• Sonuç bulunamadı

Prof. Dr. Seçil Karal Akgün ile Tarih ve Tarihçilik Üzerine Söyleşi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Prof. Dr. Seçil Karal Akgün ile Tarih ve Tarihçilik Üzerine Söyleşi"

Copied!
20
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Seçil KARAL AKGÜN Söyleşi: Zeynep Melike ÖZTÜRK

ORCID:0000-0002-0807-4835

Makale Türü: Araştırma Dışı (Söyleşi) Article Type: Informal Essay (Interview) Chicago:

Karal Akgün, Seçil. “Prof. Dr. Seçil Karal Akgün ile Tarih ve Tarihçilik Üzerine Söyleşi.”

Söyleşi: Melike Öztürk, Tarihçi 2, no. 1 (Ocak 2022): 165-184.

Prof. Dr. Seçil Karal Akgün Kimdir?

 Türk Tarih Kurumu Başkanlığı yapan Ord. Prof. Enver Ziya Karal’ın kızıdır.

 Liseyi 1963 yılında California Palo Alto High School’da bitirdi.

 Seçil Karal Akgün, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirdi.

 1970 yılında Yardımcı Doçent kadrosuna atandı

 1980’de doçent oldu..

 1981 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne geçti.

 1988 yılında profesörlüğe yükseltildi.

 1991-1997 ve 2001-2013 yılları arasında ODTÜ’de Tarih Bölümü Başkanlığı görevini yürüttü.

 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kara Harp Okulu ve Bilkent Üniversitesi’nde Türkiye Cumhuriyeti Tarihi dersleri verdi.

 Almanya’da Frankfurt, Amerika Birleşik Devletleri’nde Salt Lake City ve Columbia, İsrail’de Jerusalem ve Hayfa üniversitelerinde Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi üzerine dersler ve seminerler verdi.

 2013 yılında ODTÜ’den emekli olduktan sonra Başkent Üniversitesi Prof. Dr. Enver

Prof. Dr. Başkent Üniversitesi öğretim üyesi.

Arş. Gör. Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi, zeynepmelikeozturk@gmail.com

(2)

Ziya Karal Araştırma Enstitüsü’nü kurdu. Halen bu Enstitü’nün Müdürü olarak akademik hayatını devam ettirmektedir.

 Prof. Dr. Seçil Karal Akgün’ün çalışma alanları yakın dönem Osmanlı Tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi üzerinedir. Ermeni sorunu, Kızılay tarihi, misyonerlik, kadın hakları, laiklik ve Türk devrimleri üzerine yurt içinde ve dışında yayımlanmış eserleri

bulunmaktadır.

Yayınları Kitaplar

S. Akgün: General Harbordun Anadolu Gezisi ve Raporu (Ermeni Meselesi) Kervan Yayınları, İst.l98l

S. Akgün: Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik, Turhan Kitabevi, Ank. l986.

S. Karal Akgün-Kıymet Giray ; Yirminci Yüzyıl , Basın-Yayın Genel Müdürlüğü Yayını, Ank. 2001

S. Karal Akgün-Murat Uluğtekin : Hilal-i Ahmer’den Kızılay’a . Kızılay Yayını, Vol I.

Ank. 2001

S. Karal Akgün-Murat Uluğtekin : Hilal-i Ahmer’den Kızılay’a Kızılay Yayını Vol. II.

Ank. 2002

S. Karal Akgün: Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik, Temel Yayınları Enlarged Second Edition İst. 2006.

S. Karal Akgün Selanikteki Pembe Ev İş Bankası Yayınları İst. 2006

S. Karal Akgün 27 Mayıs : Bir İhtilal-Bir Devrim-Bir Anayasa, ODTÜ Yayıncılık, 2009 S. Karal Akgün Murat Uluğtekin Akçuraoğlu Yusuf Türkiye Kızılay Derneği

Yayınları, 2009

S. Karal Akgün Osmanlı İmparatorluğunda Mormon Misyonerler, İstanbul 2014

Kitap Bölümleri ve Makaleler

S. Akgün: "European Influence on the Development of the Social and Cultural Life of the Ottoman Empire In The l8th Century: Revue des Etudes Sud-Est

Europeannes, Bucharest, Romania, l983

S. Akgün: "Women’s Emancipation In Turkey": Turkish Studies Association Bulletin, March l986, V.l0, No.l0 East Lansing, Michigan, l986.

S. Akgün: "The Abolition of the Caliphate", Revue des Etudes Sud-Est Europeannes, Bucharest, l987

(3)

S. Akgün: "Emancipation of the Turkish Woman", Turkish Studies Association Bulletin, Mich. l989

S. Akgün: "Mormon Missionaries In The Ottoman Empire", TURCICA Strazburg, 1990

S. Akgün: "The Turkish Image of American Missionaries In Turkey", Turkish Studies Association Bulletin V:l3. p.87-9l Munice. Indiana Nov. l99l

S. Akgün & M. İlhan, “Les Profils des èchanges Turco-Europèenes”, CAD MOS Nowvelle Revue Europeenne, Cenevre 1992.

S. Akgün: “Modernisation of the Turkish Woman”, Güneydoğu Avrupa Etüdleri Merkezi , La Modernisation Des Societes Sud-Est Europeennes: 30 Nisan l992 Bükreş

S. Akgün: “Opposition to the Abolition of Caliphate in Turkey” La Question du Califat Les Annales de L’Annales Islam No.2, Paris 1994.(chapter)

S. Akgün: "European Influence on the Development of the Social and Cultural Life of the Ottoman Empire In The l8th Century: Revue des Etudes Sud-Est

Europeannes, Bucharest, Rumanıa, l983

S. Akgün: "Womens Emancipation In Turkey": Turkish Studies Association Bulletin, March l986, V.l0, No.l0 East Lansing, Michigan, l986.

S. Akgün Turkish-Greek Population Exchange, Turkish Review of Balkan Studies, OBIV I, ISIS İst. 1993

S. Akgün: “Mormon Missionaries In The Ottoman Empire” TURCICA, Revue d’Etudes Turques, Tome 28, Strasbourg, France, 1996

S. Akgün “The Impact of the French Expedition to Egypt On Early 19th Century Ottoman Reforms”, Napoleon and the French In Egypt and the Holy Land 1798- 1801, Israeli Society for Napoleonic Research, Istanbul, 2002

S. Karal Akgün, Studies In Atatürk’s Turkey, (ed). George Harris-Bilge Chriss ( Chapter One: Louis E. Browne and the Leaders of the Sivas Congress (15-54):

Chapter Two: The General Harbord Commission and the American Mandate Question (55-82) Brill, London 2009

S. Karal Akgün Ottoman Armenians’ Intricate Relations With Western Powers Before and During the Peace Settlements of the First World War, Review of Armenian Studies No.

18, 2009 (39-80)

S. Karal Akgün Republican Turkey’s Acquaintance With World Classics Athens, Greece (Chapter İn A Book) Atiner Institute 2011

(4)

S. Karal Akgün “The General Harbord Report“, Prospects for Turkish Armenian Relations, AVİM, April 2015

S. Akgün “Tevhid-i Tedrisat “ Cumhuriyet Döneminde Eğitim, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi İstanbul 1983

S. Karal Akgün, “Cumhuriyetin Kazanımlarını Biçimlendiren Düşünce Sistemi”, Cumhuriyetin Kazanımları, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayın ları İzmir, 2017

S. Akgün: "Türkçe Ezan", D.T.C.F. Tarih Araştırmaları Dergisi, Ank. l980 S. Akgün: "Ankara Andlaşması ve Önemi", S.B.F. Dergisi, Ahmet Şükrü Esmere Armağan Sayısı, Ank. l98l

S. Akgün: "Atatürkün Sanat ve Kültür Anlayışı", Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Ank. l98l

S. Akgün: "Şapka Devrimi", D.T.C.F. Tarih Araştırmaları Dergisi, Ank. l98l

S. Akgün: "Halifelik Örgütünün Yeni Türkiye Cumhuriyetinde Yersizliği". D.T.C.F.

Tarih Araştırmaları Dergisi Ank. l982

S. Akgün: "Atatürk ve Harf Devrimi", O.D.T.Ü. İnsan Bilimleri Dergisi, Ank. l982 S. Akgün: "Tevhid-i Tedrisat: Cumhuriyet Döneminde Eğitim". Milli Eğitim Bakanlığı, İst. l983

S. Akgün: "Devlet Adamı ve Devlet Kurucusu Atatürk": Genel Kurmay Başkanlığı ATESE Başkanlığı Ankara, l984

S. Akgün: "Cumhuriyetin Türk Devrimi İçindeki Yeri: Türk Elektrik Kurumu, Ank.

l985

S. Akgün: "Halifeliğin Kaldırılması Olayının Çeşitli Tepkileri", T.T.K. Ank. l983 S. Akgün: "Ana Hatlarıyla General Moseley Raporu: Türkiyede Amerikan Mandası": Belleten C XLVIII, Sayı l89-90, Türk Tarih Kurumu Ank. l985

S. Akgün: "Atatürk ve Cumhuriyet| Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Konferansları Dizisi B.Ü.Yayınları, No.405, İstanbul, l986

S. Akgün: "(Tevhid-i Tedrisat) Ulusallıkta Büyük Adım, Öğrenimin Birleştirilmesi", Journal of Human Sciences METU Ank. l986.

S. Akgün: "Amerikalı Misyonerlerin Ermeni Meselesinde Rolü", Atatürk Yolu, A.Ü.

T.İ.T.E. Dergisi, Ank. l988

S. Akgün & M. Uluğtekin "Misak-ı Maarif", Atatürk Yolu; A.Ü. T.İ.T.E. Dergisi ; Ank.

l989

S. Akgün: "Emergence of Tanzimat In The Ottoman Empire Osmanlı Tarihi Arastırmaları Merkezi Dergisi OTAM Sayı:2, l99l s.l-l5

(5)

S. Akgün: "Amerikali Misyonerlerin Anadolu'ya Bakışı", OTAM Sayı 3. l992 S. Akgün: “Osmanlı İlişkileri”, Tarih Çevresi, Sayı Eylül-Ekim 1994

S. Akgün: “Çanakkale Savaşları”, Tarih Çevresi, Sayı 9 Mart- Nisan 1994. S

S. Akgün & M. Ulugtekin: Hilal-ı Ahmer ve Trablusgarp Savaşı", OTAM Sayı 3 Ocak l992

S. Akgün: “Toplumsal Bilinçlenmede Öğrenim Birliği”, A.Ü. DTCF, Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt XVI, Sayı 26, Ankara 1994.

S. Akgün Devrim Tarihi Derslerinin Önemi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Yöntem Bilim Semineri, Ankara, 1998

S. Akgün Ermeni Sorunu, Çağdaş Türk Diplomasisi, 200 Yıllık Süreç, TTK 1997 S. Akgün Babam Enver Ziya Karal, Atatürk Yolu Sayı 22 1998

S. Akgün – Nesim Şeker Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü ve Cumhuriyet Tarihi İçindeki Yeri, Bilanço 1923 -1998,An. 1999

S. Akgün Ders Kitaplarında Cumhuriyet, 75. Yılında Cumhuriyet ve Eğitim, T.E.D.

Yayınları, No. 22, Ank.2002

S. Akgün 20. Yüzyıl Boyunca Türkiye, Anıtkabir Dergisi, Yıl:2, Sayı 5, Ank. 2001 S. Akgün Laiklik ve Düşünce Özgürlüğü, Anıtkabir Dergisi, Yıl:2, Sayı 8, Ank.2001 S. Akgün Türkiye’de Çağdaşlaşma ve Gençlik, Düşün, Sayı 12, Güz 2000, Ank.

S. Akgün Tarihçi Ord. Prof. Enver Ziya Karal, Cumhuriyet Kuşağının Not Karnesi, Bütün Dünya, Sayı 2000/1 İst. 2001

S. Akgün 30 Ağustos, Yeni Bir Alemin doğduğu Zafer, Atatürkçü Düşünce, Atatürkçü Düşünce Derneği Dergisi Yıl:7, Sayı 76 (Ağustos), Ank. 2001

S. Akgün Kadın Haklarının Neresindeyiz? Atatürkçü Düşünce, Atatürkçü Düşünce Derneği Dergisi Yıl:7, Sayı 79, Ank. 2001

S. Akgün Demokratik Gelişme Sürecinde Yurttaşlık Eğitimi, Eğitim Dosyası, T.E.D.

Yayınları, No. 20, Ank.2001

S. Akgün Cumhuriyet Işığı, ODTÜ’lü Sayı 25, Ocak 2001

S. Akgün Ağustos, Yeni Bir Alemin doğduğu Zafer, Atatürkçü Düşünce, Atatürkçü Düşünce Derneği Dergisi Yıl:7, Sayı 76 (Ağustos), Ank. 2001

S. Akgün Kadın Haklarının Neresindeyiz? Atatürkçü Düşünce, Atatürkçü Düşünce Derneği Dergisi Yıl:7, Sayı 79, Ank. 2001

S. Akgün S. Akgün Ermeni Terörüne Yol Açan Olaylar Hakkında Ayrdınlatıcı Birkaç Belge, Talat Paşa’nın Ölümünün 81. Yıldönümünde Uluslararası Terrörizme Bir Bakış, İstanbul 1982

(6)

S. Akgün Köy Enstitüleri ve Dünya Klasikleri, Bir Us ve Bilim Savaşçısı Cemal Yıldırım, Ankara, 2008

S. Akgün 85. Yılında Cumhuriyeti Kutlayabiliyor Muyuz? ODTÜlüler Bülteni Sayı 178, Ekim 2008

S. Akgün 27 Mayıs Üzerine Bir İnceleme, Düşün, Sayı 22, Güz 2008 s.29-39 S. Akgün Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ermen ilerinin Büyük Batı Devletleriyle Karmaşık İlişkileri, Ermeni Araştırmaları Dergisi Sayı 33/34 , Ankara 2009

S. Akgün Ellinci Yılına Yaklaşırken 27 Mayıs ve Getirdiği Anayasaya Kısa Bir Bakış, Atatürk Yolu Sayı 43, 2009

S. Akgün 27 Mayıs ve 1961 Anayasası, Teori, özey Sayı Mayıs 2010

S. Akgün Türk Aydının Çok Sık Andığı İkiDeğer: İsmail Hakkı Tonguç ve Köy Enstitüleri, Aramızdan Ayrılışının 50. Yıldönümünde İsmail Hakkı Tonguç, İzmir, 2010

S. Akgün Atatürk ve Türk Devriminin Vazgeçilmez Kaynakları Türkiye Barolar Birliği : Uluslar arası Atatürk’ü Çağdaş Yorumlama Ve Anma Programı I XXI. Yüzyılda Atatürk’ü Düşünmek Ank. 2010

S. Akgün Mithad Paşa İslahhaneler ve Memleket Sandıkları, Bilim ve Ütopya, Sayı 204, Nisan 2012,

S. Akgün Hasan Ali Yücel Köy Enstitüleri , Yeniden Köy Enstitüleri İzmir 2013 S. Akgün Akçuraoğlu Yusuf Bey ve İlk Dünya Savaşı Son unda Rusya’dali Türk Esirler, Bilim ve Ütoppya Sayı 251, Mayıs, 2015

S. Akgün 100 Yılında Çanakkale Muharebelerinde Anzaklardan Esintiler, Teori, Sayı 302, Mart 2015

S. Akgün Amerikan Kaynaklarından Kurtulu ş Sava şı Ba şında Ermenilerle İlgili Geli şmeler, Ermeni Araştırmaları Özel Sayı (Sayı 50), 2015

S. Akgün Amerika’nın Osmanlı Devleti ile İlişkileri Açısından Birinci Dünya Savaşı’ndaki Rolü, Historia 1923, Sayı: 1 Kış, 2016

S. Karal Akgün Atatürk ve Türkiye’de Parlamenter Yönetimin Başlangıcı, Teori , Sayı 324 Ocak 2917

S. Karal Akgün Halifeliğin Kaldırılmasının Nedenleri , Teori, Sayı 327, Mayıs 2017 Kitap Tanıtımları

S. Akgün: “Anadolu’daki Amerika” Uygur Kocabaşoğlu, (Kitap Tanıtma) OTAM, Sayı 4 İst. 1989.

S. Akgün: “Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu 1919-1922” Prof.Dr.Yahya Akyüz, (Kitap Tanıtma) A.Ü. DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt XVI, Sayı 26, Ankara

(7)

1994.

S. Akgün: “Bir Başkentin İmarı-Ankara 1929-1939” Prof.Dr.Gönül Tankut (Kitap Tanıtma) A.Ü. DTCF, Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt XVI, Sayı 26.

S. Akgün: "Bulgarian Influence On Mustafa Kemal" Association des Etudes Sud- Est Europeannes, Bucharest, Romania Ankara, Ağustos l976.

S. Akgün: "Urbanisation Movement In Safranbolu"Intern ational Congress, Assocaition des Etudes Sud-Est Europeannes, Bucharest, Romania August l980

S. Akgün: "Influence of Europe On the Development of the Social and Cultural Life of the Ottoman Empire In the l8th Century", Collogeum, Association des Etudes Sud- Est Europeannes, Bucharest, Romania November l981

S. Akgün: "Womens Emancipation In Turkey", Middle East Studies Association Conference (MESA) San Francisco, California, USA. November l984

S. Akgün: Turkish Revolution and Secularism, Columbia University. Dept. of International Relations Brownbag Conferences December 1984

S. Akgün: “Development of Women’s Rights in Turkey”, International Relations, Columbia University, New York USA, January 1985.

S. Akgün: The Essence of Tanzimat Reforms, Turkish-American Association, January 1985

S. Akgün: Emancipation of Turkish Women, University. of Utah, April 1985 S. Akgün: “Ottoman Westernization”, Turkish-American Association, New York, December 1984.

S. Akgün: “Tanzimat Renovantions in the Ottoman Empire,” 1989 May , Munich University, Dept. of History Münich,.

S. Akgün: “Missionary İnflue nces in the Ottoman Empire,” February 1990 Strazburg University., Turcology Instiute

S. Akgün: "Secularism- Laiklik", Kologne University - Anadolu Üniversity Conferences June l990

S. Akgün: l990 "Mormon Missionaries In The Ottoman Empire", Strazburg Univ.

Turkology Institute Symposium On Abdulhamit II March 1990

S. Akgün: “Modernisation of the Turkish Woman” Modernisation des Societes, by: Association de Sud-Est Europeennes: April l992 Bucharest

S. Akgün & M. İlhan “Turkish Con tribution to European Culture,” : Association de Sud-Est Europeennes:

Centre Europeen de la Culture Collogium, May l992/ Cenevre. Switzerland

(8)

S. Akgün, “The Impact of the French Expedition to Egypt On Early 19th Century Ottoman Reforms”, 2 nd International Congress of Napoleonic Studies, July, 1999, Tel Aviv İsrael

S. Akgün, “Renovations Brought By Tanzimat” The Truman Institute, The Hebrew University, October 1999, Jerusalem, Israel

S. Akgün “Nongovernmental Organizations In Turkey”, June .2002, Sofia, Bulgaria S. Akgün “Yurtta Barış Dünyada Barış” Atatürkçü Düşünce Derneği-Nordbayern, Munich, Nurnberg, Germany, 9-11 Kasım 2003

S. Karal Akgün “Tarih Eğitiminde T.C. Tarihi Dersleri”Tarih Eğitimi Sempozyumu 6-8 Nisan 2005-05-28 Lefke Üniversitesi, Cyprus

S. Karal Akgün Modern Turkey, Turkish Consulate, Boston November 2006 S. Karal Akgün Two American Contacts During the Sivas Congress MESA Congress Boston, Nov ember 2006

S. Karal Akgün Turkish Perceptive of the Gallipoli Battles – Conferences for Turkish Embassy in Cambera, Melburne, Sydney Avustralia December 2006

S. Karal Akgün Turkish Perceptive of the Gallipoli Battles - Conferences for Turkish Embassy in Wellington, Napiers, Christ Church New Zeland December 2006

S. Karal Akgün Impacts of Tanzimat ,Conference, Haifa Üniversity İsrael June 2007 S.Karal Akgün “Republican Turkey’s Acquaintance With World Classics” 29 December 2005; AT İNER Conference Athens, Greece

S. Karal Akgün Establishment of Turkish Republic , Turkish Consulate Bregens, Avusturya 2009

S. Karal Akgün Gallipoli Battles : Turks and the ANACS , Furth, Bregens, Salzburg Avusturya 2010

S. Karal Akgün-Ceren Aygün Introducing the Red Crescent Archive,April 2011 ATINER Conference, Athens, Greece

S. Karal Akgün Mormon Missionaries in the Ottoman Empire, Russian Academy of Sciences, Moscow 24 Nisan 2015

S. Karal Akgün Women’s Emancipation In Turkey, Turkish Platform Berlin March 2016

Ödüller

Fulbright Fellowship 2004-2005

Truman Institute Reseasrch Fellowship , Jerusalem, Israel Sept- Oct1998

(9)

Best MA Thesis Advisor, Mustafa Kulu Dragomans In the Ottoman Empire METU 2005

PhD Thesis of the Year Advisor, History Education In Turkey During the Single Party Era Erinç Erdal METU 2013

Saygıdeğer hocam söyleşi talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. TARİHÇİ dergisi okuyucularının sizi daha iyi tanıyabilmesi için söyleşiye biraz geriden başlamak isteriz. Türk tarihçiliğinin önde gelen isimlerinden biri olan Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal’ın kızı olarak dünyaya geldiniz. Bu durum sizi önemli bir mirasın hem sahibi hem takipçisi yapıyor. Önemli bir tarihçinin kızı olmak sizi nasıl etkiledi?

Çocukluğum babamın dekanlığı, rektörlüğü, yurt içi ve yurt dışı görevleri, bunların çevremde yankısı içinde geçtiğinden hep onun çok önemli bir kimse olduğunu düşündüm, bununla kıvanç duydum ama onun ve annemin yaklaşımlarıyla bu durumdan kendime hiç bir ayrıcalık beklemedim. Okumayı çok severek yetiştim. Annem de tarih öğretmeni olduğu için evde sık sık tarihle ilgili sohbetler olurdu, akşamları ailece çoğu tarihle ilgili romanlar okunurdu.

Ailemden ve çevremden sürekli ileride tarihçi olacağımı duyduğumdan, hep dinlediklerimi iyi anlamak ve anlatmakla yükümlü olduğumu düşündüm, öğrendiklerimi paylaşmayı bir sorumluluğum gördüm. Benim sahip olduğum bilimsel olanakları yeni yetişenlere de açmak istedim. Bunun için de eşim ve kardeşimin de onayı ve desteğiyle babamın kitaplarına ve özel arşivine kendiminkileri de ekleyerek onun adını taşıyan bir tarih araştırma merkezi kurmak istedim. Prof. Dr. Mehmet Haberal Hocam bu tasarıma kucak açınca, bugün yöneticisi olduğum Başkent Üniversitesi’nde Ord. Prof. Enver Ziya Karal Tarih Uygulama ve Araştırma Merkezi’ni kurdum.

İstisnalar göz ardı edilecek olursa günümüzde tarihçilik gençlerin meslek tercihlerinde oldukça gerilerde kalıyor. Sizin ilk ve orta eğitiminizi aldığınız dönemlerde tarihçiliğin durumu nasıldı? Diğer bir ifadeyle Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal’ın kızı olmanın getirdiği doğal yönelim dışında aldığınız eğitim ve çevrenizin tarihçi olmayı tercih etmenizde ne derecede etkili oldu?

Öncelikle tarihçiliğin bir meslek olmadığının, tarih eğitimi almakla tarihçi olunmadığının altını çizmek isterim. Sanırım “gençlerin meslek tercihlerinde oldukça gerilerde kalıyor” sözü de tarih eğitimi alanların yaşamlarını sürdürmeleriyle ilgili bir söz. Bu da tarih eğitimi alanların çoğu öğretmen oldukları ve öğretmenlerin maddi durumları hiç de parlak olmadığı gözetilince yerine oturmaktadır. Ben sorunuzu tarih eğitimine değinerek yanıtlayacağım: Bugünkü gibi ben okul

(10)

çağlarındayken de tarih, ezbere, kronolojiye sayısal bilgilere dayandırılarak verildiğinden, sevilmeyen bir dersti. Ben de evimizde konuşulandan çok farklı verilen bu dersi hiç sevmezdim.

Ayrıca, babam evde ve okulda çok yoğun çalıştığından, öyle olmak istemediğimi düşünürdüm.

Babamın benden ve kardeşimden hiç sakınmadığı, istediğimiz gibi karıştırabildiğimiz büyük bir kütüphanesi vardı. İlkin kitaplarda ve dergilerdeki fotoğraflar, resimler, zamanla da içerikleri ilgimi çekti. Bunlara merak gidermek isteyerek sarılmam, bilgilenmek için’e dönüştü. Bu isteğim babam ve konuklarının sık sık katılabildiğim tarih sohbetleri, tartışmaları ve bunları güncel olaya bağlamalarıyla tırmandı, hatta bir tutkuya dönüştü. Ayrıca, Tarih Bölümünde öğrenciliğe başladığım andan itibaren ders veya araştırma kitabı olarak hemen her istediğimin elimin altında olması da öğrenmemi, çalışmalarımı çok kolaylaştırdığı gibi tutkumu da derinleştirdi.

Kadınlarımızın bilim dünyası içerisinde yer alması Cumhuriyetimizin temel hedeflerindendi ve büyük Atatürk manevi kızı Afet İnan’ın tarihçi olmasını istemiş, bu doğrultudaki eğitimini desteklemişti. Afet İnan gibi kadın figürlerin bilim insanı olma konusunda üzerinizde etkileri oldu mu?

Oldu elbette, ama beni asıl etkileyen, zamanın üç-beş kadın profesörden biri olan Afet İnan’ın kuşağından, DTCF’de Almanca Bölümü’nün kurucusu ve daha sonra da Tiyatro Bölümü’ne dönüşen Tiyatro Kürsüsü'nü kuran Prof. Dr. Melahat Özgü’dür. O da Afet Hanım gibi sık sık evimize konuk olup annemle, babamla tarih ve felsefe konuşurlardı. Ancak, her halde alanı farklı olduğundan, evdeki konuklar en çok ona sorar, onu dinlerdi. O da her gelişinde bana vakit ayırıp yeni bir şeyler anlatır, sıkılmadan sorularımı yanıtlar, yabancı dil bilmenin önemi ve tiyatronun değeri hakkında konuşurdu. Çok çalışıp çok okursam büyüyünce benim de profesör olabileceğimi söylemesinin isteğimin ve özgüvenimin artmasına ciddi katkısı oldu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli projelerinden biri Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin kurulması olmuş, fakülte dil ve tarih eğitiminde önemli bir misyon da üstlenmişti. Siz bu fakültenin Tarih Bölümü’nde eğitim aldınız. Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesine giriş süreciniz nasıl gerçekleşti?

Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ne o zamanki üniversitelerin Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi gibi kendi sınavlarını yaparak öğrenci almaya başlamalarının ikinci yılında, 1963’de girdim. Liseyi o yıl ABD’de bitirdiğimden Türk liselerinde okutulan tarih, coğrafya, edebiyat, felsefe, psikoloji, mantık gibi dersleri ya hiç okumamış, ya da

(11)

sınavda çok zorlandım. Sistem gereği üniversiteye girmek için yaptığı başvuruda öğrenci girmek istediği 20 alanı sıralar, sınavı kazanırsa durumu aldığı puan ve alanlara ayrılan kontenjanlar doğrultusunda değerlendirilirdi. Ben, ilk seçenek olarak DTCF Tarih Bölümü’nü, ikinci olarak da sade Ankara Üniversitesi’nde bulunan Hukuk Fakültesini yazmış olmama karşın ancak 15.

seçeneğim olan DTCF Paleoantropoloji Bölümü’nü kazandım. Bu bölüme kayıt olduktan sonra yatay geçişle kontenjanı dolmamış olan Tarih Bölümü’nde öğrenimime başladım.

Fakültede aldığınız eğitimden bahsedebilir misiniz? Nasıl bir üniversite eğitimi aldınız? Günümüz tarih eğitimleriyle kıyasladığınızda aldığınız eğitimin güçlü ve zayıf yanları nelerdi?

Ankara Üniversitesi DTCF’nde 1963-1969 yılları arasında aldığım tarih eğitimini yöntem, uygulama ve bilim olarak üçe ayırarak daha iyi anlatabilirim:

Yöntem olarak üniversitelerin tarih bölümlerinde (zaten o tarihte sade İstanbul, Ankara, Ege ve Atatürk olmak üzere dört üniversite, bölümlerde de anabilim dalı yerine kürsüler vardı) Eskiçağ, Ortaçağ, Yeniçağ, Yakınçağ ve Genel Türk Tarihi olarak ayrılmış 5 kürsü vardı ve ilk iki yıl bu kürsülerin her biriden dersler alınırdı. Öğrenci 3. sınıfa başlarken bu kürsülerden birini seçer, son iki yıl seçtiği kürsü ile ilgili dersler alırdı. Ayrıca, öğrencinin seçeceği İngilizce, Fransızca, Almanca gibi bir Batı dili ve Farsça, Arapça, Latince Yunanca gibi alanında yararlanabileceği bir dili almak zorunluluğu vardı. Son sınıfta dil dersleri barajdı. Yani bitirme sınavında öğrenci dil dersini geçmeden öbür derslerin sınavlarına giremezdi. Öğrencilerin seçtikleri kürsü gerektiriyorsa iki yıl Osmanlıca (Paleografya) dersi, öğretmenlik yapacakların da bitirme sınavından sonra belge (sertifika) alacakları Pedagoji dersi almaları gerekirdi. Kendine ve dersine güvenen, üniversite öğrencisinin kendi sorumluluğunun bilincinde olduğunu düşünen hocalar, derslere devam zorunluluğu aramazdı. Sınıfların kalabalıklığına karşın devam öngörenler de kendi yöntemleriyle yoklamalarını yapardı. Sınavlarda başarısız öğrenciler sınıfta kalır, dönem kaybederdi. Dönem kaybetmek, sadece yarım yıla mal olmaz, öğrencinin üniversiteye her yıl ödediği harç parası da kaybedilen her dönemde ikiye katlardı.

Özetlediğim süreçteki uygulamayla ilk iki yılın dersleri kalabalık amfilerde, konferanslar şeklinde verilirdi. Hepsinin sunuluşu, dersi okutan hocanın yaklaşımıyla ilgiliydi, bu da çoğu kez kronolojik olarak sıralanmış siyasal olaylara odaklıydı. Soru sorulması usulden değildi. Öğrenci son iki yıl seçtiği kürsü ile ilgili dersler alırdı. Bu aşamada bölümün 3. ve 4. sınıf öğrencileri kürsülere bölündüğü için sınıflar kalabalık olmazdı. Dolayısıyla, hoca-öğrenci iletişimi de daha yakın olurdu.

Ben Yakınçağ seçmiştim. Bu seçimim babam önerdiği için değildi, ama onun odaklandığı bu döneme özellikle ev sohbetlerimizde yakın ilgim oluştuğundandı. Derslerim de Prof. Dr. Mustafa

(12)

Akdağ’ın okuttuğu 1789 Fransa İhtilali tarihi, babım okuttuğu aynı yıldan başlayıp I. Meşrutiyet sonuna kadar uzanan Osmanlı Tarihi ve Prof. Dr. Halil İnalcık’ın okuttuğu Amerika Tarihi idi. Bu dersleri siyasal-ekonomik-sosyolojik boyutlarla oldukça ayrıntılı okuduk.

Uygulama açısından hatırlatmak istediğim bir nokta, üniversitede okuduğum dönemde teknik olanakların her bakımdan çok sınırlı oluşuydu. Şehirlerarası telefon görüşmeleri bile santrale yazdırılıp sıra bekleyerek yapılırdı. Bilgisayar, cep telefonu, fotokopi, faks v.s. gibi kolaylıklar hiç yoktu. Ses alma olanağı da emekleme çağındaydı ve öğrencilere inmemiş bir lükstü.

Ders saatleri dışında sinemaya gitmek veya kantinde ya da pastanede takılmaktan başka yapacak bir şey olmadığından bol bol da kütüphane çalışması yapardık. Derslerde, kütüphane veya arşiv çalışmalarında ya da konferanslarda elle not tutardık, sonra onları temize çekerdik. Bu, içerikler açısından elbette yavaşlatıcıydı, ama öğrenmemizi çabuklaştıran ve daha köklü yapan bir avantajdı.

Bilgi açısındansa okuma ödevi v.s. pek verilmediğinden ders kitapları ve hocalardan dinlediklerimizle sınırlı kalırdık. Konulara karşılaştırmalı yaklaşabilmek için sayıları belirlenmiş farklı kitaplar önerilmesi sistem gereği olmayıp hocaların şahsına kaldığından, oldukça enderdi.

Seminerler dışında derslerde tartışma da çok az olurdu. Bu da hocanın yaklaşımına bakardı.

Dolayısıyla kalıp bilgileri aşmak, öğrencinin kişisel gayreti ya da hoca ile diyalog kurabilmesiyle mümkündü. Ancak, son sınıfta mezuniyet tezi hazırlama zorunluluğu vardı ki bu çok özen isteyen, ciddi ve zor bir işti. Ortaya çıkan tezlerse nerdeyse bugünün master tezleri niteliğindeydi.

Öte yandan, bilimsel yeterlilik anlamına gelse de sadece doktora derecesi sahibi olmak üniversitelerde ders verebilmek için yeterli değildi. Ancak doçentler ve profesörler üniversitelerde ders verebilirdi. Bütün bunlara karşın ders veren hocalarımız gerçekten alanlarında dopdolu, çok nitelikli kimseler olduklarından, okuttukları ders saati ve sayısına ilişkin bir zorunlulukları da olmadığından, devamlı kendilerini yenileyebildiklerinden, bilimsel bakımdan iyi yetiştiğimizi söyleyebiliyorum.

Fakülte eğitiminizden sonra akademik çalışmalarınız nasıl gerçekleşti? Lisansüstü eğitiminizde hangi konuları çalıştınız? Ana Bilim Dalı seçiminizde neler etken oldu?

Üniversite öğrencisi olduğum dönemde yüksek lisans derecesi yoktu. Doktora ise şimdiki gibi, üniversitede görevli olmayan kimselerin de yapabileceği bir çalışmaydı. Doktora eğitimi sırasında programlı şekilde ders alınmazdı. Ancak, doktora programına başvuran adayın kabul edilmek için biri dil biri de çalışacağı dönemle ilgili bilim sınavı olmak üzere iki sınavda başarılı olması gerekirdi. Aday, çalışmak istediği hoca ile konuşur, konu kararlaştırılır, kaynaklar açısından hoca ile düzenli görüşmelerinde yönlendirilir, hocanın önerisi doğrultusunda tezini yazmaya başlar, yine düzenli buluşarak yazılan kısımları görüşür, tartışırdı. Bir hocanın iki, en çok üç

(13)

doktora öğrencisi olduğundan, tez izleme komitesi de olmadığından, doktora hocası öğrencileriyle birebir ve oldukça ayrıntılı çalışırdı. Öte yandan, üniversitede asistan olmaksa, en çok da pratiklik açsından bu çalışmayı kolaylaştırırdı. Ben DTCF’ni bitirdiğimde Maliye Bakanlığı’nda çalışıyordum. Doktora çalışması yapmak isteyince seçtiğim Yakınçağ Kürsüsü’nde biri babam, biri Prof. Dr. Mustafa Akdağ olmak üzere iki hoca vardı. Babam, Kürsü Başkanıydı; tez konumu o önerdiyse de çalışmamı kendisiyle sürdürmemin uygun olmadığını düşündüğünden Akdağ Hoca ile çalışmaya başladım. 1970 Haziranı’nda da DTCF’de Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde açılan asistanlık kadrosuna başvurdum, yapılan sınavı geçerek bu kadroya atandım. Akdağ Hoca 1973’de ölünce, çalışmamı onun yerine Kürsü’ye alınan Prof. Dr. Şerafettin Turan ile sürdürdüm,1975 yılında da tamamladım.

Doçentlik, şimdi de olduğu gibi üniversite dışında olan kimselerin Üniversite başvurup onay alarak en az iki yıl çalışıp hazırladığı tezi atanan juriye sunması gereken bağımsız bir çalışmaydı.

Profesörlüğe yükseltilmeyse ancak üniversitenin duyurduğu kadroya başvurup iki ayrı yabancı dilden sınav geçirdikten sonra saptanan juri üyelerinin tezi inceleyip olumlu rapor vermesiyle gerçekleşirdi. Ben 1980 yılında doçentlik derecesi aldıysam da kadro duyurusu yapılmadığından bir yıl kadar eylemsiz doçent olarak çalıştım; 1981 yılında da Profesör olarak Orta Doğu Teknik Üniversitesi Beşeri Bilimler Bölümü’ne geçtim. Bir yıl sonra da bu bölümün başkanı olan Hocam Prof. Dr. Yuluğ Tekin Kurat ile birlikte ODTÜ Tarih Bölümünü kurduk.

Yüksek lisans ve doktora çalışmalarınızda eğitim süreci nasıldı? Günümüzle karşılaştırdığınızda artıları ve eksileri nelerdi?

1982’de YÖK kurulana kadar yüksek lisans eğitimi olmadığından yüksek lisans çalışması yapmadım. Benim okuduğum dönemde üniversitelere de meslek sahibi yapan kurum gözüyle bakılmadığından, mezun olduktan sonra bilimsel olarak kendini geliştirmek isteyenler, yapılan duyurulara başvurup gerekli sınavları başarıyla geçince doğrudan doktoraya başlardı. Bu sistemin en önemli artısı, mezuniyet sonrası çalışmanın işe girerken, ya da maaş yükseltilmesinde aranan bir nitelik, askerlik ertelemek için bir araç veya iş ararken boşta kalmamak için bir yöntem olarak görülmeyip sadece kendini bilimsel açıdan geliştirmek isteyenlerin gerçekleştirdiği bir çalışma olmasıydı. Bunun için, sayıca şimdiye oranla çok daha az olan doktora öğrencilerini genellikle akademik kariyer sahibi olmak isteyenler ya da ciddi araştırma meraklıları oluştururdu. Doktora yapmaksa kararlılık, çok çalışma ve ayrıntılı araştırma-öğrenme azmi gerektiren oldukça zor bir çalışmaydı.

(14)

Tarihçiliğinizi etkileyen tarih okulları veya ekoller oldu mu?

DTCF Tarih Bölümü’nde Metodoloji dersi ilk iki yıl verilirdi; ben bölüme başladığımda bu dersin hocası yurt dışında olduğundan hiç Metodoloji alamadım. Ununla birlikte, Lyon’da ve Paris’te öğrenimim sırasında March Bloch ve Lucien Febvre’den dersler almış olan babamdan toplumsal ve ekonomik faktörlerin de gözetilmesini öngören Analles Ekolünü, neden-nasılcı ve belgeli tarihçiliğin önemi öğrenmiştim. Daha sonra bu bilgilerime örneğin Zeki Velidi Togan’ın, Carr’ın, Türkkaya Ataöv’ün tarih metodolojisi hakkındaki kitaplarından öğrendiklerimi de katarak metodoloji bilgimi genişlettikçe gereğini de daha çok anladım. Öte yandan, orta öğretimde genellikle okutulan nakilci ya da pragmatik tarihçiliğin, düşünmeyi öğreten bir bilim dalı olan Tarih’in hakkını vermediğini düşünmekteyim

Amerika Birleşik Devletleri, Almanya ve İsrail gibi farklı ülkelerde araştırmalar yaptınız. Yurtdışında bulunmak sizin tarihçiliğinizi nasıl etkiledi? Yurtdışı öncesi ve sonrası arasında tarihe ve tarihçiliğe yönelik farklı bakış açıları oluştu mu?

Yurt dışındaki çalışmalarımla ufkum genişledi. Özgüvenim arttı. Bilimin şüphecilik, dolayısıyla araştırma ve karşılaştırma gerektirdiğini, yaratıcılıktan çekinmemeyi, soru sormaktan korkmamayı öğrendim. Arşiv araştırmalarının, belgeli ve karşılaştırmalı tarihçiliğin gereğini ve önemini de çok daha iyi anladım. Sözlü tarihle ilk kez 1984’de ABD’de tanıştım ve bunun sadece karşılıklı konuşmadan oluşmadığını, konu ile ilgili gazete haberleriyle dergiler gibi bulunabilen yayınlarla desteklenmesi gerektiğini öğrendim. Bir görüşe katılmadığımı belirtirken bunu söylemek ya da eleştirmekle kalmayıp ne veya nasıl olması gerektiğine ilişkin düşüncelerimi nedenleri ya da belgeleriyle açıklamak da öğrendiklerimdendi.

Yurtdışında bulunmanız nedeniyle elbette ki birçok yabancı tarihçi ile etkileşime geçtiniz. Kıyaslama yaparsanız Türk tarihçiliğini dünya tarihçiliği içerisinde nereye ve nasıl konumlandırırsınız? Türkiye’de yapılan tarihçiliğin kuvvetli ve zayıf yönleri nelerdir?

Karşılaştırmada genelleme yapmak çok zor. Bunu yapmak da istemem. Ancak, olanaklar açısından Türk tarihçilerinin özellikle araştırmacılık açısından çok sınırlı olanaklar içinde olduklarının altını çizebilirim. Türkiye’de araştırmacıların karşısına pek çok bürokratik, mali, hatta siyasal engel çıkıyor. Yurt dışında tarihçilerin araştırmaları için mali destek sağlama olanakları çok fazla. Ayrıca, bir akademisyenin ders hazırlarken her yıl aynı dersi verse de yeni araştırmalar yapıp yeni bilgiler eklemesi gerektiği düşünüldüğünden, ders sayıları da Türkiye’deki kadar çok

(15)

olmuyor. Akademik yükseltilme kriterlerinde niteliğin ikincil kalması, yayın organlarının kategorizasyonu doğrultusunda sayısallık öngörülmesi de büyük talihsizlik. Üstelik bizde bilime de siyaset sokulduğundan, birçok araştırmacı özgür çalışamıyor. Hele üniversitede kadro arayan veya yükseltilme bekleyen “Şunu yazsam ne olur? Bunu yazmamalıyım” diye düşünmek zorunda olunca bilim bağımsız olamıyor. Türkiye’de olmayan akademik özerklikle doğrudan ilgili böylesi noktalar tarihçiliğe yansıyor ve özgün araştırmalar yerine bol bol bilineni tekrarlayan yapıtlar üretiliyor. Unutmayalım ki Atatürk bilimsel çalışmaların özgürce yapılabilmesi için Türk Tarih Kurumunu kurmuş, hükümetin mali desteğine gereksinimi olmadan bağımsız çalışabilmesi için de malvarlığının çok önemli bir kısmını bu kuruma bırakmıştı. 12 Eylül darbesinin getirisi olan değişiklikler kapsamında Türk Tarih Kurumu ve yine Atatürk’ün aynı amaçla kurduğu Türk Dil Kurumu Başbakanlığa bağlanınca, YÖK ile zaten sarsılmış olan üniversite özerkliğinin yanı sıra bu kurumların da güvencesi ile tarih alanında oldukça rahat gelişebilmiş olan bilimsel özgürlük de yara aldı. Bunların toplamı gençleri daha çok etkiliyor ve gözleri hep dışarıda oluyor. Nitekim yurt dışında tarih araştırması yapma ve/veya akademik çalışma olanağı bulan gençlerimizin dünyanın en saygın üniversitelerinde başarılı tarihçiler olabildiğini buruk bir sevinçle izlememiz bize Türkiye’de tarihçiliğin değil, sistemin masaya yatırılması gerektiğini düşündürüyor.

Kurtuluş Savaşı’nda Amerika Birleşik Devletlerinin Ermenilere yönelik politikalarının da bir yansıması olan General Harbord’un Ermeniler hakkındaki raporunu ilk kez siz yayınladınız. Bu raporun Türkiye açısından önemi nedir?

I. Dünya Savaşı sonunda toplanan Paris Barış Konferansı sırasında ABD’ye önerilen Osmanlı mandaterliğinin olabilirliğini saptamak ve bu ülkenin Ermenilere yaklaşımını yönlendirmek amacıyla Başkan Wilson’un Osmanlı toprakları ve Kafkaslar’da incelemeler yapmak üzere görevlendirdiği komisyonun başkanı olan General Harbord, bu incelemeler sonunda hazırladığı adıyla anılan raporda sade Türklerin Ermeni katliamı yaptığı iddialarının asılsızlığına ışık tutmak ve gayrımüslimlere olumsuz bir tutum beslemediklerini açıklamakla kalmıyor, Türkiye’nin ekonomik sosyolojik, demografik panoramasını da çiziyor. Raporunda Sivas Kongresi’nden hemen sonra Mustafa Kemal Paşa ve Kazım Karabekir ile yaptığı görüşmelere de yer vererek henüz başlayan Kurtuluş Savaşı’nın amacı, ulusal karakteri ve Batı’da adı duyulmaya başlayan Atatürk hakkında da aydınlatıcı oluyor. Ayrıca rapor, Harbord gezisi sırasında görüştüğü birçok Amerikalı misyonerin Türkiye ve Türkler hakkındaki izlenimlerini de içerdiğinden, Türk topraklarındaki misyonerlik etkinlikleri yönünden bilgilendirici olması bakımından da önem taşıyor.

(16)

Çalışmalarınız misyonerlik faaliyetleri ve azınlıklar üzerinde yoğunlaştı. 2014 yılında yayınladığınız Osmanlı İmparatorluğu'nda Mormon Misyonerler başlıklı eseriniz birçok açıdan dikkat çekiyor. Böyle bir konuyu çalışmanızın temel sorunsalı ne oldu?

Mormonların misyoner faaliyetlerinin Türkler açısından önemi nedir?

Osmanlı İmparatorluğu’nda Mormon Misyonerler hakkındaki çalışmamın temel sorunsalı konuyu incelemeye başladığım 1985 yılına kadar Türkiye’de üzerinde durulmamış, bağımsız olarak ele alınmamış ve özgün yayın yapılmamış bir konu olduğundan, Osmanlı misyonuyla ilgili Türk belgelerini bulmakta zorlanmamdı. Mormonların Türk topraklarında misyonerlik etkinliklerinin Türkiye açısından başlıca önemi ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yayılmacılıların boy hedefi olduğunun iyi bir göstergesi olmasıdır. Şöyle ki Türk topraklarına gelmeye başladıkları 1880’lerde Mormonlar ABD’de tam kabul görmemiş, dışlanmış, hatta istenmeyen bir grup olmalarına karşın parçalanmakta olduğunu öğrendikleri Osmanlı İmparatorluğu’na nasıl olsa yerleşecekleri bir bölge bulup etkin olabileceklerine inanarak geliyorlar. Oysa Osmanlı Hükümeti’nden tepki görmeseler de aynı topraklarda kendilerini çoktan kabul ettirmiş olan, Amerikan Hükümeti’nin de perde arkasından desteklediği yurttaşları Protestan misyonerlerin olumsuz tavırlarıyla karşınca hepsi de Ermeni olan çok az kimseye nüfuz edebiliyorlar ve 30 yılın sonunda başarısız olduklarını kabullenip Türkiye’yi terk ediyorlar.

Etkinliklerini Sivas-Antep dolaylarında yoğunlaştırdıkları bu kısa süreçle ilgili Mormon belgelerinden anlayabildiğimiz önemli iki noktanın biri, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yayılmacı emeli olanların Osmanlı topraklarına pay koparılabilecek bir alan olarak baktıklarıdır.

Daha önemli olan ikinci noktaysa, Mormonluğu kabul eden Ermeniler’in özellikle Ermeni ihtilal komitelerinin yönlendirmesiyle tırmanan siyasal olaylara karışmayan, kendi halinde, genellikle dokumacılık yapan veya bağcılıkla uğraşan kimseler olduklarından meşhur tehcir sırasında yerlerinde bırakıldıklarıdır ki bu da olayın bir toplu Ermeni katliamı ya da soykırım amaçlı olmadığını göstermekte ve doğrulamaktadır.

Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk’ün Selanik’te kalan evinin Türkiye’ye devredilmesi ve babanız Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal’ın bu evi müze haline getirme mücadelesini Selanik’teki Ev başlıklı eserde kaleme aldınız. Bu eser Türkiye’nin Selanik’teki mirasa sahip çıkma sürecini ortaya koyan önemli bir çalışma. Eserden kısa da olsa bahseder misiniz?

Selanik’teki Ev kitabım, babamın evi müze yapmakla görevlendirildikten sonra tarihçesi hakkında derlediği bilgilerden ve tarih öğretmeni olan annem Fatma Karal ile birlikte bu amaçla

(17)

1953 günü açılışına kadar tüm incelemelerini, çalışmalarını, hepsinin bürokratik işlemlerini, mali yönünü ve toplumsal etkisini içeren raporuna ve annemle babamın Selanik’te evi müze olmaya hazırlarken ki kişisel anılarına dayandırdığım bir yapıttır. Tamamen birinci el kaynaklardan hazırlanmış özgün bir çalışma olan bu kitapta Kurtuluş Savaşı anılarının oldukça taze olduğu bir dönemde Türk ve Yunan hükümetlerinin evin müze yapılmasına iki ülke arasında dostluk bağlarını geliştirecek bir köprü olarak yaklaştıkları da belirmektedir.

Yazarın bütün eserleri elbette onun için evlatları gibidir. Ama yine de sizin bir tarihçi olarak en fazla önemsediğiniz eseriniz veya eserleriniz hangileridir?

Haklısınız, bir yazara göre emek verdiği bütün yapıtları önemlidir. Ancak, yukarıda özetlediğim özellikleriyle “ Selanik’teki Ev” kitabım; birebir yaşadığım 27 Mayıs hareketini kapsayan, 1961 Anayasasını hazırlayan komisyonun başkanı olan babamın özel arşivine dayandırdığım “Bir İhtilal, Bir Devrim, Bir Anayasa”, ve Kızılay’ın Etimesgut’daki arşivinin belgelerinin yanı sıra İstanbul’da Başbakanlık, Ankara’da Cumhuriyet; Cenevre’de Kızılhaç, Londra’da PRO arşivlerinde çalışarak topladığım 262 özgün belgeyle yakın dönem Osmanlı ve Türk tarihine de ışık tutan “Yeni Belgelerin Işığında Hilal-i Ahmer’den Kızılay’a” kitaplarım benim için biraz daha özel.

Hayatını tarihçiliğe ve tarihsel bilgi üretimine adamış bir tarihçi olarak günümüz tarihçiliğine yönelik tespit ettiğiniz temel sorunları var mıdır?

Kanımca temel sorunların başında ilk ve orta öğretim sıralarında öğrencilere ezbere dayalı tarih eğitimi verilmesi, böylece, gençlerin tarihi sevemeden, büyüleyici özelliklerini göremeden, yararını anlayamadan yetişmeleri geliyor. Türkiye genelinde hala kronolojik temellere ve sayısal bilgilere dayandırıldığından, tarihe düşünmeyi, yaratıcılığı geliştiren bir bilim dalı olarak bakan, tarihle ilgilenmeyi seven kimseler az yetişiyor. Yükseköğrenime de geçim kapısı olarak bakıldığından, tarihe yönelenlerin çoğu da tarihçiliği ya öğretmen, ya da akademisyen olarak (düşük de olsa) düzenli maaş alabilecekleri meslek dalı olarak görüyor. Akademik olanlar açısından yükseltilmelerde YÖK kararları doğrultusunda adeta şablonla uygulanan puanlama, özgün çalışmaları kısıtlıyor ve sınırlayıcı oluyor. Böylece oluşan motivasyon düşüklüğü, ayrıca, araştırma olanaklarının sınırlılığı içinde üretilenler de bilinenin tekrarlanmasına odağı oluyor. Oysa tarihsel olayların değerlendirilmesi yorumlara dayandığından neden-sonuç ilişkileri de yazarlara göre farklılık taşıyabiliyor. Bunun için tarihçinin hem çok kaynak ve belge taraması, hem karşılaştırmalı bakmayı öğrenmesi gerekiyor. Karşılaştırma yapmaksa, bunu yapabilecek donanıma sahip olmayı

(18)

Tarihçilerin çoğunun inceledikleri konuya ilişkin kaynak dil öğrenmeden, hatta hiç yabancı dil öğrenmeden çalışmaları, böylece araştırmalarını ve yapıtlarını ikinci el kaynaklara dayandırmak zorunda kalmaları veya çevirilere bağlı kalmaları da çok önemli bir sorun. Çevirilerde de bir şey sanki hep eksik kalıyor. Ben de bunun önemini Ermeni sorunu üzerine araştırmalar yaparken anladım. Ermenice bilmediğim için ikincil kaynaklara mahkûm olduğumdan istediğim kadar derine inememenin sıkıntısını hissettim ve öğrencilerime hep odaklanacakları konunun kaynak dilini öğrenmelerini önerdim.

Belirlediğiniz bu sorunlara yönelik çözüm önerileriniz nelerdir?

Özetlemeye çalıştığım sorunlar, sade tarih alanına eğilenler için geçerli değildir. Aslında eğitim sistemi ile de yakından ilgili olan bu sorunlara gerçek çözüm için kanımca işe orta öğretimden, hatta ilköğretimden başlanması, eğitim ve öğretimin yetişenlere soru sormayı öğretecek, özgür düşünebilmelerini sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekir. Bunun için öğretmenlerin durumunun da ayrıca ele alınması, örneğin, mutlaka pedagojik formasyon sahibi olmaları, göreve başlamadan staj yapmaları ve elbette, üç kuruş daha kazanabilmek için 30 saat ders yüklenmek zorunda bırakılmamaları gerekir. Hele yükseköğretim diploma almaya, akademik yükseltilmeler de unvan sahibi olmaya ve maddi olanakların genişletilmesine odaklanmamalı. Bu da üniversitelerin özerkliğe kavuşturulması başta olmak üzere yürürlükte olan sistemin, akademik yükseltilme kriterlerinin değiştirilmesini gerektirir. Örneğin, YÖK’ten önce üniversitelerde doçent olmadan ders verilmezken sözde üniversite olarak adlandırılan kurumlar mantar gibi bitiverince, doktorasını tamamlayan hemen ders vermeye başlıyor. Deneyim ve birikim olmadan verilen bu derslerin üniversite öğretiminin gereğini karşılamadığı kuşku götürmediğinden sonlandırılması gereken bir yöntemdir. Ücret alabilmek için çok ders vermek de hocaların kendilerini yetiştirip yenileme olanağını ortadan kaldırdığından, üniversite eğitiminin kalitesini düşürüp çoğunu adeta yüksek lise haline getirdiğinden, yeterli koşullar sağlanarak vazgeçilmesi gereken bir uygulamadır.

Öte yandan, akademik yükseltilme aşamalarında kaynak dilde özgün yapıtlara veya yayınlanan belge çevirilerine ayrı puantaj tanınmasının kaynak ve yabancı dil öğrenimini teşvik ederek yararlı olacağını düşünmekteyim. Bunları söylemek kolay, uygulamak zor ama önce düşünen kuşaklar yetiştirmek, ardından, bilim dünyasında layıkıyla yer alabilmek için bu zorluğu göğüslemek gerekir.

Genç tarihçilere yol gösterici olması açısından sormak isterim. Araştırmalarınızda belirli bir çalışma planı uygular mısınız? Nasıl çalışırsınız?

Çalışmaya taslak bir plan yaparak başlamak gerekli, yararlı ve önemlidir. Ben de önce ya

(19)

ve sonuç bölümlerini ve de yaklaşık boyutlarını içeren bir taslak plan yaparım. Ancak çoğu kez metin yazarken veriler değerlendirildikçe bu plan, hatta başlık da değişir. Başlığı ve içeriği dikkatli tasarlamaya özen gösteririm. Zaman ve mekân bakımından iyi sınırlanan tarih araştırmasının daha açık, yararlı ve ayrıntılı bilgi içerebileceğini düşündüğümden buna da çok özen gösteririm.

Örneğin “Tarih Boyunca” demek yerine “18. Yüzyılda” ; “Avrupa” demek yerine “İskandinav Ülkeleri” diyerek daha derin inceleme yapıp daha ayrıntılı bir makale hazırlanabilir. Gereksiz uzatmalardan kaçınmak, ama kaynak göstermekten de kaçınmamak, iyi bir kitap ya da makale için de ilk kaynağa inmek gerektiğini düşünürüm, okuduğum yapıtlarda da bunu ararım. Söz gelimi ilk kez 1926’da yayınlanmış bir konu hakkında yazarken veya yorum yaparken aynı konuda 2012’de yayınlanan bir makaleyi ancak yeni bir şey getirmişse kaynak gösterir, tekrardan ibaretse

1926’dakini dipnota yazarım.

Akademik konu seçiminde lisansüstü eğitim yapan tarihçiler nelere dikkat etmeli?

Tarih çalışmanın en güzel noktalarından biri aynı konuda hatta aynı başlıkla pek çok yapıt olsa da her birinin farklı görüşler ve düşünceler yansıtabilmesidir. Bunun için konu seçerken illaki hiç işlenmemiş bir konu bulmaya çalışmak gerekmez. Ama yüksek lisans ve doktora çalışması yapmak isteyen tarihçilerin nitelikli ve elverdiğince yansız bir yapıt hazırlayabilmek için mutlaka yabancı dil öğrenmeleri gerekir. Bunun yanı sıra taslak plan yaparak başlamaları ve eğilmek istedikleri konu hakkında ön araştırma yaparak yeterli belge ve kaynak bulabileceklerinden emin olmaları gerekir. Buradaki yeterli sözü, elbette sayısal anlamda değil, nitelik içeriklidir. Belgeli çalışmaya özen göstermek çalışmayı özgün ve kaliteli yapar. Birçok akademik eğitici yüksek lisans çalışmasında bunun çok önemli olmadığını söyleyip öğrencinin asıl yönteme özen göstermesi gerektiğini öne sürse de yakın bir gözlem, bu öneriyi getirenlerin çoğunun tarih eğitimi almamış veya tarih metodolojisini incelememiş kimseler olduğunu ya da belgeleri inceleyecek kadar kaynak veya yabancı dil bilmediklerini, karşılaştırmaları da pek önemsemediklerini ortaya koyacaktır.

Kaynakların dipnotlarla belirtilmesi de uyulması gereken bir zorunluluktur yoksa bilindiği gibi çalışma, “aşırma” sayılıyor.

Tarihçi olma yolunda olanların hangi özelliklere ve bilgi birikimine sahip olması gerektiğini düşünürsünüz? Tarihçi olma yolunda ilerleyenler için tavsiyeleriniz nelerdir?

Bu sorularınızı zaten yukardaki açıklamalarla yanıtladığımdan tekrar etmek istemiyorum.

Söyleşimizi tamamlarken söylemek istediğimse, tarihin konuları hiç eskimeyen bir bilim dalı olduğu, ama bu alana ısınamayan, önemini ve değerini kavrayamayan ve çok çalışmayı göze

(20)

Bana Tarihçi Dergisi’nde yer ayırdığınız için çok teşekkür eder, tarih çalışmak isteyenlere yararlı olmuş olmak umuduyla başarılar dilerim.

Verdiğiniz değerli bilgiler için teşekkür ediyoruz.

Referanslar

Benzer Belgeler

kapsayan her türlü süreç..

beceri, yetenek, inanç ve kişisel özelliklerini okul, endüstri veya.. klinik gibi ortamlarda

 Kültüre ve sosyal ortama,

 Bireylerin diğerleriyle ilişki kurma tarzlarını etkileyen sosyal ve..

 Çocuk ruh sağlığı ve bozuklukları alanının ayrı bir disiplin olarak kabul

ÇOCUK RUH SAĞLIĞINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER.. Biyolojik/Fiziksel Faktörler..

çocuk aile sistemini etkiler ve sistemden etkilenir..

 Kişilerarası iletişimi engelleyen etkenler ve iletişim çatışmaları.. 