• Sonuç bulunamadı

Yakın plan Yeşilçam:Atıf Yılmaz'ın anıları:Yüzlerce film yapmayı düşlüyorum

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yakın plan Yeşilçam:Atıf Yılmaz'ın anıları:Yüzlerce film yapmayı düşlüyorum"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T7

-

¡?

M illiyet Cum a 19 M ayıs 1995

Yüzlerce film yapmayı düşlüyorum

B

URADA, sırası gelmişken film çekim yöntemleri üzerine dü­ şündüğüm şeylerden de biraz söz etmek istiyorum... Ünlü Batılı, Doğulu yönetmen­ ler nasıl çalışıyorlar pek bilmi­ yorum. (Bütün yaşamım boyun­ ca sinemayla ilgili tek kitap o-

kumadığımı, defalarca niyetlendiğimi ama bir türlü başaramadığımı burada üzülerek

itiraf ediyorum.) Duyduğuma göre şöyle bir yöntem kullanılıyormuş: B ir sahnenin önce genelinin çekilip sonra o sahneyi o- luşturan planların farklı açılardan, farklı objektiflerle defalarca çekilmesi... Daha sonra çekilen o binlerce metrelik malze­ menin kurgucuya teslim edilmesi, kurgu­ cunun aylarca uğraşarak bu malzemeyi, kuşkusuz belli bir mantığa göre ayıklama­ sı ve seçtiği malzemeyi (planları) senaryo­ ya göre, birleştirip ortaya bir film çıkar­ ması ve bunu filmin yönetmenine sunma­ sı. Herhalde yönetmenin yaptığı bazı deği­ şiklikler, müdahaleler de olacak, işe biraz da yapımcı karışacak, filmin diğer işlem­ lere hazır, kurgulu çalışma kopyası hazır hale gelecektir... (Bir Ingiliz filminde afiş­ lerde ismi olan, oldukça önemli bir A lm a n oyuncunun, filmde tek kare bile görünme­ diğini, o oyuncunun sahnelerinin tümüyle çıkarıldığını görüp şaşırdığımı hatırlıyo­ rum.)

B ir sahneyi birden çok kamerayla çeşit­ li açüardan çekip kalan işi kurgucuya bı­ rakmak yönteminin bana oldukça ters gel­ diğini, bu yöntemle işin biraz tesadüflere bırakılmış olduğunu düşündüğümü bura­ da söylemeliyim. Bence bir duygunun, bir sözün, bir davranışın, bunları saptayan bir çerçevenin, bir objektifin, bir kamera hareketinin ve bir filmi oluşturan bütün diğer unsurlarm bir tek en doğru şekli o- labilir... Yönetmen, kameraman, sanat yö­ netmeni çekimden önce her konuda bu en doğruyu, en doğru ifade şeklini bulmak, seçmek ve hayata geçirmek zorundadır... Eğer bu mantık doğruysa, ki aksi düşünü­ lemez sanırım, her sahnenin, her planın çeşitli alternatiflerinin çekildiği yöntem, biraz işi garantiye alma, biraz kolaya kaç­ ma, tesadüflere pay tanıma ve yönetmen sinemasından uzaklaşma gibi geliyor ba­ na...

DELİK - DEŞİK GEMİ

Sinem am ızı her tarafı delik deşik bir gemiye benzetirim. Yönetmen bu geminin kaptanıdır. Sonucu belli olmayan bir yol­ culuğa çıkacak bir kaptan. Bütün güven­ cesi, inançlı, çalışkan tayfalarıdır.

Her filmin, yani her yolculuğun başlan­ gıcında, bir korkudur sarar içimi. Elim ­ den geldiği kadar hareket gününü gecik­ tirmeye uğraşırım. Sonunda zorunlu saat gelir çatar. Yola çıküacaktır. Her an bat­ ması mümkün olan bu delik deşik gemiyi, olağanüstü bir hızla, hiçbir arıza çıkarma­ dan ve güvenle belli bir limana götürmeni isterler senden. Üzerinize yüklenen so­ rumluluğu düşünebiliyor musunuz? Ve

Sinemamızı her tarafı delik

deşik bir gemiye

benzetirim. Yönetmen bu

geminin kaptanıdır.

Sonucu belli olmayan bir

yolculuğa çıkacak bir

kaptan. Bütün güvencesi,

inançlı, çalışkan

tayfalarıdır...

Anılarım hiç

bitmesin istiyorum.

Eski yeni filmlerle,

tanıdığım ve

tanıyacağım yeni

insanlarla, yani

ilişkilerle tazelensin,

zenginleşsin

istiyorum...

j

r

j

fj/j

ATI F Y I L M A Z ' I N A N I L A R I

* " ■ ■

Bütün yaşamım boyunca sinamayla ilgili tek kitap okumadığımı, defalarca niyetlendiğimi ama bir türlü başaramadığımı burada üzülerek itiraf ediyorum.

gemi biraz rötarla da olsa, yola çıkar, iste­ nilen limana nadiren varır ama battığı da pek görülmemiştir. Ya karaya oturur bir yerde, ya ümit edilmeyen bir sahile, ya başka bir limana varır. Gemidekiler, bu kez de canımızı kurtardık diye rahat bir soluk alırlar. Sonra yeni bir film, yeni bir yolculuk başlar, aynı delik deşik gemiyle. Gemimizi kızağa çekip şöyle iyice bir o- narmayı kimse akü etmez. Aradan uzun yfilar geçmesine rağmen Zeki Ökten’in bir sözünü unutmadım: “Yahu abi” demiş­ ti. “Kötü film çekmek ne kadar zormuş.” Gerçekten de, kahramanlarının ayakları­ nın yere bastığı, hayatın gerçekleriyle beslenen, iyi olan, doğru olan öyküler,

kendi kendüerine ürüyor, organik olarak gelişiyorlardı. O kadar ki, seçtiğiniz or­ tam, kişüer, çatışma, dramatik yapı, doğ­ ru kurulduğu zaman, kahramanlarımız çok defa, yazarın, yönetmenin müdahale­ sine, bir şeyler bulup uydurmasına gerek kalmadan, kendi başlarına hareket etme­ ye, kendi kaderlerini çizmeye başlayabili- yorlardı ya da sizin üretme, yaratma po­ tansiyelinizin sınırları sonsuza dek geniş­ leyebiliyordu.

YETERSİZ ALTYAPI

Y aratm a potansiyeli derken, Türki­ ye’de bu potansiyeli pek kullanamadığımı­ zı da söylemeleyim. Yetersiz altyapı,

kısıt-#

\*M

Asiye Nasıl Kurtulur filminin setinde. Megafonlu 8-10 yıl bereber çalıştığım Leyla Özalp.

lı bütçelerle film yapma zorunluğu ve yfi- lardır başımızda Demokles’in küıcı gibi sallanıp duran sansür belası, hayal gücü­ müzü özgürce kullanmamıza hep engel ol­ muştur. Bir de, bu çaresizliklerin, yasak­ lamaların büinçaltımızda oluşturduğu oto- sansür felaketi... Daha işe başlarken “Bu olur mu, bu olmaz mı? Bu konuşma san­ süre takılır mı? Şu sahneyi keserler mi? Ya da: Böyle bir sahne çok pahalıya çıkar, vazgeçelim. Şöyle bir sahne çekmeye tek­ nik olanaklar elvermez, daha kolay bir çö­ züm bulalım.” Evet, daha işe başlarken, bu soruları kendine sormak durumunda kalan bir sinemacının yaptığı filmden, ya- ratacfiığm özgürce kullanüdığı bir sinema ürünü olarak söz edilebilir mi, bilemiyo- rum. Bir de tabii, yaratıcılığın sınırları­ nın sonsuza dek genişleyebilmesinin yara­ tıcının kültür birikimiyle de orantüı oldu­ ğunu unutmamak gerekir derim. Bu ara­ da, sinemaya uygulanan sansürün, geçen zaman içinde, polis sansürü olmaktan çık­ tığı, günün değişen koşullarına uydurul­ duğunu söylemenin görece bir yaklaşım olduğunu, sansürcülüğün, sansür kuralla­ rını aşıp Türkiye Büyük Millet Mecli- si’nin önemli görevlerinden biri haline geldiğini de hatırlatmakta yarar görüyo­ rum. Heykeli, baleyi müstehcen bulan, cinsel bir temayı işleyen filmi porno, o- yuncusunu pomo yüdızı zanneden, polisi­ nin, ordusunun, resmi kuramlarının eleş- tirilemediği... Sözgelişi, Kürt toplumu üze­ rine film yapamadığımız bir ülkede yarat­ ma potansiyelinden ve özgürlüğünden, an­ cak sıradan aşk meşk filmleri yaparken söz edebiliriz sanırım.

İk i - üç yıl önce, her zaman olduğu gibi, umutsuz bir ortamda, ziyanla

sonuçlana-böyle olur!

İ

K İ Kafadar Deliler

Pansiyonunda benim için bir ikinci film değil, bir ilk film gibiydi. Dönemin en önemli yapım evlerinden birinde, Erman Film ’de çalışıyordum. Yapımcımız H ürrem E rm an başta olmak üzere, belli bir kültür düzeyi olan, işlerinde usta, kafadar arka­ daşlarla çalışıyordum. Kuşkusuz yine T em el’in başının altından çıkmıştır, filme başlarken, bir yönetmen nasü giyinmeli fikrinden yola çıkarak beni donatmaya başladüar. Önce bir yönetmen ceketi aldılar bana. Sonra çeşitli aksesuarlar... Mesela “Yönetmen dediğin pipo içmeli” deyip bir pipo ve takımı... Ceketimin cebine yerleştirildi. Peşinden bir de vizör taktılar boynuma. Güya vizörden bakıp kullanacağım objektifi ve kadr’ı belirleyeceğim. Evirdiler, çevirdiler, nihayet bir film yönetme­ nine benzemeye başladığım

kararma vardılar, ilk gün sete çıktım. Pipo ikide bir sönüyor. Boşalt, doldur, tekrar yak. Ceket fazla gelmeye başladı, boynuma astıkları ilkel vizörse her kamer­ anın vizörüne eğilişimde, tak tak kameranın sehpasına vuruyor. Birin ci gün, ikinci gün. Üçüncü gün, nihayet hepsini çıkarıp attım ve rahat rahat film çekmeye başladım.

cağı işin başından belli olan Bekle Dedim Gölgeye projesinin çekim hazırlıkları için­ deyken, A r ifin barında Zeki’ye rastla­ dım. İki sinemacı ne konuşur? Epeyce ka­ ranlık gördüğüm durumu Zeki’ye anlat­ maya başladım. Zeki, bütün iyi niyetiyle “B ir sürü borçla bitecek bir işe girme abi” dedi. “Yüzün üzerinde film yaptın, hala film çekme heveslisi değilsindir herhal­ de.” Düşünmeden “Hevesliyim Zekiciğim” demişim. Zeki’nin önce biraz şaşırdığını, daha sonra duygularımı paylaştığını ha­ tırlıyorum.

Uçağın İstanbul’a inmek üzere olduğu, kemerlerimizi bağlamamız gerektiği anon­ sunu duyuyor, geçmişten, anüarımdan ko­ puyorum. 1994 yılının Aralık aymdayız, bir hafta on gün önce 69 yaşıma girdim a- ma hala yüzlerce film daha yapabilmeyi düşlüyorum. Anüarım da hiç bitmesin is­ tiyorum. Eski yeni filmlerle, tanıdığım ve tanıyacağım yeni insanlarla, yeni ilişki­ lerle tazelensin, zenginleşsin istiyorum Belki daha yüzlerce cilt de yazabil­ mek. Anlatabilmek...

güzeldir.

Not: B u yazı dizisi, A tıf Yıl- m az’m y akın d a y ay ın lan acak

‘‘S öy lem ek G üzeldir - A n ılar”

ad lı kitabın d an d erlen m iştir.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bursa'da Nilüfer Çayı'na sahip çıkmak için toplanan eylemciler, suyun artık zehirli olduğunu söyledi ve şunu söyledi: "Bizim sulama kanal ımız olan bu su artık

Fransız lider, geçtiği Gabon'da Afrika'nın gelişmesine yardım etmekten söz ederken "Her şeyden, yolsuzluk, diktatörlük, soykırımdan sömürgeciliği

Brezilya’da yüzlerce topraksız çiftçi, hapisteki Kolombiyalı uyuşturucu kaçakçısı Juan Carlos Ramirez Abadia’nın devlet taraf ından el konulan çiftliğini işgal

', 'Yüzlerce bilim insan ı ve hükümet temsilcisi, biyolojik çeşitlilik üzerine bir uluslararası bilirkişi grubu olu şturulmasına hazırlık amacıyla Fransa’nın

Neoliberal politikaların etkisiyle yıllar içinde Tobin Vergisine olan destek azalsa da onun görüşünden hareketle günümüzde özellikle küresel kriz sonrasında

Bu çalışmamızda çevresel şartlardan olan hidrotermal ortamın, farklı fiber dizilimlerine sahip tek tesirli bindirme bağlantılı kompozit numunelerin hasar

DP 410 ve DP 490 yapıştırıcısı ile bindirmeli olarak alın alına birleştirilen halka kesitli çubuk numuneler, alın alına birleştirilmiş numunelere oranla gerek

Yassıada’da Demokrasi Müzesi kurulması için başlatılan hazırlıklar sırasında, imar planlarının değiştirilerek adanın yüzde 65’inin imara aç ıldığını, adaya otel