/
2
-
y
.
3
Attilâ İlhan: Şair, romancı,
köşe yazarı, gazeteci, dene
meci, anı yazarı, eleştiri ve
senaryo yazarı, çevirmen.
Eleştirmen Doğan H ızlan’m
deyişiyle “Yüzölçümü büyük
bir tür coğrafyası”. Genel
kabullerden nefret eden, geç
mişin ve şimdinin değerlerini
aklının süzgecinden geçirerek
özgün sentezlere ulaşmayı
yeğleyen bir aydın, düşünce
adamı. H er düşüncenin
karşıtını üeri sürmesiyle de
bilimin en temel öğesi kuşku
culuğun tutkunu. Geleneksel
özle çağdaşın estetik bileşimi
ni amaçlayan bir anlayışla iki
kültürden de alacağını alarak
estetik yapı oluşturan bir
sanatçı. Yapıtlarında toplum
sal sorunlarla bireysel sorun
ları iç içe işleyen, bireyin belli
bir zaman ve koşullar altında
ki kişisel serüvenini değil,
gelişen ve değişen toplum un
ekonomik, tarihsel ve
kültürel serüvenini toplumsal
sınıflara ve bireylere yansıdığı
biçimde yazan bir toplumcu.
Yaşadığı dönemi bütün kesit
leriyle ve bütün sanat
dallarının bileşimiyle zengin
leştirerek mükemmel bir k u r
gu, sağlam bir ana fikir, yan
fikirler ve sonuna dek çıtayı
düşürmeyen bir gerilim unsu
ru gözeterek vermeye çalışan,
‘üç boyutlu görselliği iki
boyutlu yazıya göçürmeye
çalışan’, görselliğin ağır
bastığı bir tipleme, oiaylama
ve kurgulama tekniği
geliştirmeyi amaçlayan bir ye
nilikçi... Attilâ İlhan’la
yazarlığı üzerine konuştuk.
ZEYNEP ALİYE
T
ürk edebiyatına ‘1946’da Cab- baroğlu M uham m ed adlı uzun şiirle adeta bir çıkartma başlatan ve o günden bugüne sürekli ilgi ve tar tışma merkezi olan ve en çok sevilen şair
lerimizden birisidir. Öncelikle A ttilâ Ilhan olmak nasıl bir duygu? Nasıl bir sorumlu luk yüklüyor?
- Başlangıçta Attilâ İlhan olmak, diye bir duygum yoktu. Bunun iki sebebi var dı. Bir tanesi toplumcu bir şair olarak or taya çıkmıştım ve toplumcuların başına gelmedik bela yoktu;benim de geldi. ‘Bir m üddet sonra bizi bir yerde hapsederler’ filan diye düşünüyordum. İkincisi, T ü r kiye’nin en kötü dönemlerinden birinde yetiştim. Yani II. Dünya Savaşı yıllarında. Büyük yokluklar içinde yetiştik. Bu da in sanın kendine ve geleceğe olan güvenini sarsıyor. Ortaya şair olarak çıkacağım sı ralarda da başıma olmadık işler geldi. Ta bii buna biraz da benim davranışlarım yol açıyordu. Bu nedenle de zaman za man şürlerimi yayımlayacak dergi bula madım. Hem de çok komik sayılabilecek sebeplerden. Mesela Yaşar N abi bir şiiri mi, içinde otomatik çekiçlerden söz edi yorum diye yayımlamadı... Attilâ İlhanlık 1950’li yıllardan itibaren ortaya çıkmaya başladı. ‘Sokaktaki Adam’ kitabı ve “Sis
ler Bulvan’nın bazı şiirleri savaş sonrası
A ttilâ İlhan la yazarlığı üzerine________
"Toplumcu sanatçı,
sorumluluk
altındadır."
gençliğinin psikolojisine çok uy gun temalar olarak geldi ve on lar öbür tarafı görmek istemedi ler Attilâ Ilhan’daki: Bir bohem şair, gezmeyi tozmayı seven, sa bahlara kadar meyhanelerde içen bir adam tasarımına girdi ler. Yani bir yanlış anlaşılma var dı ki o hâlâ sürer. Bir taraftan Türkiye’de kendeşm enin çok hızlı gelişmesi ve benim kent şi
irini herkesten önce yazmam.. Çünkü b en den önce Türkiye’de kent şiiri yoktur. Aşk şiiri vardır fakat bu, metropol içine yerleş- tirilememiş bir aşk şürivdi. M etropol ro manı da yoktu. Bunu ilk deneyen benim.
Toplum kaçaklan
Nasıl bir sorum luluk yüklediğine gelin ce, edebiyata başlarken zaten kendim i Türk halkına, işçi sınıfına karşı sorumlu hissediyordum. Birtakım olmadık kişiler marjinaller, uçuklar beni benimsemeye kalktıkları zaman da tepki gösterdim ve bunları yönlendirmeye çalıştım. O tipler gerek romanlarımda gerek senaryolarım da, eleştirel alınmışlardır. Onları öyle bir şekilde işlerim ki birer toplum kaçağı ol dukları görülür. Buna mukabil mutlaka bir nirengi adam vardır ya da adamlar var dır. ‘Böyle olmamak, öyle olmak’ mesajı romanımda da şiirimde de çok gerilerde verilir. Bütün mesele bunu seçebilmekte dir. Bunu seçebilen de var seçemeyen de. Bir kısmı seçer, bir kısmının seçmek işine gelmez. Eleştirmenler böyledir. ‘Sokakta ki Adam ’dan itibaren yayımlamaya karar verdiğim romanlarımın hepsinde toplum cu temalar keşfederim kendi toplumumu- zun içinde. Bu yüzden de eleştirmenler bu temayı nereye koyacaklarım şaşırdılar. Bu da bir sorumluluk yükler: Onları aydınlat m ak lazım. Ve ne hazin bir şey; dünyanın her yerinde eleştirmenler yazarları aydın latır, bizde yazarlar eleştirmenleri aydınlat maya çakşırlar.
70’li yıllardan sonra başka bir Attilâ Il han ortaya çıkmaya başladı. Birtakım fikir yazıları yazıyor ve tartışıyordum. O zaman tartıştığım arkadaşlarım olaylar tarafından haksız çıkarılıp da ben haklı çıkarılınca zaten başından itibaren ‘bu adam doğru söylüyor’ fikrinde okur büsbütün bana sa rıldı. O zaman ciddi bir sorumluluk olu yor. Sadece es
tetik zevklerle ilgili bir tercih değil, çok açık politik tercihler söz konusu ola biliyor. Bu yüz den 70’li yıllar dan sonra daha b ir ağırlığım duymaya başla dım bu sorum luluğun. Fakat üstesinden gele biliyorum sanı yorum. Ben ya nıldığım zaman aynı rahatlıkla yanıldığımı da yazarım. Türk okurunun da bu dürüst tavır dan hoşlandığı
nı görüyorum. Bu da beni yü reklendiriyor, o sorumluluğu daha rahat taşımama yol açıyor.
- A ttilâ Ilhan öncelikle şair.
Düzyazı çalışmalarınızın şiirleri nizle bunca yıldır koşut yürümüş olmasına karşın insanların bir kısmı sizi yalnızca ve daima şair olarak kabul ediyor. Hatta kim i fanatik okurların bilinçli olarak düzyazı çalışmalarınızı görmez den geldiklerini gözlemledim. Bu, şiirini zin onları ne kadar kapsadığını gösterme si bakımından ilginç. Romancı, araştırma ve inceleme yazan Attilâ Ilhan’la ilgili ola rak siz şair Attilâ İlhan ne dersiniz?
- Benim şair sayılmamın sebebi, ilk ön ce adımın şair olarak duyulmasından. As lında ben işe yalnızca şair olarak başlama dım. ilkokul üçüncü sınıfında ilk şiirimi yazdım ama ortaokulun birinci sınıfında da roman yazdım. Hem de science-ficti-
on. İlk defa Yeni Edebiyat itibar etti bir
şiirimi yayımladı 1941’de. 1945 yılında İstanbul dergisinde ilk denemem ve yine aynı yıl Geceleyin Rüya Görürüz adlı hi kâyem yayımlandı. Fakat şiir ortaya çık tı; neden: Bir kere şür az yer tuttuğu için yayımlanması kolay, hikâyeyi yayımlamak daha zordur.
Saadet Hepimize M ahsustur İstanbul dergisinde şiirlerim takma ad la çıktı. C H P ’nin dergisiydi. Nevin Yıl
dız adıyla. Sonra Gün dergisinde şiirlerim
çıkmaya başladı. Tam o sıralarda da Cab-
baroğlu Muhammed olayı oldu. Bu, be
ni Türk şiirine paraşütle indirdi. Şair At tilâ Ilhan çıktı ortaya. Fakat şair Attilâ Il han'ın o sıra Saadet Hepimize Mahsus
tur diye 3 ciltlik bir roman yazdığını kim
se bilmiyor. Gerçek gazetesinde 3 ay ka dar da tefrika olarak yayımlanmıştı. Son ra gazete kapatıldı. Yani o zaman da ro man yazıyordum, şairlik tek basma bir ye tenekti de sonradan romancılığa heves lendim diye bir şey yok. Şair Attuâ Ilhan’ı tanımak daha kolay da oyüzden Attilâ Il han şair sayılıyor. Öyle diyelim.
- Ben şahsen zaman zaman, 'kendinden
kaçıp gitm ek’ temasının yaygınlaşmasının Sisler Bulvarı’yla başladığını düşünüyo rum.
- Evazyon şiiri diye b ir şiir teması ( T ü r k ç e ’d e k i karşılığı kaç mak) daha ö n ceden adlı adın ca, yani admı koyarak yoktu. Ama böyle şiir ler de, böyle ro manlar da yazıl m ıştır edebiya tımızda. Evaz- yon/kaçış tema sı beni; iki se bepten ilgilen diriyordu. Bir tanesi o yıllarda yerinde du ra mayan bir adamdım. D ur madan başka bir yere gitmek, yer değiştirmek eğilimim vardı.
‘Ben toplum cu bir sanatçıysam bu eğilim leri duymak mıyım? Bir yerlere gittiğim za man birtakım sorumluluklardan kaçmak mı istiyorum?’ endişelerine düşüyordum. Sonra Avrupa’ya gidince gördüm ki, Av rupa’da çok işlenmiş, çok ürün verilmiş bir tema bu. Özellikle bir sömürge im pa ratorluğuna sahip olduğu için Fransız ay dınlarının büyük kısmı için koloniler çok önerrdi bir evazyon/kaçış teması olmuş. İkincisi de Fransa’da evazyon temasının aslında dünya edebiyatının önemk tem a larından biri olduğunu ve bunu bilinçli olarak yaparsam birçok şeyi de izah ede bileceğimi görmem. O zamanlar bizim toplum cu arkadaşlar arasmda bu kaçışla rı yazmak olanaksızdı. Oysa b u da diya lektik. Bir çatışmanın yaşanması yazılıyor sonuçta. Ben bütün bu temaları, şöyle bir çerçeve içinde işledim: Toplumcu gerçek çi bir yazar diyalektiğin bütün şekillerde ki görünüşlerini yansıtabikr. Bütün mese le olayı doğru koymasmdadır.
- Tüm yazın çalışmalarınızda sağlam bir
kurgu, m im ari yapı gözleniyor. Sizce yara tıcılığın en tem el öğesinin kurgulama/mi mari yapı olduğunu düşünüyorum. Çocuk luğunuzda bir kartona çizdiğiniz Avrupa haritası üzerinde küçük bayraklarla II. Dünya Savaşında cephedeki son durumu, savaşın başkomutanıymışsınız gibi bir baş ka boyutta işaretlerken başlamıştı belki de sizde ilk yaratıcı yazın çalışmaları.
Tiplemenin önemi
- Bizdeki son nesilden önceki yazarları mızın büyük ekseriyetinde 19. yüzyıl m a nasında roman kurgusu vardır. Sabahat
tin Ali’ye kadar böyle gelir. Sait Faik’le de
ğişir bu kurgu. Sait Faik kendine göre bir çığır açtı. Fakat dikkat edilmesi gereken nokta şuydu orada: Sait, klasik kurguyu reddetti, kurguyu reddetmedi.. O nun kla sik tarzda yazılmış hikâyeleri de vardır, son zamanlarda yazdığı hikâyelerde de bir usta yazar kurgusunu, mimarisini görür sün.
Kurgu kadar önemli başka bir şey var bence; tipleme. Nesirde, romanda, hikâ yede tipleme çok önemli. Çünkü okurun özdeşleşeceği, olaylardan çok tiplerdir. Se nin tiplerin eğer toplum un içersinden çok iyi süzülüp tam bir sentezle, iyisiyle kötü süyle can lan d ırab ilirse okurla iletişimi daha çabuk kurarsm. Fakat ortaya çıkar dığın tipleri çok sağlam bir mimari içer sinde çok sağlam bir kurguya oturtursan o zaman dört dörtlük bir eser ortaya çıkar ve kesinlikle belirli okur özelliği olan in san onu bırakamaz, okur. Fakat tipleme yi romanın, hikâyenin her şeyi gibi almak doğru olabilir mi? Bunun yasağı yok. il ginç de olabilir. Sait yapardı, zevkle de okurduk. Fakat benim metodolojim fark lı. Ben o insanı sınıfsal konum una otu rtu rum, ruhsal psikolojik irdelemesini yap mak isterim, dört dörtlük bir insan olarak ortaya çıksın isterim. Yani kurgulama önemli ama tipleme ve oiaylama ile bera ber.
- 50 yıldan fazla bir süredir çok farklı tür
lerde ürünler verdiniz. Ancak 1945-1998 yılları arasında yazılmış Geceleyin Rüya Görürüz, Hizip, Dr. Cemile Ceyda, Yenge cin Kıskacı olmak üzere kısa öyküden uzun öyküye doğru farklı oylumlarda dört öykü den oluşan ilk öykü kitabınız Yengecin Kıs kacı geçen ay yayınlandı. Bir öykü kitabı ya yınlama kararınızda belirleyici olan neydi? “Türk romanında en eksik olanı, imgesel hareketi ve eylemi gerçekleştirmek için ça lıştım” diyorsunuz. Peki Attilâ İlhan öykü de neyi gerçekleştirmeyi amaçlıyor?
- Bu hikâyeleri belli zamanlarda yaz
mıştım. insanın yaşı ilerledikçe bazı çahş- maîan ortaya çıkarmasının gerekli olduğu nu düşünmesi başlıyor. Çünkü bu hikâye ler Türkiye’nin belirli dönemlerine ve farklı toplum kesimlerine benim bakışımı yansıtıyor. Bir de ayrıca şunu sınamış ol dum: Yaşamadığım ve içinde bulunmadı ğım bir ortamı yazabilmek. Bunu ben ilk defa tarihe gönderme yapan romanlarda denemiştim. Osmanlı dönemindeki
i
7 "
*•“ nik’i, bir başkasında Osmanlı dönem in deki Şam’ı denedim. Yaraya Tuz Bas- n u k ’ta Kore Savaşı’nı anlattım. Savaşı, bizzat içini. Bunlar hep mevcut zamanda ve geriye doğru projeksiyonlardı. Peki ile ri doğru yaparsam nasıl olur, diye düşün düm.
Son hikâyenin iki mesajı var: Bir tane si, son 20-25 senedir T ürk hikâyesinin içi ne girdiği çıkmaza bir uyan. T ürk hikâ yesi toplumcu hikâyecilikten bireyci hikâ yeciliğe, bireyci hikâyecilikten biçimci hi kâyeciliğe kaydı.. Bugün bir hikâyeyi oku yup kitabı kapattığın andan itibaren ka fanda ne bir adam, ne bir tip, ne bir olay kalıyor. Bir çiçek dürbünü kalıyor sade ce, başka hiçbir şey. Ben Yengecin Kıska- cı’nda genç hikâyecilerimize İstanbul’da, içinde yaşadıklan ortam da neler olduğu nu gösterdim. Aslında yapılması gereken b u toplumun anlatılması çünkü. Türkiye büyük dramatik geçişlerden birini yaşı yor. Ama bu olaylanbugünkü Türk hikâ- yecisinde bulmak müm kün değil.
İkincisi başka b ir şey, Sokaktaki A dam ’dan beri getirdiğim bir durum : Görselliğin hâkim olduğu bir dünyada, hikâyeyi ve romanı eski tarzda artık yaza- mayız. O nu mutlaka görsellikten bir şey ler kaparak yeniden oluşturmamız lâzım. Yeni bir hikâye ve roman teknolojisi ge liştirmemiz gerekiyor, yeni bir mimari k u rarak. Kelime oyuncakçılığım bırakın, im gelerle yazın. İmgelerle yazarken de gör sel olmaya gayret edin. Görsel olursamz daha çağınıza uygun yazmış olursunuz. Aksi halde yazdıklarınız çiçek dürbünü olur, diyorum; olay bu.
- Şiir bilginin duyguya, duygunun imge
ye dönüştürülmesidir, görüşündesiniz, Öy k ü nedir A ttilâ ilhan’a göre? Romanla far kı?
"B ir romana yazık ettim" - Anlattım aşağı yukarı hikâyenin ne ol duğunu. Tabu romandan çok önemli bir farkı var hikâyenin: Roman, hele benim
f
ibi bir adam yazmaya kalktığı zaman çok apsamlı oluyor. İçinde o dönemin poli tikası, sanatı, toplumsal-ekonomik yapı sı, her şeyi... Tabii olaya böyle kapsandı bakan insanların hikâyeye sığmaları çok zor. Hikâyede belirli bir parçayı kesip onu alman, bir veya iki insanla bu işi çözmen gerekiyor. Hizip’i yazdığım zaman bir la fım vardı, “Bir romana yazık ettim ” d e dim. Cemile Ceyda’yı yazdıktan sonra da benzer bir düşünce oldu. Böyle bir özel liğim var benim. Bu yüzden çok iyi bir hi kâyeci miyim emin değilim. Belki mayası hikâyeci olan bir insan Yengecin Kıska- cı’nı on sayfada bitirebilirdi. Bana sorar san anlatdacak bir hikâye var mıdır? An- latdabilen bir hikâye varsa yazdan hikâ yedir. N e yazddığım anlatamıyorsan o hi kâye değildir, yazar şekille uğraşıyor de mektir. işte güzel bir kriter...- İy i bir şair olmak için yeteneğin yanı
sıra çağdaş bir fik ir bileşimiyle özgün bir imge ve bilgi bileşiminin iç içe gerçekleş tirilmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Ayrı ca, “20. yüzyılın romancısı, okuyucusunun bir sinema seyircisi olduğunu bir an hatı rından çıkarmamalıdır" derken, “düzyazı, grafikerlikten farklı boyutlar taşımalı...” diye de ekliyorsunuz. Yazın çalışması için deki gençlere de bir uyan içeriyor sanki sözleriniz... İyi bir öykücü olmak için ne lere gereksinim var?
- iyi bir hikâyeci olabilmek için, iyi bir edebiyatçı olabilmek için zaruri buldu ğum şeyler var. O nlar olmazsa insanın iyi bir edebiyatçı olamayacağı düşüncesin deyim. Bu benim formasyonumun to p lumcu olmasından deri gelebilir. Bence bir insan iki ana temel üzerinde edebiyat çı olur: Birisi bügidir, birisi görgüdür. Görgü, yazarda ikinci tabiat halinde ol mak. Yani gözlemci olmalıdır. Toplumu- nu iyi tanıması lazım. Ama yetmez. G ör gü insanı bir yere kadar götürür, ondan sonra bir platform lazımdır. Bdgi, plat form oluşturur. Bdgi platform u, içinde yaşadığı toplum u ve döneminin insanım
bilimsel olarak m üm kün m ertebe kavra yabilmektir. Romanın roman, hikâyenin hikâye olabilmesi için mutlaka bdgi zemi nine oturması lazım. Ama bdgi zeminine oturtup da yazarsan tek başına, o zaman da O rhan Pam uk olur. O rhan Pam uk sa dece bdgi zemininde, masanın başında yazıyor. Yani hem görgü sahibi olacaksm; insanlar yaşayacaklar, olaylar sahici olacak hem de bdgiye oturtacaksın. Ama bunlar da yetmez: Bir estetik yapın olacak. Bilim selden ve görgüselden aldığını estetize edebileceksin. Hikâye için de aynı şey la zım. Türk hikâyeciliğinde de bunlar ya pılmadığı için istediğimiz gibi bir şey çok az olabiliyor. Şimdiye kadar okuduklarım içinde çok azı beni dgdendirebdiyor.
- Dr. Cemile CeydLa, bir bilimkurgu öy
kü. Ancak bilimkurgulara özgü yalın, ku ru, mekanik, metalik söylem/dilyerini A t tilâ Ilhan’ın şiirsel, rengârenk, ışıltılı söz cüklerden, oluşan dil anlayışına bırakmış.
- Astronomiye heves etmiş ve bu bilgi-
lere sahip birtakım gazeteciler gazete üs lubuyla yazıyorlar haliyle. Eskiden gaze- tecderden bazdarma muharrir, bazdanna edip denirdi. Ahmet Emin Bey m uharrir di, Zekeriya Sertel m uharrirdi ama Faldı
Rıfkı Bey edipti, Yakup Kadri Bey edip
ti. Yani edebiyatçıydılar. M uharrirlerin yazdıklarını bunlar öyle yazarlardı ki, sa nat olurdu. Burada da aynı şey. Bugün benim gazete yazdanım kitap yapıyoruz okunuyor. Çünkü ben gazeteci değilim.
Oktay Akbal da gazetede yazıyor ama
edip... Ama Güneri Civaoğlu muharrir, iyi şeyler yazıyor ama muharrir. Aradaki fark bu: Edip olmak. Ama artık herkese yazar deniyor.
- Cinsellik, ana konulannızdan. Cinsel
liği, bireysel diyalektiğin bir çatışma süre ci halinde ele aldığınızı, bireyseli sürekli toplumsalla yürütmeyi amaçlayan bir sa natçı olarak işlediğinizi söylüyorsunuz. A n cak bu bakış açısı, yapıtlarınızdaki cinsel lik temine ve size yönelen eleştirileri engel lemiyor. Bu kitabınızda da eşcinseller, bi- seksüeller, travestilerle karşılaşıyor okur. Sanırım yine bir hayli eleştiriye hedef ola caksınız.
Fena Halde Leman
- Benim en çok itiraz edden kitabım Fe
na Halde Leman oldu, ilk çıktığı zaman;
ama en çok satdan da odur.. Cinselliği ben ihmal etmem. Bunu bir de ate olmak la ilişkdendiriyorkr. Ama bir şeyi unutu yorlar: Cinselliği yasaklayan dinlerdir. Eğer sen laik bir adamsan, hele ate’ysen niye ayıplıyorsun... Benim her kitabınım içinde cinsellik belirdi dozlarda vardır. Bunlardan hiçbirisi dolayısıyla bana taki bat yapılmamıştır. Demek ki ben bunu öyle bir şekdde yazıyorum ki umumi adap ve ahlak bundan rahatsız olmuyor. Ç ün kü herkes bunu yaşıyor. Herkes bunun için kınlıyor. Peki yaşamak normal de yaz m ak niçin anormal oluyor, anlayamıyo rum. Hangi Seks’i yayınladığım zaman büyük kıyamet koptuydu. Bu T ürk kadı nını eşcinsel, lezbiyen gösteriyor falan gi bi iddialar olduydu benim için. Oysa ora dakiler, Türk kadınları değildi.. Sonra
Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler’de Türk
kadınlarından da bahsettim, tarihten de bahsettim. Şimdi İstanbul’un bazı semt lerinde hangi kadınlar eşcinsel değd, b u nu sormak lazım. Demek çok yaygınmış. H atta ben eksik söylemişim. O iş çok da ha fazla, çok daha hızlıymış, bu meydana çıktı.
- Türk öykücülüğünün gelişimine katkı
da bulunanlar zinciri oluşturulsa siz kim lerden oluşan bir zincir kurardınız?
- Belki İzmir’de yetiştiğimden, yabancı hikâyecileri yerli hikâyecilerden önce okudum. Mesela Fransızların çok önem sedikleri Mauppasant beni çok etkileme di doğrusu. Ama buna mukabil Çehov altımı üstüme getirdi. Gorki’nin bazı hi kâyelerinden diyaloglar bile aklımda ez bere kalmıştır. Öyle başladı. Ama nesir yazan olarak, roman ve hikâye yazarı ola rak Gorki, Malraux ve Istrati gelir. Türk
edebiyatmda Refik Halit’in hikâyeleri beklemediğim şekilde hoşuma gitti. Reşat
Nuri de çok iyi bir hikâyecidir. Başka eser
leri de olduğu için ve demirbaş yazar ol dukları için kaldılar. Ama beni daha çok, unutulan yazarlar rahatsız ediyor. Mesela
Kenan H ulusi’yi niye bıraktık. Ümran N azif niye kayboldu? Satnim Kocagöz
ortalarda yok. En azından bunların hikâ yeleri Türkiye’nin o gününü yansıtır. Sa
bahattin Ali çok önemli bir hikâyecidir. Bekir Sıtkı Kunt ilginç bir hikâyecidir, ih
mal edilmiştir. Sadri Ertem’in çok şaşırtı cı hikâyeleri vardır. Sait Faik tabii başlı ba sma yeni bir çığırdır. Fakat hüzünle söy lemek isterim, onun açtığı çığırda yürü mek isteyenler ne onun renkliliğine sahip oldular, ne de onun o seyyal diline. N ite kim Orhan Kemal gibi olmak isteyenle rin çoğu da yapamamışlardır. Bence hikâ- yecüerimizi değerlendirmemiz lazım. Kül tü r Bakanlığı niye bunlarla ilgili bir yayın programı örgüdemivor. Ancak o sayede yeni yetişecek çocuklar kendilerine bir ta ban bulacaklar. Şimdi taban bulm ak için yabancıyı, Joyce’u okuyor genç insan. Joy- ce’tan sen neyi öğrenebilirsin? Joyce ken di ülkesinin şartlan içinde bir adam. Sen bir taklit olursun ve hiçbir zaman bir tak lit aslından iyi olamaz. Tabii şairler için de bu geçerli.
- Siz, başından beri farklı kesimler tara
fından eleştiriye uğrayan edebiyat ustaları mızdan birisiniz Bu, ilk günden bugüne eksilmeden, adeta bir kanon gibi sürüp gel di. Bu eleştiri oklarını yöneltenlerden biri de Ümit Yaşardı; şöyle diyordu: “Bir sosyal realizmdir tutturmuş gidiyor, insanın, sen bir garip kişisin. Nene gerek senin Sosyal Realizmler, Marksizimler diyeceği geliyor. ” O günlerin yazınsal, düşünsel ortamım pek de bilemeyen bugünkü kuşaklara bu eleş tiriden de yola çıkarak o dönemin edebiyat ortamından söz eder misiniz?
"Bu adamı aşmalı"
- O dönem de biz çok çatışırdık. T ür kiye’de soğuk savaş dönemi olduğu için solculara, toplumculara yaylım ateş vardı.. Sevgili Ümit Yaşar da o yazıyı yazdı. “At tilâ Ilhan diye bir adam yok” diyordu. Sonra çok iyi bir arkadaşlığımız oldu. Bu tür suçlamalar çoktur bana. “Bu adamı as m ak” diye bir yazı var. Bunları okurum, yazanlara da kızmam. Rahmetli Asım Be zirci, ben Yağmur K açağını yayımladı ğım zaman aleyhime döşendi. O nun to p lumcu kafasına göre tamamen romantik şeyler yazan şairmişim, öyle diyor. Karşı laştığımız zaman çok şaşırdı. “Yahu sen kızmıyorsun, öbürlerinden başkasın” de di. Çünkü kimin aleyhine yazılıysa ona küsmüş. Niye kızayım. Ben şürlerime gü veniyorsam niye kızayım. Şürlerime güve- nemiyorsam kızarım. Ben bu tartışmalar dan korkmam. Haklı çıkamayacaklar kor kar. Son zamanlarda dil meselesinde de böyle şeyler oluyor. Ben yazıyorum, kızı yorlar. Diyorum ki siz de yazın, tartışalım. Yazmıyorlar. Yazdıkları zaman da dolaş tırıyorlar lafı, benim söylediklerime bir cevap falan çıkmıyor. Diyeceğim duygu sal düzeyde almam, almamak lazım, du bir fikir olayıdır. Sen böyle yazarsın, o onu beğenmeyebilir, o fikrini söyler. O kur ter cihini yapar.
- Yeri gelmişken sormak istiyorum: Ba
şından beri şiddetli eleştirilere uğradığınız bir alan, dit anlayışınız. Şöyle de bir savı nız var: “Ortalıktaki bu curcunaya da dil devrimi denilemez. ” Öte yandan ‘edebî dil için özleşmenin yararı olmadığını’ ileri sü rerek oldukça önemli bir çevreyi de karşı nıza aldınız. Yengecin Kıskacı ’ndaki öykü lerde romanlarınıza kıyasla daha çok dola nımda olan sözcüklerden seçilme bir dil anlayışı görüyoruz. ■■
- Yengecin Kıskacı’ndaki dilin roman
lardan farklı olması tabü. iki sebepten ta bu. Biliyorsun benim romanlar özellikle
Aynanın İçindekiler geriye projeksiyon
dur. O dönemdeki insanları b en ısrarla o dönem de nasıl konuşuluyorsa öyle ko nuşturdum . Bu yüzden eleştirdiler beni.
Bu hikâyede olmayan kelimeler vardır, oralarda. Eski tabirle musannadır, süslü dürler. Yengecin Kıskacı’nda daha aktü el bir dil var. İkincisi, tamamen Beyoğlu çevresinde geçen ve bizim medyatik kişi lerin içinde olduğu bir ortamı anlatıyo rum. O ortamdaki dili de yakalamak ge rek. Ben Dil devrimine karşı olamam, ben toplumcuyum. Bir memlekette ulusal de mokratik devrim olduysa, ulusal dem ok ratik dil devrimi de o lu r Benim karşı
çık-rincisinde Kemal Paşa tarafından dene nip vazgeçildiğini, İkincisinde İsmet
Pa-Î
a tarafından denenip vazgeçildiğini ben amdarıyla ortaya koyuyorum. Aksi varit se göstersinler. Türkiye’de hiçbir zaman devamlı bir özleştirmecilik politikası ol mamıştır. Bunun belgesi yoktur. Ben bel gelerini getiriyorum. N e Dil Tetkik Cemiyeti’nin amaçlarında var özleştirmecilik,
ne Dil Kurultayı’nın amaçlarında var.
- Edebiyatın temel görevleri varsa bu gö
revlerin sıralamasını nasıl yaparsınız?
- Ben toplum cu bir sanatçı olduğum
için amaç açık seçik nettir bende. Top lumcu bir sanatçı toplumsal sorumluluk altındadır. Bu Yurttaşlık sorumluluğudur. Cumhuriyet devrimi yurttaş üretir. A h m et’in, M ehm et’in üzerindeki yurttaş so rumluluğu, sanatçının üzerinde de var dır. Ahmet, M ehm et bunu yapamaz. Çünkü onun işleri toplum a hitap etmez. Ama sanatçının yaptığı iş topluma hitap eden iştir. Sen yurttaşlık sorumluluğunu yaptığın işle topluma da yayarsm, onlar da bunu kendi sosyal durum larını tayin ede bilmek için nirengi olarak kullanırlar. Ya benimser ya karşına çıkar. Benimserse k u rallar dahilinde birlikte savaşırsınız. Bu, bu kadar basit. ■
Yengecin Kıskacı / A ttilâ İlhan / Bilgi
Yayınevi / 259 s.