SAYFA
a
-15
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Orhan Pamuk 'Dosyası'!!)
Geçen kış bir cuma günü, Eskişehir’den İstan bul’a giden Başkent Ekspresi’ndeyiz. Mutlu bir raslantı sonucu o gün yol arkadaşım olan, Anado lu Üniversitesi’nden çok sevgili dostum Haluk Gürgen ile yemekli vagonda oturuyoruz. Bir ara dikkatimizi -yanılmıyorsam eğer, önce dostumun dikkatini- yan masada tek başına oturmuş ve önün deki kitaba tam anlamıyla “göm ülm üş” olan bir ye dek subay çekiyor.
Biraz sonra kitabın kapağını görüyoruz: Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” adlı son roma
nı. Genç adam son sayfalara gelmiş, kitabı bitir mek üzere. Okunmuş sayfaların kenarları, kıyası ya okunmuşluğun o kendine özgü, eşsiz soyluluk işaretini, hafiften kirlenmeyi taşımaya başlamış bi le. Yedek subay, çok ağır bir tempoyla okuyor; ki mi zaman çok düşünceli, kimi zaman hafiften gü lümsüyor, bu arada kitabın içine birtakım notlar alı yor. Öylesine yoğun bir okuma sahnesi ki, okuma yı sevip de etkilenmemek olanaksız. Biz de bakış larımızı bu gence dikiyoruz. Üstelik ben, kitabı
böyle okunduğu için, böyle bir okuru olduğu için,
Orhan Pamuk’u neredeyse kıskanıyorum. Genç ye dek subay, son sayfayı da bitiriyor ve son notları nı alıyor. Başını kitaptan kaldırdığı anda Haluk Gür gen dostum, bir okur merakıyla soruyor: “Çok dik
katli okuyordunuz; nasıl, beğendiniz m i? ”
Genç adam: "Evef” yanıtını verdikten sonra, sö züne: “Gerçi ben b ir mühendisim... ” diyerek de vam ediyor. Alçakgönüllülüğü içersinde bununla söylemek istediği, bir romanı değerlendirme ko nusunda kendini yetkin saymadığı. Oysa biraz sonra bize gerçekten parmak ısırtan bir roman
çözümlemesi yapıyor.
Bütün bunları neden mi yazdım? Aslında ilk ba kışta biraz tuhaf gelecek bir nedenden ötürü; baş ka deyişle, Orhan Pamuk’u anlayanların da oldu ğunu göstermek için yazdım.
Orhan Pamuk, yıllar önce edebiyatımıza bir ro mancı olmak ve hep romancı kalmak iddialarıyla girmişti. Bunlan gerçekleştirdi de. Yani hem roman cı oldu, hem de uğraşını başka hiçbir şeyle uğraş maya kalkışmayacak kadar ciddiye aldı. Bu ara da bir romancı olarak değerini başka dil çevrele rinde de kabul ettirdi. Ama bu yükseliş beraberin de, kendi ortamımızda, bu yazara yönelik en acı masız saldırıları da beraberinde getirdi. Öyle ki, bu yazarımıza bir şöyle demediğimiz kaldı: Sen ne den yazıyorsun? Yazmasana!
Biraz yukarda eleştiri değil, fakat saldırı sözcü ğünü kullandım. Bu ikisi arasında nitelik bağla mında büyük bir ayrım bulunduğu ve sanat ala nında, edebiyat alanında saldırıya değil, ancak eleştiriye yaşama hakkı tanınabileceği için! Çün kü eleştirinin amacı, olumlusuyla ve olumsuzuyla değerlendirmek demektir ve sanat alanında eleş tiri, ancak estetik ölçütler doğrultusunda yapıla bilir. Örneğin bir Türk yazarı başka dillere çevrili yorsa, kalkıp: “Neden başkalarının eserleri değil
de onun eserleri çevriliyor?” tarzında bir soru, bir
estetik soru değildir. Ayrıca böyle bir sorunun mu hatabı, eseri çevrilen yazarın kendisi olamaz. Bu bağlamda, Orhan Pamuk olayında olduğu gibi, yabancı dillere çevrilmenin nedenini edebiyatın dı şındaki alanlarda aramak da en azından akılcı de ğildir, çünkü bugün Orhan Pamuk’un eserlerini ya bancı ülkelerde yayımlayan yayınevlerine bir kita bı edebiyatın dışındaki ölçütlerle kabul ettirebilmek, kesinlikle olanaksızdır.
Öte yandan, Orhan Pamuk’un kitaplarını “anla
mayanların ” söylediklerini alıntılayarak yazan ve eser
lerini eleştirmeye kalkışmak da roman estetiğinin, dahası genelde sanatın tümüyle dışında kalan bir davranıştır; çünkü “anlamak” yada “anlamamak” gibi bulanık kavramlar, sanat eserleri için ölçüt ol maktan neredeyse Rönesans’la birlikte çıkmış, onlann yerini estetik ölçütler almıştır. Bir sanat ese rini, bir edebiyat ürününü kimin anlamasına ya da anlamamasına göre yargılayacağız? Herkes ya da en azından çoğunluk tarafından anlaşılır olmak, eser saymanın koşulu olsaydı, James Joyce, Virginia Woolf ya da Bilge Karasu’nun eserlerine hâlâ kolayca “eser” diyebilir miydik? Herkesin her eser le diyalog kuramayacağı, günümüzde artık sana tın temel gerçeklerinden biridir.
Orhan Pamuk’un eserlerine ve kendisine Ata türk’le ilgili olarak yöneltilen saldırıların ayrıntıları na ise girmek istemiyorum. Ancak şu kadarını söy lemekten de kendimi alamayacağım. Birer kurgu ürünü olan edebiyat eserlerinde kimlere neler söy lendiğinin ve bunların gerçeklerle ne ölçüde örtüş- tüğünün peşine fazla düşersek, günün birinde ken dimizi “İstanbul Kanatlarımın Altında” ya da “Ha
m am " filmini salt cinsel konum açısından değer
lendirmeye kalkışanlarla aynı düzeyde bulabiliriz! Orhan Pamuk, yazıyor; yazan karşısında tek ya pılması gereken, yazının ölçütleri içersinde kal maktır.
e-posta:ahmetcemal@superonline.com acem20@hotmail.com
Taha Toros Arşivi