• Sonuç bulunamadı

11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması"

Copied!
24
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması

Turkish-American Relations as Reflected in Political Cartoons in the Aftermath of September 11

Öz

Bu çalışmanın amacı hem Türk-Amerikan ilişkileri hem de Amerika ile Batı açısından tarihsel ve siyasal bağlamda bir milat olarak kabul edilen 11 Eylül ardından ortaya çıkan süreçte yaşanan olayları karikatürlere yansıyan boyutuyla ortaya koymak ve incelemektir. Böylece, yakın dönemde yaşanan daha çok siyasi tanımlama içinde ele alınan gelişmeleri farklı bir pencereden özellikle Türk kamuoyuna sunulan Amerikan imgesi açısından değerlendirmek olanağı elde edilecektir. Çalışmanın özgün ve temel malzemesi olan karikatürler, Türk kamuoyunun gündeminde yer almış ve hem toplumun düşünce ve eğilimleriyle ilgili ipuçları vermiş, hem de bir ileti olarak kamuya belli bir görüş ve düşünceyi sunmaktadır. Ele alacağımız konular tarihsel izlence takip ederek, 11 Eylül saldırıları, 2. Körfez Savaşı, 1 Mart Tezkeresi ve Çuval Hadisesi ve Büyük Ortadoğu Projesi gibi ulusal ve uluslararası olayları içermektedir. Bu olayların gerçekleştiği tarihlerde yayınlanmış olan karikatürler toplanarak tematik olarak sınıflandırılmış ve göstergebilimsel açıdan çözümlenerek yaşanan sürece farklı bir perspektiften bakış açısı yansıtılmıştır. Çalışmamızda örneklenen karikatürler üzerinden oluşturulan temsillerde ABD’nin hegemonik bir güç olarak hem dünya siyasetine yön veren, hem de ikili ilişkilerde belirleyici bir konumda olduğu görüşü ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte, genel olarak her türlü otoriteye muhalif duran ve direniş gösteren bu görsel malzemeler tutum olarak eleştirel bir tutum içinde olduğu gözlemlenmiştir.

Abstract

This study aims at analyzing the agenda and the issues of Turkish-American relations as reflected in political cartoons in the aftermath of September 11attacks. It is argued that through using and analyzing the political cartoons as the sources reflecting the issues in bilateral relations will create a new perspective which may facilitate a better evaluation of the public agenda of Turkish society. The political cartoons are also considered as cultural texts that may disclose the public thoughts and tendencies relating to the political developments of a given era. In this study, such bilateral issues as September 11 Attacks and War on Global Terror, The Second Gulf War, March 1 Crisis, the event whereby Turkish soldiers were forced to wear hoods over their heads by US soldiers in Sulaimaniya (2003) and Broader Middle Eastern Projects will be discussed along with semiotic analysis of related political cartoons published in newspapers and humor magazines during these events. The relevant political cartoons that were used in our study presented America as an hegemonic power both in designing the world politics and initiator in bilateral relations It is also seen that cartoons are critical of any power or authority and create a site of resistance for the sake of public opinion.

Murat ERDEM, Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, murat.erdem@ege.edu.tr

Anahtar Kelimeler: Siyasi Karikatür, Türk-Amerikan İlişkileri, 11 Eylül Saldırıları, Göstergebilim. Keywords: Political Cartoons, Turkish-American Relations, September 11 Attacks, Semiotics.

(2)

Giriş

Karikatür sözcüğü Türkçe’ye Fransızcadan geçmiş ve en basit tanımı Türk Dil Kurumu’nda yazıldığı gibi “İnsan ve toplumla ilgili her tür olayı konu alarak abartılı bir biçimde veren, düşündürücü ve güldürücü resim”dir (TDK, 2014). Bununla birlikte karikatür modern dönemde sanat olarak çoktan kabul görmüş ve sosyal, siyasal ve tarihsel boyutlarının yanı sıra iletişim alanının önemli bir parametresi olarak görsel iletişim içinde yer almaktadır. Günümüzde karikatürler sadece gazete ve mizah dergilerinde değil, internet ve sosyal medya aracılığıyla çok geniş bir mecrada hızlı bir dolaşıma girebilen ve bu mecranın doğası gereği zamandan bağımsız olarak tekrar tekrar paylaşımda olabilen aynı zamanda mesaj taşıyan birer ileti olarak tanımlanabilir. Buna bağlı olarak karikatür toplumun gündeminde kolaylıkla yer alabilmekte hatta yaşadığımız kitle iletişim çağı içinde küresel boyutta sınırları aşarak dünya gündeminin konusu haline gelebilmektedir. Bunun en tipik örneği ise, 2005 ve 2006 yıllarında Danimarka ve Norveç’te yayınlanan ve İslam dünyasının ciddi tepkisini çekerek toplumsal olaylara dönüşen Hz.Muhammed karikatürleri konusudur (Hürriyet, 30.01.2006)1. Bu noktada karikatürler ile ilgili

olarak ifade özgürlüğü, dini değerlere saygı gösterilmesi, mizah ve toleransı sınırları gibi kavramlar ön plana çıkmaktadır. Bu tartışmalar çalışmamızın esas konusun dışında olmakla birlikte karikatürün küresel ölçekte etkili ve daima gündemde olduğunu açık bir biçimde görmekteyiz. Yakın dönemde Hz.Muhammed ile ilgili karikatür konusunda Fransa’da yaşanan terör olayı bu konuyu tekrar dünya kamuoyu gündemine getirmiştir. Paris’te yayınlanan Charlie Hebdo adlı mizah dergisine, yayınladıkları karikatürlerden dolayı baskın düzenleyen iki kardeş içinde 4 karikatüristin de bulunduğu 12 kişiyi öldürmüştür (Sabah, 07.01.2015). Çalışmamız içinde karikatüre olan yaklaşımımız, bu malzemeleri daha çok kültürel bir metin olarak çözümleyerek, yakın dönemde yaşanmış tarihsel ve siyasal olaylara bir pencere açmak ve karikatürler aracılığıyla Türkiye’deki Amerikan imgesini ve temsilini sunmayı amaçlamaktadır.

Karikatürü kültürel bir metin olarak görmeyi biraz açacak olursak, öncelikli olarak bu görsel ürünlerin gazetelerde, mizah dergilerinde, internet sitelerinde, sosyal medyada sürekli bir dönüşüm içinde yayınlanarak geniş bir kesime ulaşması ve bir ürün olarak alınıp tüketilmesi karikatürleri birer popüler kültür ürünü olarak değerlendirebileceğimizi göstermektedir. Popüler kültür bağlamında karikatür ve kamuoyu arasındaki ilişkiyi iki temel konuda tartışabiliriz. Bilindiği gibi popüler kültür ürünleri ile ilgili yapılan tanımlamaların başında, bu ürünlerin bir taraftan toplumun eğilimlerini ve düşüncelerini yansıtan ve dönemin ruhunu taşıyan (zeitgeist) üretimler olduğunu, diğer taraftan ise kamuoyunu belli bir düşünce ya da görüş çerçevesinde şekillendirdiğini (ya da bu amacı taşıdığını) söylemek mümkündür.

Karikatürlerin işlevleri üzerinde kısaca duracak olursak, ilk olarak temel yapısının insanları güldürmek ve eğlendirmek olduğunu belirtmiştik, bununla birlikte ikincil olarak haber vermek, eğitmek, tabuları ve mitosları yıkmak ve otoriteye (güce) karşı çıkmak

1 Her iki ülkede bu konuda geri adım atmayarak her hangi bir kısıtlama ya da sansüre gitmemiş ve bizzat Danimarka Başbakanı Rasmussen bu süreci ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirerek konuyu kendi bakış açısından değerlendirmiştir. Bu konuyla ve karikatürlerle ilgili olarak Jytte Klausen tarafından yazılmış olan The Cartoons

That Shook the World (Yale University, 2009) adlı kitap içinde, ifade özgürlüğü ve dünya siyaseti bağlamında geniş

(3)

ve direnmek gibi özellikler de eklemek mümkündür. Karikatürleri, özelliklerine bağlı olarak farklı kategoriler içinde tanımlamak mümkündür. Her ne kadar tüm karikatürler çizgilerden ve mizahi unsurlardan oluşsa da, üretim amaçları, içerikleri ve yayınlandıkları mecralara göre sınıflandırılabilir. Siyasi karikatürler, portre karikatürleri, absürd (saçma) karikatürler, reklam karikatürleri ve bu kategorilere girmeyen diğer karikatürler örnek verebilir (Topuz, 1986:39-40).

Çalışmamızda ele alacağımız karikatürler, ağırlıklı olarak siyasi karikatürler olarak nitelendirebileceğimiz, siyasetin ve toplumun gündeminde yer alan gerek iç gerekse dış politikaları konu edinen örnekler içinden seçilmiştir. Bu karikatürler, kuşkusuz ele aldıkları konuları yayınlandığı gazetenin, derginin ya da çizerinin dünya görüşünü içinde barındırmaktadır. Aynı zamanda popüler kültürün parçası olan bu karikatürler “mesajı okuyucunun gerçeğine aktarabilmekte ve okuyucuyla aynı seviyede iletişim kurmaya çalışmaktadır” (Conners, 2007:264). Bununla birlikte siyasetin doğası ve tanımı içinde yer alan güç, güç ilişkileri ve buna bağlı olarak ortaya çıkan direniş mizah ile birleşerek bu tür karikatürlerin özünü oluşturmuş ve siyasi gündeme ayna tutma işlevini gerçekleştirmiştir. Bu karikatürler, diğer birçok karikatürde olduğu gibi genel olarak bir eleştiridir ve çarpık gördüğü bir yapıyı ya da üzeri örtülmüş bir olguyu ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Buna paralel olarak karikatürün hiciv ile örülmüş doğasının en büyük hedefi, güç ve güce sahip olan kesimlerin/kurumların/ülkelerin diğerleri üzerine uyguladığı baskıdır. Çalışmamız içinde yer alan çoğu karikatürde bu duruma benzer yapıların varlığını kolaylıkla görmek mümkündür. Zira Türk-Amerikan ilişkileri ve Amerika’nın imge ve temsilleri bu iki ülkenin dünya siyasetinde ve uluslararası ilişkilerdeki gücü ve rolleri birbirinden farklı olmasına paralel olarak çoğu noktada bir süper güç olan Amerika’nın inisiyatif kullanan taraf şeklinde görüldüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Amerika’ya göre daha güçsüz ama kendi bölgesi içinde eksen bir ülke olarak Türkiye ise 1 Mart tezkeresi sürecinde olduğu gibi zaman zaman direniş gösteren bir konumda da olabilmektedir.

Çalışmamızın bu bölümünde yukarıda değindiğimiz yaklaşım içinde yaşanan olayları karikatürlerin çözümlemelerini tarihsel süreçlerle harmanlayarak inceleyeceğiz. Kullandığımız karikatürler araştırmamız içinde yer alan siyasi ve sosyal olayların yaşandığı tarihlerde yayınlanmış olan gazete ve dergilerin taranmasıyla elde edilmiştir. Mizah dergilerinde tiraj ve popülerlik açısından ön plana çıkan Leman ve Penguen seçilmiştir. Bu dergilerin bir diğer özelliği ise internet ortamında da yayın yapıyor olmaları ve buna bağlı olarak karikatürlerin sadece dergilerde değil, aynı zamanda sosyal medya ve benzeri internet mecralarında dolaşımda/paylaşımda olmasıdır. Benzer biçimde internet üzerinde yayın yapan ve ana akım medya içinde yer alıp tiraj olarak geniş kesimlere ulaşan üç ana gazete Milliyet, Hürriyet, Sabah ile sol görüşe yakın Radikal ve muhafazakar olarak tanımlayabileceğimiz Zaman gazetesi çalışmamız içinde taranmıştır. Ancak çalışmamızda karikatürlerin seçimi esas olarak ele aldığımız konuyu zengin olarak içermesi ve yansıtması olmuştur. Örneğin Zaman gazetesinde bu olaylara yönelik olarak fazla malzeme çıkmamıştır. Keza Sabah gazetesinde yer alan karikatürler daha yerel kalmıştır. Çalışmamızda iki tane Amerikan karikatürü kullanılmıştır. Bunun nedeni bu karikatürlerin Türkiye’de de yayınlanmış olmaları ve kullandığımız Türk karikatürlerinin referans noktası olmasıdır. Kuşkusuz yüzlerce karikatür içinden yapılan seçki ile oluşan

(4)

bu çalışmanın kamuoyunun genel ya da bütününe yönelik geniş bir pozitif veriye ulaşmak söz konusu değildir. Bununla birlikte, incelenen konuların dönemin ruhu içinde ortaya çıkan temsillerine yönelik ipuçları verdiği düşünülmektedir.

Karikatürlerin çözümlemelerine yönelik olarak göstergebilime dayalı bir yöntem kullanılmıştır. Çalışma kuramsal bir incelemeyi ve tartışmayı amaçlamaması nedeniyle ayrıca bu yöntem ile ilgili bir bölüm yazılmamasının doğru olacağı düşünülmüştür. Bununla birlikte, görsellerin birer kültürel ve medya metni olması, gösteren ve gösterilen arasındaki ilişkiler, yaratılan ve sunulan temsiller, yansıtılan açık/saklı ideolojiler ve edebi bir metin şeklinde kullanılan ironi, metafor ve çağrışımlar çözümlemelerimizi yaparken dikkate aldığımız parametreleri oluşturmuştur.

11 Eylül ve ABD’nin Küresel Terör Savaşı ve Türkiye

11 Eylül 2001 tarihinde New York kentinde bulunan Dünya Ticaret merkezine ve ABD Savunma Bakanlığının bulunduğu Pentagon’a yapılan saldırılar ABD’nin Pearl Harbor’ın dışında kendi topraklarında gerçekleşmiş ilk devasa yıkımdır. Daha başkanlığının ilk yılında böyle bir durum ile karşılaşan George W. Bush temsil ettiği yönetimin ideolojisine paralel olarak bu saldırılara tepki gösterdiği konuşmasında “kutsal savaş” şeklinde bir söylem kullanmıştır (Thompson, 2009). Soğuk Savaş sonrasında filizlenen yeni muhafazakar görüşleri ön plana çıkaran Richard Perle, Paul Wolfowitz ve Donald Rumsfeld gibi isimler Amerika’nın girilecek yeni yüzyılın, bir öncekinin devamı şeklinde yine “Amerikan Yüzyılı” olması gerektiği ve Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünyanın Amerika merkezli olarak şekillenmesi düşüncesindeydiler. Bir önceki ABD Başkanı Bill Clinton döneminde yönetimde fazla destekçi bulamayan bu ekol, Bush döneminde tamamen ülke idaresine geçti ve Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” makalesinde, tıpkı George F Kennan’ın Soğuk Savaş için Rusya ve komünizmi, Batı ve kapitalizm için hayati tehlike olarak tanımladığı manifestoya benzer bir yapıda bu kez doğu/batı ya da Hıristiyan/Müslüman çatışmasının kaçınılmaz olacağı ve kaçınılmaz olarak ABD’nin bu çatışmada liderlik yapması gerektiğini desteklediler. 11 Eylül saldırıları bu ideoloji ve politikaları gerçekleştirme fırsatını da beraberinde getirmiştir. Bush ve yönetimindekiler ilk olarak İslami terör ardından radikal ya da kökten dinci terör ve sonrasında ılımlı İslam şeklinde terminolojiler üreterek siyaset yapmaya ve askeri gücü son seçenek yapmak yerine en başa getirerek siyasi literatüre Bush Doktrini olarak geçen “önleyici saldırı” (pre-emptive strike) adını verdikleri yeni bir dış siyaseti uygulamaya soktular (Snauwaert, 2004:121).

Yeni oluşmaya başlayan bu sürecin temelini oluşturan 11 Eylül saldırılarına verilen terör karşıtı tepkilerin yanı sıra diğer bir çok ülkede olduğu gibi Türk kamuoyunda da yaşananlara şüpheyle de yaklaşıldığını söylemek mümkündür. Şöyle ki, dünyanın en büyük istihbarat ağına sahip olan Amerika’nın uzun süre önceden planlandığı belli olan bu büyüklükteki saldırılar konusunda hiçbir istihbaratının olmaması, keza saldırıyı yapan uçakların İkiz Kuleleri tam hedef ile vurarak, bu gökdelenlerin son derece düzgün bir şekilde yıkılmasına neden olması adeta büyük prodüksiyonlu bir Hollywood filmini çağrıştırdığı düşüncesi o dönem içinde kamuoyunda yer almıştır. Aşağıda görülen karikatür böyle bir

(5)

düşüncenin varlığını yansıtmakta ve aynı zamanda kamuoyuna bu görüşü ya da şüpheyi aktarmaktadır. 4 Ekim 2001 tarihli Milliyet gazetesinde Ercan Akyol imzalı karikatürde, yıkılan Dünya Ticaret merkezinin enkazını araştıran uzmanların buradaki izlerin içinde ABD bayrağına rastladığı görülmektedir. Araştırma yapan uzmanlardan soldaki, elindeki büyüteç ile enkazın dışarıdan görülemeyen ya da anlaşılamayan gerçeğini ortaya koymaktadır. Diğer bir ifadeyle bu saldırıların veya binaların yıkılmasının içinde bizzat Amerika’nın “parmak izlerinin” olduğunu ya da gerçekleşmesine ABD tarafından göz yumulduğu düşüncesini kamuoyuna aktarmaktadır.

Başkan Bush’un adeta kutsal savaş çağrısı ve yaşanan şokun etkisini azaltmak adına Afganistan’a başlattığı askeri saldırı, 11 Eylül’ün mağduru olarak gerek NATO gerekse diğer batılı ülkeler tarafından açık bir biçimde desteklenmiştir (Hartman, 2002:480).2 Daha önce de vurguladığımız gibi

ABD askeri seçeneği derhal kullanarak aslında tam göremediği, konvansiyonel olmayan bir düşmana karşı adını küresel terörizm olarak tanımladığı geniş çaplı bir mücadele başlatmıştır. Bu mücadele için ilk olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden ABD’nin “meşru müdafaa” kapsamında terörizme karşı her türlü yöntemi kullanılabileceği yönünde bir karar çıkarılmasını sağlamıştır.3 Bununla

birlikte Avrupa Birliği de yaptığı açıklamalarda ABD’nin misilleme hakkı konusunda politikalarını desteklediği yönünde karar almıştır.

“DEVLETLER HUKUKU” adlı 12 Ekim 2001 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanmış olan Ercan Akyol karikatüründe, devletlerin büyüklüğü sahip oldukları silahlar ve aslında açık bir şekilde görülen “sözde mahkeme” çerçevesinde şekillenmiş bir karar süreci resmedilmektedir. Bu mahkemenin yargıcı olarak, mağdur ama en güçlü olan ABD gözükmekle birlikte, içinde Rusya’nın da olduğu diğer güçlü Batı devletleri, bu mahkemenin diğer unsurları olarak yer almaktadır. Sanık olarak, şaşırmış ve korkmuş bir ifadeye sahip, aynı zamanda çıplak ayaklarıyla hem fakir hem de güçsüz konumda bulunan Afganistan’ı temsil eden yerel kıyafetli bir kimse bulunmaktadır. ABD’nin

2 NATO, tarihinde ilk kez ortak savunma prensibinin temeli olan ve bir üye ülkeye dışarıdan yapılacak saldırının tüm üyelere yapılmış olarak kabul edilmesini içeren 5.maddesini, 11 Eylül’den 3 hafta sonra 2 Ekim 2001 tarihinde işleme koymuştur (Gorka, 2006).

3 Bu konuda alınan karar uluslararası hukuk bağlamında tartışma konusu olmuştur. Zira 11 Eylül saldırıları “silahlı bir güç tarafından” yapılmadığı için, buna karşı verilecek misilleme hakkının nasıl olması gerektiği muallak kalmıştır. Bununla birlikte Güvenlik Konseyi “meşru müdafaa” hakkı bağlamında kalarak ABD’ye “uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturan terör” karşısında geniş misilleme hakkı tanımıştır (Williamson, 2009:192).

(6)

Afganistan’a askeri müdahalesinden çok kısa bir süre önce yayınlanmış olan bu karikatür, ironik bir dil kullanarak “Devletler Hukuku” başlığıyla, varolan uluslararası sistemde “devlet” olarak tanımlanmanın sahip olduğun askeri ve ekonomik güç ile ilişkili olduğu düşüncesini ortaya koymaktadır. Daha zayıf ya da fakir olan Afganistan’ın bu sürecin “suçlusu” ilan edilmesi ise kaçınılmazdır, zira bu uluslararası sistemde oluşacak olan hukukun yine bu sitemi kuran ve yöneten devletler tarafından yapılacağı gerçeği açık bir şekilde vurgulanmaktadır. Aslında 11 Eylül’ün oluşması ya da ortaya çıkardığı temel noktalardan bir tanesi, gelişmiş ve zengin ülkeler ile geri kalmış fakir ülkelerin adeta karşı karşıya gelmiş olmasıdır. Diğer bir nokta ise, gelişmiş ülkelerin savunmalarına ve ordularına ayırdığı devasa bütçelere ve uyguladıkları “orman kanunlarına” rağmen hala vurulabilmekte olmaları ya da günümüzde dahi bu tehdidi bir türlü ortadan kaldıramamalarıdır.

11 Eylül’ün Türk-Amerikan ilişkileri boyutuna değinecek olursak, Türkiye’nin aynı yıl içinde yaşadığı ekonomik kriz ve buna paralel olarak ülke yönetiminde bulunan DSP, MHP ve ANAP tarafından kurulmuş olan koalisyon hükümetinde yaşanan siyasi krizler ülkeyi çalkantılı bir dönem içine sürüklemiştir. Bu süreç içinde gerçekleşen 11 Eylül saldırılarına karşı koalisyon hükümeti Başbakanı Ecevit “Dostumuz ve müttefikimiz ABD’nin yönetiminin, halkının acısını yürekten paylaşıyoruz. Bu mücadelesinde her konuda ABD’nin yanında olacağız” açıklamasıyla ABD’nin yanında durarak teröre karşı savaşta yer alacağını söylemiştir (Hürriyet, 12.09.2001). ABD’nin Afganistan’a yapacağı müdahale için Türkiye’den asker göndermesi talebi Türk-Amerikan ilişkilerinin belki de en temel paradigması olan yardım ve karşılığında destek ilişkisini karşımıza çıkarmaktadır. Afganistan ile Türkiye’nin tarihsel dostluğuna rağmen böyle bir karar alınması önemlidir.4

16 Ekim 2001 tarihli Milliyet gazetesindeki Ercan Akyol imzalı karikatürde Türkiye’yi temsilen Başbakan Bülent Ecevit Türk bayrağını taşıyan bir tank içinde Amerika’nın savaşına katılacağımızı ancak içinde bulunduğu durum itibariyle bunun finanssal desteğinin ABD tarafından sağlanması koşulunu getirmektedir. Karikatürde ABD’yi temsil eden “Sam Amca” figürü, ellerini arkasına bağlamış, haklı ve güçlü bir konumda sunulurken, tankın içinde olan Başbakan Ecevit, ABD’ye avuç açmış ve çekingen bir duruş içinde yansıtılmıştır. Ecevit’in bu duruşunun nedeni kuşkusuz Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz ile ilişkilidir. ABD’nin asker talebine karşılık ekonomik desteği sağlamasının ardından Türkiye muharip unsurlar olmamak koşuluyla Afganistan’a asker göndermiş ve ABD’nin stratejik ortağı olarak bölge siyasetini desteklemiştir. Aynı yıl içinde, Şubat 2001’deki krizde ABD’den ekonomik

4 Afganistan gerek kuruluş aşamasında gerekse sonrasında Türkiye Cumhuriyeti ile dost ilişkileri içinde olup hem destek olmuş hem de Atatürk’ten etkilenmiştir. Bu dostane ilişkilerin en önemli özelliği ise Afgan Kralı Emanullah Han’ın Türkiye Cumhuriyetine resmi olarak ziyaret eden ilk yabancı devlet adamı olmasıdır (Akbaş, 2008:311).

(7)

destek bulamayan Türkiye 11 Eylül sürecinin getirdiği konjonktür içinde, askeri ve siyasi desteğine bağlı olarak bu ekonomik desteği geri çekmiştir (Hürriyet, 17.10.2001).

Büyük Ortadoğu Projesi ve İkili İlişkilere Yansıması

Esas olarak Büyük Ortadoğu İnisiyatifi (Greater Middle East Initiative) ABD Başkanı George W. Bush yönetimi tarafından 11 Eylül süreci ardından uygulamaya konulan yeni dünya siyasetinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır (Ottaway ve Carothers, 2004). Başkan Bush’un 9 Mayıs 2002 tarihinde North Carolina Üniversitesinde yapmış olduğu konuşmada Amerika açısından bir önceliğin Ortadoğu’daki ülkelerle daha sıkı işbirliği içinde ortaklıklar kurarak serbest piyasa ekonomisi, adli reformlar, halkların ve etnik grupların daha fazla hak ve yönetimde temsile sahip olması gibi amaçları dillendirmiştir. Bu proje, en basit haliyle Atlantik okyanusunun Kuzey Afrika bölgesinde bulunan Fas’tan başlayarak Pakistan’a kadar devam eden coğrafya ekseninde bulunan ülkelerde gerçekleşecek reformlara bağlı olarak siyasi ve ekonomik sistemleri daha şeffaf ve batıya benzer modellere dönüştürülerek yeni bir bölge yapılanmasını içermekteydi. 11 Eylül saldırılarını radikal/marjinal İslam terörü olarak algılayan ABD, Müslüman nüfusun yoğun olduğu bu bölgede sağlayacağı değişim ve dönüşümün ilgili ülkeleri daha ılımlı ve demokratik olmasını sağlayacağı ve buna paralel olarak radikal/marjinal/köktendinci İslami grupların sisteme entegre edilebileceğini planlamaktaydı (Dalacoura, 2005:963-65). G-8 olarak tanımlanan ve dünyanın en zengin sekiz ülkesinden oluşan grup 2004 yılında ABD’nin Georgia eyaletinde bir araya geldi. Başkan G.W.Bush Türkiye’nin dahil olduğu bir grup ülkeyi de katılımcı olarak davet ederek Büyük Ortadoğu Projesi olarak tanımlanan inisiyatifi genişleterek Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Müşterek bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık (Partnership for Progress and a Common Future with the Region of the Broader Middle East and North Africa) projesini sunarak bir anlamda Batı’nın ve gelişmiş ülkelerin bu bölgeye yaklaşımlarının nasıl olması gerektiğini ortaya koymuştur. Kuşkusuz proje ya da inisiyatifin işlerlik kazanabilmesi için bu politikanın saç ayaklarını oluşturan siyasi, mali ve askeri işbirliğinin yapılması ve oluşacak yükün paylaştırılması söz konusudur. Elbette bir çok uluslararası iş birlik ve kurumların gerçeği olan yükü en fazla taşıyan ülkenin etken ve belirleyen olduğu göz önünde tutulursa ABD’nin yükün paylaşımında en önde yer aldığını söylemek mümkündür.

Bununla birlikte projenin kapsamı içinde göze çarpan en önemli ülkenin Türkiye olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira anılan coğrafya içinde yer alan devletlerin içinde laik sistemi ile batı tarzı parlamenter demokratik yapıya sahip olan Türkiye ABD açısından Soğuk Savaş sonrası dönem içinde, stratejik coğrafi konumunun ötesinde nüfusunun büyük bir kısmı Müslüman bir ülke olarak potansiyel bir rol model olması söz konusuydu. Türkiye’de büyükelçi olarak görev yapmış olan Marc Grossman Türkiye’nin bölge için bir model olması gerektiğini 11 Eylül olaylarından önce söylemişti (Grossman, 2000) .

Bu bağlamda 2004 yılındaki G-8 toplantısına çağırılan Türkiye ABD’nin başını çektiği bu proje içinde etkin bir yer almasının planlandığını söyleyebiliriz. Bununla

(8)

birlikte G-8 toplantısı ve Türkiye’nin davet edilmesi özellikle bu tarihlerde yayınlanan karikatürlerde eleştiri konusu olmuştur. 28 Mayıs 2004 tarihli Radikal gazetesinde yayınlanan Emre Ulaş imzalı karikatürde G-8 olarak tanımlanan ülkelerin (ABD, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Kanada, Rusya) liderleri bir masa etrafında otururken, Türkiye Başbakanı Erdoğan bir garson temsili ile elinde BOP yazılı içeceği servis etmeye hazır konumda görülmektedir. Erdoğan’ın bir eli arkasında, diğer eliyle “BOP” yazan

şişeyi bir tepside tutuşu göreve hazır bir duruş sergilerken, gözlerinin yukarı doğru bakışı ile olan bitenden habersiz bir ifadeye sahiptir. Masanın lideri konumunda bulunan ABD Başkanı Bush’un keyifli ve kendinden emin bir tutum içinde projenin gerçekleşmesinde büyük ama pasif rollerden birinin Türkiye olacağı ya da projenin hayata geçirilişinde “servisi” Türkiye’nin yapacağı düşüncesi, Erdoğan’ı işaret ederek “Hah.. Servis yapacak arkadaş da geldi işte!” sözleriyle sunulmaktadır.

Buna göre asıl olarak G-8 üyesi olmayan Türkiye’nin davet edilmesinin masada eşitler arasında yer almak değil, alınan kararların uygulayıcısı olmak gibi inisiyatif dışında kalınması söz konusudur. Toplantıda Türkiye adına konuşma yapan başbakan diğer liderlerden övgüler almış ve toplantıya katılma amacının kendi sözleriyle “Biz, Demokratik Ortak olarak davet edildik. Özellikle de adalet, kalkınma, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi konuların bu noktada çok önemi var”’ şeklinde konuşmuştur (Avrupa Birliği Bakanlığı, 2004).

Başbakanın bu açıklamalarına şahsına münhasır bir lider olarak Amerikan tarihinde yer alan George W. Bush’un toplantıya katılan liderlerin fotoğraf çekimine giderken Erdoğan’a “You are a great man” (sen büyük adamsın) demesi kamuoyunun gündeminde yer almıştır (Radikal 11.06.2004). Elbette bu duruma ya da Amerika ile olan işbirliklerine karşı olumsuz bakış açısı yansıtan mizah dergileri eleştirel karikatürler yayınlamıştır. Örneğin Penguen dergisi 17 Haziran 2004 tarihindeki sayısında Doğan Güneş imzalı “Bush Gazı veriyor” başlıklı karikatürde Amerika’yı temsilen Başkan Bush’un oldukça büyük ve iri kulaklarının yanı sıra sivri dişleriyle “canavar” bir görüntüyle yansıtılmaktadır. Buna karşın Başbakan Erdoğan’ın küçük, edilgen ve kendisine “Büyüksün lan Tayyip…” şeklinde yapılan övgüden memnun bir biçimde resmedildiği karikatürde Amerika’nın aslında samimi olmadığı ve amacının başlatılan projede Türkiye’yi överek bir anlamda yönlendirdiğini eleştirmektedir. Bununla birlikte, Başkan Bush’un belki de tüm Amerikan

(9)

başkanları içinde en çok olumsuz imgeye sahip olduğunu hatta bunun sadece Türkiye’de değil diğer bir çok ülkede bu biçimde temsillere sahip olduğunu söylemek mümkündür. Bunun temel nedeni sadece döneminde yaşanan siyasi ve askeri olaylar değil, aynı zamanda Teksaslı olması nedeniyle ona yapılan kovboy yakıştırması, konuşurken gramer ve fonetik açıdan hatalı cümleler kurması, olaylara verdiği farklı yüz ifadeleri özellikle mizah dergilerinde, televizyon program ve dizilerinde mizahçıların çok kullandığı malzemelerden olmuştur. G-8 ülkelerinin bir araya gelmesinin hemen ardından

Haziran 2004’ün sonunda

NATO toplantısının İstanbul’da gerçekleştirilmesi BOP ile başlayan süreç ve Türkiye’nin bu süreçteki konumu bağlamında önemlidir. Bu NATO toplantısının ana konusunu Büyük Ortadoğu Projesinin oluşturmuştur. G-8’de şekillenen siyasi ve ekonomik parametrelerin ardından inisiyatifin gerçekleştirilmesi için gerekli olabilecek askeri desteğin NATO tarafından sağlanarak üçlü saç ayağının (siyasi-ekonomi-askeri) tamamlanması söz konusu olmuştur.5 Diğer bir ifade ile Soğuk Savaş sonrası resmi bir

misyonu ve hedefi konusunda tartışmalı bir kurum haline dönüşen NATO için yeni bir açılım gerçekleştirilmiş ve bir anlamda toplantı kararları ile bu yaklaşım meşrulaştırılmıştır. Yan taraftaki karikatürde de görüleceği üzere NATO toplantısı bir anlamda ağırlıklı olarak BOP’un amaçları ile NATO’nun hedefleri olabildiğince bir araya getirilmiştir. 2 Temmuz 2004 tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanmış olan Bülent Düzgit imzalı bu karikatürde BOP bir uçak olarak tasvir edilirken, uçağın pilotunun ABD Başkanı Bush ve de pervanesinin NATO’nun ambleminden yapılmış olması bir anlamda motorunun NATO olacağı ve BOP’un gerçekleştirilmesinde NATO’nun son derece işlevsel olacağı düşüncesi kamuoyuna açık bir biçimde yansıtılmıştır.

18 Haziran 2004 tarihli Leman dergisinde Derya Sayın imzasıyla yayınlanan karikatürde ise, bu kez ABD Başkanı George Bush’un uçağında sadece NATO yazısı ve amblemi değil aynı zamanda kullanılacak olan askeri güç için Türkiye’nin de ABD planları içinde yer aldığı ortaya konmakta ve eleştirilmektedir. Karikatürde, Başkan Bush’un gelişi için hazırlanmış olan

5 NATO toplantısında, Akdeniz Diyaloğu girişimi ile tüm Akdeniz ülkelerini içeren işbirliğinin arttırılması, ayrış İstanbul İşbirliği İnisiyatifi ile Bahreyn, Katar, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeleri içine alan, aslında Büyük Ortadoğu Projesinin parçalarını oluşturan, yeni ortak güvenlik ve işbirliği parametreleri oluşturulmuştur (NATO, 2004).

(10)

askeri tören kıtasında bulunan iki Türk askeri dönemin Başbakanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül olarak çizilmiştir. Kuşkusuz Başkan Bush’un “Merhaba Asker” yerine “Selamın Aleyküm Asker” demesinin nedeni sadece İslam referanslı bir yönetimin ülkede iktidar olması değil, aynı zamanda Türkiye’nin BOP içinde yer alan Müslüman bir ülke olarak ABD açısından düşünülen bir rol modeli temsil etmesiyle de açıklayabiliriz. Daha önce de belirttiğimiz gibi Türkiye’nin gerek içinde bulunduğu bölgede, gerekse dünyada nüfusunun çok büyük bir kısmı Müslüman olup aynı zamanda laik ve batı tipinde parlamenter bir demokrasiyle yönetilen ülkelerin başında gelmesidir. Karikatür temel eleştirisi kuşkusuz en üstte yazılı olan “Büyük Ortadoğu Projesi’nin jandarması belli oldu..” şeklindeki ifadedir. İlerleyen yıllarda Afganistan’ın yanı sıra Lübnan’da da Türk askerinin görev alması, Irak’ta NATO çerçevesinde eğitim vererek yerel orduyu güçlendirmesi, Türkiye’nin Amerika ile olan işbirliklerinde siyasi veya ekonomik olarak değil, daha çok askeri olarak ön saflarda yer alması söz konusu olmuştur. Elbette bu noktada Türkiye’ye askeri görevlerin verilmesi, BOP dahilindeki ülkelerin Müslüman olması ve Türkiye’nin Müslüman askerlerinin bu ülkelerde görev yapmasının yerel halk tarafından batı güçlerine nazaran daha ılımlı yaklaşacağı görüşünün var olduğunu söylemek mümkündür.

İstanbul’da gerçekleştirilen toplantı Türk kamuoyunun gündeminde oldukça geniş yer tutmuştur. Özellikle Avrupa’nın en büyük kentlerinden biri olan İstanbul’da alınan geniş güvenlik önlemleri ve kapatılan yollar şehri yaşanmaz hale getirmiştir. Kuşkusuz bu atmosfer içinde ABD’nin Irak’a gerçekleştirdiği işgali protesto eden gruplar ve geleneksel anlamda NATO karşıtları bu toplantıyı protesto etmek için günler öncesinden hazırlıklara başlamışlardır. Yapılan gösteri ve protestolar genel anlamda emperyalizm ve NATO ile ilgili olsa da asıl hedef olarak ABD Başkanı George Bush üzerine yoğunlaşmış ve simgeleşmiştir. “Bush Gelme” yazılı pankartlar bu dönemde yükselen Amerikan karşıtlığımın da simgesi haline dönüşmüştür. 29 Haziran 2004 tarihinde Radikal gazetesinde Emre Ulaş imzasıyla yayınlanmış olan aşağıdaki karikatür, bir taraftan protestoculara yapılan müdahalenin şiddetini yansıtmak ve eleştirmekte, diğer taraftan ise Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında NATO aracılığıyla Türkiye’ye verilen rol ya da görevlerden bir tanesinin Irak’ın güvenliği ve yerel ordusunun Türkiye tarafından eğitilmesi olduğunu yansıtmaktadır. Göstericilere karşı polisin sert müdahalesini Hilton otelinden izleyen Bush ve alt katta bulunan İngiltere Başbakanı Blair oldukça memnun bir ifadeyle izlerken, Başbakan Erdoğan muğlak bir ifadeyle Bush’un kendisine söylediklerini dinlemektedir. Karikatür, Bush’un Türk polisinin protestoculara karşı ortamın güvenliği sağlamak amacıyla yaptığı sert müdahaleyi överek, Türkiye’nin Irak’ta da benzer bir görevi yerine başarıyla getirebileceği tespitini ironik bir biçimde sunmaktadır.

(11)

somutlaşacak olan bir takım siyasi ve askeri kararların alınmasını sağlamıştır. Öncelikli olarak Afganistan’da görev yapan ISAF gücünün büyütülerek tüm ülkeyi kapsar şekilde bir yapıya dönüşmesi, küresel terör ile sonuna kadar savaşılması ve Irak askerinin eğitilmesi gibi Ortadoğu’nun güvenliğine yönelik politikaların güçlendirilmesi ön plana

çıkmıştır (Hürriyet, 28 Haziran 2004). Başkan Bush daha sonra Ankara’yı da ziyaret ederek Türkiye’ye verilen önemi yaptığı konuşmalar ile desteklemiştir. Türkiye’nin önemi sadece Müslüman ve laik bir ülke olarak model ülke olmasının ötesinde, geçen yüzyıllar içinde sömürgeci bir geçmişi taşıyan batılı güçlerin ya da ABD gibi son Irak işgali ile bölgedeki prestijini yitiren bir gücün stratejik müttefiki olarak bu bölgeyle ilişkilerde daha etkili olabilme ihtimalidir. Zira Türkiye’de dini açıdan muhafazakar bir partinin tek başına iktidarda olması ve beraberinde eylem ve söylemlerin Ortadoğu ülkelerine yakın ama aynı zamanda son derece İsrail karşıtı bir tutum içinde olması, Türkiye’nin sözü dinlenen ya da en azından bölge ülkeleri halkaları arasında prestijli ve popüler hale geldiğini söylemek mümkündür.

İkinci Körfez Savaşı ve Türkiye-ABD İlişkileri

11 Eylül 2001 sonrası yaşadığı panik ve dünya tarafından paralize olmuş bir görüntüye sahip olan Amerika kısa süre içinde NATO ülkelerini harekete geçirerek Afganistan’a askeri harekat düzenlemiş ve 2002 yılından itibaren 11 Eylül olaylarını dolaylı olarak Irak ve Saddam Hüseyin’e ilişkilendirme yoluna giderek bu ülkeye karşı askeri bir müdahalede bulunacağının sinyallerini açık olarak vermiştir. 1962 yılındaki Küba Füze Krizi’ne benzer şekilde sözde Amerikan uçakları tarafından ve uydudan çekilmiş görüntüler aracılığıyla Saddam Hüseyin yönetiminin kitle imha silahları ürettiği ve küresel terörizme destek verdiği gerekçesi ile 2003 yılının bahar aylarında kapsamlı bir askeri operasyona girişmiştir. Ancak bu süreçte, gerek Birleşmiş Milletler gerekse dünyanın önde gelen ülkelerinin desteğini ve onayını 1.Körfez Savaşı’ndan farklı olarak alamamıştır. Bununla birlikte İngiltere’yi yanına alarak küçük birliklere sahip bazı ülkelerin de desteği ile sözde Koalisyon Gücü adı altında bu müdahaleyi gerçekleştirmiştir (Yoo, 2003:563). Ancak daha önce 1.Körfez Savaşı bölümünde de değindiğimiz gibi ABD’nin asıl hedefi dünya petrol rezervlerinin önemli bir bölümünü elinde tutan Irak’ı kontrol edebilmek ve 1.Körfez Savaşı’nda yarım bırakılan askeri operasyonu tamamlayarak Saddam Hüseyin yönetimini

(12)

ortadan kaldırmaktır. Bu süreçte ABD yönetimlerinin kullandığı en etkili enstrümanların başında yazılı ve görsel medya araçları olmuştur. Buna paralel olarak, Saddam Hüseyin ve yönetimine yönelik olumsuz temsiller, uzun diktatörlüğünün getirdiği işkence, baskı ve toplu katliamlar gibi konular sürekli gündemde tutularak kamuoyu oluşturulmuştur (Steuter ve Wills 2008:110-111). Sonuç olarak hem terörizme destek veren, hem kitle imha silahları üreten hem de kendi halkına karşı insanlık suçu işleyen bir yönetim profili oluşturularak Soğuk Savaş sonrası dönemde adeta kendini tek süper güç olarak ilan eden ABD için sorumluluk almanın kaçınılmaz olduğu görüşü Amerikan ve Batı kamuoyuna sunulmuştur.

Aşağıda görülen 19 Ocak 2003 tarihinde Milliyet gazetesinde Ercan Akyol imzasıyla yayınlanmış olan karikatür, uzun süredir Irak’ta kitle imha silahları kontrolü yapan BM uzmanlarının bazı eski ve kullanılmış başlıklar bulmasını resmetmektedir. Buna göre sözde tarafsız BM uzmanları adeta Başkan Bush’un isteklerini yerine getiren ve savaşa teknik olarak meşruluk kazandırabilecek açıklamalar yaparak aslında gerçekte olmayan bir gerekçeyi gündeme taşımaktadır. Karikatür, bu sözde kanıtların geçersizliğinin yanı sıra BM’nin adeta ABD’ye ait bir arka bahçe olduğu görüşünü ortaya koymaktadır. Daha önce değindiğimiz Bush Doktrini olarak tanımlanan Amerikan politikasına göre, Amerika’ya saldırı olmasa bile her hangi bir ülkede/bölgede Amerika’ya karşı bir tehdidin varlığı ABD için müdahalede bulunmak, yani “önleyici saldırı” yapmak meşru olarak tanımlanmaktaydı. Karikatürü bu bağlamda değerlendirecek olursak, BM uzmanlarının kitle imha silahları bulması, hem Amerika için hem de dünya için Saddam yönetimindeki Irak’ın açık bir tehdit olduğu görüşünü ispat edilmesi son derece önemli hale gelmektedir. Irak’a yapılacak olan ABD müdahalesinin artık kesinleştiği 2003 yılının başlarından itibaren Türkiye’deki mizah çevreleri de hareketlenmeye başlamıştır. Aşağıda görülen Mehmet Çağçağ tarafından çizilmiş olan karikatür, 30 Ocak 2003 tarihli Leman dergisi tarafından, dergiye ilave olarak poster formatında dağıtmıştır. Özellikle gençler ve üniversite çevresinde okunan bu derginin karikatür yayınlamanın yanında, ABD’nin “kan emen bir sivrisinek” olarak tasvir edildiği bir görseli posterleştirerek dağıtması ve “Savaşa Hayır” sloganı ile Amerikan işgaline karşı bir duruş sergilemesi önemlidir. Amerika defol “Go Home Yankee!” başlığını taşıyan karikatürde kural tanımayan ve kanunsuz

(13)

olarak stereotipileştirilen kovboy imgesi içinde sivrisinek olarak betimlenmiş olan figür Amerika’yı temsil etmektedir. Bu sivrisineğin iğnesi ya da ağzı petrol istasyonlarında yer alan pompa olarak yansıtılarak Kuzey Irak’ta sömürücü ve bölgenin petrolünü emen bir yaratık figürü son derece olumsuz ve Amerikan karşıtı bir temsili ortaya koymaktadır.

2. Körfez Savaşı sırasında gündeme gelen önemli bir konu ise Amerikan askerleri ile birlikte savaş alanında görev yapan “iliştirilmiş (embedded)” gazeteci olarak tanımlanan savaş muhabirleri konusuydu. Savaş öncesi Irak’a yönelik yapılan kitle imha silahları ve benzeri suçlamaları içeren propaganda niteliğindeki yayınlar gerçekleştiren Batılı medya kuruluşları, benzer bir çizgiyi savaş sırasında da işgal güçleri konumunda olan ordularını destekleyen yayınlar yapmışlardır. Elbette savaşı yansıtan başka ülke gazeteci ve habercileri de olmuştur, ancak Batının ana akım konumunda olan medya kuruluşları batı yönetimlerinin politikalarına paralel

bir çizgi izlediğini söylemek mümkündür. 2 Nisan 2003 tarihinde Penguen dergisinde yayınlanmış olan yukarıdaki karikatür bu durumu ironik bir biçimde betimlemektedir. Önde savaşan Batılı askerlerin arkada bıraktığı ölümler ve savaşın asıl kayıpları olan sivil insanlar ve onlara ait kemik parçaları ve kafatasları, arka planda CNN, NBC ve BBC gibi dev Amerikan ve İngiliz medya kuruluşları tarafından temizlenmektedir. Televizyon kanallarının metaforik olarak “süpürge makinesi” olarak resmedildiği karikatürde, Batı’nın yaptığı bu savaşın kanlı ve gerçek yüzünün medya tarafından saklandığı ya da farklı yansıtıldığı, bununla birlikte medyanın adeta orduların geri hizmetlerini sağlayan unsurlara dönüştüğü mesajı verilmekte ve eleştirisi yapılmaktadır. Gerçekten de 2003 yılındaki Irak savaşı medyanın o güne kadar hiç olmadığı bir şekilde içinde yer aldığı bir savaş olmuştur. Hatta bu savaşın gerçek bir savaşın ötesinde “medyanın savaşı” olduğu şeklinde görüşler dillendirilmiştir (Lewis, 2006:181).

(14)

ABD’nin fiili Irak savaşı 2 aydan kısa sürmüş ve sonrasında ülkenin işgaline paralel olarak Amerikan askerlerine karşı Irak’ta direniş gösteren grupların pusu ve intihar saldırıları devam etmiştir. 2. Körfez savaşının en önemli sonucu, kuşkusuz ABD’nin işgalci güç olarak ülke yönetimine el

koymuş olması ve özellikle Kuzey bölgesindeki yerel Kürt liderleriyle sıkı bir işbirliği içinde ülkeyi daha sonra devredilecek bir yönetim oluşturuluncaya kadar varlığını sürdürmesidir. Türkiye bağlamında en önemli konu artık ABD’nin bir anlamda Türkiye’nin fiili komşusu haline gelmiş olmasıdır. Türkiye’nin bu süreçte en önemli kaygısı ve hedefi Kuzey Irak’ta kampları bulunan ve Türkiye’ye terör saldırılarında bulunan PKK’nın etkisizleştirilmesi ve Irak’ın bölünmesinin engellenmesi olmuştur. Bu görüş aynı zamanda ülkenin kırmızı çizgileri olarak dillendirilmiştir. Diğer bir ifade ile kırmızı çizgilerden kasıt, ülke adına değiştirilemez ve ödün verilemez olan kararlar ve uygulamalardır. 23 Haziran 2004 tarihinde Milliyet gazetesinde yayınlanan Ercan Akyol imzalı bu karikatürde, Türkiye’nin kırmızı çizgileri olarak nitelediği ve

Kuzey Irak üzerindeki etkinliğini simgeleyen, hayati olarak tanımlanan politikalar ABD ve bölgedeki yerel Kürtlerin işbirliği ile adeta Amerika’nın oyun alanı haline dönüştüğü düşüncesi yansıtılmaktadır. Karikatürün arka planında Başbakan Erdoğan ağlar bir şekilde “Lütfen oynamayın yaa!” derken, Türkiye’nin kırmızı çizgileri Sam Amca ile Kürtleri temsilen bir peşmergenin elinde bir ipe dönüşerek ortada Amerikan askerinin bu iple ip atlamaca oynadığı görülmektedir. Gelinen süreçte, özellikle bir sonraki konumuz olan 1 Mart sürecine bağlı olarak savaşta arka plana düşen Türkiye’nin kırmızı çizgileri, ki bu çizgileri ülkenin sınırı olarak da değerlendirebiliriz, ABD ve Kürt güçlerinin oyuncağı haline dönüştüğü eleştirisi yapılmakta ve kamuoyuna sunulmaktadır.

1 Mart Tezkere Süreci

Türk-Amerikan ilişkilerinde Johnson Mektubu sonrasında yaşanan belki en önemli krizlerden bir tanesini 1 Mart Tezkeresi olarak anılan ve TBMM tarafından 1 Mart 2003 tarihinde kapalı oturum ile gerçekleştirilen oturum sonucunda ortaya çıkan karar ve beraberinde gelişen süreç oluşturmaktadır. Basit bir ifadeyle, ABD’nin Irak’ın kuzeyinden cephe açmak amacıyla Türk topraklarından askerlerinin geçişi Türkiye tarafından reddedilmiştir. 2002 yılının yaz ayları itibariyle gelmeye başlayan ABD talepleri, Türkiye’nin seçim dönemi olması nedeniyle ABD’ye kesin bir cevap

(15)

verilememiştir. Aynı yılın Kasım ayında yapılan genel seçimler ardından Türkiye’de oluşan yeni siyasi atmosferde AKP tek başına iktidar olarak daha hükümeti kuramadan ABD’nin talepleri ile karşı karşıya kalmıştır. Abdullah Gül’ün başbakanlığında kurulan hükümet ABD temsilcisi Marc Grossman’a şu mesajı iletmiştir: “Sizi savaşınızda yalnız bırakmayız… ancak…biliyorsunuz, hükümetimiz henüz kuruldu. Daha çalışmalarına başlamış bile değil. Ayrıca sizin istekleriniz takdir ederseniz ki, Türk kamuoyunun çok hassas olduğu konular. Üstelik son kararı TBMM verecek. O açıdan çok iyi hazırlık döneminden geçmemiz gerektiğine inanıyorum” (Erimhan, 2004:36).

Bu dönemde AKP’nin genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasaklı olması ve Meclis’e girememesi iktidarı da bir noktada iki başlı konumda bırakmıştır. Bununla birlikte iyi bir geleneğe sahip olduğu söylenebilecek olan Türk Dışişleri, Genelkurmay ve yeni hükümet ile sıkı bir çalışma içine girerek ABD’nin talepleri karşısında kaygı ve güvenceleri gösteren yeni bir duruşu belirleme yoluna gitmiştir. Zira ABD’nin açık ve Türkiye açısından nasıl bir siyasi gelecek oluşturabileceği belirsiz talepler uzun bir müzakere sürecini de beraberinde getirmiştir.

Türkiye, bu müzakere sürecinde ekonomik bazı yardımları gündeme getirirken aynı zamanda Kuzey Irak üzerinde etkili olarak PKK terörizmini bitirmek, Kerkük ve Musul gibi bölgelerde yaşayan Türkmenlerin korunması gibi konular üzerinde duruyordu. Bu kadar çok sayıda yabancı askerin Kurtuluş Savaşı döneminden beri Türk topraklarında konuşlanmış olmaması, ABD’nin asker bulundurma talebini başka bir boyuta getiriyordu. Bununla birlikte Türkiye Müslüman komşu ülkeye müdahalede bulunacak olan stratejik ve NATO müttefiki olan bir süper gücü de geri çevirmek istemiyordu. Türkiye, Amerikan asker sayısının indirilmesi, belli bir oranda Türk askerinin bulundurulması, komuta bağlamında inisiyatifin Türkiye’de olması, Kürt gruplara verilecek silahların Türk Ordusu kontrolünde gerçekleştirilmesinden, Irak’taki siyasi yapının ve ülke bütünlüğünün korunması, doğal zenginliklerin Irak halkına bırakılmasına kadar geniş bir karşı talep ya da koşul öne sürdüğünü söyleyebiliriz. Ayrıca Kuzey Irak sınırında belli noktalarda Türk askerinin konuşlanması ve sınırın güvenliği için kırmızı çizgilerin oluşturulması da bu bağlamda değerlendirilebilir (Bölükbaşı, 2008:41-42). 1 Mart tezkeresinin TBMM’de görüşülmesine kadar olan süreç oldukça yoğun ve müzakere edilen bir çok konuda taraflar uzlaşmıştır. Bununla birlikte muhalefetteki partiler ABD’nin taleplerine şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak iktidarda AKP iktidarı Amerika ile yapılan tüm müzakere ve pazarlıkları gerçekleştirerek tezkerenin kabulü yönünde bir tutum göstermiştir. 3 Aralık 2002 tarihinde, AKP Genel Başkanı R.Tayyip Erdoğan ile ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson akşam yemeğinde buluşmuşlar ve bu yemekte askeri harekat öncesi yapılacak olan hazırlıklar ve planlar tartışılmıştır. Amerikan The Weekly Standard dergisi muhabiri Stephan Hayes tarafından elde edilen plan tarihleri daha sonra Türk medyasının da

(16)

gündemine gelmiş ve Erdoğan liderliğinde olan AKP’nin Amerika’ya yeşil ışık yaktığı yorumlarını ortaya koymuştur (Ergin, 2003). Buna göre 15 Ocakta Türkiye’de Amerikan askerleri ve teçhizatına yönelik bazı inşaat çalışmaları yapılacak ve muhtemelen 1-2 ay ardından müdahale gerçekleşecekti. 15 Ocak 2003 tarihinde Milliyet gazetesinde Ercan Akyol imzası ile yayınlanan yukarıdaki karikatür daha henüz Başbakan olmamış, hatta milletvekili bile olmayan AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın Amerikan askerlerinin geçişine izin verdiği görüşünü yansıtmaktadır. Buna göre AKP yönetimi ABD ile ortak hareket ettiği ya da planlarını daha TBMM’ye gelmeden önce izin verdiği ya da sıcak baktığı düşüncesi sunulmaktadır. Milliyet gazetesine göre sürecin devam ettiği Erdoğan’ın yapılan bu görüşme ile ilgili “ABD ile Irak konusunda henüz

nihai anlaşmaya varmış değiliz. Bush da bizim gibi sorunu barışla çözmek istiyor. Ama bu arada iki taraf müttefik olarak tüm ihtimallere karşı hazırlık yapıyor” demiştir (Yetkin, 2002). Bu açıklama ABD tarafından memnuniyetle karşılanmıştı çünkü sorunun barışçıl yollarla çözülmemesi durumunda başka yöntemlerin de kullanılabileceği düşüncesini ortaya çıkarmıştı. Bir başka ifadeyle, tezkere TBMM’de görüşülmeden önce Türkiye’deki yönetimin bunu destekleyebileceği görüşü kamuoyuna yansımıştır.

Sağ tarafta görülen 28 Şubat 2003 tarihli Sabah gazetesinde Salih Memecan imzası ile yayınlanan karikatürde ise Erdoğan’ın ABD ile olan işbirliğine “Barış ve Ekonomik gerçekler” ikilemini konu ederek “yukarı tükürse bıyık…” açıklaması yaparak Türkiye’nin ikilemini ortaya koymaktadır. Karikatür gelinen noktada Türkiye’nin savaşa katılmamasını “barış”, katılmayıp denklem dışında kalmasının ise ekonomik açıdan ülkeyi kötüye götürebileceği düşüncesini yansıtmaktadır.

1 Mart tezkeresi öncesi sadece Türk kamuoyunun değil Amerika’nın da gündeminde yer tutan bir başka olay ise pazarlıklar esnasında müzakere edilen hibe ve yardım konusu

olmuştur. Dışişleri yetkilisi Deniz Bölükbaşı siyasi konuları müzakere ederken, müsteşar Uğur Ziyal özellikle yardım paketi ve çerçevesi konusunda Amerikalı yetkililer ile görüşmekteydi. Uzun vadeli kredi, kısa vadeli yardım gibi bir çok farklı parametre içinde görüşülen hibe konusu kamuoyunun en çok ilgi gösterdiği ve Türkiye’nin ciddi prestij kaybettiği bir süreci beraberinde getirmiştir. Aşağıda örnekleyeceğimiz karikatür, özellikle Amerika’da internet üzerinden yayın yapan ve geniş kitlelere ulaşmış olan bir dizi benzer tema ve imgelere sahip olan karikatür dizisi içinden seçilmiştir. Gelişen teknoloji çağında sadece yazılı basında değil internet aracılığıyla çok farklı kesimlere bu karikatürlerin ulaşabildiğini, dolayısıyla oldukça etkin olabildiklerini daha önce belirtmiştik. 21 Şubat 2003 tarihinde Signe Wilkinson tarafından çizilmiş olan karikatür, gerek sosyal medya gerekse e-posta yoluyla internet mecrasında dolaşımda olmuştur. Bu karikatürde batı tarafından genellikle sık kullanılan bir imge olan kel ve bıyıklı bir Türk bürokrat, dansöz kıyafeti içinde göbek atar şekilde yansıtılmıştır.6 Sağ tarafta görülen ABD Başkanı Bush

(17)

kırgın ve Savunma Bakanı Donald Rumsfeld sinirli bir ifade içinde, elinde tezkereyi temsilen “Asker Konuşlandırma izni” yazılı belgeyi tutan dansözü izlemektedir. Başkan Bush, “Beni ben olduğum için seviyordun sanıyordum” şeklinde serzenişte bulunurken, elindeki dolarları dansözün kıyafetinin aralarına doldurarak bu izni alacağı dolayısıyla iki ülke arasındaki dostluğu temel noktası olan yardım ya da finanssal desteğin olmazsa olmaz bir koşulu temsil ettiği yansıtılmaktadır.

Tezkere ile ilgili yapılan pazarlık süreci içinde özellikle Amerika’da yayınlanan buna benzer karikatürler medya ve internet aracılığıyla Türk halkının ve siyasetinin gündemine gelmiş olması, özellikle siyasi kesim üzerinde etkili olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin yukarıdaki karikatür gibi dansöz, fahişe, içi doldurulan hindi gibi simgeler ile yansıtılmış olan Türkiye, 1 Mart tezkeresi öncesinde arsız, paragöz ve çıkarcı ifadeler ile dünya kamuoyuna yansıtılmıştır. Bununla birlikte 1 Mart tezkeresi görüşmelerinde T.B.M.M’de bu karikatürler milletvekillerinin ellerinde dolaşmıştır. CHP Milletvekili Ali Rıza Bodur 19.12.2003 tarihli Meclis oturumunda dansözlü karikatürlere referans yaparak tezkerenin reddinin Meclisin onurunu kurtardığını şu sözlerle ifade etmiştir: “1 Mart 2003 tezkeresinin reddedilmesi kararında olduğu gibi. Yabancı basında, dolar takılan dansöz karikatürleri onurumuzu yaralarken, böylesine bir kararla, Türkiye, dünyada, kişilikli bir ülke olduğunu ve Meclisi tarafından onurunun korunduğunu gösteriyor” (TBMM, 2003). Benzer şekilde, AKP milletvekili ve aynı zamanda dönemin Başbakan Yardımcısı olan Ertuğrul Yalçınbayır’ın şu sözleri karikatürlerin ileti ve mesaj taşımalarının yanı sıra özellikle bu süreçte alınan siyasal karara etki ettiğini de söylemek mümkündür:

Uluslararası basında ve ABD basınında 1 Mart tezkeresi karşısında Türkiye’nin durumunu karikatürize eden insanı da tahrik eden eleştiri hudutlarını aşan karikatürler vardı. Türkiye’yi, Türk liderlerini kötü durumda gösteren karikatürler vardı. Bu karikatürler kapalı oturumda tarafımızdan Genel Kurul’a gösterildi. Birkaçı dağıtıldı. AKP milletvekillerinin bunu görünce tahrik olmaması mümkün değildi (Yeniçağ 06.03.2013).

1 Mart tezkeresinin TBMM’de görüşülmesi için gizli bir oturum ile Genel Kurul toplanmış ve 533 milletvekili altı saate yakın konuyu tartışmıştır. Mecliste yapılan oturuma

(18)

ait tutanak bir zarfa konularak mühürlenmiş ve anayasanın 71. Maddesi gereğince 10 yıl boyunca saklanmak üzere arşive kaldırılmıştır. Oturumun son bölümünde yapılan oylamaya 533 milletvekili katılmış, 264 kabul oyuna karşılık 250 ret ve 19 çekimser oyu çıkmıştır (Bölükbaşı, 2008:92). Teknik olarak Mecliste kabul oyu çoğunluğu sağlamakla birlikte bu tür kararlarda nitelikli bir çoğunluk gerektiği için en az 267 kabul oyunun sağlanması söz konusuydu. Oylamanın hemen ardından resmi sonuçlar açıklanmadığı için ortaya çıkan kabul oyunun fazla olması basın ve özellikle Amerikan medyasında tezkerenin onaylandığı şeklinde haberler yapılmıştır. Ancak TBMM Başkanı Bülent Arınç Meclis’in tezkereyi kabul etmediğini açıklamasıyla ikili ilişkilerde yeni bir dönem başlamıştır. Hükümeti oluşturan ve Mecliste yeterli çoğunluğu olan AKP’nin bu kadar fire vermesi şaşırtıcı bulunurken, muhalefet partileri baştan beri bu tezkereye karşı politika izlemişlerdi. Bu sonuca AKP’den çok belki de ABD’de şaşkınlığa yol açmıştır. Zira daha önce Türkiye’deki üsler ve özellikle sivil limanlarda bir anlamda savaşa hazırlanması için gerekli modernizasyonun yapılması için izin verilen Amerika’ya şimdi asker geçişine izin verilmemiştir. Günlerdir İskenderun açıklarında bekleyen ABD donanması ve askerler hızla Basra Körfezine doğru yol alırken ortaya çıkan bu sonucun ABD için ciddi bir maliyet oluşturduğu hatta savaşı geciktirdiği tartışmaları uzun süre Amerikalı yetkililer

tarafından dile getirilmiştir Milliyet gazetesinin 5 Mart 2003 tarihinde Ercan Akyol imzasıyla yayınladığı bu karikatür, bir önceki yabancı karikatürlerde sık işlenen ve Türkiye’yi para için kıvıran dansöz betimlemesine yine aynı dilden bir cevap olarak ortaya çıkmaktadır. Karikatürde Amerikalı karikatüristlere benzer şekilde Türkiye’yi dansöz olarak görmekle birlikte, ABD’yi temsil eden Sam Amca dansözün bir yumruğuyla savrulmuş durumdadır. Aslında Türk karikatürlerinde ülkeyi temsilen dansözün kullanılması sık rastlanan bir durum değildir. Zaten karikatürist bu karikatürün “Amerikan karikatürüne gönderme” olduğunu açıkça yazmıştır.

Amerikalı karikatürist Daryl Cagle tarafından çizilmiş olan bu karikatür7, 1 Mart

tezkeresinin reddedilmesinin hemen ardından 3 Mart 2003’de yayınlanmıştır. Tezkerenin

(19)

reddi ve dolayısıyla Amerikan askerlerinin Türkiye’den geçememesi, Türkiye’nin afiyetle yenebilecek bir yemek olmadığı ya da Başkan Bush tarafından iyi pişirilemediği için yanmış olarak askerlerin önüne sunulması yansıtılmaktadır. Şüphesiz yanık bir hindinin yarattığı hayal kırıklığı ve kızgınlık karikatürdeki Amerikalı askerlerin yüzüne açık bir biçimde yansımaktadır. Bununla birlikte Türkiye’ye kısa süre içinde yoğun baskı yapılması, bir anlamda tezkere sürecinin ABD tarafından iyi yönetilemediği şeklinde bir eleştirinin özellikle Amerikan Başkanı Bush’a odaklanarak yansıtıldığını söylemek mümkündür.

Çuval Hadisesi

4 Temmuz 2003 yılında Irak’ın kuzeyinde yer alan Süleymaniye kentinde Irak ile olan ikili anlaşmalar çerçevesinde istihbarat görevi yapan Türk askerlerine ABD ve Kürt peşmergeleri tarafından düzenlenen bir operasyon gerçekleştirilmiştir. 1 Mart tezkeresinin karşılığı ya da rövanşı şeklinde değerlendirilen bu olay sırasında Türk askerlerinin başına çuval geçirilmiş ve 3 güne yakın bir süre gözaltında sorgulanmışlardır. ABD’nin Kurtuluş Günü olması nedeniyle resmi temasların karşılık bulmadığı bu süreçte kamuoyunda ve medyada Amerikan karşıtı tutum ve protestolar yükselmiştir. ABD’nin hem NATO müttefiki hem de ikili ilişkiler bakımından dost ve stratejik ortak olarak tanımlandığı bir dönemde Türk askerine bu şekilde bir müdahalede bulunması kimsenin beklemediği bir olaydı. ABD kendisini 1 Mart tezkeresi ile yarı yolda bırakan Türkiye’ye artık bölgede etkin olamayacağı mesajını verdiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte olay ikili ilişkilerde önemli bir kilometre taşı olarak bir referans noktası oluşturmuştur. Çuval Hadisesi olayının göze çarpan unsurlarından bir tanesi ise Türkiye’nin açık ve resmi olarak Amerika’dan özür dilemesini beklemesi olmuştur. Bunun siyasi anlamdaki açıklaması Amerika’nın yapmış olduğu bu baskın ve sonrasındaki gelişmelerin sorumluluğunu taşıması ve hatasını kabul etmesidir. Ancak ABD’li yetkililer hiç bir ortamda açık bir biçimde özür dilememiş sadece üzgün olduklarını ifade etmişlerdir. Diğer bir ifadeyle yapılan eylemin bilinçli olduğu ve sadece sonuçları itibariyle üzüntü duymaları söz konusudur. Milliyet gazetesinde olaydan iki hafta sonra 17 Temmuz 2003 tarihinde yayınlanan Ercan Akyol imzalı karikatürde özür konusu ironik bir biçimde yansıtılmaktadır. Kovboy imgesi ile temsil edilen ABD iri cüssesiyle güçlü ve karikatürün büyük bir bölümünü kaplarken, sağ tarafta yüzünden kanlar akan ve gözü morarmış olan Türkiye’yi temsil eden kimse mağdur bir biçimde kendisine yumruk atmış olan kovboya bakmaktadır. ABD’ye yapılan özür baskılarının sonuç vermemesini yansıtan karikatürdeki “Özür dileyemediğim için üzgünüm” açıklaması durumun açık bir ifadesi olarak kamuoyuna yansımaktadır.

(20)

Çuval hadisesine referans yapan yandaki karikatür 23 Temmuz 2003 tarihinde Ercan Akyol imzasıyla Milliyet gazetesinde yayınlanmıştır. O tarihlerde ABD ziyaretinde bulunacak olan dışişleri bakanı Abdullah Gül bir Osmanlı askeri motifi içinde çizilmiş ve ABD Başkanı Bush’un önünde eğilmektedir. Diğer tarafta büyük bir Amerikan bayrağı önünde ve Kral tacını taşıyan bir temsil ile alaysı bir gülümsemeye sahip olan Başkan Bush ironik bir biçimde stratejik ortak olarak tanımlanan Türkiye’yi başına bir çuval geçirerek yüceltmeye ya da ödüllendirmeye hazırlanmaktadır. Çuval hadisesini Türkiye’nin karşı koyamadığı, yeterli tepki veremediği ve gururunun kırıldığı bir olay olarak değerlendirirsek bunun stratejik müttefik olmak ile ters düştüğünü yansıtırken asıl olarak olaya yeterince tepki veremeyen AKP hükümeti ve onun dışişleri bakanı açık bir biçimde eleştirilmektedir.

Leman mizah dergisinin 9 Şubat 2006 tarihli sayısında yayınlanan bir sonraki karikatürün Kurtlar Vadisi Irak filmine farklı hatta eleştirel bir çerçeveden yaklaştığı görülmektedir. Buna göre “post-Malkoçoğlu” tanımı yaparak Osmanlı döneminin bir kahramanı olan ve Türk filmlerinde sık işlenen Bizanslılara karşı Osmanlı’yı koruyan kahramanın modern versiyonu şeklinde ironik bir benzetme yapmıştır. Karikatürde kapalı gişe bilgisiyle Çuval Hadisesinin intikamını alan filmin oynadığı sinemaya ve bir anlamda filmi izlemeye gelenlerin başına bir çuval geçirerek, kitleler halinde filmi izlemeye giden insanların aslında aldatıldığı ya da gerçekte karşılığı verilememiş, ülkenin onurunun incindiği bir olay karşısında toplumu sakinleştirerek adeta “uyutulduğu” düşüncesi sunulmuş ve eleştirilmiştir.

Sonuç

Karikatürler çerçevesinde incelediğimiz 11 Eylül ve sonrası dönemi ekonomik açıdan siyasi istikrara bağlı bir düzelme ile birlikte ABD’nin NATO’ya küresel teröre

(21)

işgaller Türk-Amerikan ilişkilerini de kaçınılmaz olarak dengesi bozuk bir terazi haline getirmiştir. 11 Eylül’de yapılan saldırılar karşısında Türkiye ABD politikalarına ve mücadelesine tam destek vereceğini açıklamış, Afganistan’da fiili çatışmaya katılmamış olsa da güvenlik ve eğitim amacıyla bu ülkeye asker göndermiştir. Ancak Irak konusuna gelince komşumuz ve Müslüman bir devlet olması nedeniyle aynı desteği sunamamış ve 1 Mart tezkeresi olarak siyasi literatüre giren TBMM oylaması yaşanmıştır. Irak’a işgale giden Amerikan askerlerinin Türk topraklarından geçişine izin vermeyen Türkiye, ABD yönetiminin tepkisini çekmiş ve 4 Temmuz tarihinde yaşanan Çuval Hadisesi ile Amerika Türkiye’nin Kuzey Irak bölgesinde eskisi gibi hareket edemeyeceğini söylemiştir. ABD’nin ikinci Irak işgali Türk toplumunda ciddi bir tepkiye yol açmıştır. Bu dönemde yayınlanan karikatürlerde genelde ABD, özelde de Başkan Bush son derece olumsuz, bazen vampir bazense sivrisinek şeklinde bölgeyi sömüren ve sürekli kanlı politikalar izleyen canavar betimlemeleri ile yansıtılmıştır. 11 Eylül saldırılarıyla ilgili olan karikatürlerdeki mesajlar, olayın bütününe şüpheyle yaklaşmış ve bu olayların içinde Amerika’nın bizzat kendisi olabileceği, diğer bir ifade ile göz yumduğu şeklindeki düşünceleri ortaya koymuştur. ABD’nin gerek Afganistan’a müdahalesi, gerekse Irak’a açtığı savaşın haksız olduğu, buradaki amacın bölgenin kontrolünü ve petrol kaynaklarının ele geçirilmesinin amaçlandığı düşüncesi ön plana çıkarken, Amerikan ve İngiliz medya kuruluşlarının adeta yapılan savaşların bir parçası oldukları ve arkada bırakılan ölüm ve yıkımları yansıtmayan ya da “temizleyen” bir işleve sahip olarak gösterilmişlerdir. 1 Mart tezkeresi ile ilgili kullandığımız yerli ve yabancı karikatürlerde Türkiye’nin pazarlık sürecinde açgözlü, para peşinde koşan ve adeta dansöz gibi oynayan betimlemeler, tezkerenin çıkmamasına paralel olarak değişmiş ve Amerika’nın süreci iyi yönetemediği ve bunun sonucunda zarar gördüğü görüşü ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte, tezkerenin rövanşı olarak değerlendirebileceğimiz Çuval Hadisesi Türk halkında büyük kızgınlık ve kırgınlık yarattığı, ancak bunun sorumlusu olarak ABD’ye karşılık verememiş olan iktidara karşı eleştirel bir tutumun ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Çuval hadisesiyle ilgili yapılan filmle ilgili karikatürde ise, halkın tepkisini sakinleştiren ya da bir anlamda gerçek hayatta yapılamayanın film ile yapılarak halkın da başına çuval geçirildiği eleştirisi kamuoyuna sunulmuştur.

Karikatürlerin ikili ilişkileri ya da ABD’yle ilgili temsillerde bu güç dengesinin ya da dengesizliğinin yaşanan siyasi ve uluslararası ilişkilerdeki süreçleri okuyucusuna ya da diğer bir ifadeyle kamuoyuna yansıttığını görmekteyiz. Bu çalışma aynı zamanda, bazen günlerce süren, aylarca tartışılan bir konuyu tek bir karede sunabilen karikatürler, gerek bir ileti olarak mesaj taşıyan, gerekse kültürel bir ürün olarak, aynı zamanda tarihsel işlev göstererek toplumun belli bir dönemindeki görüş, düşünce ve eğilimlerini göstererek zamanın ruhunu (zeitgeist) yansıtabilen özelliklere sahip görsel metinler olabileceğini göstermektedir8. Bununla birlikte araştırma sürecinde toplanan çok sayıda karikatürün

8 Mizah ve karikatür geçmişi oldukça zengin olan ülkemizde, karikatürlerle ilgili olan çalışmaların yakın zamanda arttığını görmekteyiz. Derleyici olarak Turgut Çeviker'in Karikatürkiye serisi Cumhuriyet döneminin farklı konular altında bir seçkisini sunmaktadır. Keza Tan Oral'ın Fantazya Çok Para Yok: Karikatürlerle Bir

Borç Ekonomisinin Tarihi (1874-1954) adlı eseri bir ekonomi tarihi izlencesini karikatürler ile sunmaktadır. Ancak

bu çalışmalar birer seçki şeklinde sadece karikatürleri görsel olarak sunan çalışmalardır. Bununla birlikte, iki yabancı akademisyenin yapmış olduğu araştırmalar bu makalede yansıtılmaya çalışılan bakış açısını daha belirgin kılmaktadır. Bunlardan ilki, Alman Tobias Heinzelmann’ın Osmanlı Karikatüründe Balkan Sorunu 1908-1914 başlıklı çalışmasıdır. Heinzelmann, anılan tarihlerdeki karikatürler üzerinden çözümlemeler yaparak bu döneme farklı pencere açmaktadır. Keza Osmanlı tarihçi Palmira Brummet’in İkinci Mesrutiyet Basınında İmge ve

(22)

oluşturduğu evren içinden, konularına göre kategorize edilerek çalışma içinde kullanılacak olanların seçilmesi oldukça zor olmuştur. Bunun nedeni, karikatürün, bir haber ya da köşe yazısına göre gösteren ve gösterilenleri farklı ve çok katmanlı anlamları içerebilen bir malzeme oluşudur. Buna bağlı olarak karikatürler içinden bütünü ya da geneli temsil edebilecek olan örneği belirlemek araştırmacının ve araştırmanın zorluklarının başında gelmiştir. Bu noktada, nicelden çok nitele yakın bir yaklaşımla, 11 Eylül sonrası süreçte Türk-Amerikan ilişkilerini konu edinen karikatürler araştırmacı tarafından taranmış, ilgili olaya/gelişmeye betimsel ve içerik olarak en zengin örnekler seçilmiş ve tarihsel/ tematik bir izlence de dikkate alınarak çalışma içinde değerlendirilmiştir. Bu bağlamda kullanılan örnekler üzerinden büyük bir genelleme yapabilmek mümkün olmamakla birlikte, kullanılan örneklerin tam tersi görüş içeren karikatürlere de rastlanmamıştır. Örneğin Amerika’nın Afganistan’a ya da Irak’a müdahalesi, Türkiye’nin BOP içinde yer almasını destekleyen karikatürler bulunmamaktadır. Keza her yayın grubunun çizeri ya da karikatürleri dış politika, uluslararası ilişkileri ya da dünya siyasetini ele almamaktadır. Buna bağlı olarak çalışmada örneklenen malzemeler belli bir yayın grubuna göre değil, daha çok karikatürün içeriği ve ele aldığı konuyu kapsayan ilişkisi belirleyici olmuştur. Kuşkusuz bu tür çalışmaların kamuoyunun tamamını ya da genelinin algılarını, görüşlerini ve düşüncelerini bütün olarak yansıtabilmesi neredeyse imkansızdır. Sonuç olarak çalışma yakın dönemimizi kapsayan ve Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanmış siyasi ve sosyal bazı olayları karikatür çözümlemeleri aracılığıyla değerlendirerek, eleştirel, güç ilişkilerini ortaya çıkaran ve otoriteye karşı (ABD ya da hükümet) direniş gösteren ve aynı zamanda dönemin ruhunu içinde barındıran bir kültürel okuma sunmaktadır.

Kaynaklar

Akbaş, İsmail, (2008). “Afgan Kralı Emanullah Han’ın Türkiye Gezisi” Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi,VII/16-17, İzmir:DEÜ, s.311-334.

Avrupa Birliği Bakanlığı. “2004-06-10 Başbakan Erdoğan ABD’de – Derleme” http://www.abgs.gov.tr/index.php?l=1&p=33014. Erişim Tarihi: 28.11.2014.

Bölükbaşı, Deniz, (2008). 1 Mart Vakası: Irak Tezkeresi ve Sonrası. İstanbul: Doğan Egmont Yayıncılık.

Conners, Joan L.,(2007). “Popular Culture in Political Cartoons: Analyzing Cartoonist Approaches” Political Science & Politics. Cambridge: The American Political Science Association, Sayı 2, s.261-265.

Dalacoura, Katerina, (2005). “US Democracy Promotion in the Arab Middle East since 11 September 2001: a critique” International Affairs Vol:8, Sayı:5, New Jersey: Blackwell Publishing. s.963-979 http://www.jstor.org/stable/3569070. Erişim Tarihi: 24.11.2014.

Ergin, Sedat, (2003). “Pazarlık Başlıyor” http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster / ShowNew.aspx?id=172080. Erişim Tarihi: 21.12.2014.

(23)

Erimhan, Ahmet, (2004). Çuvaldaki Müttefik. İstanbul: Bir Harf Yayıncılık. Gordon, Philip ve Ömer Taşpınar, (2009). Türkiye’yi Kazanmak, İstanbul: Timaş. Gorka, Sebestyen L.v., “Beşinci Maddenin İşletilmesi: Beş Yıl Sonra” NATO Dergisi http://www.nato.int/docu/review/2006/issue2/turkish/art1.html. Erişim Tarihi: 26.12.2014

Grossman, Marc, (2000). “U.S. Interests and Turkey” http://www.meforum.org/184/ us-interests-and-turkey. Erişim Tarihi: 24.11.2014

Hartman, Andrew, (2002). “The Red Template: US Policy in Soviet-occupied Afghanistan”, Third World Quarterly, 23:3, Londra:Routledge, s.467-489.

Huntington, Samuel P., (1993). “The Clash of Civilizations?” http://www.polsci.wvu. edu/faculty/hauser/PS103/Readings/HuntingtonClashOfCivilizationsForAffSummer93. pdf. Erişim Tarihi: 10.11.2014.

Hürriyet, 30.01.2006 “Danimarka: Muhammed karikatürleri için özür dilemeyeceğiz” http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=3863449&tar ih=2006-01-30 Erişim Tarihi:15.10.2014.

Hürriyet, 12.09.2001 “Ecevit’ten Teröre Karşı Dayanışma Çağrısı” Erişim Tarihi:26.10.2014.

Hürriyet, 17.10.2001 “ABD’den Türkiye’ye destek”. http://webarsiv.hurriyet.com. tr/2001/10/17/42167.asp Erişim Tarihi:27.10.2014.

Hürriyet, 28 Haziran 2004 “Zirve sonuç bildirisinde Ortadoğu’ya işbirliği önerisi” http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/06/28/481631.asp. Erişim Tarihi:30.10.2014.

Kemmitz, Thomas M., (1973). “The Cartoon as a Historical Source”. Journal of Interdisciplinary History. Vol.4, No:1, MIT Press s.81-93. http://www.jstor.org/ stable/202359 Erişim Tarihi:18.09.2014.

Lewis, Justin (ed), (2006). Shoot First and Ask Questions Later: Media Coverage of the 2003 Iraq War. New York:Peter Lang , s.171.

NATO, (2004). “News” http://www.nato.int/docu/comm/2004/06-istanbul/home. htm. Erişim Tarihi: 25.11.2014.

Ottaway, Marina and Thomas Carothers, (2004). “The Greater Middle East Initiative: Off to a False Start” http://www.carnegieendowment.org/files/ Policybrief29. pdf. Erişim Tarihi: 18.11.2014.

Oral, Tan, (1998). Yaza Çize. İstanbul: İris.

Radikal, 11.06.2004. “Bush Usulü Övgü: ‘You are a great man’” http://www.radikal. com.tr/haber.php?haberno=119047. Erişim Tarihi: 02.12.2014.

Rifat, Mehmet, (1998). XX.Yüzyılda Dibilim ve Göstergebilim Kuramları (1. Tarihçe ve Eleştirel Düşünceler). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Referanslar

Benzer Belgeler

“11 Eylül 2001’den Günümüze Türk-Amerikan İlişkileri ve Amerika’nın Türk Dış Politikasına Etkileri” başlıklı bu tez çalışması, Soğuk Savaş sonrası uluslararası

11 Eylül saldırıları sonrası, BM Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından alınan kararlar ve ABD‟nin Afganistan‟a müdahale gerekçeleri; kuvvet kullanma yasağının

Uluslararası hukukta meşru müdafaa, bir devletin başka bir devletçe kendisine karşı girişilen hukuka aykırı kuvvet kullanma eylemine ani ve doğal olarak kuvvet kullanma

Bu dönemde Afganistan’ın takip ettiği dış politika hedefleri arasında; devletin bekası ve varlığını korumak, ulusal güvenliğini ve istikrarını sağlamak, bağımsızlık

Tamamen otoriter bir idare biçimi ile hüküm süren Nadir Han 8 Kasım 1933‟te öldürülünce 16 yaşındaki oğlu Muhammed Zahir tahta çıkmıştır. Daha önce bahsettiğimiz

11 Eylül Sonrası Afganistan’da Demokratikleşme ve Taliban Örgütünün ele aldığımız bu çalışmamızda,Afganistan’ın coğrafi ve beşeri yapısı başlığı

Afganistan vatandaşları Sovyet-Afganistan savaş dönemi, ardından iç savaş ve en son Taliban rejimi döneminde savaş ve şiddet nedeniyle komşu ve dünya ülkelere sığınma

382 G.. dönüşümü daha belirgin hale getirmiştir. Yaşanan tartışma ise, bu dönüşümün imparatorluğa doğru mu gittiğidir 384. Amerikan imparatorluğu tartışmalarında