6
/fahacc/tf
Fikirler ve insanlar
Roman hakkında
Nahit Sırrı Bey hikâye ve romanyazmakla iktifa etmez, sanatinin sırlarını, inceleklerini düşünmeği
de sever, oldukça velût bir münek kittir. Geçen sen çıkan E d eb iyat ve sanat bahisleri isimli kitabından bahsetmiştim; bu sene R om an ve h ikâye isimli küçük bir kitap da ha çıkardı. (1 )
Uzun kitaplar, fiatleri bittabi yüksek olduğu için, çok yazık ki pek rağbet göremiyor; bunun için Nahit Sırrı Beyi böyle 64 sayıfa- lık “ brochure,, Ier çıkarmakta hak lı buluyorum, yazılarında faydalı, hattâ okunması lâzım olan parça lar vardır; bunların dikkat celbet- mesini temin için muharririn, sa tış şartlarını düşünmesi elbette meşrudur... Fakat , alışıklık, insan tenkit yazılarını ya gazete, mec mua sayıfalarında, veya hiç ol mazsa on beş yirmi formalık kitap (arda okumak istiyor.
Nahit Sırrı Bey bizde elli alt mış seneden beri roman, hikâye, yazıldığı hâlde. “ bunların mahi yetlerini tayin ve birini ötekilerden ayıran şeyleri tarif için hattâ kısa bir yazı” yazılmamış olduğundan şikâyet ediyor. Kendisi bu eksiği tamamlamak istiyor. Güzel bir ni
yet; fakat... Nahit Sırrı Bey roma nı, hikâyeyi tarife muvaffak olama mış demiyorum; onun söyledikle rini de kabul edebiliriz; yalnız ro man ve hikâye onun tarifleri çerçe vesinden çıkınca da yine ses çıka ramayız.
Şimidiye kadar böyle bir kitap niçin yazılmamıştır ? Bu su - alin cevabı bence gayet le kolaydır: Yazılam az da on dan. V e yahut ki böyle bir mevzu üzerinde — hiç bir neticeye var- mamağa katlanarak — senelerce nünakaşa edilir, herbiri kendinden
evelkileri cerheden ciltler yazılır. Roman ve hikâye yoktur , ro mancı ve hikâyeci vardır. Bunlar biribirinden hacimleri ile de ayrıl mazlar. Benjamin Constant’ın A - d o lp h e’u gibi ufacık bir roman, A - lexandre Dumas’nın M onte-Chris-tO SU gİbİ birkaÇ ciltlik hikâye var dır. Bütün fark tasavvurdadır. Na hit Sırrı Bey bunu iyi anlamış, ro manda bir devri , hiç olmazsa bü tün bir insan hayatını görmek iste diğini söylüyor; bunlara bir ihtira sın tahlilini de ilâve etseydi esas ta bir itirazım olmazdı. Fakat ha m ı meselesini mevzuu behsediyor:
niş devirleri kavrayınca, romandan | istenecek şartlar meyanmda uzun luğun bulunması tabiîdir” diyor. Halbuki bir devrin havasını ver mekten bahsedince türkçe kitaplar arasında hatırıma evvelâ Falih R ıf- kı’mn R o m a n ı geliyor: hiç de u- zun değildir. O kitap mükemmel bir eser değilse bunun kabahati ha- cimde^veya ne olduğunu bir türlü anlıyamadığım, hiç bir tereddüt duymaksızın inkâr ettiğim “ ro man tekniği ” nde değildir; çabuk, alelâcele yazılmış olmasındadır. Yoksa şimdiye kadar bizde yazıl mış olmasındadır. Yoksa şimdiye
tirecğini bilemediği için, Suat ile Necip’i bir yangında mahvettiğini, fakat bunun pek sunî” bir netice olduğunu söylüyor- Bunu tasdik e- detyl iriz; fakat Nahit Sırrı Bey di ye ki : “ Necip Bey yahut Sürey ya Bey (...) sık sık binecekleri Şirketi-Hayriye vapurlarının birin de n denize düşerek, yahut (...) tre ne çiğnenerek, yahut ta sadece yol da giderken birinden birinin başı na yerden ( ? ) ağır bir taş düşe rek ölemezler m iydi?,, Bunu tabii buluyor. Yangınla böyle bir kaza a rasmda sunîlikçe ne fark vardır, anlıyamadım.
kadar bizde yazılmış romanların en canlısı ve en mükemmelidir.
Roman tekniği yoktur, her ro mancının bir tekniği vardır. Bu nun için Nahit Sırrı Bey böyle u- mumî mülâhazalara giri - şeceğine gerek Türk, ge - rek ecnebi bir kaç romancının bü tün eserini tetkik etseydi, zanne derim daha iyi bir kitap yazmış o- lurdu. Sonra bunlardan bir neti ce çıkarmasına elbette bir mani yoktu. Şimdiki hâli ile kitabı bana, ihtiva ettiği muhtelif meseleler tevsi edilmeden yazılmış bir “ con- clusion” hissini verdi.
Bittabi daha alâkabahş bir ki tap da yazabilirdi: romancının psikologiası. Meselâ François Mau riac’ın L e R om an1 ında olduğu gi bi.
Nahit Sırrı Beye, müsaade eder se, bir sual soracağım: Mehmet Rauf’un Eylül’ünün bitişini beğen miyor; romancının, eserini nasıl
bi-Nahit Sırrı Bey uzun cümleler den de vazgeçmemiş; ne yapalım? huyu böyle... Kitabı insanı birçok 'düşüncelere sevkediyor ve istifade
W a/i/fİzâ-crtûbc
N u ru lla h A ta Beye C e vap İl ( Roman ve H ikâye) isimli; küçük kitabım için bir buçuk ay evvel Milliyette Nurullah ,^Atal bey bir yazı yazmış ve bu yazı-A sında benden bir nokta bıkkında” izahat istemişti. O makalesinde lütfen vermiş olduğu hükümle' yani « oldukça velûtlukla » o ka dar münasebetim kalmadıki, ken disine ancak şimdi cevap vere biliyorum ; bundan dolayı da mahçııbum. Değerli dostumu su- '• ale sevkeden nokta ise, Eylül i
romanının bitişine ait bir itira- ■' zımdır ki, vaktile İbrahim Necmi beyin bir iki makale ve Mehmet Rauf bey merhumun bir mektup yazmalarını mucip olmuştu. Ben, üç kişi arasındaki kördüğümün Eylül kitabının bir yangınla çözmesini sun’i ve zoraki bir bi- tiriş saymış, ve kitabı böyle harici ve maddî bir unsurun ianesile bitirdikten sonra kahramanlardan birini Şirketi Hayriye vapurundan denize yuvarlayarak, tren yolun da şimendüfer altına atarak ve yahut sokakta giderken başına bir taş indirerek ortadan kadir - makta ve kördüğümü bu sayede çözmekte ne mani vardı diye sormuştum. Nurullah Ata bey bu son zamanlarda o kadar çok ya- zıyorki - bu yazıların içinde ha kikaten pek güzel ve olgunları bulunduğunu da ilâve edeceğim - yazmaktan okumağa vakti pek kalmıyor. Binaenaleyh, esasen okunmağa değeri olmayan kita bımı pek acele ile süzüp atmış
demek ki, ben bir romanda va purdan düşmeği, tren altında ¡kalmağı ve başa taş düşerek ölüp ,gitmeği yangında yanıp kül ol mak kadar zorla uydurulup vak aya alınmış bir hile ve zorzoruna icadedilmiş bir netice diye sıra-larken, buna bir tavsiye mahiyeti vererek aziz münekkit beni suçu mu itirafa davet ediy
.1
N a h it. S ırtı..
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi