• Sonuç bulunamadı

İslam dünyasının en kutsal hatıraları arasında

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İslam dünyasının en kutsal hatıraları arasında"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sra**$2wa

t t .

u

■HIRKAİ SAADET» — »Hırkai Saadet» dairesinin dört odasından üçü, bugün ziyaretçilere açık, «Hırkai Saadet» in bulunduğu oda kapalıdır. Peygamberi­ mizin hırkası, som altından bir sandığın içindedir. Sandığın sehpası da altın kaplama gümüştür. Daire, paha biçilmez kutsal eşyalarla doludur.

(2)

Ayak sesleri iyice yaklaşmıştı. Veliaht Dairesini basan

gözü dünük katilleri, olsa olsa bir mucize durdurabilirdi artık...

Katiller, 3 ’üncü Selim'i insafsızca öldürdükten sonra Veliaht Şehzade

Mahmut'un peşine düşmüşlerdi. Sağ kaşı patlamış, sol kolu

kan içinde olan Şehzade, can havliyle dama tırmanmaya çalışıyordu...

YAZAN: YILMAZ OZTUNA

İSLİMİN EN KUTSAL EŞYALARI BURADA

Yavuz Sultan Selim, son seferi hümayununda büyük bir zafer elde edip İstanbul'a dönmüştü. Islâm'ın üç kut­ sal şehri Mekke, Medine ve Kudüs fethedilmiş, Yavuz, Mekke ve Kahire’den Peygamberimizin Mukaddes ema­ netlerini de beraberinde getirmişti. Tam dört yüzyıldan beri bu kutsal eşyalar Topkapı Sarayı’nın «Hırkai Saadet» dairesi denilen bölümünde muhafaza edilmektedir (üstte, soldaki yapı). Saray'ın, resimde sağ ta­ rafta görülen kısmı ise birbirinden değerli minyatürlere ayrılmıştır. Padişah portreleri galerisi de buradadır.

T

OPKAPI Sarayı Harem Dairesi, inanılma­yacak derecede karışık, iç içe girmiş bir yapıdır. Kaç oda olduğu bile daha sayılma­ mıştır. 380 oda olduğu söylenmektedir. Sa­ lonlar, koridorlar, dehlizler, gizli ve aşikâr geçitler, merdivenler, hamamlar, birbiri üzerine yığıl­ mıştır.

Harem'in giriş kapısı, Kubbealtı'nın arkasına düşer. Buraya, «Araba Kapısı» denir. Sultanefendiler, kadın- efendiler, vaktiyle bu kapıdan arabaya binip şehre İnerlermiş... Kapıdan sonra «Dolaplı Kubbe» denen methal görülür. Çevresi, dolaplarla çevrilidir. Sonra «Fıskiyeli Avlu» veya «Fıskiyeli Şadırvan» denen dik­ dörtgen avluya çıkılır...

Daha İlerleyelim. Sağda, «Kule Kapısı», solda da «Perde Kapısı» ve onun az İlerisinde, saraydaki bir­ kaç camiden birinin kapısı görülür. Kule Kapısı’ndan Kubbealtı'nın arkasındaki Adil Kulesi ne çıkılır. Bura­ sı. 42 metre yüksekliğinde, 105 basamaklı bir kuledir.

«Perde Kapısı» ndan sonra, dar sokağa benzeyen bir

geçit başlar. Haremağalarına mahsus hamam, Kızlar- ağası Köşkü buradadır. Yolun iki tarafı dar kaldırım tsşlarıyle döşenmiştir. Daha İleride haremağalarına mahsus daireler başlar. Şehzadeler Mektebi, Başmu- sahlp Ağa ve Başhazlnedar Ağa daireleri de buradadır.

Haremağaları dairesi, birçok oda ve kçğuştan mey­ dana gelmiştir. Taşlığa girince, tam karşıda, çok bü­ yük bir ocak vardır. Zemin katta karşılıklı beşerden on oda bulunur. Üç katlı binada, rütbelerine göre ha- remağalarının daireleri sıralanmıştır.

Kızlarağası Köşkü İse güzel bir bina. Tam köşe ba­ şında ve karşısında, yüksek duvarlar var. Üstünde Kızlararağası’nın özel hamamı.

«Kızlarağası» deyip geçilmesin. Yüzyıllarca bu zenci ağa, protokolde devletlû vezirlerden (mareşallerden) önce gelmiştir. Vezirlere sadece «devletlû» denirken, kızlarağasına, «devletlû, inayetlû» denirdi. Fakat ve­ zirler gibi asla «paşa» unvanını taşımaz, ismin sonu­ na «ağa» gelirdi: Devletlû, İnayetlû, Darüssaadetlsşe- rife Ağası Beşir Ağa Hazretleri gibi...

Şehzadeler Mektebi!... Adı üzerinde. Burada şehza­ deler, yani padişahın çocukları, yeğenleri, yani amca oğulları eğitim görürlerdi. Ama küçük yaştakiler... Ye­ tişmiş şehzadelere hocaları, onların dairesine gidip özel ders verirlerdi. Şehzadeler, padişah oluncaya ve­ ya ölünceye kadar ders görürlerdi. Meselâ 40 yaşına gelmiş bir şehzade bile, eğitimine devam ederdi. Arap ve Fars dili ile edebiyatı, dinî ilimler, mutlaka öğre­ tilirdi. Bir de Osmanlı ve Islâm tarihi. Gerisi, şehza­ denin şahsî eğilimine bırakılırdı. Ne tahsil etmek is­ terse, onu öğrenirdi. Fatih, ll'nci Bayezit, Yavuz, Ka­ nunî, lifüncü Murat ve daha niceleri, devirlerinin en büyük bilginleri arasında idiler. Eser yazmış olanlar haylidir. Şiir divanı bırakmış olanlar daha fazladır. Bes­ tekârlar, hattatlar ve başka hüner sahipleri de çoktur. Şehzadeler Mektebi'nin salon ve koridorları pek süslü ve güzeldir. Altın yaldızlı nakışlar, muhteşem çinilerle kaplı duvarlar göz kamaştırır. Okul, üç kub­ be ile örtülmüştür. Kubbeler de fevkalâde tezyinatla süslüdür.

Daha ileride, sağda, «Kuşhane Kapısı» denen geçit- çik yer alır. Sonra şahane bir mermer kapı gelir: Cümle Kapısı. Yürümeye devam edilirse, «Nöbet Ye­ ri» denen üstü örtülü taşlık görülür. Burada harema­ ğaları gece nöbeti tutarlardı. Sonra «Altınyol». daha iki kapı ve «Valide Taşlığı» denen avlu. İleride cari­ ye koğuşları başlar. Acemi ve rütbesiz cariyeler, bu koğuşlarda yatarlardı. Her 5 yatağın arasıpda, genç cariyelerin inzibatını sağlamak için, yaşlı bir kıdemli cariye yatardı. Cariyelerin odaları, yüksek rütbeli kal­ faların ise daireleri vardı.

Sarayda Cinayet

A

LTINYOL’UN ilerisinde, sağ taraftaki taş merdi­ venden sonra, Veliaht Dairesi gelir, ll'nci Sul­ tan Mahmut, veliaht şehzade iken burada otur­ muştur. Osmanlı tarihinin en kanlı vakalarından biri burada geçmiştir:

28 temmuz 1808 günü Alemdar Mustafa Paşa, Ru­ meli ordusu ile Topkapı Sarayı'na zorla girmişti. Tah­ tını kurtarmak isteyen IV'üncü Mustafa, bir yıl önce tahtından indirilen lifüncü Selimle Veliaht Şehzade Mahmut'un öldürülmelerini emretmişti. Böylece, ha­ yatta kalan tek Osmanoğlu sıfatıyle kendisini ne pa­ hasına olursa olsun padişah kabul ettirecekti.

Katiller, lifü ncü Selim'i şehit ettikten sonra, Veli­ aht Şehzade'nln dairesine yürüdüler.

Şehzade Mahmut, elinde kılıç, telâş eseri göster­ meksizin katilleri bekliyordu. Osman Gazi'nin on se­ kizinci kuşaktan torunu olan Veliaht Şehzade, tam bir Osmanoğlu İdi. «Ya devlet başa, ya kuzgun leşe» di­ ye düşünüyordu. Bir şehzade için, ikisinin ortasında ihtimal yoktu.

Veliahdın hizmetkârlarından Çevri Kalfa adında bir Çerkez cariyesi vardı. Akıllı, cesur ve efendisine sa­ dık bir kadındı. Kimseye sorup danışmadan, katilleri bir, iki dakika olsun geciktirmek İçin kendi hesabına ne yapabileceğini düşündü ve kararını verdi. Ola kİ bu dakikalar içinde Alemdar Mustafa Paşa yetişirdi. Ancak bir kadının aklına gelebilecek bir hareketle bi­ tişikteki hamama girdi. Külhandan küreklediği kızgın külleri büyük bir kaba doldurdu. Bir elinde kap, öte­ kinde kürek, ayak sesleri gittikçe yaklaşan katilleri beklemeye başladı.

Veliaht Dairesfnin kapısını İsa Ağa ile Amber Ağa tutmuştu. Elde kılıç, bekliyorlardı. Katillerle kısa bir vuruşma oldu, fki kişinin otuza yakın adamla başa çıkmasına imkân yoktu. Müdaflleri yaralayıp yere dü­ şüren katiller, onları öldürmeye tenezzül etmeksizin, dairenin kapısından girmeye başladılar.

Kapı dardı. Katiller ancak birer, ikişer içeri girebi­ liyorlardı. Çevri Kalfa, ilk girenlerin gözlerine büyük bir soğukkanlılık ve sükûnetle bir kürek kızgın kül serpti. Arkadan girenler de aynı akıbete uğradılar. Gözlerini aşabilenler. Çevri Kalfadan yeni bir kürek kül yiyorlardı.

Bu kargaşalıkta, yaralı olmalarına rağmen, Amber ve Isa Ağalar da Veliaht Dairesi'ne girdiler. Gayet dik­ katli olan Çevri Kalfa, onları tanıdığı için, kül serp­ medi. Ağalar, büyük gayret göstererek Şehzadeye omuz verdiler. Sultan Mahmut’u dama çıkarmak için uğraşmaya başladılar.

Ebe Selim denen melun, bir ara kül deryasına dö­ nen odada gözlerini açıp, dama çıkmaya uğraşan Şeh­ zadeyi gördü. Pencerenin içinde bulunan Sultan Mah­ mut'a doğru hançerini fırlattı. Keskin nişancıydı. Fa­ kat gözlerinin yanması yüzünden Şehzade'nln hayatî bir uzvuna değil, koluna isabet ettirdi. Yaralanan Ve­ liaht, kan içinde kalan sakat koluyle saçakları iyi ya­ kalayamadı. Yüzünü sıvalara çarptı. Çarpmanın

(3)

detinden sağ kaşının üstü patlayarak kanamaya baş­ ladı. Yüzü, gözü tamamen kan içinde kalmasına rağ­ men Şehzade, dama tırmanmayı başardı.

Bu sırada ona dama çıkması için haber göndermiş olan başlalası Tayyar Efendi, yanında Mehmet Bey, İmam Ahmet Efendi ve Koyunyiyen Arif Ağa olduğu halde, merdiven tedarikiyle meşguldü. Ama bir tür­ lü uygun bir merdiven bulunamamıştı. Sonunda Kuş­ hane ve Meşkhane’de birkaç merdiven bulundu. Fa­ kat bunlar da kısa geldi. Dam çok yüksekti. Tayyar Efendi ve arkadaşları, bellerindeki şalları çözdüler. İki merdiveni sıkıca birbirine bağladılar. Duvara dayadı­ lar. Sultan Mahmut, güçlükle merdivenden avluya indi. Ok yaydan fırlamıştı. Katillerden biri, Sultan Mus­ tafa'ya gitti:

— Sultan Sellm’ln kârını itmam eyledik padişahım, Sultan Mahmut'u da şimdi katletmek üzereyiz, dedi.

IV'üncü Mustafa, Alemdar'ın başları olduğu «Sultan Selimliler» i ümitsizliğe düşürmek için emretti, şehit hükümdarın cesedi, avluya çıkartıldı. Arz Odası ile

Babüssaade arasındaki büyük kapının İç taraftaki cep­ hesine konuldu. Tam bu sırada bu kapı Alemdar'ın kuvvetleri tarafından kırılmıştı. Başta Alemdar Mus­ tafa Paşa olmak üzere, Sultan Selimliler, avluya do­ luştular.

Sultan Selim, baştan ayağa kana bulanmıştı. Sağ şakağına yediği kılıç darbesi, büyük hükümdarın deri­ sini yüzmüş, sakalının sağ kısmı, çenesine düşmüş­ tü. Alemdar, kapıdan girer girmez, feci manzarayı gör­ dü. Ciğeri yandı. Cesedin üzerine kapanıp:

— Vay efendim, seni iclâs için Tuna boylarından geleyim de kör olası gözlerim seni bu halde görsün! Heman «Enderun Halkı* denen hainleri katliam edip intikamın alayım, diyerek ağlamaya başladı.

Bu pek elemli manzarayı görünce. Sultan Selim’in en yakın inkılâp arkadaşları olan Rusçuk Yaranının da gözlerinden yağmur gibi yaş akmaya başladı. Tu­ na yalılarından gelen asker içinde, padişahın insan cinsinden olup olmadığını tastamam bilmeyenler bile vardı. Ve her halde, padişahı insanüstü bir varlık

sa-ŞEHZADELER MEKTEBİ

Harem'in ayrı bir bölümünde de Şehzadeler Mektebi yer alır. Küçük bir kapıdan (soldan) geçer, iki mer­ diven çıkar (altta) padişah çocuklarıyla padişah ye­ ğenlerinin (amca oğullarının) eğitim gördükleri kısma gelirsiniz. Burası, şehzadelerin küçük yaştayken de­ vam ettikleri okuldu. Salonu (üstte), koridorları pek süslü ve güzeldir Şehzadeler Mektebinin. Fevkalâde tezyinatla donatılmış üç kubbe örter okulu. Altın yal­ dızlı nakışlar, muhteşem çinilerle kaplı duvarları göz kamaştırır. Şehzadelerin buradaki eğitimi, belli bir yaşa kadar sürerdi. Delikanlılık çağı geride kaldık­

tan sonra, her şehzade, kendi dairesinde eğitilirdi.

yanlar çoğunluktaydı. Şimdi efendileri Sultan Selim’i bu halde görünce, perişan olmuşlardı. Ellerinde kılıç, intikam için öldürecek adam arıyorlardı.

Durumu gören Sultan Selim’in Reisülküttabı (Hari­ ciye Nazırı) Galip Efendi, şuursuz bir katliam olaca­ ğını, suçlunun yanında masumun da yanacağını anla­ dı. Yerdeki cesedin üzerine kapaklanmış Alemdar Mus­ tafa Paşa’nın yanına diz çöktü. Omuzlarından tutarak:

— Paşam, dedi; hemen kalk. Askerlerine hâkim ol. Nameşru işler olmasın!

— Bre saltanatın sahibi kanlar içinde yatar, görmez misin? Artık askerin yapacağı işin meşru ve nameş­ ru olması benim umrumda mıdır?

Sultan Selim'in en yakın adamlarından Ramiz Efen­ di söze karıştı:

— Aman efendim, dedi; şimdi ölmüşe ağlayacak ve intikam alacak zaman değildir. Gayet dar vakitte­ yiz. Devleti tehlikeden kurtaracak birkaç dakikamız ya vardır, ya yoktur. Tahtın sahibi artık Sultan Mahmut' tur: Mazallah ona bir şey olursa, devlet perişan olur, belki dağılıp İnkıraz bulur.

«A Be Bu Adam da Kim?...»

V

EZİR Alemdar Mustafa Paşa'nın aklına o ana ka­ dar Sultan Mahmut gelmemişti. Onun tek düşün­ cesi, Sultan Selim’i yeniden padişah görmekti. Ancak şimdi, IV'üncü Mustafa'nın tahtın tek ve çare­ siz sahibi durumuna gelmesi ihtimalini düşündü:

— Aman Sultan Mahmut Efendimize bakın, diye emir verdi.

Fakat Tuna boylarından gelen asker. Sarayın taksi­ matını bilmiyordu. Veliaht Dairesi'nin nerede olduğun­ dan bile haberleri yoktu. Şaşkın halde şuraya, bura­ ya koşuşmaya başladılar. Kimisi damlara çıkıyor, ki­ misi elindeki balta ve kazma ile önüne çıkan duvar­ ları yıkmaya çalışıyordu.

Bu kargaşalık içinde, Sultan Mahmut uzaktan görün­ dü. O tarihte 24 yaşında idi. Yüzü, gözü kan içinde, kolu yaralı, üstü başı tam manasıyle perişandı. Arka­ sından Tayyar Efendi ile Mehmet .Bey ve IV’üncü Mus­ tafa'nın başimamı Ahmet Efendi geliyorlardı. Kendisi­ ne doğru yürüyen bu perişan halli genç adamı görün­ ce, Veliahdı şahsen tanımayan Alemdar sinirlendi. Korkunç bir sesle ve Rumeli ağzıyle:

— A be, bu da kimdir? dedi. Hafız Ahmet Efendi ileriye çıktı:

— İşte, Sultan Mahmut Han Efendimiz budur. Alemdar Mustafa Paşa, derhal yetişip etek öptü: üzüntü içinde:

— Ah Efendimiz, diye konuştu. Ben, amcanızı çı­ karmak için gelmiştim. Cenabı Hak, bana Selim Han Efendimi bu halde görmek felâketini takdir etmiş. Ba­ ri sizi iclâs İle müteselli olayım. Lâkin Cennetmekâna kıyan Enderun halkını kâffeten kılıçtan geçirmeden huzur bulmam mümkün değildir.

Sultan Mahmut:

— Sen o işle mukayyet olma Paşa, diye cevap ver­ di. Şimdi askerini dağıt, arkamdan gel! Ben katilleri buldurup sana gönderirim. Silâhlarını da çıkar.

Osmanoğulları'nın serinkanlılığına malik bulunmayan ve heyecanlı bir Rumeli çocuğu olan Alemdar'ın gö­ zü dönmüş, ne yapacağını şaşırmış vaziyetini o kar­ gaşalık arasında Sultan Mahmut çok iyi anlamıştı. Pa- şa’nın öfkeyle şuna, buna kılıç çekmesinden ve as­ kerinin de onu taklit etmesinden korkuyordu. Alem­ dar, kendisinden çok daha azim ve irade sahibi bir şahsiyetle karşılaştığını anladı. Silâhlarını çıkardı:

— Yalnız belimdeki mücevherli pala, amcanız efen­ dim Sultan Selim Han'ın hediyesidir, dedi. Uyurken bile öpüp başucuma asarım. İzni hümayununuz olur­ sa, onu çıkarmayayım.

Sultan Mahmut, müsaade etti. Peşinden gelen Alem­ darla Hırkal Saadet Dairesine doğru yürümeye baş­ ladı. Ancak yaralarının ve kan kaybetmenin tesiriyle sendelediği için, Mehmet Bey'le Tayyar Efendi İki ya­ nından koluna girdiler.

İşte Türkiye tarihinin en büyük hükümdarlarından biri, atalarının tahtına böyle oturdu.

Üzüntüden Felç Geçirip

Ölen Padişah

H

AREMİ Hümayunun bu kesiminde geçen vaka, Osmanlı tarihinin unutulmaz safhalarından bi­ ridir. Olayın geçtiği taşlığın duvarları, pek gü­ zel çinilerle kaplıdır. Eskiden taşlığın çevresinde 25 mermer direkli bir revak vardı, şimdi yoktur. Sonra

(4)

lll'ÜNCÜ MURAT ODASININ TAVANI — Ha­ rem in en muhteşem odalarından biri olan lll’üncü Murat Odası, tavanındaki zengin çini tezyinatı ile dikkati çeker. Çini deyince, ilk ak­ la gelen renk, mavi olduğu halde, bu odanın bütün duvarları ve tavanındaki çinilere kırmı­ zı hâkimdir. Kırmızı çini, o devirde yaşayan bir ustanın tekniğiyle meydana getirilmiş, usta ölünce de bu çini tarzı tarihe karışmıştır...

MİMAR SİNAN’ IN

ESERİ OLAN 00A.

«Hünkâr Sofası» nın hemen yanında yar alan III. Murat’ın muhteşem odası. Mimar Sinan’ın aşaridir. Duvarlarından birinin ortasını kapla­ yan şahane ocağı, renkli vitrayları ve üç ka­ demeli mermer çeşmesiyle, lillm cü Murat oda­ sı gerçekten görülmeye değer bir güzellikte­ dir. Bütün gömme dolaplarının üstü baştan ba­ şa sedef kaplıdır. Odaya ilk girenin, karşılaş­ tığı çini bolluğu karşısında gözleri kamaşır...

rş>

rzj

v s

uz

m

T

VALİDE SULTAN DAİRESİ — .Hünkâr Sofası, n- dan bir kapı, hamam yolu denilen koridora açı­ lır. Koridorun en ucunda, iç içe odalardan mey­ dana gelmiş olan Valide Sultan Dairesi yer al­ maktadır. Valide sultanlar, baştan başa çini süslü olan «Haremi Hümayun, un bu dairesin­ den gün olmuş, bütün OsmanlI devletini idare etmişlerdir (solda). Diğer resimde odanın bir­ birinden güzel çinilerle süslü tavanı görülüyor.

(5)

HÜNKÂR SOFASI — Padişahların bayram tebriklerini kabul ettikleri geniş bir salondur. Mermer sütunler, «Hünkâr Sofası» denen salonu ikiye böler. Üç köşesinde üç çeşme vardır. Salonda şahane çiniler, mermerler ve sedefler saltanatı hüküm sürer âdeta. Bu haliyle Harem in en muhteşem odalarından biridir Hünkâr Sofası...

(6)

Katledilen bahtsız Katillerin elinden kıl payı kur- III'üncü Selim... tulan Veliaht Şehzade Mahmut.

«Haseki», padişah zevcesine verilen addır. Ancak 18’inci yüzyılda padişah zevcesi için bu deyim, terk edilmiş, «kadınefendi» denilmeye başlanmıştır.

Çeçmeli Sofa denen yer; genişçe bir hol. Çinilerle kaplı. Duvarlarından birinde mermer bir çeşme var. Üstü kubbeli. Penceresiz. IV'üncü Mehmet tarafından yaptırılmış. Buradan Hünkâr Sofası'na geçilir.

Harem'in en güzel parçalarından biridir bu «sofa» denen salon. Mermer sütunlar, salonu ikiye böler. Üstte, sedef kakmalı parmaklıklarıyle bir balkon var­ dır. Üç tarafında da üç çeşme. Su, çini, sedef ve mer­ mer saltanatı gözleri kamaştırır. Salona birkaç kapı açılır. Padişahlar bayram tebriklerini burada da kabul ederlerdi.

Sonra Mimar Sinan yapısı lll'üncü Murat Odası'na geçilir. Muhteşem bir salondur. 16'ncı yüzyıl sonları Türk şevket ve haşmetini belirten bir eserdir. Baştan başa çinilerle örtülmüştür. Çinilerde kırmızı hâkim­ dir. Daha ilerleyelim: l'inci Ahmet Kütüphanesi ve lll'üncü Ahmet'in Yemişlik Odası... Sonra yine Sinan' ın eseri olan Hünkâr Hamamı ve Valide Sultan Dai­ resi. Türk imparatorluğunun tek imparatoriçesi, bu çi­ nilerle kaplı dairede saltanat sürmüş ve bütün Hare­ mi Hümayuna hâkim olmuştur. Mahpeyker Kösem gi­ bi bazıları da bütün imparatorluğa... Bilindiği gibi, bir­ kaç valide sultan, saltanat naibeliği de yapmıştır.

Sonra Havuzlu Taşlık’a geçilir. «Asmabahçe» de de­ nilmiştir bu avluya. İçinde lll'üncü Osman’ın (1754- 1757) köşkü vardır. Bir koridor uzanır ve l ’inci Abdül- hamit’in (1774- 1789) yatak odasına sıra gelir. Sonra l l l ’üncü Selim’in (1789- 1807) Musiki Odası. Derken, üç kat ve iki kesri bulunan Veliaht Dairesi... Cariye- ler Havuzu, biraz ötededir. Burası, bir yüzme havu­ zu olarak kullanılmıştır. Şimdi orta derecede zengin­ lerin bile yüzme havuzları var. Ama o zamanlar bu, büyük lükstü.

l ’inci Abdülhamlt’ln Aynalı Salon una buradan ge­ çilir. Bir adı da «Mabeyn» dir bu salonun, l ’inci Sul­ tan Abdülhamit, 1789'da Karadeniz'in kuzeyindeki ka­ lemizin Rusların eline geçtiğini ve ahalisinin kılıç­ tan geçirildiğini anlatan sadaret arizasını bu salonda okurken, inme inmiş ve ölmüştür. Sonradan kale de­ ğil, ülkeler kaybeden devlet adamlarının kılı bile kı­ pırdamamıştır Türkiye'de.

Harem, böyleslne yüzlerce salon, oda, hücre, kori­ dor, hol, sofa, balkon, taşlıkla doludur. Hepsini tas­ vir etmeye imkân yoktur. Onun için Saray’ın çok önem­ li öteki köşesine, Mukaddes Emanetler'in, klasik ta­ biriyle «Emanatı Mukaddese» nin bulunduğu Hırkai Saadet Dairesi'ne geçelim.

405 Yıl Aralıksız

Kur'an Okunan Yer

Y

AVUZ Sultan Selim Han'ın Mısır fethinden İs­ tanbul'a döndüğü 25 temmuz 1518'den, halifeli­ ğin ilga edildiği 3 mart 1924 gününe kadar 405 yıl, 7 ay. 9 gün. bir dakika, bir saniye ara veril­ meksizin Topkapı Sarayı Hümayununun Hırkai Saadet Dairesi nde Kur anı Kerim okunmuştur. Yahya Kemal, bir yazısında bu mehabetli geleneği, «Türk devletinin manevî temellerinden biri» şeklinde tavsif etmekte­ dir (Aziz İstanbul; sayfa: 120).

Yavuz'un 2 yıl. 2 ay süren İkinci ve sonuncu seferi hümayunundan (ki Osmanlı tarihinin en uzun seferi hümayunudur) İstanbul'a. Topkapı Sarayı na dönmesi de. anlatılmaya değer bir olaydır:

Yavuz'un bu ikinci seferi hümayununda fethedip Tür­

• Dünyanın sayılı yazma eserleriyle, Çin’den sonra en değerli

porselenlerine sahip olan muhteşem Saray...

• Gösterişli, cengâver ve devlet adamı olarak eşsiz, fakat son derece

sıkılgan, mütevazı ve sakin yaradılışlı bir padişah...

• 400 yıldır, altın bir sehpa üstünde, som altından bir sandıkta ve

kırk kat bohça içinde saklanan kutsal hırka...

• Tam 3 asır, yeryüzünün en kudretli devletinin gerçek beyni...

• Türk İmparatorluğunun tek imparatoriçesi ve onun, içinde yıllarca

saltanat sürdüğü çinilerle kaplı eşsiz dairesi...

kiye'ye kattığı topraklar üzerinde bugün 9 bağımsız devletle Gaziantep, Adana ve Hatay illerimiz vardır. Bu topraklar üzerinde şimdi 90 milyona yakın insan yaşamaktadır. O ülkeler, o tarihte, dünyanın en zen­ gin ve önemli ülkeleri arasındaydi. Üstelik, İslâm di­ ninin başkanlığı demek olan halifelik, 767 yıldan be­ ri bu sıfatı haiz bulunan Abbasîler'den Osmanoğul- larına, Araplardan Türklere geçmiş oluyordu. İslâm' ın üç kutsal şehri olan Mekke, Medine ve Kudüs de fethedilmişti. Yavuz, yanında Mekke ve Kahlre'den ge­ tirdiği Mukaddet Emanetler'i de taşımaktaydı.

Böylesine muzaffer bir hükümdarı cihan tarihi ya hiç kaydetmemiş, ya da pek az kaydetmiştir.

İstanbul'da büyük cihangiri karşılamak için kıyamet­ ler kopuyordu o sırada. En büyük törenler hazırlanmış­ tı. Yüz binlerce halk, en içten hisleriyle hükümdarla­ rına alkış tutmak için, aylardan beri bugünü bekliyor­ du. Ama Yavuz'un bütün gösterişi, devlet işlerindey- di. Özel hayatında mahcup, mütevazı ve sakin bir adamdı. O tarihte 48 yaşındaydı Yavuz. Son derece sade giyinir, kitap okurken gözlük kullanırdı. İstan­ bul’da halkın duygularını ve yapılacak töreni öğrenin­ ce, pek sıkılmıştı.

Yavuz, şahsına gösterilecek olan bu derece alâyiş­ ten utandığı için, bir gün sonra törenle şehre girme­ si gerekirken, gece vakti, yanında birkaç kişi ile ka­ yığa bindi ve gizlice Topkapı Sarayı'na çıktı. Halk ve devlet adamları, ancak ertesi gün padişahın Sa­ rayda olduğunu öğrenebildiler ve hiç bir tören yapı­ lamadı. Üstelik Yavuz. İstanbul'da sadece 10 gün kal­

dı ve ömrünün vefa etmeyeceği yeni bir sefer hazır­ lamak üzere Edirne'ye hareket etti.

Mukaddes Emanetler

N

EDİR Yavuz’un İstanbul'a getirip Topkapı Sara- yı'nın en mutena dairesine yerleştirdiği Mukad­ des Emanetler? Nasıl bir yerdir Hırkai Saadet Dairesi?

Hırkai Saadet Dairesi, dört odadan ibarettir. Üçü. bugün ziyaretçilere açıktır. «Hırkai Saadet» in bulun­ duğu oda, kapalıdır. İçi aydınlatılmış olan bu odayı ziyaretçiler, ancak dışarıdan, «Hacet Penceresi» nden görebilmektedirler. Bu pencerenin önünde yapılan dua­ nın Tanrı katında çok makbul olduğuna inanılmakta­ dır. Gerçekten burası, Islâm dünyasının en kutsal yer­ lerinden biridir.

«Hırkai Saadet», Peygamberimizin hırkasıdır. Bir başka hırkası da İstanbul'da Hırkai Şerif Camiindedir. Bu İkincisine, ayırmak için, «Hırkai Şerif» denir. Mu­ kaddes Emanetler'in en değerlisi, Hırkai Saadet sa­ yılmaktadır. Yavuz'dan sonra dört yüzyıl, belirli gün­ lerde, padişah tarafından büyük dini törenle ziyaret edilmiştir.

Deha birçok kutsal eşya vardır: Meselâ, Kâbe'den getirilen Tevbe Kapısı. Hazreti Ömer'e ve Hazreti Os­ man'a ait birer kılıçla, Hazreti Peygamber'e ait bir yay, Padişahlar, Kanuni’den itibaren, kılıç alaylarında, Haz­ reti Ömer'e ait bu kılıcı kuşanırlardı ki, bu tören, Batıdaki kralların taç giyme törenine denktir.

BAĞDAT KÖŞKÜ

Topkapı Sarayı'nın Dördüncü Avlusunda yer alan en güzel binalardan biri de Bağdat Köşküdür. Dördüncü Murat tarafından Baâdat Seferi 14

(7)

Bakımı Bir Bölük Tarafından

Yapılan Kutsal Sancak

H

IRKAl Saadet, altın yaldızlı bir gümüş şebeke­ nin ortasında, som altından bir sandığın için­ dedir. Kırk kat bohçaya sarılarak sandığa konul­ muştur. Sandığın üzerinde bulunduğu sehpa da. altın kaplama gümüştür. Dairenin her yanı paha biçilmez mücevherler, kutsal eşya ile doludur. Fevkalâde çi­ niler ve harikulade hat örnekleri, gözleri kamaştırır. Çiniler, 16'ncı yüzyıl sonlarına alt şaheserlerdir. Ka­ pı, büyük sedefkâr Vasıf'ın eseridir. Dairede, yıllar önce her birinin maddî değerinin 10 000 dolar oldu­ ğu hesaplanmış 40 adet seccade var. Tavandaki kan­ diller, som altındandır. IV’üncü Murat’ın koydurduğu kandil ise mücevherlere boğulmuştur. Duvarda mücev­ her kakmalı Keiimei Şehadet levhası, büyük bir hat­ tat olan lll'üncü Ahmet’in eseri. Az ileride Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin bir levhası görülüyor. Pey­ gamberimizin hanımlarına ait eşya, dolapların içinde. Sonra bir sandık daha ve içinde Peygamberimizin san­ cağı, ünlü Sancakı Şerif... Padişahların seferi hüma­ yunlarında beraberlerinde götürdükleri sancak. Bu san­ cağın bakımı için o zamanlar ayrı bir bölük hassa askeri görevlendirilmişti.

Dairede, ikisi Peygambere, ötekileri din büyüklerine ait 21 kılıç var. Kabzaları, padlşahlarca yenilenmiş ve mücevherlere boğulmuş. Peygamberimizin, Hazreti Fâ- tıma’nın seccadeleri, imam-ı Âzam Ebuhanife’nin cüp­ pesi, Hazreti Ali el yazısı Kur'an ve daha sayılama­ yacak derecede eşya... Bu eşyanın hepsi Yavuz’un ge­ tirdikleri değil, önemli bir kısmını Fahrettin Paşa, Bi­ rinci Dünya Savaşı sonunda İstanbul'a yollamıştır.

Medine'yi ve Ravzai Mutahhara'yı (Peygamberimi­ zin kabri) müdafaa eden Ferik Fahrettin Paşa, düş­ manın eline geçmemesi için Medine’deki yüzlerce par­ ça son derecede değerli eşyayı İstanbul'a yollamıştı. Bunların arasında dört yüzyıldır padişahlarımızın Rav­ zai Mutahhara’ya gönderdikleri en ağır mücevherler de bulunuyor.

Hırka! Saadet Dairesi, 31 ağustos 1962'den beri hal­ ka açıktır. Halbuki daha önce buraya girmek çok bü­ yük bir imtiyazdı.

Muhteşem Bir Türk Şatosu

T

ÜRK sarayı, bahçeler İçinde birçok köşkten mey­ dana gelmiştir. Batıda olduğu gibi şatomsu sa­ ray, Türk sivil mimarîsinde yoktur. Bu, İslâm’dan önceki Türk hakanlarından kalma bir gelenektir. An­

cak son yüzyıllardadır ki padişahlar, Avrupa hüküm­ darlarını takllden taş bloklardan ibaret büyük yapılar halinde saraylar yaptırmışlardır. Onun için Topkapı Sa­ rayı, klasik devirde bir Türk ve İslâm imparatorluk ha­ nedanının örnek sarayı mahiyetindedir. Pek çok köşk­ ten meydana gelmiştir. Bu köşklerin hepsi şimdi mev­ cut değildir. Bazıları zaman içinde yanmış, yıkılmış, yok olmuştur. Bugün mevcut olan meşhur birkaçını anmak, mutlaka gerekir. Bir Bağdat, bir Revan Köş- kü’nden bahsetmeden Topkapı Sarayı’nı anlamak müm­ kün değildir.

Bağdat Köşkü ile Revan Köşkü, IV’üncü Murat (1623 - 1640) tarafından yaptırılmış eserlerdir. «Dördüncü Av­ lu» da yer alırlar. Büyük hükümdarın 1635 Revan ve 1638 - 39 Bağdat seferi hümayunlarının hatırasına ya­ pılmışlardır. Dinlenme ve sohbet köşkleridir. Baştan başa en değerli çinilerle kaplanmış, cennet gibi ya­ pılardır.

«Sofa Köşkü» veya «Kara Mustafa Paşa Köşkü» de bugün mevcuttur. Fakat yukarıda anılan iki yapı kadar ünlü değildir. Tam Boğaz’ın üzerindeki Mecidiye Kas­ rı, daha geniş dinlenme maksadıyle yapılmış bir köşk­ tür. Topkapı Sarayı'nda padişahların yaptırdığı sonun­ cu eserdir. I'inci Abdülmecit'in (1839- 1861) eseridir. Ayrı bir saray yavrusu kadar büyüktür. Cephesi baş­ tan başa mermerdir. Kasrın terasından görülen Bo­ ğaziçi, en muhteşem Boğaziçi manzaralarından biridir. Topkapı Sarayı'ndaki eşya, yıllar sonra belirli ko­ leksiyonlar halinde toplanmaya çalışılmıştır. Bu, son derece yanlış olmuş ve müze, bugün artık bu yanlış­ lık düzeltilemeyecek derecede gelişip yerleşmiştir. Yanlışlık şudur: Saray eşyası, sarayda kullanıldığı yer­ lerde bırakılır ve dekorun bozulmamasına çalışılır. Böylelikle tarih, daha iyi canlanmış olur. Saraydaki ay­ ni tipte eşyayı bir araya toplayarak ayrı müzeler ha­ line getirmek, bütünlüğü bozmuştur.

Bugün Topkapı Sarayı Müzesi'nin bir köşesindeki porselen dairesi, başlı başına, dünyanın en değerli müzelerinden biridir. Burada teşhir edilen porselenler, eldekilerin ancak bir kısmıdır. Koleksiyondaki Çin por­ selenlerinin sayısı 11 000’dir. «Seladon» denilen por­ selenlerin sayısı 4 000 kadardır. Bir seladonun bugün dünya antika piyasasında değerinin bir milyon lira ka­ dar olduğu hatırlanırsa, Topkası Sarayı'ndaki koleksi­ yonun değerinin kaç milyar ettiği hesap edilebilir. Gerçekten bu koleksiyon, belki dünyada birincidir, hiç olmazsa Pekin’den kaçırılan ve bügün Taipeh'te bu­ lunan Millî Çin imparatorluk koleksiyonundan sonra İkincidir. Hayli Japon porseleni de vardır. Avrupa por­ selenleri de çok değerlidir. Bunların arasında Fran­ sız imparatoru I'inci Napolöon’un, Fransız Kralı

Louls-Philippe'in padişaha gönderdikleri koleksiyonlara da paha biçilemez.

İstanbul porselenleri, billurları, çeşm-î bülbülleri de bir hazine değerindedir ve ayrı bir bölüm teşkil eder.

Koleksiyonun esası yine Yavuz’a aittir... İran ve Mı­ sır seferlerinde elde edilen bazıları bin küsur yıllık olan Çin porselenlerine Kanunî de çok güzel parçalar eklemiştir. Kanunî’nln, torunu l l l ’üncü Murat’ın da por­ selen merakları bilinmektedir.

Bugünkü müzenin bir bölümü de resim galerisidir. Tabiî bu kısım, meselâ porselen koleksiyonu ile mu­ kayese edilecek bir değerde değildir. Üçüncü sınıf bir Avrupa resim müzesi derecesindedir. Çünkü padi­ şahlar, hiç olmazsa 19'uncu yüzyıldan önce, Avrupa tarzı tabloya iltifa t etmemişlerdir. Ama yine de hay­ li tablo vardır burada. Bir kısmı, sanat derecesi ya­ nında, tarihî bilgi vermek bakımından da değerlidir.

Muhteşem saltanat arabalarına gelince, çok azı mu­ hafaza edilebilmiştir. Meselâ l l ’nci Abdülhamit’in som altından meşhur saltanat arabası, 1909 Yıldız yağma­ sında parçalanarak kapanın elinde kalmıştır. Eldeki saltanat arabaları, bugün Topkapı Sarayı'nda ayrı bir müze halinde teşhirdedir. Eyer takımları ve koşumlar da çok ilgi çekicidir.

Saraydaki Silâh Müzesi, cidden zengindir. Yalnız her yüzyıla ait Osmanlı ateşli ve kesici, yahut vurucu silâhları değil, çeşitli yüzyıllara ait ganimet eşyası veya hediye halinde İslâm ve Avrupa devletlerinden gelen silâhlar da vardır: Bozdoğanlar, şeşperler, sa­ lıklar, tulgalar (miğferler), kılıçlar, hançerler, tüfek­ ler, tabancalar, piştovlar, mızraklar, harbeler, yaylar, oklar ve daha birçok silâh... Fatih'in 6, oğlu ll'nci Bayezit'in 6, onun oğlu Yavuz Selim'in 1, oğlu Kanunî Süleyman'ın 29. torunu l l l ’üncü Murat'ın 2, onun oğ­ lu lll'üncü Mehmet'in 4, onun torunu ll'nci Osman'ın 1, kardeşi IV'üncü Murat'ın 2, l l l ’üncü Selim'in ,4, l l ’nci Mahmut'un 2, I'inci Abdülmecit’in 1, Sultan Ab- dülaziz'in 2, ll'nci Abdülhamit’in 4, V'inci Mehmet Reşat’ın 2 kılıçları muhafaza edilmektedir.

IV'üncü Murat'ın zırhı da ibretle seyredilir. IV’üncü Murat'ın kaftanı ise, büyük bir sorumsuzlukla ve gö­ rülmemiş bir şey olarak tiyatrö fuayesinde teşhir edi­ lirken, Kültür Sarayı sabotajında yanmıştır.

Teşhirde 4 000 silâh var. Depolarda da 7 000. Çok zengin bir silâh koleksiyonu da Askerî Müze'dedir.

Dünyanın En Ünlü Yazma Eserleri

T

OPKAPI Sarayı, yeryüzünün sayılı birkaç yazma eserler koleksiyonundan birine de sahip. Bilhas­ sa Türkçe, ikinci derecede Farsça, üçüncü dere­ cede Arapça yazmalar bakımından başlı başına bir hazine. Kitapların binlercesi minyatürlüdür. Bunların İçinde yüzlerce kitap vardır ki, her birinin değeri, es­ ki eserler piyasasında milyonlarca lira. Harika cilt­ ler, mücevherler, İnciler kakılmış ciltler, en eski Is­ lâm yazmaları, tek nüsha yazmalar... Hepsi burada.

Topkapı Sarayı'ndaki başlıca kütüphaneler, şu kolek­ siyonlardan ibarettir ve birçok kitap, Fatih’ten bu ya­ na padişahların tesahüp mührüyle mühürlenmiştir: Ağa­ lar CamlI’ndeki Yenlkütüphane, Hazine Kütüphanesi (2 367 harlkulâde değerli yazmayı İçine alan bir kolek­ siyondur), Emanet Hazînesi Kütüphanesi (3 119 yazma), Medine Kütüphanesi, Koğuşlar Kütüphanesi, Revan Köşkü Kütüphanesi, Bağdat Köşkü Kütüphanesi, V’inci Mehmet Reşat Kütüphanesi, Tiryal Hanımefendi (ll'nci Mahmut’un zevcesi) Kütüphanesi ve l l l ’üncü Ahmet Kütüphanesi (burada BizanslIlardan kalmış 144 yaz­ ma eser de vardır).

Bu arada 2 000 büyük hattatın levhasından meydana gelmiş büyük bir koleksiyonu da anmak lâzımdır.

Arşiv Dairesi, Osmanlı Türk tarihinin en büyük kay­ naklarından bîridir. Padikaşların bütün yazışmaları bu­ radadır, Yüzyıllardan beri padişahlara dünyanın bir ta­ rafındaki hükümdarlardan, şehzadelerden, paşalardan gelen mektuplar, arzlar, arizalar bir araya toplanmış­ tır. Ne yazık ki, kataloğunun tamamı henüz yayınlan­ mamış 150 000'den fazla vesika olduğu sanılmaktadır. En eski vesika, 1348 tarihli Orhan Gazi’nln bir tem- liknamesi, en yenisi de 1922 tarihli Mustafa Kemal Paşa’nın (Atatürk) l l ’nci Abdülmecit'in halifeliğine ait bir vesikasıdır. Bunlar yalnız Osmanlı tarihini değil, bütün dünya tarihini İlgilendirmekte ve birinci dere­ cede aydınlatıcı mahiyet taşımaktadır. Çünkü Osman­ lI Devleti, bütün dünya ile İlgilenmiş ve münasebette bulunmuştur.

Topkapı Sarayı’nın bugünkü durumu, anahatlarıyle böyledlr. Şimdi biraz da sarayın mazisinden, pek muh­ teşem olan geçmişinden söz etmek yerinde olur. Zira burası, tam 3 asır, yeryüzünün en kudretli ve büyük devletinin gerçek beyni olmuştur.

>

REVAN KÖŞKÜ:

Reven ve Bağdat Köşkleri, kardeş yapılardır âdeta. Resimde görülen Revan Köşkü'dür; o da. Sultan Murat'ın emriyle ve Revan Seferinin hatırasını anmak amacıyle inşa edilmiştir. İki köşk de, sonradan padişahların dinlenme ve sohbet köşeleri olmuştur. Baştan başa çinilerle kaplı nefis yapılardır...

(8)

ŞEHZADELERİN ALTIN BEŞİĞİ — Tamamen som altından yapılmış, üzeri en değerli taşlarla süslü olan bu paha biçilmez beşik, Topkapı Sarayı «Hazine Dairesi» nin nadide eşyalarından biridir. O devrin Saray geleneklerine göre, şehzade, dünyaya daha gözlerini açar açmaz bu beşiğe konur ve valide sultanın odasına getirilirdi...

GÖZ KAMAŞTIRAN ÇİNİLER — Çininin Türk süsleme sanatın­ da ayrı bir yeri var­ dır. Topkapı Sarayı' nın özellikle «Harem Dairesi» ndeki çini tezyinat, görenlerin gözlerini kamaştıracak zenginlik ve güzellik­ tedir. Odaların duvar Ve tavanlarını süsle­ yen bu çinilerin bazı­ larında kırmızı bollu­ ğu dikkati çeker. Özel bir teknikle yapılan kırmızı çiniler, günü­ müzde yerini mavi çi­ niye terk etmiştir. DEVAM EDECEK SALTANAT ARABALARI — Topkapı Sarayı'ndakl saltanat arabaları bile başlı ba­

şına birer şaheserdir. Ne var ki, yer darlığı yüzünden, tamamı 53 adet olan bu arabaların bugün ancak 14’ü sergilenmektedir. Dördü hariç, hepsi Avrupa yapısı­ dır ve 19’uncu yüzyıla aittir. Üstte görülen araba tamamen altındır. Sağda, üst­ teki resimde mankenli olanı ise, Sultan Abdülaziz'in annesinin saltanat arabasıdır.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Kendini genç yaşta Paris'te bulan ve “ orienta- liste” lerin dünyasından gelen, bu dünyanm tüm nesnelerini, tüm havasını bilen bir Osman Hamdi’ ­ nin

Tur ücretine dâhil değildir Akşam Yemeği: Otelde Açık Büfe ya da Set Menü Olarak Alınacaktır.. Tur

Bu hadisi “temizlendikten sonra” kısmı olmadan sadece “sarımsı ve bulanık kanı (hayız kanı) saymazdık” lafzıyla İmam el-Buhari (rahimehullah) “Hayız günleri

Bu Yorgun Çocuk kadar küçük biri için her zaman çok korkutucuydu.... “Köşede oturup sebzeleri yıka

Sabah kahvaltı sonrası odaların boşaltılması ve özel otobüsümüz ile UNESCO tarafından tarihi kent olarak kabul edilen Porto’ya hareket.. Yaklaşık 3 saatlik

Türk dili alanında değerli araştırmaları ile tanınan, ―Fuzuli’nin Dili‖ adlı eserin müellifi Zeynep Korkmaz, Ankara Üniversitesi Türk dili ve Edebiyatı

vatandaşların tepkisine neden olan ‘Epique İsland’ hakkında Aksoy Holding CEO’su Batu Aksoy “Dolgu talebimiz ret edildi ama Marina için ÇED sürecimiz Çevre ve

Avusor Yaylası’na vardıktan sonra Büyük Göl’e 1,5 saatlik bir yürüyüş yapacağız.2800 metredeki bu gölde yüzme molası verdikten sonra aynı yoldan geri dönüyoruz..