Ömer H syy
biq
kimdi,
Rubailerini nasıl yazdı?
18 Kânunuevvel 1336 _ _ ' • [ ■ A K Ş A M _
inatçı eşeği bir sözle bahçe kapısından
içeri nasıl sokmuş!
Onbirinci asrın ortalarına doğru Alp Aslanın idaresi altındaki Türk orduları garbi Anadoluya akın ede rek dünyaya Türk kudretini tanıtır ken Nişabur medresesinde imam Mu vaffak da Türklere ilim dünyasında fetihler teminine uğraşıyordu. Muvaf fakın şöhreti hakikaten bütün ilim dünyasına yayılmıştı. Herkes onu Ali İbni Sinanın halefi olarak kabul edi yordu. Talebelerinin ilim sahasında şan ve şöhret sahibi olduklarına iman vardı.
İmamın karşısında dirsek çürüte
rek bilgi aramağa gelen yüzlerce ta
lebe arasında iki kişi vardı ki bunla rın nüfuzu nazarları ve tenkidlerinin inceliği karşısında hoca cevaplarını tarta tarta söylemeğe alışmıştı.
Bir gün fıkıh dersinden sonra otur muş konuşuyorlardı. Önlerinden at üzerinde, arkasında kılmçlı muha fızları ile saray erkânından biri geç ti. Devlet adamının tantanası, şaşaası ile kendi âciz vaziyetlerini daha içten anlıyan iki talebe gayri ihtiyarî göz lerini açtılar ve and içtiler:
— Şayet ilerde birimizden biri mev ki sahibi olursa talii yaver giden, di ğerine yardım edecektir.
Bu iki talebe Ömer Hayyam ile meş hur Selçuk devlet adamı Nizamül- mülk idi.
SENELER GEÇTİKTEN SONRA.. Seneler geçti. İmam Muvaffak öl dü. Talebeleri dünyada mevki edindi ler. Nizamülmülk Alp Aslanın ölü münden sonra Türkistan içlerinden ta Akdeniz kıyılarına uzanan uçsuz bucaksız Selçuk imparatorluğunun biricik veziri oldu. Hükümdar Melik- şah hudud boylarmda fütuhat ile
meşgul olduğundan devletin bütün
idaresi Nizamülmülk elinde bulu nuyordu.
Bir gün ziyaretçiler arasında onun ruhunu okumaya çalışan bir çift ka ra elmas gibi parlak iki göz gördü. Onun bu gözleri unutmuş olması na imkân yoktu. Talebelik zamanın da yaz geceleri dışarıda yattıkları za man bu gözler yıldızların sırlarını araştırır, ona ne parlak, ne unutul- mıyacak şeyler anlatırdı. Ömer Hay- yamm Nizamın genç ruhu üzerinde yaptığı tesir tatlı bir şarabın uyandır dığı rüya kadar tatlı idi.
Devlet vakarım bir yana bıraka rak:
— Ömer, dedi.
Kara gözler tanınmaktan mem nun, siyah kıvücımlar saçarak güldü. Nizamülmülk çok İsrar etti. Ömere andlanm hatırlattı. Ona siyasî bir mevki vermek istedi. Fakat Hayyam her şeyi reddetti.
— Ben Nişabuıdaki «yıldızların evini» istiyorum, dedi. Benim niyetim oraya kapanmak senin siyasette yap tığını ilim sahasında yapmaktır.
Hayyam Nizamülmülke verdiği sö zü tuttu. Yıldızların evinden tam al tı ay müddet dışarı çıkmadı. Gece gündüz çalıştı. Vezir, arkadaşının sıhhatini merak ediyor, onu gelip görmesi bu kadar çalışmaması için haber gönderiyordu. Fakat baş mü neccim bütün bu davetleri reddedi yor, hesaplarından baş kaldırmıyordu.
Altı ay sonra ziyaretçiler arasında gene o çift parlak gözü görünce Ni zam sevindi. Ömer, boş yere gelme mişti. Yeni bir takvim hesab ettiğini bildirmeğe gelmişti. Bu eski takvim
den çok daha mükemmeldi. (Ömer
Hayyamm bulduğu takvimin, şimdi Avrupada kullanılan takvime pek ya kın olduğu söyleniyor)
Melikşaha Ömeıiri keşfini anlattı lar. Pek memnun oldu. Demek o bu hususta başkalarının hesab edip bul muş oldukları şeye bağlı kalmıyacak, kendi adamının bulduğu bir takvi me göre gecesini, gündüzünü, yazını, kışını hesab edecekti. Ömer Hayya- mın mevkii artık sağlamlanmıştı. ¿fükümdar da ebediyen onu
münec-Ömer Hayyamm türbesi * * *
cim başı nasbetmişti. Melikşahın sof rasından ayrılmaz oldu. Ömer Hay yam şarabuı tadını işte böyle bir hü
kümdar sofrasında altın bardaklar
içinde tattı. Bu t ad/ unutmadı. HÜKÜMDARIN DOSTU
Müneccim basıya gösterilen iltifat karşısmda medresedeki hocalar ku duruyorlardı. Ülema sınıfını ihmal ederek Melikşahuı daima Ömer Hay- yamı tutmasını nasıl çekebilirlerdi? İmam Muvaffağm bu parlak talebesi hiç de hocasına çekmemişti? Bu ada mın gözleri bir istihza hâzinesi gibi idi. Dili bir eşek arısı iğnesi gibi batı yordu. Alay etmediği âdet, kepaze et mediği inanç kalmamıştı. Bu fikir leri nereden alabilirdi? Evindeki uşak lara verdikleri bir kaç kuruş bahşiş ile çadırcının (Hayyam çadırcı de mektir) eski Yunan müverrihlerinin eserleri ile meşgul olduğunu öğren mişlerdi. Demek onlarla alayı bu kâ firlerden, dinsiz imansızlardan öğre niyordu.
— Ömer Hayyam kâfirdir, diye ara larında söylenmeğe başladılar.
Ömer Hayyam için hayat bir muam ma idi. Ve zihni daima bu muamma nın hallini araştırmakla meşguldü. O, hayatın esrarını yıldızlarda ara dığından dünyaya kazık kakmak ni yetinde olan bu materielistlerin söz lerine metelik vermiyor, onlarla alay etmekle iktifa ediyordu. Onun için mevki bir hiçti. En büyük kıymeti şahsî benliğine, fikirlerinin hürriye tine veren bir kimse hükümdarın ge çici sevgisine, halkın daha maymun iştahlı takdirine pay biçenlerden de ğildir.
Yıldızların evine hücum eden halk müneccim başıyı yakaladıkları gibi mahkemeye getirdiler.
Tehlike aninde bile istihza ile par lamağa cesaret eden bu kor gibi kara gözler karşısmda hocalar kudurdular. Onu nelerle ittiham etmediler. Din sizlikle, İslâmlığı inkâr ile, talebelerini dinsiz eski Yunanlıların fikirleri ile zehirlemekle, müteveffa sultam al datmak, dolandırmakla... Kendileri ni eşeğe benzeten bu zekî adamdan,
her veçhile onlardan üstünlüğünü ispat eden bu çadırcıdan nasıl inti kam alacaklarım bilmiyorlardı. Kur banları biraz mukavemet gösterse, vaziyeti birazcık ciddî telâkki etseydi. Şüphesiz o gün ölmüştü. Fakat hiç sesini çıkarmadı. Yalnız şu rubaiyi söylemekle iktifa etti:
Uzun zamandır pek sevdiğim fikirler İnsanlar nazarında bütün kredimi
batırdılar j Şerefimi ufacık bir bardakta boğdular j Şöhretimi bir şarkıya sattılar.
Mahkeme Ömer Hayyamm Nişa- burdan koğulmasma ve imparatorluk dahilinde bundan sonra ders okut mamasına karar verdi.
Mahkemeden sonra sokakta yürür ken eski dostlarından hiç biri ona yanaşmadılar. Yalnız sadık bir köle efendisinin eteklerine kapanarak:
— Bütün malınızı zaptettiler. Fa kat ben çalışır sizi beslerim.
Mütees-EŞEĞİN KULAĞINA NE FISLAMIŞ? Bir gün Ömer Hayyam medrese bahçesinin önünden geçiyordu. Med resede tamirat vardı. İki işçi ellerin deki sopalarla kum taşıyan eşeği ha- bire dövdükleri halde eşek bir türlü kapıdan girmek istemiyordu.
Ömer Hayyamm kara gözleri gene o müstehzi kıvılcımlarla parlıyarak:
— Durun, emrini verdi.
İşçiler müneccim başının huzurun da hürmetle geri çekildiler. Eşeğe yaklaşan şair kulağına fısıldadı. Eşek hiç tereddüd etmeden medrese kapı sından içeri girdi. Etraftakiler şaşa- kalmışlardı.
Eşeğin kulağına ne fısıldadınız, diye tecessüsle sordular.
Cübbesini toplıyarak gitmeğe ha zırlanan çadırcı Ömer:
— Eşek dünyaya bundan evvel gelişinde bir müderristi. «Ey sakalı ters dönerek kuyruk olmuş, dedim. Senelerce ders okuttuğun medrese kapısını tanıyamadm mı?» Derhal hatırlamış olmalı ki daldı.
Vakayı işiden Melikşahla birlikte bütün Nişabur halkı kahkahalarla güldüler. Fakat artık hocaların ca nına tak demişti. Ömer aleyhindeki tahrikleri sadece medrese köşelerine münhasır kalmadı.
— Ömer kâfirin biridir, lâfı bütün ağızlarda dolaşmağa başladı. Ve Me- likşalı öldükten sonra fırtına koptu.
' O C l l C O l l l C ı
lirsin.
Ömer Hayyam böylece senelerce dolaştı. İçti, dolaştı. Yazdı, dolaştı. Dünyanın ilimle halledemediği muam masının esrarını şarapta aradı. Şiraz şarabının verdiği sarhoşlukla duy duğu acıları boğmağa çalıştı. Muvaf fak oldu mu? Rubaileri cehennem ateşinde yanan bir kalbin acılarım bütün çıplaklığile ifade ediyor.
Düşmanlarının, eşeğe benzettiği o heriflerin intikamlarını aldıkların dan şüphe yoktur. Hem nasıl, Kerbe- lâya giden hacılar asırlarca Nişabura Hayyamm mezarına tükürmek için uğradılar.
Fakat Ömer Hayyamdan intikam almağa kalkışan bu adamlardan Hay- yamm intikamını zaman aldı. Onlar unutulmuşken Hayyam bugün yaşı yor. Rubaileri bütün diyarlarda onun gibi hayatın sillesini yemişlerin ka ranlık günlerinin yoldaşıdır.
Nuri M. Eren
Selâmi
İzzet
T İ Y A T R O
K O N U Ş M A L A R I
Her kitapçıda bulunur. Fiati: 5 0 kuruştur.
genç yaştaki kabiliyetli hayvanları bulup çıkarmaktır. Ayrıca bu hazır lama müsabakaları genç hayvanların tedricî bir surette yavaş fakat esaslı ve emin olarak yetişmelerini de te min etmektir. Çünkü şimdi anlata cağım tarzda bu genç hayvanlardan istenilen iş hem onları yormıyacak, hem de onların kabiliyetini meydana çıkaracaktır.
Hazırlama müsabakaları iki kısım dır:
1) Varlık müsabakasına Almanlar Materiaîsprüfung, ve Fransızlar da presentations ou Concoürs de modele et d’allures derler. Bu konkurları var lık müsabakası diye çeviriyorum, böy le müsabakalarda Almanyada isteni len şey şudur: Bu müsabakaya 4 ilâ 6 yaşındaki hiç konkura girmemiş bütün hayvanlar girer. Burada atm aldığı not onun öğrendiği şeylere de ğil, varlığında bulunanlara aittir ve o esnadaki vaziyeti, yapılışı, şekli,
yürüyüşü, adımlarındaki ahengi,
kam, ve ileride yapabileceği işler göz önünde tutulur. Binekte olarak iste nilen iş şudur: 4 dakikada katedilmek üzere 2000 M. dörtnal, 51 dakikada katedilmek üzere 1500 M. süratli, 3 dakikada katedilmek üzere 300 M. âdeta.
Burada dikkat edilen nokta
hayva-tc. ayrılmaktadr* TT^ binici atının
kudretine göre a ^ u ettiğine girebil mektedir. Böyle p-rnn'ara taksim edi
lirken her m ?m ,oW .în atçılık fede
rasyonu kendi atîanua uvgun şart ları ayrıca tesbit etmektedir.
Gerek Varlık o-->rPkse Uygunluk müsabakları görülüvor ki atçılık ve biniciliği ta başlangıcından teşvik eden konkurlardır.
Bundan başka böyle müsabakalar büyük konkurlardan daha kolay ya pılabilir, çünkü ?=nç vaştaki bir atı kolay ve ucuz fiaria elde etmek kabil olduğu gibi onu bövle ufak müsaba kalara hazırlamak büyük konkur lara nisbetle çok deha kolaydır. Biz de de atçılık teşekkülleri bir araya gelerek böyle müsabakaların esasla rını yurdumuza livamı bir şekilde tesbit etmeli ve memlekette yapılan
her konkurda (Va -’ık) ve (Uygun
luk) müsabakalarının yapılmasını
mecburî kılmalıdır.
Melâhat Aksel
• ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ » — m ı ı ı ı w ı~~~ı~ıı 11 mu m m mm .
i Yurttaş:
Türk arttırıcılarının sayısı yıl- I I dan yıla çoğalıyor. Sen de onlara 1 I katıl. Bankada bir arttırma hesabı [ I açtır.
U’tısal ekonomi ve !*K*ırma kurumu I
Taha Toros Arşivi