• Sonuç bulunamadı

Başlık: ÇOCUKLUK DÖNEMİ DİNİ IYazar(lar):CLARK, W. H. ;çev. ARMANER, NedaCilt: 24 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000598 Yayın Tarihi: 1981 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: ÇOCUKLUK DÖNEMİ DİNİ IYazar(lar):CLARK, W. H. ;çev. ARMANER, NedaCilt: 24 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000598 Yayın Tarihi: 1981 PDF"

Copied!
11
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ÇOCUKLUK DÖNEMİ DİNİ 1

i

.\

W. H. Clark çev.: Doç. Dr. Neda ARMANER

Yeryüzünde bildiğim en üstün kişiyi, Allahın Huzurun-da, ifade edilemez bir Iıfışu içinde saygıyla başını eğmiş olarak gördüm : maneviyat~mız benliğimizin en içten

mer-otebesine özellikle çocuklukta erişir

CarIyle

Eğer davranışçılar (behaviorist), Psikanalistler ve Cizvitlcr belirli bir öneri (kaziye) üzerinde düşünce birliğine varırlarsa bu öneride bir gerçek payı olduğunu tahmin etmek yanlış olmaz. Bizim buradan genel olarak çıkarmak istediğimiz sonı~ç, birey hayatının ilk yıllarının en kararlı yıllar olduğu gerçeğidir. Bunun için bu konuya burada bazı kez uzunca yer vermek zorunluğunu hissediyoruz. Öte yandan şunu da be-lirtmek gerekir ki, bu konunun önemi ile hemen hemen ters düşen bazı deneyler ve deneysel incelemeler varacağunı,z sonuçları sınırlamış ola-caktır.

Gözlerini geleceğe dikmiş ve yaşlılık dünyasına dalmış, derin düşün-celere aklı 'ermeyen bir kimse, çocukluğunda sahip olduğu dini duygu-larını o zaman çekilmiş fotoğraflarına bakarak değerlendirmek eğili-mindedir. Eğer bu duyguların herhangi bir şekilde gün ışığına çıkması mümkün olsaydı o zaman o duygular belki küçümsenir ve alay konusu olurdu. Çocukluk yıllarının diğer olayları gibi, bu duygular da zamanla bellekten silinmek zorundadır. Böyle olmasına rağmen hemen hepimi-zin, dini yaşamımızı çocukluk yıllarumza borçlu olduğumuz hakkında, müphem de olsa, bir kanı vardır. Böylece daha önceki bölümde görül.

1 Waltcr Houston Clark: The Psychology of Religion (An Introduction to Religious Ex-' pericnce and Belıavior, (Third Printing) The lIIacmillan Comp. New York, 1961, Chapter: 5, The Religion of Cbilhood. pp.83-92.

(2)

176 NEDA ARMANER

düğü gibi, çeşitli kimseler kendilerinde din duygularını yaratan alt-mışbeş neden arasında din eğitimine erken başlamayı baştan yedinci sıraya koymuşlar ve ayni amaca hizmet eden bilinç, görev, alışkanlık ve gelenek gibi diğer nedenleri listenin çok daha altında göstermişlerdir.

Bu bölümde yazılanlarm pratik önemi; çocukluk dönemi dininin özellikleri ile bunu doğuran güçler hakkında bazı bilgiler edinmek iste-yen anneler, babalar ve eğitirnciler tarafından durumun hemen kavran-masıdır, yazacaklanmız din eğitimi konusunda ilm

ı

bir risale niteliğinde olmasa bile o1..lJ.yuculanmıza bu işin gerisinde kalan bazı esas bilgiler" sağlayacaktır. Bu bölüm, Allah'ın varlığına inanmayanlar, kendilerine göre dini iğrenç bir şeyolarak gören ve gençleri bundan mümkün olduğu kadar uzak tutmak isteyen kim~eler tarafından da ilgi ile karşılanacak-tır.Bunları okudukları zaman nelerden kaçmmaiarı gerektiğini öğre-"neceklerdir.

Çocuk dünyaya geldiği zaman yardıma muhtaç bir varlıktır ama içinde gizli birçok yeteneklere sahiptir. Her şeyden ön:ce, çocuğun sadece bünyesi için değil fakat aynı zamanda önünde uzanan uzun ve sıkıntı dolu yıllarla başa çıkabilmekte kendisine çok gerekli olan esas alışkan-lıkları ve davranışları kazanabilmesi için özellikle ilk yıllarda sürekli ba-kım ve özen ister. Buna rağmen, şunu da unutmamalıdır ki bu bakım ve itinada ifrata kaçmamak gereIs:ir. Çocuğun yavaş yavaş büyüyüp gelişmesine uygun bir şekilde onun yeteneklerini ve kişiliğini de geliş-tirmeye çalışmak gereklidir. Çocuklarla .bitkileri birbirine benzetebiliriz. Her ikisi de ,bakım ister; her ikisi de zamanla gelişip büyür. Ama çocuk-ların büyüdükçe yetenekleri artar, kişilikleri gelişir. Kişiliklerinin ge-lişmesinde kendilerini yaratan Allah kavramı da yer alır. Bilgili bir çiftçi toprağı ne zaman süreceğini, ne kadar süre ile nada.<>tabırakacağını, ne zaman ekeceğini ve mahsulü ne zaman kaldıracağını bilir. Başka bir deyişle, heı' işin uygun bir vakti vardır. İ~te, hassas ana ve babalar ile sanat gücüne sahip olan eğitimciler de şayet "dere kenarına diktikIeri ağaçtan" zamanı gelince meyva toplamak istiyorlarsa sabır ve dikkati meczetmesini bilmeleri lazımdır.

Esas itibariyle biz şu iki soruya cevap aramağa çalışacağız: (1) Çocuğa din duyguları nereden gelir ve nasıl gelişir? (2) Çocukluk dev-resindeki din nasıldir? Bu bakımdan, bu faslm ilk bölümünde gelişme-melere ve doğal kuvvetlere, ikinci kısmında ise genellikle, tasvirlere yer verilecekti r.

(3)

ÇOCUKLUK DÖNEMİ DİNi

ÇOCUGA DİN DUYGULARı

NEREDEN

GELİR VE NASIL

GELİşİR?

177

Çocuk d{)ğduğu zaman dini duygulara sahip değildir. "Wordswort-hian sentimentalist"leri istedikleri kadar aksini iddia ededu.rsunlar, psikologlar yeni doğmuş bir çocuğu, beşeri olmaktan ziyade hayvana yakın bir varlık olarak kabul ederler. Gerçekten hayli gelişmiş bir may-mun bazı davranışlarında yeni doğmuş bir çoeu.ktan daha fazla "beşeri" dir2• Çocuk beşeri varlığıııı kuvveden fiile çıkaracak yetenekte değildir. Daha ilkel olan beşeri davranışlar bil~ yavaş yavaş ortaya çıkarken, insanın son derece karışık ve anlaŞılması güç sayısız mhsal yetilerinden birisi olan dinin daha ç()cuk doğar doğmaz kendini göstermesini nasıl bekleyebiliriz. Din bu ruhsal fonksiyonlarla o kadar içiçe girmiş bir du-rumda olmasına rağmen, gelişmesini onlardan ayrı olarak yapar. Ge-lişmede nazarı itibare

.

alınacak esas prensiplerden bazıları nelerdir?

Himaye altında bulunma ve "dört istek". Çocuk, ana rahminin de-ğişmeyen, güvenli atmosferinden dışarıya çıktığı zaman nefes almaya başlar ve dolayısiyle hayatın ilk büyük mücadelesine girmiş olur. Bu şekilde çocuğun sinir sistem; büyük bir şok geçirmiş gibidir. Rankian'-lar3 gibi biz bu. olayın hayati önemi üzerinde duracak değiliz. Bununla

beraber burada şu hususu da belirtmek gerekir ki doğum olayı bireyin gelecekteki fiziki gelişmesinde muhtemelen hüyük bir önem taşır. Özellikle doğum anormal ve zorlayıcı şartlar altında olmuşsa bu önem daha da artar. Doğum 'olayının en azından psikolojik bir sonuç meydana getireceğine kesin bir gözle bakabiliriz.

Çocuğun yeni yeni gelişmeye başlayan organizması ile birlikte he-nüz çok ilkel fakat çok gerçek olan bir "himaye altında bulunma" bi-linci de kendisini göstermeğe başlar. W.I. Thomas'ın bu kitabın 66-74 üncü sayfalarında bahsedilen ünlü "dört istek"i güven, bir söz veya eyleme karşı tepkide bulunma yani cevap verme, tanıma ve'yeni tecrü-beler edinme'dir4• Bunlardan "güven" isteği daha ilk nefesini almaya başladığı zaman çocuğa hakim olur ve psikolojik refleksler halinde

ken-2 Örneğin 6 aylık bir maymun-ape; küçük kuyruksuz cinsi-yine 6 aylık bir bebekle'aynı ailede birlikte büyütüldüğünde, maymun kendisini besleyip bakan ebeveyne, o ailenin kendi oğullanndan daha fazla sevgi ve düşkünlük göstermektedir. Bkz. Kellogg and Kellogg, the Ape and the Chiıd. Mae Graw-HilI Book Co. New York, 1933.

3 Rankian'lar olarak belirtilmek istenen, Avusturyalı psikolog Otto Rank (1884-19:19) taraftarlandır. 1924'de basılan "Das Trauma der Geburt" kitabı ıngilizceye 1953'de çevrilmiş-tir. (Çeviren)

(4)

178 NEDA ARMANER

dini gösterir. çocuğun gelişip, büyümesi için bazı ihtiyaçları vardır. Bir dereceye kadar kendi inisiatiflerini kullanarak gereksinmelerini belirtir. Kesinlikle çocuk başkalarının yardımına muhtaçtır. Bu "himaye altın-da bulunma" hissi az vcya çok bütün yaşaİnı boyunca devam eder. Bu his, SehIciermacher'in5 dcdiği gibi dini yaşayışın esas nüvesini teşkil eden Allah'ın yardımına sığınma duygusuna çok benzer. Schleiermacher şüphesiz bu psikolojik reaksiyona; Allah'm yardımına müştak olma hissine öncelik tanır. "Dört istek" den ikincisi, gene çok erken yaşlarda kendisini gösteren; "yasam deneyIeri cdinme" istcğidir. Çocuk bu isteğini psikolojik olmaktan ziyade fizyolojik olarak, kol ve bacaklarını rastgele oynatmak suretiyle ifade etmeye çalışır. çocuğun doguşundan sonra yapmağa başladığı bu hareketler, birkaç hafta sonra hem kendi anne vc babasıyla, hemde onu bilimselolarak yakından inceleyen gözlemci ile bir nevi işbirliği yapmakta olduğu anlamını taşır. Gerçekten daha ilk günlerde yapmağa başladığı bu hareketler tamamen fizyolojik olmasa bile, örneğin kol ve bacaklarını oynatırken bebeğin aniden kun-daklanması onda yüzünün kızarması veya ağlamaya başlaması gibi bazı tepkilere. yol açar ki buna ruhbilimcilerin bir kısını öfke, bir kısmı da daha ihtiyatlı davranarak sade cc bir tür heyecan gözüyle bakarlar6• Yeni tecrübeler edinme isteği, güven isteği kadar zorlayıcı olmamasına rağmen, bir dereceye kadar başkalarını görerek ifade etmeğe çalıştığı bir tür dürtü (tahrik edici saik) dir.

Bir söz veya eyleme karşı cevap verme (rcsponse) yani tepkide bulunma isteği ise, daha pck küçükten veya çoğunlukla gelişme devre-sindeki mevcut olan bir haldir. Çünkü, çocuğun özellikle hassas tarafları sevilip okşandığı zaman çocukta gözle görülcbilen bir tatmin sezilir ve bu gerçek, Freud'un çOL'U.ktacinsiyet kavramına yönelmesine yardımcı ol-muştur. Himaye altında bulunma konusu da bu arada şüphesiz önem kazanmaktadır. Çoeuk birçok fizyolojik gereksinmelerini gidermek is-te~, ama himaye altında bulunma duygusu yani kendisinin başkaları tarafından korunduğun~, sevgi ve şefkat gördüğünü hissetmesi onda dalıa büyük bir tatlJlin yaratır. Bunun için de en çok dayandığı kimse-ler kendisine hakan, büyüten insanlardır. Bu insanlar da pek büyük bir çoğunlukla anne ve babalar olacaktır.

şu.

bir gerçektir ki çocuğun bu şekilde duyacağı ruhsal doyum hemen hemen alacağı gıdalar kadar önemlidir. Hattil fiziki bakımdan gelişmesi için dahi bu: tatmin

gerek-5 Ernest Sehleiermaeher (1768-1834), Breslau'da doğan Alman filozof ve teologu, din duy-gusunun kaynağı üzerinde değerli görüşler getirmiştir. (Çeviren)

(5)

ÇOCUKLUK DÖNEMİ DİNİ 179

lidir. Çocukta kişiliğin gelişmesinde de bu tatmin çok hayati bir rol oy-nar.

PediatristIcr (Çocukların bakım ve hastalıkları ile uğraşan uzman-lar) bugün, birçok çocukların gelişmelerini sağlamak için yapılan en kusursuz fiziksel itinanın dahi yeterli olmadığı gerçeğini daha iyi anla-mış bulunmaktadırlar. Sevgi ve şefkat görmeyen çocuklardan çoğu kısa zamanda canlılıklarını kaybederler ve hatta ölürler. Ama sevgi ve şef-kat içinde büyüyen çocuklar, sağlığı koruma ve gıda bakımından kısmen yoksun olsalar bile, gene kuvvetli ve sağlıklı olar.ak yetişirler. İşte bu nedenle kimsesiz çocukları barındıran yuvalar ve hastaneler çocuklara gıda ve sağlık yönünden yardım ettikleri gibi "analık" şefkatini de onların üzerinden eksik etmezler7• Bu şekilde çocuklar daha ilk günler-den itibaren başkalarına karşı nasıl davranılacağını, bir harekete nasıl tepkide bulunulacağını ve sevginin ne olduğunu öğrenirler. Ayni za-manda başkalarının himayesi altında olduklarını hissederek huzur du-yarlar. "Tanıma" isteği çocuğun doğduğu zamanlarda kolaylıkla an-laşılamaz. Çocuk belki bu isteğini çok ilkel bir şekilde ortaya koymaya çalışmaktadır, fakat bunun daha iyi anlaşılabilmesi' için çocuğun bir devreye kadar bilinçlenmesi gerekir. Bu bilinçlenme de belki en erken, bir yaşını doldurmadan 0lmaz8• Fakat çocuk iki yaşına bastığı zaman bu bilinçlenme de yavaş yavaş gelişmeye başlar. İki yaşında olan ço-cuklarda kıskançlık belirtileri görülebilir. Bu belirtiler çoğu. zaman Ke-sindir. Ve bu da bize artık o yaşta çocukta bilincin gelişmekte olduğu kanısını uyandırır. Kıskançlık duygusu, çocuğun bir tür kendine özgü değer yargısı olup çocuğun kendi içinde gelişir. Bu hissin gelişmesinde başkalarının dUşünce ve davranışlarının da büyük payı vardır. İşte burada da çocuk; başkalarının himayesine; sevgi ve şefkatine muhtaç olduğunu .ortaya koymaktadır.

Bu konuda daha başka açıklamalarda bulunmak mümkün iso de biz bu duygunun, insanı hiç kuşkuya düşürmeyen en belirli şekillerde geliştiğini söylemekle yetineceğiz. £aşkalarının himayesi altında bu-lunma, büyüklerden sevgi ve şefkat görme duygusu çocukta bulunan yegane duygu değildir. Bir bahçede bulunan çiçeklcr veya bir tarlada bulunan yabani ctlar nasıl hep bir arada büyüyüp gelişirse, çocukta da daha birçok duygular olup bunlar birlikte büyüyüp, gelişirler9. Bütün

7 Bkz.: Margaret A. Ribble, The Rights of Infants: Early Psychological Needs and Their Satisfaction, New York: Columbia University Press, 1947.

8 Gordon W. Alıport, Pcrsonality, (Chapter, 6) New york: Henry Holt and Co.1937. 9 James B. Pratt, The psychology of Religious Belicf, New york, The Macrnillan Co.1920, p.93.

(6)

ıBO NEDA ARMANER

bu duygular, insanda din bilincinin gelişmesinde ayrı ayrı roloynarlar, fakat başka1aI1:nın himaycsine, sevgi ve şefkatine muhtaç olma duygusu insanların dinsel yaşayışında çok önemli bir yer tutar. Bu gerçek genetik olarak da açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır. İnsanın dinsel yaşayışını bir bahçeye benzetirsek bu bahçede en göze çarpan ağaç işte gene bu ayni duygudur. İnsanoğluna daha ilk günlerden başlayarak kazandırılan deneylerle, psikolojik bir duygu içinde, Allah'ın himayesine sağınması öğretilmektcdir.

Anne ve Babaların Onemi.

İnsan zihininin ne karmaşık (Complex) bir şeyolduğu bilinip tam olarak ne oldu/;'1l anlaşılmazken, ondan çok daha esrarlı bir gerçek olan Allah kavramından söz açmak kolay değildir.' İnsanlar kendi duygu ve tecriibelerine dayanarak ya da Allah'ın, kendilerince önemli bir hususu üzerinde özellikle durarak, onu birçok biçimlcrde tanımlamaya çalış-mışlardır. Dindar bir kimse, anlaşılması kolayolmayan bazı dinı sem-boller üzerinde düşüniirken Allah kavramını da zihnin de canlandırmak ister. Bu canlandırma, onun en anlamlı ve en kuvvetli duygu ve tecrü-belerine dayanılarak yapılır. Ana-baba kavramı da evrensel bir kavram olup, Hıristiyanlık inancından çok daha gerilere kadar uzanır. Bu ba-kımdan bir çocuğun anne ve babasıyla olan ilişkileri onun Tanrıyı an-layışında ve dinsel yaşayışında önemli etkiler yapar. Başlangıçta ana-baba sembolü ve ilişkilcri çocukta ne kadar güçlü olursa etki de o kadar büyük olur. Çünkü çocuk bu ilişkilerinin etkisi altında kalarak Allalı kavramını zihnin de yaratır. Aııport buna ait ııöyle bir olayanlatır: Altı yaşında bir çocuk Aııah'a dua ederken, bu duanın girişindeki "Baba-mız" kelimesini 8öylcmeyi redd~tmiştir. Bunun sebebi de çocuğuu ba-basının ayyaş ve Hıristiyanlık dininden dönmüş bir kimse olmasıdır. Dolayısiyle çocuk, Allah kavramıyla kendi babası arasında bir ilişki kurmaya tahammül edememiştirır. Bu bakımdan insanların zihnin de bulunan Allah kavramı birbirinden farklıdır. Dinı semboııer ve adetler de esnek olduğundan değişik biçimlerde düşünülebilir.

Daha önceki bölümde açıklanmış bulunan, Freud'un din üzerindeki gözlemlerini de hatırlamadan başka konuya geçmemiz mümkün değil-dir. Freud dini yaşayışın esas nüvesinin, ana-baba iliş'kilerinden ve bu ilişkilerin sonucu olan baba imajından doğduğunu söyler. Freud'un

fi-LO C.W. Alıport, The Individua1 and Hi. Religion: A PS)'chologica! Interpretation, New York, The Macmillan Co., 1950, p.3L.

(7)

ÇOCUKLUK DÖNEMİ

DiNi

IRI

kirleri bazan aşırı olmasma rağmen daima saygıyla karşılanınalıdırll• Onun kuramlarını kuşku ile karşılamak temayülü vaı;sa da çocuğun ana-babasiyla olan ilişkilerinin ilerdeki dini gelişmesinde önemli roloynadığı fikrine iştirak etmemiz gerekir.

Öğrenme ve olgunlaşma. Çok eskiden beri kelime oyunn yapıldığı sanılan bir bilmeee vardır: "Her zaman herkes aynı anda ne yapmakta-dır?" Bu hilmeeeye bir tek sözeük ilc yanıt verilehiIiI': "Yaşlanıyorlar". Bu bilmeceye "Birşeyler öğreniyorlar", diye cevap vermek de olasıdır. Çünkü insanlar doğdu.kları andan itibaren birşeyler öğrenmiye başlarlar ve bu bütün hayat hoyunea devam eder. Bu arada onunla birlikte de-vam eden ve özellikle çocukluk yıııarmda önem kazanan" olgunlaşma" konusu vardır. Öğrenme ile olgunlaşmanın birbirine paralel ola-rak gelişmesi şart değildir. Psikologlar insanların olgunlaşması ko-nusu üzerinde çok düşünmüşler ve birçok araştırmalar yapmışlardır. Ama bu konuda bilgileri arttıkça iş daha karışmış ve anlaşılmaz bir hal almıştır. Buna rağmen vardıkları sonuçların din psikolojisi için de önemi vardır, çünkü din, öğrenme yoluyla gelişir ve herşeyden önee öğrenmenin ne demek olduğu aulaşılmalıdırıı.

Çocuğun !isan ve özbilinç (Self-Consciousn'ees) gibi birçok şeyleri dinden önce öğrenmek zorunda olduğu apaçıktır. Hem fizyolojik hem de psişik fonksiyonlarm olgunlaşmasını da bu arada zikredehiliriz. Bu fonksiyonların olgunlaşma derecesi dini duygu ve tecrüheleri büyük oranda etkiler Daha açık olarak anlatmak gerekirse, ana-baba ve ço-cukların karşılıklı ilişkileri esnasında çocuk bazı davranışlar edinir. Bu davranışları, onun dinsel yaşayışından ayrı düşÜnmek olanaksızdır. Biraz önce sözü edilen ayyaşın altı yaşındaki oğlumm babasına karşı takındığı tavır ve hareketIni onun Allah'a dı:ıa ederken bazı sözlerini 'slnırlamasİyle din üzerindeki etkisini apaçık ortaya koymuştur. Diğer bakımdan, Lu çocuğun zihni kapasitesi gelişmemiş olduğu İçin çocuk bu duayı diğerleri gibi belirli bir alışkanlık içinde okumamış, babası ile Allah arasında bir mukayese yaparak sonunda bazı güçlüklere düşmüş-tür. Çocuğun~ Allah'a hitap ederken "BabamıZ" kelimesinin sembolik olarak ne anlam taşıdığını anlayabilmesi için tabiatiyle daha

olgunlaş-II Freud'un tüm hipotezlerini talıkik edecek uygulamalı çalışmalardan uzak Lulunuyoruz. Ancak, R.R.Sears'in "Survey of Objective Sta.dies of Psychoanalytic Coneepts" baılıklı araştır-ması bu hipotezlerden birini kapsayan ebeveyın • çocuk ilişkisine bir açıklık Iletirmiştir.

J 2 Bkz.: E.R. Hilgard, Theories of Learning, New York: Appleton -Century. Crafts" Ine., 1956. Bu eserde Hilgard, bu alana ait ondan fazla teoriyi gözden geçirir. Daha önce de Mun,,'. un "Psyeheology, Part 3" ya da Merry and Merry'in yukarıda adı verilen kitabıııın 8. bölümün. de bu konuda tatmin edici görüşler bulabili •• iniz.

(8)

IG~ NEDA A'RMANER

ması ve kişisel teolojik sistemİne girerek daha çok şeyler öğrenmesi zorunlud'.lr.

Dini bilgilerin gelişip çoğalmasında ilk ve en çok görülen şekil, hu bil6ilerin derinine nüfuz etmeden olduğu gibi öğrenilmesidir. Bu bir tür, ünlü Pavloy'un belirttiği şartlanma ve şartlanma zama.nı tepkide Imlunmadır. Bu tepki söz ve hareketler biçiminde mekanik olarak ken-dini gösterir. Bıı yaygın bir yöntem olu.p, din eğitimi yapılacak kimseye önce bir takım dualar ve ibadet şekilleri tekrar tekrar gösterilerek ka-fasına sokulur.

Bu

metut, doğalolarak dinin ilkel prensiplerini iiğret-mekte işe yarar, örneğin İncilden bazı kısımların ezberletilmesi, sofra duası yapmadan önce ellcrin kavuştur;Jup başın öne eğilmesi bunlar

arasında sayılabilir. /

Bu şekilde yapılagelen dini öğretimin kuvveti hakkında şu olay bize bir fikir verebilir. Kiliseye ibadete' giden bir kadın şapkasını bera-berind~ getirmediğini hatırlayınca haşını ince bir kağıtla örter. Bu ha-reket o anda kilisede bulunan bazı kimseler tarafından dini kaidelerin ihlali gibi görülüp dehşctle karşılanır. Ama kadın başını örtecek birşey llUlamasaydl hr;rhalde bu tepki daha da ağır olurdu.

Bir psikoloğun, güvereinlerc bir takım duaya benzeyen hareketler öğrcttiği (ritualistie maneuvers) hayretle görülmüştür!3. Din alanında bir kısım bilgi ve alışkanlıkların bu şekilde öğretilmesi arzu cdilir ve hatta gereklidir. Fakat esas itibariyle basit vc mekanik hareket,lerde olan bu iiğretim şekli, çok daha karışık ve farkh olan diğer öğretim biçimle-rinden ayrılmah ve onlar da açıklığa kavuşturulmalıdır. Gestalt psi-kolojisine bağlı olanların çoğunun duyduğu bu ayrıhğı, Skinner ya da Thorndike belirgin bir ifadeyle ortaya çıkarmışlardır. Her ne kadar, çocuklar büyüyünceye kadar, daha güç ve daha karışık olan bu yöntem-lerden yararlanıp hilgi edinecek yetenekte değildirler. Bu şu demektir ki, biz bir çocuktan soyut ve derin düşün(,cler yerinc bu düşüncelerin ancak basit ve ilkel şekillerini bekleyebiliriz. Onun için çocuklar eğiti-lirken işin derinine gidilmcz, herşeyadeta bir papağana öğrctilir gibi öğrctilir. Bu şekilde öğreti~ onlar tarafından daha kolayanlaşılır ve yarar sağlar. Daha yüksek ve kompleks hilgiler çocuğun algısının dı-şında kalır. Yalnız bunun da şu tehlikesi vardır: Çocuk bu şekilde öğren-meye karşı bir alışkanlık kazanırsa ilerde diğer ıısullerden yararlanamaz hale gelir. Bundan başka, eğer ölüm dürtüsünün (urge) varlığını kabul

13 B.F. Skinner, Science and Human Behavior, "Superstition in Pigcon", New York, The MacmilIan Co., 1953.

(9)

ÇOCUKLUK DÖNEMİ DINİ 183

edersek, dini görevlerini iyice anlamadan, harfiyen yerine getiren bir çocuğa verilen güven duygusu onun huzur kaynağı olur .••.c ona çok cazip görünür. Diğer bakımdan, yaşama dürtüsü çok daha kuvvetli olan bir çocuk, zamanla tatsız bir lapaya benzeyen dinin bu ölüm ifadelerinden bıkkınlık getirir ve bir gün böyle yüzeyde kalan, anlamsız bir dine karşı isyan eder. Bu fikirler belki daha önce sözünü ettiğimiz bir olaya ışık tutacaktır: KiliscIcrimizde ve dini eğitimimizde böyle körükörüne bir eğitime ağırlık vermenin nedeni, ölüm dürtüsünün gelişi güzel halk ara-sında, yaşama dürtüsünden çok daha fazla etkili 0lduğundandır.14

Vicdan ve Suç.

Bazı psikiatristler suçluluk duygusu ile katı bir

vic-danın ruh sağlığı üzeri~de birçok kötü etkileri olduğunu ileri sürmüşler-dir. Mamafih, tamamen insanlara özgü olan bu sl:.çluluk duygusu ile vic-dan diye adlandırdığımız insanı içinden iğnelcyen beşeri kuvvetler ol-masaydı, belki bugün modern uygarlığın getirdiği birçok olumlu sonuç-lara erişemezdik. Vicdan ile suçu din ile bir arada düşünmek için esaslı bir neden yoktur. Bu gerçek, Batı ülkelerinin dinleri ile bütün gelişmiş dinler için daima kabul edilirıs. Onun için bu iki duygunun esas itiba-riyle nereden doğduğunu, burada birkaç kelime ile anlatmak gerekiyor. Vicdan, insana Allah'ın bahşettiği bir duygu olabilir ama, bu duygu. sonra bir takım olaylarla gelişir. Diğer bir dcyişle, bazı dış etkenlerle öğrenilir vc zenginleşir. Nitekim, antropolojistlerin de söylediği gibi vicdani hnsuslarda fikir ve davranışlar dünyanın .her yerinde ayrı ayrı-dırl6• Çünkü hu bir nevi kültür ve görgü işidir; çevrenin ve eğitimin

et-kisi büyüktür. Bu vesile ile burada, Sina dağında Hazreti Musa'ya veri-len meşhur On Emir'i hatırlamakta yarar vardır. Hatta bizim kendi kül-tür anlayışımıza göre dahi, yalan söyleme, hırsızlık ve adam öldürme gibi suçlar bazı koşullar altında hoş görünebilir. Savaş esnasında adam öldüren veya kendi yaşamasını sürdürebilmek için düşmanın malını çalan vasat bir insan, bu hareketlerden sonra kendisini iyi hissetiğini ve vİcdan azahı çekmediğini söyler. Suçluluk duygu,;u yaratan sebeblcr de insandan insana değişir. Bir katolik çocuk kilise ayinine katılamadığı zaman kendini suçlu hisseder; New England'lı vicdanı Pazar günü sine-maya giden bir kimseyi hoş görmezken, bir Musevi çocuk Cumartesi günü dini görevlerini ihmal ederse suçluluk duygusu içinde kalabilir.

14 Bkz.: Breckinridge and Vincent, Child Development, pp. 179-185

IS

cr.

Rudolf Otto: "Haylı gelişmiş bir dinde, uluhiyetin istekleri sayılan, moral yüküm-lülük ve inkıyat (hürmet), gelişmiş insanın kendi dinsel duygulanyla yanyanaılır." The Idea of the Holy, p.53.

(10)

181 NEDA ARMA~JER

Bu suçluluk duygularının orijini, çocuğun hatırlayamayacağı kadar önce başlayan ana-baba veya onların yerini alan kimselerin çocuğu eğit-me tarzında aranmalıdır. Zira çocuk öyle bir hüviyet içinde yetişir ki zamanla bir dereceye kadar anne ve habası gibi hissetmeyc başlar; onların ideal \OC arzulanılı paylaşmış olur. Türeterin ve dinin ağır bastığı yerlerde hu d:ırum üç ve altı yaşlar arasında çok daha fazla kendini gös-terirP. Buna rağmen, çocuk şüphesiz kendine ne öğretilmek istenildi-ğini ve olaylara ne şekilde tepkide bulunması gerektiğini anlayamaz. Vicdani duygularının kuvveti de kısmen bu anlamanın noksan oluşuna dayanır. Çocuk şüphesiz zamanla öğretmenleri ve oyun arkadaşları gibi kendi ana-babasının ve ailesinin dışında kalan bazı kimseleri tanı-maya başlar. Bu kimselerin öğreti ve davranışları çocuğun vicdanı ve hareket tarzı üzerinde bdirli bir dereceye kadar etki yapar. Fakat aile-nin etkisini tamamen silip atmak mümkün değildir. Hatta aradan uzun senelcr geçip yaşlandığı zaman annc ve baba'sının çchre1erini hatırlaya-masa bile onların vicdanında bıraktığı etki hala canlılığını korumakta-dır. Çocuğun ilerde takip edeceği hayat tarzı ne kadar değişik olursa olsun o daima bu etkiyi pilinçli veya bilinçsiz olarak içinde hissedecek, bazan suçluluk duygusuna 'kapılacaktır.

Burada bahis konusu edilmekte olan husus, Erich Fromm'un, csas itibariyle "amir vicdan" (authorıtarian comicence) diye adlandırdığı gelişimdir. Onun kapsamındakiler, çocuğun kendisinin dışında, baş eğerek, saygı göstererek uzlaştığı şeyıcrdir. Bu, çocuğun uyum sağlaması için önemlidir. Çocuğun vicdanında yer eden güçlerin kaynağının eski-lere dayandığı ve çocuğun sevip saydığı kimselerden gelmcsidir. Çocu-ğun kişiliğini kazanahilmesi için kendisini iyi tanıması ve toplumda bir yer alması lazımdır. Biraz önce sözünü ettiğimiz, çocuk üzcrindeki ana-baba ve aile etkisi eğer gereğinden fazla ise, yani çocuk bir nevi otorite altına girdiyse o zaman çocuğun kişiliğinin sınırlandığı ve yaratıcı gü-cünün azaldığı görülür. Bunun aksine çocuğun kişiliği kendi kendine gelişmiş olursa o zaman (;ocuğun yeteneği ve yaratıcılığı da kişiliğinc uygun olarak artabilir.18

Çocuğun bilinç ve kişili~inin gelişmesi için bir dereceye kadar di-siplin de özgürlük de gereklidir. Bunların her ikisinin de aşırı olmaması gerekir. O zaman çocuk kendi içinde bulunan güçleri daha iyi kullana-hilir. Tamamen özgür yctişen bir çoeukta topluma karşı sorumluluk duygusu gelişmez veya bu sorumluluğu kullanamaz hale gelir. Böylece

17 KB. I1urlock, Child Development, New York, Mc Graw-HilI Book Co., 1942, p. 443. 18 Bkz.: E.Fromm, Man for Himself, New York, Yale Cniversity Press, 1950, pp. 141-172.

(11)

ÇOCUKLUK DÖNEMİ DiNi

çocuk psikopat hir ki!iiliğe sahip olur '"Cya moral bakımından iyice şar-sılır. Tamamen baskı altnda yetişen bir çocuk ise, yaratıcılık kuvvetini kaybedip, toplumun içinde herhangi bir fert olmaktan ileriye gidemez.

Bu bakımdan, bilinç çocuk eğitiminde dikkatle üzerinoe durulacak bir konudur. çocuğun din duygularınm nereden geldiği ve naHI gdiştiğini anlayabilmemiz için de "Çocukta bilinç" konusuna cğilmck lıh:ımdır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu ntice, miras sistemlerinde Devlet de dahil olmak üzere, bütün kanunî mirasçılar lehine cüz'îde olsa mahfuz hisse (kanunî pay) ayrılmamış olmasından doğmakta­ dır.

Bununla beraber yazar sözlerine de­ vamla, «siyasıal bilimin öbür bilim dallarının hepsine üstün geldi­ ğini söylemek de aşın bir ifâde sayılmaz; çünkü siyasal

Fakat para makam­ larının politikalarından, bunların para miktarını artırması veya azaltması şartlarını anlıyorsak, yani bu makamların iskonto mik­ tarında

Ancak bu ihtiyaçların ve onları tatmin edecek malların mikdarlarının, çeşitlerinin evelden ve ka­ ti olarak takdiri, ihtiyaçlarla istihsal arasında muvazenenin temi­ ni

VAKA 1 — 1961 senesi ocak ayında, dövüldüğü ididasıyla An­ kara Mamak Karakoluna müracaat eden 39 yaşındaki A. G, kara­ koldan muayene için hastaneye gönderilir.

Yeni Anayasamız ise millî savunma hak ve ödevi hakkında umumî bir madde (m. Bu madde, son cümlesinde «bu ödev ve askerlik jâi- kümü kanımla düzenlenir» demek suretiyle

Münazaasız (İhtilafsız) kaza, Ad. Haksız İktisap, Ad.. İcra ve iflâs Kanunu'nun yeni tâdili etrafında. Yeni İtalya medenî kanunu, Ad. Tesbit Davaları, Ad. Terekenin

Nisbî butlan dâvasında diğer alâkalılar açılan dâvayı de­ vama haklı oldukları halde, mutlak butlan dâvasında diğer alâkalılar tâbiri ile ifade olunan şahıslar,