• Sonuç bulunamadı

Halikarnas Balıkçısı'ndan doğa

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Halikarnas Balıkçısı'ndan doğa"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

-t t- ^

H A LİK A R N A S B A L IK Ç ISF N D A DOĞA SELtM İLERt

Öykücülüğümüzde benzerine kolay kolay rastlayamadığımız yazar­ lardan Halikarnas Balıkçısı. Bu, yapıtını kendi içinde, kendi anlayışıyle enine boyuna bütünlemesinden doğuyor. Yazarın yaşatmak, okura aktar­ mak istediği öyküsel içerik, öykünün yazılışından önce duyumsanıyor, ger­ çek yaşamla özdeşleştiriliyor; böylelikle dirimselliğini sağlıyor. Denizin or­ tasındaki yazar da diyebiliriz onun için.

Gerçekten bir tek deniz ve denizin doğası önemlidir Halikarnas Balık­ çısı için. Tarihsel romanlarında da roman kişileri denizden kopartılmamış- tır. Uluç Reis, göz kamaştırıcı bir deniz savaşıyle başlar... İncelemelerinde, anı romanında denizin yeri büyüktür. Yaşamın biçimlendirilişine sınır ta­ nınmıştır da, denize hiç bir engel çıkmamıştır . . . Öykülerine gelince, deniz her şeydir bu ürünlerde.

Yaşam, kişiler, serüvenler, olaylar, doğanın bereketi sonunda denize ulaşırlar. Sözgelimi “Eğenin Dibi” 1 öyküsü, mandalina ve portakal ağaçla­

rının geceleyin, ay ışığındaki parlayışlarıyle başlar. Kısa, imgelerle anlam ka­ zanan bir betimlemeden sonra şöyle der Halikarnas Balıkçısı: “Çiçekler gerçekten karlar gibi yerlere yağıyordu. Yeryüzünü ışıklarla örtüyorlardı. Rüzgârın her esiiıtisi çiçeklerin kokularını millerce uzaktaki açık denizlere götürüyordu.” Turunçgillerin bile açık denizlere ulaşması gerekir.

Yazarın öyküsel içeriği önce duyumsadığını, yazarken bu duyumsayı- şı dirilttiğini söyledim. Deniz diriltmenin gerçekleyicisidir bir bakıma. An­ cak Halikarnas Balıkçısı denizi ve doğasını insandan soyutlamamıştır. Ya­ şamı belirleyen ekonomik koşullar, insana kimliğini sağlayan toplumsal düzen bütün öykülerinde inceden inceye vurgulanır. Deniz emekçilerinin kimliklerinde erdemi, namusu, ahlâkı anıştıran özellikler buluruz; öte yan­ dan para babası işadamları, sömürücüler, alın teri hırsızları denizin alay ettiği, yüzlerine tükürdüğü, horladığı yaratıklardır hep. “Gülen Ada”da2

“İzmir’in büyük Kaliferni şirketinin ünlü eksperi Murat Kocadağ”ın “su­ ratına”, “motor adayı kıyılarken adanın ağzı kalabalık mağaraları köpür köpür köpürerek” tükürür. “Adalar kara sevdalısı” Deli Davut’a gülümser ada, sevişir onunla. Doğanın seçtiği insanlar, toplumsal sınıflar vardır san­ ki. Yaşamın gerçekliklerini aşan bu boyutları, yazar duyumsayarak, kura­ rak geliştirir; doğadaki olgularla özdeşleştirerek yazınsal gerçekliklere bağ­ lar. Halikarnas Balıkçısı’nın benzersizliği de burada odaklanıyor bence.

* * *

1 Eğenin Dibi (1952), s. 67-78. 2 Gülen Ada (1957), s. 5-9.

(2)

Denizle, denizin doğasıyle insanın ilişkisini üç evrede toplar yazar. Öykülerinden örnekler vererek bu yargımı kanıtlamaya çalışayım.

“Kancay” 3 bir Çingenedir. Anası Kancay’ı dağ başında doğurur. Bir­

den aydınlanır, geceye karşın ışığa boğulur dağlar. “Kadın aya ‘Galiba ço­ ğalıyorum!’ diye” bağırır. Ağaç kütüklerinden, topraktan yardım görür. Kancay özgürlüğün simgesidir. Toplumsal yaşamadaki özgürlük kavramı­ nı bilmez Çingene, insanların özgürlükten anladıklarından da habersizdir. Ama “Kancay’m gönlü hürriyetin tâ kendisi”dir.

Dolayısıyle dik başlıdır Kancay, onurludur, kendini ezdirmemeyi do­ ğadan, kardeşi dağlardan taşlardan öğrenmiştir. Savaş vurguncularının şen­ liklerinde, düğün-derneklerinde göbek atar bir süre. Parayı tanımıştır ilk kez. Parayla mutluluğu gölgelenir. Hafize Hanım’ın “hak tuuh” diye tükii- rükleyerek alnına yapıştırdığı on lirayı onuruna yediremez. Kocakarıyı to­ katlar. O kasabadan bir daha kimse göremez Kancay’ı. Birden Halikarnas Balıkçısı’mn Kancay’ı destanlaştırmasına tanık oluruz. İzmir’de, Aydın’da, Menderes köprüsünde, Bafa gölü kıyılarında, Milâs’ta, Bodrum’da, bü­ tün Akdeniz’de inanılmaz doğa güzellikleri arasında Kancay’ın geçip git­ tiğini görür insanlar. Ya da gördüklerini sanırlar. Bunlar köylüler, çoban­ lar, tütün işleyen kadınlardır. Söylenti rüzgârla, mevsimlerle, tanyeriyle yan­ kılanır durur.

Toplumsal yaşamanın çelişkilerinden, çıkarcı geleneklerinden sıyrıl­ mış, denizin, kıyıların, denize bakan dağların ve ovaların doğasına geri dön­ müştür Kancay. Ölümü bile doğaya dönüşmesinden, doğanın kendisi ol­ maktan başka bir şey değildir.

“Denizkızı Adası”nda4 kişiyi belirleyen doğanın varlığı, tarihle yoğ-

rulmuşluğudur. “Knidos Afroditi” 5 için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Deniz

doğal özellikleri ölçüsünde mitolojik uzantılarıyle öyküye etkir, öykü kişi­ sinin yaşamı algılayışını çizer. Bu durum, Halikarnas Balıkçısının pek çok öyküsünde karşımıza çıkar. Deniz emekçileri, balıkçılar, kıyı köylerinin insanları konuşurlarken Yunan mitologyasının Tanrı ve Tanrıçalarından ya­ kınlarıymışçasına söz ederler. Ege’nin adı değişir, Arşipel olur. Afrodite, Knidos’ta yaşamaktadır. Bodrum sokaklarında gün ışığı yüzyıllar öncesine sürükler insanı. Uluç Reis, Osmanlı tarihinin sayfalarında kalmış biri değil­ dir, Ege-Akdeniz kıyılarında yaşayan herhangi bir deniz adamıdır. “Hay­ dut” 6 öyküsündeki insanlara güvencini yitirmeyen Kerimoğlu Hasan’la

Uluç Reis arasmda bağlantılar kurabiliriz. . . s Merhaba Akdeniz (1962), s. 31-38.

' a.g.y., s. 49-53. 5 a.g.y., s. 9-20.

(3)

14 HALİKARNAS BALIKÇISI’NDA DOĞA

Böylelikle Halikarnas Balıkçısı denizine ve insanlarına görkemli bir uygarlığı yaşatır. Bu, biraz da anlattığı kıyıların o uygarlıktan izler taşıma- sıyle ilintilidir. Halikarnas Balıkçısı tapınak kalıntılarındaki insanı, kadır­ gaların denizini çağa, güne yerleştirirken mitologyayla tarihi yaşayan bir öğe biçiminde duyumsar.

Ama kavramaya çalıştığımız bu zenginlikte, berekette doğayı kirleten kimselere rastlarız. Yaşamın gerçekliğini, toplumsal yaşamanın belirledik­ lerini bu soy öykülerinde değiştirmez artık yazar. “Gündüzünü Kaybeden Kuş”ta7 “kanatlanmış bir köpük parçası -ne bileyim- bir ıssızlık parçası,”

diye tanımlanan Miho, bir tür martı Hacı Süleyman’ın kurşunlarıyle kör olur. “Dönmeyen” 8, Mehmet’i kirletmek isteyenlerin kıyıcılığıyle çağrışım­ ların karabasanına uğramış anasının öyküsüdür. “Açıklıklar Yolcusu”nun9

lâğım temizleyicisi Hasan Usta, kendini bildi bileli bir tirandil yapmaya uğ­ raşır; otuz yıldır bitmemiştir tirandil para yokluğundan. Göçüp gidecektir Hasan Usta . . .

Halikarnas Balıkçısı için ilk evre, öbür ikisine oranla daha önemli, daha geçerlidir. Önemlilik, yazarın savunduğu kişisel dünya görüşüyle bu evrenin bağlaşmasından doğar. Gerçekten de Halikarnas Balıkçısı’nm öy­ külerinde kişisel bir dünya görüşü ağır basar. Denizde çalışan, ekmeğini denizden çıkaran insanların karşısında alın teri dökmeksizin bolluğa, var­ lığa kavuşmuş adamlar vardır. Ama bu adamlar hep bireydir, birey olarak kalmışlardır. Sınıfsal konumlarına oturtmaz onları Halikarnas Balıkçısı. Deniz ve doğası, simgelerle, anıştırmalarla toplumsal düzeni yansıtır; o ka­ dar . . . Geçerlilik, doğadan kopmamış bir yaşamın insanı mutluluğa götüre­ ceği inancıyle pekişir. Sözgelimi Kancay’ı onurlu kılan, destanlaştıran, de­ niz köylerinden kıyı kentlerine adını yankılandıran dağ başlarına dönebil­ mesinde aydınlanır. Haydut Kerimoğlu Hasan’dır saygın olan, onu pusuya düşüren Ahmet Ağa ailesi değil.

Doğayı büyümseyen, yaşamın mutluluk gizini doğada bulan başka yazar­ lar da var. Örnekse D.H. Lawrence. Lawrence için doğa çoğalmanın, sonsuz­ luğun ifadesi. İnsanın ilkel yaşamaya dönmesini bile öneriyor Lawrence. Ça­ lışan insanı, toplumsal düzenden soyutlayarak, doğanın ortasına bırakıyor, doğadaki bereketin her şeyi düzelteceğini savunuyor. Görkeme olan tutkusuy- le akıl dışı özlemlere sapıyor. . . Halikarnas Balıkçısı böyle bir anlayıştan yana değil; tersine, doğada ikiye ayırıyor insanları, denizi sevebilenlerle sevemeyenler iki öbek oluşturuyor öykülerinde. Halikarnas Balıkçısından, öykülerinden söz edilirken hep Joseph Conrad’ın adı anılır. Conrad’a da benzetemeyiz Halikarnas Balıkçısı’m, Conrad politik olgular karşısında se­ çimini belirlemiş. Politikaya bulaşmamak gerektiğini ileri sürüyor, dahası

1 Merhaba Akdeniz, s. 5-8. 8 Eğenin Dibi, s. 51-55.

(4)

politik savaşı (mücadeleyi) çılgınlıkla açıklıyor. Halikarnas Balıkçısı bu tür konularda oldukça renksiz bir yazar. Kesin görüşler önermiyor. Kişi­ sel dünya görüşü derken de bunu açıklamak istemiştim . . . Conrad’la Ha­ likarnas Balıkçısı’mn yazıya dökmede, anlatmada birleştiklerini ileri süre­ biliriz ancak. Kişiden kişiye geçen, olayı unutup betimde coşan, ayrıntıyı bütünden koparan ve yapıtın başlıca özelliği sayan bir anlatma çabası.

İkinci evrede deniz uygarlığını insanla özdeşleştirdiğini görüyoruz ya­ zarın. Kıyıların1 tarihini, mitologyasını kulaktan kulağa dinleyen balıkçılar,

gemiciler yarı gerçek, yarı masal bir şeyler anlatırlar boyuna. Ama anlat­ tıkları donmuş bir tarihsel süreçte kalmaz, şaşırtıcı patlamalarla günümü­ ze, güncele ulaşır. Knidos Afrodite’sini betimleyen adam, giderek tarihsel boyutlardan kurtulur, Yunan mitologyasından ya da Halikarnas Balıkçı­ sının ileri sürdüğü Anadolu mitologyasından kendini soyutlar, Tanrıça’yı gündelik yaşama bağlar. Afrodite Doğulu bir Tanrıça’yken anlatıcıyı doğurur, ona süt emzirir, sevgiyi öğretir. Bununla da yetinmez Afrodite, saltık güzel­ liğin kendisi olduğunu açıklar. Bir ayırımı vurgular: “Ben güzelliğin Afro- dit’iyim . . . Parayla satılan cinsî cazibenin Afrodit’i değil. . . ” Anlatıcı, Af- rodite’de ve yıkık kentte bütün bir yaşamı bulur yeniden.

Genellikle umuttan yana bir öykücü Halikarnas Balıkçısı. Denizin ve doğasının onmaz yaraları bile iyileştireceğine inanıyor. Bu duygulanımı be­ lirlemeye çalıştığım üçüncü evrede zedeleniyor, bozuşuyor bir tek. “Gün­ düzünü Kaybeden Kuş”ta umuttan iz yok. Miho’nun yazgısını biçen Hacı Süleyman’ı acımasızlığıyle baş başa bırakıyor Halikarnas Balıkçısı. Ne Mi-

' ho’ya, ne Hacı Süleyman’a yaşamın gerçekliği dışında nitelik ekliyor. Issız denizler Miho’ya yardım edemiyor.

Halikarnas Balıkçısı’nın öykücülüğünü konusal açıdan özetleyelim şimdi:

a) Yazar, yaşamı kendi gerçekliği çerçevesinde algılamıyor. Hatta bir bütün olarak görmüyor yaşamı. Deniz, denizle ilgili tarih ve coğrafya çok zaman yaşam yerine konuluyor. Dış gerçeklerden çok, denizin çağrışımları öyküsel içeriği oluşturuyor. Ele alınan konular bu çağrışımlardan kaynak­ lanıyor.

b) Doğaya beslenen sevgi, deniz karşısında büyülenemeyen insanların kimlikleri dolayısıyle akılcı, sağduyulu bir nitelik kazanıyor. Bu soy insan­ ları yaşamdaki konumlarıyle gözlemiyor Halikarnas Balıkçısı. Ama doğay­ la ilişkilerindeki tutarsızlığı, çarpıklığı yansıtıyor; giderek yaşama biçim­ lerindeki çarpıklığı imliyor. Öte yandan deniz emekçileri, doğanın güzelli­ ğini yaşadıklarından eli açık, yürekli, bayağılıktan uzak kimlikler olarak nitelendiriliyor. Dolaylı yollardan yaşama, yaşamın ekonomik düzenle be­ lirlediklerine geri dönülüyor.

c) Halikarnas Balıkçısı’nın öyküleri, bir bakıma, değişmez bir konuyu dallandırıp budaklandırır. Bu konu Ege-Akdeniz’dir. Denizin konuya

(5)

16 HALİKARNAS BALIKÇISI’NDA DOĞA

dönüşmesi gibi tansıksı bir edebiyat olayıdır Halikarnas Balıkçısı’nın öykü­ leri. Kişiler, kişilerin serüvenleri yan öğelerdir öyküde. Akdeniz’se soluyan, canlı bir varlıktır. Karada geçen, toprağı anlatan ürünlerde bile denizle il­ gili ayrıntılara, benzetmelere rastlarız.

t

* * *

Deniz ve doğası insanı eğitir, inceliklerle donatır Halikarnas Balıkçı­ sında. “Parmak Damgası” 10 öyküsünü anımsayalım. Okuma yazma bil­

meyen Balıkçı Mahmut, deniz kıyısındaki köy öğretmeni Seniha’ya tutkun­ dur. Doğadaki incelikten, uyumdan uzak birtakım adamlar, köyün zengin­ leri kahvede oturmuş Seniha’yı çekiştirmektedirler. Seniha, Yedibenli Hu- riye’nin kızını da okula almıştır. Oysa Mahmut, “elinde beş okkalık koca bir sinagrit tutarak” öğretmene gelir. Yoksul, ezgin çocukları eğittiği için­ dir bu armağan Seniha’ya. Mahmut’un karasevdasıyle herkes alay eder. Başkalarının düşüncelerini hiçe sayacaktır Seniha. Nikâh masasında par­ mağım basan Mahmut’la özdeşlik kuracak; kendine dolmakalem uzatan memura aldırış etmeyerek, o da parmak basacaktır. “Sen o kıza varma, ca­ hilin birisisin, bir gün kara cahilliğini yüzüne çarpar,” diyenler hep yanıl­ mışlardır.

“Parmak Damgası” yazarın en güzel öykülerinden bence. Seniha’yı yücelten, ülküleştiren doğrudan doğruya deniz uygarlığıdır. Tarihten, mi- tologyadan geçen, süzülen bir inceliktir bu. Şunu söyleyebiliriz: Halikarnas Balıkçısı’nın Afrodite’den, Arşipel’den söz edip duran süngercileri, balık­ çıları sanıldığınca yapay, kurgusal kimlikler değillerdir. Balıkçı Mahmut’u Yedibenli Huriye’nin kızı için coşturan duygu, kıyılarda egemenliğini sürdürmüş bir uygarlıkla bağlantılı. Seniha’yı parmak basmaya zorlayan duygu d a . . . Çağların insana etkimesi diyebiliriz bu inceliklere. Kendini Turgut Reis sanan küçük Hasan’m öyküsünü11 anayım. Çocuklar bile Ak­

deniz kıyılarında tarihle yoğrulmuşlar ölü bir tarihten uzaktalar.

Edebiyatımızda mitologyadan kaynaklanan, kimi yapıtlarında mito- logyadan esinlenen başka yazarlar da var. Çok güzel, çok başarılı şiirler, öyküler anımsayabiliriz. Yalnız bu örneklerin hiç biri Halikarnas Balıkçısı’ ndaki mitologyayla oranlanamaz. Kökenleri değiştirilmiş, başkalaştırılmış bir mitologyadır Halikarnas Balıkçısındaki. Yazarın sürekli duyumsadığı deniz uygarlığına indirgenmiştir. Oradan da yaşama . . .

Denizde, fırtınada, Miho kuşunda, adalarda, ilk ay biçimi kıyılarda, tüm Akdeniz’de bunu kavrayamayan insanlar hep kaba saba, odun gibi yaratıklardır. “Gülen Ada”da Kocadağ, dalgaların, deniz mağalaralarınm kovduğu biridir yalnızca. Kocadağ’ın kendisi bu gerçeği kavrayamaz.

Ada-10 Eğenin Dibi, s. 62-66. 11 Gülen Ada, s. 52-55.

(6)

nm türküsünden yoksun kalınca şöyle der: “Ne zoruma! Bu zırıltıyı neye dinleyeyim? Gider de oteldeki fonoğrafımı çalarım.” Adanın umurunda de­ ğildir fonograf, otel, yerlere yapışıp “temenna eden” uşak ruhlu “iki kâtip” . Geceyle, Kocadağ’ın uzaklaşmasıyle esenliğine, gülümseyişine kavuşur, Deli Davut’u ödüllendirir.

Halikarnas Balıkçısı’nın yaşayan bir mitologya kurduğunu, duyum­ sattırdığını ileri sürebiliriz.

Bir de öykülerdeki dil sorunu var. Yazarın dili hayli karmaşık ve ki­ milerine göre bozuktur. Tiirkçeyi kötü kullanmaktadır Halikarnas Balık­ çısı . . . Bu yargılara katılmak da olası, katılmamak da. Hem aynı savrukluk, yazarın incelemelerinde, soluklu boyutlara erişmiş romanlarında da karşı­ mıza çıkar. Gerçekten savruk bir anlatıcıdır Halikarnas Balıkçısı. Dili ö- zensizdir. Kullanılmayan Arapça sözcüklere son ürünlerinde bile yer ver­ miştir. Birçok cümlesinde zaman değişikliklerine, özne atlamalarına rastla­ rız.

Dilin önemini kimse yadsıyamaz. Şaşılacak bir durum: Öykücülüğü­ müzün belli başlı adları, hep bozuk diyebileceğimiz bir Türkçeyle yazmış­ lar. Halikarnas Balıkçısı da onlardan biri. Dilin önemini yadsımış mı bu yazarlar? Sanmıyorum. Salt Halikarnas Balıkçısı örneğiyle sanımı doğru­ layabilirim. Halikarnas Balıkçısı dili oluruna bırakmış yazarlardan değil. Düzgün yazma alışkanlığını edinememiş belki, ama kendince bir anlatma ustalığı edinmiş. Doğadaki dili aramış. Türkçeye denizi onun ölçüsünde başarılı aktarabilmiş pek az ad sayabiliriz. Denizi betimlerken dili coşkun­ lukla kaynaştırmış. Doğadaki sesleri sözcüğe çevirmiş.

Kısacası, Halikarnas Balıkçısı öykülerinde doğanın tansığını yansıtmış. Bu tansığın gerçekliğine inanmamak elde değil.

DİLİMİZ ÜSTÜNE KONUŞMALAR.

Melih Cevdet Anday

10 lira

Yeni çıktı

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Her sâlikde nev’i beşerin kābiliyeti ve etfâl ile ricâlin fehimde isti‘dâdları derecât-ı mütefâvitede bulunduğundan umûmiyyâta ekser için ta‘lîm ve terbiye

yönelmiş, hilâfetin ilgası ve kadın naklan gibi yine çok önemli girişimlerle de büyük Atatürk, ulusuna aydınlık yolu gösteren tek lider sıfatını elde

Resme küçük yaşlar­ da başlayan sanatçı, A nkara’da H elikonsanat derne­ ğinde Cemal Bingöl ve Abidin Elderoğlu ile çalıştı ve eserlerini ilk olarak o

1882 senesinde yukarı Marne’da küçük bir ka­ sabada, tanınmış bir mimarın oğlu olarak dünyaya gelen Gabriel, sağlam klâsik kültürü aldığı kolejde

Prenses Zeyd, «İdeaire (Fikirci)» dediği sanat görüşünü değişik bir şekilde tatbike. çalıştığı sergisinin bir köşesi önünde,

Geri dönüştürülecek pek çok plastiğin birbirinden daha iyi ayrılmasında kullanılabilecek bu yeni yöntemde ışıkla uyarılan polimerlerin ışımalarına ait

En s›k izlenen fleklin- de kifli, harfleri renk olarak deneyim- ler.. Her harf, kiflinin kendisine göre farkl› bir renk

Sonuç: Elazığ’da kesilen hayvanlarda fasciolosis görülme sıklığı önceki yıllara göre azalmış görülse de ekonomik kaybın artarak sürdüğü