• Sonuç bulunamadı

Kuşların babası uçtu gitti:Geçen hafta kaybettiğimiz ressam Salih Acar'ın hayatı trajedilerle dolu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kuşların babası uçtu gitti:Geçen hafta kaybettiğimiz ressam Salih Acar'ın hayatı trajedilerle dolu"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

I

14

PAZAR, 30 Eylül 2001

b

i t

M

IBIM M If 1)'aatllİf'ıll1»i?iİltrıTıT I

er hm

Asmalımescif'te güvercinlerle başbaşa yaşadığı çatı katına bir gün duru beyaz tenli, düz kara saçlı, tok sesli Belkıs Balpmar girer. Ve Salih Acar'ın hayatına. Belkıs Hanım, doğaya olan ilgisini ve DHKD kuruluşundaki motivasyonunu

ona borçludur. Arkadaşı heykeltıraş M aria Kılıçlıoğlu'yla Hamallıktan seri Stalın

ressamlığına kadar pek çok işten para kazandı. Bunlardan biri de operacı Anaelof'un evinde uşaklıktı

Tütün işçiliğinden tütün tüccarlığına terfi edip, sonra hızla aşağıya inen babası; kanun, ut, keman çalan sanatkâr annesi

babasının ilk eşinden olan ablası

Hayatı boyunca kimi kapıcı sanacaktır onu, kimi boyacı. O ise kimseyi takmayacaktır. ve küçük kardeşiyle

Aynı zamanda bîr deniz tutkunu ve çok iyi bir yüzücüydü. 30 yılda, Çayka adlı sandalıyla, Bebek, Aşiyan Küçüksu, Göksu, Kandilli, Bebek güzergahında 68 bin defa kürek çekerek 27 bin 6 0 0 kilometre yol katetti. Hedefi olan 4 0 bini görmüş müdür acaba? yağlıboya çalışması, kendi portresi. Yıl 1942.

K

Geçen hafta kaybettiğimiz ressam Salih Acar'ın hayatı trajedilerle dolu

uşlann babası uçtu gitti

ıc

jşların sadece ressamı değil, aynı zamanda babasıydı. Bir yandan resmederken, bir yandan da sevip, bakıp, koruduğu kuşlarla Meriç nehrinin Fiiibe kıyılarında küçücük bir çocukken kurduğu ilişkiyi, ömrü boyunca hiçbir şeyle değişmedi. Hayatı Kemalettin Tuğcu öykülerini

aratmayacak trajediler ve sıkı bir serserinin kurgulanmış günlüğüyle yarışacak maceralarla geçen Salih • Acar, geçtiğimiz hafta tüm kuşlarını

yetim bırakarak, insanlarını pek j sevemediği bu dünyadan göçtü. 1— « Umarım, kıskandığı kuşlarınki gibi bir

göç olmuştur bu. O ki, yaşamaya çabaladığımız hayatları da kuşların göçlerine benzetirdi; bir yerlere doğru

i---uçuyorduk hepimiz, bu uçuşu uzun süre devam ettirip hedefine varabilenler oluyordu, varamayanlar oluyordu. Bulgar göçmeni bir tabelacı olarak kalıp ömür boyu vitrin camlarına yazı

yazmak da vardı belki kaderinde, ama hayır, o Türk resim tarihine geçti. Ne mutluydu hedefe erişebilenlere! ■ Emel ARMUTÇU

Bir gün şöyle dem işti; "Beethoven g ib i büyük a d a m la r yin e çıkar. Rönesans d a gelir. M ısır M edeniyeti de g e lir g ider. A m e rik a 'y ı yıkar, baştan yaparsın. A m a su ve tem iz

havayı getirem ezsin. O yüzden diyorum ki bu g e zege ne sahip çıkın, elim izde ya ln ızca o v a r." Bunu b ir vasiyet o la ra k kabul edin.

Bulgaristan'ın Filibe şehrinde, Meriç nehrine bakan küçük bir evde, 1927 yılında doğar, Salih Kâzun Ademof. Doğduğunda, bir zamanlar varlıklı bir tütün tüccarı olan babası çoktan sıfırı tüketmiş, dolayısıyla evden çok kulübeye benzeyen bu mekanda, uzun yıllar peşini bırakmayacak bir sefalet karşılamıştır onu. Gözünü açtığı andan itibaren Meriç'in suyuna, balıklarına, üzerinde uçan kuşlara, toprağında yaşayan böceklere tutulur. Oyuncak, top nedir bilmez. Çimenlere uzanıp saatlerce kuşları izleyen küçük çocuk, göçleri gecikince üzülür, fırtınalı havalarda nerede barınacaklarını düşünerek hüngür hüngür ağlar.

Tutabildiklerini ise eve getirip besler. "Çayka'Tan (Deniz kırlangıcı) çok sevdiği için babası onu Çayka diye çağıracaktır.

Ancak bu mutlu günleri, yedi yaşındayken geçirdiği bir çocukluk kazasıyla sonlanır (Her zaman atladığı duvar, bu kez kalleşlik eder). Kırılan sol bacağı, cahil ailesi ve komşuların soğanlı, sarımsaklı "tedavi'Teriyle çürümeye yüz tutar. Hastaneye götürüldüğünde artık çok geçtir. Yedi yaşından başlayarak, tam üç yılım, Varna’da bir hastane odasında geçirir. Pranga gibi iki kalasla bağlı omuzlan ve başı aşağıda, kum torbası bağlanmış bacaklan yukarıda yatarak. Her gün, o gün bacağının kesileceği korkusuyla uyanarak. Üstelik o giderken annesinin saçından üç teli bir kibrit kutusuna koymayı ihmal etmemesine rağmen ailesi onu bu üç yıl boyunca bir güzel unutmuşken. Hemşireler yatak komşusu, varlıklı Rus prensi Maksim'e gösterdikleri ihtimamı, ondan hep esirgerken. Kendi güzel yazısı dururken, onun kargacık burgacık yazışım pohpohladıkları için, yazmaya, okumaya küstüğü gibi, insanlara da orada küser. (Hayatı boyunca insanlarla da barışmaz, iki akademi bitirmesine rağmen, okuma yazmayı da bir türlü beceremez). Bu

j üç yıl boyunca yegane dostlan, hastane penceresinden seyrettiği deniz, vapurlar ve özellikle kuşlar olur.

S

t

ALİN RESİMLERİYLE BAŞLADI

Kesilmekten kurtulan ama sakat kalan bacağıyla eve döndüğünde de mutlu günler beklemiyordur onu. Daha aylarca alçıda kalacak, yatmaktan oluşan yaralan kollarını çürütecek, demir bacak ve koltuk

değnekleriyle cebelleşecektir. Okula hiç alışamaz, hatta nefret eder; sevdiği dersler müzik ve resimden ibaret olunca, liseyi bitirmeyi de başaramaz. Bunlardan

, kurtulduğunda gelen ise İkinci Dünya Savaşı günlerinden başka bir şey değildir. Mısır I koçanından yapılmış ve karneyle dağıtılan I ekmekler kamım hiç doyunnaz. Ama belinde I tabancası eksik değildir. Çünkü, pek

anlayamayasa da fakir ve zengin farkı kalmayacağına inanıp Komünist Parti'ye girmiştir. Trenler bombalanır, çatılara : arabalar konar, havadan el kol parçalan

düşerken, afişleri çizmek onun işidir. Bir de Stalin resimleri yapmak!

Savaştan sonra partide giderek uzayan kara üsteler, politikanın acımasız yüzü, onu sık sık doğaya kaçma isteğiyle

kıvrandırmaktadır. Sanat konuşmalan yaptığı arkadaşlarının da etkisiyle, resmin ona müthiş bir heyecan verdiğini keşfeder. 1945 yılında resim okumak üzere Sofya yolundadır. Ama Güzel Sanatlar

Akademisine girmek öyle kolay değildir. Binlerce öğrenciyle birükte bir ay boyunca sınavlara girer, bu arada lokanta artıklarıyla beslenir (Bu konuda acayip yöntemler geliştirmiş, ama ağzına attığı her lokma açhğmı bastırırken ona büyük acılar vermiştir), hemşirelerin resimlerini yaparak hastanelerde ısmır, tren istasyonlarında, bazen okulun bahçesindeki antik küpün içinde uyur. Sonunda Fresk bölümüne kaydolmayı başarır. Bu bitli günlerde, yeteneğini kullanıp sahte ekmek karnesi yaparak kamını doyurması da vakayı adiyedendir. Ama en azmdan akademide büyük sanatçılarla tanışmak ruhunu doyurmaktadır.

Yaz tatillerinde konserve fabrikalarmda, tütün depolarında, yol inşaatlarmda, bataklık

kurutma işlerinde çalışır. Ama yeteneği de para kazandırır ona; mesela hamallık yaptığı bir fabrikada ressam olduğunu öğrenirler. Derhal müdüriyete çağırılır ve üç metre büyüklüğünde bir Stalin portresi yapmasını isterler. Ardından Lenin, Tito, Dimitrov, Mao, Marks, Engels ve parti önderleri gelecek, topal ayakla hamallık yapmaktan en azmdan bir süreüğine kurtulacaktır. Bir süreliğine, çünkü ailesinin Türkiye'ye göç isteği, ilk onu İstanbul yollarma düşürecek, Komünist Parti’yle ilişkisi nedeniyle sürekli

sorgulandığı Edirne'deki zorunlu ikametinde de aylarca açlık çekecektir.

İşte 1951'deki o günlerden birinde, yine Meriç'in sularına bakarak "insanlardan vazgeçer." Kendini sularm derinliklerine tam atacağı şuada bir ördek sürüsü başım sudan kaldırıp sonsuzluğa doğru uçmaya başlar. Bu kanat çırpış, içinde bir şeyleri değiştirir: "N e diye insanlarla uğraşıyorum?" diye düşünür, yalnızca doğayla içiçe olmaya karar verir. İstanbul'da Güzel Sanatlar'a girişi de hiç kolay olmaz. "İyi bir ressam ama kötü bir yönetici ve hayatta rastladığım en duygusuz insanlardan biri" olarak tanımladığı Zeki Faik İzer, onu ahnamak için elinden geleni yapar. Uzun bir inatlaşma ve hukuk

4=

mücadelesi sonucu girebildiği akademiyi, Türkçe ve okuma-yazmayla olan sorunları yüzünden güçlükle bitirir. Bu arada boyacılık, balıkçılık, tabelacılık, fuar pavyonları vs. yaparak geçinir. 1955'te ilk sergisini açar. Ama ne yapacağını pek bilemez, o yüzden de daha çok fresk, grafit, tahta oyma, heykel, vitray, mozaik sergisi olur bu. Bir dönem genelev kadınlarım resimler (Böylece "seks durumu" nu da halleder).

Arayış içindedir. Bu arada kıyılarda dolaşmayı, kuşlan izlemeyi hiç

bırakmamıştır. Hep çaykaları, o tath deniz kuşunu aramaktadır gözleri. Nerede bir çayka görse, aynada suratını görmüş gibi olur. Bir böcek görünce çok utanır! Ne kadar çirkin olduğunu düşünür; elbiselerle, don gömlekle. Saç boyası, şampuan mampuan, kokular. Yine sorar: "İnsan dediğin nedir ki, nesmi çizeyim onun?" Sonra farkeder; yüreğini coşturan, gözlerini çakmak çakmak parlatan, yaşadığı dünyadan onu uzaklara götüren sadece kuşlardır. Hep kıskanmıştır kuşlan. Özellikle yaban olanlarım. Onlan resmetmeye başlar. Tablolarında binlerce kuş, kıvrak bedenleri, estetik, yer yer nakışsı hareketleri, kanatlarım ritmik vuruşlanyla

birer şiir olurlar. Türkiye doğasındaki kuşlar giderek azalır ama onun kuşlan azalmak bilmeksizin üreyip durur. (Kuş ressamı diye tanınır, kuşların babası da olur aynı zamanda ama bir dönem onları vuran avcı da!)

İnsanlan tanıdıkça havyanlan daha çok sever. Yüzü kızaran tek hayvandır insan ve buna ihtiyacı vardır belki de...

Türkiye'nin pek çok yerine resimleriyle ulaşır. Evlere en çok giren ressam olur. Sergi açtığı salonlar, bir anda kuşlarla dolar hep. Bu arada Belkıs girer hayatına ve gerçek kuşlar! Bebek yokuşundaki evlerinin bahçesinde dört köpek, 25 güvercin, kerkenez, atmaca, doğan, kartal, baykuş, ördek, angut, çamurcun, yeşilbaş, tavus, saka gibi aile fertleriyle birlikte yaşarlar. Nesli tükenen kelaynakları Türkiye ve dünyaya onlar tanıtırlar. Kuş markalamaya o evde karar verir, markaları, günlerce uğraşıp eliyle yapar. Bütün istediği Türkiye'ye gelen kuşlara dokunmak, sonra da dünyanın dört tarafına uçurmaktır. Manyas'ta markaladığı kuşlardan biri sonradan Mısır'da Krallar Vadisinde bulunur. Yaklaşık 10 bin kilometre kanat çırpınıştır. Bu tutku, dünyanın doğa savaşçılarıyla arkadaş olmalarına, 1975’te Doğal Hayatı Koruma Derneğini kurmalarına kadar gider.

H

a y a t i n d a n u ç a n u ç a n a Ama felaketler ona yazılmıştır bir kere. 1980'lerin başında "uçan uçana" dır. 17 yıllık iş arkadaşı, sevgilisi, karısı, yakın dostu Belkıs, "tablolarına hapsettiği bir yaban kuşu gibi" gider. Onca yıllık birikimi, tablolarıyla birlikte evi yanar, kül olur. Aynı dönemde annesi ölür. Ama ne diyecektir? Savaşa devam. Sevilen kadm bir daha

gelmemecesirie evi terk etse de; markalanan bir yavru kuş, ayağında bileziği Nil

Vadisinde ölü bulunsa da...

Ölünce cesedinin bir dağın tepesine atılmasını istemiştir. Hiç olmazsa hem bu dar dünyada bir yer kaplamayacak, hem de eti bir işe yarayacaktır. Yaban kuşlan başına üşüşüp bir güzel karınlarını doyuracak, böylece o da onlarla özlediği yerlere uçacaktır. Ama olmaz; ölümüne hazırlıksız yakalananlar, Türkiye'nin katı ölüm kurallarının da etkisiyle, istediği gibi bir mezar bulamazlar ona. Zincirlikuyu'dur mekanı şimdi; bir gecekondu mahallesine bakan, yamacında davulların zurnaların çakndığı bir toprak parçası. Her zaman tüm resimlerini, varlığını Doğal Hayatı Koruma Derneğine bırakacağım söylemesine rağmen, bürokrasi işlerinden nefret ettiği için bunu da yapamamıştır. 9 Ekim’de başlayacak İstanbul Sanat Fuarı'nda sergilenmek üzere, altı yıldır çahştığı Ürün Sanat Galerisine gidecek resimlerini de henüz gönderememiştir. Bütün bunlarla ilgilenebilecek, Bulgaristan'da yaşayan yaşlı ablasmdan başka birini bırakmamıştır geride. Artık yetim kalan kuşları hariç...

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Karaosmanoğlu, Hisar için “ Fahim Bey, Nizami Bey ve Çamlıca’da damı a- kan bir harap köşkte oturan vah mazulü Hacı Vamık Bey gibi silik, alelade insanla­ rın

Onda söylendiği gibi «yalnız bir kaç sene için değil, istikbale de şamil olan tasavvurlarımızın ana batları burada toplu bir halde yazılmıştır.. Part'ye

Strasbourg’da 1964 yılında ilk kez kendisinin başlattığı by-pass ameliyatlarının başarısını vurgulayan bir nolu kalp uzmanı, günü­ müze kadar yaklaşık 25 bin

X’e bağlı hastalıkların, erkeklerin hemizigot olması nedeniyle X kromozomu sendromik veya non sendromik mental retardasyon genlerinin belirlenmesi ve haritalanması için açık

Orda bir köy var uzakta O köy' bizim köyümüzdür Görsek de görmesek de O köy bizim köyümüzdür dizelerine onca kızıldı da, res­ me kilimin ya da Köylü

Genel görelilik ku- ramına göre uzay-zamanda büyük küt- leli cisimler arasındaki etkileşimden doğan dalgalanmalar olması gerekli.. Ancak bu kütleçekim dalgalarını

Çalışma bulgularından farklı olarak Gümüşdaş ve arkadaşlarının (2014) yapmış olduğu çalışmada, kadınların kaygı ve strese ait özellikler alt boyutu

Vurgulamak istediğimiz bir nokta da şudur; lökosit yüksekliğiyle seyreden hematolojik malignitelerde artmış haptokorin düzeyi nedeniyle yüksek ölçülen serum vitamin B12