

- “ Sayın Senar. Sizinle görüşebil­ mem hayli zor oldu. Basınla pek diyalog kurmak istemiyorsunuz gibi geldi bana. Siz açık konuşan İnsansınız. Gazetecile­ re niye bu kadar soğuk bakıyorsunuz?”

- “ Biraz önce evimi yıktılar derken,

size söylemedim. Sorduğunuz için söy­ lüyorum. Benim evimi gazeteciler yıktı. Sefir eşi iken, olmadık şeyler yazdılar. Şimdiye kadar sadece bir gazeteci ile yaptığım röpotajda söylediklerim aynen verildi. Hiç İlave yapılmadı. Sanırım siz de söylediklerimi aynen vereceksiniz, öyle değil mi?”

SÜRECEK

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

¡den Mahmut oğlu Abdullah İlter ve beş hissede iki hissesi Mahmut oğlu Abdullah ve Ali oğlu Mehmet ve Abdi oğlu İsmail ve Mehmet Ali oğlu İsmail ve Halil

Kocası, daha karısının ce­ nazesi kalkmadan, onun yerini al­ mağa hazırlanan bir arkadaşile, bo­ zulan işlerini düzeltmek için yeni bir Ankara seyahatine

Finally, there is a book that analyzes how that system really works; why women have difficulty adjusting to it; exactly what they can do to achieve, not only equal opportunity, but

Abdi İpekçi öldürülmüştü, ve herkes onun için aynı şeyleri söylüyordu: BÖLÜM 1. Abdi

Joubert sendromu anormal solunum düzeni ve göz hareketleri, hipotoni, ataksi, serebellum ve beyin sapının nöropatolojik anomalileri ile birlikte gelişimsel geriliğin

Falih Rıfkıya ve her sevdiği­ miz değerli Türk muharririne yakışan şey, bugün, istikrar ve itidal bahsinde Hüseyin Cahidin de, başkalarının da, be­ nim de

CCA ile emprenye edilen kızılağaç odununun liflere paralel basınç direnci ve statik eğilme direnci değerleri Tablo 2 ve Tablo 4’de homojenlik grupları ve

Nadir (Nadi) Bey’e yazdığı mektupta hiç unutmam «sana çifte kav­ rulmuş bir delikanlı gönde­ riyorum» diye yazmıştı. An­ kara’ya geldim beş