• Sonuç bulunamadı

Çözülmemiş bir cinayetin 40. yılında

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Çözülmemiş bir cinayetin 40. yılında"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

frVKT/HAYIR

OKTAY AKBAL

’i

- Y • S#

Çözülmemiş Bir Cinayetin

40. Yılında...

Sabahattin Ali, 1907’de doğdu. Kırk yıl önce de öldü. Durup du­ rurken, bir hastalık sonucu, başına bir kaza gelerek ölmedi. Bir karanlık cinayetin kurbanı oldu. Soğukkanlılıkla işlenen bir cina­ yetti bu. Ben bu konuda yakıştırılan öyküye inanmam. Yok ülke­ den kaçmak üzereymiş de yanındaki şoför yurtsever duygularla coşmuş, Sabahattin Ali’nin kafasına sopayı indirmiş. Sonra da onu ormanda bir ağacın altında bırakarak kaçmış.

O 1948 mart nisan aylarını bütün canlılığıyla anımsıyorum. Sa- bahatin Ali, birkaç aydır ortalıkta görünmüyordu. Bir kamyonu vardı, onunla ordan oraya mal taşıyor, yaşamını böyle kazanıyordu. Bir sürü dava açılmıştı. Daha önceki yıllarda da birçok kez hapislere girip çıkmıştı. Kırk bir yaşında genç bir adam!.. O güne kadar yaz­ dığı öykü kitapları ve romanlarıyla edebiyat dünyamızın en büyük adlarından biri olmuştu. Böyle biri kalemiyle geçimini sağlayamı- yordu işte! Öğretmenlikten de uzaklaştırılmıştı. Yayımladığı gaze­ telere yaşama olanağı tanınmıyordu. O da çaresizlikle kamyoncu­ luğa başlamıştı.

Son yayımladığı kitapta yer alan ‘Sırça Köşk’ öyküsü, (ki bu bir çağdaş masaldı) şöyle bitiyordu: “Sakın tepenize bir sırça köşk kurdurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk ku­ rulursa onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.”

Sabahattin Ali için çok şey söylendi, çok şey yazıldı. Olumlu olumsuz düşünceler belirtildi. Siyasal tutumu, görüşleri, yaşayışı eleştirilere uğradı. Bu gibi şeyler kişiden kişiye değişir. Öldürül­ me olayını bile bambaşka biçimlerde yorumlayanlar oldu. Bugün de var böyleleri!.. Ama hiç kimse, bugüne dek hiç kimse, Saba­ hattin Ali’nin Türk öykücülüğünün en büyük bir ustası olduğunu yadsımaya kalkışmadı. Sait Faik ve Sabahattin Ali, Cumhuriyet dö­ nemi yazınımıza silinmez damgasını vuran iki öykü yazarı... Öy­ küleri zamanla daha da değer kazanan iki büyük yazar... Kendile­ rinden sonra yetişen öykücüleri de etkileyen iki yol açıcı...

Öykü nedir? Birkaç sayfa içinde bir yaşam kesiti vermek, bunu bir insanla, bir olayla, bir duygulanmayla, bir gözlemle başarmak... Bir kez okunacak yazılar değildir bunlar. Yıllar geçer, kuşaklar de­ ğişir, o öykünün yazıldığı günlerin havası, anlamı değişir, ama öy­ küde yakalanan zaman parçası, o zaman parçasının içerdiği ölüm­ süz duyarlık kalır geleceğe... Bugün, Sait Faik’in ve Sabahattin Ali’nin pek çok öyküsünü okurken zamanımızda yaşayan, aramız­ dan bir kişinin seslenişini duyar gibiyiz. Eskimemektir klasik ol­ mak. Başkalarına örnek olmaktır. Zamana yenilmemektir. Saba­ hattin Ali ile Sait Faik gibi ustalar bunu başarmış mutlu kişilerdir.

Sabahattin Ali’nin öykülerini yeniden, bilmem kaçıncı kez oku­ dum son günlerde... 1933-37 arasında, ki benim ilkokuldan ortao­ kula geçiş yıllarımdır, öyküye düşkündüm. Okulda Ömer Seyfet­ tin’i, Ahmet Hikmet’i, Halit Ziya’nın öykülerini okuturlardı. Bunları da severdik. Ama beni ilk şaşırtan, öykü denen yazı türünün üs­ tünlüğüne inandıran, dolayısıyla daha sonraki yıllarımı, tüm ya­ şantımı öyküye verdirecek kadar beni etkileyen, Sabahattin Ali1 nin, önce onun, 1936’da çıkan “ Kağnı" kitabı olmuştur. Daha ön­ ceki yıllarda da dergilerde karşılaşmıştım bu yazarla... öykülerin­ de yepyeni bir şey bulmuştum. Neydi bunlar?

Önce kısalığı, yoğunluğu, çizdiği, anlattığı durumların vurucu- luğu... Bakın, öykülerinin ilk cümlesiyle başlar S. Ali'nin sizi ken­ di dünyasına çekmesi... İlk cümleyi okur okumaz ister istemez sür­ dürürsünüz okumanızı... "Bir tarla meselesi yüzünden Savrukla­ rın Hüseyin, arkbaşında Sarı Mehmet’i vurdu.” Şimdi gelin de bir­ denbire yüzünüze bir şamar gibi inen bu cümleden sonrasını me­ rakla okumayın... “Konya hapishanesine ilk girdiğim gün Cavit bey­ le tanıştım” ya da “Azime, bu kızı eline geçireli bir sene bile yok­ tu, fakat adı şimdiden bütün Konya hovardalarının arasında yayılmış, bunun sayesinde Azime'nin çıkınına yeşil yeşil bango- notlar dolmaya başlamıştı” ; "Akşam caddelerin kalabalık zama­ nında köşebaşına bir kadınla bir çocuk gelirdi” ; "Polis müdürlü­ ğünün kapısından çıkar çıkmaz bir an durakladı” ; "Asiyenin san­ cıları ikindi vakti başladı düveni bırakıp eve döndü” gibi...

Görüyorsunuz, öykü ilk cümlede başlıyor. Olayın içine okuru çe­ kip alıyor... Gereksiz söz yok, gereksiz betimleme yok. Ne diye­ cekse birkaç sayfada söyleyip bitiriyor. Çizdiği dünyaya ne denli yabancı olsak da birkaç sayfalık öykünün bir bireyi, bir izleyicisi oluyoruz. 'Siz işte bütün bunlara tanıksınız’ der gibidir S. Ali...

Yaşasaydı 81 yaşında olacaktı. Geçen kırk yıl içinde nice yeni yapıt bırakacaktı gelecek kuşaklara, nice öyküler, romanlar... Ama bırakmadılar, söyletmediler... Ne var ki o sanki bunu önceden sez­ miş gibi kısacık yaşamında ölümsüz öyküler, romanlar bıraktı yi­ ne de... Öldürülmesi, Türk siyasal tarihinde silinmemiş kara bir lekedir. Yazın dünyamızın en acı olaylarından biridir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Son olarak araştırmacılar, tıpkı SN2007bi gibi son derece parlak ve büyük kütleli çok sayıda süpernova bulacaklarını ve bu süpernovaların evrenin oluşum

«Yeşilçam Sokağı» adlı bir film çeviren Ülkü Erakalın, konuk sanatçı olarak Cahide Sonku’yu da oynatmak istemiş ve uzun uğraşlar­ dan sonra

Metrik kalıblar ise' halk musikimizin dinamizmine ve çoğu parça - Jarın dans karakterine,' bütün başka milletlerin i halk musikisinde olduğu gibi, tabiî olarak

İSTANBUL’DA KOCA MUSTAFA PAŞA CAM İİ 165.. doğrudan doğruya bir «ambulatory church»30 idi. Yâni yonca biçimi ile alâkası olmadıktan başka, yarım kubbeler

49 compared the effects of coadministration of clozapine and fluvoxamine (N = 11) versus clozapine monotherapy (N = 12) on plasma levels of cytokines and body weight in

Şekil 5’te görüldüğü gibi, alan uzmanları ve PDR uzmanının kız çocuklarının resimleri üzerinden yaptıkları değerlendirmeler sonucunda, sokakta çalışan;

Geride kalan tuz kristalize olarak (katı bir maddenin uygun bir çözücü içinde soğukta az, sıcakta çok çözünmesi) kaya yüzeyi üzerinde balpeteği şeklinin

Yıldız Sarayı Bahçelerinde; dinlenme amacıyla, biri Küçük Mabeyn binasının çatısında olmak üzere çeşitli sera ve limonluklar (Resim 2), köşkler (Resim