• Sonuç bulunamadı

Ahmet Haşim’de Çevreci Duyarlılık ve Antropomorfik Algılama

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ahmet Haşim’de Çevreci Duyarlılık ve Antropomorfik Algılama"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Şerife Çağın

*

ENVIRONMENTAL SENSITIVITY AND

ANTROPOMORPHIC PERCEPTION IN AHMET HAŞİM

ÖZ: Türk edebiyatında çevre problemi, özellikle 1950’lerden sonra Sait Faik’in hikâyeleriyle gündeme gelerek günümüzde en çok ele alınan konulardan biri hâline gelmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarına rastlayan 1922-1933 tarihleri arasında Ahmet Haşim, hayvan ve bitkiler başta olmak üzere doğadaki varlıkların; insanların hiz-metine sunulmak için yaratılmadığını iddia etmiş ve onlara, özel bir duyarlılıkla yaklaşmıştır. İronik bir anlatımla, insanların hamakatini, boş gururunu eleştirdiği bir kısım yazısında hayvanların, zekâlarını kullanıp insanları nasıl alt ettiklerini anlatmıştır. Bazı yazılarında ise keskinleştirdiği hiciv üslubunu; kendi zevkleri için hayvan ve bitkilere acımasız davranan ve uygun olmayan muamelelerde bulunan insanlara yöneltmiştir. Haşim’in nesirlerinde görülen çevreci tavrı, farklı bir şekilde şiirlerinde de karşımıza çıkmaktadır. Canlı, cansız varlıklara insanî özellikler yükleyen antropomorfik algılama ile ay, güneş, yıldız, rüzgâr, su, kuş, çiçek, böcek vb. tabiat unsurları; hâlden anlamak, üzülmek, hayal kurmak gibi vasıflarla bambaşka bir mahiyet kazanmışlardır.

Anahtar Kelimeler: Ahmet Haşim, çevrecilik, hayvanlar ve bitkiler, Maurice Maeterlinck, antropomorfizm.

ABSTRACT: Environmental problems have become one of the central issues recently in Turkish literature, especially after 1950s gaining prominence with Sait Faik’s stories. Among the first years of the Republic, between 1922 and 1933,

Yeni Türk Edebiyatı, Sayı 17, Nisan 2018, s. 111-126.

* Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, (scagin@hotmail.com).

(2)

Ahmet Haşim claimed that living creatures especially animals and plants were not created to serve people and he approached them with a particular sensitivity. In some of his writings, he ironically depicted how animals outsmarted people whom he criticized for their folly and vanity. He directed his sharpened satirical style at people who are brutal to animals and plants for their pleasures. The en-vironmentalist attitude seen in the prose writings of Haşim, in a different way, is also oberved in his poems. The anthropomorphic perception that imposes human characteristics on living, non-living beings and moon, sun, star, wind, water, bird, flower, insect etc. have gained a completely different character with such qualities as understanding, sadness and dreaming.

Keywords: Ahmet Haşim, environmentalism, animals and plants, Maurice Ma-eterlinck, anthropomorphism.

...

Çevrenin katledilmesi, çevre kirliliği, insan merkezli tabiat anlayışına yöneltilen eleştiriler, gerek dünya edebiyatında gerekse Türk edebiyatında son yıllarda en çok üzerinde durulan konulardandır. Pastoral, ütopik anlatılardan yakın geleceğin tehdit altında bulunduğunu vurgulayan distopik anlatılara, en kötücül çevre tasvirlerine va-rıncaya kadar pek çok metni analiz edebilmek için ekoeleştiri adı altında bir eleştiri anlayışı da geliştirilmiştir. Hatta çevre konusunu ele alan eleştirmenlerin çoğu tabiatın katledilmesinde dişil olarak algılanan toprak ve su unsurlarına özel ilgi göstermekte ve buna paralel olarak kadının da hunharca sömürüldüğünü, değersizleştirildiğini iddia etmektedirler.

Türk edebiyatında modernist görüşlerle bencilleşen, tabiatı kendi arzusuna göre talan eden insanoğlunun eleştirisi, ayrıntılı olarak ele alınabilecek bir konu olmakla birlikte biz burada 1922-1933 yılları arasında pek çok nesir yazısında özellikle bu konuyu irdeleyen Ahmet Haşim üzerinde duracağız.1 Haşim, şiirlerinde de tabiat

1 Türk edebiyatında çevre probleminin, özellikle Sait Faik’in 1950’lerden sonra kaleme aldığı hikâyeleriyle

gündeme geldiğini düşünürsek, Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu meseleyi ele alan Haşim’in dikkatleri daha bir önem kazanacaktır. Bu arada Samipaşazade Sezai’nin 1892’de yayımlanan Küçük Şeyler kitabında yer alan “İki Yüz Elli Kuruşa Bir Asır” hikâyesini hatırlatmak gerekir. Sezai, üç sene yurt dışında kaldıktan sonra hasretiyle yanıp tutuştuğu Çamlıca’ya kavuştuğunda tabiata karşı girişilmiş vahşi bir kıyımla karşılaşır. Sanatkârane bir üslupla kaleme alınmış olan bu eserin, Türk edebiyatında ilk çevreci anlatılardan olduğunu düşündüğümüz için bu kısmı aynen alıntılıyoruz: “O günlerde herhangi bahçenin içinden, herhangi araziden geçsem, her cihette hükm-fermâ-yı tahrib olan dehşetli bir balta sesiyle yürekler dayanmaz surette acı acı feryatlar ederek birtakım ağaçların yere yıkıldığını görüyor-dum. Suver-i bedayi-i tabiat arasında endam-ı dil-rübâlarıyla temayüz ederek bir âlem-i zî-bâlin kâinata karşı ettikleri feryada, gökten zemine dökülen âheng-i ilâhîye minber ve mehbit olan ağaçları o sene

(3)

unsurlarına anlamlar yükleyen, maddenin dört unsurundan (su, ateş, toprak, hava) imgeler üreten; hayatın döngüsünü, ferdî duygulanımlarını maddelerin birleşmesinden doğan hayallerle anlamlandırmaktan hoşlanan bir mizaca sahiptir. Bu anlamda kozmik unsurlar, bitkiler ve hayvanlar âlemi bu özel mizacı hayatı boyunca hep meşgul etmiştir. Şiirlerinde su, varlıkları yansıtan, içine alan, dönüştüren lezzetli bir acılığın, oyunumsu bir hazzın titrek mekânıdır. Nesirlerinde ise hayvan ve bitkiler, insanı barındıran top-rak baskın unsur olatop-rak karşımıza çıkar. Haşim’de maddelerin birleşmesinden doğan haz ve lirizm okur olarak bizi insanın derinlerinde yatan bakir alanlara götürürken nesirlerinde dikkatimiz dışa yönelir. İnsanoğlunun bencilliğine, ukala, acımasız tara-fına öfkeleniriz ve kendimize çekidüzen vermeye çalışırız. Aslında Nurullah Ataç’ın

Frankfurt Seyahatnamesi kitabının yayımlanması üzerine kaleme aldığı bir yazıda

söylediği üzere, Haşim’in şiirinde olduğu gibi nesrinde de bütün sanatı bir “ihsas” sanatıdır.2 Ancak nesirlerinde gözümüz toprağa ve insanoğluna yönelmiştir. Hayvan ve bitkiler duyguları, zekâsı olan, canı yanan, insanoğlu tarafından küçümsenen, zulmedilen canlılardır. Bu tür yazıları, alegorik anlatılar olan ve sonunda bir hikmet dersi barındıran, dikkatin hayvan ve bitkilerden ziyade insanın kusurlarına yöneldiği fabllarla karıştırmamak gerekir. İnsan kusurlarına yönelik eleştirilerle birlikte burada bizzat bitki ve hayvanların hisleri, zekâları söz konusudur. Haşim, bitki ve

hayvan-katliam ediyorlardı. Bu âvâce-i inhidam arasından mahzun mahzun geçerek her yerde zîb-i hayalim olan hıyabanıma doğru takarrüb ettim. Ne göreyim? O güzel hıyâban, her türlü hüzün ve elemiyle bir beyâban olmuş. Vakit vakit esen bir rüzgârın kaldırdığı gubâr-ı ye’s efzâ, içinden haşerât-ı muzırra yağar toprak renginde bir bulut şeklini almıştı.

a Ne bir ağaç! Ne bir kuş! Şurada, burada kalıp kurumuş bazı ağaç kökleriyle orası bir Afrika

mezaris-tanına dönmüştü. Her şeyi solduran, her şeyi çürüten temmuzun o âteşîn güneşi, yolun kenarında kalmış bazı çalıları, yangından çıkan yeşillik gibi yakmış, ötede beride yağmurdan biriken sular ise, kurtlandığı için taaffün ediyordu.

a Yoldan yürümeye başladım. Güneşin zemine dokunan âteşîn bir hayt-ı şuâı içinde, nihayetsiz bir sürat,

yorulmak bilmez bir hareketle yukarıya, aşağıya çıkıp inen bin türlü sinekler ağza, gözlere giriyor. Başımın üzerinde kaynayan bu güneş de her tarafı kavuruyor. Ayağımın altında ise kertenkeleler kaçı-yorlardı. Oradan geçen bir bağcıya ‘Buraya ne olmuş?’ diye sordum. Yüzüme biraz hayretle baktıktan sonra ‘Buranın sahibi bu ağaçları iki yüz elli kuruşa Üsküdar oduncularına sattı’ cevabını verdi.” Samipaşazade Sezai’nin Hikâye-Hatıra-Mektup ve Edebî Makaleleri (haz. Zeynep Kerman), İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., 1981, s. 13-16.

a Ayrıca, Samipaşazade Sezai söz konusu hikâyeden önce Abdülhak Hamit’in Hindistan izlenimlerini

anlattığı bir mektubu üzerine 3 Ağustos 1298/1882 tarihli Londra’dan yazdığı cevap mektubunda Londra ve çevresinin çekilmez bir hâl aldığından; fabrika bacaları, şimendifer sesleri, havanın kirliliğinden şikâyet ederek “mahşer-i medeniyet”ten kaçıp sığınacak açık bir sema, tenha bir köşe aradığını söyler. Bk. Samipaşazade Sezai’nin Hikâye-Hatıra-Mektup ve Edebî Makaleleri, s. 282.

(4)

ların ruh dünyasından, zekâsından büyük bir hayranlıkla bahsederken bir taraftan da insanoğlunun diğer canlılar karşısında kendisini muktedir hissetmesini bazen ironik bir üslupla bazen de doğrudan hiciv üslubuyla eleştirir.

Ahmet Haşim’in hayvanlar ve bitkiler, hatta ay, yıldız gibi gök cisimleri ve diğer varlıklar karşısında bu özel dikkatinde empresyonist ve sembolist şairlerin yanı sıra mizacı, çocukluğunu geçirdiği coğrafyadan küçük yaşta ayrılması sonucunda sürekli içinde var olduğunu düşündüğümüz gurbet ve yabancılık duygusu gibi biyografik durumların kuşkusuz yeri büyüktür. Bunların dışında Nobel ödüllü Belçikalı sembolist şair, oyun yazarı ve denemeci Maurice Maeterlinck’in doğa kitapları Haşim’i etkilemiş olabilir.3 Haşim yazılarında zaman zaman hayvan ve bitkilere karşı özel dikkatleriyle Maeterlinck’in ismini zikretmektedir. Maeterlinck’in 1907’de yayımlanan “Çiçekle-rin Zekâsı” şeklinde çevirebileceğimiz L’Intelligence des Fleurs başlıklı kitabında; döllenme sisteminin, çiçekler arasındaki iletişimin sanıldığı gibi mekanik olmadığı, insanlara atfedilen duygu ve zekânın çiçeklerde de mevcut olduğu iddia edilerek somut örneklerle bu haberleşme açıklanmaya çalışılır. Kavram yeteneğine sahip olan çiçeklerdeki baştan çıkarıcı kokular, uyumlu ve çarpıcı renklerin seçilip fark edilme-si, uzaktaki sevgilinin öpücüğünü getirmesi gereken arı, sinek, kelebek gibi canlıları çekmek ve tutmak için başvurulan yöntemler üzerinde durulur. Maeterlinck’in bu tür dikkatleri sonucunda, çiçeklerde de tıpkı insanlardaki gibi benzer yasaların, hayal kı-rıklıklarının, savunma mekanizmalarının var olduğu, onların da kolay ve zor zaferleri bildikleri, hasta oldukları, aralarında müthiş bir haberleşmenin mevcudiyeti fark edilir. Bu kitabın dışında Maeterlinck’in doğayı gözlemleyerek bilgelik ve alçakgönüllü-lüğün bir örneği olarak üzerinde durduğu arı, karınca, ve termitlerin hayatına dair çalış-maları da mevcuttur. 1901’de yayımlanan ve 1936’da Türkçeye de çevrilen Karıncaların

Hayatı4 kitabının önsözünde çevirmen, Maeterlinck’in kitabının sonuna böcek ve böcek psikolojisi bilginlerinden sekseninin Alman, Fransız, İngiliz dillerinde yazdıkları dört yüze yakın kitap, risale ve makalelerinden oluşan yedi sayfalık bir bibliyografya ilave ettiğini belirttikten sonra kitabın bir yerinde geçen, yazarın şu önemli sözünü hatırlatır: “Göklerde dolaşan şeyle bir damlacık suda olup biten her şey aynı kanunlara boyun eğer.”

Maeterlinck’in bu sözüne paralel olarak kuraklık münasebetiyle kaleme aldığı

3 Bu arada Haşim’in, modern Japon sanatı üzerine büyük etkisi olan sanat eleştirmeni Okakura Kakuzo’nun

1906’da yayımladığı Çayname adlı eserinin bazı bölümlerini tercüme etiğini hatırlatmakta fayda var. Japon kültüründe, özellikle çay odalarında çiçeğe verilen değer şüphesiz Haşim’in ilgisini çekmiş olmalıdır. Kitaptan çevirdiği bölümler şu başlıklarla yayımlanmıştır: “Çayname”, Akşam, nr. 2682, 30 Mart 1926; “Çayname’den Çiçekler”, Akşam, nr. 2685, 2 Nisan 1926; “Çayname’den Çay Odası”, Akşam, nr. 2692, 9 Nisan 1926. Gurabahane-i Laklakan - Diğer Yazıları, s. 280-289. Ayrıca bu kitabın tercümesi için bk. Okakura Kakuzo, Çayname (çev. Ayşegül Seç), İstanbul: Arion Yayınevi, 2006.

(5)

bir yazısında5 Haşim de tabiatın dengesine dikkat çekerek fennin henüz yağmur yağ-dırmaya muktedir olmadığını hatırlatır. Dünyanın mutlak hakimlerinin “kızıl ufuklar üzerinde sıra sıra yürüyen ve gürleyen siyah bulutlar” olduğunu söyler. Uzun sürecek bir kuraklık, milyonlarca insan neslinin, asırlardan beri zahmetle biriktirdiği zekâ ser-mayesini tüketmeye ve insanoğlunu şımartan bir medeniyeti iflas ettirmeye yetecektir.

Haşim, bencil ve güce tapınan insandan esirgediği sevgisini hayvan ve bitkilere cö-mertçe verir. Sanat belki de kendisini yalnız ve yabancı hissettiği bu dünyada tek tesellidir. Bu yüzden yalanın, dolayısıyla sanatın tanrısı Hermes’ten ve çirkinlikleri silerek fantastik bir dünyanın kapılarını aralayan “yalancı ay”dan övgüyle bahseder. “Sincaplar, Kuşlar Vesaire” başlıklı yazısında6 anlattıkları aslında Haşim’in çocukluğunda gerçekliği olmayan güzel bir yalandan ibarettir. Bu yazısında Frankfurt’ta odasında yalnız kaldığı zaman bahçenin tenha ve yemyeşil bir köşesine bakan pencereye oturup çimenlere, ağaçlara, rüzgârın önünde yaprakların oynaşmasına bakarak gözlerini eğlendirirken bir sincabın sevimli hareketlerini takip etmeye başlar ve oradan muhayyel bir dünyaya geçiverir:

Sincapları yakından tanırım. Çocukluğum dağlık, yabanî bir memlekette geçti. Orada biz çocuklara, oyuncak yerine, ayı yavrusu, karaca, tilki veya sincap getirilirdi. Üst katta, sandık odasında, dolaplar arkasında tilkilerimiz saklanırdı; bahçede büyük bir ağacın gölgesinde esir bir kartal, tayyare genişliğindeki kanatlarını germiş, pençelerini tutan koca bir zinciri şıngırdatırdı; ayı, homurdanarak bahçenin yüksek duvarları üzerinde dolaşır ve kurşun hızıyla duvarlara taş atardı. Kurnaz ve çevik sincapları evde tutmak kabil değildi; getirildikleri gün boyunlarına geçirdiğimiz parlak çıngıraklı kırmızı tasmalarıyla elleri-mizden kaçar ve büyük çitlembik ağacının sık yaprakları içinde kaybolurlardı. Günlerce bahçemizin ağaçları bir yerde durmayan esrarengiz ince çıngırak sesleriyle çınlar dururdu.7

“Şehir Harici” başlıklı bir başka yazısında,8 çiftliğinde arılar, inekler, keçiler ve

5 “Bulutlar Karşısında Bir Muhavere”, Bize Göre - İkdam’daki Diğer Yazıları, s. 21-22.

6 “Sincaplar, Kuşlar Vesaire”, Frankfurt Seyahatnamesi - Mektuplar-Mülakatlar, s. 27-28.

7 Zeynep Kerman, Ahmet Haşim’in nesirlerinde hayvanlar üzerinde durduğu bir çalışmasında, yazısının

anahtarı olarak ele aldığı “Sincaplar, Kuşlar Vesaire” başlıklı metnin yukarıda alıntıladığımız kısmını örnek göstererek, Haşim’in sadece güzel bir fanteziden ibaret olan bu yazısında anlattıklarını “Ahmet Haşim’de hayvanlarda arkadaşlık, bu yazıdan da anlaşılacağı üzere, çocukluk yıllarından başlar ve ömür boyu devam eder” şeklinde gerçekte yaşanmış gibi göstermiştir. Bk. Zeynep Kerman, “Ahmet Haşim’in Nesirlerinde Hayvanlar”, Yeni Türk Edebiyatı İncelemeleri, İstanbul: Dergâh Yay., 2009, s. 279-286. Nurullah Ataç’ın “Bir Avcının Getirdikleri” yazısında söylediği üzere Haşim, hatıralarında dahi “eşkâl-i hayat”ı olduğu gibi “havz-ı hayâlin sularında” seyrediyor. Ataç, “Son zamanlarda bu kadar güzel, bu kadar munis, bu kadar ‘yalan’ bir parça okuduğumu hatırlamıyorum. Fakat bu ‘yalan’ Ahmet Haşim’in de kabul ettiği bir estetiğe göre sanatın ta kendisidir.” diyerek şairi övmekten geri kalmaz.

(6)

tavuklardan oluşan dost bir hayvan çemberi ortasında yaşayan akıllı bir dostuna ger-çekleştirdiği ziyareti anlatır. Zamanla tabiat, dostunu kendisine benzetmiş ve onu bir kaya parçasına dönüştürmüştür. Şehirlerin sarı derisini kırların kızıl derisine değişme-dikçe güneşin ve toprağın kardeşi olunamayacağını söyler. Bahar bayramında çingene görmek için gittiği Kâğıthane deresinin hâlihazırdaki içler acısı hâlinden şikâyet ettiği “Çingene” başlıklı yazıda9 baharla, ağaçlarla bütünleştirdiği çingeneyi şöyle tasvir eder:

Çingene, insanın tabiata en yakın kalan güzel bir cinsidir. Zannedilir ki, bu tunç yüzlü ve fağfur dişli kır sakinleri, beşeri şekle istihale etmiş birtakım neşeli yeşil ağaçlardır. Çingene, bizzat bahardır. Çocukluğumda gördüğüm baharlardan bugün hatırımda kalan hayal, yeşil, kırmızı, sarı şalvarlar giymiş, şarkı söyleyen ve el çırpan bir alay genç kız içinde, tahta zurnasını çalıp, bu musikinin vahşi kahkahaları andıran müşabih akisleriyle yeşil vadileri uzun uzun inleten genç bir çingenedir.

Kendisini tabiatın bir parçası olarak görmekten zevk alan Haşim, bu tür yazılarının dışında bitki ve hayvanların ruh dünyalarını, zekâlarını anlatarak insanların acımasızlığını, hamâkatini, hiç de düşündükleri kadar kuvvetli olmadıklarını ortaya koyan pek çok yazı kaleme almıştır. Doğanın sadece insana hizmet ettiğini düşünen insan merkezli görüşü eleştirdiği, hayvan ve bitkilerin zekâsına ve hissiyatına dikkat çektiği bu tür yazılarında açık bir şekilde ekoloji merkezli bir tavır alarak adeta insanları doğa ile olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmeleri konusunda uyarır.10 Kendilerini diğer canlılardan üstün gören insanların kibri, acımasızlığı çoğu zaman mizahî, bazen de doğrudan hiciv üslubuyla eleştirilir. Haşim “Kendini Beğenmek” başlıklı yazısında11 mevcudatın, insanoğlunun küçük zevki ve menfaati için yaratıldığını düşünen anlayışı şöyle eleştirir:

Hayvanların kıymetini, bize olan hizmetleri ve faydalarıyla ölçmek, hodbinliğin en çirkin ve en iptidaî bir şeklidir. Eğer mahlukâta, hayat çerçevesi içinde yerler tayini için

rehbe-9 “Çingene”, age., s. 20. Çingenenin tabiatla bütünleşmesinin en güzel örneklerinden biri de Sabahattin

Ali’nin “Değirmen” hikâyesidir. Bk. Sabahattin Ali, Öyküler, Şiirler ve Oyun, İstanbul: Yapı Kredi Yay., 2009, s. 19-30.

10 Son yıllarda ekoeleştiri adı altında çevre ve insan ilişkileri üzerine çalışmalara ağırlık verilmektedir. Serpil

Opperman “Ekoeleştiri: Çevre ve Edebiyat Çalışmalarının Dünü ve Bugünü” başlıklı yazısında doğadaki her şeyin birbirine bağımlılığı ilkesine dayanan Derin ekolojinin etkisinin hâlen sürmekte olduğunu söyle-yerek Derin ekolojinin amacını şöyle belirler: “Derin ekoloji, doğanın insan tarafından ötekileştirilmesini, insanın kendisini doğadan ayrı ve üstün bir konumda değerlendirmesini ve doğanın ham madde kaynağı olarak bilinçsizce sömürülmesini eleştirir.” Bk. Ekoeleştiri Çevre ve Edebiyat, s. 20-21. Ayrıca doğa ve çevrenin nasıl algılandığını, onlara karşı işlenmiş suçların neler olduğunu ve bunlara ne gibi çözüm yolları geliştirildiğini Amerikan ekokurgu eserleri üzerinden inceleyen bir başka çalışma için bk. Sezgin Toska, Ekokurgu –Ekolojik Sorunların Çözüm Yolu Olarak Edebiyat–, İstanbul: Yeni İnsan Yay., 2017.

(7)

rimiz münhasıran menfaatimiz olacaksa, bizi, etiyle besleyen koyun ve öküze Aristotelis ve Eflatun’unkinden daha bâlâ birer mevki vermemiz icap etmez mi?

Hakikat şu ki, etrafımızda teneffüs eden mevcudatın hiç biri ne huzurumuzu temin ne de tencerelerimizde kaynamak için yaratılmamıştır.

İnsanın küçük zevki ve menfaati âlemin mehîb nizamına bir mihver değildir.

Haşim’in bu tür yazılarını birkaç grupta değerlendirebiliriz. Bir kısmında hayvanların zekâlarıyla insanları nasıl alt ettikleri, kendisini akıllı sanan insanoğlunun hiç de sanıldığı gibi üstün olmadığı günlük hayattan örnekler verilerek incelikli bir mizah üslubuyla an-latılır. Bir kısım hayvan ve bitki anlatılarında ise ironik anlatım, gülme yerini doğrudan hiciv üslubuna bırakır. Burada kendisini diğer canlılardan üstün gören insanoğlu bir kıyım, katliam gerçekleştirmektedir. Bitki ve hayvanların da hissedebileceğini, acı çekebileceğini vurgulayan bu tür yazılarda şairin insana duyduğu nefret en üst dereceye çıkmıştır. Ahmet Haşim’in kadınları, daha genel anlamda “dişi”yi sürekli olarak hor görmesi, aşağılaması çevreci bir duyarlılıkla kaleme alınmış bu yazılarda dikkati çeken başka bir husustur. Bu yönüyle Haşim’in yazıları, doğanın dişiliğini sürekli vurgulayan ve kadının da doğa gibi sömürüldüğü fikrinden hareketle erkek merkezli anlayışı yıkmaya çalışan, çevrenin tahrip edilmesinde erkek egemen kültür ve anlayışın etkili olduğunu savunan çevreci görüşten uzaklaşmaktadır.12 Haşim kim bilir belki de –sık sık söylendiği gibi– beğenmediği görü-nüşünden, kadınlardan yana şansızlığından dolayı dişiden, kadından nefret eder.

Haşim kadın dışında genel olarak insanın boş gururunu, zevksizliğini, kendisinin dışındaki varlıklara kayıtsızlığını, akademiyi, öğrenilmiş bilgiyi alaya alan ironik yazılar da kaleme almıştır. Bu yazıların çoğunda hayvanlar yine zekâları, incelmiş zevkleriyle mukayese unsuru olarak kullanılmış ve insanın önüne geçirilmiştir. Haşim’in kabul görmüş bilgiyi ters yüz eden çıkışları da komik tesir yaratması bakımından başarılıdır.

“Müthiş Bir Böcek”te,13 insanın kendinden bir milyon defa küçük olan tahtakurusu karşısındaki aczini anlatırken aslında insanoğlunun boş gururu, hamâkatiyle ince ince alay etmektedir.14

12 Ekolojik çalışmalar içerisinde kadın hareketleriyle çevresel hareketleri ilişkilendiren “eko feminist”

hareketin önemli bir yeri vardır. Ekofeminizm, feminist hareketlerin ivme kazanmaya başladığı 1970’li yıllarda, doğanın sömürülmesi ve tahribatıyla kadının sömürülmesi arasında paralel bir ilişki olduğu düşüncesiyle ortaya çıkan bir akım olarak görülür. Bk. Pelin Kümbet, “Ekofeminizm: Kadın, Kimlik ve Doğa”, Ekoeleştiri Çevre ve Edebiyat, s. 171-203.

13 “Müthiş Bir Böcek”, Bize Göre - İkdam’daki Diğer Yazıları, s. 33-34.

14 Haşim’in tahtakurusunun işini yaparken gösterdiği titizliği ve çalışkanlığı tasvir ettiği bu parça ile

Maeterlinck’in karıncaların teşebbüslerini gerçekleştirirken izledikleri yolu tasvir ederken Hubert isimli bir bilginden yaptığı alıntı arasında büyük bir benzerlik görülmektedir: “Hele karıncalar büyük teşebbüslere giriştikleri zaman onların kafasında bir idenin doğduğu ve idenin gerçekleştirildiği sanılır.

(8)

Uzanmış yatan bir adam, bir tahtakurusu için nedir? Muhakkak Himalaya dağları gibi korkunç bir girinti ve çıkıntı âlemi! Her kımıldanışında bin tahtakurusunu ezip patlatma-ya muktedir olan bu müthiş avın burnu ucundaki tatlı kan damlasını emmek için küçük böceğin silahı nedir? Ezilirken parmağa bulaştırdığı yalnız bir iğrenç koku zerresi! Ne müthiş cesaret!

Genelde görüntüsüyle insanda tiksinti uyandıran tahtakurusu, Haşim’in bu dikka-tiyle birlikte birden bir kahramana dönüşür ve onunla ilgili olumsuz kanaatlerimizde büyük bir değişme olur. Benzer durum “Kargalar” başlıklı yazıda da15 görülür. İnsanoğlu ile kargalar arasında kıyasıya devam eden savaşın sonunda zeki olduğunu düşünüp üstünlük taslayan insanın bütün çabası boşa çıkarılır:

Hani bu sene kargalara harp ilan edilmişti? Ya bu tepemizde sürü sürü uçuşan kara kuşlar ne? Her sabah gözlerimi, semalardan gelen paslı sesler gıcırtısıyla açıyorum. Sanki binlerce çelik makas, semaların laciverdîsini doğramak için mütemadiyen açılıp kapanarak, havada cehennemî bir gürültü ile şakırdıyor. Bahar geleli, kargalar hudutsuz bir neşe içinde! Sanki insan silahına karşı yeni galebelerini tes’id ediyorlar. Vapura gitmek için geçtiğim tarlaya konan kargalar, şimdi gelip geçenden zerre kadar korkmuyor, bilakis bu tank gibi madenî bir zırhla her tarafı kaplı kuşların yuvarlak kanlı gözü ve çelikten gagası, garip bir tehditle insana doğru çevriliyor! Öyle ya! Galip mağluba başka türlü mü bakacak?

Bir başka yazı, hava durumuyla ilgili Kandilli Rasathanesi’nin yanlış tahminleri karşısında horoz ve kedinin önsezilerinin doğruluğunun ispatı üzerinedir:

Kedi diliyle ellerini ıslatıp tüylerine sürmeye başlayınca mutlaka yağmur yağacak demektir. Onlardan biri yuvanın üstüne birbirine sarılmış, dolaşmış ve küçücük odanın yapılmasına yahut o odada köşe veya yanlarına konabilecek kirişçiklere elverişli iki ot filizi bulup çıkarınca bu bütünün parçalarını inceler ve sonra büyük bir beceriklikle toprak parçalarını gövdenin uzunluğunca boşluğa yerleştirir ve başkalarının başlayıp bıraktıkları işlerdeki bütün materyelleri her taraftan hatıra gönüle bakmaksızın uygun bir surette alır, kafasına koyduğu bir ideye bu kadar bağlıdır ve onun bıkmaksızın arkasını ko-valar, gider, gelir, döner, dolaşır ve planı öteki karıncalar tarafından görülür bir hâle getirilinceye kadar uğraşır. Karıncalığın bir öteki kısmında büyük bir odanın çatısını yapmak için mahsus konulmuşa ben-zeyen saman çöpleri vardır. Bir işçi bu durumun faydasını sezer, yerin bir iki santimlik kısmında dikine uzanmış bulunan bu parçalar kavuşarak uzun bir (Parellelogramme-mütevaziüladla) teşkil ederler, usta böcek bütün bu kereste materyalinin köşelerine ve bunlardan yapılan döşeme tabanlarına uzunluğunca toprak koymuştur. Aynı işçi, sonra bu materyali birbirine ters yönetlerde birleştirerek birçok sıralar yapar, öyle ki odacığın çatısı çok belli bir hale gelince ve öteki ağaçtan destek için dikine bir duvar olarak faydalanma imkânını görünce temelleri atar, öteki karıncalar yetişerek birincinin başladığı işi beraberce bitirirler.” Maeterlinck, Karıncaların Hayatı, s. 21.

(9)

Zira kedi yağmurlu havanın yaklaştığını hissedince ıslak tüyleriyle kendine su geçmez bir muşamba hazırlar.

Horoza gelince, o güneşin aldanmaz bir nöbetçisidir; gece, karanlıklarda ve yağmur bu-lutlarından sıyrılmak üzere olduğunu herkesten evvel sezen ve haber veren odur. Tecrübeye müstenit olan bu izahattan sonra, gerek kedinin ve gerek horozun karnında bir rasathane tertibatı mevcut olduğuna iman ettim. İş böyle olunca, Kandilli sırtları üzerinde bize her gün hava haberlerini ters vermek üzere kurulan faydasız müessese yerine bir Denizli horozu ikame etmek daha muvafık olmaz mı?16

Haşim benzer şekilde yeni mimari yapıları eleştirirken de Şark mimarisinin ayrıl-maz bir parçası olarak gördüğü güvercinlerin sanat zevkini ispatlar. Kubbe ve minare olan yerlere küme hâlinde toplanan güvercinlerin, yeni yapılaşmadan uzak durmalarını onların güzel sanatlar karşısındaki incelmiş zevklerine bağlar:

Halbuki güvercinler, ne yabancı banka binalarının sahte arabesklerine ne de evkaf hanlarıyla vapur iskelelerinin kubbelerine ve süslü saçaklarına aldanıyorlar. Düyûn-ı Umumiyenin damları üstüne bir güvercinin konduğunu henüz bir kimse görmemiştir. Güvercin, hayret edilecek bir anlayışla usta Sinan ve Kasım’ı âciz taklitçilerinden ayırmakta zerre kadar tereddüt göstermiyor. Büyük mimarlarımızın bazen fikir danışması için, güzel sanatlar kuruluna bir güvercinin de aza seçilmesi acaba uygun olmaz mıydı?17

Bu tür yazılarda, günlük hayatta iç içe olduğumuz, fakat fazla üzerinde durma-dığımız hayvanlar yeni bir dikkatle anlatılır. İnsanla hayvanın zekâ bakımından yer değiştirdiği bu yazılar Haşim’in lirik duyguların anlatımında olduğu kadar ironik dil kullanmakta, mizah yaratmakta da başarılı olduğunu göstermektedir. Kendi zevkleri için hayvan ve bitkilere acımasız davranan, uygun olmayan muamelelerde bulunan insanlar karşısında ise Haşim’in üslubu oldukça sertleşir.

Haşim’in yurt dışına çıktığı zaman ziyaret ettiği yerler arasında hayvanat ve botanik bahçelerinin ön planda yer aldığı görülmektedir. Yabancı bir memlekette ka-pıldığı, bunun da ötesinde çocukluk günlerinden itibaren içinde büyüttüğü gurbet ve yabancılık duygusu ve zaman içerisinde kazandığı çevreci duyarlılık belli ki Haşim’i bu tür mekânlara yöneltmiştir. Burada amaç, eğlenceli vakit geçirmekten ziyade acı çeken, gurbetzede canlılarla empati kurmak ve onlarla hem-dert olmaktır. Doğal çevresinden koparılıp getirilmiş, özgürlüğü kısıtlanmış bu canlılarla kendisi arasında kurduğu yakınlık dikkat çekicidir.

Paris’e gittiğinde trenden iner inmez banyo ve kahvaltı faslından sonra doğru hayvanat bahçesinin yolunu tutar. Eylül sonunda gittiği bu yerde; ağaçlar durgun ve karanlık, havuzun suları bulutlu havanın akisleriyle kirli ve katran rengindedir.

Gur-16 “Horoz”, age., s. 175.

(10)

bet ve ıztırap bahçesinin eşiğine ayak bastığını düşünür. Uzak ülkelerden getirilmiş hayvanları; bu hapishanenin içinde kederli, hasta, düşünceli, dargın hâlleriyle, onlara insanî özellikler yükleyerek anlatır:

Evvela kuşların bulunduğu tarafa saptım. Birer büyük oda genişliğindeki kafeslerinde Hind-i Çini’den getirilmiş leylek biçiminde birtakım tüyleri dökük kuşlar, boyunlarını çekmiş, ni-hayetsiz bir hüzün içinde düşünüp durmakta. Bu bedbahtların kafesi yanında, açık bir saha üzerinde dikili kazıkların ucundaki halkalara tünemiş renkli papağanlar, kafeslerde mahbus hasretli kuşların havaya dağıttığı anlatılmaz elemi bir dereceye kadar tadil ediyor. Daha biraz ötede, başka bir büyük kafesi dolduran ufak Senegal kuşları, renkli tüyleriyle bir sonbahar bahçesinin keskin çiçeklerini andırıyor. Bu masum mahlûklar, bulutlu havayı bir akşam başlangıcı zannederek dalları üzerinde sıralanıp uyumağa hazırlanıyorlar. Daha ötede, yine büyük bir kafeste hasta ve dargın akbabalar var. Hepsi de yüzlerini duvara çevirmiş uyuyor gibi duruyor. Yusuf Ziya, Paris hayvanat bahçesinde akbabanın çirkin ve mağmum başını görseydi, neşeli gazetesine onun ismini vermeğe mümkün değil razı olmazdı.

Maymunlar tarafına geçtim:

İki genç şempanze, mahbeslerinin demir parmaklıkları arkasında birbirine sarılmış, ağlayan ve hıçkıran felaketzedelerin sallanışıyla mütemadiyen sallanıyor. Ne hazin şey!

Kafesinde tek başına yaşayan bir goril –biraz açılmak ve ısınmak için olacak– ikide bir tavandan sarkan trapeze birkaç jimnastik hareketi yaptıktan sonra tekrar büzüldüğü köşeye dönüyor. Hele diğer bir kafeste bir Cezayir maymunu ailesinin hatırası, yüreğinde daima kanayan bir yara halinde kalacak. Anne bir aylık yavrusunu bağrı üzerinde sıkmış ısıtmaya çalışıyor ve dalgın, boş, ümitsiz gözlerle bu esmer ve yabancı semaya bakıp düşünüyor. Ne tâli’siz bir anne çehresi!18

Hayvanat bahçesinden çıkarken Fromier’nin bir ayı yavrusu avcısıyla iri bir ayı annesinin kanlı kucaklaşmasını temsil eden tuncu önünde durur. Bu manzara karşı-sında Haşim “Esir ve gurbetzede hayvanların şifasız ıztırabından akan zehirle dolan ruhum, serbest canavarın zâlim insan üzerindeki zaferini gösteren bu trajik şaheseri seyretmekle bir parça ferahladı” diyerek teselli bulmaya çalışır.

Frankfurt’ta insanın içini daraltan bulutlu havalarda klinikteki odasından çıkarak kendisini sokağa atan Haşim, Almanca bilmemekten gelen bir yalnızlık duygusuyla yine hayvanat bahçesine koşar. “Bu gurbet memleketinde, yağmurlu havada, demir kafeslerin arkasında, yaşlı gözlerle kendilerini seyre gelenlere dalgın dalgın bakan dilsiz hayvanlara, bir kardeş acısıyla bakar.”19

18 “Hayvanlar Arasında”, Bize Göre - İkdam’daki Diğer Yazıları, s. 53-54.

(11)

Batı’da gözlemlediği bu gurbetzede hayvanların dışında Haşim, memlekette günlük hayatın içinde hayvanlara gösterilen kötü muameleye sürekli dikkat çeker ve gerekli önlemlerin alınmasını ister. “Şehremininden Bir Rica” başlıklı yazısında20 belediye başkanından canlı hindi, kaz ve tavukların yeşil salata gibi ayaklarından deste hâlinde bağlanarak taşınmasına önlem alması için ricada bulunur. “Hayvanlara İşkence” yazısında21 Yüksek Kaldırım’da küçük bir tekne ve kirli bir su içinde halka parayla gösterilen aciz fok balığının gördüğü işkenceye ve insanların merhametsizli-ğine dikkat çeker. “Kediler Mezbahasında” yazısında,22 bir ortaöğretim kurumunun laboratuvarında tetkik için hayvanların acımasızca katledilmesine şiddetli tepki gösterir.

Haşim leyleklerle ilgili iki yazı kaleme almış, bir kitabına da “Gurabahane-i Lak-lakan” ismini vermiştir. Bize Göre’de yer alan “Leylek” başlıklı yazıda,23 leyleklerin İstanbul’a artık seyrek uğradıklarını söyleyerek Mısırlıların bu muhterem kuşları arse-nikli yemlerle öldürmelerine öfkelenir. Haşim’e göre, ressam ve şairi birtakım karışık hayallere davet etmek üzere yaratılmış bir kuş olan leylek tabiatın önemli bir parçasıdır:

Leylek, yaz mevsiminin kuşu değil, bizzat yazdır. Kırmızı gagasının takırtısı, sese inkılap etmiş bir sıcak temmuzdur. Bir baca üstünden ufka irtisam eden bir leylek şekli, muhay-yileye neler hatırlatmaz: Maviliği içi bayıltan sonsuz, derin bir sema... Yeşil bir vadide gizlenmiş minareli, küçük, beyaz bir şehir... Yarasaların uçuştuğu, kavak ağaçlarının hafif hafif sallandığı yeşil bir akşam... Sıcak bir Asya gecesi: Damların yan duvarlarına dayanarak, gizli gizli konuşan ve doğacak bakır bir ayı bekleyen siyah zülüflü, kırmızı dudaklı, altın ve mercan gerdanlıklı kadınlar... Alçak bir gece semasına serpilmiş büyük yıldızlar... Bütün bu yıldızlar içinde bir leyleğin düşünen gagası...

“Gurabahane-i Laklakan” başlıklı yazıda24 ise Bursa’da ziyarette bulunduğu Grégoire Bay isminde Türk sanatlarına düşkün, Türk dostu bir zatın, köşkünün bah-çesinin bir köşesine sakat, ihtiyar leylekler için yaptırdığı, leyleklerin barınma yeri anlamına gelen “Gurabahane-i Laklakan” Haşim’in en çok dikkatini çeken yerdir. İronik bir üslupla Türklere dışarıdan, romantik bir tavırla bakan bu kişiyi eleştirirken Haşim, leyleklerin bulunduğu yere gelince birden değişir ve samimi bir üslupla yine bir gurbet duygusu sezdiği bu kuşları şöyle anlatır:

Filhakika kanatları kırık bir leylek, beyaz elbiseler giyinmiş bir hasta gibi uzakta, ağaçların arasında melül melül dolaşıyor ve ikide bir, dallar ve yapraklar arasında görünen maî ve serbest sema parçalarına kırmızı, yuvarlak gözleriyle durup bakıyordu.

20 “Şehremininden Bir Rica”, Bize Göre - İkdam’daki Diğer Yazıları, s. 178-179.

21 “Hayvanlara İşkence”, age., s. 167-168.

22 “Kediler Mezbahasında”, Gurabahane-i Laklakan - Diğer Yazıları, s. 61-63.

23 “Leylek”, Bize Göre - İkdam’daki Diğer Yazıları, s. 32-33.

(12)

Haşim, hayvanlarla birlikte bitkiler karşısında da son derece duyarlıdır. Frankfurt’ta bir botanik bahçesindeki limonlukta cins cins hurma ağaçlarının, bir kanepeye dizilen beş ihtiyar Alman’ın keyfi için sergilenmesini bencilce bulur.25 Bitkiler karşısında insanda rikkat uyandıran bir başka yazısı ise “Bir Ağaç Karşısında”dır.26 Karanfil almak için bir çiçekçi dükkânına giren Haşim, burada beklerken “sessiz bir hayat ile nefes aldığı hissedilen karanlık yapraklı, bodur bir hurma ağacından başka hiçbir şeyle meşgul ol”maz. Limonlukta hapsedilen bu ağaç ona göre asıl yetiştiği, muhtaç olduğu coğrafyadan, hava ve ışıktan, kuş ve böcek ziyaretinden uzak düştüğü için mesut değildir:

Rüzgârlı, karanlık gecede, bahçenin ağaçları vahşi gürültülerle hışırdıyor; bu ağaçlardan niceleri kırılan bir dalın yarasıyla kanıyor, niceleri gizli bir böceğin zehriyle için için ölüyor, niceleri can çekişmekte, niceleri anlaşılmaz acıların kıskacına yakalanmış, kıv-ranmaktadır. Fakat bunu hiç kimse bilmiyor, çünkü rüzgârlı, karanlık gecede hepsi aynı gürültü ile sallanıp hışırdıyor. Çöllerin serbest bir ağacı iken, ırsî bir terbiye ile yavaş yavaş ateş kenarında yaşamaya mahkûm uyuşuk bir kedi zilletine indirilmiş, bu şimdi çiçeksiz, meyvesiz, aşksız ağacın her dokusu, duyulmak için ağız ve sesten başka bir şey istemeyen bin karanlık feryat ile dolu olduğunu pek muhtemel gördüm.

Dar saksıya gömülen kısa kütükten çelik süngüler gibi fışkıran yapraklar, korkunç bir ız-tırap ile gerilmiş büyük bir elin bana doğru uzanan sert parmakları gibi göründü ve demir kafes arkasında yatan hasta aslanın sıtmalı, büyük, sarı gözlerini andıran nebatî gözlerle, mahbus ağacın bana bakmakta olduğunu, tüylerim ürpererek düşündüm.

“Bir Ağaç Karşısında” yazısında “Maeterlinck’in anlattığı akıllara hayret verici müşahedelerden sonra, bir ağacı mesut veya muztarip tasavvur etmekte hiçbir garabet kalmıyor” diyerek Maeterlinck’in hayvan ve bitkiler üzerine kaleme aldığı denemeleri hatırlatır.

Haşim’in kendi ikliminden uzakta, dar bir saksı içerisinde ıztırap çektiğini dü-şündüğü hurma ağacına bakışıyla Japon sanat eleştirmeni Okakura Kakuzo’nun,

Çayname’de çiçeklere bakışı arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Kakuzo, şöyle der: Saksıda çiçek yetiştirmekte bile insanoğlunun bencilliğinin izleri vardır. Neden bitkileri kendi yuvalarından alıp [onların] tamamen yabancı bir ortamda büyümelerini isteriz? Bu da kafeslere tıktığımız kuşlardan şarkı söylemelerini ya da çiftleşmelerini beklemek gibi bir şey değil midir? Bir orkidenin sizin seranızdaki yapay ısı içinde boğulduğunda, kendi Güney göklerini özlemediğini nereden bilebilirsiniz?27

25 “Beş Almanın Keyfi İçin”, Frankfurt Seyahatnamesi - Mektuplar-Mülakatlar, s. 31-33.

26 “Bir Ağaç Karşısında”, Gurabahane-i Laklakan - Diğer Yazıları, s. 17-18.

(13)

Haşim’in hayvanlara olan özel dikkati kendisiyle veya diğer insanlarla ilgili benzetmelerde de karşımıza çıkmaktadır. Marsilya’dan Paris’e trenle giderken birden değişen iklim ve düşen sıcaklık derecesi karşısında arkadaşlarıyla birlikte çeneleri titreyerek “hasta horozlar” gibi birer köşeye büzülürler. Sabah sisler içinde, müthiş bir baş ağrısı, keskin bir nezle ve âdeta “kapana tutulmuş bir hayvanın gizli hiddetiyle mahmur” Paris’e girerler.28 Haşim’in son günlerinde kaleme aldığı iki mısra şöyledir:

Bir kuş düşünür bu bahçelerde Altın tüyü sonbahara uygun

Mütareke yıllarında Fransız ordusunda görevli bir Afrikalı zenci askerin sıla hasretinden düştüğü durumu anlatırken Haşim bizi tekrar hayvanat bahçelerindeki gurbetzede canlılara ve dolayısıyla kendi geçmişine götürür. Galata’da Tophane tarafla-rında dolaşan bu meczub, uzun boyuyla “gurbete düşmüş bir zürafa, bir deve kuşunu” andırır. “Kasvetli bir sonbahar semasının paçavraları andıran siyah bulutlarından şehir üstüne akan sinirli bir yağmur altında, tunç bir heykel gibi hareketsiz, kırmızı gözleriyle sanki ceylanların koştuğu güneşli bir Afrika ufkuna dalmış” beklemektedir. Uzatılan sigara paketinden sadece bir sigara alarak paketi uzatan, ihtiyacını aşan sadakaları kabul etmeyen bu tok gözlü zencinin karşısında insanlar, tıpkı diğer canlılara zulmet-mekten, onları özgürlüğünü kısıtlamaktan zevk alan merhametsiz, açgözlü yaratıklar olarak anlatılır:

Pahalı kürkleri içinde bir türlü ısınamayan, zengin sofralarında bir türlü doyamayan, altın içinde boğulurken ‘altın!’ diye ağlayanların sefaleti karşısında bu tok gözlü siyahînim çehresi, makul bir faziletin ışıklı bir timsali değil miydi?29

Haşim’in, tabiat konusunun gerek dünya gerekse Türk şiirinde ele alınışıyla ilgili yazıları da vardır. “Şiir-i Kadîm” başlıklı yazısında30 Türk edebiyatında eski şairleri-mizin mevsim ve zaman değişikliklerinden hasıl olan inceliklere aşina olmadıklarını, bazı çiçek ve ağaçların ise sadece benzetme unsuru olarak veya kafiye gereği kulla-nıldığını; fil, kurbağa veya horoz gibi hayvanların da “tayyare ve otomobil nev’inden zamanımıza mahsus bir sınaî icat”mış gibi görüldüğünü söyleyerek gerçek anlamda tabiat algısının yokluğunu eleştirir. Tabiata karşı kuvvetli bir hissin ifadesini içeren Hindistan’ın dışında iklimi sert olmayan memleketlerde tabiata lakayt kalınmıştır. Tabiat duygusunun kuzey iklimine has olduğunu iddia eden Haşim’in iklim ve coğrafya ile edebiyat arasında kurduğu ilişki de dikkat çekicidir:

28 “Paris Sabahı”, Bize Göre - İkdam’daki Diğer Yazıları, s. 52.

29 “Aç Olmayan Adam”, age., s. 276-277.

(14)

Tabiat duygusu, bilhassa şimal akvamına hastır. Nadiren sükûn bulan tehlikeli deniz, nadiren maviliğini gösteren fırtınalı sema, o iklimin insanları için tes’ide değer bir hadi-sedir. Umman ortasında demir renginde korkunç bir su çemberiyle muhat haşin dağlardan vücuda gelen bir adada yaşamaya mahkûm olmaktan bunalıp diğer bir tabiata mütehassir kalan İngiliz, zevk için seyahat usulünü ilk icat eden insandır. Bütün asap hastalıklarının, yeisin, cinnetin, intiharın mucidi olan “medenî şehir hayatı”, insanların ruhunu her zaman-dan ziyade tabiatın tesellisine muhtaç kılmak suretiyle evvelce şimal akvamına mahsus olan bu hissin son asırda bütün Avrupalılara ve Avrupa edebiyatına sirayetine bâdi oldu. Avrupalıların taklit gayreti bu sirayetin sahasını tevsi etmiştir.

Haşim’in nesirlerinde karşımıza çıkan çevreci tavrı, farklı bir şekilde şiirlerinde de görülmektedir. Dinde, Tanrı ya da tanrılara insana özgü niteliklerin yakıştırılması anlamına gelen “antropomorfizm” terimini Haşim bir yazısında şöyle açıklar:

Antropomorfizm, yani etrafında canlı, cansız ne varsa hepsini insan gibi zekâ, irade, nutuk sahibi addeden zihniyet, iptidaî akvamın hususiyetlerinden birini teşkil eder. Şair için ay, güneş, dağ, yıldızlar icabına göre dost veya düşmandır.31

Böyle bir algılama tarzı Haşim’de çevre duyarlılığını geliştirmiş olabileceği gibi bunun tersi, yani çevreci duyarlılık şiirlerindeki antropomorfik algıyı da beslemiş olabilir. Turan Alptekin, Haşim’in şiirlerini değerlendirirken kişileştirmelerin, sanat yapma amacına bağlı olmayan bir algılama tarzı gibi göründüğünü belirterek bu algı-lama tarzıyla ilkel insan kavrayışı arasında ilişki kurar:

Bu mecazlı algılayışın, ilkel insan kavrayışı gibi bir büyülenişe dönüştüğü; korkan, hayran olan, bağıran, iç dünyadaki bir ilk insan yalnızlığının sezgisel anlayışına büründüğü; kanlı bir ruhun “mythique” (masalsı) antropomorfism’i biçimine girdiği “Aks-i Sadâ” şiirinde ise, doğrudan doğruya, masallar yaratan “insan”ın kendisi vardır.32

Yoğun kişileştirmelerin olduğu “Aks-ı Sadâ” şiirinde güneş vahşi, deniz öfkeli, rüzgâr zehirli, suların yüreği yırtık, kayalar uyanıktır. Diğer şiirlerinde en çok antropomorfik özel-liklerin görüldüğü “ay” ise şairin sürekli konuştuğu, hatıraları barındıran önemli bir varlıktır:

Bir göl gibi durgun uyuyan rûhuma nurun Aktıkça, o sâkin suda her lem’a-ı dûrun Bir çîn-i felâket gibi ra’şeyle genişler... Ey eski kamer, ey ezelî rûh-ı münevver, Sen şimdi bu tüllerle muhitâtı sararken Nûrunda teselli bütün âlâma koşarken (Rûhum)

31 “İki Geri Kalmış İnsan”. Bize Göre - İkdam’daki Diğer Yazıları, s. 198-199.

(15)

Çehrenden akan hüzn-i ziyâ, hüzn-i müebbed Her ruha döker giryeli bir hasret ü gurbet

Bir hasret ü gurbet ki bütün geçmişe aid (Çıktığın Geceler) Bir vurulmuş ilâhı andırıyor

Suda teskin-i zahm eden bu kamer, Nısf-ı leylin miyâh-ı durunda

Yıkanır, dinlenir, durur ve güler... (Batan Ayın Kenarına Satırlar)

Haşim’in pek çok şiirinde “ay” ve diğer kozmik unsurlarla birlikte hayvan ve bit-kiler de duyguları olan, hislerini dile getiren, hayallere dalan varlıklar olarak anlatılır:

Gümüş böcekler okur âba bir neşîde-i hâb (Öğle) O rûh içinde muzî bir garib nilüfer (Gece Yarısı) Kenar-ı âba dizilmiş, sükûn ile bekler

Füsûn-ı mâha dalan pür-hayâl leylekler (Mehtapta Leylekler) Meftûr

Ve muhteriz yine bir nefha-i hayâl esiyor; Bu nefha dalları bî-tâb u bî-mecâl uyutur. Sonra eyler giyâhı nâlende,

Sonra âgûş-ı ufk için ölür. (Yollar)

Sonuç

Mehmet Kaplan, Tanpınar’ın şiir dünyasını incelediği çalışmasında, Tanpınar’ın kelimelerinin çoğunlukla objektif varlıklarla ilgili olduğunu söyleyerek varlık katego-rileri bakımından ilk üç sırada kozmik unsurlar, nebatlar ve hayvanların bulunduğuna dikkat çeker.33 Yalnız Haşim’den farklı olarak, verilen örnekler şunu gösteriyor ki bu varlıklar daha çok insanı estetize etmeye, kavramaya yöneliktir. İnsanla birlikte cemiyet ve sanat bağlamında da Tanpınar pek çok tabiat unsurunu ebediliğin, yenilenmenin, güzelliğin sembolü olarak kullanmıştır. Tanpınar’ın roman ve hikâyeleri de bu anlamda şiirleriyle paralellik göstermektedir. Haşim’de ise dikkatimiz insandan ziyade bizzat tabiatın –hayvan, bitki ve kozmik unsurların– kendisine yönelir. Haşim hem tabiatle kendi ruhu arasında yakınlık kurduğu eserlerinde hem de çevre bilinciyle kendini evrenin merkezinde gören insanoğlunun hamakatini, acımasızlığını eleştirdiği eserle-rinde sürekli tabiatın nefes aldığını, acı çektiğini, öfkelendiğini hissettirmeye çalışır.

(16)

KAYNAKLAR

Ahmet Haşim, Gurabahane-i Laklakan - Diğer Yazıları (haz. İnci Enginün-Zeynep Kerman), İstanbul: Dergâh Yayınları, 1991.

, Bize Göre - İkdam’daki Diğer Yazıları (haz. İnci Enginün-Zeynep Kerman), İstanbul: Dergâh Yayınları, 1991.

, Frankfurt Seyahatnamesi - Mektuplar-Mülakatlar (haz. İnci Enginün-Zeynep Kerman), İstanbul: Dergâh Yayınları, 1991.

Alptekin, Turan, Ahmet Haşim: Hayatı Sanatı ve Eserleri, İstanbul: Kastaş Yayınları, 1985. Ataç, Nurullah, “Bir Avcının Getirdikleri”, Şiir Daima Şiir Ataç’ın Şiir Yazıları (haz. Şerife

Çağın), İstanbul: Dergâh Yayınları, 2013.

Ekoeleştiri Çevre ve Edebiyat, (editör: Serpil Opperman), Ankara: Phoenix Yayınları, 2012. Kakuzo, Okakura, Çayname (çev. Ayşegül Seç), İstanbul: Arıon Yayınları, 2006.

Kaplan, Mehmet, Tanpınar’ın Şiir Dünyası, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2001.

Kerman, Zeynep, “Ahmet Haşim’in Nesirlerinde Hayvanlar”, Yeni Türk Edebiyatı İncelemeleri, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2009.

Maeterlinck, Maurice, Karıncaların Hayatı (çev. Mehmet Naci Ecer), İstanbul, 1936. Sabahattin Ali, Öyküler, Şiirler ve Oyun, İstanbul: YKY Yayınları, 2009.

Samipaşazade Sezai, Samipaşazade Sezai’nin Hikâye-Hatıra-Mektup ve Edebî Makaleleri (haz. Zeynep Kerman), İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1981. Toska, Sezgin, Ekokurgu –Ekolojik Sorunların Çözüm Yolu Olarak Edebiyat–, İstanbul: Yeni

Referanslar

Benzer Belgeler

Pretreatment of A549 cells with Ro-32-4032 and the dominant-negative mutant of c-Src DN inhibited thrombin-induced IKK alphabeta activity, kappaB-Luc activity, and NF-kappaB-

Please list the surgical techniques used for root coverage in key features and clinical effectiveness.. Please list the types of maxilla sinus lifting procedure and their

Result(s): Of 342 women with pathology-confirmed fibroids who were included in the study, 108 received myomectomy only (group I), and 234 underwent the uterine depletion

Güven (2013) ilkokul öğretmenlerinin okul müdürlerini öğretimsel lider olarak algılama düzeyleri ile mesleki tükenmişlikleri arasındaki ilişkiyi incelediği

[r]

Attilâ İlhan ve Savaş Ay’ın şiir kasetleri arasında ne fark var.. Bir yanda “Ben Sana Mecburum” diyen

[r]

Kaç lira para üstü