^ ^ ( i m d i Taksim Tünel arası- ^ B f c na konan gerçek eskisi, k ^ F s ir k e c i ve Vatan cadde
sinden çıkıp Zeytinburnu ve Esenler’e kadar giden tren azmanı vagonları ile, İstanbul’a “tramvay dönemi”nin rayları mı döşeniyor, tekrardan...
İstanbul’u eski İstanbul ol maktan çıkarıp, burayı 15 mil yonluk bir kocaman “köy çöp lüğü” yaptıktan, tarihi kültürü ve görgüsünün üstünden ağır bir “taşra presi” geçirdikten sonra, dükalığın caddelerine tekrar ray döşemek, 50 yıl öncesinin ulaşım zerafeti- ni geri getirebilir mi?
Yürüme terbiyesi kal mamış, birey ve toplu ola rak taşınmanın bilincinde olmayan 15 milyonluk bir iki ayak birikintisine, İstan b u l’ un m in y a tü r keyfi tramvay yerine, kasa tara fı b ir stad g e n iş liğ in d e oluşmuş, konteynerler i- mal etmek, daha uygun bir teknolojik üretim biçimi olur.
1939 tarihinde devlet tarafından İstanbul tram vay ş irk e tin d e n a lın ıp
lETT’ye devredilen dükalı- ğın bu sevimli ray trafiği, bir sürü romana hikayeye ve tiyatro eserine baş ko- n uluk e ttik te n sonra, 1960’larda çürüyen diş gi bi bu kentin ağızından ya vaş yavaş çekilmeye baş lanmış, 1965 yılında ise “işlem tamam” denerek, hangarı ka palı bir karanlığın küfünde yok oluşu terkedilmiştir.
★ ★ ★
T ra m v a y la eski İsta n b u l sem tleri biribirine m üthiş bir uyum güzelliği içinde olur, so kaklar arasında tur atan sütçü, yoğurtçu, hallaç, bozacı, saka tatçı esnafı nasıl günün vazge çilmez insan manzaraları ise, bu ray üstünde dolaşan araçlar da, günün başlayıp bittiğini çan sesleri ile haber veren yürüyen birer saat idiler, bu beldede.
S a at sabah 0 4.0 0 veya 05.00’lerde bu şehrin en erken cilerini bir yerden alıp işlerine götüren tramvaylar, sonraki sa atlerde talebeyi okula, memuru dairesine bırakır, gündüzleri ise emekliyi kahveye, ev kadınını semt pazarına ulaştırmak gibi, “full time” bir işlevi sürdürür dü. O zaman tek veya iki katlı bahçeli ahşap evler önünden geçen tramvayla bir boy orantı sı tutturur, hane halkı ile vago nun içindekiler, başlayan günü birlikte selamlıyan bir İstanbul bütünlüğü olur, tramvay durağı
-İslam
Cup i
TRAMVAY...
ile ev kapıları bazen yolculuk İçin, aynı dakikada açılan bir saatin akrep ve yelkovanına dönüşürdü.
Eski İstanbul se m tle ri ile tramvaylar, tüm boğaz iskelele rine uğrayan vapurlar gibi, mu- habbetli ve sevda dolu hele zonlar çizer, sabahtan gece sonlarına kadar araç ve insan lar, kesintisiz bir dükalık valsi yaparlardı.
Gökdelensiz İstanbul, tuğla sını göğe yapıştırmamış İstan bul, tramvay alçaklığında adeta kendi fotoğrafını yürürken gö rür, çalan “çan” bir hicazın ve ya nihaventin nağmelerini usta bir “ ud ” tan alıp sokaklara dö ker, tramvay arşı elektrik telleri nin birlbirleri ile teması sonun da etrafa saçan şerareler, bu şehrin karanlığını mor lacivert karışımı bir aydınlığa boğardı.
Tüm İstanbul’u değişmeyen bir tempoda turlayan tramvay, bir memurun masabaşı dura ğanlığına gizli şevkler katar, ray nağmeleri ergenlik dışına çok düşmüş ev kızlarına ilk flört için start verir, yaşlı kadın ve erkek ler geçen katarlar çok tanıdıksa
“bu hınzırla aynı yaştayız” di yerek, bir ömür böbürlenmesi yaparlardı, aracın arkasından.
★ ★ ★
“Topkapı Bahçekapı” sefe rini yapan yıllanmış vatman Ra- miz usta, kış bütün karı ve so ğuğu ile semtlerin çatısına çö künce, hangi durakta kaç çocu ğun hangi evden çıkacaklarını bilir, dört beş çan çalarak mola sım uzatır ve tüm ta lebeleri okullarına ulaştırmak için, bir babacanlık hamiliğine soyunur du.
Pire Mustafa benim çocuklu ğumda “Topkapı Bahçekapı” hattında ençok dayak yemiş ademi idi, semtin...
Pire Mustafa tramvaya biner binmez, ya bir kıza ya bir genç hanıma ya da evli bir çiftin dişi sine, önce omuzlarını oynata rak sonra da kaş göz raksı ya parak, acaip morslar vermeye başlardı.
Hareketler önce yadırganıp tepki çekmez, fakat tekrarlar çoğalınca, kız genç hatun veya dişinin yanındaki erkek sinirle nir, pire Mustafa’ya pazu ve el lerinde ne kadar d elikan lılık
varsa girişirlerdi, pata küta. Oysa pire Mustafa, hem aşı rı derece “ tik ” li, üstelik had öl çüde kekeme idi, garibim.
Ne “ t ik ” lerini kontrol altına alma frenine sahipti, ne de bu “ tik ” leri günümüzde pek moda olan cinsel taciz için kullanma dığını anlatabilecek bir İfade yetisine.
Hep dayak yedi anlıyacağı- mz tram vaya binm ekten vaz geçinceye kadar...
Vatman Haşan, 55 yıldır gö rüp tanıdığım en büyük ve has ta Fenerbahçelilerden biri idi.
Bir pazar günü Fener bahçe’nin şeref stadın dan ş a m p iyo n lu k maçı var, Hasan’ın da aynı sa atlerde “Tünel Harbiye” hattında vatmanlık mec buriyeti.
Haşan T ün el’den bir ka rış y ü z le y o lc u s u n u alır, başlar Harbiye sefe rine. Haşan mı kullanıyor aracı, yoksa tramvay mı g id iy o r kendi ke n d in e belli değil...
Haşan bu te m p od a Galatasaray lisesini İstik lal c a d d e s in i g e ç iy o r, T aksim a n ıtın ı dönüp Harbiye’ye doğru baş çe virirken, tramvayı bağla yıp, Ayazpaşa’dan aşağı vın maça... O zaman İs ta n b u l’da bu g ün kün e benzeyen bir trafik
kes-r , "
mekeşi ve cehennemi yok. Ama bağlanan tramvay ar kadan gelenlerin yığılması ile, Taksim meydanını bir depo ve müze haline dönüştürüyor.
Durumdan harekat dairesi başkanı llter bey haberdar olu yor sonuçta.
Adamın ilk sözü “tramvayı bağlıyan Haşan mı?” şeklinde başlayıp şöyle tamamlanıyor.
“Fenerbahçe şampiyon ol masın da görür hergele. Ya rın kovacağım görürsünüz.”
Fenerbahçe şampiyon olu yor o gün ve Haşan kovulmak tan kurtuluyor.
★★★
Tramvay haberlerinin çanları gazetelerde tek sütun çift sütun olarak çaldıkça, uzun bir ray tu ru yaptık, birlikte sîzlerle.
Nüfusu itibarı ile “medeni sınırı” çok aşmış, yerleşme çıl gınlığı İtibarı ile dünyanın en büyük tımarhanesi durumuna gelmiş İstanbul’a, alay eder şe kilde ikide bir, “oyuncaklarını teker teker geri vereceğim” demeyin sakın.
O nlarla eski İstanbullular, anılarda oynasın artık..
w m m ,
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi