TT- 9 I T ° V 3
i l
V L A i A
Mevlânâ, yalnız büyük bir sufi ve eşsiz bir şair değildir. O ,
büyük bir bilgin, tefsir ve hadis ilimlerinde çok yüksek bir
âlimdi. Ö yle ki, kendisi bu alanlardaki sınırsız bilgileri ile,
bunların özünü şiir kalıplarına akıtarak, terennüm edebildi.
Mevlânâ, insanların kusurlarını bilip, afiedebilen, insanları
tanıyıp seven, ahlâk kaidelerini temelinden kavrıyan ve gerekin
ce de bunları temelinden sarsabilen bir insandı.
Tabiatin ve
insan varlığı cevherindeki iyiliğe bütün kalbiyle inanmıştı.
C
OŞKUN ve taşkın bir ömürden sonra, 17 uzun Aralık 1273 te Konyada fâni âleme gözlerini kapa yan Mevlânâ, yalnız Türklerin değil, bütün insanlığın az yetiş tirdiği insanlardan biridir. Ken disi Moğol istilâsı altında inleyen bir ülkede, devamlı kıtlıkların ve kötü idarenin getirdiği sefalâtin, maddi ve mânevi yoksulluğun en derin uçurumlarına sürüklenmiş fertleri, yeni bir hamle ile, yeni bir dünya ve ruh nizamı kurma ğa şevke Konya, Sivas, Matalya, Erzincan ve başkaları gibi çok yüksek bir kültür seviyesine yükselmiş yerlerde her şeye rağmen canlı, kuvvetli bir idare kurum lan üzerinde nüfuzlu bir bilgin ler topluluğu karşısında her tür lü isııad, iftira, dedikodu, açıktan açığa kan dökülmesine kadar gi debilecek mücadelelerden ürk meden, o derecede ileri fikirleri ortaya atmak suretiyle, insan medenî cesaretinin cidden hay ranlık duyulacak örneklerinden birini vermiştir. Tasavvufi düşü nüşü tasavvuf tarihinde bir dö nüm noktası, daha doğrusu Mes- nevi’si ile s T filik hareketinin zir vesidir. Şairliği eşsizdir; şiir ala nındaki ileriliği derecesine dev rinde değil, bizim edebiyatımızda, biraz sonra da İran edebiyatında daha dün ulaşılmıştır. Basmaka lıp tâbirlerin, benzetmelerin, me cazların, alışılmış şiir şekillerinin yine öyle şiir mevzularının hepsi ni terkederek her bakımdan ye ni unsurlar üe şiir yazmanın ta rihi bizde ne kadar yenidir! Hal buki bunu Mevlânâ daha altıyüz yıl önce başarmıştı. Hem de onun mevzularında ve şiire soktuğu kelimelerde gösterdiği yenilik şi irimizde ancak 20-30 sene önce başarılmıştır. Yalnız hemen ek lemek lâzım: Onun şiirlerinde bulunan öz şiir derecesine varıl madan. Buna delil olarak sözün başına konulmuş beyitteki eski satıcı kelime ve kavramı yetiş mez m i?
Mevlânâ yalnız büyük bir sûfl- ve eşsiz bir şair değildir. O bü yük bir bilgin, tefsir ve hadis ilimlerinde çok yüksek bir âlim di. ö y le ki, kendisi bu alanlarda ki sınırsız bilgileri ile, bunların özünü şiir kalıplarına akıtarak terennüm edebildi. Mevlânâ in sanların kusurlarını bilip, affe- debllen, insanları, tanıyıp se ven, ahlâk kaidelerini temelin den kavrayan ve gerekince de bunlan temelinden sarsabilen bir
17 Kânunuevvel 1934 I
P A Z A R T E S İ
|
9 Portakal ihracatımızı bekle- § yen tehlike : Fiyatları ucuz- = latarak dahili sarfiyatı ve S İhracatı sür’atle çoğaltma- § hyız.
• Fransız Kurultayında ateşli | bir toplantı : “ Fransa’yı sİ- S
lâh yarışma süren Almanya- = d ır !" Kurultay, Sü Bakanlı-= ğı için İstenen 800 milyonu 1 130’a karşı 460 rey İle § kabul etti.
Q Amerikalıların verdikleri k a l rar : Sulhu muhafaza, fa-H kat aynı zamanda yenilmez = hâle gelmek.
imHitHiııııııımımıııımıımmımmmıımmıiHir
insandı. Tabiatın ve İnsan varlı ğı cevherindeki iyiliğe bütün kalbi İle inanmıştı. En ümitsiz ve en muztarip insanların dert or tağı ve ümit kaynağı İdi. Eser leri, başka özellikleri üe
blrlik-te bu özelliği üe de İnsanlığa nur saçmıştı ve nur saçmakta devam edecektir. Büyük Mesnevi’sinin başında kendisini bir ucu Alla hın ağzında, öteki ucu kendi ağ zında bulunan bir “ neye’’ kava la benzetmişti. Sözleri kaval nağmeleri şeklinde yayılan aşk alevleri idi. Fakat bunlardan her kes kendi lıaline göre blrşey an lıyordu. Bundan dolayı Mevlânâ bütün hayatında en başta yenili ği, dini ve mânevi sahalarda ye niliği savunduğu halde, şimdi bâ zan eskiciliğin, musamahasızlı ğın elinde silâh olarak görülü se bunda şaşılacak bir şey yol: tur.
Mevlânâ ırkçı değüdi, fakat ırkını biliyordu. Birçok şiirle rinde hiçbir ırktan olmayıp, yal nız insan olduğunu savunur, f a - , kat çok bilinen bir rübâisinde de “ beni yabancı tutmayınız, ben bu mahalledenim, sizin mahallenizde kendi evimi arıyorum. Düşman yüzlü isem de, düşman değilim, Hindûca, söylüyorsam da, aslım TUrktür” diyor. Bazdan Mevlânâ Hindú dilinde bir şey yazmamış- : tır; kendisi bu dili konuşmazdı 1 da, bundan dolayı burada Hindú ı kelime mecaz olarak kullanılmış- 1 tır; eski şiirimizde çok görüldü ğü üzere, burada Hindú ve Türk 1
(siyah ve beyaz) bir zıtlığı an- 1 latmak için kullanılmıştır, bun- : dan Mevlâna’nın Türklüğü sonu- I cu çıkarılmaz diyorlar. Gerçek ' şiirin ashm-ûyem kafiyelidir ve ■ Hindú kelime ancak bu kafiye nin zorunluğu ile kullanılmıştır, bundan dolayı aşıl anlamında de ğildir, ancak yabancı bir dil an lamındadır ki, burada “ Farsça” yerine kullanılmıştır. Şirin bü tünü meydandadır: Mevlânâ düi
ve belki kıyafeti yabancı oldu ğu için kendisini yabancı saymak isteyenlere karşı bunu yazmıştır ve aslının Türk olduğunu açıkla mak istemiştir.
Mevlânâ Belh şehrinin Türk soyundan köklü ve çok bügin bir ailesine mensuptu ve burada ga liba 1207 yılında doğmuştu. Ba bası Bahaeddin Veled Sultan el- ulemâ (Bilginlerin sultam) lâka bım taşıyordu. Öyle görünüyor ki, kendisi son derecede zengin bir ruh âlemine sahipti. Henüz tamamı yayınlanmamış olan Ma arif (Tasavvufi Bilgiler) adlı e- serinde Mevlâna’nın düşünüşü nün ve düşüncelerinin hepsinin nüvelerini içinde bulundurmak tadır. Sultan el-ulemâ, galiba Mogol istilâsının yaklaştığını gö rerek, Belh’ten çıktı. Ailesini ve bu arada oğlu yanında olduğu halde, Bağdad yolu İle hacca git ti. Şam yolu ile dönüşünde, Mo gol istilâsından kaçan bilgin ve tüccarlara asayiş ve refah va’de- den yegâne ülke olan Anadolu’ya geldi. Türlü şehirlerde kaldıktan sonra, uzunca bir müddet La- rende (Karaman) da kaldı. Oğlu Mevlâna’yı burada evlendirdi ve onun İki oğlu burada dünyaya geldi. Nihayet Konyaya geldi ler ve Sultan el-ulemâ kendisi
için yaptırılan medresede dersler vermeğe başladı. Onun 1231 de ölümü üzerine yerini Mevlânâ aldı. Fakat babasının eski bir ta lebesi olan Burhaneddln Tirmizi' nln öğüdü ile tekrar Şama gitti
ve her alandaki bUgilerlni daha ziyade kuvvetlendirdi. Şems-1 Tebrizi’yi Uk defa burada tanı dı. Bir müddet sonra Konya’ya dönen Mevlânâ- o zaman bilinen bütün ilimlerde kamela ermiş bu lunuyordu. Dalı üzerinde tama- mjyle olgunlaşmış, yere düşüp, sayısız çiçekler ve meyvalar ver mek için hafif bir rüzgâr bekle yen bir mevve gibi idi.
P r o l . AHMET ATEŞ
Eski satanların geçti sırası,
Yeniler satarız, pazar bizimdir.
Yeniler satarız, pazar bizimdir.
Eski satanların geçti sırası,
Büyük Divan
M E V L Â S f l "
O zaman ve belki de her zaman karşısına çıkan ilk so m din
ile ilgili bir so m olmuştur. O buna, kendinden evvelki süitlerin
çattıkları bir yolu takip ederek, derin bir anlayış ile şu cevabi
verdi : “ insanlar puta da, Tanrı’ya da topsalar, maksatları
Tanrı’ya tapmaktır; din ve dinsizlik hepsi
‘Tek Tanrı’ dan başka
bir şey yoktur’ demektedir. Bunun gibi, Mevlânâ’ya göre : “ Her
şeyd e asıl olan kasdedilen şeydir, eğer buna bakılırsa, ikilik
kalmaz; ikilik tefermattadır, asıl birliktir.”
— II —
T
EBRİZLİ Şems, 1244 yı lında yani Mevlânâ en az otuz dört yaşında iken Konyaya geldi ve Mevlânâ İle buluştu. Artık rüzgâr esmişti, meyve tohumlarım saçmak için yerlere düşmüş bulunuyoru: Her şeyi ihmal eden Mevlânâ altı ay yalnız Şems ile meşgul oldu. Fa kat derslerinin ihmal edilmesin den memnun olmayan talebeleri ile gelirinin azaldığım gören oğ lu Alâeddin’in baskısı sonunda Şems, Konyayı bırakmak zorun da kaldı. O zaman ilâhı bir aşkın bütün acı ve ıztıraplarım tadan Meviânâ’mn dili çözüldü, sonra ları İran ve Türk edebiyatları nın en büyük divanını meydana getirecek olan şiirleri söylemeğe başladı. Devrinin temkinli bilgin lerinin şaşkınlık bakışları önün de, Konyanın çarşı ve pazar yer lerinde semâ etmeğe başladı, yalnız şeriat ilimlerine dair ke limelerin döküldüğü ağzından, şimdi aşk sözünden başka bir söz çıkmıyordu.Şems’in geri gelişi, belki oğlu Alâeddin’in de katıldığı bir ta kım kimseler tarafından gizlice öldürülmesi, fakat Mevlânâ’ya bunun bildirilmemesi ilimle yo- ğurulmuş olan ruhunu aşk ıztı- raplan ile yeniden yoğurdu ve oldurdu. Tasavvuf yolunda varı lacak en ileri noktaya, İlâhî var lık ile birlik noktasına, unulmaz bir derdin verdiği sonsuz ıztırap- Iarın kanadı üzerinde yükselerek ulaştı. O zaman gözlerindeki per deler açıldı, âlem kendine yepye ni bir âlem olarak göründü. Ba basının eserlerinde okuduğu âlem o zamana kadar, birçok büyük süitlerde, meselâ Cftmfde olduğu gibi, ruhunda bilgi olarak mev cuttu, şimdi ise, bu âlem gözü İle gördüğü, bütün duyu uzuvla rı ile duyduğu ve yaşadığı bir âlem olmuştu.
Mevlânâ, bir müddet sonra Konyalı okuyup yazması bulun mayan Salâhaddin Zerkûb (Ku yumcu) da Şems’in özelliklerini gördü, kendi kendisine, oğlu Sul tan Veled’e ve müritlerine şeyh olarak onu seçti. Bu seçme yine talebelerinin itirazlarına ve dedi kodulara yol açtı, fakat Mevlânâ ısrar etti ve Salâhaddüı’in 1258 de ölümüne kadar, ona karşı bağlılığı ve durumu değişmedi. Cenaze merasiminde ise, kendi sinin vasiyeti üzerine, davul, def ve kudümler çalmdı, şiirler ve şarkılar söylendi; Mevlânâ da başı açık semâ ederek, feryat lar içinde onu mezarına kadar ta kip etti. Bundan sonra Mevlânâ müritlerinden Çelebi Hüsamed- dine bağlandı. Mevlânâ’mn haya
= 18 Kânunuevvel 1934 I
¡
S A L I
= O Mecliste bir teklif : Türk- = çe olmayan öz adlar arzu § 5 edenlerin değiştirebilmele-1 = ri isteniyor.
= ✓ s
| # Kadıköy İskelesi yeniden | yapılıyor : Bu işe yarım | Ş milyon lira tahsis edildi. § = # Pahalılığı yaratanların sey-|
yar satıcılar olduğu ka- § naatı gittikçe kuvvetlen!- § yor.
riııımmıımımımııııııııımımmıııııımıııımmıır
tının bu şahsın musahabetinde geçen devresi kendisi için sükün ve huzur devresi, ayni zamanda en verimli zamanı olmuştur. Hü- sameddhı Çelebinin meziyetlerini göstermek için yalnız şunu söy lemek yetişir: Mesnevi onun teş
vik ve isteği üzerine yazılmıştır. Altı ciltlik bu muazzam man-* zum eserin, ilk onsekiz beyti ha riç, geri kalan kısmını türlü hal ve yerlerde Mevlânâ söylemiş ve Hüsameddin Çelebi yazmıştır. Hattâ birinci cildden sonra, gali ba Hüsameddin Çelebi’nin zev cesinin ölmesi üzerine, kendisi bu işi yapamaymea. araya uzun bir fasıla girmiş, ve eser devam edilmeden beklemiştir. Mevlânâ ikinci cildin başında bunu şöyle anlatır: “ Gerçek ışığı Hüsamed din göklerin evcinden dizgini çek miştİ. Gerçekler miracına gitmiş olduğundan, onun bahan olma dan gonca açılmamıştı, Kendisi denizden kıyı tarafına dönünce, Mesnevi şiirinin çengi akord edil di.” Başka bir cildin başında da şöyle der: "E y gerçek ışığı olan olan Hüsameddin, senin nu runla Mesnevi — parlaklıkta— ay’ı geçti. Ey İhsam umulan, yüksek himmetin, Tann bilir, bunu nereye çekiyor? Mesnevi’ nin boyunu bağlamış, bildiğin ta rafa çekiyorsun.” Son cildin ba şında İse, “ Ey gönlün hayatı Hüsameddin, meyil altıncı bölü me doğru coşuyor. Hüsami-name (Mesnevi) senin gibi bir bilginin çekmesi ile, dünyada dolaşmak tadır” diyor. Bunlar açıkça gös termektedir ki, HUsammedin İs lâm tasavvufunun en büyük ese rinin yazılmasında en birinci ft- mildir.
Mevlânâ MesnevTslni tamam ladıktan her halde çok az sonra şiddetli bir ateşli hastalığa ya kalandı ve bu hastalıktan öldü.
Mevlânâ’mn eserleri şunlar dır: 1. Mecâlis-i seb’a (Yedi otu rum). Mevlânâ’mn belki talebe leri tarafından toplanmış ve ya zılmış olan yedi va’zı, ifade ve Üslûbu Şems’i tanımadan önceki temkinli devresine alt gibi gö rünmektedir: bununla beraber bir cami va’zında Mevlânâ bile rek böyle bir ifade kullanmış da olabilir. 2. Fihl mâ flh (İçindeki içinde). Mevlânâ’ mn sohbet ve konuşmalarının toplanması ile meydana gelmiş bir eser, pek çeşitli konular üzerinde Mevlânâ’ nın fikirlerini göstermesi bakı mından son derecede önemlidir. 3. Mektûbât (Mektuplar). Mev lânâ'mn türlü vesilelerle yazdığı ekserisi çok küçük 147 mektu bunun toplanmasından meydana gelmiş bir eser. 4, Divân-ı Kebir (Büyük Divan). Mevlânâ’mn tür İÜ şiirlerini içine alan çok büyük eseri 5. Mesnevi. Hepsi 25.610 beyit tutan altı ciltlik eseri, bü tün İslâm âleminde haklı olarak çok büyük bir şöhret kazanmış, birçok defalar şerh ve türlü dil lere kısmen veya tamamlyle ter cüme edilmiştir.
Mevlânâ’mn eserleri yalnız ta savvuf edebiyatının yüksek birer örneği değildir. Kendisi bilhassa Şemsi tanıdıktan sonra, bazan yoksulluk, ayrılık ızdırabı, is natlar ve İftiralar gibi en büyük acılan duymuş olduğundan, İn san oğlunun bütün dert ve-soru- lan İle ilgilendi ve onlara ortak oldu. Bundan dolayı onun eserle rinde insanlık İle ilgili çok çeşit li konular ele alınmıştır. Ancak kendisi bunlan basma kahp mantıki bir düşünce içinde değil, sonsuz ıztıraplann büyük ruhla
ra bazan kazandırdığı o eşsiz se zişle incelemiştir.
O zaman ve belki de her za man karşısına çıkan ilk soru din ile ilgili bir soru olmuştur. O buna, kendinden evvelki sûfîlerin açtıkları bir yolu takip ederek,
derin bir anlayış ile şu cevabı verdi: İnsanlar puta da, Tanrıya da taparlar, maksatları Tanrıya tapmaktır; din ve dinsizlik hep si “ tek Tanrıdan başka bir şey yoktur’’ demektedir. Bunun gi bi, Mevlânâ’ya göre, “ her şeyde asıl olan kastedilen şeydir, eğer buna bakılırsa, ikilik kalmaz; iküik teferrüattadır, asıl birlik-' tir. Bunun gibi şeyhlerin yolları,' her ne kadar görünüşte türlü j türlü İse de, kastedilen bir şey dir ve o da gerçeği, Tanrıyı ara maktır” . Mevlânâ’mn kötülük ve iyilik karşısındaki tutumu da böyledir. Kötü kötü müdür? Fa kat kötü olmazsa biz iyiyi, soğuk olmazsa sıcağı, eğri olmazsa doğruyu, gece olmazsa gündüzü nasıl nasıl anhyabilirdik ve bun lar ayn ayrı neye yarardı? O halde kötülük, yanlış, gece ve başkaları lâzımdır ve onlarsız zıtlannın anlamı ve faydası yok tur. Ancak dikkat etmek gere kir ki, o kötüyü bizzat kötü ol ması bakımından değerlendirmi yor, bunun iyilik, iyiliğin varlı ğının lüzumlu esasları olarak de ğerlendiriyor. Bundan dolayı kö tülüğe düşmüş insana iyi olmak ümidini ve bundan başka iyinin lüzumlu bir esası olmak kanısını veriyor kİ, o da düşmüşlere her zaman yeniden kalkmak cesaret ve gücünü kazandırır. Bir rüba- İsinde şöyle der: “ Benden ay- nlsan, yahut benim üzerime başka bir dost seçsen de ümitsiz değilim, yaşadıkça senin acım çekeceğim, ümitsizlikte de pek çok ümit vardır.”
Mevlânâ’mn bugün söylenmiş gibi ter-ü taze duran düşünceleri pek çoktur. Burada yalnız birin den daha bahsedilecektir kİ, o da kadınların örtünmesi meselesi dir. Sözü Mevlânâ’ya bırakayım: “ Kadına örtün, gizlen diye em rettikçe, onun kendini göstermek arzusu daha çok olur; gizlenmiş olduğu için o kadına karşı her kesin isteği daha çok olur. O halde oturmuş, her iki tarafın is teğini körüklüyorsun, sonra sa nıyorsun ki, bir işi düzeltiyor sun. Halbuki yaptığın işi bozma nın tâ kendisidir. Eğer kadı nın kötü bir iş yapmıyacak bir cevheri varsa, ister engel ol, ister olma, o iyi yaratılış ve temiz hamuruna göre hareket edecek tir, sakin ol, endişe etme; eğer bunun aksi İse yine öylece kendi yolunda gidecektir.”
Bugün örtünme sorusunu münakaşa edenlerin bulunduğu memleketimizde ne kadar ibret le okunacak satırlar!
İşte Mevlânâ insanlığın kendi- ; sinde her zaman yeniliğin, timi- ; din, kalkınma ve ilerleme müca delesinin, insan sevgisinin örnek bir kahramanını bulacağı bir şah j slyettir.
îlk yazı 17 Aralık 1S59 tarihli sayıda.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta ha To ro s Arşivi