• Sonuç bulunamadı

Ona [ Şi‘ir ]

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ona [ Şi‘ir ]"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

EM İL ZOLA

30 uncu ölüm yıl dönümü münasebet i b-

• Ç İ N D E K İ L E R Emil Z ola

A m e r ik a n ın sırrı ş e v k e ti K ıt‘a

Ona [ Şi‘ir ]

O ond d ’H e u r [Sonnet]

S o l m a y a n g ü z e llik le r Ra zı h a r p le r h a k k ın d a

O sm an Galip A lî. I)J.

A. D.

İ. S a fa

R a fa le de P a r fu m s İran ş a ‘irleri

Ih‘. G. L e R on

İsmail Hakkı Matbaası

(2)

YENİ NEŞRİYYAT

MEMLEKET MES’ELESl ILIM CEPHESİNDE Mu'allim Mehmet Ali Şevki B. braderimizin bu çok özlü tedkik eseri mu‘allimler ve alim­

ler için çok faydalıdır . Şu bahslar bilhassa çok mühim ve eazibdir : ilim mi felsefe mi , Tarihin dinileşm esi. S. 24 f i : 20 k.

POSTA KUTUSU

Reca’i Beye : O zatin şu satırlarını da okuyun :

Pek az zaferler bu kadar Pcazenğiz netayiç vermişdir . Müslümanlar nazarında Yunanistan değil, hakikati halde , Ingiltere de ve bir az da Avrupa mağlub oluyorlardı .

Türkiye ye karşı hiç bir memleketin, asker göndermiyeceğini bildiklerinden, sulhu imza etmek için Lausanne a gelmiş olan Ankara murahhasları, galibler edasile tekellüm etdiler ve İstanbul un îngilizlerden tamamen tahli - yesi,«Capitülation»lârın terki, v.s.; gibi ihtimal verilmez mutalebelerine serfuru etmek lâzım g e ld i. Mutalebelerinin cümlesi kabul olundu .

Lausanne münakaşaları âlemi islâmda m u­

azzam bir te’sir yapdı . İngiliz hükümetinin sabık re’isi, haklı olarak, şu satırları yazıyordu:

« Bu sulh şimdiye kadar İngilterenin imza etmiş olduğu sulhnanıelerin en ziyade ba'isi zül olanıdır. Uzun dört harp senesi esnasında Britania İdarin kendilerinden almış oldukları şeylerin hemen hemen cümlesini Türkler tekrar elde etdiler . Hükümetin haricî siyaseti üzerinde bu keyfîyyet, silinmez bir lekedir. »

K İ R A L I K A V R U P A ! M E S K E N L E R îçtihad Evi nin 2 inci ve 3 üncü katlarında 2 da’ire kiralıkdır. 3 iincü katdakinde sıcak su teşkilâtı da vardır. Her g ü n , her sa ‘at göriile bilir. Her ikisi de altışar odalıdır .

Dr. Yorği Fotaki Mavromatis

E m r a z ı d a h i l i y e

Beyoğlu Venedik Sokağı M 5

Cuma ve cumartesinden başka hergün 2,5 dan 7 ye kadar.

Çarşanba günleri parasızdır.

Telefon : B. 4707

GLlSERO FOSFATLI ŞARK

M ALT HULÂSASI

Eczacı Ekrem Beyin nezareti altında sureti hususiyede i‘mal edilmekdedir.

Deposu Ekrem Necip Ecza Deposu Telefon: İstanbul: 78

Rafale de Parfum s

S O N N E T S

PAR LE Dr. A B. DJEVDET

Edition de luxe, pages 131, Prix : i00 piastres

A p r a h a m E k ş i y a n Kerestecilerde No. 412

Dépôt de bois de construction en tous genres Téléfon : Stamboul : 2827

İ e t lh a d ın b u l u n d u ğ u b a ‘z ı y e r le r İçtihad „ ın İstanbulda satıldığı ba‘zı yerler : K a d ı k ö y ü n d e Mııvekkithane caddesinde Tütüncü D ik r a n E f e n d i, K ö p r ü ü z e r in d e .M. K e m a l E f e n d i, R iiy ü k A d a d a İske­

le başında Tütüncü N ik o E f e n d i, Ü s k ü d a r d « İskele başında Tütüncü İ lh a m ! E fe n d i

Dükkânları

İSTANBUL

ÇÎNKOGRAFHANESt

Ankara caddesinde İlhami matbbaası üstünde, her nevi' çitıkograf işleri dikkat ve sür'atle

ve ehven fiatla yapılır

(3)

Pays étrangers

Pour un an : 2 Dolars Edition spéciale : 3 Dolars

A D R E S S E

«Idjtihad» Constantinople Téléph : 20865 xxvmème ANNÉE 1 O ctobre 1 9 3 2

İ Ç T İ H A T

Türkçe ve Fransızca

İLMİ, E D E B İ, İK T İS A D İ

No : 354

Seneliği ( 24 Nüsha ) Türkiye için: 2 1 ,2 , ‘lâ kâğıdlısı

5 liradır A D R E S

Cığaloğlunda tçtilıad Evi

Tarihi Te’sisi :

1904 — Genève Yirmi sekizinci sene 1 T e ş r i n i e v v e l 1 9 3 2

EMİL ZOLA Z o la y a ln ız F r a n s a n m d e ğ il b ü tü n

in s a n lığ ın büyük a d a m la r ın d a ııd ır . İ ç t i h a d ı n bu n ü s h a s ın ın in tişa r taı*i- b in d e n sek iz y ü n e v v e l ö l ü m ü n ü n 3 0 u n cu yıl d ö n ü m ü i d i . B ü y ü k a d a m ­ ların h a y a tla r ın ın tarihini o k u m a k bü y ü k adam o l m a y a d o ğ r u sev k ed e n lıir te'sir v e fe y z e ıııalikdir . Z olayi ç o k ta ‘ziın ed erim . Çüııki o y a ln ız bir fo to ğ ra f yibi c e m ‘iy y e tin s e f a l e ­ tini ve c e m 'iy y e t iıı n iz a m ı h a z ır ın ın b o z u k lu k la r ın ı v e h a k s ız lık la r ı n ı y ö s - te r m e k le iktifa e tm e ın iş d ir . O nun v ic ­ danı k o ll a r ın a e m r e td iğ i v a k it, a slan bir a s k e r yibi m ü c a d e le m e y d a n ın a da koşmuşduı*. D reifııss ın es'elesi e n .h a d d e v r in d e ik e n b en P a r is d e id im . Onun A u r o r e y a z e le s iııe y a z d ığ ı y a zıları y e ııç liğ iıı a teşi v e h e y e c a n ı ile titre - y e re k o k u y o r d u m . Oıııın kafası k ır ıl­

m ak iste n ild i; bunu da y ü z ü m le y o r . düııı. F a k a t nurdan k afayı kim kıra bilirdi. C h a iıviııism e o n u n «.I’accusenT a ltın d a sefil ve s er y e rd a ıı y e r e düşdii.

Ila k ik l edil» b ö y le o lu r . F r a n sa h ü k ü ­ m e tin e v e Fra nsa m a h k e m e s in e İni - en in eldi , fakat F ra n sa h ü k ü m e tin i v«v F r a n s a m a h k e m e s in i ve lıer ik isi­

nin n a m u s u n u bu h ü c u m i l e ku rtard ı, bir d a h a ish a l e ld i Ki h ü k ü m e t le r e , d a lk a ıık la r d a n z iy a d e sert h a k p e r v e r

1er lıid ın et ed er. Z o la F r a n s a İnikü - m e tin e v e F r a n s a A d liy e s in e h ü c u m e t m e s e y d i, s u s sa y d ı, ın a ‘s u m D reifııss k u r ş u n a d i z i l e c e k d i , o n a c a s u s d eni- le e e k d i, o n u y ö ın e c e k le r d i, F a k a t h a ­ k ik a tin y ö m ü l m e s i iç in bü tün k iir e ’i arzın taşı to k ra ğ ı kâfi d e ğ ild ir . l i a - k ik a l ç o k g e ç m e d e n m e z a r taşlarını b asile k ıra ra k d ışarı fır la y a c a k d ı . O z a m a n F r a ııs a y a bu ın ü d h iş H ak ik a t

« G afil! m uy fil ! k a til F r a n s a ! « diye b a ğ ır a c a k d ı . Z ola nu C azzaın bir sahil feneri yibi F r a ııs a y ı aydııılatdı . O d e v r in F r a n s a h ü k ü m e t in i v e m a h k e ­ m esin i a lk ı ş la y a n d a ik a ıık v e sa tılm ış v ic d a n la r ın d a n o n bin yüz bin ve ııâ m ü te n â b i bin kerre: d a h a biiyük lıid - m e t eldi. H u g o ıııın ka n a 'a tıııd n y ım : en sö n ü k iş en p a r la k s ö z e m ü r e e c a h ılır , ınuta a ssıb v e e k s e r iy a ın ııra ’i n a lio ııa - lisllik b a y r a ğ ı ç e k e n le r in y u m r u k la r ı v e

basto n la rı a ltın a m u h te r e m v e mu - kad des kafasını arz e tm iş o l m a s ı , G er­

m inal d a n d a F écondité d en v e . d iğ e r bütün kita bla rıııd a n da b ü y ü k bir e se r o lm ıışd ıır. Bu s e b e p le d ir ki G alih bey o ğ lu m u z u n Z o la y a a'id yazdığı uzun y a zıy ı İçtilıad ın b a şın a s e v in e r e k v e s e v e r e k k o y u y o r u m ve k a r iT e rim e bunu d ik k a tle o k u m a y ı ta v s iy e e d i ­

y o r u m . AB. D.L

(4)

5816

İ Ç T İ H A T Emil Zola 2 Nisan 1840 tarihinde Pariste d oğdu. Çocukluğundan beri edebiyata karşı kendinde fevkalâde bir inzicap hissetmiş olan bu meşhur romancı hayata gayet fena ahval dahilinde atıldı . Henüz yedi yaşında iken babasını kaybetti . Ve o günden beri ailenin yı'dızı sönmüş gibi , felâketler birbirini takip etmeye başladı. Babanın bıraktığı büyük ser­

vet ötede beride ilişiip k ald ı. Kısa bir zaman içinde yoksulluk baş gösterdi . Evin fantazi eşyaları birer birer satıldı. Ve nihayet ana ile oğul gayet nıiitevazi bir mahalle de , eski bir apartmanın en iist katına taşınmağa mecbur oldular. Seneler geçtikçe sefalet artıyor , Zola ve annesi en büyük , en acı mahrumiyetlere katlanıyordu .

Z ola. 9 Şubat 1860 tarihinde bir samimî arkadaşına yazdığı mektupta bütün meraretini

döküyor:

« Birkaç günden beri çok , pek çok ırıahzu-

« num ... bitabım, iki kelime yazm ağa, hattâ 4

« yürümeğe bile mecalim yok . istikbali düşü -

« nüyorum . Ve onu o kadar karanlık, o kadar

« karanlık görüyorum ki , korku ve dehşetle

« gerileyorum . Para yok , sanat yok , yeisten

« başka bir şey yok . Yanımda ne bir kadın ,

« ne bir arkadaş , dayanacak hiç bir kuvvet

« yok . Her tarafta bigânelik ve istihfaf . . .

« Her şeyden şüphe ediyorum, ve evvelâ ken -

«diniden. Bazı günler kendimi zekâsız zan -

« ediyorum . Vaktile o kadar büyük hayaller

« kurmak için neyime güvendiğimi diişiitıüyo-

« ram . Mektepte gördüğüm tahsil bir şeye

« yaramaz, çünki amelî bilğim hiç yok . O

« halde ne yapmalı ? Hakikat muttasıl beni

« sıkıştırıyor. Fakat ben yine hayalle uğraşı -

«yorum .... Şimdiye kadar bir dakika bile

« mesut olamadım. Kimse ile görüşmiyorum .

« Odamda, ateş başında düşüncelerim, ve bazan

« da hayallerimle yalnız yaşıyorum. »

Zola bu bedbinliğini bir daha meydana ko - rııadı. Bir ay sonra yine ayni arkadaşa yazdığı bir mektupta maişetini temin için ufak bir memuriyete ihtiyacı olduğunu bildiriyor:

« Aradığım memuriyetin nevi ne isterse

«olsu n; ben herhangi bir m üessestye yüksel-

« uıelc iimidiie g rmiyeceğim için o müessese -

« nin bana istikbal verıip vermiyeceğini dii -

« şümnem bile . Benim bütün gayem açlıktan

« ölmemek için ayda yiiz frank kazanmaktır.

« Yalnız kalemimle geçinmek istesem taıımma-

« dan öleceğim muhakkak olduğundan şimdilik

« ekmeğimi dışarda kazanmağa mecburum

« Bilâhare belki kendime yazılarımla bir mevki

« hazırlarım . »

Nihayet bir Dok şirketinde , ayda altmış frank maaşla Zolaya bir vazife verildi . Genç adanı kalbinin isyanına galebe ederek bu işi kabul etti .

« işte bir aydan beri bu menfur dükkânda

«çalışıyorum . Fakat Allah ta bilir ki artık

« usandım . Bana dağ başında bir mağara ver-

« sinler, başka bir şey istemem . Orada mün -

« zeviaııe yaşamak ve ne insanlarla ne de on -

« ların muhakemelerde katiyyen uıeşğul olına-

« uıak isterim . Bunu boş bir şair arzusundan

« ibaret sanma. Ciddî söyliyoruuı, ve annem

« olmasaydı bu fikrimi çoktan beri icra mev -

« kiine koyacaktım ... Bu şeyleri düşündükçe

« nekadar muztarip olduğumu tasavvur ede -

« mezsin ... Çok defalar zihnim dağılır, dağılır,

« ve yine ayni noktada durur. Sevdası bende

« bir türlü öimek istemeyen ve daima çirkin

« hakikatle çarpışan hayallerimi , hürriyetimi

« ve sarrafın bütün o semavî güzelliklerini dii-

« şünüp ağlarım . »

Filhakika ay nihayetinde işini terketti , ve ondan sonra iki sene korkunç bir yoksulluk içinde yaşadı . Haftalarca, aylarca ekmeğini zeytin yağına batırup yedi . Kışın en souk bir gününde birkaç para bulabilmek için biricik paltosunu ikrazat sandığına rehin verdi.

Pariste arkadaşı yok gibidi . Bilhassa kızlarla hiç konuşmazdı. Yalnızlığı seven çe - kiııgen tabiatı yeni rabıtalar tesisine mani idi.

Fakat kadın, idéal kadın , daima zihnini meş­

gul ederdi. Günün birinde evleneceğini düşün­

dükçe, taliin ona nasıl bir şey nasip edeceğini kendi kendinden sorardı :

« Acaba güzel m i, çirkin mi , eyi mi yoksa

(5)

« fena mı olacak ? Maalesef eyilikle güzellik

* herzaman bir arada bulunmaz . Fakat belki

* inşallah bizim bu iki cihetten taliimiz yaver

« olur. Her şeyi eyice nazarı itibara alınca

« saadetin izdivaçta olduğunu düşünüyorum .

" Her kadında eyi bir zevce olmak istidadı

« vardır ; bu istidadı eyi kullanmak kocaya M racidir. Böyle zevcin böyle olur zevcesi ...

« Kocanın büyük bir vazifesi vardır: Karısına

« yepyeni bir terbiye vermek. Evli olmak için

■* b*r yatakta yatmak kâfi değil, fikirler de bir

« olmalı . Aksi taktirde er geç aile hayatı tat-

« sızlaşır . »

Yirmi yaşında şair henüz hayalle uğraşıyor.

Tam bir fikir ve ruh ahenği içinde iki kişilik bir saadet arıyor. Fakat souk bir tavanara - sında kimsesiz yaşıyor.

Nihayet fena taliiıı sonu geldi. Karanlıklar içinden hafif bir ışık belirdi: 1 Şubat 1862 de Zola yüz frank maaşla Haşet kütüphanesine girdi .

İLK ADIMLAR

Haşet kütüphanesinde günü gününe tam dört sene çalıştı . Bu seneler Zolanın kat’î mesleğini tayine medar oldu . Maamafih fikir sahasında henüz ııe yol tutacağını bilemiyordu.

Bidayette Realizme muhalefet ediyordu.

* Ru Realist efendileri hiç anlayamayorum.

* Dünyanın en realistçe mevzuunu alıyorum :

« Bir çiftlik a v lısı, fışkılar , bir ırmağın iize -

rinde yüzen ördekler , sağda bir incir ağacı

« v . s... İşte şiirden büsbütün ârî bir levha .

« Bunların üstüne güneşin ziyası gelüp altuıı

* renkli samanları, su birikintilerini ışıldatsa , ağaç dalları arasından geçiip demet demet

* etrafa serpilse ve bunların ortasında tavuk-

« larına yem veren şirin ve çevik bir köylü

* kız bulunsa levhanın kendine mahsus bir

« şiiri olmaz mı ? İnsan bu manzaraya hayran

« k a lm azın ı?.:. Şu halde bu Realizm keliıne-

« sile ne demek istiyorsunuz ?»(25 mart 1860), Bilâhara muhalefetini daha kat’î surette ifade ediyor :

« Hakikat hazindir, hakikat çirkindir ; onu

« çiçeklerle örtelim , onunla münasebetimiz

« ancak bedbaht insanlığımızın ihtiyacı kadar

« olsun. Ruhun payı ayrı kalsın , ve boş va -

« kıtlarımızı hayal güzelleştirsin ... Gözlerimi

«fışkıdan kaldırır, güllere çeviririm. Güzel

« çiçekleri yetiştiren fışkının faydasını inkâr

« etmiyorum, fakat ben , pek az faydalı olduğu

« halde gülleri tercih ederim . Hakikat ile

« idéale karşı olan duyğularım bundan ibarettir. ;

« Birini lüzumuna mebni kabul eder ve ona

« tabi olurum ... Fakat bu bayağı yoldan kur-

« tulur kurtulmaz sevgili çayırlarıma koşarım

« ( temmuz 1860 ) . »

Bu ateşli mefkûreci san’atı bir mezhep ad­

dediyor:

« Evet saıı’at bir mezheptir. Eyiliğin mez -

« hebi , güzelliğin mezhebi ve binnefs Allahın

« mezhebidir . Maskenin altında yüz olduğu

«gibi yazının altında ruh vardır. Mısralar,

« kafiyeler ve cümleler ... Bunlar malzemedir.

« Bunların fevkinde , kalbin beslediği fikir

« vardır. Fikir, o semavî ihsan, o İlâhî parmak

« iz i! ... Bir eserin müellifine temin edebileceği

« istifadeye gelince, bir kitabın para kazanmak

« gayesile yazılmasına taraftar değilim. Fakat

« yazıldıktan sonra satılmasını isterim . Şair ,

« papas gibi cemiyet tarafından himaye edil -

« ınediği için, onun kalemde ekmeğini kazaıı-

« masını gayet şerefli bulurum . »

Ayni zamanda büyük büyük projeler kur­

mağa da başlıyor :

« Prensipiuıi takip edeceğim : Hep veya hiç!

« Binaenaleyh kimsenin izleri üstünde yürü -

« memeğe çalışacağım . istediğim bir mesleğin

« başına geçmek değildir. yalnız, şöyle, henüz

« keşfolunmamış bir yol bulup devrimizin ya-

« zıcdar zümresinden ayrılmaktır. Destancılık

« henüz pek umumileşmemiş bir yola benziyor,

« İstikbale ait tahassürler, her taraftan yük -

«selen hürriyet nefhası, dinin safiyet kes-

« petmesi: Şüphe yok ki bunlar kuvvetli ilham

« menbalarıdır . Asıl iş yeni bir şekil bulup

« istikbali bihakkin tasvir etmek, beşerin adım

« adım terakki ettiğini bütün büyüklüğile gös-

(6)

5818 İ Ç T İ H A T

« termektir • Bunun için ulvî bir şey bulmak

« lâzmı olduğu inkâr edilem ez. Bu şekli şim -

« dideıı tayin edemem . Karanlıkta büyük bir

« hayalin haraket ettiğini görür gibi oluyorum.

« Fakat âzaları henüz m eçhul! Her ne hal ise,

« günün birinde aydınlığa kavuşacağımı kuv -

« vetle ümit ediyorum . İşte o zaman, müphem

« bir surette sezmekte olduğum bir destanın

« yeni şekli işime yarayabilecek . »

Yirmi iki yaşında Zolanın edebî ve felsefî fikirleri hemen hemen bunlardı. Haşet kütüp­

hanesinde zamanın en meşhur ediplerini tanıdı.

Büyük fikirlerin faaliyete geldiği bu muhitte genç muharrir nefsine olan bütün itimadının yeniden canlandığını hissetti . Var kuvvetile çalışmağa koyuldu. Her gece saat on ikiye kadar yazup okudu. Bir çok makaleler, bir çok hikâ­

yeler neşrettirdi . »

31 Kânunı sani 1860 tarihinde Haşet kütüp­

hanesinden çıktı . Mesleği taayyün etmişti . Edip olacaktı, ve sayısız büyük projeleri vardı.

Romanlar, piyesler, şuuıılar yazacaktı.

« Bütün P arisi, en muhteşem yerlerinden

« en süfli köşelerine kadar haricî ve dahilî

« görünüşlerde tasvir edeceğim . Bu geniş so-

« kaklar yolcuların iki tarafına yüksek tiyatro

« perdeleri indirmişler. Ben o perdeleri dele -

« ceğim ve arkalarında neler gizlendiğini gös -

« tereceğim .

« Alüfteyi , ameleyi göstereceğim .

« Yalandan şeref taşıyanları ve siyaset

« oyuncaklarını göstereceğim. Bankeri, köylüyü,

« askeri, sahnenin önünde ayağa kaldıracağım.

« Her yere gireceğim . Tiyatro artistlerinin

« geyindikleri localara gideceğim , sefaletin

« menbaına ineceğim . En mutantan , en mü -

« debdep muhitlere çıkacağım. Ve gözümü aça-

« cağım . Şehrin kapakları arkasından , kapalı

« çarşıların , kulübelerin , sarayların damları

« üstünden bakacağım. Ve gördüklerimi şadı -

« kane zaptedeceğim .

« Tarihî şeyden ziyade İnsanî ş e y i, kap -

« lamadan ziyade derinin altında olanı, elbise-

« den ziyade hayvanı tasvir edeceğim. Sekiz,

* on veyahut oıı iki kitap . Beş senelik

« planım .

»

NATÜRAEÎSME DOĞRU 1869

Zola yalnız odasında düşünüyor : Ben bu devrin meşhur adamı olmak için ne yapm alı­

yım? Evvelâ bu devre ait muhtelif meselelere temas eden bir eser silsilesi bulmalıyım. Bu esere hayat, ışık ve renk vermeliyim . Fakat hiçbir vakit sadelik ve ıııevsukiyetten ay rıl­

mamalıyım . Bütün gençliğim adi ve çirkin hakikatle id e a l, vücut ile ru h , fen ile şiir arasında çırpınmakla geçti . Halbuki bunlar hakikatin ii i veçhinden başka nedir? Benim eserim, fenne, tecrübeye, tetkik ve müşahedeye dayanmamalıdır. İçtimaî ve siyasî iddialardan çekinmeliyim. Eserime öyle bir nefha verm e­

liyim k i , okuyucuyu birinci sahifeden sonuncu sahifeye kadar çarçabuk uçursun.Haddi makul, aile, vatan, sulh ve intizam.

Fakat dikkat ! Müellifler cumhuru içinde kaybolmamak için bir parça orijinal olmalı . Tasvire kuvvet. Hayat , baştan başa hayat 1 Tasvirlerde kelime oyunundan korkmalı, kah­

ramanlarımın yaşadıkları , teneffüs ettikleri duyulmalı •

Şunuda unutmamalıyım . Eserlerimde sinirli ve mariz olmayacağım. Her yaradıcının az çok deli olduğu sabittir . Ben de belki deliyim ; fakat katiyyeıı mariz değilim.

. . . işte kendi kendimi tahlil ettim. Gençlik Lin türlü temayülün karma karışık istif olun - duğu bir anbardır. Artık bu anbarı düzeltelim, içinden lüzumsuz şeyleri çıkarup atalım ve sadeleşelim .

Binaeııaley işte planım :

1 — Ailede kan ve muhit meselesini teteb- bü etmek .

2 — ikinci Imperatorluk devrini baştan aşağı tetebbii etmek . Bu iki esasa ( uzvî ve İçtimaî tetebbülere ) dayanacak olan her eser insanı temamen tetkik edecek :

A. ) — Gizli âmiller ve sebepler.

B ) — Hâdiseler ve hareketler.

Şimdi bu benim mesleğime bir isim bulmak

lâzım . Bu isim kendine hürmet ettirmek için

(7)

cüsseli, vücutlu, bir parça ağır olm alı. N atü- ralizın kelimesi hoşuma gidiyor , onu kabul edelim ; Realizm den daha canlı ve daha kuvvetlidir .

ROUGON - MA€QIJART LAR

Zola edebî hayata atılalıdaıı beri daima muhayyilesinde, birbirlerine zincirlenen büyük bir eser silsilesi gezdirm işti. Maziyi , hali ve istikbali ceuıeden bir destan yapmak istiyordu.

Tam bir sene çalışup Rugon Makarlarm planını hazırladı . Yirmi büyük ciltten ibaret olan bu muazzam eser, ikinci Imperatorluk zamanında yaşayan bir ailenin her uzvunu muhtelif mu - hitlere koyup onları ayrı ayrı tetebbu etm ek, ve irsiyetin hayatta ne ıniihim bir mevkii oldu­

ğunu ispat etmek gayesine müstenittir. Zola, bu kitaplarında

bilhassa ilim ve fen­

ne ehemmiyet ver miştir.Onun kana- atınca insanları islâh etmek için evvelâ onların dert­

lerini bulup ortaya koymak lâzımdır,

« Mesleğimizin maksadı eyilikle fenalığın

«sebeplerini aramak, onları izah etmek, onlara

« hâkim olmak, eyiliği payidar etmek ve ferıa-

« lığın ortadan kalkmasına çalışmaktır. Bu bir-

« kaç satırla, Natüralizme müstenit eserleri -

« ıııizin sıkı ve yüksek felsefesi mükemmelen

« hülâsa edilmiştir.İçtimaî dertlerin sebeplerini

arar ve sınıflarla fertleri yakından tetkik

« edüp onlarda hasıl olan ıııarazî halleri izah

< ederiz . Bu keyfiyet bizi insanın sefaletleri

« ve çılgınlıkları arasına girmeğe mecbur eder.

« Eyilikle fenalığa hâkim olunabilmesi için lâzımgeleıı vesikaları hazırlarız. İşte görüp

« tetkik ettiklerimiz ve halisâne anlattıklarımız

« tunlardır . Hiçbir iş bundan elzem olamaz .

« B iz , b iıu ıy ı i s t i k ş a f e d e n , ç ii r ii k

« d i r e k l e r i , d a h i l i ç u k u r l a r ı , y e r in d e n

* o y n a y i __ t**' *' i v e l h a s ı l d ı ş a r d a n

« g ö r ü n m e m e k l e b eraber b ü tü n b in ayı

« y ık ılm a k te h li k e s in e m a r u z b ırakan b o z u k lu k la r ı g ö ste rim faal a m e le le r iz .

Rugon Makarlarm son cildinin neşri müna- sebetile , 21 haziran 1893 tarihinde Fransız Maarif Vekâletince Bulony ormanında Zolanın şerefine muhteşem bir ziyafet verildi. Büyük Fransız ve ecnebi edipler Zolaya senalarda bulundular . Birkaç gün sonra Rugon Makarlar müellifine Lejyon Donör madalyası verildi .

Rugon Makarlarm şöhreti az zaman içinde bütün medenî memleketlere yayıldı . Rusya , İngiltere , Almanya , İtalya ve Espanyada harıl harıl tercümeler y a p ıld ı.

Bizde de Zolanın eserlerini tercüme huşu - sunda, ciiz’î olmakla beraber memnuniyetbahş bir faaliyet gösterildi.

Bey tarafından : Nana ( R. M ) 1923 de İsmail Müştak Bey tara­

fından Asomuar ( R. M )

1927 de Mehmet Gayyur Bey tara­

fından Nefsieın - mare ( R . M ) taralından Hakikat

DREİFIJSS MESELESİ 1898

Rugon Makarları bitirdikten sonra Zola bir gün bile istirahat etm edi. Derhal « Uç Şehir » isimli yeni bir roman silsilesine başladı : Lurd, Roma, Paris. Üçüncü cildin son sahife- lerini jbitirmek üzre iken Drayfiis meselesi ortaya çıktı ve kısa bir müddet zarfında bir ihtilâl kadar vehamet k espetti. Fransız ordu­

suna ait bazı mahrem vesikaların Alman sefa rethanesine satıldığı anlaşılmıştı. Bunu yapan Esterlıazi namında bir kumandan olduğu halde kabahat Drayfiis isminde bir Musevî yüzbaşıya atılm ıştı. Zola hakikati biliyordu . Hayatı

1911 de Ahmet Sahip

Y O L U M

Karıl a şlığ a , sa b a h a g ö tü r e n y o ld u r y o lu m ;

*

Kinler, g ic e l e r b e n i y o lu m d a n döııdürem ez;

Her la ra fd a n ne k a d a r h ü c u m e d e r s e etsin B ü tü n z u lm e tle r y in e hu kalbi sö n d iir e m e z .

3 Temmuz 1931 A. D.

1930 da Reşat-Nuri Bey

tercüme edilmiştir.

(8)

5820 İÇ T I H A T müddetinee daima hak ve doğruluk uğurunda

çalışmış olan o büyük vicdan böyle bir hak - sizlik karşısında susamazdı . Biribiri ardı sıra iiç uzun makale yazup memleketini adalete da­

vet etti . Fakat Yahudi aleydarlığı bütün Fransayı sarmıştı . Kimse Drayfüsiiıı masum olduğunu anlamak istemiyordu . Nihayet Zo'a,

« itham ediyorum » başlığı altında Jorj Kle - manşonun gazetesinde Reisicumhur Feliks For’a bir açık mektup yazarak yapılan hak - sizliği bütün çıpîaklığile an lattı. Bu mektubun akisleri pek müthiş oldu. Hükümet tarafından Zolanın aleyhine dava açıldı . Bütün Paris ahalisi, başta büyük gazeler olmak üzre Dray- füstin mtidafiine ateş püskiirüyordu . Muhakeme on beş gün sürdü . Mutaassıp vo küfürbaz ke­

sif bir halk kitlesi her sabah celse açılm a­

dan evvel mahkeme salonunu dolduruyordu . Bir gün Zola , Adliye binasından çıkarken , kendisini alkışlamak isteyen bir genç, ahalinin tokat ve tekmelerine maruz kaldı . Dehşetli bir patırtı koptu. Zola bir Vestiyere saklan - mağa mecbur oldu . Her defa celse dağılırken ihtiyar romancı havaya kalkmış bastonlar, yu­

halar ve tehditler arasından geçiyordu, sokakta arabası taşa tutuluyordu Nihayet Zola bir sene hapis ve üçbin frank para cezasına mahkûm oldu. Fakat mahkûmiyet kararının tefhimin - den bir gün evvel , yani 18 temmuz 1898 gecesi, arkadaşlarının ibramı üzerine Ingiltereye kaçtı .

On ay soııra, temyiz mahkemesi Drayfüsiiıı mahkûmiyetini nakzetti ve Zola tekrar memle­

ketine avdet edebildi.

TENASÜL (F écon dité)

Zolanın muntazam ve sakin hayatına giren bu hâdise onun edebî meslekinde bir dönüm noktası oldu. Nazarında mükemmel bir hey’eti içtimaiyenin müstenit olması lâzımgelen pren­

sipler mucibince dört romandan ibaret yeni bir seri tertibine karar verdi : Tenasül, Hakikat , Çalışma , Adalet .

Tenasül , 1899 senesinin teşrinievvelinde

neşredildi . Müellif bu kitabın umûmî planını şu cümle ile hulâsa ediyor : « Bütün bir asrın inkişafı, büyiik bir çinarın dalları gibi ailenin bir adam etrafında teferruu . » Bidayette Zola kitabına ( Le Déchet = Fira, Zayiat ) ismini ver­

mek isteyordu . Çıinki o zaman bazı sınıflara mensup insanların bililtizam kısır kalmalarını muahaza etmek tasavvurunda idi • Fakat eserin kadrosu dar ve mevzuu sıkıntılı olacaktı .Bilâ - hara bu mevzuu genişletüp daha şen ve İnsanî bir şekle çevirmeğe karar verdi • Gurbet gün - lerini analığı takdis etmeğe ve memleketine

« en eyi» en hakimane nasihatlam verm ege has­

retti . Kitabı bitirdiği gün «Bütün namuslu ka­

dınların, biitün valde ve zevcelerin benimle bir­

lik olacaklarını ümit ediyorum » demişti .

« Hakikat Drayfüs, meselesini başka bir mevzu altında tar'f eden bir romandır. Bu kitap şu güzel sözlerle biter: « Mark çok yaşamış ,

« başında senelerden ve şereflerden örülmüş bir

« taç ile kendi eserini seyretmek suretile hiz -

« metinin mükâfatını almıştı ... Adalet ancak

« hakikattan, saadet ancak adaletten doğabilir.»

« Çalışma » sevgi ve iz’aıı sayesinde husule gelmiş mükemmel ve mesut bir İçtimaî hey ­ etin menkibesidir.

« Adalet » henüz plan halinde iken Zola ansızın vefat etti . Bu kitap, bütün kavmların kardaş gibi birleşmesi, ırk meselesinin bihak- kin tetebbüii ve umumî ahenğin teıııinile insan­

ların nihayet sulh ve selâmete erişmesini tebcil eden bir eser olacaktı.

ZOLANIN VEFATI 1902

Zola her sene son baharın büyük bir kısmını Medan denilen sayfiyesinde geçirirdi. Fakat o sene eylül ayının ortalarında öyle şiddetli so - uklar başlamıştı ki , karı koca bir an evvel şehre inmeğe karar vermişlerdi . Ve 28 eylül tarihinde, neş’e ve silikatları yerinde olduğu halde, Pariste Brüksel sokağındaki evlerinde akşam yemeklerini yeyorlardı . Hava gayet

souktu . Bir hizmetçi yaf" odp' n a rutube-

(9)

tini izale etmek için şömineyi yakmıştı. Fakat ateş eyi yanmadı . Bazı tuğlaların yerinden oynamasile boru tıkanmıştı . Hizmetçi şömine­

nin perdesini indirdi ve bir daha bu işle meş­

gul olmadı. Ocak kendi kendine alevsiz yandı ve gece basıncaya kadar odanın üç pençeresi açık durdu,

Gece yarısına doğru , madam Zola müthiş başağrılarile uyandı , biraz sonra Zola dahi ayni ağrılarla gözlerini açtı , ve « belki hava bizi eyi eder » diyerek pencereye doğru git - ineğe çalıştı . Madam Zola onun yataktan çıkup karanlıkta kaybolduğunu gördü ve o

esnada kendinden geçti.

Ertesi sabah yatak odasının geç vakta ka dar açılmamasından merak eden hizmetçiler kapıyı zorlayarak açtıkları zaman madam Zolayı yatakta ve Üstadı gecelik gömleğile yere se - rilmiş buldular. Madam b'r parça nefes alıyor du . Fakat Zola ölmüştü.

Zoianın cenazesi pazar gününe müsadif 5

SINA‘1 VE İÇTİMA‘Î TETEBBLPLER

A M ER İ K A Ş i : V K ET İNİN Amerika denildiği vakit hatıra Şimalî Ame­

rika Miittehid Cümhuriyyet Hükümetleri gelir.

Bizim de maksudumuz bunlardır. Cenubî Ame­

rika Hükümetleri mevzu‘umuz haricindedir . Bu gün Amerika kiire’i arzın en kuvvetli ve en zengin» en müreffeh, en şevketli memleke­

tidir . Bir memleketin büyüklüğünü vücude getiren âmilleri tetebbii1 etmek en fa’ideli ve en hayırlı bir işdir ve. böyle bir tetebbü'ü okuyucularımızın dikkatle ve zevkle ta kib edeceklerine kaniim • Bu tedkikler biı milletin hakikî şevketi ne nüfusunun kesa - fetine , ne arazisinin vüs‘atine, ne yer altı servetinin ya‘ni madenlerinin çokluğuna ve hattâ ne de devletinin kudreti askeriyyesitıe bağlı değil, bilhassa vatandaşlarının içtim ai kıymetlerine bağlıdır. Bu göriiş b,r rubu asır- daııberi neşriyyatıuıızın programını teşkil eden miidir fikirlerindendir . Kuvvetli ve kıymetli

teşrinievvel 1902 tarihinde kaldırıldı . Mu - harrirler , şairler , artistler , münevverler ve amelelerden mürekkep b ş bin kişilik bir c e ­ maat cenazeyi Monrnarter kabristanına kadar götürdü . Büyük edipler tesirli nutuklar söy - lediler. Maarif vekili hükümet namına hür - metlerini beyan e t t i.

Beş sene sonra temyiz mahkemesi Drayfii- sün masumiyetini ilân edince Parlamento Zola- ııın kemiklerini Pantheon’a naklettirmeye karar verdi . Ve bu şanlı ihtifal , Reisicumhur Armaııd Falli&res dahil olmak üzre bilumum hükümet ricali , askerî ve mülkî makamların âmirleri, yüksek edip ve sanatkârlar huzurunda 4 haziran 1908 tarihinde yapıldı .

Paris şehri en büyük sokaklarından birine Emil Zola caddesi ismini verdi .

Ve nihayet 15 haziran 1924 tarihindi, Zoianın heybetli bir heykeli Pariste büyük merasimle rekzedildi.

O sm an G alip

S I R R I : Ç A LIŞM A K ZEVKİ

cem iyyetleıi ancak kuvvetli ve kıymetli ferd- ler teşkil eder. Amerika Müttehid Cümhuriy- yetleri vatandaşlarının nasıl yetişdikleriııi araş- dırmak, mu'azzam ve mühim bir mes’eledir ve bizim için en büyük bir ibret ve intibah sahası açmakdır. Bundan altı sene evvel Ma‘arif Ve­

kâleti hisabına basılan ve üç büyük cild iize -

rine müretteb T e k n ik v e u m u m i A m e -

l i k a terbiye u s u lle r i adlı ve muljibbimiz

Dr. Ömer Buyse nin şah eseri olan kitabı ter-

ceıne etdiğim vakit bu büyük vatanî hizmeti

ifa etmek fırsatı elime geçmişdi . Bu gün bu

büyük kitabın hulâsatülhulâsasım okuyucula -

rımıza kendi mülâhazalarımızla beraber bir çok

makalede arz etmek emelindeyim . Bu gün

ancak mevzu4 hakkında bir fikir vermekle

iktifa edeceğim : Anglo - Saxon un en halis

enmuzecini teşkil eden şimalî Amerikalılar ,

büyük anaları olan İngiltere dahi dahil

(10)

5822

i ç t i h a t

olduğu halde bütün medenî dünyaya imtisal nümuııesi olmakdadırlar . Bunların ateşli ve yaratıcı hayatlarını niimune ittihaz etnıiyen milletlerin varlık mübarezesinde muvaffak ve galib olmaları pek şüphelidir . Bunun böyle olduğunu teslim etmek için Collège de France profeseurlerinden J . İzoulet niıı , (R oosevelt) in ateşin e seri olan ve « La vie intense »

« Hayatı ateşin » ismile fransızcaya terceme etdiği kitabın mukaddemesinde yazdığı satır - lan okumak kâfidir .

« C’est Vraiment la moelle des lions qui nous arrive d’outre mère dans ce livre •>

Bunun meali şudur : bu kitabla bize Bahri Mühitin öte tarafından hakikaten aslanlar iliği geliyor. Ben, ilâve edeceğim bu kitab bizim damarlarımıza erimiş çelikden bir kan getriyor.

Türk milletine, ateşli bir tiirk şa‘iri zaten :

Tanımam kudreti kılmışsa mukadder zillet;

Milletim! milletimi ey uykuya kanmış millet!

Açarak suri hurafata

bu

müdhiş deliği Sana kan yapmak içindir ki eritdim çeliği [*]

demişdi .

H a y a tı a te ş in in mütercimi Profeseur İzoulet daha ileride : « hiç bir kimse, baş­

kasının sırtında götürülmek hakkına malik de­

ğildir. Ey Fransa kendi kendine yardım et ve belki ... Amerika sana yardım eder » diyor Evet kendi kendine yardım etmeyenin hariçden yardım beklemeye hakkı yokdur.

( Anglo-Saxon ) terbiye usulünün üç temeli şunlardır: istihsal» Final, i‘mar. Bu üç temeli almak ve zamandan tasarruf principini i'tiya - rımıza sokman meeburiyyetindeyiz . A n g l o . S a k s o n terbiye sisteminin ruhunu Ömer Buyse şu cümle He ifade etmişdir :

« P o u r s e d é v e lo p p e r il f a u l atjir» -

« İ n k iş a f e t ı n e k i ç i n fi 'il v e a m e l d e l u ıl ı ı n m a l ı d ı r . » Burada derin bir sır v a r ­ dır: Çalışmanın terbiyetkâr te’siri. Çalışına bir yaratma sa‘yidir; yaratma, dünyanın en y ü k ­ sek haz ve nFınetini mutazammindir. A n g l o ­ s a k s o n un en yüksek , Slıakspeare den

sonra en yüksek evlâdı olan Thomas Cariyle ı dinleyelim ve göreceğiz ki yaşamak ve çalış - mak bir pergelin iki koludur bunlar birleşmiş olmadıkça hiç bir işe yaramaz ve İliç bir ma‘na ifade etmezler. Amerikanın ve bütün Anglo - Saxon âleminin kuvveti, nuru, serveti, hiirriy- yeti, adaleti, emniyyeti, şevketi şu sözleri söy­

leten şa’ikadan gelir :

I — Yaşamaya azın et, evet yaşamaya azm et, arzın evlâdlarınııı en fakiri ve en âcizi bile olsan , hayatın, boş bir rii’ya d e ğ il, biFakis, mu az zam bir hakikatdir. O senin mamelekindir.

Ebediyyete karşı varlığını isbat etmeye medar olcak yegâne mamelekin hayatındır. Bunun için bir yıldız gibi telâşsız fakat JâyenkatF iş le .

II - En âciz insanın bile başladığı her işin ebediyyetle ve asırlarca paydar olması key - fiyyeti bir insan için ne kadar yüksek, ne kadar lâhutî , hattâ ne kadar nııidhiş bir fikirdir Yapılan vapılmışdır ve derhal nihayetsiz ve lâyeınut olan kâ iııata meze olub kalınışdır ve bu vaki olan fi'ıl kâ’iııatda hayra ve şerre hafi veya celi bir suretde te’sir icra eder. Her ferdin hayatı bir nehrin menbahna benzetile bilir ki bu nehrin başlangıcının nasıl olduğu herkesçe ma‘lûm ve aşikârdır fakat nihayetsiz selleri alıp geçtikden sonra onun mecrasını ancak Allah bilebilir. Bu nehir mücavir nehir­

lere karışarak bunları mı büyütecek yoksa kendisi mi bu mıitecavir nehirleri alıp büyüye­

cek? Adsız bir dere kalarak belirsiz dalgala - rile milyonlarca dere ve nehirlerle beraber bir kâ’inat nehrinin dalgalarını mı kabartacak ? Yoksa dalgaları kiire’i arzda ebedî hudutlar ve bir çok kişverlerin, hıttaların kaFa ve şeh- rahlarını teşkil eden bir Tuna yahud Reeııe mi olacak? Bunu bilmeyiz yalnız şunu biliriz ki miintehası biiyiik umman olacakdır . Suları bir avuç dolusu olsa bile ne mahv edilebilir , ne durdurulabilir.

III Senin için bir imtihan müddeti veril ınişdir ve sana ikinci bir mühlet verilmek ih­

timali yokdur ebediyyetler gelip geçecek sana bir ikinci imtihan müddeti verilmivecek.

İN - Sakin yıldızlar ve ebedî güneşler ,

[*] Kahriyyat.

(11)

bunları görebilen gözlere malik olanlar için parlamakdadır. Bu gün dahi, da’ima olduğu gibi, ilâhların sesleri, insanlarda ve insanların etra­

fında ■ dinlesinler , dinlemesinler - açık bir lisanla onlara emr ediyor: kalk ey âdem oğlu!

çalış , uyuma ! çünki kimsenin çalışamıyacağı gece gelecekdir !

V — Çalışmakda ebedî bir ııecabet ve hattâ bir kudsiyyet vardır. İnsan vazifesinin ehem- miyyetinden ne kadar az haberdar olursa olsun hakikî ve ciddî çalışırsa hakkında bir ümid beslenmeye müstahakdır. Çünki ümidsizlik yalnız

boş zaman geçirmekdedir . İş ne kadar dun paraya bağlı olsa yine da’ima Tabi‘atı külliy - yeye nıerbutdur . Zaten iş çıkarmak arzusu da’ima hakikate ve bir hakikat olan T a b i‘at ııı kanunlarına ve nizamlarına sevk ve miinkad eder. Bu dünyanın son kanunu şudur : İşini bil, işle ve işinde bir H e r c u l e gibi çalış!

Mukaddes kitablarda yazılıdır: sa‘yde namüte­

nahi bir ehemmiyyet vardır. İnsan sa‘yile kendi kendisini tekemmül etdirir; çalı çırpı veyahud otlarla dolu akîm ve sıhhate muzır bir beyaban olmakdan kurtulur, insan en aşağı bir işle de meşğul olsa o işe başladığı dakikadan i‘tibaren ciddî bir ahenge ınazhar olur . Düşünülsün : tereddüt , hırs , keder , ye’s , zavallı amelenin hattâ zenginlerin ruhlarını cehennem zebani - leri gibi nasıl tazyik eder ve muhasara altına alır. Fakat o amele serbaz bir cesaret ile işine nefsini hasr eder etmez o zebaniler çekilirler ve mırıldanarak inlerine dönerler . İnsan işte o zaman insan olur . İş in mukaddes gözü her zehri yakar, mahv eder bir ateşdir . En kesif dumanlar içinde bile parlak ve mukaddes bir alev halinde yükselir.

Tabi‘at, haddi zatında bizi ikmal ve ıslah için sa‘yden başka hiç bir vasıtaya malik de­

ğildir . Şekilsiz bir heyula devr ü harekete getirilince yuvarlak olur ve gitğide sade mer­

kezi sıkletin te’sirile kiirrevî tabakalar teşek - kiil eder. Bu heyulâ artık heyulâlıkdaıı çıkmış, miitekâsif bir cihan olmuşdur. Küre’i arz deve­

ranından kalsa acaba hali ne olur ? Zavallı ihtiyar diinya, döndükçe bütün müsavatsızlıklar,

intizamsızlıklar yavaş yavaş kalkıyor , hail ü tanzim olunuyor ; bütün intizamsızlıklar ilâ nihaye intizama dahil oluyor .

Çömlek yaparken, çömlekçinin o Nuh nebi­

den kalma çarkına dikkat etdiniz mi ? O alet, pek muhterem bir şeydir yalnız sür'atle dön - inek sayesinde biçimsiz, şekilsiz balçık parça­

ları ne güzel evani halini alır ! Fakat en mahir ve gayur bir çömlekçi , çarkı olmasa , sade yuğurmak ve pişirmekle balçığına ne şekil vere bilir ? Hiç ; yapdığı şeyler bir taslakdan ibaret kalır. Böyle bir çömlekçi fâtıraya ra ğ ­ men devr ü hareketde bulunmak istemiyen bir adama benzer ; tenperver ve devr ü ha­

rekete gelmekden müteııeffir bir adamı en mü- sa'id tali4 bile o çarksız işleyen çömlekçi gibi bir taslakdan , kaba bir taklidden başka bir şey yapamaz. En babalı boyalar ve altın yaldız - larla bile tezyin edilse o yine kaba bir taklid kalır ve hiç bir vakit zarif bir vazo olmaz ; olacağı çarpık bir takliddir . İşte şerefsizliğin boyalı ve yaldızlı bir nümunesi.Tenbeller bundan ibret alsınlar.

Bir iş bulan kimse , berhurdardır ; başka bir berhurdarlık aramasın , bulduğu işi ta'kib etsin. Çalışkan adam, beşer hayatının kokmuş bataklıkları arasında ııecib bir kuvvetle ser - best akıp giden ve da’ima derin izler bırakan [*] seller gibi en uzaklardaki sazların bile köklerindeki İrinleri sikp sökerek ta'unlu ba - taklıkları , içinde berrak sular akan ziimrüdin ve mahsuldar çimenzarlara tahvil eder.

Bir ırmak , büyük veya küçük olsun bir kıymeti mahsusası bulunsun bulunnıasun , o çemenzara da’ima ııafi'dir.

Çalışmak yaşamakdır ! çalışmanın yüreğinin ka‘rında fâtıraııın nefh etdıği ve sam edan î bir hayat eksiri olan kuvvet işti‘al eder. Çalışanın ruhunda biit.ün ulvî ma‘nalar uyanır . Bütün ıttıla' ve bahusus M a ‘l 'i |e t l ıie f s [ kendi nefsini anlama ve öğrenme ] ve diğer bir çok yüksek melekeler işlemeye başlar . Ma‘rifete sıkı bağlan ; ma‘rifet, iş ile işleme ile tekem -

[•] İşte Anglo-Saxon terbiyesinin ruhu budur. D ikkat!

(12)

5824 İ ÇTİ H A T mül eder. E s a s e n s e n in ilm ü m a ‘rifetiıı iş le r k e n k a z a n d ığ ın ilm ti m a ‘rifetdeıı

ib a retd ir. M ü te b a k isi ilm ü m a r i f e t i n iarziyyeleridiı* ki m e k te b le r d e m ü n a - k a şa o lu n u r , B u lu tla r d a u ç a r v e z a b t e d in c e y e k a d a r n ih a y e t m a n tık g ir - d a b la rı iç in d e d o la s ı d u r u r .

Biz tereddüdü, hanği nevi‘deıı olursa olsun, yalnız fa‘aliyyet ile, çalışma ile izale edebiliriz.

Sonra , sabrın , cesaretin , devamın ve hatanı i‘tirafa hazır bulunup ileride daha eyi

NAZM TECRÜBELERİ

ONA

Afetler ilhamımı dağıtdı diyar diyar Yolcusuz serablara aldantıb gönül çekdim , Hasretin ne yamamış ey sevğili sitemkâr !.

Adıuı anmasaydım kahrımdan ölecekdim.

Açık duygularımda yanarken mahzun hisler:

Netsen ihya olunmaz bu fani içli ömrüm ? Ah eder inler şimdi kalbimde gizli izler , Hasretinle yanmamak bana ölümdür ölüm . Hak nazardan korusun, asırlar durdukça dur, Aşka düş sevda oku vuslat hançerde vur, Naz ile solacaksın yanacak tahammülüm !.

9 - 932 İ sm a il S a f a G ond d’H e u r

Connais-tu les chemins où s’égarent les cœurs ? Les cœurs vont vers la mort, les chemins vers la vie.

Es-tu frappée ainsi qu’un esclave vainqueur , As-tu su de mourir la redoutable envie ? Azur ivre de mort, mort ivre de candeur, Remords invétérés , déchirance ravie , Innocence profonde , insigne profondeur , Descentes im prévues, montagne non gravie ? Ne désire sentir ce bouquet reflété

Que de très loin, ma sœur, ô reine de mon frère, C’est l’hommage craintif d’un rêve téméraire .

yapmanın kıymetini bilirmisin ? « Bu faziletle­

rin kâffesini ancak hakikatlerin haşin kuvvet­

lerde çarpışarak kazanırsın. »

Bu satırlar Amerikalıları ve bütün (Anglo- Saxon ) cihanını dünyanın diğer milletleri önün de serfiraz tutan ruhun ne ruh olduğunu sez­

dirmiş olsa gerekdir.

Anglo - Saxon âleminde mektebin , a’denin , dinin, v.s.nin nasıl hayat ve cem'iyyet âmili ol­

duğunu gelecek nüshalarda göstermeye çalışacağız Dr. AB. D J .

Qu’importe la beauté qui blesse et qui s’efface ! Avec ton âme pure où vibre la bonté

Tu prendras en pitié l’impardonnable grâce . Ab. Dj.

SOLMAYAN OÜZELLİKLtR :

¿ U f f ~ i f -V — >- l ' j l

[ .ss i-lj/ï ¿jLii j ' J? J**

irfan, nişan üstüne bir hükm oku atmış ise de bu ok , yaydan fırlamadan hayret gözüne yerleşınişdir .

f j f ¿r~*~

Senin güzelliğine hayranlıkla iftihar ede - rim , ki visal bezminde abi hayat bardağını canin elinden atdırmışdır.

•îjJkı j \ sjL* U

. Jy i S Iy İ - y - J - Â Z Ajs- - j t - T

Sofumuz şerab içmekle riyadan sıyrılmaz ; zirâ mizrab ile teşbih ipliği güzel ses çıkarır olmaz .

Rechercher une distribution équitable après avoir assuré la puissance de production , c’est la Démocratie.

Vouloir distribuer sans avoir souci de prodoction , c’est de la démogogie,

H erriot, Créer, p . 3 2 istihsal kudretini te’min etdikden sonra adilâne bir tevzi’e çalışmak «Démocratie» dir.

istihsale kulak asmaksızııı tevzi* etmek istemek

« Démagogie » dir, avam friplikdir .

(13)

C İ H A N I N Ş İ M D İ K İ İ N K İ Ş A F I

NİÇİN B A Z I H A R B L E R NÀ KARİLİ İ Ç T İN A B D IR Ceıu‘iyyeti Akvam henüz mahrum görün­

düğü «Autorité» ye ve şükûha malik oluncaya kadar ta‘arruza uğradıkları takdirde bu büyük Cem iyyetiiı edebileceği himaye hakkında kavmlerin kuruntularını izale etmek faydalıdır.

Hakem, terki teslihat, emniyyet formülleri pek tehlikelidir. Tabi‘atı beşer henüz değiş - memiş olduğundan , Tarihin dersleri da’ima tatbik olunabilir kalmakdadır. Silâhsız yahud ııâ kâfi bir suretde silâhlı bir kavinin ne oldu­

ğunu bu dersler göstermekdedir.

* *

*

Devamlı bir sulha , iki kat‘î sebep , uzun müddet, mani' olacakdır :

Birincisi şudur, ki, ba'zı harpler rıâ kabili ictinabdır ; İkincisi şudur ki , harplerin ekseri, mağlub taraf için olduğu kadar galib taraf için yıkım ise de yine ba'zı harpler vardır ki galib cihet, harpden, sulhun te’miıı edecek ol­

duğu feva’ide fa’ik feva’id elde eder.

Evvelâ ictinab edilmesi kabil olmayan harb- leri nazarı i'tibara alalım:

Bir kavm diğer bir kavuı tarafından hücu­

ma ına‘ruz olduğu zaman ister istemez , bir harp na kabili ictinabdır. Fransız - Alman mu­

harebesi, Fraıısanın Süriyede» Merakişde devam etdiği harp, vaktile Rusya ile Japonya arasın­

daki harp, zemanımızda Türkiyenin Yunaııistana karşı harbi ictinab olunması kabil olmayan harplerdendir . [11

[1] üstadın bu makalesinin intişarından bir kaç sene evvel ya'ni mütecaviz ve müte'arriz yunanilerle Anado - lııda çarpışmakda ve hürriyyet ve istiklâlimizi ve topra - rağımızı mudafa‘a etmekde iken « sen ki pacifistsin Ana­

dolu harbi hakkında ne düşünüyor sun » sualini soran bir kari’in mektubuna ( İçtihad ) ın açık muhabere sütu­

nunda ( İçtihad No 148 ] şu cevabı vermişdim :

« Biz sulhîler muharebenin aleyhindeyiz, mudafa‘a-

« nın değil ; hiç bir zaman mndafa‘anın aleyhinde bulun-

« madik . Harpden hiç bir taraf için eyi bir netice çık -

« mayacağına kana'atımızla , hak ve vazife’i mudafalayı

« tanımamız ve mukaddes görmemiz arasında asla teııa-

« kuz yokdur . »» (29 Haziran 1922 ) Ab. Dj.

Yunan - Türk mücadelesinin misali güste - rir, ki bir harp hem nâ kabili ictinab, hem de galib için pek fa’ideli olabilir:

Bu harbin menşe’i ma‘lûmdur Cihan harbi Britanya fınperatorluğunu div endam bir suret­

de büyütmüşdü . Mezapotamya, Filistin, Alman afrikası, v.s. eline geçm işdi. Şarkda kalemrevi hükümeti,Avrupada olduğu gibi, her gün teves­

sü' ediyordu .

Bu fütuhatı itmam için

>

Asyanııı anahtarı olan ( İstanbul ) u fütuhatına ilâve etmek lâ - zırndı . İşte o zamanlarda Loyd George un

* cihanın bir kısmını temdin etmek vazifesini,

« lutfi subhanî İngiliz ırkına verdi » Sözü tevsik edilmiş görıinecekdi .

Lutfi Sübhaninin bu takdirini hayyizi fi‘le çıkarmak için Türkleri Avrupadan sürmek ve İstanbul u zayıflığı kendisini, kolayca İngil- tererıin eli altında tutacak olan bir kavme işgal etdirmekden başka bir şey kalmıyordu . Yunanistan bu vazife ile tavzif olundu.

Bu akibetden kurtulmak için türkler ( Lon - dra)ya bir seri murahhaslar gönderdiler. Bilâha- ra Lausanneda üç ay aleddevam istihzakâr söz­

lerine katlanacak olan nazır , bu mürahhasları huzuruna kabul etmeye bile razı olmadı .

Hiç bir kavm kendisini, son nefesine,bu kada"

yakın görmemişdir. Britanya topları ve altunu ile uıu'avenete nıazhar olan Yunaııîler ( İstan­

bul) üzerine yürümek sa'atına intizaren (Izmir)i ve türkiyenin bir kısmını işgal ediyordu . ( Ankara ) ya mücavir dağlık eraziye tahassun eden müslümanlar nâ ümid bir vaz'iyyetde görünüyorlardı.

Bununla beraber vaz'iyyet nâ üınid değildi.

Bir Generalin ınehareti vazMyyeti tamamen de- ğişdirdi . Gerek mühimmat ve gerek mevcud mıkdarı noktasından hasının dununda bulunan bir ordu ile İzmir üzerine yörüdü, Yunanîleri kahkari bir hezimete uğratdı ve son neferine kadar yunam toprağından def‘ etti.

[Bitmedi]

( Müessis sahibi : Dr. AB. Djevdet ) Mes’ul imtiyaz Sahibi avukat İrfan Emin

[ İsmail Hakkı matbaası ]

(14)

THE G U IDIN G P R I N C IP L E OF T H E R EVIEW « I D J T I H A D »

I. Of all the forms of liberty, that of the liberty of conscience is the most essential and the most sacred ; «a man« who is not free to choose and to declare his belief loses half his soul.

II. Economic independence is the foundation of every other form of independence, individual, collective, political.

III. War is no means for the solution of international questions. Eveiy aggressive war is wicked- iV It is a capital error to believe that the misfortune of one nation constitutes the good fortune of another nation ; the interdependence of peoples is universally admitted •

V. « An injustice done to a single one is a menace for all ■ »

VI. The purpose of education and instruction ought to be to | repare the individual to be self - reliance and not to rely upon society. It is necessary to develop and strengthen character more than intelligence.

VII. Courage in deed as much as in word is the eloquence of character.

VIII. Art, poetry, music, refine the soul and give it a divine range .

IX. The social crisis can only be averted by promoting agricultural colonization and by chan - ging systems of instruction in such a way as will prevent schools from continuing to be factories in which politicians and wild revolutionaries are produced.

X. The reasonable purpose of religion is to develop among men the spirit of concord, of love and of mercy - It is better to cease using the remedy when in place of healing or alleviating, it aggravates the trouble.

XI. Those individuals as well as nations are really strong who know how to defend themselves without resort to violence .

XII- Force can indeed precede right but it can never replace it ■

XIII. Amongst the chief reasons why the Orient is more backward than the Occident, one has to take in consideration the in ferior position in which the woman was maintained and the spirit of domination that was attached to all forms of its government.

XIV. The real greatness of a country does not reside in its density of the population, nor in the richness of its s o il, nor in the extent of its territory, nor in the military power of its govern­

ment, but in the social value of its citizens.

XV. Belief in a Supreme Being who rules the universe according to his own caprice ind icates not only enormous credulity but also gives rise to a sad weakness of the human so u l, leading it to a helpless inconsistency .

XVI. Virtue is a tendency which urges us to do good unto others; the pleasure of which we are deeply conscious in conforming ourselves to it and the moral pain which the destruction of this sublime transport of soul causes, constitute the unique power and sanction of our d eeds.

XVII. Man is responsible not only for the evil which he docs but also for the good which he does not d o .

XVIII. The perfect man is he who is good without the lure of reward and without the fear of punishment.

XIX. The object of high moral culture is to make the practice of virtue as natural and as easy as the respiratory movements of the body.

XX. Capita] and labor ought to respect each other mutually and to live in harmony. The tyranny of one ends by destroying at one blow- both the oppressor and the oppressed .

XXI. The Capital is for labor what the fulcrum is for 1he lever and vice versa.

XXII. There is only one civilization and that is the inheritance of the great human family.

XXIII. Nation will assure themselves a more unique and a less dependent existence by beco - ming more alike in the characteristics of civilization •

XXIV. The general w'ell- being results from the concentrated efforts of individuals, so the man who can work and produce but pleases himself by existing in inaction should cease to be a legi­

timate member of society and should so lose the right to enjoy the product thereof •

XXV. A nation as much, and even more than an individual > draws its most valu ble energy

in the ideal that she proposes for herself, the higher a nation wril| set this source of energy the

greater its value will be . The height of the ideal to be ¡ealised takes the place of the strength of

the beliefin its immediate reality . Dr. ABDULLAH DJEVDET

Referanslar

Benzer Belgeler

Günefl, ekvator düzlemiyle 23,4 °’lik aç› ya- pan ekliptik yörünge üzerinde her gün yaklafl›k 1’er °’lik aç›yla bat›dan do¤uya do¤ru ilerlerken, bu s›rada;

nunda yapılmakta olan de­ ğişiklikler sırasında bun­ lardan geniş ölçüde yarar­ lanılacağı kuşkusuzdur. Türk Dil Kurumu, Türkçe leştirilen bu metinleri, Yar

The index is arranged in alphabetical order of surnames and names of the authors of the articles.. The numbers next to the names are the fi rst pages of

Diğer önemli hadise olarak, Anadolu Medeniyetleri sergi­ sini niteleyen konuşmacı, bu serginin Türk-İslâm medeniye­ tinin eserleri açısından çok par­ lak

yüzyıl Mevlevî şâirlerinin şiirlerinde diğer Mevlevî ıstılahlarının yanı sıra sikke, külâh, tâc, taylesân, elif hatlı külah, hırka, nemed ve kuşak yoğun olmamakla

Nana, très grande, très forte pour ses dix-huit ans, dans sa tunique blanche de déesse, ses longs cheveux blonds simplement dénoués sur les épaules, descendit vers la rampe avec

Bunun en önemli sebebi sanayileşme ve ener- ji tüketiminin hızına paralel olarak orta- ya çıkan karbondioksit ve diğer sera gaz- ları; bu gazların atmosferde sera etkisi

Ertesi gün kahvaltıda kont görünmeyince, kontes önce onu sordu, sonra yanına çıkmaya karar verdi.. Onu yatağında çok solgun, fazlasıyla derli toplu bir