--1I — ”T
Yurda dönmek
için
telâşlanan
bir
vatandaş
if \ j
/t
« J U t i
m
M
oskova’da Şarkiyat Ens titüsünde, Ekber Eaba- yei, ««G el» dedi, «Seninle tanışmak isteyen birisi var.»Yıldız Sertel, kapıda duru yordu.. «Kaç gündür seni arı yorum, babanı muhakkak gö rüşmek istiyor, programını* yüklü ama acaba mümkün ola cak mı? Babam çok mutla ola cak.» ı
Programımızın gerçekten yük lü olduğunu, Zekeriya beyle gö rüşmeyi arzu ettiğimi bildir dim. Bir gün sonra Özbekis tan’ın başkenti Taşkent’e uça caktım. Daha sonra Azerbay can'a Baku’ya..
Sertel'in k m Yıldız «Eğer» diye devam etti, «Bakû’da ola cağınız gün belliyse orada da da buluşabiliriz.»
Aşağı yukarı belliydi. Bakû’da ki evlerinin telefon numarala rını aldım..
Bakû’da kafdığım otelin te lefonu çaldı. Yıldız arıyordu, Moskova'dan Baku’ya gelmiş ler babasıyla... Programda bü yük değişiklik olduğu için Ba ku gezisi iki güne indirilmişti. O gece AzerbaycanlI dostlar bir şölen düzenlemişlerdi, yazarlar, şairler, müzisyenler, türkolog- lar çağrılıydı bu şölene, gelir lerse sevineceğimi bildirdim. Gelemedikleri takdirde
şölen-Zekeriya Serte
den sonra ben gidecektim. Fa kat ya geç saatlere kadar de vam ederse? Sabah erkenden gelebileceğimi söyledim. Yıldız, babasının çok sevineceğini, bu na gerçekten ihtiyacı olduğunu belirtiyordu.
SOKAKTAKİ ADAM
S
abah erkenden verilen ad rese hareket ettik bir ar kadaşımla.. Azerbaycan Gazeteciler Birliğinden yazar Feridun kullanıyordu otomobi li.. Araya araya bulduk sokağı.. Sabahtı.. Bomboştu sokak..Bomboş sokakta sadece bir yaşlı insan, elleri arkasında -.volta atıyordu.. Ayaklarında terlikler vardı, kısa kollu bir gömlek giymişti. Yıllar önce görmüştüm bu mestekdaşımı.. Yıllar nasıl da çökertmişti fa niyi?
«Baba geldiler» diye bir ka dın sesi duydum. Bunun üzeri ne o yaşlı adam Zekeriya Ser tel, heyecanlandı, indik araba dan.. «Nerde kaldınız?» diye serzenişte bulundu. Oysa verdi ğim sözden on dakika önce, gel miştik., Titriyordu heyecan
dan.. «Buynın.. Buyrtm.. Hoş geldiniz» kelimelerini titrek bir seste tekrarlıyordu.
Aklımda kaldığına göre, dai releri büyücek bir mutfak, bir salon iki odadan ibaretti, kahvaltı sofrasında tereyağ, peynir, çeşitli meyvalar var dı.. Çay ve kahvenin taze ko kusu sarmıştı oturduğumuz ye ri.
Arkadaşlarıma dikkatle baktı. Feridun’u tanıştırdım.. Bir an düşündü, «Lütfen bizi yalnız bırakın.. Vatandaşlarımla haş haşa konuşmak istiyorum» de di.. Feridun, nezaketle sordu: «Acaba ne zaman geleyim al maya?.» Soğuk bir hava esmiş ti... «B ir saat» dedim.. «B ir sa at sonra rica etsek?» Feridun hayhay dedi ve ayrıldı yanı mızdan, sanırım arabada bekle di.
ÖZLEM
E
şi, S a b d h a hanımı kaybettikten sonra, an laşılıyor kİ Zekeriya Sertel târiisiz bir yurt öz lemine tutulmuştu.. Durumu anlattı... «Mahkûmiyetim yok, sadece bir pasaport meselesi var. Otvam bey, çok yaşlandım,artık vatanıma dönmek istiyo rum, vatanımda ölmek istiyo rum, bu insani İstek neden ger çekleştirilmiyor bir pasapoı t yüzünden? Sabiha’yı da kay bettim..»
Sustu., «Memleketten ne ha ber?» Tek tek soruyordu dost larım gazetelerin durumları nı, tirajlarım, ölenleri kalanla rı tek tek soruyordu.
«Durumu Burhan Feleğe yaz dım. O takip ediyor.. Dışişl ,y| Bakanı Çağlayangil de izliyor, bana gelen haberlere göre ıı- mut var.. Şu pasaport işini ha! ledin gidince, döneyim vatanı ma.. Ne var, neden olmasın? Bilhassa rica edeceğim, Felek'- le de konuşun, dayanamayaca ğım artık, söyleyin lütfen, da yanmak çok, ama çok zorlaştı benim için... Yaşadığım kadar yurdumda yaşamak istiyorum, gözlerimi yurdumda kapamak istiyorum.»
Nereleri gördüğümü, intiha larımı soruyor ve susuyordu.
«Ben bir iki aya kadar Pa ris’e gideceğim. Sana yazarım oradan, durumu lütfen bildi) bana, çok ama çok rica edece ğim, ihmal etmeyin.»
Kapıya kadar uğurladı, sarıl dı boynumuza.. Arabanın ar dından bakıyordu., özlemle..
PARİS’TEN
«
r a arış, ».a.ısb»,., » iz ,W f bir iki günden beri
m Paristeyiz. Başbakan’» Felek tarafından verilen di lekçem işleme konmuş. Onu ya İç veya Dışişleri Bakan lığında bulabilirsiniz. Siz den ricam bu dilekçeyi bul durup bir an önce sonuç lanmasını sağlamak ve bu kez Paris Büyük Elçiliğine emir verdirmektir. Ben bir ay kadar buradayım. Bu süre İçinde bu emri verdi- rebilir ve beni bundan ha berdar edebilirseniz, beni son derece sevindirmiş o- lursunuz.
Şimdiden teşekkürler ve yakında görüşmek umudu ile selâmlar...»
Sertel, şimdi Paris’te «yurda dönebilir» müjdesini bekliyor, önce, bir Amerikalı ile evli kı zının yanma gidecek Amerika’ya sonra yurduna dönecek. Yıllar dan beri konuğu olduğu Sov- yetler Birliğindeki acı - tatlı a- nılarım kafasında yaşatıp, yurt havasım alması elbette tabiî dir, sanımca.
SUMGAİT
N
AZIM, Azerbaycan’a ikinci gidişinde ikibin kişilik bir salonda, şiirlerini okurken şöyle der bir yerinde:«Bu yoldan otuz yıl önce de geçtim, Sumgait şehri yoktu o zaman lar...» 1949 da, Apşeron yarım adası kıyısında, Baku’ya 38 kilomet re uzaklıkta insanlar temeller atıyordu. Yıllar sonra yepyeni bir şehir doğdu, bu Sumgait idi. Haritalara işaretlendi Sum gait diye. Çölde yepyeni, mo dern gepegenç bir endüstri şeh ri doğdu, Sovyetler Birliğinin de her türlü yardımlarıyla. Kırk- iki ulusu temsil eden, karışık bölge insanlarının toplandığı 80 bin nüfuslu bir şehir, Azer baycan’ın üçüncü büyük şeh ri. «Gençlik Şehri» Sumgait, in sanları hep genç.
Etrafı en modem binaların, yeşillerin kapladığı Lenin cad desinde icra Komitesi ve şeh rin Sovyeti var. İşçilerin Kül tür Sarayı, parklar, çocuk bah çeleri, okullar, büyük mağaza lar, oteller ve halk tesisleri, kreşler, hastaneler, spor alanla rı, anıtlar, kütüphaneler, uzak larda metalürji ve petro-kimya tesisleri, işçi evleri, fabrikalar, fabrikalar... Şehirleriyle haklı olarak övünen Sumgait’lilerden ayrılıp döndük Bakû’ya.
Sahilde olmasına rağmen Ba ku, Belediye, Venediği andıran kanallar açmış bir parka, mo torlu sandallara binip bir Vene dik gecesi de yaşadık.
YAŞAYIŞ EVLERİ
T T -
‘ Ti28 Kasım 1963 CUMHURİYET
Baku fotoğrafta da görüldüğü gibi güzel manzaralarla dolu bir şehir... Herhalde bu se
bepten ötürü olacak... Bakûlular de kıyasıya romantik insanlar.
tl, arabayı tâ uçağın burnunun dibine soktu, Rus pilottan kız dılar. Oktay da onlara kızdı ve Oktay kazandı. Uçak bekledi bavul işlemlerini, yolcular bek ledi, ama biz bindik uçağa her- şeye rağmen...
Uçak; insanlar, bavullar ve
bizim tatlı anılarımızla yüklü olarak havalandı, dost eller sal lanıyordu alanda...
Pikapta şimdi, Reşit Beybu- tov, Zeynep Hanlarova, Şevket Hanım, Polat Bülbüloğlu’nun sesleri yükseliyor, bir tanesi şöyle diyor tatlı sesiyle:
«E y İnsanlar, sulhe gelin, Yoksa dünya mehvolaaaa!...»
Y A R IN ; _________
MOSKOVA’DAN
LEFKOŞE’YE!.
S
YKU’dn arabayla dolaşır ken Azra Hanım, modem büyük yapılan gösteriyor, «Yaşayış evlerimiz» diyordu. Temellerini gördüğümüz inşaat- lan hditît eöiyor, bü yük bir otel dikeceğiz» diyordu. Yaşayış evi meskendi, hamsı’- nın (hepsi) apartmanın (kaldı rıp götürmek) olduğunu iyice öğrenmiştik. Ankara’daki Azerî dostlarımızla sık sık dil konu sunda konuşurduk. Bizim, «H o şuma gitti» deyimine gülerler, «Nereye gitti?» diye takılırlardı. «Hoşuma gitti demek, yanlış, hoşuma geldi diyecekseniz..»İşte bu şekilde deneyi olma yan bir Türk bayan, bir Azerî doktora gider, şikâyetlerini an latır, doktor sorar:
«Hanem, bayıra çıkıyor mu sun?»
«Hayır çıkmıyor doktor bey» «Ama çıkmanız lâzım. Çıkma nız şart..»
«Çıkamam kİ doktor, hem ha valar soğuk, hem düşerim diye korkarım, ayağım falan kayar da..»
«Y ok ama, muhakkak çıkma nız lâzım, hem korkacak ne var?..»
«Öyle ama yalnız çıkamam, kocamın bir yığın işi var, benî nereden çıkaracak bayıra?»
«Öyle demeyin, ikna edin ko canızı, bayıra çıkmanız şart dedim, çıkın bayıra bakın na sıl düzeleceksiniz, icabederse kocanız elinizden falan tutar, çıkınız bayıra bakın nasıl ra hatlayacaksınız..»
, Doktor asılır, bayıra çıkacak sınız diye, kadın çıkamam der. Dert olur bu kadına ve koca ya. Çare ararlar ve Azerî arka daşlarından öğrenirler ki (bayı ra çıkmak) tuvalete gitmektir. Hanım kabızmış ta!...
«Şevkat Bacıları Mektebi* de var Azerbaycan’da bol bol... «Uşak İdman Merkezleri» falan. Şefkat bacısı, hemşire demek tir, malûm, uşak da çocuk.
BİZİM İLHAN
B
İZİM Ilo, (İlhan Selçuk) Ba kû’ya geldiğinde -yemekle arası pek lıoş değildir ama, nasıl olduysa sormuş- kahvaltı da ne yersiniz, İçersiniz diye... Oktay da neşeli bir arkadaş, Oktay Salomov, «Kahvaltıda konyak içeriz» demiş espri yap mış, bızitn İlo da yazısında espri yapmış, «AzerbaycanlIlar kahvaltıda konyak içiyorlar!,..» gibilerine. Ama AzerbaycanlI dostlar alınmışlar mı ne, «Biz dalga geçmiştik» dediler. İlhan Selçuk’a anlattım bunu, güldü, «Yahu, ben de dalga geçmiş tim» dedi. Bu duruma göre bir bir berabere kalmış oldular.Bizim bazı basın, sık sık «E- slr Türkleri ne zaman kurtara cağız?» diye dertlenir. Azerbay can’a gitmişken, Enver Paşa’ya özenip bari hazır gelmişken kur- tanvereyim dedim, dedim, a, baktım olacak iş değil. Görün düğü kadarıyla, eğri ve doğru yanlarıyla kurtarılacak bir şey yok, bıraktım! Otursunlar otur dukları yerde.
O kadar sevdik ve sevildik ki, Azerbaycan’da, ayrılamıyor- duk, bu sebeple de uçağt kaçı rıyorduk!.. İmdadımıza, her İş te olduğu gibi Oktay Can