• Sonuç bulunamadı

Kronik hastalığı olan olguların anksiyete ve depresyon düzeyleri ile hemşirelik bakımı algısı arasındaki ilişki

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kronik hastalığı olan olguların anksiyete ve depresyon düzeyleri ile hemşirelik bakımı algısı arasındaki ilişki"

Copied!
100
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ

SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

HEMŞİRELİK ANABİLİM DALI

HEMŞİRELİK ESASLARI PROGRAMI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Ocak 2017

DENİZLİ

KRONİK HASTALIĞI OLAN OLGULARIN ANKSİYETE VE

DEPRESYON DÜZEYLERİ İLE HEMŞİRELİK BAKIMI

ALGISI ARASINDAKİ İLİŞKİ

(2)
(3)

T.C.

PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ

SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

KRONİK HASTALIĞI OLAN OLGULARIN ANKSİYETE VE

DEPRESYON DÜZEYLERİ İLE HEMŞİRELİK BAKIMI ALGISI

ARASINDAKİ İLİŞKİ

HEMŞİRELİK ANABİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Özge BULDAN

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Nevin KUZU KURBAN

(4)
(5)
(6)

ÖZET

KRONİK HASTALIĞI OLAN OLGULARIN ANKSİYETE VE DEPRESYON DÜZEYLERİ İLE HEMŞİRELİK BAKIMI ALGISI ARASINDAKİ İLİŞKİ

Özge BULDAN

Yüksek Lisans Tezi, Hemşirelik AD Tez Yöneticisi: Prof. Dr. Nevin Kuzu KURBAN

Ocak 2017, 75 Sayfa

Bu araştırma, kronik hastalığı olan olguların anksiyete ve depresyon düzeylerinin hemşirelik bakımı algısı arasındaki ilişkiyi belirlemeyi amaçlayan tanımlayıcı bir çalışmadır. Araştırma örneklemini Denizli ilinde bir üniversite hastanesinde, Dahili birimlerde (Göğüs Hastalıkları, Genel Dahiliye, Nefroloji, Endokrinoloji, Nöroloji, Kardiyoloji) yatan kronik hastalığı olan olgular oluşturmuştur. Veriler, araştırmacı tarafından literatür doğrultusunda hazırlanan kişisel bilgi formu, Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HAD) ve Hastaların Hemşirelik Bakımını Algılayışı Ölçeği (HHBAÖ) ile toplanmıştır. Veriler yüz yüze görüşme tekniği ile araştırmacı tarafından toplanmış, SPSS paket programıyla analiz edilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzde, ortalama ± standart sapma, ki-kare analizi, İki Ortalama Arasındaki Farkın Önemlilik Testi, Mann-Whitney U testi, Tek Yönlü Varyans Analizi, Kruskal Wallis Varyans Analizi, Pearson korelasyon analizi kullanılmıştır. Hastaların HAD A ölçek puan ortalaması 8,05±2,45, HAD D ölçek puan ortalaması 6,24±2,43 olarak bulunmuştur. HHBAÖ puan ortalaması 47,18±5,42 olarak saptanmıştır. Hastanede yatış günü ile HAD A ölçek puanı arasında anlamlı fark bulunmuştur (p<0,05).Sağlık güvencesi ve kronik hastalık sayısı ile HAD D ölçek puan ortalaması arasında anlamlı bir fark saptanmıştır (p<0,05). Hastaların yattıkları servislere ve hemşirelerin yapılan işlemler hakkında bilgi verip vermeme durumuna göre HHBAÖ puanı arasında anlamlı bir fark saptanmıştır (p<0,05). Hastaların HAD A ölçek puan ortalaması ile HHBAÖ puanı arasında çok zayıf anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p=0,008). Kullanılan ölçeklerin kesme puanlarına göre değerlendirme yapıldığında, hastaların bakım algısı orta düzeyde, anksiyete ve depresyon puanları düşük düzeyde bulunmuştur. Olguların anksiyete puanları yükseldikçe, bakım algısı puanlarında düşme ve aralarında çok zayıf anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Sonuç olarak, hemşirelerin hastalarının anksiyete ve depresyon puanlarını tarama testleri ile değerlendirmesi, emosyonel durumlarının dikkate alınarak uygun hemşirelik bakımını planlayıp uygulaması önerilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Kronik hastalık, Anksiyete, Depresyon, Hemşirelik bakımı Hastaların bakım algısı.

(7)

ABSTRACT

THE RELATIONSHIP BETWEEN NURSING CARE PERCEPTION WITH ANXIETY AND DEPRESSION LEVELS OF CHRONIC DISEASE CASES.

BULDAN, Özge

M.Sc. Thesis in Nursing

Supervisor: Prof.Dr. Nevin KUZU KURBAN (RN, PhD) January, 2017, 75 Pages

This descriptive study was conducted to determine the relationship between nursing care perceptions with anxiety and depression levels on chronic disease cases. The sample of study was selected from cases with chronic illnesses inpatient in the internal units (Chest Diseases, General Internal Medicine, Nephrology, Endocrinology, Neurology, Cardiology) in a university hospital in Denizli. The data were collected through the personal information form prepared by the researcher in accordance with the literature, the Hospital Anxiety Depression Scale (HAD) and the scale of Patient Perception of Hospital Experience with Nursing Care (PPHEN). The data were collected by the researcher using face-to-face interview technique and analyzed by SPSS packet program. Continuous variables, median±standard deviation and categorical variables were given as percentage. In evaluation of the data, Mann-Whitney U test, Kruskal-Wallis Variance Analysis, Paired Samples t Test, Chi-Square Analysis, Difference Between Two Means Significance Test or One-Way ANOVA were used. HAD – Anxiety point mean was found as 8,05±2,45 and HAD – Depression point mean was found as 6,24±2,43. The mean total score was 47,18±5,42 on the Scale of Patient Perception of Hospital Experience with Nursing. There was a statistically significant difference between hospital day and HAD A scale score (p<0,05). There was a significant difference between health

insurance and number of chronic diseases and HAD D scale point average (p<0,05). There was a significant difference between PPHEN score according to

whether the patients were informed about the services they had and the procedures performed by the nurses (p<0,05). There was a very weak correlation between HAD A Scale averages and PPHEN scores of patients (p=0,008). When the scales used were evaluated according to the cut-off scores, the caregivers' perception was moderate and their anxiety and depression scores were low. In conclusion, it is suggested that nurses evaluate the anxiety and depression scores of patients with screening tests and plan and apply appropriate nursing care considering emotional situations.

Key words: Chronic disease, Anxiety, Depression, Nursing care, Patients’ perceptions.

(8)

TEŞEKKÜR

Tezin planlanmasında, düzenlenmesinde, sonuçların yorumlanmasında ve yüksek lisans eğitimim süresince desteklerini, özverilerini ve bilgilerini esirgemeyen tez danışmanım Prof. Dr. Nevin KUZU KURBAN’a

Araştırmanın istatiksel değerlendirmesinde yardımcı olan Biyoistatistik Anabilim Dalından Arş. Gör. Hande ŞENOL’a

Tez çalışmam sürecinde yardımlarını esirgemeyen ve kritik yorumlarını paylaşan hocalarım Prof. Dr. Mağfiret KAŞIKÇI’ya ve Yrd. Doç. Dr. Gülay İPEK ÇOBAN’a,

Araştırmanın uygulanmasına olanak sağlayan Pamukkale Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkez Müdürlüğüne, araştırmaya katılmayı kabul eden hastalara,

Ve beni bugünlere getiren, tüm hayatım boyunca her koşulda yanımda olan canım annem Gülcan BULDAN’a, babam Mehmet BULDAN’a ve tüm dostlarıma teşekkürlerimi sunarım.

(9)

İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET ... v ABSTRACT ... vi TEŞEKKÜR ... vii İÇİNDEKİLER DİZİNİ ... viii TABLOLAR DİZİNİ ... xi

SİMGE VE KISALTMALAR DİZİNİ ... xiii

1. GİRİŞ ... 1

1.1. Amaç ... 4

2. KURAMSAL BİLGİLER VE LİTERATÜR TARAMASI ... 5

2.1.Kronik Hastalıklar ve Önemi ... 5

2.1.1. Kronik hastalık kavramı ... 6

2.1.2. Kronik hastalık algısı ... 7

2.1.3. Kronik hastalıklara uyum süreci... 9

2.2. Kronik Hastalıklara Bağlı Anksiyete ve Depresyon ... 10

2.2.1. Kronik hastalıklarda anksiyete ... 12

2.2.2. Kronik hastalıklarda depresyon ... 13

2.3. Hemşirelik ve Bakım ... 14

2.3.1. Hemşirelik bakımı ... 15

2.3.2 Hastaların bakım algısı kavramı ... 16

(10)

2.3.4. Hemşirelikte bakım kalitesi ... 19

2.3.5. Hastaların bakım algısını etkileyen faktörler ... 20

2.4. Hemşire Hasta İletişimi….……….………….………24

2.5. Araştırma Soruları ... 26

3. GEREÇ VE YÖNTEMLER ... 27

3.1. Araştırmanın Şekli ... 27

3.2. Araştırmanın Yapıldığı Yer ve Özellikleri ... 27

3.3. Araştımanın Evreni ve Örneklemi ... 28

3.4. Araştırmanın Etik Yönü ... 28

3.5. Araştırmanın Bağımlı ve Bağımsız Değişkenleri ... 28

3.6. Araştırma Dahil Edilme Kriterleri ... 28

3.7.Verilerin Toplanması ... 29

3.7.1. Veri Toplama Araçları ... 29

3.7.1.1. Kişisel Bilgi Formu ... 29

3.7.1.2. Hastanın Hemşirelik Bakımını Anlayışı Ölçeği (HHBAÖ) ... 29

3.7.1.3. Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HAD) ... 30

3.8. Verilerin Değerlendirilmesi ... 31

3.9. Araştırmanın Sınırlılıkları ... 31

4. BULGULAR ... 32

5. TARTIŞMA ... 48

5.1. Olguların Sosyo-Demografik,Klinik ve Hastalık Özeliklerine Göre HAD A Puanlarının Karşılaştırılması ... 48

5.2. Olguların Sosyo-Demografik,Klinik ve Hastalık Özeliklerine Göre HAD D Puanlarının Karşılaştırılması ... 52

(11)

5.3. Olguların Sosyo-Demografik,Klinik ve Hastalık Özeliklerine Göre HHBAÖ Puanlarının Karşılaştırılması ... 56 6. SONUÇLAR ... 61 6.1. Sonuçlar ... 61 6.2. Öneriler ... 62 7. KAYNAKLAR ... 64 8. ÖZGEÇMİŞ ... 75 9. EKLER

Ek-1.Pamukkale Üniversitesi Sağlık Araştıma ve Uygulama Merkezi Merkez Müdürlüğünden Kurum İzni

Ek -2. Pamukkale Üniversitesi Girişimsel Olmayan Tıbbi Etik Kurul Onayı Ek-3.Tez İsim Değişikliği ile İlgili Pamukkale Üniversitesi Girişimsel Olmayan Tıbbi Etik Kurul Onayı

Ek- 4.Sağlık Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü Tez Onayı Yönetim Kurulu Kararı Ek- 5. Sağlık Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü Tez İsim Değişikliği Onayı Yönetim Kurulu Kararı

Ek- 6.Bilgilendirilmiş Gönüllü Olur Belgesi Ek-7.Kişisel Bilgi Formu

Ek-8. Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HAD)

(12)

TABLOLAR DİZİNİ

Sayfa Tablo 4.1 Olguların sosyo-demografik özellikleri………..……….………...32 Tablo 4.2 Olguların klinikleri ve hastalıkları ile ilgili tanımlayıcı bilgiler…….……….34 Tablo 4.3 Olguların sosyo-demografik özelliklerine göre HAD A ölçeğinden aldıkları puan ortalamaları ………..………...…….36 Tablo 4.4 Olguların klinik ve hastalık özelliklerine göre HAD A ölçeğinden aldıkları puan ortalamaları ………..………..……….…….……….38 Tablo 4.5 Olguların sosyo-demografik özelliklerine göre HAD D ölçeğinden aldıkları puan ortalamaları……….………. ………...………...40 Tablo 4.6 Olguların klinik ve hastalık özelliklerine göre HAD D ölçeğinden aldıkları puan ortalamaları………..………..……….…………42 Tablo 4.7 Olguların sosyo-demografik özelliklerine göre HHBA ölçeğinden aldıkları puan ortalamaları ……….….……….……….………44 Tablo 4.8 Olguların klinik ve hastalık özelliklerine göre HHBA ölçeğinden aldıkları puan ortalamaları ……….……….……….….46 Tablo 4.9 Olguların HAD A ve HAD D ölçek puanlarıyla HHBA ölçeğinden aldıkları puan ortalamaları arasındaki ilişki ……….………..…….……...……47

(13)

SİMGE VE KISALTMALAR DİZİNİ

DM………….Diyabetes Mellitus

HAD-A……...Hastane Anksiyete Depresyon-Anksiyete HAD-D……...Hastane Anksiyete Depresyon-Depresyon HHBAÖ…….Hastaların Hemşirelik Bakım Algısı Ölçeği

ICN…………International Council of Nursing: Uluslararası Hemşirelik Konseyi KBY……….. Kronik Böbrek Yetmezliği

KOAH………Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı Max…………Maksimum

Min………….Minumum S.S………….Standart Sapma

(14)

1. GİRİŞ

Hemşirelik, birey, aile ve toplumun sağlığını koruma, geliştirme ve hastalık durumunda iyileştirme ya da yetersizlikleri ile baş etmesine yardımı amaçlayan, bilim ve sanattan oluşan bir sağlık disiplinidir (Ulusoy ve Görgülü 2001). Hemşirelik bilim ve sanatının odağını, sağlıklı/hasta bireye yönelik bakım oluşturur. Bakım, hemşirelik mesleğinin varoluş nedeni ve önemli bir yapı taşıdır (Acaroğlu 2003). Hemşireliği diğer mesleklerden ayıran en önemli ve bağımsız rolü bakım kavramıdır. Bu kavramla ilgili olarak; Dinç (2010); bakımın hemşirelik alanında üzerinde en çok tartışılan ve hemşirelik uygulamalarında hemen her gün kullanılan bir terim olmasına karşın, hemşirelik literatüründe bakım kavramı konusunda üzerinde uzlaşılmış ortak bir tanımının olmadığını belirtmektedir.

Hasta bakım kavramı genellikle hemşirelik bakımından memnuniyet ile birlikte kullanılan bir kavramdır. Irurita (1999), hastaların hemşirelik hizmetlerini algılama düzeylerinin geniş ölçüde hastanın sosyal durumuna, yaşına, eğitim düzeyine, kültürel geçmişine ve etnik yapısına bağlı olduğunu, aynı zamanda hemşirelerden aldıkları destek, hemşirelerin onlara gösterdiği saygı, sorularına açık ve doğru yanıt vermeleri, hastaların her zaman hemşireye ulaşabilmesinin memnuniyet için önemli göstergeler olduğunu belirtmektedir. Hastaya özel hemşirelik bakımının verilmesiyle, hastaya kendisinin değerli olduğu hissettirilerek, kaliteli bir bakım almasının sağlanacağı düşünülmektedir. Ardahan (2006); başkaları tarafından sevildiğini, sayıldığını, gerektiği zaman yardım bulacağını, ilişkilerinin doyum verici olduğunu düşünen kişinin algıladığı desteğin daha fazla olduğunu; Aksüllü ve Doğan (2004) bireyin hissettiği ve algıladığı desteğin birey için daha yararlı olduğunu belirtmektedir. Kaya (2011) hemşirelerin empatik beceri düzeyleri ile hastaların hemşirelik bakımını algılayışlarını karşılaştırdığı bir çalışmada; hastaların hemşirelik bakımı ile ilgili kararlarda fikirlerinin alınmasının hemşirelik bakım algısını etkilediği sonucuna varmıştır. Algıer vd (2005)’nin çalışmasında; hasta ve hemşirelerin, hemşirelik girişimlerini algılamalarında farklılıklar olduğunu, bu farklılıkların hemşirelerin fizyolojik

(15)

girişimleri, hastaların ise davranışsal girişimleri daha önemli bulmasından kaynaklandığını saptamışlardır.

Hemşireler, hastaların tanı/tedavi işlemleri sırasında durumdan nasıl etkilendiğini yakından gözlemleme şansına sahip olan sağlık çalışanlarıdır (Demir vd 2000). Hastaneye yatış hasta ve hasta ailelerinin anksiyete ya da kriz yaşamalarına neden olabilir (Ertem ve Ay 2008). Kronik hastalıkları olan bireylerin destekleyici kaynaklarının yetersiz olması, bireylerin kendilerini yalnız ve çaresiz hissetmesine neden olur, dolayısıyla bu durumun bireylerde anksiyete ve depresyon için önemli bir risk faktörü ile karşı karşıya olduğunu düşündürmektedir. Özellikle hastaneye yatan kronik hastalıkları olan bireylerde sık sık hastaneye yatmanın, günlük yaşam aktivitelerini kısıtladığı ve yaşam kalitesini olumsuz etkilendiği göz önünde bulundurulursa, hemşirenin bireyi desteklemedeki rolü daha net fark edebilebilir.

Yatan hastalarda ortaya çıkan anksiyete ve depresyon gibi emosyonel tepki ve değişiklikler, tedaviye uyumda güçlüklere neden olması, hastalık seyrini etkilemesi, ileri psikiyatrik bozukluklara neden olması ve sağlık personeli ile ilişkilere yansımaları açısından izlenmesi ve müdahale edilmesi gereken önemli bir konudur (Özkan 1993, Kocaman 2006). Boztaş ve Arısoy (2010); fiziksel hastalıklara eşlik eden depresyonun, hastanın tedaviye uyumunu, hastalığın prognozunu, morbidite ve mortalitesini olumsuz yönde etkilediğini vurgulamıştır. Hochlehnert vd (2007); kronik fiziksel hastalığı olanlarda yaşam boyu ruhsal bozukluk yaygınlığını %42 olarak bulmuşlardır. Bedensel hastalık nedeniyle hastanede yatan hastalarda en sık görülen psikiyatrik tanılar arasında depresif bozukluklar %9,6-44,6 arasında saptandığı belirtilmiştir (Aslan vd 2003). Cerrahi kliniklerinde yatan hastaların %49,2’sinin depresyon ve %36,0’sının ise anksiyete bozukluğu riski altında olduğu bildirilmiştir (Okanlı vd 2006). Canan vd (2008) yatan hastalarda yaptıkları çalışmada en sık psikiyatri konsültasyonu isteyen bölümlerin iç hastalıkları (%24,2), göğüs hastalıkları (%15,2) ve beyin cerrahisi (%13,6) olarak sıralandığını tespit etmişlerdir. Bu çalışmaların sonuçlarından, bireylerin hastalıklara verdiği duygusal tepkiyi gözlemlemede hemşirelere önemli bir rol düştüğünü, psikiyatri servisleri dışında çalışan hemşirelerin de servislerde yatan hastaların verdiği duygusal tepkiyi bakım uygulamaları sırasında gözlemlemesi gerektiği sonucuna varılabilir.

Hasta memnuniyeti ile ilgili yapılan çalışmalar olduğu gibi (Akın ve Erdoğan 2007, Arslan 2009, Aytar ve Yeşildal 2004, Tükel vd 2004), hastanın hemşirelik bakım algısı ile bakım algısını etkileyen faktörler konusunda da çalışmalara rastlanmıştır (Dozier vd 2001,

(16)

Çoban 2006, Kaya 2011, Aydın 2014, Yiğitbaş ve Deveci 2014, Göktaş vd 2015). Hastaların kronik hastalığının olması durumu ile Hastanın Hemşirelik Bakımını Algılayışı Ölçeği (HHBAÖ) puan ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel açıdan anlamlı bulunduğu (Aydın 2014, Çoban 2006, Çoban ve Kaşıkçı 2008) ve kronik hastalığı olmayan hastaların, olanlara göre hemşirelik bakımından daha memnun oldukları saptanmıştır (Çoban 2006, Çoban ve Kaşıkçı 2008).

Kaya (2011) çalışmasında hemşirelerin iletişim ve empatik beceri düzeyleri ile hastaların hemşirelik bakımını algılamaları arasındaki ilişkiyi karşılaştırmıştır. Çalışmada 60 yaş ve üzerindeki hastaların hemşirelik bakımı algısı diğer hastalara göre daha yüksek düzeydedir. Hastayla ilgili karar alınırken her konuda görüşü alınan hastaların hemşirelik bakım algısı, bazı konularda görüşü alınan ve kararları daha çok hemşirelerin verdiği hastaların bakım algısından yüksek olduğu ve muayene olurken, bakımı yapılırken hastaların mahremiyetine gösterilen özenin, hastaların hemşirelik bakım algısını etkilediği belirtilmektedir.

Geçkil vd (2008) tarafından hastaların hemşirelik bakımından memnuniyet düzeylerini değerlendirmek amacıyla yapılan çalışmada, hastaların hemşirelik bakımına yönelik en yüksek düzeyde memnuniyet ifade ettikleri alanların hemşirelerin mahremiyete gösterdikleri saygı, işlerindeki becerileri ve serviste hastalara tanınan serbestlik miktarı olduğu görülmektedir. Hastaların bakımdan en düşük düzeyde memnuniyet ifade ettikleri alanların ise hemşirelerin hastaların endişe ve korkularını dinleme biçimi, hastaları evlerindeymiş gibi hissettirme ve hastaların akraba ve arkadaşlarını rahatlatma biçimi olduğu görülmüştür. Hastaların hemşirelik bakımından orta düzeyde memnun oldukları bulgusu hasta memnuniyetinin geliştirilmesi gerekliliğine kanıt oluşturmaktadır. Hastaların hemşireler tarafından endişe ve korkularının dinlenme biçiminden memnun olmamaları, hemşirelik bakımında hastaların manevi desteğe verdikleri önemi göstermektedir.

Yetişkin (2008) tarafından yapılan çalışmada ise, hemodiyaliz programında yer alan kronik böbrek yetmezliği (KBY) olan hastalarda yeti yitimi, depresyon ve anksiyete birlikteliğinin ortaya çıkarılması ve diğer parametrelerle ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. HAD-A ve HAD-D ile yapılan çalışmada, KBY grubunun kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek anksiyete ve depresyon riski taşıdığı bulunmuştur. KBY grubunda 75 hastadan %35,7’sinin depresyon, %25,3’nün anksiyete riski taşımasına rağmen, psikiyatrik hastalık tanısı almış olanların sadece 4 kişi olduğu belirtilmiştir.

(17)

Hacıhasanoğlu vd (2010) tarafından yapılan çalışma, bir sağlık ocağına herhangi bir nedenle başvuran kronik hastalığa sahip bireylerin, depresyon ve anksiyete düzeylerini belirlemek amacı ile yapılmıştır. Çalışma sonucuna göre yaş ve cinsiyetin, anksiyete puan ortalamasını; yaş ve eğitim durumunun ise depresyon puan ortalamasını istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde etkilediği belirlenmiştir.

Mehel Tutuk vd (2014)’ de yapılan araştırma Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) tanısı ile hastaneye sık başvuran hastaların anksiyete ve depresyon düzeylerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırma sonucuna göre hastaların yaşı ve sosyal güvence durumu ile depresyon arasında, hastaların yaşadıkları kişi, hastalık suresi, KOAH nedeni ile hastanede yatma durumu ile anksiyete arasında anlamlı yüksek bir farkın olduğu saptanmıştır.

Yapılan bu çalışmalarda hemşirelik bakımı algısı ayrı (Çoban, 2006; Geçkil vd 2008, Çoban 2010, Kaya 2011), kronik hastalıklarda anksiyete ve depresyon düzeyleri ayrı kavramlar olarak ele alınmıştır (Yetişkin 2008, Hacıhasanoğlu vd 2010, Mehel Tutuk vd 2014). Hastanın anksiyete ve depresyon puanları ile bakım algısı arasındaki ilişkiyi birlikte inceleyen çalışmaya rastlanmamıştır.

1.1. Amaç

Bu araştırmada, hastanede yatan kronik hastalıkları olan olguların anksiyete ve depresyon puanları ile bakım algısı arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır.

(18)

2. KURAMSAL BİLGİLER VE LİTERATÜR TARAMASI

2.1. Kronik Hastalıklar ve Önemi

Kronik hastalıklar uzun dönemli hastalıklar olması sebebiyle, hastalığa yakalanan bir kişi hastalığı ile uzun yıllar boyunca yaşamak zorundadır. Bu yaşam süreci içinde bireylerin var olan hastalıklarına başka kronik hastalıklarda eklenebilir (Bilir 2006).

Bütün bunların sonucunda; yaş ilerledikçe kronik hastalıkların görülme sıklığı artmaya başlar. Örneğin, ülkemizde 65 yaş ve üzeri yaşlı nüfusun %90’nında bir, %35’inde iki, %23’ünde üç, %15’inde dört ve dörtten daha fazla kronik sağlık sorunu bulunmaktadır. Türkiye genelinde hastaneye yatış oranı %17,3 civarında iken, yaşlılarda bu oran kronik hastalıkların da varlığıyla birlikte %31’e çıkmaktadır (Aslan vd 2014).

Kronik hastalıklar, günümüzde sağlık sisteminde değerlendirilmesi gereken güncel ve önemli sağlık sorunları arasında sayılmaktadır (Akdemir ve Birol 2003). Kronik hastalıklar yaşlıların günlük yaşam aktivitelerini yerine getirmesini negatif etkileyip, yaşam kalitelerini düşürmekte ve bakım sorunlarına neden olmaktadır. Yaşlıların fiziksel yetersizlikleri, ağrıları, kanser, kardiyovasküler hastalıkları, bilişsel bozuklukları, azalmış yaşam beklentileri ve sosyal izolasyon gibi sorunları yaşlılara özel sağlık sorunları olmasa da, sık görülen sağlık problemleri olduğu belirtilmiştir (Güler vd 2009).

Yaşları 65-79 arasındaki yaşlıların %11,5’nin hareket etme, banyo, giyinme, tuvalet ve yemek yeme gibi günlük yaşam aktivitelerinde yardıma gereksinimi vardır. Osteoartrit ve diğer romatizmal hastalıklar, 65 yaş ve üzeri yaş grubunun %50’sinde görülür. Bu sorunlar yaşlılarda işlevsel yetersizliğe neden olmaktadır. Ayrıca duyu kayıpları, kalp hastalıkları, kırıklar, hipertansiyon, diyabet, kanser gibi kronik hastalıklar da günlük yaşantıyı etkilemektedir (Güler vd 2009).

Kronik hastalıklar yaşlı popülasyonunda önemli morbitide ve mortalite sebebidir. Doğal olarak özellikle üçüncü basamak hastanelerin dâhiliye kliniklerde kronik hastalığı olan yaşlılar gittikçe artmaktadır (Akgün vd 2004).

(19)

2010’ da tüm sağlık harcamalarının %86’sı bir ya da daha fazla kronik hastalığı olan bireyler için yapılmıştır. Bulaşıcı olmayan hastalıklar her yıl 38 milyon kişinin ölmesine neden olmaktadır. Bu ölümlerin yaklaşık üçte biri düşük ve orta gelir düzeyindeki ülkelerde gerçekleşmektedir ve bu ülkelerde 70 yaştan önce ölümlerin %82’sinden bu hastalıklar sorumludur (Ovayolu ve Ovayolu 2016).

Bu sebeple kişileri; yaşlılık dönemi hastalıklarından koruyup daha sağlıklı bir yaşam dönemi geçirmeleri sağlanmalıdır. Bireyler için hayat boyunca kronik hastalıklardan koruyan uygulamalar ile birlikte bu konuyla ilgili sağlık eğitim programlarının devam ettirilmesine dikkat edilmelidir (Özer 2001).

Bunlara rağmen çeşitli sebeplerle herhangi bir kronik hastalığa yakalanmış bireyler olduğunda, kendilerine verilecek rehabilitasyonda yaşlı bireylerin olası en yüksek bağımsızlık düzeyine ulaşması sağlanıp, mümkün olduğu kadar günlük yaşam aktivitelerini yerine getirebilme yeteneği yeniden kazandırılmalıdır. Özellikle, 85 yaş üzeri yaşlıların %40’ının günlük yaşam aktivitelerinde yardıma gereksinim duyduğu belirtilmektedir (Fadıloğlu ve Tokem 2004).

Gelişmiş ülkelerin geçmişine bakıldığında; sağlık ve sağlıklı birey yetiştirme konusunun ön planda olduğu görülmektedir. Çünkü beden ve ruh sağlığı sağlam olan bireylerin topluma katkısı daha fazladır ve toplumun gelişimi için daha fazla katkı sağlayabilirler. Sağlığın bu kadar değerli olduğu bir dünyada; gelişmiş ülkelerde sağlık kuruluşlarına ve sağlık personeli yetiştirilmesine verilen önem giderek artmaktadır (Gültekin ve Baran 2005).

2.1.1. Kronik hastalık kavramı

Beklenen yaşam süresinin uzaması, doğurganlığın azalması, enfeksiyon hastalıklarının kontrol altına alınması, yaşam koşullarının değişmesi toplumların yaşlanmasına neden olmuştur. Toplumların yaşlanması ile birlikte hastalık örüntüleri değişmiş kronik ve dejeneratif hastalıklar nedeniyle ölümler ve sakatlıklar artmaya başlamıştır (Mollaoğlu 2007). Kronik hastalıklar, insanların en verimli dönemini kapsayan yirmi, altmış dört yaş grubundaki ölümlerin önemli bir bölümünü oluşturmakta ve dünyada giderek artmaktadır (Beaglehole vd 2008).

Yaşlı popülasyonunun çoğalması ve kronik hastalıkların artışı nedeniyle bakıma muhtaç bireylerin sayısında da artış olmuştur. Kronik hastalıkların bakımı için özel eğitim

(20)

gerektiren sağlık personeline, bakım için uzun bir zamana ve bütçeye ihtiyaç vardır. Yaşlıların hastanede yatarak uzun süre tedavi edilmesinin ülkelere getirdiği maddi yük, nüfusun hızla çoğalması, kişi başına düşen hastane yatak sayısında azalmaya, hastada hastaneye yatış ile ilgili birçok fiziksel, psikolojik ve sosyal sorunlara neden olabilmektedir (Bahar ve Parlar 2007).

Kronik hastalıklar, uzun dönemli, kendiliğinden iyileşme olmayan, karmaşık, toplum üzerindeki etkileri ve kendi arasında nedenleri bakımından çeşitlilik gösteren ve bazıları ölüme sebep olurken bazıları işlev kaybı oluşturan hastalıklardır (Beaglehole vd 2008).

Dünya Sağlık Örgütü kronik hastalığı “uzun süren ve yavaş ilerleme gösteren hastalıklar” olarak ve kronik durumu ise “birkaç yıl veya on yıl boyunca sürekli bakıma ihtiyaç duyulan sağlık sorunları” olarak tanımlar. Bulaşıcı olmayan hastalıklar bir enfeksiyon ajanından kaynaklanmayan genetik yatkınlık, yaşam tarzı veya çevresel maruziyetten kaynaklanan hastalıklar olarak da tanımlanır (Akın ve Durna 2012).

Kronik hastalıklar hastanın organ fonksiyonlarını yerine getirmede kapasitesini tehdit eden, gözlenebilen, hissedilebilen değişikliklere neden olan uzun süreli, kendiliğinden geçmeyen ve genellikle tam tedavi edilmeyen hastalıklar grubu olarak aktarılmıştır (Hacıhasanoğlu vd 2010).

Diğer bir tanıma göre; kronik hastalık, ‘normalden sapma veya bozukluk gösteren, kalıcı yetersizlik bırakabilen, geriye dönüşü olmayan, patolojik değişiklikler sonucu oluşan, hastanın rehabilitasyonu için özel eğitim gerektiren, uzun süre bakım, gözetim ve denetim gerektireceği beklenen durum’ olarak tanımlanmaktadır (Gültekin ve Baran 2005).

Kronik hastalığı olan bireylerin yaşam biçimlerindeki değişiklikler, tanı, tedavi ve kontrollere yönelik olarak yapılan inceleme ve uygulamalar bireylerde; yorgunluk, bezginlik, bıkkınlık, isteksizlik, mutsuzluk, yaşamdan zevk alamama, sorumluluklarını yerine getirmede aksama, depresyon, öfke, sağlık sorunlarını sekonder kazanç aracı olarak kullanma, sağlığını algılama değişikliği, tedaviyi reddetme ya da bırakma gibi duygulara ve davranış değişikliklerine neden olabilmektedir (Akdemir ve Birol 2003).

2.1.2. Kronik hastalık algısı

Fiziksel hastalığın tıbbi belirtileri, bulguları ve tanısının yanında, kişinin hastalığını algılama biçimi hastalığın tıbbi ve psikolojik süreci ve sonuçları üzerinde etkilidir (Kocaman vd 2007). Çalışma sonuçları; herhangi bir kronik hastalığın varlığında, kişilerin yaşam

(21)

aktivitelerini yerine getiremediğini, hastalığın oluşturduğu güçsüzlük, halsizlik ve oluşturduğu belirtiler, hastaneye tekrarlayan yatışların olmasıyla tedavi süresinin uzaması, sık kontrollerin olması, tıbbi cihazlara bağlanma, çoklu ilaç alımları ve bu ilaçların oluşturduğu yan etkilerle kişilerin bedensel durumlarında harabiyet ve sonucunda da yaşam kalitesinde bozulmaya neden olmaktadır. Ayrıca bu hastalıkların kişilerin yaşantılarına sınırlama getirip kontrollerini kaybettirdiğini, bağımsızlıklarını yitirdiklerini, sosyal statü ve rollerinde değişiklik oluşturup kendilerine güvenini ve gelecekteki planlarından da vazgeçmelerine neden olmaktadır (Mollaoğlu 2007).

Bunların yanında; hastanede uzun süre yatan bireylerde tedavilerinin riskli ve ağır seyretmesi sonucu hastalarda ölüm korkusu ve psikolojik davranış problemleri ortaya çıkabilmektedir (Gültekin ve Baran 2005). Hastalığın belirtileri, yapılan tedavilerin oluşturduğu sıkıntılar, başkalarına bağımlı kalma korkusu, beden imajında bozulma olacağı endişesi hastaların fiziksel, bilişsel ve duygusal fonksiyonlarını ve yaşantısını etkiler (Gündüz 2014).

Hastalığın algılanışı, hastalıkla ilgili daha önce yaşanılan deneyimler ile bütünlük kazanır. Hastalığın algılanışı ve belirtileri bireylere göre değişmekle beraber hastalıklara yüklenen anlamda farklılık gösterebilir. Hastalar deneyimleri, var olan bilgileri, değerleri, inançları ve gereksinmeleri doğrultusunda hastalıklarını açıklamaya çalışırlar (Acehan 2010).

Kronik hastalığı olan bireylerde, hastalıklara ilişkin inançlar, algılamalar, duygusal ve davranışsal tepkiler, hastalıkla baş etme biçimleri, ruhsal bozukluk gelişiminde ve yaşam kalitesini belirlemede önemli unsurlardır. Kendi yaşamındaki olayların sorumluluğunu üstlenmenin psikolojik ve fiziksel iyi oluşla ilişkili olduğu ve bu kişilerde daha az ruhsal belirti görüldüğü de belirtilmektedir (Çevik ve Ersoy 2009).

Williams ve Healy, hastalık algısıyla başa çıkmayı, hastanın verilen bakımın ne boyutta kullandığına ve sonucunda oluşan etkileri değerlendirmeye bağlı olduğunu belirtmiştir (Williams ve Healy 2001). Hasta kendi kendini yönetebilme becerisiyle, hastalık algısını olumlu olarak değerlendirip, kronik hastalığın sebep olduğu duygusal durumla baş eder ve yaşadığı stresin üstesinden gelebilme becerisi edinir (Acehan 2010).

Hasta yaşam tarzını hastalığın tipine ve gidişine göre düzenleyip yaşam kalitesini arttırır. Böylece hastalığın daha yavaş seyredip yıkıcı sonuçlar oluşturmasını engellemiş olur. Kronik hastalığı olan bireyler yaşam biçimlerini hastalığa göre düzenlemek zorunda kalırlar. Diyet yapıyorsa öğün sayılarını ve içeriğini ayarlamak; diyaliz gibi özel bir tedavi

(22)

şekli söz konusu ise tedavi sürecine bağlı olarak işini, evini ya da ev düzenini değiştirmek durumunda kalabilirler (Tekin 2007).

Tedavi merkezlerine bağımlı olmak, diyet yapmak, sürekli ilaç kullanmak bunun yanında birçok kısıtlamanın olması kişide anksiyete ve depresyon oluşumuna neden olur. Bu sebeple hastalığın algılanışı ve sorunların anlaşılması ile uygun girişimlerin planlanması sağlanmalıdır (Karabulutlu ve Okanlı 2011). Hastaların bazıları hastalıklarını olumsuz algılayıp bağımsızlıklarının kısıtlandığını belirtmişlerdir. Bu negatif algılama hastalarda psikolojik sorunların daha yoğun yaşanıp mutsuzluk ve depresyona neden olmaktadır (İbrahim vd 2011).

Hastalığın algılanmasında hastalıkla ilgili bireysel algıların yanı sıra, kültürel yatkınlıklar da önemlidir. Hastalık nedenleri genel olarak değerlendirildiğinde; Türk toplumunda kültürün bir yansıması olarak hastalıkların nedenlerinin genellikle stres, sıkıntı ve endişeye bağlanıldığı görülmektedir (Karabulutlu ve Okanlı 2011).

Hastanın ruhsal durumu, hastalığın seyrini önemli ölçüde etkilemektedir. Bireylerin sosyal ve psikolojik yaşantısını etkileyen kronik hastalıkların etkisi yaşa ve bireysel özelliklere göre değişiklik göstermektedir (Gültekin ve Baran 2005).

2.1.3. Kronik hastalıklara uyum süreci

Hastalar var olan kronik hastalıklarının yaşamları boyunca süreceğini bilmeleri hastaların uyum sürecini olumsuz etkilemektedir. Ayrıca bütün bunların yanında fiziksel, psikolojik, sosyal ve ekonomik sorunları da beraberinde getirmektedir. Hastalığın varlığı kişilere belli kurallara uyma zorunluluğu getirmektedir. Sahip oldukları yaşam tarzını değiştirmeye zorlamaktadır (Boulth ve Karm 2008, Schoen vd 2010, Hançerlioğlu 2014).

Kronik hastalığın devamlılığı, hastanın yaşı, cinsiyeti, mesleği, eğitim durumu, medeni durumu, fiziksel çevresi, sosyal hizmet olanakları, ekonomik durumu, alabileceği kurumsal veya resmi destek hizmetleri, sosyal destek sistemleri (aile, komşu, akraba gibi), hastalığa uyum sürecinde ve hastalığın yarattığı sonuçlarda önemli etkileri olan faktörlerdir (Schoen vd 2010, Hançerlioğlu 2014).

Kronik hastalığa uyum sağlamanın yaşam kalitesi ve yaşam biçimi değişikliklerinde pozitif etkisi vardır. Eğitim seviyesi ile hastalığa uyum süreci arasında ise olumlu bir ilişki vardır. Yüksek eğitim düzeyi hastalığa uyumu kolaylaştırmaktadır. Kronik hastaların hastalığa uyumsuzluğu hastaneye daha sık yatmasına, iş ve meslek yaşantısında

(23)

olumsuzluklara neden olmaktadır. Hastalığa uyumun sağlanmasında ise sosyal desteğin önemli bir rolü vardır (Ovayolu ve Ovayolu 2016).

Kronik hastalığa uyum süreci üç aşamada incelenir bunlar; fizyolojik uyum, psikolojik uyum ve sosyal uyumdur. Psikolojik uyum hastanın yaşamında elde ettiği kazançlar, kayıplar, mücadelelerle ilişkili biyolojik ve psikolojik boyutları olan bir süreçtir. Psikolojik uyum teşhis ve tedavi için hastaneye yatma, hastalığın kötüleşmesi, tedavilerin yetersizliği ve öz bakım kaybı ile ilgili istek ve değişimlere bağlıdır. Hasta için çok stresli olan bu süreçte özellikle hastalık kötüleştikçe, depresyon görülebilir. Hasta ve ailesi rollerini, beklentilerini ve yaşam hedeflerini yeniden tanımlamak durumunda kalır (Karadakovan ve Eti Aslan 2014).

2.2. Kronik Hastalıklara Bağlı Anksiyete ve Depresyon

Bireyin beden sağlığının bozulması, kişinin olduğu kadar ailenin yaşamını da değiştirir, yaşam dengesini sarsar ve yeni zorlu durumlar oluşturur. Bu yeni durumun üstesinden gelebilmek için gerek birey gerekse ailesi uyum sağlayıcı tüm mekanizmaları kullanırlar. Sağlığın bozulması gibi zorlayıcı bir yaşam deneyimi ile başa çıkma sürecinde birçok insan duygusal bir gerginlik yaşar (Sayıl vd 2000).

Hastanın durumuna ilişkin yaşadıkları, hastalığına ilişkin bilgi eksikliği, yakınlarından uzakta olmasıyla yalnızlık ve destek azlığı gibi etkenler hastane ortamında kriz oluşturucu potansiyele sahiptir. Bu da yatan hastanın gerek tedavisine gerekse tedavi ekibine karşı çeşitli olumsuz davranış ve tutumlar göstermesini açıklayabilir (Sayıl vd 2000).

Hastaneye yatma zorunluluğu, kişiler için stres ve kaygı oluşturan bir tecrübedir. Bireyin hastaneye yatması demek, her zaman yaptığı alışkanlıklarından ve düzeninden vazgeçmesi demektir. Birey, ailesi ve çevresinden ayrılıp, daha öncesinde var olan anne, baba, kardeş vb. rollerinden çıkıp yerine hasta rolünü üstlenir. Birey eskisi gibi bağımsız değildir ne zaman uyuyacağına ve ne yiyeceğine o karar veremez. Hastane ortamına ve çevresine yabancıdır. Kişinin tanı, tedavi ve bakımıyla ilgili kararları onun adına sağlık personelinin aldığı bildirilmektedir (Tunçay ve Uçar 2010).

Kişilerin yaşamının ve faaliyetlerinin sınırlanması çaresizlik, öfke duygularını ve hüznünü arttırır. Çaresizlik, sakatlanma, organ kaybı, kronik hastalık tanısında sıklıkla

(24)

rastlanılan bir tepkidir. Bir başka sık rastlanan tepki anksiyetedir. Hastanın kontrolünde olmayan tıbbi işlemler bireyin anksiyetesini şiddetlendirir. Bireyin önemli yaşam hedeflerine ulaşması engellenmiştir. Engellenmiş bireyler ise genellikle öfkelidir. Anksiyete, engelleme ve öfke etkinlik düzeyinde bir artışa yol açacaktır (Sayıl vd 2000).

Fiziksel, psikolojik ve sosyal işlevselliği bozması ve hastalığa uyum ve iyileşme sürecine olumsuz etki etmesi nedeniyle, bedensel hastalığı olan kişilerdeki psikiyatrik bozuklukların tanınması ve etkin tedavisi büyük önem taşımaktadır (Yazıcı vd 2003).

Wells ve arkadaşları kronik tıbbi bozukluğu olan hastaları incelemişler ve bu kişilerde %41 oranında daha fazla psikiyatrik bozukluk görüldüğünü bildirmişlerdir (Wells vd 1998, Cavanaugh vd 2001). Bu hastalarda görülen depresyon belirtilerinin fiziksel hastalık, hastalık için görülen tedavi ve hastane deneyiminden kaynaklandığı anlaşılmıştır. Sonuçta tıbbi hastalığı nedeniyle hastanede yatmakta olan hastalar arasında, hastalığın şiddeti, majör depresif bozukluk tanısının bulunması ve geçmişte depresyon öyküsünün olması hastanede ölümlere yol açan öngörücüler olarak saptanmıştır (Cavanaugh vd 2001).

Hastalık, biyolojik olmakla beraber psikolojik ve sosyal bir olgudur. Bu sebeple hastalar bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Tıbbi hastalığı olan bireylerde sağlıklı olanlara göre daha fazla ruhsal bozukluk görülmektedir. Fiziksel hastalığa eşlik eden ruhsal bozukluk genellikle sağlık personelince atlanmakta ve tedavi edilmemektedir. Fiziksel hastalığı olan kişilere psikiyatri konsültasyonu hizmeti verilmesiyle hem dikkatten kaçan psikiyatrik tanılar azaltılır hem de psikiyatrik hastalık için tedavi olanağı sağlanmış olur. Böylece hastanın hastanede kalış süresi kısalarak, hastane maliyetinin azalacağı belirtilmiştir (Uyar ve Gürgen 2015).

Uyar ve Gürgen’in (2015) çalışmasında dahili branşlardan konsültasyon istenme oranı (%87) cerrahi branşlardan daha yüksek bulunmuştur. Dahili branşlarda birinci sırada dahiliye (%45,5) yer alırken bunu nöroloji (%10,7) ve göğüs hastalıkları (8,6) takip etmektedir.

Yapılan birçok çalışmada benzer sonuçlar elde edilmiştir. Karşıdağ vd (2013) en fazla konsültasyon isteyen bölümleri sırasıyla dahiliye (%37,5), nöroloji (%14,8), göğüs hastalıkları (%12,3); Aslan vd (2003) dermatoloji (%25,8), dahiliye (%13), nöroloji (%9,8); Sarandöl vd (2007) dahiliye (%22), nöroloji (%17,5), dermataloji (%15,1) olarak bulunduğu bildirilmiştir (Uyar ve Gürgen 2015).

(25)

2.2.1. Kronik hastalıklarda anksiyete

Anksiyete bir semptom olarak birçok mental hastalıkta karşılaştığımız bir belirtidir. Anksiyetenin birey üzerinde fiziksel ve mental belirtileri mevcuttur. Anksiyetenin psikolojik belirtileri arasında irritabilite, konsantrasyon zorluğu, sese karşı hassasiyet ve yerinde duramama sayılabilir. Ayrıca hafızanın zayıflaması, otonom sisteme aşırı yoğunlaşma sonucunda kalp atımlarını hissetme ve bunu bir kalp krizi gibi yanlış yorumlama ve buna bağlı algılama çarpıklıkları ve düşünce bozuklukları da ortaya çıkabilmektedir (Özakkaş 2014).

Anksiyete; sevdiklerinden ve aile çevresinden ayrı kalma, yabancı ve alışılmadık bir ortamda olma, hareket kısıtlılığı, sözlü iletişim kuramama, ağrılı işlemlerin sıklığı, ölüm korkusu, fiziksel hastalığın bir bileşeni veya ilaçların yan etkileri gibi psişik ya da organik nedenlerle ortaya çıkabildiği bildirilmiştir (Çınar Yücel 2011).

Anksiyetesi olan kişiler bedensel rahatsızlıklarını felaketleştirerek, nedeni belirsiz ve şüpheli belirtileri ciddi fiziksel hastalıklara atfederler. Anksiyete, aynı zamanda, kişinin kendisine olan ilgisini ve dikkatini arttırarak daha önce de var olan belirtilerin abartılmasına veya daha önce farkında olunmayan duyumların bilinç düzeyine çıkarılmasına neden olur. Deneysel çalışmalarda anksiyetenin, ağrı gibi hoş olmayan duyum ve belirtilerin eşiğini düşürdüğü ve bu duyumlara toleransı azalttığı ortaya konmuştur (Barsky 1992).

Bedendeki rahatsızlıklar altta yatan anksiyetenin görüntüsü ise bu, bedene yönelik ilgiyi ve korkuyla harekete geçen seçici algıları tetikleyip daha fazla anksiyeteye, bunun sonucunda somatik belirtilerin sıklığında ve yoğunluğunda artmaya sebep olur (Sayar 2001). Sağlıklı kontrol grubu ile romatoid artritli bireylerin anksiyete düzeylerinin karşılaştırıldığı bir çalışmada, HAD A puanları romatoid artritli bireylerde anlamlı ve daha yüksek bulunmuştur (Altan vd 2004). KOAH’lı hastalarda yapılan bir çalışmada hastaların %88,9’unda anksiyete belirtileri olduğu saptanmıştır (Korkmaz ve Tel 2010). Kronik hastalık türünün de anksiyete üzerindeki etkisini inceleyen çalışmalara da rastlanmaktadır (Aydemir vd 2015). Anksiyete bozuklukları kronik hastalıkların tedavisini zorlaştırmaları nedeniyle, sağlık hizmetleri ihtiyacını önemli ölçüde artıran önemli bir sağlık sorunudur (Aydoğan vd 2012).

(26)

2.2.2. Kronik hastalıklarda depresyon

Depresyon, kişilerde derin üzüntü, bunaltı gibi duygu durum ile birlikte bulunan, düşünce, konuşma, hareketlerinde yavaşlama, durgunluk, değersizlik, güçsüzlük, isteksizlik, karamsarlık ile fizyolojik fonksiyonlarda yavaşlama ile görülen bir sendromdur (Öztürk 2002).

Fiziksel hastalığa ilişkin umutsuzluk depresyonun gelişmesinde rol oynar. Bireydeki öz saygı azalması, depresyonun gelişmesine zemin hazırlar. Fiziksel hastalık veya hasar durumlarında akut ya da kronik hastalıklarda, organ kayıplarında vücut imajı zedelenir. İş, aile, sosyal yaşam, ilişkileri etkilenir, fonksiyonellikte azalma, kayıp algısı ortaya çıkar (Özkan 2016).

Yaşlılıkta gelişen depresyon tablosu, yaşlanma sürecinin getirdiği biyopsikososyal değişimler bağlamında gençlerden farklılık göstermektedir. Özellikle sosyal bağları zayıflamış, yoksul, yalnız, fiziksel hastalıkları olanlar depresyona daha eğilimlidir (Özen Çınar ve Kartal 2008).

Hastalık süreci beyin işlevlerini bozarak depresyona neden olabilir ya da depresyon, fiziksel hastalık, hastane ortamı, hastalığın etkisi ve yaşantıya getirdiği ya da algılanan sınırlılıklara karşı psikolojik-davranışsal tepkiler ortaya çıkarabilir (Özkan 2016).

Yaşlılık döneminde ortaya çakabilecek fiziksel hastalıklar hem hastalığın depresyona olan etkisi sebebiyle hem de bireylerde yol açabileceği yeti yitimi, kendi kendine yetememe gibi nedenlerden dolayı depresyon gelişimini tetikler. Bununla birlikte özellikle kronik hastalıkların ortaya çıkardığı depresif tablolar, yaşlıların yaşam kalitesini daha da etkileyerek hastalığın şiddetini arttırmaktadır. Bu durumun kişilerin depresyon düzeyini arttıracağı ve tamamen başkalarına muhtaç hale gelmesine sebep olacağı bildirilmiştir (Tamam ve Öner 2001).

Hastanın, hastalığını nasıl algıladığı, baş etme biçimi, çevreden gelecek destek, etkilenen organın sembolik anlamı, algısı hastanın yaşam dönemi, uyum süreci, ego gücü, sosyal çevrenin hastayı ve hastalığı algılayışı önemlidir. Bütün bunlar depresyon gelişiminde önemli rol oynar (Özkan 2016).

Tıbbi hastalarda depresif semptom ve sendromlar yaygın olmakla birlikte çoğunlukla tanınmazlar. Oysaki fiziksel hastalığa eşlik eden depresyon; hastaların uyumunu, tedaviye yanıtını, fiziksel hastalığın seyrini olumsuz olarak etkiler (Özkan 2016).

(27)

Depresyondaki bir yaşlının tedaviye cevap vermesi gençlere göre daha uzun zaman almakla beraber hastayı bu çökkün ruh halinden çıkarıp yaşam kalitesini artırdığı için zaman ve emek harcamaya değer görüldüğü bildirilmiştir (Özen Çınar ve Kartal 2008).

Toplumda yaşayan yaşlılarda kronik sağlık sorunlarına paralel olarak depresyonda artma gözlenirken, hastanede yatıyor olmanın depresyon için anlamlı bir risk etkeni olduğu belirtilmektedir (Altay ve Üstün 2012). Yaşlılarda depresyon riskini inceleyen bir çalışmada %53,2 olarak bulunmuştur (Özen Çınar ve Kartal 2008). Sağlıklı kontrol grubu ile romatoid artritli bireylerin depresyon düzeylerinin karşılaştırıldığı bir çalışmada, anlamlı bir şekilde fark bulunmuş ve HAD D puanları romatoid artritli bireylerde daha yüksek bulunmuştur (Altan ve ark 2004).

2.3. Hemşirelik ve Bakım

“Hemşirelik, bireyin, ailenin ve toplumun sağlığını ve esenliğini koruma, geliştirme ve hastalık halinde iyileştirme amacına yönelik hemşirelik hizmetlerinin planlanması, örgütlenmesi, uygulanması, değerlendirilmesinden ve bu hizmetleri yerine getirecek kişilerin eğitiminden sorumlu bilim ve sanattan oluşan bir sağlık disiplini” olarak tanımlanmıştır (Ulusoy ve Görgülü 2001).

International Council of Nursing (ICN) tarafından da benimsenen tanıma göre Henderson hemşireliği, bireylerin sağlığına ve bağımsızlığına kavuşması sürecindeki dinamik güç olarak belirtmiştir. Hemşirelerin temel ve benzersiz görevinin, sağlam veya hasta bireylere sağlıklarını korumaları ya da tedavileri sırasında veya ölüm sürecinde yardım eden bir güç olduğu ifade edilmektedir (Ay 2008).

Hemşirelik bilim ve sanata dayalı kuramsal ve uygulama içerikli bir meslek olup yalnızca bakım / uygulama olarak düşünülmemelidir (Karagözoğlu 2005, Çarşıbaşı 2014). Watson, hemşireliği sağlık ve iyileşmede bakım ilişkilerine odaklanan bir insan bilimi olarak tanımlamıştır (Aştı 2002).

Günümüzde de gelişimini aynı doğrultuda sürdüren hemşirelik; insanı tanımayı ve insanın yaşam süreci boyunca deneyimlediği sağlık/hastalık durumlarında gereksindiği bakım ve uygulamaları gerçekleştirmektedir (Kaplan ve Dedeli 2012).

(28)

2.3.1. Hemşirelik bakımı

Hemşirenin farklı rolleri vardır. Bu rollerden birisi bakım rolüdür. Bu rolünü yerine getirirken, hastayı bir birey olarak ele alır, anksiyetesini gidermesiyle bu rol özellikle kronik hastalığı olan hastalarda önem taşımaktadır (Çakırcalı 2000).

Hemşireliği diğer mesleklerden ayıran en önemli ve bağımsız rolü bakım kavramıdır. Bu kavramla ilgili olarak; Dinç (2010); bakımın hemşirelik alanında üzerinde en çok tartışılan ve hemşirelik uygulamalarında hemen her gün kullanılan bir terim olmasına karşın, hemşirelik literatüründe bakım kavramı konusunda üzerinde uzlaşılmış ortak bir tanımının olmadığını belirtmektedir (Dinç 2010).

Bakımı mesleki bir yükümlülük olarak gören disiplin hemşireliktir. Hemşireliğin bakımı bir mesleki yükümlülük olarak üstlenilmesi ile bakım daha özel bir nitelik kazanmaktadır. Özelleşmiş olan bu bakıma “hemşirelik bakımı” denmektedir (Baykara 2010).

Bakım, yapılan işlemlere ilişkin hastanın bilgilendirilmesi, bireyselliğe önem verilmesi, karşılanamayan gereksinimlerin karşılanması, destek sağlanması, baş etmeye yardım edilmesi ve kişilerarası beceri gibi yönleri içermekte ve bu uygulamalar hemşireliğin sanat yönünü oluşturduğu bildirilmiştir. Literatürde bakıma ilişkin farklı birçok tanım yapılmış, ancak bütün tanımlarda, “bakım” hemşireliğin özü, temeli ya da can alıcı noktası olarak kabul edilmiştir (Kurşun ve Kanan 2012).

Rajan’a (1995) göre bakım, sağlık ekibi içinde önemli bir yeri olan hemşirelerin temel konusudur. Hemşirelik bakımı, fiziksel, psikolojik ve psikososyal gereksinimleri ile ilgili özel işlevlerini yerine getiremeyen bireye yardım ve eşlik etmek olduğunu belirtmiştir.

Abdellah’a (1995) göre nitelikli hemşirelik bakımı; ilgili olmayı, yakınlık göstermeyi, cesaret vermeyi, neşeli olmayı, kibarlığı, şefkati, anlayışlı ve sempatik olmayı, empati yapabilmeyi, küçümsemeden başkalarının düşüncelerine saygılı olmayı içermektedir (Temel 2008).

Bakım kavramının ön plana çıktığı modelistlerden bazıları hemşirelik bakımını aşağıdaki şekilde tanımlamıştır.

Lydia E. Hall; birbirine bağlı üç daire biçiminde hemşirelik kuramını sunmuştur. Her

bir daire hemşireliğin ayrı bir görünümüdür. Öz, hastanın kendisidir. Tedavi, hemşirenin ilaç ve tedavi uygulamalarını yapmasıdır. Bakım, bireyin rahatının ve bireyin eğitim/

(29)

öğrenme aktivitelerinin sağlanmasıdır. Kuram, bakımın kavramlarının konuşulduğu ilk kuramsal modeldir. Hall’e göre, hastalar tedaviden çok hemşirelik bakımına ihtiyaç duymaktadır. Hall, hastaların tüm bakım ve eğitiminin profesyonel hemşireler tarafından verilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (Ay 2008).

Leininger’e göre bakım, “temel bir insan gereksinimi ve tüm bireylerin hayatta

kalma ihtiyaçları için gereklidir”. Ayrıca Leininger, “bakım hemşireliktir ve hemşirelik bakımdır. Bakım, tedavinin aksine bireye özgü temel gereksinimleri iyileştirmek için uygulanır. Bakım uygulamaları insanlar ile empati kurularak onlara içten sevgi verilerek, destek sağlanarak yapılan uygulamalardır. Bir bakım uygulaması hastanın problemlerine, ihtiyaçlarına ve değerlerine bağlıdır (Kıvanç 2013).

Gelişen teknoloji ile birlikte yeni hastalıklar ortaya çıkmakta, bakım gereksinimleri değişmekte ve insanlar gün geçtikçe artan oranlarda kaliteli hemşirelik bakımına talepte bulunmaktadırlar. Bu durum sağlık bakım sistemi içinde değişime açık, motivasyonu yüksek ve profesyonel nitelikleri gelişmiş hemşirelere duyulan gereksinim ve beklentileri giderek arttırmaktadır (Heung vd 2005, Fletcher 2007, Hwang vd. 2009, Sabancıoğulları ve Doğan 2014).

Hemşireler sağlık bakımının yönetiminde etkin rol oynayan, bireyin sağlığını sürdürme, iyileştirme ve rehabilitasyonunda önemli işlevi olan, hastanın hastanede kaldığı süre boyunca kesintisiz hizmet sunan, diğer sağlık çalışanlarına göre daha ulaşılabilir olan sağlık ekibi üyesidir (Şendir vd 2012). Dolayısıyla hasta memnuniyetinin temelini, büyük oranda hemşirelik mesleği için vazgeçilmez olan hasta-hemşire birlikteliği oluşturur (Köşgeroğlu vd 2005, Negarandeh vd 2014). Hasta hemşire arasında olumlu iletişimin kurulması hemşirelik hizmetlerinin nitelikli sunumunu sağlar ve memnuniyeti artırır (Niedz 1998, Cerit 2016). Hasta memnuniyeti hasta bakım algısını etkileyen önemli bileşenlerden birisidir.

2.3.2. Hastaların bakım algısı kavramı

Teknolojinin gelişimi ve yaşam süresinin uzamasıyla birlikte, bakım gereksinimleri değişmekte ve insanlar gün geçtikçe daha kaliteli hemşirelik bakımı talebinde bulunmaktadırlar (Heung vd 2005, Fletcher 2007, Hwang vd 2009, Sabancıoğulları ve Doğan 2014).

(30)

Williams, hastaların hemşirelik bakımı ile ilgili algılamalarının, bakımda odaklanılması gereken temel nokta olduğunu ve bakımın hastanın bakış açısı ile görülmesi gerektiğini ifade etmektedir (Williams 1998).

Hemşire bakım rolünü, sağlıklı ya da hastalıklı bireyle kurduğu iletişim ile yerine getirmektedir (Özcan 2006). Orlando, hemşirelerin, hastaların her zaman tam olarak ifade edemedikleri gereksinimlerini etkin iletişim becerileri ile keşfedebileceklerini ifade etmiştir (Özcan 2012).

Bakım kapsamında hasta hemşire ilişkisinin kurulmasının önemli olduğu belirtilmektedir (Mako 2016). Hemşire hasta ilişkisinde, hasta; profesyonel yardıma ihtiyaç duyan bir bireyi, hemşire; mesleki beceri ve bilgisini hastayı sağlığına kavuşması için kullanacak olan sağlık profesyonelini ifade eder (Özcan 2012).

Hastaların aldığı bakım hakkındaki görüşleri, hemşirenin verdiği bakımı gözden geçirmesini sağlar. Hasta ve hemşirelerin bakım algısı hemşirelik bakımının standartlarının ve kalitesinin belirlenmesinde yol göstericidir (Al-Kandari ve Ogundeyin 1998, Hua Han 2003, Algıer vd 2005).

Hastalık yaşam sürecinin herhangi bir döneminde bireyin sağlığını fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan olumsuz yönde etkileyen bir yaşam deneyimidir (Dinç 2009). Bireyin hastaneye yatmaya ilişkin deneyimleri ve duygusal reaksiyonları farklıdır ve sağlık personelinin tutumu da bu deneyimde olumlu ya da olumsuz yönde etkili olabilir (Coşkun ve Akbayrak 2001). Sağlık personeli tarafından, hastalara anlamını bilmediği tıbbi terimlerle hastalığı anlatılmakta, sonuçlarının belirsiz olduğu tetkikler uygulanmaktadır. Bu süreçte hasta tanıları, alacakları bakım, hastalığının gidişatı ve hastane kuralları gibi konularda gerekli açıklamaların yapılmasını beklemektedir (Bölükbaş ve Türköz 2002). Bu zor süreçte hastaların hemşirelerden beklentileri artmaktadır. Bu beklentilerin başında yeterli bilgi, iletişim, emosyonel destek ve bakımın geldiği belirtilmektedir (Başkale vd 2015).

Hemşire, hastanın problemini objektif olarak hastanın bakış açısıyla değerlendiremezse, problem belirlenemeyecek ve çözülmeyecektir. Hastanın hemşireyi sadece rutin işlerini yapıp bitirme telaşında olan bir birey olarak algılayacağı ve ona karşı güven duygusu hissetmeyeceği belirtilmektedir (Fesci vd 2008). Hastaların ihtiyaçlarına ve tercihlerine özel bireysel bakım hizmeti vermek, hastanın güven duygusunu arttırdığı gibi aldığı tedaviye uyum sağlamasına da katkı sağlayacaktır (Başkale vd 2015).

(31)

Yapılan bir çalışmada hastaların hemşirelik bakım kalitesi algısı olarak hasta memnuniyetini algıladıklarını, hastaların bakımdan beklentilerinin, yapılan tedaviye hastane personeli ile karar vererek bireysel bilgi almak olduğunu belirtmişlerdir (Koy vd 2016).

Sağlık bakım hizmeti almaya başlayan bireylerin karşılanması gereken birçok gereksinimi bulunmaktadır. Hastanın servise kabulünden taburcu oluncaya kadarki süreçte bu gereksinimlerinin düzenlenmesi hemşirenin görevidir. Hemşireler hastalarla daha fazla etkileşimde olmaları sebebiyle, bireyi bir bütün olarak kabul edip, gereksinim ve beklentilerini en kolay şekilde tespit edebilecek sağlık personelidir (Türgay 2013).

Her uygulamada hastadan izin alınarak, hastanın yapılan işlemlere kendini psikolojik olarak hazırlaması için fırsat verilerek, yapılan işlemler anlatılarak ve hastanın odasına girerken kapısı çalınarak, hastanın kendisini değerli ve önemsenmiş hissetmesini sağlamak gereklidir. Hemşireler hastalarına iyi bir bakım sağlamak istiyorsa, hastalarının beklentilerinin ne olduğunu bilmelidirler (Glarcher vd 2015).

Yapılan bir çalışmada, hemşirelerin ve hastaların kaliteli hemşirelik bakımı algıları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık olduğunu gösterilmiştir (Zhao 2008). Buna göre; hemşireler bakımın psikolojik ve duygusal yönlerini (White 1972, Hegedus 1999, Christopher ve Hegedus 2000, Wichowski vd 2003) ve klinik yeterliliğin (Von Essen ve Sjoden 1991) önemini vurgularken; hasta bireyler bakımda fiziksel ve tıbbi yönlerin daha önemli olduğunu belirtmişlerdir (Von Essen ve Sjoden 1995, Lauri vd 1997, Algıer vd 2005).

2.3.3. Hemşirelikte hasta memnuniyeti

Hasta memnuniyeti kaliteli bakımın önemli bir göstergesidir (O’Connell vd 1999). Hastaların ve hemşirelerin bakım kalitesinin ne olduğu konusundaki algılarının farklı olduğu aktarılmıştır (Alasad vd 2015).

Hastaların aldığı hemşirelik bakımını algılama düzeyi, hastanın yaşına, eğitim düzeyine, sosyal durumuna/sosyo-demografik özelliklerine bağlı olduğu gibi, hemşirelerden aldıkları emosyonel destek, saygı, kibar tutumları, anlaşılır yanıtlar vermeleri, her zaman ulaşılabilir olma gibi etmenlere de bağlıdır (Çoban ve Kaşıkçı 2008).

Hastanın bakım algısı kavramı, memnun olma veya memnun olmama konusunda önemlidir. Memnun olmama durumunun hastaların beklentilerinin yerine getirilmediğinde

(32)

ortaya çıktığı belirtilmektedir. Hemşirelerin vereceği bakımda hastalar, hasta merkezli bakımın olmasını istemektedirler. Eğer hasta aldığı hemşirelik bakımından memnun ise, bu sadece birey için değil aynı zamanda hemşire ve sağlık kuruluşu için de olumludur (Johansson 2002).

Holistik hemşirelik bakımı hasta memnuniyetini sağlamada önemli bir faktördür (Williams 1998, Johansson 2002). Hemşireler; hasta bireyi dinlemeye istekli, olumlu ilişki kurarak; hastanın sağlık kurumuna kabulünün amacı ve beklentilerini açık bir biçimde anlatarak, bakım ile ilişkili kararlarda hastanın mümkün olan en yüksek düzeyde katılımını sağlayarak hastanın korku veya anksiyetesini azaltmada yardımcı olabilirler (Türgay 2013).

Hastalar aldıkları bakımda sorumluluk alma ve bu beklentilerine saygı duyulmasını beklemektedirler. Ayrıca, hemşirelik bakımından memnuniyet için anlayışlı ve güleryüzlü olmayı hemşirede olması gereken vasıflar olarak görmüşlerdir. Duygulara dayalı verilen hemşirelik bakımı, hastanın memnuniyet algısının en iyi belirleyicisidir. Duygulara dayalı hemşirelik bakımı hastanın hislerine ve bakım ihtiyaçlarına duyarlı olma anlamına gelir (Johansson 2002).

Eriksen (1995) hasta memnuniyetini açıklarken, hastaların bakım beklentisi ve hemşirelerin davranışları arasındaki etkileşimden doğan subjektif bir değerlendirme olarak tanımlar. Hemşirelik bakımına göre hasta memnuniyetinin değerlendirilmesi, hasta beklentilerine cevap, ihtiyaç halinde ulaşılabilir olma, sorulara açıklayıcı cevap verme, hastaya samimi gelen davranışlar gibi kriterler doğrultusunda belirlenir (Göktaş vd 2015).

2.3.4. Hemşirelikte bakım kalitesi

Hasta ve hemşirelerin bakım kalitesi ile ilgili görüşleri farklılık gösterir. Hemşirelik bakım kalitesi için hemşireler hasta bakımı ile ilgilenen, yetenekli bakım sağlayıcılar, etkili iletişim kuran ve hastaların endişelerine davranışlarına yönelik bakım sunanlar olarak bahsedilmiştir (Koy vd 2016).

Hastalar için ise hemşirelik bakım kalitesi, hastaların ihtiyaçlarını kontrol etmek, cana yakın olma, hastalara yönelik şefkatli olma ve zamanında bakım sunma olarak belirtmişlerdir (Jeffs vd 2013, Koy vd 2016).

Kişiselleştirilmiş hemşirelik bakımının, gelişmiş iletişim, artmış hasta katılımı ile sonuçlandığı belirtilmektedir. Hemşire bakımı ile hasta memnuniyeti arasında pozitif bir

(33)

ilişki vardır (Johansson 2002). Hasta özel bir birey olarak görülüp tedavi edilir ve kişisel hemşirelik bakımı verilirse bakım algısını pozitif olarak algılar (Thomas vd 1996). Diğer önemli faktörlerin hemşirenin hastayı dinlemesi için zaman ayırması ve hastayla bağlılık gösteren teması olarak belirlemişlerdir (Johansson 2002).

Hemşireler günün 24 saati bireye hizmet sunan, sağlığını sürdürme, iyileştirme ve rehabilitasyonda önemli rol oynayan sağlık ekibi üyeleridir (Şendir vd 2012). Bu nedenle hasta memnuniyetinin özünü hasta-hemşire etkileşimi oluşturur (Köşgeroğlu vd 2005, Negarandeh vd 2014). Hasta hemşire arasında etkili iletişimin kurulması hemşirelik bakımının nitelikli sunumunu sağlar ve memnuniyet düzeyini arttırır. Çünkü hastanın sağlık hizmeti algısı ile hemşirelik bakımı arasında bğlantı olduğu bildirilmektedir (Cerit 2016, Niedz 1998).

2.3.5. Hastaların bakım algısını etkileyen faktörler

Hastaların sosyo-demografik özellikleri, var olan hastalıkları, hastalıklarıyla başa çıkma durumları, yattıkları servis, serviste kalış süresi, aldıkları sağlık hizmeti konusunda bilgilendirilme durumları, hastaların hemşirelik bakım algısını etkileyen faktörler arasında belirtilmektedir.

Hastalara verilen bakımın kalitesinin artması hemşirelik bakımından memnuniyetinin artmasına bu durumunda o sağlık kurumu için hasta üzerinde olumlu bir etki bırakmasını sağlayacağı düşünülmektedir. Hastalar hemşirelik bakımı alırken bireysel olarak ele alınıp ihtiyaçlarının hastanın değerleri ve önceliklerine göre belirlenmesi önemlidir. Hemşire hastaya vereceği bakımı planlarken, bireyin yaşı, cinsiyeti, medeni durumu, eğitim düzeyi gibi etkenlerini de göz önünde bulundurmalı ve bireyle etkili bir iletişim kurup hastaya güven vererek değerli olduğunu hissettirmelidir.

Yaş: Bireylerin gelişimsel dönemlerine göre farklı gereksinimleri oluşmaktadır.

İçinde yaşadığı çevre, yaş dönemlerine göre bireyi farklı yönlerden etkileyebilmekte, meydana gelen durumları algılama biçimleri ve düzeyleri değişebilmektedir. Bu nedenle hemşire, servise gelen hastayı içinde bulunduğu yaş döneminde önceliklerine göre değerlendirmelidir. Bazı çalışmalarda yaş ile hemşirelik bakım algısı arasında anlamlı bir fark bulunurken (O’Connell 1999, Çoban 2006, Çoban ve Kaşıkçı 2008, Şendir vd 2012, Şişe ve Altınel 2012, Aydın 2014, Alasad vd 2015, Göktaş vd 2015); diğerlerinde anlamlı

(34)

bir fark bulunmamıştır (Özlü vd 2010, Kaya 2011, Kayrakçı ve Özşaker 2014, Yiğitbaş ve Deveci 2014).

Yaşlıların hemşirelik bakım algısı düzeylerinin gençlere göre daha yüksek olduğu belirtilmektedir (Thomas vd 1996, Johansson 2002, Alasad ve Ahmad 2003, Akın ve Erdoğan 2007, Apay ve Arslan 2009, Fındık vd 2010, Özlü vd 2010, Fröjd 2011, Şişe 2013, Kayrakçı ve Özşaker 2014, Alasad vd 2015, Göktaş vd 2015).

Genç hastalarda hemşirelik bakımına ilişkin beklentilerinin fazla olması nedeniyle memnuniyet düzeyinin düşük olduğu yorumu yapılmıştır (Kayrakçı ve Özşaker 2014). Bu durumun genç hastalarda, daha az kronik hastalığa sahip olma, çoklu ilaç kullanımının az olması ve bakım ihtiyaçları yaşlılarla karşılaştırıldığında bakım beklentilerinin daha düşük olmasından kaynaklandığına bağlanmıştır (Apay ve Arslan 2009, Özlü vd 2010, Göktaş vd 2015). Diğer çalışmalarda ise yaşlıların geçmişteki ve şuandaki sağlık bakım hizmetlerini karşılaştırması nedeniyle hasta memnuniyetinin daha yüksek olduğu belirtilmektedir (Thomas vd 1996, Akın ve Erdoğan 2007, Şişe 2013, Göktas vd 2015).

Cinsiyet: Cinsiyet bakımın algılanmasında farklılıklara sebep olan bir faktördür.

Kadınların biyolojik yapısı, toplumun kadına yüklediği roller, ekonomik ve sosyal gereksinimlerinin karşılanıp karşılanmaması gibi durumlar, hastalıklarını algılama ve aldıkları bakımı değerlendirmede etkili olan faktörler arasındadır. Hemşirelerin çoğunluğunun kadın olması, hemşireyle kurulan iletişimi kadınlarda kolaylaştırırken; aynı durum erkeklerde hemşirelerden bir şey talep ederken çekinmelerine sebep olabilmektedir. Bazı çalışmalarda cinsiyet ile hemşirelik bakım algısı arasında anlamlı fark bulunurken (Foss 2002, Alasad ve Ahmad 2004, Fındık vd 2010); diğerlerinde anlamlı fark bulunmamıştır (O’Connell 1999, Çoban 2006, Çoban ve Kaşıkçı 2008, Özlü vd 2010, Şişe ve Altınel 2012, Arslan vd 2012, Aydın 2014, Kayrakçı ve Özşaker 2014,Göktaş vd 2015). Çalışmaların bazılarında kadınlarda hemşirelik bakımı algısının daha yüksek olduğu belirtilmiştir (Akın ve Erdoğan 2007, Apay ve Arslan 2009, Şişe 2013, Alasad vd 2015).

Medeni durum: Bireylerin medeni durumu; evlilik, aile bireyleri ile ilişkiler, boşanma,

çocuk sayısındaki artış gibi durumlar, hastalığını kabullenme ve aldığı bakımı algılama durumunu etkileyebilmektedir. Medeni durum ile hasta bakım algısı arasındaki farkın incelendiği çalışmalarda farklı sonuçlar bulunmuştur. Medeni durum ile bakım algısı arasında fark bulunmadığını bildiren çalışmalar belirtilmiştir (Çoban 2006, Özlü vd 2010, Kaya 2011, Arslan vd 2012, Aydın 2014, Yiğitbaş ve Deveci 2014, Kayrakçı ve Özşaker 2014, Göktaş vd 2015). Bir başka çalışmada ise en düşük bakım algısı bekârlarda

(35)

saptanmış ve diğer gruplarla arasında anlamlı fark bulunmuştur (Şişe ve Altınel 2012). Evli hastalarda daha fazla sosyal destek olması ve bu yüzden daha az beklenti nedeniyle, memnuniyet daha yüksek bulunduğundan, evli hastalarda memnuniyetin bekâr hastalara göre daha yüksek çıktığı şeklinde yorumlanmaktadır (Göktaş vd 2015).

Meslek: Bireylerin meslek türleri, yaşam tarzlarını etkileyebilmekte ve hastalıklara

bakış açısında farklılıklara sebep olabilmektedir. Meslek ile hasta bakım algısı arasındaki ilişkinin incelendiği çalışmalarda farklı sonuçlar bulunmuştur. Meslek ile bakım algısı arasında anlamlı fark bulunmadığını bildiren çalışmalar olduğu gibi (Arslan vd 2012, Şişe ve Altınel 2012, Aydın 2014, Yiğitbaş ve Deveci 2014); mesleğin hemşirelik bakım algısını etkilediğini bildiren çalışmalar da mevcuttur (Özlü vd 2010). Yapılan bir çalışmada memur/işçi grubunun bakım algısı, öğrencilerden daha yüksek bulunmuş, bunun sebebi de yaş faktörüne bağlanmıştır (Özlü vd 2010). Bir diğer çalışmada ise ev hanımlarının hemşirelik bakım algısının diğer gruplara göre daha yüksek olduğu belirtilmiş ve cinsiyet faktörüyle ilişkilendirilmiştir (Apay ve Arslan 2009).

Eğitim düzeyi: Eğitim düzeyi arttıkça sağlık hizmetleri hakkında bilgi alma isteği ve

sağlık hizmetinde meydana gelen değişimleri takip etme düzeyi artmaktadır. Bu durum da alınan sağlık hizmetinde en iyiyi sorgulamayı beraberinde getirmektedir (Kayrakçı ve Özşaker 2014). Bazı çalışmalarda eğitim düzeyi ile bakım algısı arasında anlamlı fark bulunmadığını belirtilirken (Kaya 2011, Aydın 2014, Yiğitbaş ve Deveci 2014, Alasad vd 2015, Göktaş vd 2015); diğerlerinde eğitim düzeyinin bakım algısını etkilediği bulunmuştur (Foss 2002, Alasad ve Ahmad 2004, Fındık vd 2010, Özlü vd 2010, Kayrakçı ve Özşaker 2014, Göktaş vd 2015). Eğitim düzeyi arttıkça hemşirelik bakım algısının düştüğünü belirten çalışmalar mevcuttur (Thomas vd 1996, Radwin 2003, Çoban 2006, Özlü 2006, Quintana vd 2006, Yürümezoğlu 2007, Şişe ve Altınel 2012, Arslan vd 2012, Şişe 2013, Kayrakçı ve Özşaker 2014). Bu konuyla ilgili, bireylerin, daha fazla bilgili olmanın, daha fazla beklentiye ve böylece eğitim düzeyi arttıkça hizmetlerden memnuniyet düzeylerinde azalmaya neden olduğu yorumu yapılmıştır (Özlü vd 2010).

Gelir durumu: Her birey gelir düzeyi ne olursa olsun aynı sağlık hizmetinden faydalanma hakkına sahiptir (Özlü vd 2010). Ancak, hastaların gelir düzeyine göre sağlık hizmetlerine ulaşılabilirliği değişmektedir. Yapılan çalışmaların bazılarında gelir düzeyi ile hemşirelik bakımının arasında anlamlı fark bulunmamıştır (Özlü 2006, Özlü vd 2010, Kaya 2011, Şişe ve Altınel 2012, Aydın 2014, Yiğitbaş ve Deveci 2014). Gelir düzeyi düşük hastaların hemşirelik bakım algısının daha düşük olduğu (Arslan vd 2012), aksine gelir

Referanslar

Benzer Belgeler

Alkol bağımlılarının eğitim düzeyi değişkeni intihar olasılığı ölçeği toplam, bu ölçeğin olumsuz kendilik, intihar düşüncesi, öfke düşmanlık ve sürekli kaygı ve

Bu çalışmada, vücut tarafından reddedilme olasılığı bulunmayan, sağlam, yeterli gerilim gücüne sahip, kolayca elde edilebilen bir materyal olan otojen fascia

Bu çalışmanın sonucuna göre; sigara ve zayıf ağız bakımının kronik solunum yolu hastalıkları için istatistiksel olarak anlamlı risk faktörleri olarak kabul

Bunun yanı sıra yakınma süresi ile tanı öncesi vücut ağırlığı SDS, boy SDS, yaşa göre ağırlık, yaşa göre boy, izlemdeki boy SDS ve izlemdeki yaşa göre

In addition, this research emphasizes the importance of satisfaction with studying abroad and schools for a successful study abroad life that will enhance the career commitment of

Pearson korelasyon test sonuçları günlük akıllı telefon kullanım süresi (ATK) ile Akıllı Telefon Bağımlılığı Ölçeği (ATBÖ), Beck Depresyon (BDÖ) ve Anksiyete

Annelerin çocuklarına bakım vermesi sırasında diğer rollerinin etkilenmesiyle anksiye- te-depresyon puan ortalamalarının arttığı (p&lt;0,01), çocu- ğunun hastalığı

Araştırmamız sonucunda KOAH hastalarının uyku kalite- lerinin kötü olduğu, hastaların çoğunun depresyon şika- yeti yaşadığı, uyku kaliteleri kötü olanların anksiyete ve