T
E T
K İ
K IL
E
R
— 1 —
Y a z a n : M . R a g ıp G A ZİM İH A L.
Bir merkezin sanat kabiliye ti “ o merkezin nufus, servet, refah ve tabiî güzellikleriyle ilgili olduğunu,, tarih söylüyor. Bütün bu bakımlardan üstünlük imkânlarını tarih boyunca k o ruyabilmiş olan her bölgenin gelecek asırlarda da sanat ham lelerine sahne olabileceği ken diliğinden anlaşılır. Hele sanat ların en hareketlisi ve en sosyali olan musiki işin keyfiyet büs bütün bunu gerektirir. Neticede «her ileri merkezin musiki tarihini kendi şartları içinde gözden geçirmek» o merkezin musiki hayatiyetini ölçebilme- mize yarıyan en sağlam mik yasları bize kazandırabilecek demektir. Başlıca ileri şehirleri mizin musiki tarihlerini ayrı ayrı araştırdıktan ve bunlardan ü- çünü (İstanbul, Bursa ve Kon ya’nın musiki tarihlerini) yayın ladıktan sonra Edirne’nin bu «güzel sanat» kolundaki kabi liyetlerini incelemek bizi şu inanca ulaştırdı ki: eski Edirne, musikinin neşesi içinde yaşa mak ve seçkin sanatçılar yetiş tirmek bakımlarından öbür bü yük şehirlerimizden hiç bir asırda geri kalmamıştır. Türlü sosyal sebeplere bazı durakla ma ve sönüklük devreleri g e çirmekle beraber, her ölgün çağı taptaze bir uyanıklık asrı takibetmekte geçikmemiştir.Bir müzik kalkınışının eşiğinde bulunduğumuz Cumhuriyet ça ğında Edirne gençliğinden es kisi kadar gürbüz yeni bir
^ sanat canlılığı ummak işte bü tün bu tarihî gerçekliklere göre hakkımız oluyor. Hem de Edir ne bütün bir bölgenin merkezi sayıldığı için, böyle bir öna- yaklığa lâyık durumda bulunu yor; bütün bir bölgeye örnek lik etmek gibi bir ödevin me suliyetini omuzlarında taşıyor. Sevgili Edirneye yenilik yolun da başarılar dilemekle kalama yız; geçmişteki sanat başarıla rını anlatmak yolundan gençle re inan ve güven aşılamak ödevi de biz yaşlılara düşü yor. Kendi bildiklerini yayınlı- yacâk olan şu küçük tefrika «Edirnenin musiki tarihini ay- dınlatmıya çalışan» ilk bir ka lem denemesidir; o sebeple kusurlu yanları olabilir. Gelecek esaslı araştırmalara yol açmak, hem de gençleri cesaretlendir mekten başka bir iddiamız yoktur. İşliyeceğimiz kusurlar tenkide uğrasa, bu bile bir hareketin ve durgunluktan kur tulmanın ifadesi sayılır.
Şu ilk notları ilerde biraz daha genişleterek ayrı bir ki tapçık halinde yayınlamak is tediğimden, o esas kitabın daha kâmil bir şekilde çıkarılması için Edirneli genç meslektaş lardan «mahallî araştırmalarla bana yardımda bulunmalarını» rica ederim. Böyle yazıların ilk faydası «kültür propagan dasına yaramak» olduğu hiç unutulmasın.
* * *
Osmanlı türkleri kesin ola
rak Rumeliye geçip te Tuna‘ ya doğru yayılmağa başladıkları yıllarda (ve henüz İstanbul ele geçmezden önce) Bursa «dâr- ül-ulemâ» sayılırken, Edirne «dâr-ül-guzat» diye anılıyordu: fakat, dikkate değer ki, o asır larda ulemâ’nın merkezi olmak lık nasıl Bursa’yı musikinin neşesinden mahrum etmediy- se [1], gazilerin telâkigâhı ol mak da Edirne’yi öylece sa- natsız yaşatmadı. Çünkü, yer yüzünde musikiden mahrum yaşıyabilmiş hiç bir ülke, hiç bir çağ, hiç bir cemiyet köşesi ve hayat safhası yoktur ki, «mâbed» ile «ordu» ondan ge çebilmiş olsunlar. İslâm diyarın da olduğu gibi hristyan ülke lerinde de ara sıra «hafif sanat»a karşı bayrak açmış ahlâkçıların görüldüğü doğrudur; fakat, ciddî, İlâhî ve nezih olan sanat nevileri böyle dedi kodulardan hiç bir asırda fazla zarar gör memiştir.
Rumeli’nin çok iyi tanıdığı eski halk şairi Kaygusuz A b dal [2] eski gazilerin musiki meclislerinde görülen canlılığı ve çeşitliği bakınız ne güzel anlatmış:
Yuz bin yig-it yanınca, gürzün çeküp yürüsün, Yangınlansın da ğü taş, tabılbaz avaz ile; Tâbıl, zurna, borular hazretinde çalın-______________ sun, [1] M. R. Gazimihâl. «Bursa’da mu siki» (Bursa Halkevi yayını, 1943).
[2] Bir ara Edirnede de kalan Kay gusuz, bektaşi şairlerinden olup, Mu rat II asrındandı.
Müddei anı görsün «I çıkası göz ile. Otuz kubuz, kırk çeşte, elli kıl telli
rebap, Hub çalınsun odalarda iki telli saz ile; Bunca sözü söyledik bize bakî kalur
yok, Kaygusuz’ a nazar eyle, gel bir güler yüz ile.
Burada, ordunun hem meh terhanelerle dövülen savaş ha vain, hem de dinlenti saatleri nin kopuzlu ahenkleri ayrı ayrı fasıllariyle canlandırılmış, Edir ne’nin içi her iki ahenk tarzın da (ilk türklük asırlarında) Ru meli’nin en büyük merkezi kalmış olduğu biliniyor. Şehir deki «Kopuzcu Ali Bey Mesci di», musikicilikle dindarlığı nefsinde birleştirmiş ünlü bir gazinin son anıtı halinde yük seliyordu. «Tanburacılar mahal lesi ile camiinde güzel Edirne- nin saza olan bağlılığını asırlar boyunca andırtıp duran başka bir timsaldi...
İstanbul Başvekâlet Arşivin de XVIII inci asır ortalarında ki «Hassa mehterhane-i tabe ü alem»’ inden söz açan belge lerden birinde Bursa ve Üskü dar mehterbaşılıklarından başka bir de Edirne mehterbaşılığın- dan bahsedildiğine bakılırsa burasının o sırada hâlâ başlıca hassa “ alıcı mehter,, merkezle rinden biri olmuş olduğu anla- laşılır. (A rşiv Dairesi: M. C ev det tasnifinde No 4872, tarih
siz belge). Gerçekten de, Edir ne 1453 ten sonra başkentlik ten çıkınca Tuna’ya doğru yol lanıp duran orduların ilk büyük toplantı yeri kalmak» imtiya zını yine de kaybetmedi; c o ğ rafî durumu bakımından hem İstanbul’ dan, hem de Tuna’dan gelip geçen sanat etkilerinin pek dikkate değer bir kavuşak noktası olup kaldı. Böyle mer kezlerin sanat tezahürleri son
derecede renkli olur...
Edirne’ nin "refah ve ahenge sahne olması gereken,, en eski nehir boyu sarayları pek meş hurdu; Mesirelerinin tabiî gü zelliğini sezebilmek ise bugün de mümkündür: neticede, ikinci Osmanlı başkendinin musiki tarihine ait izlerin eskilikte hemen hemen ilk fetih yıllarına kadar geriliyebilmesi mantıkan mümkün olabilecek demekti. X V inci asra ait ilk önemli kayıt larını Oğuzname gibi dâsitanî beyitleri çalıp söyliyen kopuz lara ait olacağı pek tabiîdir; çünkü, o gibi efsanelerin Ru- melide ilk moda olduğu çağ Murat II asrı idi: Yazıcıoğlu’nun Oğuznamesi ve mümasil bir iki türkçe manzum eser onun zamanında yazıldığı gibi, türk çe mısraları elmizde bulunan lk Osmanlı padişahı da ken d i şiydi... — Devam edecek— M. Ragıp Gazimihâl ARZUHALİ*] Kenan Harana’ Askerliğim gelmiş
Anam «çocuk» diye dursun birteviye, Çamaşırlarım dürüldü.
Peder kıtamı sual etmede.
Harşlıjfim hesaplandı Bir hat boyunca.
Halbuki, bir kız bile sevmamiştim Sevmek dönüşe kaldı,
Eski minval üzre evlenmek.
1 ;
Haydi hayra yoralım bu işi Lâkin, aklım almıyor bir türlü, Leylâ’ sız asker olurmu bilmem.
Osman Turgut P A M lR L İ [*] Bu şiirleri toplayacak ki tabın adı.
E D İ R N E
7 inci sayfanın devamı leli burada Türk medeniyeti gördü ve bu mede
niyet buradan etrafa taştı ve yeni yeni medeni yetlere ana oldu..
Türkiye Cumhuriyeti, ve ouun ülkülü çocu k ları Edirneyi ve Edirnedeki Ata armağanlarını ve buradaki âbideleri sonsuz bir sevgiyle sevmekte ve ona müstesna bir değer vermektedirler.
Edirne, yaşamak ve yükselmek isteyen bir
milletin batıya açılmış varlık kapısı, Atatürjc ve Cumhuriyet yollarının ana yolu ve Türk milleti nin çarpan kalbidir.
Bu çarpan kalp durmiyacak, Edirne daima bir Türk yurdu ve Türk şehri olarak kalacaktır. Türk genci büyük Atasının önünde bunun için ant içmiştir.
Hikmet Turhan D AĞLIOÖLU
T E T K İ K L E R
DİRNIEDE
M U S İ K İ
» # # « • •
Y a z a n : M . R a g ı p ü G A Z İ M İ H Â L
• • • • • • • • • • • •
II. M u ra t’ın E d ir n e s a r a y ın d a
= v e rile n m ü z ik z iy a fe ti =
- 2 —Usta kopuzcuların Murat Il’ nin Edirne sarayında geçen toplu bir ahenklerine transız seyyahı
Bertrandorı de la Broyuiere 1432
de tesadüfen şahit olmuş; sey yah, bir elçi kabul törerinde din lediği o musikiyi bakınız nasıl anlatıyor: «Büfenin yanında bir musiki takımı vardı. Padişah dai resinden çıkınca çalmıya,
eski padişahların kahra manlıklarına dair türkü ler çağırmağa başladılar. Bir çokları da hoşlarına giden parçaları, kendile rine has gür bir sesle haykırmıyorlardı; önce bu, bana pek garip geldi. Fakat içeri girince gör düm ki, ellerinde koca telli sazlar vardı Onların türküleri yemek başla-
yıncıya kadar sürdü. Etler kal dırıldı. Elçi memuriyetine dair tek kelime söyliyemeden kalktı, ikametgâhına gitti.» Padişahın yanında bir cüce ile iki maska ra da varmış. ( Deniz aşırı sey-
yahat).
Murat H’nin bizzat meraklı bir musikişinas olmuş olduğu, zama nında Bursa’ daki saray musikici- lerinin pek seçkin kimseler sa yıldığı, hattâ Bursa’ nın ilk ciddî musiki hayatı onun zamanında geliştiği düşünülecek olursa, XV
inci asırda Edirnede de neden dolayı seçkin bir sanat hayatının yer bulabildiği kendiliğinden an laşılır. Musikiyi «şerif bir ilim* saydığını söyliyen o padişaha it haf olunmuş musiki kitapların dan hiç olmazsa bir veya ikisi nin Edirne’ de kaleme alındığını düşünenler bulunmuştur: Türkçe
olarak yazılmış ilk musiki kitap larının müellifleri Ahmet oğlu Şükrullah ile Hızır bin Abdul lah’ ın Edirne’ den oldukları da bu arada düşünülmüştür. Onların Bursa’ da yaşadıklarını kabul et mek her halde daha doğru olur. Bununla beraber, Murad’ın, ken di usta Bursalı musikicilerini ge rek Mağnisa’ ya, gerekse Edir ne’ye zaman zaman beraberinde getirip götürmüş olabileceği ak la yakındır. Padişah boş zaman larını musiki ile geçirmek
itiya-10
dındaydi; hattâ bu hal bir ara halk arasında dedikoduları bile mucip olup durmuştu [1]. Her halde, X V înci asrın ilk yarımın da Bursa gibi Edirne de ilk bir anlayışlı musiki uyanıklığına şa hit oldu; bu her şeyden anlaşılı yor. Edebî faaliyetle başabaş gi den bir musiki canlılığı olmuştu. Murat’ tan çeyrek asır kadar önceki ^fetret» yıl larında ve hele Süleyman Çelebinin şakrak m eclis lerinde Edirne sarayının pek hafifmeşrep musiki lere şahit olduğunu tah min etmek güç olmuyor. Çünkü, Çeltbinin mah rem hayatı (on yıllık Ru meli beyliği sıralarında) fazla kayıtsız ve zevkü safaya düşkün geçmişti. Kardeşi Musa Çelebi Edirne’ ye yaklaştığı günlerde bile büyük lerin öğütlerini hakaretle karşı lamaktan çekinmedi. Son gündü: fer a haberi tebliğ için önce Mi- haloğlu işretgâha koştu. Süley man, hiç aldırış etmiyerdk ve ih tiyar askere kayıtsızlıkla baka rak, şu farisî beyiti okudu:
Men ü eam , şarab ü ruy rıigıi ; Eğer Cemşid m ey âyed « be ya » gû
(Devam edecek)
[ t ] Bu yanlan »Bursa'da Musiki» baş lıklı kitabımda ayrıca münakaşa ettim,
V A T A N İÇ İN
Ecdattan yadigârdır bu güzel vatan, Çiğnenmesin diye tek taşı bu ilin Kalkan yaptı göksünü sınırda atan-Çiçekleri, renk aldı şehit kanından, Bu millet, hürriyet ve istiklâl için Bayrağı kefen yaptı, göksünü kalkan.
Mümtaz TASALI
Taha Toros Arşivi