• Sonuç bulunamadı

Tokat'ta Hoca Sünbül Zaviyesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Tokat'ta Hoca Sünbül Zaviyesi"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Dr.Saim SAVAŞ

H O C A S Ü N B Ü L ' Ü N K I M Ü Ğ I

1

2 9 2 ( H . 6 9 1 ) y ı l ı n d a i n ş â e d l d i g i n d e D â r u s s u l e h â a d ı n ı t a ş ı y a n H o c a S ü n b ü l Zaviyesinin banisi, b u g ü n sadece mescit L — 1 ve t ü r b e kısımları ayakta kalabilen s ö z k o -nusu m ü e s s e s e n i n kitabesinde yazıldığına g ö r e , el-Hac S ü n b ü l b i n A b d u l l a h ' t ı r . A y n ı kitabede, D â r u s s u l e h â ' n ı n , Sultan G ı y a s e d d i n Mes'ud b i n Keykavus^ z a m a n ı n d a inşâ edildiği ve el-Hac S ü n ­ bül bin Abdullah'ın da M u î n ü d d i n P e r v â n e ' n i n kızı­ nın u t e k â s m d a n yani azatlı kölelerinden birisi oldu­ ğu kayıtlı b u l u n m a k t a d ı r . Kitâbeyi yayınlayan Halil Edhem, P e r v â n e ' n i n kızının isminin belli olmadığı­ nı kaydediyor;^ zâviye h a k k ı n d a kısa bir malumat veren Ersal Yavi ise, sanırız kitâbedeki ifadelerden hareketle s ö z k o n u s u kadının isminin Safiyeddin ol­ d u ğ u n u yazıyor.^ Yine a y n ı şekilde Albert Gabriel de, m e ş h u r eserinde bu zâviyenin Mes'ud 11 zama­ n ı n d a , P e r v â n e ' n i n kızı Safwat al-dîn'in azatlı köle­ si Abdullah oğlu S ü n b ü l t a r a f ı n d a n inşâ edildiğini kaydediyor ki,'* bu bilginin de s ö z k o n u s u kitabeye dayandığı anlaşılmaktadır.

Öyle anlaşılıyor ki,Hoca S ü n b ü l ' ü n kimliğinin açıklığa kavuşması için, kendisini azat eden ve bel­ ki de dârussulehâsını inşâ etmesini sağlayan hatu­ nun k i m olduğunun bilinmesinde fayda vardır. B u b a k ı m d a n , temel k a y n a ğ ı m ı z durumunda bulunan s ö z k o n u s u kitabenin dikkatlice incelenmesi gerek­ mektedir.Halil Edhem'in yayınladığı şekliyle kitâbe-nin b u g ü n k ü harflerle yazılışı aşağıdaki şekildedir:

1. KâleHâhu Teâlâ "Vemâ tükaddimû li-enfüsiküm min h a y r ı n tecidûhu îndellâhi hüve hai/ran ve a'zamu ecran vesteğfirullâhi"^ tûsilü bi inşel hâze'l-makâmi'l-mübâreki'l-müsemmâ Dârussulehâ

2. llellâhi Teâlâ fî zemâni es-Sultâni'l-a'zam Ğıı^âsüddünya ve'd-Dîn Mes'ud bin

Key-kavus halledellâhu devletehû attkı'l-meliketi'l-muazzameti'l-mütahharati'l-mükerremeti

S.tlettarafei/ni'n-nesîbeti'l-ebeveyn Safve-tüddünya ve'd-Dîn bintü'l-emîrü'l-mağfur Muî-nüd-din Pervâne rahimehullâh ve ebkâhe zey-nü'l-Hac ve'l-Harame^/n Sünbül bin Abdullah tekabbelallâhu minhu fî seneti ihdâ ve tis'în ve sitte mie.

Kitabede de a ç ı k ç a g ö r ü l d ü ğ ü ü z e r e el-Hac S ü n b ü l b i n Abdullah'ı azat eden h a t u n "Melike-tü'l-Muazzame' lâkabını t a ş ı y a n , S a f v e t ü d d ü n y a ve'd-Dîn binti M u î n ü d d i n P e r v â n e ' d i r . B u ifade tar­ zını, z a m a n ı n sultanı G ı y a s e d d i n Mes'ud b i n Key-kavus'un isminde o l d u ğ u gibi okursak, Safveddin binti M u î n ü d d i n P e r v â n e o l m a k t a d ı r . Ancak, Gıya­ seddin ve Safveddin kelimelerinin l â k a p olma ihti­ malinin b u l u n d u ğ u da dikkate alınmalıdır. Nitekim H ü s e y i n H ü s a m e d d i n , m e ş h u r eserinde, s ö z k o n u ­ su k a d ı n ı n i s m i n i n "lldihond Hatun olduğu kuj^ûddan istidlâl edilmektedir" diyor. Yazara g ö r e l l d i h o n d H a t u n , "Anadolu'da hükümet eden Selçuklu hânedânınm son pâdişâhı olan Sultan Mes'ud bin Izzeddin Ke[;kavus'un şehzâdesi olan Sultan Tâceddin Altunbaş'm

valdesi, Tokat'ta Ahmet Paşa Camii ve Sünbül Baba Tek^/esi kapılarmdaki kitâbelere göre Muînüddin Pervâne'nin kerimesidir"Bu

ifade-1. Sultan Mes'ud bin Keykavus ve dönemi için bl<z. Os­ man Turan, S e l ç u k l u l a r Z a m a n ı n d a Türkiye T a r i ­

hi, İstanbul 1984, 2. baskı, s.585 vd.

2. Halil Edhem, "Anadolu'da Islâmî Kitabeler (Tokat), T a

-rih-i O s m a n î E n c ü m e n i M e c m u a s ı , Cüz:35{l

Kânun-ı Evvel 1331), ss.650-653. 3. Ersal Yavi, Tokat, İstanbul 1986, s.49. 4. Albert Gabriel, Monuments T u r c s D'anatolie

(Amasya-Tokat-Sivas). II, Paris , 1934, s . l 0 3

5. Kur'ân-ı Kerîm, 7 3 / 2 0 .

6. Hüseyin Hüsameddin, Amasya Tarihi, III, İstanbul 1330-1332, s.23+dn.l,2.

(2)

den, kitabede adı g e ç e n kadının, yine kitabede is­ m i yazılı olan ve z a m a n ı n sultanı olduğu belirtilen Mes'ud Il'nin eşi o l d u ğ u anlaşılmaktadır. Kitabeyi y a y ı n l a y a n Halil Edhem de, "Bu hatuna

(el-Meli-ketü'l-Muazzame) lâkabı verildiğinden kendisi­ nin bir hükümdar zevcesi olması pek muhte­ meldir, ı;oksa yalnız Pervâne'nin kızı olmasın­ dan dolayı bu lâkabı ahz edemezdi. Biz müşârunileyhâyı Sultan Mes'ud-ı Sâni'nin zev­ cesi zannediyorum' demektedir.^ islâm

Ansiklo-pedisi'nde "Muin-üd-din Süleyman Pervana" maddesini yazan J . H . K r a m e r s de, "... kendisi

Keyhüsrev Win bir kızı ile evlenmiş olduğu gibi, kendi kızlarından biri de Selçuklu Gıyaseddin Mes'ud II ile evli idf diyerek, bu yakınlığa işaret

etmektedir.^ Ayrıca, M e v l â n a Celâleddin R û m î ile Pervane M u î n ü d d i n S ü l e y m a n a r a s ı n d a k i m ü n a s e ­ betin bolca yeraldıgı A h m e t Eflâkî'nin m e ş h u r ese­ rinin iki yerinde P e r v â n e ' n i n kızından bahsedilir ve bunlardan birisinde, P e r v â n e ' n i n kızının isminin H a v e n d z â d e olduğu belirtilir.'

P e n â n e ' n i n kızı olarak zikredilen Ildihond ve H a v e n d z â d e isimleri,ilk planda bu zâtın birden faz­ la kızının o l d u ğ u intibaını verebilir. Ancak, bu iki ismin aynı kişiyi ifade etmesi de m ü m k ü n d ü r , lldi-hond'daki h o n d ile H a v e n d z â d e ' d e k i havend keli­ meleri, a y n ı kaleminin değişik şekilde yazılmış ha­ linden b a ş k a bir şey değildir. Farsça'da sahip, mâlik, h ü d â v e n d ve efendi m a n a l a r ı n a gelen bu kelime, h ü k ü m d a r ailesine mensup kızların en b ü y ü ğ ü n e ve sultanların zevcelerine verilen bir ünvandır.^^

H o c a S ü n b ü l ' ü n kimliğinin anlaşılabilmesi için en eski kaynak durumundaki 1 2 9 2 ( H . 6 9 1 ) tarihli s ö z k o n u s u kitabeden sonra, yine bu konuda temel k a y n a k l a r ı m ı z d a n birisi olan 1 3 2 5 (H.725) tarihli vakfiyeden s ö z e t m e m i z gerekiyor. Sivas A l i Baba Zaviyesi e v r a k ı içinde elimize g e ç e n ^ ^ ve Vakıflar Genel M ü d ü r l ü ğ ü A r ş i v i ' n d e de kayıtlı bulunan^^ bu vakfiyeye g ö r e , ileride tafsilâtını ve­ receğimiz bir t a k ı m gelir kaynakları, Beğler Çelebi i b n ü ' l - m e r h u m Ç e l e b i Taceddin M a h m u d bin el-E m i r ü ' l - m e r h u m Sârimü'd-Devleti ve'd-Dîn A h m e d t a r a f ı n d a n , Tokat'ta bulunan ve el-Hac el-Merhum T a v â ş î H o c a Said bin S ü n b ü l t a r a f ı n d a n inşâ edi­ len H a n g â h ' a vakfedilmiştir.

Halil E d h e m , H o c a S ü n b ü l Zâviyesi'ni de ihtiva eden s ö z k o n u s u makalesinde, " B u b i n â Evkaf k u y u d â t ı n d a T a v â ş î H o c a S ü n b ü l Baba H a n g â h ı suretinde mukayyet imiş. Filvâki (Sünbül) ismi pek ç o k kere T a y â ş î İ e r e verildiği m â l u m d u r " demekte ve bu d o ğ r u l t u d a bazı misaller vermekte-d i r . l ^ B u konuyla alâkalı vermekte-derlevermekte-diğimiz arşiv vesika­ larında; "el-Hac Sünbül bin Abdullah", "el-Hac

Tavâşî Hoca Said bin Sünbül", "Said Sünbül", "Hoca Sünbül Zâviyesi Vakfı", "Hoca Sünbül Zaviyesi Vakfı demekle mâruf Mahmud Karye­ si Zâviyesi Vakfı ifadeleri yer alıyor. A y r ı c a ,

1 5 7 4 ( H . 9 8 2 ) tarihli Defter-i H â k â n î ' d e n çıkartıl­ m ı ş suretten a n l a ş ı l d ı ğ ı n a g ö r e , bu defterde.

"Vakf-ı Zâviye-i Hoca Sünbül der nefs-i

To-/cat",1576 ( H . 9 8 4 ) tarihli Evkâf-ı R û m Defte-ri'nde "Vakf-ı Zâviye-i Merhum Sünbül Ağa", V G M Arşivi'nde bulunan 4 8 1 n u m a r a l ı Sivas Ev­ vel Muhasebe Defteri'nde "Vakf-ı Merhum Said

ibn Sünbül der Tokat" ve 1 9 0 6 1 9 1 4 ( R . 1 3 2 2

-1329) tarihlerinde d ü z e n l e n m i ş muhasebe kayıtla-rında^* "Sünbül Baba Tekyesi", "Said Sünbül

Baba Vakfı", "Hoca Said S ü n b ü l Baba Vakfı"

ş e k l i n d e kaydedilen H o c a S ü n b ü l Zâviyesi, Halil Edhem, Gabriel, H . T . C i n l i o ğ l u , M.Tayyib Gökbil-gin^^ ve Ersal Y a v i t a r a f ı n d a n "Sünbül Baba

Zâviyesi" o l a r a k ifade e d i l m i ş , Evliya Ç e l e b i

S e y a h a t n â m e s i ' n d e ise, "SünbüUü Baba Tekke­

si" adıyla kaydedilmiştir. Biz en eski arşiv vesika­

larına sadık kalarak Hoca Sünbül Zâviyesi' ismi­ ni tercih ettik.

Kitabede kayıtlı "Sünbül bin Abdullah" is­ m i ile vakfiyede ve sonraki tarihleri m u h t e v î diğer vesikalarda g e ç e n "Said ibn Sünbüt' ismi arasın­ daki m ü n a s e b e t i n de açıklığa kavuşturulması icap ediyor. İlk b a k ı ş t a bu iki isim a r a s ı n d a bir baba oğul ilişkisinin var olabileceği düşünülebilir. Ancak, her ikisinin de aynı m ü e s s e s e n i n bânisi durumun­ da g ö z ü k m e s i , bu d ü ş ü n c e n i n d o ğ r u l u k p a y ı n ı azaltmaktadır.

S ü n b ü l bin Abdullah'ın, azat edilmiş bir köle o l m a s ı ve Said ibn S ü n b ü l ' ü n de "Tavâşf olarak a n ı l m a s ı dolayısıyla, "Sünbül" isminin daha ç o k tavâşîlere verilen bir isim olduğu bilgisinden hare­ ketle, g ö r ü n ü ş ü n hilâfına bu iki ismin a y n ı kişiyi ifade ettiğini d ü ş ü n ü y o r u z . Bilindiği ü z e r e " H a d ı m " ya da "Tavâşî" adıyla a n ı l a n bazı kimseler, saray­ larda ve vüzerâ k o n a k l a r ı n d a "harem" denilen ka­ dınlara mahsus dairelerde vazife g ö r ü r l e r d i . l ^ A y

-7. Halil Edhem, agm., s.652. 8. S.557.

9. Ârincrin Menkıbeleri, II, İstanbul 1989, s. 136,294. 10. Halil Edhem, agm., s.656-657.

11. Sivas'ta bulunan Ali Baba Zâviyesi evrakı içinde biri vakfiye, biri Defter-i Cedid-i Mufassal-ı Sultanî sureti, ikisi vakıf muhasebe kaydı ve onbiri fermân ve berât ol­ mak üzere toplam onbeş vesika Hoca Sünbül Zâviyesi ile ilgilidir. Vakfiye hariç, en eskisi 1835 tarihli olan bu evrâkın, Ali Baba Zâviyesi mensuplarının eline nasıl ve ne maksatla geçtiği bilinmemektedir. Biz, evlilik yoluyla geçmiş olabileceğini düşünüyoruz. Sözkonusu vakfiye­ nin, vakfiye tarihinden sonra çıkartılmış bir sûret oldu­ ğuna dâir vakfiye üzerinde herhangi bir işaret bulunma­ maktadır. Vesikaları aldığımız Ruhi Başeğmez'e burada tekrar teşekkür ediyoruz.

12. Elimizde bulunan Arapça vakfiyenin bir sureti, V G M

Arşivi, 484 numaralı defter, s. 137 ve 2 sıra numara­

sında ve s.309, 20 sıra numarasında; vakfiyenin âyet, hadis ve duâ cümleleri hariç olarak yapılan tercümesi de, V G M Arşivi, 1989 numaralı defter, s.494-496'da kayıtlı bulunmaktadır.

13. Halil Edhem, agm., s.652+dn.l.

14. S i v a s Val<ıflar B ö l g e Müdürlüğü Arşivi, 8 ve 9 numaralı Vakıf Muhasebe Defterleri, muhtelif sayfalar. 15. M.Tayyib Gökbilgin,'Tokat", l A , s.403.

(3)

2 0 1 rica, kitabede, el-Hac S ü n b ü l u n , "Abdullah'ın

oğlu olarak kaydedilmesi, kendisinin, h a d ı m edile­ rek saraya alınmış gayri müslim menşe'li birisi o l ­ d u ğ u fikrini de uyandırabilir. B u şekilde saraya alı­ nan ve zamanla "Melike"nin g ü v e n ve itimâdını ka­ zanan Hoca S ü n b ü l , zâviyesini inşâ edecek desteği elde e t m i ş olabilir. Nitekim 1 3 2 5 tarihinde tertip edilen vakfın da, y i n e s ö z k o n u s u "Melike'nın evlâdı ya da t o r u n l a r ı n d a n birisi tarafından yapıldı­ ğını s a n ı y o r u z . Amasya Tarihi müellifinin, "Şim­

diki Çorum Vilâyeti'ne hakim olan emîr-i kebîr Şerefüddin Osman Beğ bin Gazi Mehmed (bu Osman Beğ, Amasya valisi Şadi Beğ'in vakfi\;e-sinde "Beğler Çelebi" di\;e mezkur ve 737 H. tarihli kendi vakfi^/esinde es-Sultanü'l-Gazi Şe­ refüddin Osman di\;e mesturdur. Osmancık'ta Beğler Çelebi Câmii, Çorum'da Beğ Camii bu Osman Beğ'in eser-i haı^ndır" diyerek anlattığı

Begler Ç e l e b i ile H o c a S ü n b ü l Zâviyesi'ne vakıf yapan Begler Çelebi a r a s ı n d a bir bag kurulabilir.^^ Ancak, siyasi iktidarın sık sık el değiştirdiği bu ka­ rışık d ö n e m d e benzer isim ya da l â k a p t a ş ı y a n b a ş k a kimseler de bulunabilir.^^ B u b a k ı m d a n , bu konuda kesin bir h ü k ü m vermek yerine yukarıda söylediğimiz ihtimali zikretmekle yetineceğiz. Aynı ş e k i l d e , s ö z k o n u s u Begler Ç e l e b i ' n i n , P e r v â n e M u î n ü d d i n ' i n ya da Sultan Mes'ud Il'nin evlâdı ile de bağlantısının olabileceği düşünülebilir. Ç ü n k ü , y u k a r ı d a izah edildiği şekilde her ü ç ş a h s i y e t i n evlâdı da, büyüklerinin desteklediği Hoca Sünbül'ü ve zâviyesini, bir vakıf yapmak süretiyle i d â m e et­ tirmeyi d ü ş ü n m ü ş olabilirler.

A s l ı n d a , P e r v a n e n i n kızının isminden ve Begler Ç e l e b i ' n i n bunlarla m ü n a s e b e t i n d e n ç o k , bahiskonusu şahsiyetlerin o d ö n e m d e ve bilhassa H o c a S ü n b ü l için oynadıkları rol ü z e r i n d e durul­ malıdır ve bu, H o c a S ü n b ü l u n yetiştiği çevreyi ta­ n ı m a m ı z b a k ı m ı n d a n e l z e m d i r . M e n â k ı b u ' l -Arifîn'de yer alan bilgiler, P e r v â n e M u î n ü d d i n ' i n Mevlânâ ve Mevlevîlik ile olan m ü n a s e b e t i n i açık­ layıcı mahiyettedir. S ö z k o n u s u eserin birçok yerin­ de bu ikili a r a s ı n d a k i m ü n a s e b e t t e n ve P e r v â -ne'nin s a r a y ı n d a d ü z e n l e n e n Mevlevî âyinlerinden b a h s e d i l i r . B u k a y ı t l a r d a n Pervane'nin kızının da Mevleviler ile sıkı m ü n a s e b e t içinde b u l u n d u ğ u anlaşılıyor.^^ Yine aynı eserde, Pervane'nin deste­ ğiyle Tokat'ta kurulan tekkelerden s ö z e d i l m e k t e -dir.^^ işte bu bilgiler, H o c a S ü n b ü l ' ü n dinî ya da tarikat kimliğini a n l a m a m ı z d a y a r d ı m c ı olabilir. Mevlânâ ve Mevlevîlik ile sıkı bir m ü n a s e b e t içinde bulunan bir ailenin b a ğ ı ş l a n m ı ş bir kölesi olan ve b ü y ü k bir ihtimalle de onların desteğiyle zâviyesini kuran S ü n b ü l bin Abdullah'ın, Mevlevîlik ile ilişkisi­ nin bulunabileceği düşünülmelidir.

Hoca Sünbül'ün yaşadığı ortam ve m ü n a s e ­ bette oldu'gu kimselere b a k ı l d ı ğ ı n d a , kendisinin Mevlevî Tarikati'ne mensup olduğu akla gelmekte­ dir. A n c a k , Evliya Ç e l e b i S e y a h a t n â m e s i ' n d e o n u n . H a c ı Bektaş-ı Velî'nin p o s t n i ş î n i ve H a c ı

B a y r a m - ı Velî'nin çırağı o l d u ğ u kayıtlıdır.^^ H o c a S ü n b ü l ' d e n yaklaşık üçyüz sene sonraki rivayeti ih­ tiva eden bu bilgiler de, onun kimliğinin anlaşılma­ sında bir t a k ı m ipuçları verebilir.

Yaşadığı d ö n e m i n rivayetlerinin ifadesi du­ rumunda İjulunan Evliya Çelebi'nin kayıtlarına g ö ­ re; Konya'da Sultan Alâüddin z a m a n ı n d a Devlet-i S e l ç u k i y y e zevâl bulunca. H a c ı B e k t a ş Velî-i H o r a s â n î , H o c a A h m e d Y e s e v î izniyle Diyâr-ı R û m ' a geldiğinde Tokat Kalesi yakınlarında, S ü n ­ büllü n â m bağlık arazide, kaleyi kefereden istemiş, v e r i l m e y i n c e , " i n ş a / / a h an karîb Yıldırım gibi bir

er zuhûr edip bunu Jeth eder" diyerek, Sünbüllü

Baba adındaki halifesini sâhib-i s e c c â d e ederek bı­ r a k m ı ş . Evliyâ Ç e l e b i , Sünbüllü B a h a ' n ı n , Gazi-i H ü d â v e n d i g â r z a m a n ı n d a vefat ettiğini, "şâhrâh

üzre bir dut ağaçlı bahçe içre tekke-gâh ve mesirede' medfun o l d u ğ u n u kaydetmiştir.^^

Y u k a r ı d a zikredilen Begler Ç e l e b i vakfiye­ sinde g e ç e n bilgiler. H o c a S ü n b ü l ' ü n (Said ibn Sünbül) 1 3 2 5 tarihinden ö n c e vefat ettiğini g ö s t e ­ riyor. B u b a k ı m d a n . Evliya Ç e l e b i ' n i n kaydettiği bazı rivayetler t a r i h î realiteye uygun d ü ş m ü y o r . 1325'ten evvel vefat e t m i ş bulunan H o c a S ü n ­ bül'ün, yaklaşık olarak 1 3 4 8 - 1 4 3 0 yılları a r a s ı n d a y a ş a y a n H a c ı B a y r a m - ı Velî'nin^^ çırağı olması ve Gazi H ü d â v e n d i g â r (Murat 1) (hükümdarlık d ö n e ­ m i : 1 3 6 2 - 1 3 8 9 ) z a m a n ı n d a vefat etmesi m ü m k ü n değildir. Ancak, o n u n , yaklaşık 1 2 7 0 - 7 1 ( H . 6 6 9 ) yılında vefat eden H a c ı Bektaş-ı Velî^^ ile bir m ü ­ nasebetinin o l m a s ı , tarihen m ü m k ü n gibi g ö z ü k ­ mektedir. Buna karşılık. H a c ı B e k t a ş - ı V e l î ' n i n , Anadolu'ya 1270'ten ç o k ö n c e g e l m i ş o l m a s ı ve H o c a S ü n b ü l ' ü n , zâviyesini inşâ ettiği 1292'de ya da bu tarihten az bir zaman ö n c e b a ğ ı ş l a n m ı ş bir köle olması sebebiyle. H a c ı B e k t a ş - H o c a S ü n b ü l

17. Hüseyin Hüsameddin, age., s.lO+dn.3. 18. Bu Itonuda bkz. Hüseyin Hüsameddin, age.,

s.70,72,100,129,158,174.

19. Ahmet Eflâkî, A r i f l e r i n Menkıbeleri, çev.Tahsin Ya­ zıcı, I , İstanbul 1989, Indeks'te "Muineddin Pervâne (Süleyman) başlığı altında gösterilen sayfalar. 20. A r i f l e r i n Menkıbeleri, II, s. 136, 294.

2 1 . Bu konuda, Mevlânâ'nın müsadesiyle, z a m a n ı n âriflerinden Şeyh Fahreddin-i Irakî'yi, Muînüddin Pervâne'nin Tokat'a ça§ırıp, onun için yüksek bir hangâh yaptırmasını misâl olarak gösterebiliriz, bkz. A r i f l e r i n Menkıbeleri, I, s.431.

22. Evliya Çelebi, Seyahatname, V, İstanbul 1314, s.54-55,61,70-71.

23. Bkz.dipnot 22.

24. Biz Seyahatnâme'nin yazma şeklini göremedik; e§er yazma halinden matbû hale gelirken Hacı Bektaş-ı Vefi, Hacı Bayram-ı Velî haline, bir yanlışlık neticesin­ de gelmediyse, Evliya Çelebi, bu münasebete işaret edi­ yor, bkz. age., s.61; Haa Bayram-ı Velî hakkında bkz. Ethem Cebecio§lu, Hacı Bayram Veli, A n k a r a l 9 9 1 . 25. Abdulbaki Gölpınarlı, Y u n u s Emre ve Tasavvuf,

(4)

m ü n a s e b e t i n i n Evliya Ç e l e b i n i n kaydettiği rivayet­ te geçtiği şekilde g e r ç e k l e ş m i ş o l m a s ı , yani o n u n halifesi ve p o s t n i ş î n i o l m a s ı pek m ü m k ü n gözük­ memektedir. Üstelik, A ş ı k p a ş a z â d e de, H a c ı Bek-taş-ı V e l î n i n kardeşi M e n t e ş ile biriikte Anadolu'ya gelişinde Amasya, Kayseri ve Sivas'a gittiğini belir­ tiyor k i ^ ^ bu bilgi de, Evliya Çelebi'nin rivayetine ters d ü ş m e k t e d i r .

Y u k a r ı d a belirttiğimiz g e r e k ç e l e r sebebiyle Evliya Çelebi'nin Hoca S ü n b ü l h a k k ı n d a kaydettiği rivayetlerin ihtiyatla karşılanması gerektiğini söyle­ meliyiz. Ancak, S e y a h a t n â m e ' d e g e ç e n kayıtlar, o d ö n e m i n anlayışını yansıttığı için verilen bilgiler, H o c a S ü n b ü l Zâviyesi'nin, o d ö n e m d e k i durumu b a k ı m ı n d a n kıymet ifade etmektedir. Büyük bir ih­ timalle. Hoca S ü n b ü l Zaviyesi, o d ö n e m d e ya da o d ö n e m d e n epey bir zaman ö n c e , B e k t a ş î veya B a y r a m î tarikatleriyle m ü n a s e b e t içersinde bulun­ m u ş olacak k i , zamanla bu tür rivayetler teşekkül edebilmiştir. Asırlar boyu, muhtelif sebeplerle bu tip dinî ve sosyal m ü e s s e s e l e r i n , değişik tarikatle-rin tesitarikatle-rinde kalabildiğine şahit oluyoruz.^^ Nite­ k i m , 1 8 2 1 (20 Muharrem 1237) senesinde bir da­ va sebebiyle istanbul'a arzuhal g ö n d e r e n Tokatlılar a r a s ı n d a bulunan ve "Şey/ı Abdunezzak-Sünbül

Baba-Kâdirî ş e y h i " olarak ifade edilen kişinin o

tarihte Hoca S ü n b ü l Zaviyesi şeyhi ve Kâdirî Tari­ katı mensubu olduğu anlaşılmaktadır.^^

H o c a S ü n b ü l ' ü n kimliği hususunda, netice itibariyle ş u n l a r söylenebilir: Hoca S ü n b ü l , 1 2 9 2 tarihinden ö n c e , Pervane Muînüddin'in kızı ve Sel­ çuklu S u l t a n ı I I . Mes'ud'un h a n ı m ı olan hatunun s a r a y ı n d a h a d ı m edilmiş bir köledir ve muhteme­ len gayri m ü s l i m m e n ş e ' l i d i r . Zamanla, efendisi olan hatunun n a z a r ı n d a itibar kazanarak azat edil­ miştir, içinde b u l u n d u ğ u saraydaki y o ğ u n Mevlevî p r o p a g a n d a s ı ve âyinlerinin tesiriyle belki zamanla bu sahada g e l i ş m e istidadı g ö s t e r m i ş ve neticede, b ü y ü k bir ihtimalle mensubu b u l u n d u ğ u s a r a y ı n malî desteğiyle zaviyesini k u r m u ş t u r . 1 3 2 5 tarihli Beğler Çelebi Vakfiyesi'nden anlaşıldığına g ö r e , bu t a r i h t e n evvel vefat eden H o c a S ü n b ü l ' ü n zaviyesine, bu tarihte yapılan vakıfla bir takım gelir kaynakları tahsis edilmiştir.

H O C A S Ü N B Ü L Z A V İ Y E S İ

1 2 9 2 tarihli kitabeden anlaşıldığına g ö r e , o tarihte S ü n b ü l bin Abdullah tarafından inşâ edilen m ü e s s e s e n i n a d ı D â r u s s u l e h â ' d ı r . 1 3 2 5 tarihli B e ğ l e r Ç e l e b i Vakfiyesi'nde s ö z k o n u s u edilen m ü ­ essese ise, H a n g â h olarak isimlendirilmiştir. 1 5 7 6 ( H . 9 8 4 ) tarihli Evkaf Defteri'nde ve yukarıda zik­ rettiğimiz mufassal defter suretinde Zâviye olarak kaydedilen m ü e s s e s e m i z i , Evliya Çelebi Tekke te­ rimi ile ifade etmiştir. B u değişik isimlendirmeler, m ü e s s e s e n i n farklılığından değil, zamanla m ü e s s e ­ senin icrâ ettiği fonksiyonda meydana gelen kısmî d e ğ i ş m e l e r i n ve s ö z k o n u s u terimlerin zamanla ge­ çirdiği mana değişikliklerinin ifadesi olmakla bera­

ber, bu terimlerin hepsi aynı m ü e s s e s e y i yani H o ­ ca Sünbül Zâviyesi'ni ifade etmektedir.

1 8 3 5 ve s o n r a s ı n d a d ü z e n l e n m i ş bazı vesi­ kalar, Hoca S ü n b ü l Zâviyesi'nin y a n ı n d a bir de, K u ş t a ş Nahiyesi'nde k â i n H o c a S ü n b ü l Vakfı Zâviyesi demekle mâruf M a h m u d Karyesi Zaviyesi Vakfı'nın varlığından bizi haberdar ediyor. Yukarı­ da bahsettiğimiz onbir b e r â t ve f e r m â n ı n altısında, sadece "Said bin Sünbül Vakfı'ndan sözedilmek-te ve bu vesikalarda "zâviye' t e r i m i kullanılma­ m a k t a d ı r . S ö z k o n u s u onbir vesikadan sadece biri­ sinde "Hoca Sünbül Zâvi\;esi Vakfı" kaydı g e ç e r ­ ken, diğer d ö r t vesikada "Mahmud Kar^^esi" ifa­ desi y e r a l m a k t a d ı r . Burada adı g e ç e n M a h m u d Karyesi, yukarıda zikredilen B e ğ l e r Çelebi Vakfi-yesi'ndeki M a h m u d Karyesi'dir. B u ifadelere bakı­ lırsa, bu k ö y d e Hoca S ü n b ü l Zâviyesi diye bilinen bir zâviye b u l u n m a k t a d ı r . Halbuki, ne vakfiyede ve ne de mufassal tahrir ve evkaf defterierindeki ka­ yıtlarda, M a h m u d Karyesi'nin b ö y l e bir özelliğinin o l d u ğ u n d a n bahsedilmemektedir. Acaba,1835'ler-de s ö z k o n u s u k ö y d e H o c a S ü n b ü l Zâviyesi'nin bir şubesi m i açıldı da vesikalarda bu şekildeki ifadeler yer almaya b a ş l a d ı ? Elimizdeki s ö z k o n u s u onbir vesikanın t a m a m ı n d a her iki m ü e s s e s e y e de aynı şahısların aynı tarihlerde tasarruf ettiklerini g ö r ü ­ yoruz. Ancak, bu şahıslar. Said ibn S ü n b ü l Vak­ fı'nın nısf-ı mahsul ile mütevellisi, M a h m u d Karyesi Zâviyesi Vakfı'nın ise, b â öşr-i mahsul zâviyedarı olarak gözükmektedirler. Bizim tahminimize g ö r e , M a h m u d Karyesi'nin ö ş ü r geliri. H o c a S ü n b ü l Zâviyesi'nin zâviyedarına vazife ücreti olarak veril­ diği için, zamanla böyle bir ifade şekli ortaya çık­ mış olmalıdır.

B e ğ l e r Ç e l e b i Vakfiyesi'nde, z â v i y e n i n ( h a n g â h ) Tokat'ta inşâ edildiği belirtiliyor. Evliya Çelebi, "Şehrin şimâlinde aşağı bağ ve bağçeler

içre Sünbüllü Baba Tekkest'nin b u l u n d u ğ u n u

haber veriyor. Halil Edhem, s ö z k o n u s u makalesin­ de "Mei^dan civarında Bac Kapısı mevkiinde

bulunan bu bina tek kapılı bir câmi ile bir kü­ çük türbeden ibarettir. Türbede kabir kitabesi yoktur. Medhal cephesi mermerden masnu' ve istilaktitler ile müzeyyendir. Kapının iki yanın­ da mihrap şeklinde birer hücre vardır" demek­

tedir. Ersal Yavi ise. Hoca S ü n b ü l Zâviyesi'nin Ga­ zi Osman P a ş a Caddesi ü z e r i n d e yeraldığını belir­ tiyor ve zâviye m ü ş t e m i l â t ı n ı n ; k a p ı d a n girilince biri kubbeli ders yeri olan iki oda ve çıkıntılı kısım içinde kubbeli t ü r b e d e n ibaret o l d u ğ u n u ve A.Gab-riel'in, tadilâta u ğ r a y a n kısmı zâviye olarak kabul ettiğini, kaydediyor.

26. Â ş ı k p a ş a o ğ l u Tarihi, haz.A.Nihal Atsız, Ankara 1985, s. 195.

27. Bu l<onuda Sivas'ta bulunan Ali Baba Zawyesi'ni tipik bir misâl olarak verebiliriz, bkz. Saim Savaş, Bir Tek­

kenin Dinî ve Sosyal Tarihi Sivas Ali Baba Zâviyesi, İstanbul 1992, s.59-64.

28. Halis Turgut Cinlioglu, Osmanlılar Zamanında

(5)

H o c a S ü n b ü l Zâviyesi'nin g e ç m i ş d ö n e m ­ lerde birkaç kez tamirat geçirdiğini biliyoruz. Halil Edhem, zaviyenin ö n ü n d e n g e ç e n caddenin za­ manla tesviyesiyle b i n a n ı n yol seviyesinden yirmi kadem kadar a ş a ğ ı b u l u n d u ğ u n u , D o k t o r M o r t -man'm 1858'de g ö r d ü ğ ü n ü belirtiyor ve "bilâhare

1320 senelerinde zâviye-i mezkûrede sâkin olan Hasan Baba isminde ğa\^};ur bir dervişin himmetii^le cephe aksâmı sökülerek sûret-i muntazamada ve şekl-i a s / / y e s ı n e halel gelme­ yerek medhal tekrar yolun seviyesinde inşâ olunmuş ve bu güzel eser çukurdan meydana çıkarılabilmiştir diyerek, muhtemelen 1908'de

yapılan tamiratı anlatıyor. B u tamir tarihini 1 9 0 8 (R.1323) olarak kesinleştiren H.T.Cinlioğlu, Tokat Şer'î M a h k e m e Sicillerinden istifade ile yazdığı eserinde. H o c a S ü n b ü l T ü r b e ve H a n g â h ı ' n ı n 1 8 1 8 (17 Ş a b a n 1233) tarihinde de, Sivas valisi H a c ı A l i P a ş a n ı n emriyle, bir heyet t a r a f ı n d a n keşfi yapıldıktan sonra tamir edilmiş olduğunu, ha­ ber vermektedir.^^

Netice itibariyle, binâ olarak fazla bir m ü ş ­ temilâta sahip olmayan H o c a Sünbül Zâviyesi'nin en ilgi ç e k e n yanını, g ö k mermerden yapılmış por-talinin ve bu portalin ç e v r e s i n i s ü s l e y e n kenger y a p r a ğ ı motiflerinin teşkil ettiğini söyleyebiliriz.

H O C A S Ü N B Ü L Z A V İ Y E S İ V A K I F L A R I 1 3 2 5 yılında B e ğ l e r Ç e l e b i n i n yaptığı va­ kıf, 1292'de kurulan zaviyenin y e g â n e gelir kay­ nağı durumunda g ö z ü k m e k t e d i r . S ö z k o n u s u vakıf­ la tahsis edilen gelirleri ve b u n l a r ı n sonraki d ö ­ nemlerdeki durumlarını aşağıdaki şekilde özetleye­ biliriz:

V a k f i y e d e g e ç e n i f a d e l e r i y l e g e l i r k a y n a k l a n :

1. Karye-i Hergele tâbi'-i Yıldus 2. Karye-i M a h m u d tabi'-i Ü ç t a ş 3. Mezraa-i A t â n i y e tabi'-i M e ş h e d â b a d 4. Mezraa-i Ertoğdu tâbi'-i M e ş h e d â b a d 5. Mezraa-i Hisarcık

6. Tokat'ın H u r u ş Mahallesi'nde h a d î k a ve menâzil (bağçe ve evler).

1 5 7 6 tarihli Evkâf-ı R û m ' d a g e ç e n ifadeleri-le gelir kaynakları:

1. Karye-i Hergele tâbi'-i Nahiye-i Yılduz der Kaza-i Tokat t a m a m m â l i k â n e vakf-ı zâviye-i m e z b û r e h â s ı l : 4 2 0

2. Karye-i M a h m u d tâbi'-i Ü ç t a ş Kaza-i Zile m â l i k â n e vakf-ı zâviye-i m e z b û r e h â s ı l : 6 6 0

3. Mezraa-i E r â n i y e der nezd-i Karye-i Va-raz, m â l i k â n e - i t a m a m vakf-ı zâviye-i m e z b û r e h â s ı l : 7 2 0

4 . Mezraa der Karye-i Y e n i m ü s l ü m a n Ka­ za-i Zile t a m a m m â l i k â n e vakf-ı zâviye-i m e z b û r e h â s ı l : 4 0 0

5. Bağçe-i çardivar k i , Ç u k u r b a ğ r " demek­ le mârufdur, der nezd-i zâviye-i m e z b û r e h â s ı h b e r vech-i m a k t û ' sene:600

Y e k û n : 2 8 0 0

Elimizde bulunan 1835 (C.âhir 1251) tarih­ li iki adet vakıf muhasebe k a y d ı n d a , 1 5 7 6 tarihli Evkaf Defteri'ndeki bilgilerin aynısı bulunmakla beraber, bunlara ilâveten aşağıdaki kayıt da bu­ lunuyor:

"Sıuas Sancağı'nda Kuştaş Nahiyesi'nde

Karye-i !sa ve Mezraa-i Yaşköy ve Mezraa-i Mu­ sa ve Mezraa-i Yaplak. Mezraa-i mezburlar mezkur îsa Karyesi'ne tâbidir, hâsıl: 10.000'.

Verilen listelere dikkat edilirse, vakfiyede üç adet olan mezraa sayısının. Evkaf Defteri'nde iki o l d u ğ u görülecektir. Eğer, eksilen bu m e z r a a n ı n , 1835 tarihli vesikalarda g e ç e n Isa Karyesi ve buna tâbi mezraalarla bir ilgisi yoksa, vakfiyede kayıtlı E r t o ğ d u ya da H i s a r c ı k m e z r a a l a r ı n d a n birisinin 1576'lardan ö n c e zâviye m e n s u p l a r ı n ı n elinden çıktığını d ü ş ü n m e m i z gerekecektir. A y r ı c a , bazı yer i s i m l e r i n i n z a m a n l a k ı s m e n d e ğ i ş t i ğ i (msl.Atâniye-Erâniye) ve bazılarının yeni isim al­ dıkları (msl.Çukurbağı) m ü ş a h a d e o l u n m a k t a d ı r .

1 5 7 6 tarihli Evkaf Defteri'nde "hâsıl" ola­ rak kaydedilen gelir miktarları, 1835'te de değiş­ m e m i ş g ö z ü k m e k t e d i r . Ancak, geliri 1 0 . 0 0 0 A k ç e olan Isa Karyesi ve tabi m e z r a a l a r ı n ı n , ilâve bir ge­ lir teşkil ettiği g ö r ü l m e k t e d i r . Yine elimizde bulu­ nan ve 1836 (Rebiülevvel 1252) tarihinde çıkartıl­ mış mufassal defter 9 8 2 H . tarihli defter olmalıdır) s û r e t i n d e , m â l i k â n e geliri Hoca S ü n b ü l Zâviyesi'ne âit olan Hergele Karyesi'nin gelirleri ayrıntılı ola­ rak belirlenip, y e k û n u 3 2 0 0 olarak verilmiştir. Y u ­ karıda da görüleceği üzere bu k ö y ü n m â l i k â n e ge­ liri 4 2 0 Akçe'dir ve elimizdeki vesikada toplam ge­ lirinin 3 2 0 0 A k ç e olarak g ö z ü k m e s i , k ö y ü n t o p ­ lam gelirinden m â l i k â n e sahibine ayrılan k ı s m ı n oldukça az o l d u ğ u n u g ö s t e r m e k t e d i r .

1 9 0 6 - 1 9 1 4 (R. 1 3 2 2 - 1 3 2 9 ) yılları a r a s ı n d a tutulan muhasebe kayıtlan, zaviyenin gelir ve gide­ ri h a k k ı n d a daha net rakamlar verirken, a y n ı za­ manda gelir kaynaklarında meydana gelen değişik­ likleri gösteriyor. Buna g ö r e , bu yıllarda zâviyenin yıllık gelir t o p l a m ı 8 0 6 Kuruş'tur. Bunun 4 0 0 K u -ruş'u d e r g â h a bağlı d ü k k â n l a r d a n alınan î c a r (kirâ) bedelidir."^Geriye kalan 4 0 6 K u r u ş ise, s ö z k o n u

-29. H.T.Cinlioğlu, agc, s.87; agc, IV, Tokat 1973 s.52. 30. 1908'lı yıllarda, bu bağçenin ismi Çukurbağçe olarak zikredilmektedir. Bu d ö n e m d e sözkonusu bagçe üzerin­ de Tilkioğlu Mehmed kerimesi Hıfza ile Hoca Sünbül Zaviyesi zaviyedarı Hacı Hasan Baba arasında bir ta­ kım münazaaların çıktığı anlaşılıyor, bkz. Sivas V B M

Arşivi, Haric-i Livaya Muamele Defteri, 24,28 numa­

ralı derkenarlar ile 96 numaralı vesika.

3 1 . Biz, vesikalarda "dergahın dükkanı" olarak zikredilen ve en azından 1835'lerden sonra yapıldığı anlaşılan dük-kanlann, yukanda adı geçen ve zâviye yakınında bulun­ duğu belirtilen Çukurbağçe'de inşâ edilmiş olduğunu

(6)

su muhasebe kayıtlarında "Tahmis Bedeli' olarak ifade edilmiştir. Bazı vesikalarda, d o ğ r u d a n tahmis bedelinin 4 0 6 K u r u ş olduğu belirtilirken, bazıların­ da bu miktarın nasıl elde edildiği de a ç ı k l a n m a k t a ­ dır. S ö z k o n u s u vesikalarda tahmis bedeli ö n c e 7 6 1 K u r u ş 2 0 Para olarak verilmekte, sonra bu­ nun b e ş t e biri olan 150 K u r u ş 10 Para düşülerek (hums m i n h â ) 6 0 9 Kuruş 10 Para elde edilmekte­ dir. B u n u n da ü ç t e biri (sülüsü m i n h â ) d ü ş ü l m e k sûretiyle tahmis bedeli olarak 4 0 6 Kuruş ortaya çı­ karılmaktadır.^^ Bahiskonusu vesikaların ihtiva et­ tiği sekiz yıllık d ö n e m d e tahmis bedeli ve d ü k k a n icarı miktarlarının d e ğ i ş m e d e n devam ettiği görül­ mektedir.^^

Zaviye b ü t ç e s i n i n denklendigi s ö z k o n u s u muhasebe kayıtlarında gider olarak; d e r g â h ve tür­ benin t a m i r â t masrafı.yag ve m u m masrafı,maaş-ı muharrer ve harc-ı muhasebe (Evkaf Muhasebecisi ve Evkaf N e z â r e t i Hazinesine ö d e n e n kısım olma­ lıdır) ile t ü r b e d a r ve zâviyedar olan ş a h s a ait vazife ücretleri, gösterilmektedir. B u d ö n e m d e , zâviyedar ve t ü r b e d a r (ikisi birlikte) olarak gösterilen şahıslar H a c ı Hasan Baba ( 1 3 2 2 - 2 6 d ö n e m i ) ve M e h m e d Ş ü k r ü Efendi(1327)'dir. Bunlardan H a c ı Hasan Baba'run vazife ücreti yıllık 150 Kuruştur. Bu d ö ­ nemde maaş-ı muharrer ve harc-ı muhasebe topla­ m ı 50 Kuruş olarak kaydedilmiştir. M.Şükrü Efen­ d i n i n vazife ücreti 5 3 4 Kuruş 10 Para, bu d ö n e m ­ deki maaş-ı muharrer ve harc-ı muhasebe toplamı ise 115 Kuruş 3 0 Para olarak a r t m ı ş gözükmekte­ dir. Bu d ö n e m d e k i muhasebe kayıtlarında tevliyat g ö r e v i n d e n bahsedilmemesi, vahf gelirlerinin top­ lanmasının, evlâd-ı vâkıfın elinden çıkarak. Evkaf Nezâreti'nce yürütülmesinin bir neticesi olsa gerek-tir.^'^Bu şekilde,1867'lere kadar varlığını tesbit ede­ bildiğimiz mütevellinin, b u tarihlerde fonksiyonunu yitirmek sûretiyle ortadan kalktığı anlaşılmaktadır.

Z A V İ Y E V E V A K I F G Ö R E V L İ L E R İ Zaviye ve vakıf görevlileri, s ö z k o n u s u m ü e s ­ seselerin büyüklük-küçüklük d u r u m l a r ı n a g ö r e de­ ğişiklik arzetmekle beraber, bir zâviye ve vakıfta bulunan temel görevlileri şu şekilde belirleyebiliriz: B i r z â v i y e d e a s g a r î o l a r a k z â v i y e d a r , z â v i y e h i z m e t k â r ı , f e r r a ş ve genellikle ihtivâ ettiği m ü ş t e m i l â t a g ö r e t ü r b e d a r , d u â g û vs. gibi görevli­ ler bulunur. Bir vakıfta ise, başta mütevelli ve nâzır olmak ü z e r e k â t i p , c â b i , kayyım vs. gibi görevliler b u l u n m a k t a d ı r . ^ ^

Prensip itibariyle n o r m a l büyüklükteki bir zâviye ve vakıfta bulunan b ü t ü n görevlilerin Hoca S ü n b ü l Zaviyesi'nde de b u l u n d u ğ u n u kabul edebili­ riz. A n c a k , elimizdeki vesikalar, bu konuda fazla bir ipucu vermemektedir. 1 3 2 5 tarihli vakfiyede g e ç e n y e g â n e g ö r e v l i , z â v i y e d e M e ş i h a t yani zâviye şeyhliği, vakıfta ise. Tevliyet yani mütevelli-liktir. Vakfiyede belirtilen gelirler ö n c e ikiye ayrıla­ cak ve yarısı m ü t e v e l l i y e , d i ğ e r yarısı z â v i y e y e ( h a n g â h a ) verilecektir. Zâviyeye ayrılan kısım da

ü ç e b ö l ü n e c e k ve bunun üçte biri zâviye ş e y h i n e , üçte ikisi de fukarâya tahsis edilecektir. 1835 tarihli muhasebe kaydında da, "Hoca Sünbül Zaviyesi

demekle mâruf Mahmud Karyesi Z d u i y e s ı ' n i n

zâviyedarlık ve "Tokat'ta vâki Said ibn Sünbül

Vakfı'nm tevliyet cihetinden bahsedilmektedir.

Y i n e y u k a r ı d a s ö z k o n u s u e t t i ğ i m i z f e r m a n ve b e r â t l a r d a da aynı vazifeler kaydedilmiştir.

1 5 7 6 tarihli Evkaf Defterindeki bir kayıt­ tan, o tarihte vakıf gelirlerinin az, v a k i t gelirlerin­ den istifade eden fukara ve yolcular ( â y e n d e ve re-vende) ç o k o l d u ğ u n d a n d o l a y ı , elde e d i l e n m a h s û l ü n y e t m e d i ğ i ve bu y ü z d e n , vakıf gelirleri­ nin yarısının ayrıldığı tevliyet g ö r e v i n i n ilga edil­ mesinin istenildiği, a n l a ş ı l m a k t a d ı r . ^ ^ B u tarihte karşımıza çıkan ü ç ü n c ü görevli ise, "cı'het-i

mes-cid" olarak ifade edilen imamlıktır."^''

Vakıf gelirlerinin yansmn ayrıldığı tevliyet cihetinin, 1576'da ilga edilmesinin istenilmesine r a ğ m e n kaldırılmadığı, elimizdeki vesikalardan açıkça anlaşılıyor. 1 8 3 5 - 1 8 6 7 tarihleri a r a s ı n d a d ü z e n l e n e n s ö z k o n u s u vesikalarda, yine "nısf

mahsûl' ile mütevelli tayin edildiği g ö r ü l m e k t e ­

dir."^^ Ancak, 1908'li yıllarda d ü z e n l e n e n

muhase-zannediyoruz. Bu şekilde, vakıf gelirleri oldukça azalan zâviyeye önemli bir gelir kaynağı sağlanmış olduğu anla­ şılmaktadır.

32. Tahmis usûlü için bkz. M. Zeki Pakalın, O s m a n l ı T a ­

rih Deyimleri vc Terimleri s ö z l ü ğ ü . III, İstanbul

1983, s. 375-376.

33. Muhasebe kayıtları için bkz. Sivas V B M Arşivi, 8 ve 9 numaralı Vakıf Muhasebe Defterleri, muhtelif sayfalar. 34. Bu konuda bkz. Mustafa Nuri Paşa,

Nctâyicü'l-Vu-ku'ât, IV, istanbul 1328 s. 100; Saim Savaş, age,

s. 150-151; burada, vakıflara verilen miktarın ianeye çevrildiği ve dörtte birden daha aşağı düşürüldüğü anla­ şılmaktadır ki, bizdeki kayıtlarda, muhtemelen öşür ge­ lirlerinin önce beşte birinin, sonra da üçte birinin düşü­ rülmesi bu gelişmenin ifadesi olmalıdır.

35. Zaviye ve vakıf görevlileri için bkz. Saim Savaş, age., s.78-99, 138-145.

36. "Zâviye-i mezbûrenin vakfiyesi olmayub mûtemedün-aleyh müslümanlardan tefahhus olundukta zâviye-i mezbûrenin vakfı kalîl, âyende ve revende kesîr olub, tevliyet olmağla, mahsûl-ı vakf fukarâya vefâ etmeme­ ğin, cihet-i mescidden mâadası fukarâya sarf olunub, tevliyet olmamak evlâdır deyu haber verdiler", Fatma Üstek, H . 9 8 4 (M. 1576) Tarihli Defter-i Evkâf-ı

Rûm'a G ö r e Tokat Merkez K a z a s ı Vakıf Kayıt­ lan, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde

hazırlanmış basılmamış Master Tezi, Ankara 1985, s.144-145.

37. 1576'da bu görevi, günlük 1 Akçe ile Seyyid Muham-mcd yürütüyordu, bkz. Fatma Ustek, age.,, s.144-145; V G M Arşivi, 4 8 1 numaralı Sivas Evvel Muhase­ be Defteri, s.448'de kaydedildiğine göre aynı vazifeye,

15 C.âhir 1145 (1732) tarihli rüûs-ı hümâyûn ve To­ kat nâibi Halil Efendi'nin arzıyla, evlâd-ı vâkıfdan es-Seyyid Ahmed Efendi tasarruf ediyordu.

38. Said bin Sünbül Vakfının, "nısf mahsul" ile mütevellisi olan evlâd-ı vâkıftan es-Seyyid Yusuf bin Ali, kendi iste­ ğiyle vazifesini, yine evlâd-ı vakıftan Seyyid Murad bin Seyyid Cafer ve Seyyid Yusuf bin İsmail'e fcrağat ve

(7)

T O K A T T A H O C A S Ü N B Ü L ZAVİYESİ

205

be kayıtlarında, zaviye giderleri a r a s ı n d a m ü t e ­

velliye verilen ücretten bahsedilmemesi sebebiy­ le, bu tarihlerde gelir k a y n a k l a r ı n ı n evlâd-ı vâkıfın elinden çıkması neticesinde fonksiyonunu yitiren mütevelliligin ortadan kalkmış o l d u ğ u n u düşünüyoruz."^^

Netice itibariyle, Hoca S ü n b ü l Zaviyesi ve vakfı b ü n y e s i n d e 1 z â v i y e d a r , 1 mütevelli ve 1 mescit i m a m ı n ı n b u l u n d u ğ u n u tesbit edebiliyoruz. Mescidin y a n ı n d a bulunan t ü r b e için, muhtemelen vakıf gelirlerinin azhgı sebebiyle ayrı bir t ü r b e d â r ı n t a y i n e d i l m e d i ğ i n i z a n n e d i y o r u z . N i t e k i m , 1908'lerde zâviyedar olan H a c ı Hasan B a b a n ı n aynı zamanda t ü r b e d a r olarak da vazife yapması'*^' bu fikrimizi teyid etmektedir. Binâ ve vakıf gelirleri itibariyle o l d u k ç a küçük bir y a p ı y a sahip o l d u ğ u anlaşılan bu m ü e s s e s e d e , vakıf gelirlerinin toplan­ m a s ı ve gerekli yerlere tahsisi mütevelli, zaviye b ü n y e s i n d e gerçekleştirilen dinî âyin vb. törenlerin y a n ı s ı r a , z â v i y e n i n temizliği, gelen misafirlerin a ğ ı r l a n m a s ı gibi vazifelerin zâviyedar ve mescitteki m û t a d dinî vazifelerin de görevli imam tarafından yerine getirildiği söylenebilir. A y n c a , t ü r b e n i n ba­ kımı ve diğer hizmetlerinin de zâviyedar tarafından

y ü r ü t ü l d ü ğ ü a n l a ş ı l m a k t a d ı r . A n c a k , X X . a s r ı n b a ş l a n n d a n itibaren, sadece zâviyedar ve t ü r b e d a r (ikisi birlikte)ın varlığını tesbit edebiliyoruz k i , bu d ö n e m d e zaviyeye müteallik iktisadî, sosyal ve dinî vazifelerin t a m a m ı n ı n bu iki görevi ü z e r i n d e taşı­ yan kimse tarafından y ü r ü t ü l m e y e başlandığı söy­ lenebilir. Bunların dışında, bizim g ö r e m e d i ğ i m i z kaynaklarda, zâviye ve vakıf işlerinin yürütülmesin­ de g ö r e v alan daha b a ş k a vazifelilerin mevcut bu­ lunabileceğini de ifade etmeliyiz.

l<asr-ı yed ediyor (rüûs tarihi 9 C.evvel 1251, vesil<a tarihi l O C . â h i r 1251/1835). Adı geçenlerin berâtleri 1839 ve 1 8 6 r d e gerçekleşen cülıjs sebebiyle yeni­ lenmiş. 24 C.âhir 1284/1867 tarihli aiûsla da, bu ta­ rihten önce yine nısf ınahsûl ile tevliyet cihetine muta­ sarrıf olan es-Seyyid Hasan(Murad'm oğlu), kendi rıza­ sıyla vazifesini es-Seyyid Hafız Mehmed bin Ahmed'e ferağat ve kasr-ı yed etmiştir. Tevliyet konusundaki bu gelişmeler, Mahmud Karyesi Zaviyesi zâviyedarlığı adı altında aynı paralelde gerçekleşmiş, yani aynı şahıslar burada da vazife yapmışlardır, bahiskonusu vesikalar R.Başeğmez'den alınmıştır.

39. Bkz. dipnot 34.

40. Sivas V B M Arşivi, 9 numaralı Vakıf Muhasebe Defteri, s. 180.

î . » i

Resim: Hoca Sünbül Zaviyesi nin kitabesi.

1 .

i

(8)

Al-2 0 6

-'^V^'-»

- ^ 1 ^ / ^

> r t i W j j ı j ^ j Q ^ 3 ^ î 4 ^ > ) / > v > 0::Ü*/4J^ i l l

(9)

T O K A T T A H O C A S Ü N B Ü L ZAVİYESİ ut

ı;

-ti

H ^ ^ m ^ W a ^

İ Ö ^ U o ^ ' ^ ^ U V ^ ^ ' ^ ^ V ' u v i ^ V - w ^ . s ^ û r v ^ ^ ^ - u i ^ ^ r ' - j » O —

(10)

Belge 4: Hoca Sünbül Zaviyesl'ne gelir getiren

köy ve mezraalann gelir dökümü.

Belge 3: Defter-i cedid-i mufassal-ı sûreti

(Hergele Karyesi'nin mufassal gelir dökümü).

3

u

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu iskelenin yanında bir yeniçeri kolluğu ve bir yeniçeri kahvehânesi de İskeleye nisbetle «Çardak Kolluğu», «Çardak İs­ kelesi Yeniçeri Kahvehânesi»

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha

favor independent of material density, and when man is abstracted voluntarily or compulsorily from material oerception, it can shine /experienced/ ^ ^ light

Elektrokonvülsif Tedavi’de (EKT) Hemşirenin Rolü Kök Hücre Naklinde Hasta Değerlendirmesi ve Bakım Hemşirelik Lisans Programlarında Araştırma Eğitimi

Arena, G.Sururi- Engin Cezzar, Dormen Tiyatrosu ve İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda çalışan Başar Sabuncu, sanat yaşamına öyle çok şey sığdırmıştı ki,

dern dans topluluğunda da çalışmaya başladı, ilk korc- ögrafilerini 1974 yılında izzet öz'ün ‘Sihirli Lamba' adlı TV programı için kısa danslar

Prof.Dr.Hülya OKUMUŞ Prof.Dr.Fatma ÖZ Prof.Dr.Ayşe ÖZCAN Prof.Dr.Nalan ÖZHAN ELBAŞ Prof.Dr.Rukiye PINAR Prof.Dr.Nurgün PLATİN Prof.Dr.Necmiye SABUNCU

Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı Başkanı İbrahim Betil'in konuşmasıyla başlayan törene, Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu, İçişleri eski Bakanı Sadettin Tantan,