CUMHURİYET
KÜLTÜR
T T -73
«9 i- 15"ALLEGRO
EVİN ILYASOĞLU
Âdriana’nm acı gerçeği İstanbul'da
İstanbul Opera ve Balesi’nde edebi yat, tiyatro ve müziğin iç içe işlendiği bir opera temsil edilmekte. 18. yüzyıl başın dan Comedie Français’in yetenekli akt risi Adrienne Lecouvreur’ün (1692-
1730) gerçek öyküsünü konu alan Adri ana Lecouvreur adlı “Gerçekçi” bir İtal yan Operası. Konu 19. yüzyılda iki Fran sız yazarın, Eugene Scribe ile Ernest Le-
gouve’ün yazdıkları bir metinle tiyatroya
taşınmış. İtalyan libretist Arturo Colaut-
ti ve İtalyan besteci Francesco Cilea'nın
(1866-1950) işbirliği ile 1902’dc opera sahnesine veriştik (gerçekçi) akımın bir ürünü olarak aktarılmış. Bu arada Adri enne, Adriana’ya çevrilmiş.
Değerli müzikbilimcimiz CevatMem-
duh .Altar, opera tarihinde “gerçekçilik”
akımını şöyle açıklar: “İtalyanca’da ‘ve- ro ’ sözü ‘gerçek’ anlamına geldiği için
halk hayatına dayanan aktüel karakterli konulan işleyerek meydana getirilen bu tür eserler, hayatın sert gerçeklerini yan sıtması bakımından verismo terimiyle ni telendirilmiştir. Esasen 1880 yılından be ri Batı'da genel olarak naturalist anlayış la oluşturulan sahne eserlerini, edebi eser leri ve plastik sanat yaratılışını niteleme de kullanılmış bulunan verismo terimi 20. yüzyılın başlarına doğru, müzik sanatın da önce Milano sonra da Napoli’de olu şan genç İtalyan okulu besteciliğini (Mas
cagni, Leoncavallo, Puccini, Giordano, Clia) temsil eder” (Cilt 3, sf. 4). Frances co Clea; Adriana’dan önce, 1892’de, bir başka veriştik opera olan Tilda’yı yaz mıştır.
Operaevlerinde çok sık rastlanmayan bu yapıt, güzel melodilerinin yanı sıra karmaşık metni ile izleyici için oldukça güçtür. Ayrıca durağan konunun büyük bir reji hüneri ile akışkanlık kazanması gerekir. Aytaç Manizade’nin rejisinde özenli ayrıntılar göze çarpıyor. Durağan başlayan oyun üçüncü sahne ile birden devinim kazanmış. Karanlık tonlardaki mor. leylak ve ebruli giysilerin arasından yükselen dansçıların bembeyaz tablosu izleyiciye geniş bir soluk aldırıyor. Dans çıların birer heykelcik görünümündeki tabloları yanı sıra, sahnedeki izleyiciler ve koronun devinimi iç içe yerleştirilmiş. Dansların başarılı koreografisi Selçuk
Borak’a ait. Aytaç Manizade, yapıtın ba
şından sonuna dek tiyatro sahnesi ile ope ra sahnesini duyarlı bir dengede koru muş. İlk sahnede tiyatro kulisinin deko ru varken perdenin arkasından imgesel
-İstanbul Opera ve B alesi’nde edebiyat, tiyatro ve müziğin iç
içe işlendiği bir opera temsil edilmekte: Adı iana Lecouvreur.
Klasik Türk müziği yorumculuğunda bir tarih olan
Safiye A yla’nın evi ne olacak? Bir müze yapılması
düşünülemez mi? Kime düşer bu görev?
Kültür Bakanlığı’na mı, mirasını bıraktığı T E V ’e mi, yoksa
ilgilenecek özel bir kuruluşa mı?
bir tiyatro sahnesiyle imgesel bir izleyi cinin coşkusu yankılanıyor. Ancak son sahnede uzun aryalarla Adriana’nm ölü me yaklaşması gerilimi yükseltirken, ölüm anında, dolayısıyla temsilin sonun da gerilim doruktan düşüyor.
Ne yazık ki bu prodüksiyonda nicedir izlemeye alıştığımız İstanbul Operası’nm görkemli ve zengin dekorları yok. Art Nouveau dönemini yansıtması beklenen dekor, o döneme ait iki sütunla çizilmiş. Dört sahne boyunca aynı sütunlar karşı
nızda. Kulis, saray, sıradan bir ev içi, hep si aynı sütunlara mahkûm edilmiş. Ney se ki rejinin yaratıcılığı gölge-ışık oyun larıyla bu dekor yoksulluğunu süsleme ye çalışmış. Bunca emek verilmiş bir pro- düksüyonun alışageldiğimiz zengin de korlarla bezenmesini isterdik. Figen Ko-
yunoğlu’nun Adriana için çizdiği kos
tümler son derece şık ve özenli. Soprano Payam Korvak, kendine özgü şan yapma biçemi içinde, .atlı ses tonu, sahneyi dolduran oyunu ile Adrienne Le
couvreur’un tarihi karakterine yakışan bir rol sergiliyor. Zira bu rolü üstlenmek için yalnız operacı olmak değil, yanı za manda Comedie Français kültürünü de bilmek gerekiyor. Payam Koryak baştan sona dramatik yoğunluğu koruyor.
Tenor Hüseyin Likos’u daha önceleri de izlemiştik, ancak bu oyunda sesini kul lanmadaki ustalığını, güzel ses rengini ve duyarlı yorumunu bir kez daha keşfet tik. Bariton Mesut İktu, operacılığm bi rikim sanatı olduğunu bir kez daha kanıt
^■1
lıyordu. Bugüne dek her temsilini ve her konserini hayranlıkla izlediğimiz İşın
Güyer ise belli ki rahatsız bir gecesin-
deydi.
Serdar Yalçın yönetimindeki orkestra
nın sahnedekiler ile arasında henüz ku sursuz bir dengeye ulaştığı söylenemez. Mutlaka orkestra ve şancıların anlaşma sı zamanla daha netleşecektir. Her şeyden önce bu az rastlanır operayı İstanbul’da izlemek kıvanç verici.
Safiye Ayla’nın ölümü_________
Safiye Ayla klasik Türk müziği yorumculuğunda bir tarihtir. Klasik Türk müzi ği bizim konumuz değil, dolayısıyla Sa fiye Ayla’nın yorumculuk niteliğini de ğerlendirmek uzmanların işi. Ben Safiye Ayla ile ilginç bir anımı aktarmak istiyo rum: Cemal Reşit Rey’e ait Devlet Sanat çıları başlıklı bir belgesel hazırlıyoruz. TRT prodüktörlerinden Orhan Gizli ile çalışıyoruz. Safiye Ayla bir zamanlar Ce
mal ve Ekrem Reşit Rey’i yakından tanı
mış. Onların Alabanda Revüsü’nde Kra liçe Portakal rolüne çıkmış. Amaç, geniş kitleyi çoksesli bir temsile çekmek. Ve Safiye Ayla gibi klasik Türk müziğinin ünlü bir ismini bu revüde sahneye çakar- tarak geniş halk kitlesini kazanmak! Sa
di Hoşses’in yazdığı birkaç şarkıyı bu re
vü içinde okumuş Safiye Hanım. Kendi üslubunda, teksesli olarak, sazların eşli ğinde. Açık mavi drapeli şifon bir giysi ile. Yıl 1941, yer Tepebaşı Yazlık Bahçe si. Biz bu anılarını anlattırmak üzere o- nun Etiler’deki evinde çekime gittik. Çe kim tarihinden birkaç gün önce ben bir ön ziyaret yapıp kendimi tanıttım, neler ko nuşacağımızı, gün ve saati saptadık. Çe kim sabahı Orhan Gizli ve TV ekibi ben den biraz önce ulaşmışlar. Kucaklarında bir kocaman krizantem demeti. Safiye Hanım kapıyı açmış, “Evin nerde” demiş Orhan Bey’e. O da, “Ankara’da” deyin ce kıyamet kopmuş. Evin bana söz ver di, nasıl Ankara’ya gider, ben sizi tanımı yorum, onunla çekim yapacaktık, diyerek başlamış krizantemleri teker teker yol maya. Orhan Bey kendi evinin Ankara’da olduğunu anlatmaya çabalarken ben ora ya ulaştım. Ama Safiye Hanım’ı kızdır mıştık bir kez. Yavaş yavaş açıldı, anıla rını aktardı, güzelce konuştu sonunda. Yi ne de eski dolaplardan çıkarttığı mavi drapeli Kraliçe Portakal tuvaletini giydir meyi bir türlü başaramadık.
Çekim sonrası bana eşini anlatmaya koyuldu. Şerif Muhiddin Targan. Hem viyolonsel hem de ud çalan çok değerli bir müzik adamı mız. Hele ud çalma sanatın daki ustalığı dillere destan. Safiye Hanım Haydn’ın vi yolonsel konçertosunu yo rumladığı bir ses daha din letti bana. Piyanoda o zama nın ünlü bir piyanisti. Acaba
Ömer Refik Yaşkaya mıydı,
anımsayamıyorum. G ele neksel müziğimizle klasik Batı müziği arasında önem li bir köprü Şerif Muhiddin Bey. Uzun yıllar Amerika'da yaşamış, İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda timi Kurul Başkanı olmuş ve Bağdat Konservatuvan’nı kurarak uzun yıllar orada kalmış. 1967’de ölmüş.
Safiye Hanım’dan ayrılır ken bir gün gidip eşine ait belgeleri incelemek ve anıla rını dinlemek üzere söz ver dim. Ne yazık ki bir daha gerçekleşemedi buluşma mız. Ancak o evde yaşayan tarihi de unutamadım hiçbir zaman. Şimdi ne olacak bu tarih dolu ev? Bir müze ya pılması, Safiye Ayla kadar Şerif Muhiddin Targan’ın da çalgılarının, notalarının, fo toğraflarının. giysilerinin derlenmesi düşünülemez mi? Kime düşer bu görev? Kültür Bakanlığıma mı, m i rasını bıraktığı TEV ’e mi, yoksa ilgilenecek özel bir kuruluşa mı?
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi