• Sonuç bulunamadı

150 yıl önce Çırağan'da

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "150 yıl önce Çırağan'da"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Besteci ve şair

Leyla Saz’ın

kitabı ilk kez

1925’te Paris’te

basılmıştı. Saz

kitabında

çocukluğunu

ve tanık olduğu

saray yaşamını

anlatıyor.

Sultanlardan

cariyelere,

giyimden

yemeğe,

Osmanlı’nm

günlük

yaşamına ışık

tutuyor. Mimar

Vedat Tek’ in

de annesi olan

Saz’m kitabı

“ 19. Yüzyılda

Saray Haremi-

Şair Leyla Saz

Hanım-Anılar”

ismi altında

Cumhuriyet

Kitapları’nca

yayımlandı.

BERAT G Ü N Ç IK A N

f « ekim İsmail Paşa, İstanbul Tıp Fa- ; > kültesi’nden diplom a almış ilk doktorlardan biriydi. Sultan Mah­ m ut’un saray cerrahı olarak atanıp da sünnetini yaptığı büyük veliaht Abdülme- cit, tahta çıkınca kendisini öğrenimini ta­ mamlaması için Paris’e göndermişti. Hekim İsmail Paşa, Avrupa dönüşü sarayın başheki­ mi ve padişah ailesinin öze! doktoru olarak görevlendirilmişti.

Bu görev. Hekim İsm ail Paşa’yla birlikte eşt ve iki kızma da sarayın kapılarını açm ış­ tı.. Leyla Saz anılarında şöyle yazacaktı: "Sultan A bdülm ecit'in saltanatı süresinde, İstanbullu olup da saraya dışarıdan gelebilen

ve orada yaşayabilen iki genç kız, eminim ablamla ben olduk. Harem ’e bizden başka, o da ziyaretçi olarak, ancak evlendirilerek çı­ rak çıkarılm ış ve özgürlüğüne kavuşturul­ muş eski saray cariyeleri girebiliyordu.”

Saz, saraya ilk ziyaretini anımsamıyordu. 1850yılında doğmuş ve ilk kez üç dört yaşla­ rında saraya kabul edilmişti. 1861 ’e yani Abdülaziz tahta çıkana kadar çocukluğu Ha­ rem d e sultanların yanında geçmişti, G irit’e vali olarak atanan Hekim tsmai 1 Paşa, yanın­ da küçük kızını da götürünce Saz, saray ya­ şamından beş yıl uzak kalm ış ama döndü­ ğünde kapıları yine kendisine açık bulm uş­ tu... Artık bir genç kızdı ve sarayda çocuklu­ ğunun anılarına yerleşen içteni iği bu kez ta- damayacaktı.

Hem G irit’te, hem de babasının valilik yaptığı Aydın ve İzm ir’de m üzik dersleri alan, Fransızca, Yunanca, Arapça ve Farsça öğrenen Saz’ın sarayla bağım azaltan evlili­ ği oldu. Daha sonraları bakanlık da yapan S im Efendi’ yie evlenip A nadolu’yu gezdi ve 1895 ’te yeniden İstanbul’a yerleşti. Mü­ zik eğitimine ağırlık verdi ve yaklaşık elli bestesinden kırkının güftesini de kendisi yazdı.

Saz, aynı yıllarda saraydaki tanıklığını da kaleme almaya başladı. O gün için yayım­ lanma olanağı olmadığını biliyordu. Bu ola­ nak bulunsa dahi, ölümünden sonra okuyu­ cuya ulaşmasını istiyordu. Anılarını Bostan­ c ı’daki köşkünde koruma altına almıştı. Oğullarından birini ziyaret için ayrıldığı bir

" Z

' ' t i ,

' " f

ı

CUMi i . RÎYET DERGİ

gün köşk soyuldu. Hırsızlar giderken köşkı ateşe de verince hem el yazıları, hem de bü tün besteleri, ve kendi anlatım ıyla “Yann yüzyıllık bir çabayla araştırarak saptadığın eski Türk m üziğine ilişkin binlerce kayıt’ yok oldu.

Ancak Leyla Saz yine de vazgeçmedi.. Yıllar içinde “aynadaki bozuk görüntüler”« benzemesi korkusuna rağmen Harem anıla­ nın bir kez daha kaleme aldı. Aralık 1920’de yazdığı önsözü şu satırlarla bitirecekti: “Ya­ şamımın bu çağm a belleğim in son derece bağlı kalmış olduğunu, arada birçok boşluk bulunsa bile, anlattığım olaylarda doğruluk­ tan sapmadığımı ve bir değişiklik yapmadı­ ğımı, okurlarım a kesinlikle bildirm ek iste­ rim.” Ali H. Neyzi tarafından Türkçe basıma hazırlanan Leyla Saz’ın anılan saray yaşa­ mıyla birlikte dönemin sosyal hayatını, aris­ tokrasinin diğer dinsel ve kültürel gruplara bakışım da yansıtıyor...

Haremin döşemeleri...

Kadın ya da ikballerin odalan çizgili ya da çiçekli Kürt kilimleriyle süslenirdi. Eşyalar veperdeleryerli ipeklerle kaplı olurdu. Her odada, kesinlikle yatak büyüklüğünde alçak bir divan, bunun ya bir ya da iki ucunda, otu­ racak kişinin om uzlan hizasına gelecek bi­ çimde yapılmış ve kenarlanna yastıklar da­ yanan, üzerleri düz, dolaplı masalar bulunur­ du. Divanların üzerinde ipek kaplı yumuşak şilteler olur ve bunların üstünde gündüzleri T ürk geleneğine uygun olarak bağdaş kuru­ lur ya da bacaklar alta doğru kı vn İmiş olarak oturulurdu. Geceleriyse, ikinci, incebir şilte eklenerek bu divanlaryatağa dönüştürülür­ dü...

Sarayın bahçeleri

Sultan, Mabeyn bahçesinde bir gezintiye izin verdiğinde, bahçıvanlarla nöbetçiler or­ tadan çekilir, onların yerine, dış duvarlar bo­ yunca aralıklarla askerler ve başka nöbetçi­ ler dikilir, gecikmişolabilecekleri uyarmak için harem ağalan “Halvet! Halvet-Çekilin bahçeyi boşaltın” anlamında bağlarlardı. Bundan sonra harem ağalan kafesli köprü­ nün ve saraydan Harem ’ e giden geçidin ka­ pılanın açarlar, böyiece sultanın Harem hal­ kı bahçeye çıkardı.

Genellikle ilk olarak küçük şehzadelerle çocuk sultanlar, bazen padişahın kendisi, ar­ dından da baş kalfalarla kendilerine bağlı ca- riyeler ağır ağır köprüden geçerler ve onlann arkasından da gözcü ya da görevli olarak sa­ rayda kalanlar dışında sarayın tüm kızlan adeta sel gibi ve hızla bu koca bahçeye dağı­ lırlardı. Zam anın akışını unuturcasına çıl­ gınca ve özgürce oynarlar, kelebekler gibi çi- çektençiçeğe koşarlar, ağaçlara tırmanırlar, sıçrar, oynar, diledikleri gibi zıplayıp hoplar- lardı. Akşama doğru aynı harem ağalan aynı biçimde “Halvet! Halvet!” diye bağırarak çekilme işaretini verirlerdi. Gün boyu özgür­ ce koşup hava almış bütün bu gençlik, elle­ rinde gezinti sırasında topladıklan birkaç çi­ çek ya da bir meyve, birbirlerine günün bü­ yük olayı olarak anlatacakları binlerce kü­ çük ve değersiz öyküyle, küçük topluluklar halinde ve biraz somurtkan, kafesli köprü­ den geçerlerdi...

Harem-i Hümayun da müzik ve dans

Çırağan ve Dolmabahçe saraylarında se­ lamlığın yanındaki giriş katı müzik dersleri­ ne aynlm ıştı. Öğretm enler erkek olurdu. Müzisyen hanım kalfalarsa derslere günlük giysileriyle gelirler, ancak b a şlam a kare bi­ çiminde çifte tülden birtüryaşm ak örterler ve bunu saçlanna arkadan iğnelerle tutturup ıkı ucunu omuzlarına ya da arkalanna düşü­ rürlerdi. Dans eden kızlarsa derslere başı açık gelirlerdi. Demek oluyor ki, esirler

(2)

er-keklerin yanına başlan açık olarak çıkabili­ yordu...

...Sultan A bdülm ecit’in oğlu Şehzade Vahdettin’in doğumu nedeniyle verilen kut­ lama davetinde Harem ’ in ve sultanın orkest- ralan sırayla çaldılar. Erkekler bahçede, ka­ pının önünde, kızlar içeride, bahçe kapısının yanında, bir paravanın arkasında yer alm ış­ lardı. Harem orkestrasının kadın müzisyen­ leri erkek m eslektaşlannm kendi çalışları konusunda ne düşündüğünü merak ediyor­ lardı. Bunu öğrenmek amacıyla biz küçükle­ ri, paravanın öbür yanm a geçip erkeklerin konuştuklarını dinlemekle görevlendirdiler. Bizler de, görevimizi gizlice yerine getirebil­ mek için, sanki hiç ilgilenmiyormuş gibi ara­ larına karışıp bu beyleri dinledik. Söylenen sözler “Bu hammlar naşı 1 oluyor da bu kadar iyi çalabiliyorlar, neredeyse bizden daha iyi­ ler” yolundaydı. Bu anlatım kendini beğen­ mişlik izlerini taşımakla birlikte Harem mü­ zisyenlerinin yeteneklerine olan saygıyı da yansıtıyordu. Duyduklarımızı, hem en içeri gidip aktardık ve bundan son derece hoşnut oldular. O akşam, bazen üstün nitelikte, özel­ likle de o dönemde İstanbul’da m oda olan Guillaume Teli ve Traviata operalarından ba­ zı parçalan güzel çalmışlardı. Harem orkest­ rası, T ürk müziğini de, aynı kusursuzlukta ve dinlemekle bıkılmayacak biçimde çalardı...

Tavşan ve köçek dansları

Haftada bir ya da iki kez Sultan Abdülme- cit, akşamları saz çaldırır ve raks gösterileri yaptınrdı. Rakkaseler için çok yorucu olan “tavşan” dansının yapılmasını genellikle is­ temezdi. Bu dans, tavşanın devinimlerini yansıtan küçük koşm alar ve arada kesik ke­ sik sıçrayışlarla yapılır. Rakkasenin giysile­ ri, bu hareketliliğin neden olduğu yorgunlu­ ğu büsbütün arttırırdı. Tavşan dansı için giyi­ len giysiler içine ayakların yandan sokuldu­ ğu, üzerine gümüş pullar ve altın sırmalar iş­ lenmiş, çok geniş ve bol büzgülü, yünlü ku­ maştan bir şalvarla yine yünden ve işli bir cepken ve kaşmir yününden yapılm ış geniş bir kuşaktan oluşurdu... İstanbul’da köçek dansı, genellikle genç erkekler tarafından bazen de Ermeni ya da Yahudi genç kızlarla birlikte oynanır. Saraydaysa tüm roller, oyna- nancak dansın gerektirdiği giysileri giymiş olarak yalnızca genç kızlar tarafından yapı­ lır. Bu oyunun kendine özgü değişik adımla­ rı vardır... Köçek oyununun figürleri arasın­ da Batıkların göbek dansı olarak adlandırdı­ ğı hareketlerde vardır ancak bu öyle çok be­ lirgin bir biçimde yapılmaz. Yani sarayda hiçbir zaman Batıkların sandığı ya da kendi ülkelerinde oryantal geçinen dansözlerden seyretmeye alışık oldukları, şehvetli ve uy­ gunsuz, kışkırtıcı biçimde dans edilm ez...

Çerkez esirler...

... Bize getirilen böyle iyi aile kızlarından birini evdeki esirler hemen fark edip çevresi­ ni sararak onunla çerkez dilinde konuşmaya

I

başlamışlardı. Onların arala­ rına karışan ablam, hayranlı­ ğını saklayamamış ve Türk- çe olarak “Ne güzel kız” de­ mişti. Güzel deyiminin anla­ mını önceden öğrenmiş bu­ lunan kızın Çerkez diliyle verdiği yanıtı, bizim esirler Türkçeye çevirmişlerdi: “Güzellik m utluluk için ye­ terli değil. Ben o kadar güzel değilim, ancak çirkin olma­ dığım için de mutluyum. En azından hizm et edeceğim hanım ın beni sevimsiz bul­ maması beni sevindirecek­ tir”. Bu sırada ablam “H iz­ m et etmek için yaratılm a­ m ış” deyiverince kız hemen “Hayır, hayır. H içbir zaman odalık olmaya razı olmam. Ben İstanbul’a, saraya kabul olunmak ve sultan hanım la­ rına hizmet etmek için gel­ dim. Bu konağa ve daha ön­ ce de bir eve götürülmeye, yalmzca İstanbullu hanımla­ rı ve evlerinin içini yakından görm ek istediğim için razı oldum. Hiçbir zaman saray­ dan başka yerde çalışmaya razı olmam” demişti. Kız gururluydu. Gerçekten de is­ tediği gibi, Sultan Hare- m i’ne satıldı. Sonraları ona sarayda rastladım, beni gö­ rünce sevinmiş ve yanıma koşmuştu.

Esirler, kullanılacak!an iş­ lere göre üç sınıfa ayrılırlar. Ev işlerinde hizmet edecek (halayık) olanlann uzunca boylu, sağlam ve orta güzel­ likte olması gerekir. Bunlar­ dan, çirkin ve çelimsizler “molada” diye anılırlar ve fi-

yatlan düşüktür. Odalık ya da kapatm a ola- caklann güzel, zarif, biçimli ve on beşle yir­ mi yaş arasında olması gerekir. Üçüncü sını­ fa giren esirlerse kazanç ya da vurgun am a­ cıyla satın alınanlardır. Bunlar, sekizle on iki yaş arasında, çok genç, güzel, biçimli ve bü­ yüdükçe güzelleşecekleri algısını veren ço­ cuklar arasından seçilir. Bu esirler, büyük özenle yetiştirilirler. Bedenlerini ya daelle- rini yıpratacak işlerden uzak tutulurlar. Ayrı­ ca iyi bir eğitim verilip müzik ve düzgün dav­ ranış da öğretilerek evlenme çağına geldik­

Abdullah Buhari, “Sine Keman Çalan Kadın

lerinde çok yüksek fiyatlar karşılığında pa­ zarlanırlar.

. ..Esir olan bir Çerkez için yasal ve zorun­ lu çalışm a süresi dokuz yıldı. Bu hizm et sü­ resini doldurmadan esir ne özgürlüğünü iste­ yebilir, ne de özgürlüğünü kaçmak yoluyla kendi elde etmeyi düşünebilirdi. Ancak kötü efendilerin hor kullanmaları ya da eziyet et­ meleri durumunda esiri koruyucu bir sistem vardı. Arada söylemiş olduğum gibi, esir sa­ hip değiştirme isteminde bulunabilirdi. Gö­ renek gereği, bu dileği hemen herkes kabul

7

ederdi. Daha da olmazsa, esir bu dileğini uy­ gulatmak üzere kaçardı. Dokuz yıllık hizmet süresi tamamlandığındaysa, yasaya göre ba­ ğımsız kalmak isteyebilir o zaman kendisine mahkeme kapısında geçerliliği olan özgür­ lük beratı ya da azat kâğıdı verilirdi...

Benim yanımda çalışan bir kız vardı. Sanı­ rını Kürt asıllıydı. Sağ burnunun kenarı de­ linmiş olup, ne teni, ne yüz çizgileri ne de bi­ çimi bir Çerkeze benziyordu. Üstelik Çerkez dilini de konuşamıyordu. Bütün bunlara kar­ şın, esirler arasında Çeıkezler nedense K ült­ lerden daha üstün sayıldığından, hep kendi­ sinin Çerkez asıllı olduğunu ileri sürerdi. Böyle olduğu halde, daha sonra eşimin uzun yıllar vali olarak bulunduğu D iyarbakır’dan söz edildiğinde heyecanını pek saklayamaz- dı. Kendisi bu ilde doğm uş olmalıydı. Ger­ çekten eşsiz, mükemmel bir kadındı...

Arapcariyeler...

Zenci kızların esirlik süresi de yalnızca ye­ di yıldı. Özgür kaldıklarında onlar da Çer- kezler gibi, çeyizlenip bir zenci ile bazen de beyaz bir adamla evlendirilirler. Başka zen­ ci kızlar tarafından baştan çıkarılmadıkları sürece hal ve gidişleri iyi olup, dikkatli ve sa­ dık hizmetçi olurlar. Zenci kızlar için en bü­ yük tehlike bayağılaşmış kadınlarla ilişki kurmalarıdır. Böyleleri inanılmaz bir kolay­ lıkla zenci kızların başlarını döndürür, bütün kötülüklere alıştırır ve ardından zavallı kız­ lan kendi çıkarlan için kullanırlar. Bu saf ve bilgisiz kızlar “abla”lar ve “godya”lar için gerçekten kolayyemdirler...

1 Mayıs günü, büyücülerin bayramıdır. O gün İstanbul’un hemen hemen bütün zenci kadınlan, çiçeklerle bezenm iş arabalara ya da kağnılara tıklım tıklım yığılır ve kırlara giderler. Çevredeki kırlıklarda önceden yer­ lerini ayırtırlar. Meraklılan yaklaştırmamak am acıyla çevrelerine nöbetçiler dikerler ve yerleşecekleri yerin en ortasına içinde ye­ mek pişirecekleri kazanlan yerleştirirler. Bu yemekler genellikle hindi dolması, kuzu eti ve “aside”den oluşur. Aside bir zenci yeme­ ğidir, haşlanm ış ve hafifçe ezilmiş pirincin ortasına bir çukur açılıp içine hepsi birlikte pişirilm iş kuşbaşı et, yeşil biber ve bamya yerleştiri lerek hazırlanır. T üm günü, yemek yiyerek, dümbelek çalarak ve herhalde onla­ ra A frika’yı anımsatan zenci türkülerini sinir bunalımlarına uğraymeaya kadar söyleyerek geçirirler. Sarayda zenci esir kullanma göre­ neği yoktu...

Harem ağaları...

Zenci hadımlar at, inek, koyun ya da keçi yetiştirmesini severler. A ralarında kendi uşakları, ahırları olanlar vardır. Birçoğu da, efendilerinin cömertliği sayesinde mal ve m ülk sahibi olmuşlardır. Üstelik, bunların arasında ne kadar şaşkınlık verecek de olsa, evlenenler ya da odalık satın alanlar vardı ve evleri de her zaman çok düzenliydi. Yabancı­ lar hatta Türkler arasında bile, hadımların vahşi, insanlara karşı nefret ve horgörüyle dolu, çevrelerine kin duyan kişiler oldukları­ nı düşünen çok insan vardır. Böyle düşün­ mek son derece yanlıştır. Bu saray ağalan, bu hainlik ya da vahşilik gibi nitelikleri hak et­ mezler. Bu talihsiz insanlar haremle selam­ lık, kadınlarla erkekler arasında aracı olarak kullanılmak üzere kendi yurtlarından kopa- n lıp getirilmişlerdir. Yalmzca saray değil, bazı zengin kişilerce de, salt bu amaç yani bu görev için satın alınmışlardır. Akıllannı kul­ lanarak hem kadınlarla hem de erkeklerle birlikte yaşayabilen bu iyi yürekli insanlar, hiçbir zaman kimseyi kırmak istemezler.

Desenler, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık’ın “Osmanlı Gökkuşağında Yolculuk” kitabından.

Ta h a To ro s Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

O boşluğu dolduracak hasleti bulmak ve di- ğer insanlardan sizi ayıran yönü parlatmak için dışarıdan bakmak -kendini tanımak ve kendini imar adına- gereklidir.. ●

Al-Mefty及Dr.Krisht研習一年,引進新穎的腦部手術觀念及方法,術後將縮短病 人恢復期、保留腦部重要構造並減少不必要傷害。

利用 RT-PCR 及 ELISA ,我們發現 IL-1b 及 TNF-a 刺激軟骨細胞會誘使細胞 表現 Eotaxin-1 mRNA ,且可持續分泌 Eotaxin-1 ;進一步用 Eotaxin-1 刺激軟

Muhsin Ertuğrul'un büyük suçu, kültürel ve sosyal kalkınmamızın en kısa ve etkili olarak tiyatro yoluyla gerçek' leşeceğini herkesten önce anlayıp,

Quantitative analysis of vitamin A and its offects on lipid metabolism

Ama Ö zaim , Amerikalılar için, o değişik üslup içinde de bunlara benzer ifadeler kullandığı ve hele onları yazıya döktüğü

Diğer yandan bazı bilim insanları kalp ve damar hasta- lıkları, kanser gibi kronik hastalıkların ön- lenmesi ya da tedavisi mümkün olsa bile insanın yaşam süresinin en

Istanbulda Yeniler Gurupu tarafından Eminönü Halkevinde 3— 20 temmuz 1943 tarihleri arasında bir resim sergisi açılmıştır. Güzel Sanatlar Akademisinde açılan