• Sonuç bulunamadı

9-10 YAġ ÇOCUKLARININ EVLĠLĠK ÇATIġMASI ALGILARI ĠLE SOSYAL BECERĠLERĠ ARASINDAKĠ ĠLĠġKĠNĠN ĠNCELENMESĠ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "9-10 YAġ ÇOCUKLARININ EVLĠLĠK ÇATIġMASI ALGILARI ĠLE SOSYAL BECERĠLERĠ ARASINDAKĠ ĠLĠġKĠNĠN ĠNCELENMESĠ"

Copied!
114
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

MALTEPE ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ

PSĠKOLOJĠ ANA BĠLĠM DALI GELĠġĠM PSĠKOLOJĠSĠ

9-10 YAġ ÇOCUKLARININ EVLĠLĠK ÇATIġMASI ALGILARI ĠLE SOSYAL BECERĠLERĠ ARASINDAKĠ

ĠLĠġKĠNĠN ĠNCELENMESĠ

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ ESĠN EVREN TURAN

081104115

DanıĢman Öğretim Üyesi:

Yrd. Doç. Dr. ĠDĠL KAYA BALKAN

Ġstanbul, Ocak 2014

(2)

T.C.

MALTEPE ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ

PSĠKOLOJĠ ANA BĠLĠM DALI GELĠġĠM PSĠKOLOJĠSĠ

9-10 YAġ ÇOCUKLARININ EVLĠLĠK ÇATIġMASI ALGILARI ĠLE SOSYAL BECERĠLERĠ ARASINDAKĠ

ĠLĠġKĠNĠN ĠNCELENMESĠ

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ ESĠN EVREN TURAN

081104115

DanıĢman Öğretim Üyesi:

Yrd. Doç. Dr. ĠDĠL KAYA BALKAN

Ġstanbul, Ocak 2014

(3)

i

TEZ ONAY SAYFASI

TARİH: ...⁄...⁄2014 T.C. MALTEPE ÜNĠVERSĠTESĠ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü'ne

... ait “9-10 Yaş Çocuklarının Evlilik Çatışması Algıları ile Sosyal Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi” adlı çalışma, jürimiz tarafından ...

………..

Anabilim Dalı‟nda YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.

(İmza)

Başkan ...

Akademik Unvanı, Adı Soyadı

(İmza)

Üye...

Akademik Unvanı, Adı Soyadı (Danışman)

(İmza)

Üye...

Akademik Unvanı, Adı Soyadı

(4)

ii ÖNSÖZ

Bu çalışmanın yürütülmesinde ve tamamlanmasında fikirlerini ve değerli zamanını benimle paylaşan sevgili danışmanım Yrd. Doç. Dr. İdil Kaya Balkan‟a teşekkürlerimi sunarım.

Çalışmanın istatistiksel analizlerinin gerçekleşmesinde ve yorumlanmasında bana sabırla yardımcı olan Sayın Oğuz Akpınar‟a teşekkür ederim.

Ölçeklerin uygulanmasında bana yardımcı olan değerli öğretmen arkadaşlarıma, araştırmaya içtenlikle katılan öğrencilere, öğretmenlere ve velilere, yardımlarından dolayı teşekkür ederim.

Yaşantımın her aşamasında desteklerini benden esirgemeyen, maddi manevi her anlamda hep yanımda olan, anneme ve babama, çalışmanın her aşamasında desteğini gördüğüm canım kardeşime ve bana güç veren, karşılaştığım sıkıntılarda beni yalnız bırakmayan, sevgili eşime çok teşekkür ederim.

Varlığıyla bana güç veren, çalışmalarımda beni sabırla bekleyen canım kızım Maya‟

ya teşekkür ederim.

(5)

iii ÖZET

Bu çalışmanın amacı; 9-10 yaş çocuklarının evlilik çatışması algıları ile sosyal becerileri arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Ayrıca çalışmada, çocukların evlilik çatışması algıları ile sosyal becerilerinin cinsiyete, okul türüne, kardeş sayısına, doğum sırasına, anne- baba yaşına, anne-baba eğitim durumuna ve aile gelirine göre farklılığı incelenmiştir.

Bu amaca uygun olarak oluşturulmuş kişisel bilgileri içeren bir demografik form, çocukların evlilik çatışması algıları ölçeği ve 9-10 yaş çocuklarına yönelik sosyal becerileri değerlendirme ölçeği İstanbul‟da bulunan 227 çocuk, onların ailelerine ve öğretmenlerine uygulanmıştır.

Yapılan istatistiksel değerlendirme ve analizler sonucunda, çocukların evlilik çatışması algısı ölçeğinden aldıkları puan ile sosyal becerileri değerlendirme ölçeğinden aldıkları puan arasında negatif yönde, anlamlı ve güçlü bir ilişki olduğu saptanmıştır. Evlilik çatışmalarını sık ve içeriğini şiddetli, çözümsüz algılayan, evlilik çatışmaları nedeniyle yüksek tehdit düzeyi algılayan ve evlilik çatışmasından dolayı kendini suçlayan çocukların sosyal beceri düzeylerinin olumsuz yönde etkilendiği bulunmuştur. Bunda; cinsiyet, okul türü, kardeş sayısı, doğum sırası, anne-baba yaşı, anne-baba eğitim durumu ve aile gelir düzeyi değişkenleri açısından farklılık saptanmıştır. Bulgular ilgili literatür çerçevesinde tartışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Evlilik Çatışması, Sosyal Beceri, Çocukların Evlilik Çatışması Algıları.

(6)

iv ABSTRACT

The study aims to examine the relation of 9 to 10 years old children‟s perceptions of marital conflict and their social skills. It further seeks to investigate the roles and the impacts of various demographic and social factors such as the gender, number of siblings and birth order of the children, the types of school that they attend, the level of income of their family, and the age and the educational level of their parents, on the children‟s perception of the marital conflict and the level of their social skills.

In accord with this aim, a questionnaire comprising a personal information form, the children‟s conceptions of the marital conflict scale, and the social skills scale for 9 to 10 years old children were applied to 227 participants in Istanbul, including 9 to 10 years old children, their parents and their teachers.

The findings of the study revealed that there is a strong, negative correlation between the scores that the children get from the two constituent scales of the study. Children who observe the marital conflicts of their parents more frequently, perceive them more violent and left unsolved, feel unsafe and threatened because of the conflicts, and blame themselves for the conflicts tend to score less on the social skills set. Additionally, the level of this negative correlation differentiated according to the different demographic and social factors such as the gender, number of siblings and birth order of the children, the types of school that they attent, the level of income of their family, and the age and the educational level of their parents. The findings are discussed within the framework of the related literature.

Keywords: Marital Conflict, Social Skills, Children‟s Perceptions of Marital Conflict.

(7)

v

ĠÇĠNDEKĠLER

ÖNSÖZ ... ii

ÖZET ... iii

ABSTRACT ... iv

ĠÇĠNDEKĠLER ... v

TABLOLAR LĠSTESĠ ... viii

BĠRĠNCĠ BÖLÜM ... 1

1. GĠRĠġ ... 1

1.1. Evlilik ... 3

1.1.1. Evliliğin Tanımı ... 3

1.1.2. Evliliğin İşlevleri ... 4

1.2. Evlilik Çatışması ... 6

1.2.1. Çatışmanın Tanımı... 6

1.2.3. Evlilik Çatışmasının Nedenleri ... 8

1.2.4. Çocukların Evlilik Çatışması Algıları ... 9

1.2.5. Çocukların Evlilik Çatışması Algıları Alanında Yapılan Araştırmalar….14 1.3. Sosyal Beceri ... 17

1.3.1. Sosyal Becerinin Tanımlanması ... 16

1.3.2. Yaşlara Göre Sosyal Becerilerin Gelişimi ... 20

1.3.3. 9-10 Yaş Çocuklarında Sosyal Beceriler ... 25

1.3.4. 9-10 Yaş Çocuklarında Sosyal Becerileri Etkileyen Etmenler ... 27

(8)

vi

1.3.5. Çocukların Evlilik Çatışması Algılarının Çocuğun Sosyal Becerileri

Üzerindeki Etkileri... 29

1.3.6. Çocukların Evlilik Çatışması Algıları ile Çocukların Sosyal Becerileri Arasındaki İlişki Üzerine Yapılan Araştırmalar………...30

1.4. Araştırmanın Amacı ... 33

1.4.1. Hipotezler ... 34

1.4.2. Diğer Araştırma Sorunları ... 34

1.5. Araştırmanın Önemi ... 35

ĠKĠNCĠ BÖLÜM ... 37

2. YÖNTEM ... 37

2.1. Araştırma Evreni ve Örneklem ... 37

2.2. Veri Toplama Araçları ... 39

2.2.1. Aile Bilgi Onay Formu ... 40

2.2.2. Ebeveyn İçin Demografik Bilgi Formu ... 40

2.2.3. Sosyal Becerileri Değerlendirme Ölçeği (7-11yaş) ... 40

2.2.4. Çocukların Evlilik Çatışması Algıları Ölçeği ... 41

2.3. İşlem ... 42

2.4. Verilerin İstatistiksel Analizi ... 43

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ... 44

3. BULGULAR ... 44

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ... 68

4. SONUÇ VE TARTIġMA ... 68

5. KAYNAKLAR ... 81

(9)

vii

6. EKLER ... 92 7. ÖZGEÇMĠġ ... 103

(10)

viii

TABLOLAR LĠSTESĠ

Tablo 2.1. Öğrencilerin Demografik Özellikleri ... 38 Tablo 2.2. Öğrencilerin Ailelerine İlişkin Demografik Özellikler ... 39 Tablo 3.1. 9-10 Yaş Çocuklarının Evlilik Çatışması Algısı Ölçeği Alt Boyutları İçin

Hesaplanan Puanlara İlişkin Betimsel İstatistikler ... 44 Tablo 3.2. 9-10 Yaş Çocuklarının Sosyal Beceri Düzeyleri İçin Hesaplanan Puanlara

İlişkin Betimsel İstatistikler ... 45 Tablo 3.3. Öğrencilerin Çatışma Özellikleri Alt Ölçeği Puanı ile Sosyal Beceri

Düzeyi Puanı Arasındaki İlişki ... 46 Tablo 3.4. Öğrencilerin Kendini Suçlama Alt Ölçeği Puanı ile Sosyal Beceri Düzeyi

Puanı Arasındaki İlişki ... 47 Tablo 3.5. Öğrencilerin Tehdit Algısı Alt Ölçeği Puanı ile Sosyal Beceri Düzeyi

Puanı Arasındaki İlişki ... 47 Tablo 3.6. Öğrencilerin Çocukların Evlilik Çatışması Algısı Ölçeği Alt Boyutları

Puanları ile Sosyal Becerileri Değerlendirme Ölçeği Alt Boyutları Puanları Arasındaki İlişkiler ... 48 Tablo 3.7. Çocukların evlilik çatışması ile sosyal becerileri değerlendirme ölçeğine

ilişkin puanlarının cinsiyet değişkenine göre farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek üzere yapılan t-testi ... 51 Tablo3.8. Çocukların evlilik çatışması ile sosyal becerileri değerlendirme ölçeğine

ilişkin puanlarının okul türü değişkenine göre farklılaşıp

farklılaşmadığını belirlemek üzere yapılan t-testi ... 53 Tablo 3.9. Çocukların evlilik çatışması ile sosyal becerileri değerlendirme ölçeğine

ilişkin puanlarının kardeş sayısı değişkenine göre farklılaşıp

farklılaşmadığını belirlemek üzere yapılan ANOVA testi ... 55 Tablo 3.10. Çocukların evlilik çatışması ile sosyal becerileri değerlendirme ölçeğine

ilişkin puanlarının okul türü değişkenine göre farklılaşıp

farklılaşmadığını belirlemek üzere yapılan t-testi ... 57

(11)

ix

Tablo 3.11. Çocukların evlilik çatışması ile sosyal becerileri değerlendirme ölçeğine ilişkin puanlarının annenin yaşı değişkenine göre farklılaşıp

farklılaşmadığını belirlemek üzere yapılan ANOVA testi ... 58 Tablo 3.12. Çocukların evlilik çatışması ile sosyal becerileri değerlendirme ölçeğine

ilişkin puanlarının babanın yaşı değişkenine göre farklılaşıp

farklılaşmadığını belirlemek üzere yapılan ANOVA testi ... 60 Tablo 3.13. Çocukların evlilik çatışması ile sosyal becerileri değerlendirme ölçeğine

ilişkin puanlarının annenin eğitim düzeyi değişkenine göre farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek üzere yapılan ANOVA testi ... 62 Tablo 3.14. Çocukların evlilik çatışması ile sosyal becerileri değerlendirme ölçeğine

ilişkin puanlarının babanın eğitim düzeyi değişkenine göre farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek üzere yapılan ANOVA testi ... 64 Tablo 3.15. Çocukların evlilik çatışması ile sosyal becerileri değerlendirme ölçeğine

ilişkin puanlarının ailenin gelir düzeyi değişkenine göre farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek üzere yapılan ANOVA testi ... 66

(12)

1

BĠRĠNCĠ BÖLÜM

1. GĠRĠġ

Aile, toplumun en küçük ve temel birimidir. Çocukların kişiliklerinin gelişimine ve toplumsallaşmaya büyük katkısı olan bu sosyal sistemin ana öğeleri eşler ve çocuklardır.

Aileler çocuğun hem fiziksel, hem psiko-sosyal gelişiminde büyük bir rol oynar. Aile içindeki genel atmosfer, eşlerin birbirleriyle olan ilişkileri ve çocuğun ebeveynleriyle kurduğu ilişki ve etkileşim, çocuk gelişimini derinden etkiler (Profeta, 2002).

Eşlerin kendi aralarındaki ilişki, yani evlilik ilişkisi, pek çok uzman tarafından, aile birliğinin çekirdeği ve aile hayatının kalitesini tayinde anahtar eleman olarak görülmektedir.

Aile teorilerinde genel olarak evlilik ilişkisinin, ebeveyn-çocuk ilişkisini ve aile hayatını doğrudan etkilediği varsayılmaktadır (Erel ve Burman, 1995).

Özel bir iletişim sistemi olan evlilikte, eşler sürekli bir “ikili sorun çözme davranışı”

ortaya koyarak eşler birlikteliğini oluştururlar. En basit ve öğrenilmiş olduğu düşünülen cinsel ilişkiden, en karmaşık evlilik ilişkilerine kadar, kurabildikleri her türlü beraberlik, aralarındaki iletişime bağlıdır. Mutlu bir evlilik kurabilmek, ancak eşlerin bütünleşmesi ile mümkündür.

Bununla birlikte dünyanın en eski kurumlarından biri olan evlilik hiçbir zaman sorunlardan tamamen uzak olmamıştır. Eşler arasında yaşanan sorunlar en hafif tartışmadan fiziksel şiddete kadar çeşitli boyutlarda çatışmalara yol açabilmekte ve bu çatışmalar sonunda mutsuz ve gergin evliliklerin devam ettirilmesinden, boşanmaya kadar çeşitli sonuçlar ortaya çıkmaktadır (Şendil ve Kızıldağ, 2005).

Evlilik çatışmaları ve bunların çocuklar üzerindeki etkilerini incelerken, ülkemizdeki aile yapısının özellikle 1960‟lı yıllarda başlayarak büyük bir dönüşüme girdiği ve “geniş aile”

kavramının etkisini yitirdiği unutulmamalıdır. Günümüzde Türkiye‟deki aile yapısına genel olarak baktığımızda ailelerin büyük çoğunluğunun “çekirdek aile” özelliği gösterdiğini

(13)

2

görürüz. Fertleri arasında sağlam ve dengeli ilişkiler kurulan çekirdek ailelerde, anne-babanın sevgisi ve duygusal desteği çocuğun sosyalleşmesi için oldukça önemlidir ((Timur, 1972, Kağıtçıbaşı, 2000). Çekirdek aile yaşantısı, evlilik çatışmasına maruz kalan çocuklar için koruyucu bir faktör olarak düşünebileceğimiz geniş aileden alınan sosyal desteği de azaltmaktadır.Daha da önemlisi, ülkemizde, son yıllarda boşanma oranlarında yükselme olsa bile, çeşitli ekonomik, toplumsal ve dini değer yargılarına bağlı olarak boşanma çok tercih edilmemektedir. Buna bağlı olarak da, bu mutsuz ve zoraki devam eden evliliklerde, evlilik çatışmasının daha yoğun yaşanabileceği ve çocukları olumsuz yönde etkileyebileceği düşünülebilir (Ulu ve Fışıloğlu, 2004).

Evlilik çatışmaları sadece mutsuz hanelerin sorunu değildir. Aslında, sürekli bir arada yaşamanın getirdiği doğal zorluklar nedeniyle, eşlerin evlilik hayatlarında birbirleriyle çatışmaları kaçınılmazdır. Unutulmamalıdır ki, her iki eş de tek ve biricik bireylerdir ve kendi ekonomik, sosyal ve kültürel arka planlarından gelen farklı yapısal özelliklerini evlilik sistemine taşımışlardır. Eşlerin bu farklılıkları, farklı ihtiyaçları ve doyurulmasını bekledikleri istekleri, çatışmalara neden olabilir. Ayrıca, çiftler, birbirleriyle olan güç mücadeleleri ya da iletişim bozuklukları yüzünden de çatışma yaşayabilirler (Profeta, 2002).

Evlilik çatışmaları nasıl kaçınılmazsa, çatışmaların ortasında kalan çocukların bu durumdan etkilenmemeleri de o kadar olanak dışıdır. Nitekim birçok araştırma, evlilik çatışmalarının çocuklar üzerinde; saldırgan davranışlar, içe kapanma, okul başarısında düşüş, arkadaşlık ilişkilerinde uyumsuzluk gibi birçok olumsuz sonuca yol açtığını ortaya koymuştur (Cummings ve Davies, 1994).

Bireyin başkaları ile iyi ilişkiler kurmasında, toplumsal kurallara uymasında, sorumluluk yüklenebilmesinde sosyal becerilerin önemi büyüktür. Bireyin içinde yaşadığı toplumun bir üyesi haline gelmesi, toplumun bir parçası olduğunun bilincine varması ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesi ancak bireyin toplumsal yaşamda gerekli olan sosyal becerileri kazanması ile olanaklıdır (Çubukçu ve Gültekin, 2006).

Çocuklar sosyal becerileri aile içindeki yaşantılarıyla beraber, ebeveynlerini gözlemleyerek ve onları taklit ederek kazanmaya başlarlar, daha sonra bu gruba kardeşler, akranlar ve diğer yetişkinler de katılır ve sosyal beceriler böylece gelişir. Çocukluğun ilk yıllarındaki gelişen sosyal beceriler, daha sonraki yıllardaki sosyal becerilerinin temelini oluşturur. Çocuk her ne kadar ilerde, medya, okul, çevre gibi faktörlerden etkilense de, kendi ailesinden gözlemleyerek ve taklit ederek öğrenmek en etkili öğrenme yollarından biri

(14)

3

olduğundan (Kağıtçıbaşı, 2000), sosyal ve duygusal gelişimde anne babaların, en önemli modelleri oluşturduğu kesindir. Bu nedenle, güvenli, sıcak bir aile ortamında sevgiyle büyüyen çocuk, toplumun normlarını, günlük yaşamla ilgili bilgi-becerileri ve yaşama uyum sağlamayı daha kolay öğrenir (Işık, 2007). Sürekli evlilik çatışması yaşanan ve bu çatışmaları barışçıl yöntemlerle çözemeyen ebeveynlerin çocukları ise tam tersine, sosyal becerilerini doğru yönde geliştiremeyeceklerdir çünkü anne-babaların birbirlerine karşı sözel veya fiziksel saldırgan davranışları, onlar farkında olmadan, çocukları için bir model oluşturarak, fikir birliği olunmayan durumlarda nasıl davranılacağını çocuklara öğretmektedir (Özen, 1998).

Ebeveynler zaman zaman, çocuğun önünde tartışmadıklarını ya da çocukların yaşı küçük olduğundan dolayı çatışmayı algılamayacaklarını ve dolayısıyla çatışmadan etkilenmeyeceklerini düşünebilirler (Yörükoğlu, 2010). Ancak, çocukların farkındalıkları ve dikkatleri ebeveynlerin sandıklarının aksine oldukça gelişmiştir. Çocuk, kaç yaşında olursa olsun, ebeveynleri kendisinin önünde tartışmasalar bile, ortada bir çatışma ve gerilim olduğunu sezebilir ve bundan etkilenebilir (Bülbül, 1997). Aynı şekilde, ebeveynler her tartışmalarını çatışma olarak değerlendirmeyebilirler ancak çocuk bu tartışmaları çatışma olarak algılıyorsa, yine ebeveyn çatışmasının olumsuzluklarından bahsetmek söz konusu olabilir. Kısacası, evlilik çatışmasının çocuğa yansıması, çocuğun algılarıyla belirlenir ve ebeveynler farkına varmadan çocuğun benliğinde önemli izler bırakabilir.

Buna rağmen, evlilik çatışmasını, geri dönülmez bir son ve mutlak kötücül, zararlı bir kavram olarak görmek yanlıştır. Çünkü çocuklar nasıl anne-babalarının saldırgan davranışlarını örnek alıyorlarsa, aynı şekilde ebeveynlerinin, çatışmayı uygun şekilde çözdüğüne tanık olan çocuklar, bu olumlu yaklaşımı kendilerine model alabilirler. Her çatışma saldırganlıkla bitmek durumunda değildir. Ebeveynler anlaşamadıkları bir konuda, birbirlerini suçlamadan, yargılamadan ve çözüme yönelik tartışabilir ve sonuçta, eşlerden her ikisi için de doyum sağlayacak bir çözüme varabilirler. Böyle bir durumda, çocuk çatışma ve problem çözme becerilerini edinme fırsatını bulabilir ve ev dışında, okul ya da mahalle gibi ortamlarda yaşadığı arkadaş ilişkilerinde ve diğer yetişkinlerle olan çatışmalarında bu becerileri kullanabilir (Profeta, 2002).

(15)

4 1.1. Evlilik

1.1.1. Evliliğin Tanımı

İnsan sosyal bir varlıktır. Çevresindekilerle ilişki kurarak varlığını sürdürür. İki bireyin birbirine yüksek düzeyde bağlandığı en anlamlı ilişki ise evliliktir (Ovalı, 2010).

Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik kavramı, M.Ö. 2000 yıllarında Mısır‟da ortaya çıkmıştır. Yaklaşık dört bin yıllık geçmişe sahip olan evlilik kurumu; toplum düzenini, kültür ve geleneklerin sürekliliğini, yeni nesillerin bakım ve eğitimini sağlayan bir kurum olarak süregelmiş, toplum, dini kurumlar ve devlet tarafından da desteklenmiştir (Özgüven, 2000).

Evlilik değişik araştırmacılarca farklı biçimlerde tanımlanmıştır. Özuğurlu (1990) evliliği; karşılıklı bir dayanışma, toplumsal onaylamayla gerçekleşmiş bir sözleşme ve tüm toplumsal yasaklamaların kırılarak cinsel gereksinimlerin karşılıklı olarak doyuma ulaştırılmasına izin verilen bir kaynaştırma olarak tanımlamıştır. Budak (2009) ise evliliği iki veya daha fazla insan arasında hukuken kabul edilen ve/veya toplumca onaylanan, taraflara çeşitli hak ve yükümlülükler veren ve cinselliği de içeren bir ilişki olarak tanımlamış, toplumsal bir kurum olan evliliğin, toplumun yeniden üretimini hedeflediğini belirtmiştir.

Bacanlı da (2001) aynı doğrultuda, evliliğin üreme boyutu üzerinde durmuş ve evliliği insanoğlunun soyunu devam ettirmeye yönelik toplumsal bir kurum olduğunu ifade etmiştir.

Gül‟e (2010) göre ise evlilik, karşı cinsten iki kişinin birlikte yaşamak, yaşantıları paylaşmak, çocuk yapmak ve yetiştirmek gibi amaçlarla yaptıkları bir sözleşmedir. Evlilik;

kurumsallaşmış bir yol, bir ilişkiler sistemi, kadınla erkeği karı-koca olarak birbirine bağlayan, doğacak çocuklara belli bir statü sağlayan, toplumsal yönden devletin kontrol, hak ve yetkisi bulunan, yasal bir ilişki biçimidir. Bacanlı da (2001) bu yasal ilişki biçiminin, bireylerin düzenli yaşamaları ve toplumsal kurallara uymalarını zorunlu kıldığını ekler.

Kısacası evlilik, cinsel birlikteliği “yasallaştırıp” resmileştiren, toplum düzenini koruyan, yeni nesillerin oluşumunu ve ortak toplumsal kültürle eğitilmesini hedefleyen, devlet, din ve toplum destekli bir sosyal birliktelik formu olarak tanımlanabilir.

1.1.2. Evliliğin ĠĢlevleri

Aile ve evlilik kurumu, boyutları ve içeriği değişime uğramakla birlikte insanlık tarihi boyunca evrenselliğini ve toplumun temel birimi olma özelliğini korumuştur. Aile ve evlilik

(16)

5

kurumunun özelikleri, içinde bulunduğu toplumun sosyal yapısına göre farklılıklar göstermektedir. Aile ve evlilik kurumunun bu özelliğine karşın tüm toplumlarda büyük benzerlik gösteren yedi temel işlevi vardır. Bunlar:

1. Üremek,

2. Ekonomik gereksinimleri karşılamak, 3. Statü sağlamak,

4. Çocukların eğitimini planlamak, onlara din eğitimi vermek ve boş zaman etkinliklerini gerçekleştirmek,

5. Aile üyelerinin birbirlerini korumaları, 6. Karşılıklı sevgi ortamı yaratmak ve 7. Cinsel doyum sağlamak

olarak sıralanabilir. Tüm bu genel işlevler “biyolojik”, “sosyal”, “psikolojik” ve “ekonomik”

olmak üzere dört genel başlıkta toplanabilir (Özgüven, 2000).

Öte yandan, Herris, evliliğin, ailenin (üreme, çocukların yetiştirilmesi, kültürün aktarılması v.b) görevlerini yerine getirmek için yaratılan bir kurum olduğunu ileri sürmüştür.

Malinowski ise, evliliğin ilk görevinin, çocuğa yasal bir baba sağlamak olduğunu düşünmektedir. Ona göre, bütün toplumlarda evliliğin gebelikten önce olması istenmekte ve çocukların evlilikle yasallaştırılmış olması gerekmektedir (Akt., Meriç, 1989).

Sosyal bilimciler tarafından bir evliliğin nasıl iyi bir şekilde işlev göreceği ile ilgili birçok terim kullanılmıştır. Genel olarak evlilik iki basit şekilde değerlendirilir: İlk terim evliliğin iptali, boşanma, ayrılık, terk etme gibi konuları içeren “evlilik sürekliliği”

kavramıdır. Sürekliliği olan bir evlilik eşlerden birinin doğal ölümü ile sonlanır. İstikrarsız bir evlilik eşlerden birinin ya da her ikisinin isteği ile sonlandırılır. Diğer bir terim ise – eğer evlilik devam ediyorsa – “evlilik kalitesi” kavramıdır. Bu kavram evlilik süresince evlilik ilişkisinin nasıl olduğu, eşlerin bu konuda ne hissettiği ve bu durumdan nasıl etkilendiği ile doğrudan ilişkilidir. Evlilik kalitesi kavramı evlilik doyumu, evlilik uyumu ve evlilik bütünlüğünü de kapsayan genel bir kavramdır (Spainer, 1976). Evlilik çatışmaları, eğer barışma ve karşılıklı anlaşma ile sonuçlandırılmazsa, hem evlilik sürekliliğini hem de evlilik kalitesini olumsuz yönde etkileyen bir faktör olacaktır.

(17)

6 1.2. Evlilik ÇatıĢması

1.2.1. ÇatıĢmanın Tanımı

Evlilik çatışması kavramını irdelemek için önce, “çatışma” kavramını incelemeliyiz. Arkonaç (1999), çatışmayı, karşıt güdülerin, dürtülerin veya iç ve dış isteklerin eşzamanlı eylemi sonucu ortaya çıkan zihinsel bir uğraş olarak tanımlamaktadır. Çatışma, bir engellenme durumu olarak ortaya çıkmakta ve kişide gerginliğe neden olmaktadır. Aynı şekilde, Cüceloğlu (2011) çatışmanın birbiriyle uyuşmayan iki ya da daha fazla güdünün aynı anda bireyi etkilediği zaman yaşandığını ve güdülerin türüne, sıklığına ve şiddetine göre değiştiğini ifade etmektedir. Çatışma, en genel anlamıyla birbirine uyuşmaz olan iki güç (düşünce, duygu, dürtü vs.) arasındaki karşıtlıktır (Budak, 2009).

Kişiler kendi içlerinde çatışma yaşamanın yanında etkileşime girdikleri her ortamda ya da her kişi ile zaman zaman çatışma yaşayabilmektedir. Bireylerin karşılıklı olarak birbirlerinin ihtiyaçlarına müdahale etmeleri veya değerlerinin uyuşmaması durumunda kişiler arasında uyuşmazlık, zıtlaşma, kavga ve sürtüşmeler baş göstermesi kaçınılmazdır (Yavuzer, 2000). Püsküllüoğlu‟na (2012) göre çatışma, bu anlaşmazlıklar sonucu tartışmak ya da kavga etmek; birbiriyle çelişmek, birbirini tutmamak, birbirini çelmek, birbirine aykırı olmak anlamına gelmektedir.

Çatışma sadece zararlı bir kavram olarak anlaşılmamalıdır, aynı zamanda bir ilişki için hayati bir işlevselliğe sahiptir. Örneğin Gordon (1999) çatışmayı, ilişkideki gerçeğin ortaya serildiği an olarak tanımlanmaktadır. Çatışma anında ilişkinin sağlığı sınanır. Bu durumda ilişki güçlenir ya da zayıflar; sürekli bir kırgınlık, gizli kalmış düşmanlık ve psikolojik yaralar su yüzüne çıkar. Çatışmalar insanları ya birbirinden uzaklaştırır ya da çok yakınlaştırır. İyi kullanıp yönlendirildiğinde yararlı olan, tarafların önerileri arasında en doğru olanı seçme ya da oluşturma olanağını sağlayan çatışma, kötü yönlendirildiğinde iletişimin zayıflamasına, kesilmesine, kopmasına neden olur (Köknel, 1999).

1.2.2. Evlilik ÇatıĢmasının Tanımı

Evlilik çatışması, evliliğin toplumsal ilişkiler ağı içerisindeki etkili konumu yüzünden, önemle incelenmesi gereken bir çatışma türüdür. Özuğurlu (1990)‟ya göre, evlilik, “özel bir iletişim sistemidir”. Eşlerin birbirleriyle kurdukları bu iletişim, sistemdeki diğer üyeleri de derinden etkiler. Örneğin, ebeveynler arasında yaşanan çatışmalar, çocukların üzerinde kalıcı

(18)

7

izler bırakabilir. Bu yüzden, evlilik çatışması aile içinde, büyük duygusal rahatsızlıkların, hatta sosyal ve toplumsal gerilim ve çatışmaların kaynağı da olabilir.

Profeta‟ya (2002) göre evlilik çatışması, evli eşler arasında anlaşmazlık, uyuşmazlık ve karşıtlık çıkması durumu olarak tanımlanmıştır. Evlilik çatışmasının temel sebepleri ve başlangıç aşaması da sosyal bilimcilerin özellikle incelediği konulardandır. Örneğin Hatipoğlu (1993) evlilik çatışmasını, eşlerden birinin diğerinin “ilgilerine” müdahale etmesiyle, Tümer (1998) ise eşlerden birinin diğerinin “eylemlerine” müdahale etmesiyle ortaya çıkan bir süreç olarak tanımlamıştır. Uğurlu‟ya (2003) göre evlilik çatışması, genellikle bir eşin diğerine keyifsiz bir şekilde davranması ile başlar. Tezer‟e göre ise, çatışma başlangıcı için, böyle bir aksiyon değil, negatif bir algılama bile yeterlidir. Tezer (1986), evlilik çatışmasını, eşlerden birinin isteklerinin diğeri tarafından engellendiğini veya engellenmek üzere olduğunu algılamasıyla başlayan bir süreç olarak aktarmıştır. Sürecin devamında “engellenen” eş, kendisinin ve eşinin isteklerini değerlendirir ama bu değerlendirme çoğu zaman sağlıklı sonuç vermez çünkü bilinçli bir biçimde yapılmamıştır.

Geçmiş yaşantılardan kazanılan deneyimler ve edinilen alışkanlıklar değerlendirmenin objektifliğini olumsuz yönde etkiler.

Önceden de belirtildiği gibi, çatışma her zaman zararlı bir olgu değildir. Evlilik çatışması bir birlikteliğin sonunun geldiğini ifade etmez, hatta çatışma olmayan bir evliliğe rastlamak neredeyse imkansızdır. Örneğin, Grych ve Fincham (1990), “evlilik doyumu” ile

“evlilik çatışması” kavramlarının birbirine zıt kavramlar olarak görülmekle beraber, mutsuz evliliklerin daima çatışma ile tanımlanamayacağını ve evliliklerinde doyuma ulaşmış birçok mutlu çiftin zaman zaman çatışma içinde olabileceğini belirtmişlerdir.

Evlilikte bireylerin koca bir yaşamı paylaşmak üzere bir araya geldiklerini gözden kaçırmamak gerekir. Bazı noktalarda beraber, bazı noktalarda ise birbirinden farklı düşünen bireylerin çatışma yaşamadan bu uzun birlikteliği sürdürmelerini bekleyemeyiz. Uzmanlara göre, bir evliliğin kalitesini belirleyen ana unsur, çatışma sayısının azlığı değil, çatışma ortaya çıktıktan sonra çatışmanın nasıl ele alındığı ve nasıl çözülmeye çalışıldığıdır. Bireyler birbirlerine bağırarak, şiddet uygulayarak, küserek, konuyu değiştirerek veya aldırmıyormuş gibi davranarak çatışmaları çözmeye çalışabilirler, ancak önemli olan, eşlerin sağlıklı, ilişkiyi güçlendirici seçenekler üretip, uygun alternatifi birlikte seçebilecekleri bir çözüme gidebilmeleridir (Ergin, 2010).

(19)

8 1.2.3. Evlilik ÇatıĢmasının Nedenleri

Evlilik çatışmaların ana psikolojik nedenini, yani bireyin ilgi, ihtiyaç ve hareketlerinin engellenmesi veya bireyin, bunların engellendiğini algılaması, yukarıda kısaca incelemiştik.

Bunun yanında evlilik çatışmalarının başka temelleri de vardır. Örneğin, evlilikte eşlerin

“demografik” özelliklerinin pek çoğunun önem taşıdığı yadsınamaz bir gerçektir. Yapılan araştırmalarda da özellikle bazı demografik özelliklerin evlilik uyumunu etkilediği, evlilik çatışmalarını arttırdığı ya da azalttığı gözlenmektedir (Ovalı,2010).

Yörükoğlu (2010) bu özellikleri, yaş, öğrenim, sosyo-ekonomik düzey, milliyet alanlardaki farklılıklar olarak sıralamıştır. Etnik köken, din, bölge, kültür ve mezhep farkları da, bu listeye eklenmelidir. Bunlara ilaveten, Cüceloğlu (2011); evlenen kişilerin farklı değer, önyargı ve kişiliğe sahip olmaları, ekonomik yetmezlikler, aileye dışarıdan gelen müdahaleler gibi durumların da evlilik çatışmalarına yol açtığını ifade etmiştir.

Özuğurlu (2010) aileye dışardan gelen müdahaleler gibi, içerdeki problemlerin de zararlı etkide olduğunu belirtmiş ve özellikle çocuk, ebeveyn ve ebeveynlerin büyüklerinin etkileşiminden ortaya çıkan “üç kuşak” çatışmasının üzerinde durmuştur. Bu çatışma türü, özellikle üç kuşağın birlikte yaşadığı geleneksel aile ilişkilerinde görülür ve zaman zaman evliliğin sarsılmasına veya bozulmasına neden olabilmektedir. Köknel aile içi problemlere gelecek ile ilgili alınacak kararları da ekler. Köknel‟e göre (1988) eşlerin çocukların eğitimi, öğretimi, meslek seçimleri ve evlilikleri konusundaki farklı görüşleri de bir çatışma zemini oluşturabilir. Üstelik bu çatışmaya çoğu kez çocuklar da dahil olur.

Eşlerin cinsel sorunları, sevgi eksikliği, alkol ve kumar gibi çeşitli alışkanlıklar, aldatma gibi konular da eşler arasında sıklıkla çatışma yaşamaktadırlar. Kısacası, çiftler arasında çatışmaya neden olan faktörleri dört ana başlık altında toplayabiliriz (Kılıçarslan, 2006):

1. Kadın-erkek birlikteliğinden kaynaklanan psiko-sosyal sorunlar (gelenek-görenek, dinsel inançlar, ahlak yaptırımları, sosyal değerler, vb.),

2. Birlikte yaşamı sürdürmeye yönelik sosyo-ekonomik sorunlar, 3. Anne-baba ve çocuklarla, anne-babanın yakınlarıyla ilgili sorunlar, 4. Karı-kocanın cinsel sorunları.

(20)

9 1.2.4. Çocukların Evlilik ÇatıĢması Algıları

Evlilik çatışmasının eşler üzerindeki olumsuz etkisi kadar dikkati çeken önemli konulardan biri de çocukların bu çatışmalardan nasıl etkilendiğidir. Bilindiği gibi, çocuk toplumun temel unsurlarından biridir. Aile içinde yetişir, büyür ve yine aile içinde topluma hazırlanır (Erel ve Burman, 1995). Evlilik ilişkisi çocuğun çevresinin önemli bir kısmını oluşturur ve çocuğu doğrudan etkiler (Fincham, 1998). Bu yüzden evlilik ilişkisi ebeveyn çocuk ilişkisinde ve çocukların ruhsal gelişiminde önemli bir kavramdır. Çocuktaki uyum problemlerinin evlilik ilişkisindeki sorunlarla ilişkili olduğu bilinmektedir (Cummings ve Davies, 2002; Grych ve Fincham, 1990). Evlilik çatışması çocukları strese sokar, duygusal ve sosyal gelişimini derinden etkileyerek davranış sorunları geliştirmelerine neden olur (Yavuzer, 2010) ve psikolojik uyumsuzluk gösterme risklerini arttırır. Yüksek çatışmalı ailelerden gelen çocukların çeşitli uyum ve davranış problemleri geliştirme riskleri daha düşük çatışmalı ailelerden gelenlere oranla yüksektir (Cummings ve Davies, 1994).

Birçok araştırma evlilikte çatışmanın çocuklar üzerinde saldırgan davranışlar, içe kapanma, okul başarısında düşüş, arkadaşlık ilişkilerinde uyumsuzluk gibi birçok olumsuz sonuca yol açtığını ortaya koymuştur (Cummings ve Davies, 1994). Şendil bu olumsuzluklara anksiyete, saldırganlık, davranış bozukluğu gibi birçok uyumsuzluk ve sosyal ve bilişsel yetersizlik ile düşük ders başarısı gibi sorunları da ekler (Şendil, 1999).

Cummings ve Davies (1994), evlilik çatışmasına maruz kalan çocuklarda görülen ve yukarıda değinilen çeşitli problemleri sınıflamışlardır. Buna göre evlilik çatışmasına maruz kalan çocuklarda;

1- Dışsallaştırılmış davranış problemleri, 2- İçselleştirilmiş davranış problemleri, 3- Sosyal ve kişiler arası problemler ile 4- Düşük akademik başarı görülmektedir.

Dışsallaştırılmış davranış problemlerinde dışa yönelik gibi gözüken davranışlar kastedilmektedir (Budak, 2009). Bunlar; ağlama, donma, öfke, onaylanmayan davranışlar, karşı gelme ve saldırganlık gibi çeşitli dışsallaştırma problemleri olarak örneklenebilir (Cummings ve Davies, 1994). Genelde çatışmalı ortamlarda saldırgan olmayı öğrenen çocuklar, kendilerinden daha büyük ve güçlü olarak gördükleri anne babalarına karşı

(21)

10

saldırgan olamayabilirler fakat bunun yerine akranlarına veya kendinden küçük çocuklara karşı saldırganca davranabilirler. Bu konuda yapılan araştırmalar, yetişkinlerin kızgınlıklarına şahit olan çocukların, saldırgan davranışlar sergilediğini ortaya koymuştur. (Şendil ve Kızıldağ, 2005).

İçselleştirilmiş davranış problemleri ise, içe yönelik olarak gözüken kaygı, depresyon ve benzeri davranışlara verilen isimdir (Budak, 2009). Bunlar; sıkıntı, öfke, depresyon, anksiyete, suçluluk, utanç, endişe ve korku gibi problemler olarak sıralanabilir (Cummings ve Davies, 1994).

Evlilik çatışmasının fazla yaşanması çocukların işlevsel olmayan sosyal beceriler ve ilişkiler geliştirmesi riskini arttırmaktadır (Grych ve Fincham, 1990). Evlilik çatışmasına maruz kalan çocuklarda uyumsuz ebeveyn çocuk ilişkisi, düşük kişiler arası beceriler ve sosyal yeterlik ile akranlar arasında olumsuz ilişkiler gözlenmiştir (Cummings ve Davies, 1994). Son olarak, evlilik çatışması düşük akademik performans ile de bağlantılıdır ve evlilik çatışmasına maruz kalan çocukların entelektüel başarı ve yeteneklerinde problemler gözlenmiştir (Cummings ve Davies, 1994). Diğer taraftan anne ve babanın sevgi ve anlayışla sürdürdükleri karı koca ilişkisi, evin genel havasını belirler. Uyumlu ve sıcak ilişkiler, ana ve babadan çocuklara doğru yayılır. (Yörükoğlu, 2010).

„Yayılma Hipotezi‟ de denen bu duruma göre tatminkar ve destekleyici evlilik ilişkisi olan ebeveynlerin, çocuklarının ihtiyaçlarına hassas bir şekilde tepki vermeye daha uygun olduklarını düşünülür. Bu hipotez, olumsuz ya da çatışmalı evlilik ilişkisinin ebeveynleri duygusal olarak tüketip, isteksiz hale getireceğini ve dolayısıyla bu ebeveynlerin çocuklarına karşı daha az hassas ve dikkatli davranacaklarını ileri sürmektedir. Böylece, olumlu evlilik ilişkisi çocuğun gelişimini pozitif şekilde etkiler (Erel ve Burman, 1995). Kısaca, mutlu aile, mutlu çocuk yaratır. Çocuk aile ilişkileri sağlıklı olduğu sürece mutlu olur.

Evlilik çatışmasının mutlaka çocuğu kötü yönde etkileyeceği ve mutlu bir çiftin mutlaka mutlu bir çocuk yetiştireceği algısını eleştiren araştırmalar da vardır. Bunlardan en temeli, „Telafi Hipotezi‟ yaklaşımıdır. „Telafi Hipotezine‟ göre olumlu evlilik ilişkisi olumsuz ebeveyn-çocuk ilişkisi ile çatışmalı bir evlilik ilişkisi ise olumlu ebeveyn-çocuk ilişkisiyle bağlantılıdır. Bu hipoteze göre stresli bir evlilik, evlilik ilişkisinde eksik olan mutluluğun telafisi olarak ebeveynlerin çocuğa daha fazla ilgi ve sevgi göstermesi ile sonuçlanacaktır.

(22)

11

Tersi durumda yani doğum öncesi evlilik kalitesinin yüksek olduğu ailelerde, çocuğun doğumunun evlilik ilişkisine bir engel olarak görülebileceğini, böylece, ebeveyn-çocuk ilişkisinde gerilim olabileceği öne sürülmektedir (Erel ve Burman, 1995).

Evlilik çatışması ile ilgili kuramsal açıklamaların bir diğeri de Grych ve Fincham‟ın (1990) „Bilişsel ve Bağlamsal Çerçeve‟ hipotezidir. Buna göre evlilik çatışmasının çeşitli boyutları çocukların çatışmayı algılaması ve başa çıkma davranışlarını etkileyebilir. Bu boyutlar sıklık, şiddet, içerik ve çözüm boyutlarıdır. Ebeveynlerinin çatışmasına sıklıkla maruz kalan çocuklar ya çatışmaya karşı daha duyarsız hale gelmekte ve böylece uyum problemleri azalmakta ya da çatışmaya karşı duyarlılığının artması sebebiyle daha çok uyum problemleri göstermektedirler. Bu noktada, yapılan araştırmalara göre daha çok çatışmanın çocukların hassasiyetini arttırdığını, yani daha sık yaşanan çatışmaların çocuk tarafından daha tehdit edici olarak algılandığını ve çocuklardaki sıkıntı, güvensizlik ve öfke duygularının arttığını eklemek gerekir (Şendil ve Kızıldağ, 2005). Yani evlilik çatışmasına sıklıkla maruz kalan çocukların çatışmaya karşı daha duyarsız hale geleceğini iddia etmek oldukça güçtür.

Evlilik çatışmasının çocuk uyumunu etkileyen bir diğer boyutu, çatışmanın şiddetidir.

Yapılan araştırma sonuçlarına göre, çocuklar yüksek şiddetteki çatışmalara karşı, düşük şiddetteki çatışmalara oranla, daha fazla öfke, üzüntü, endişe, utanma ve çaresizlik duyguları göstermektedirler (Şendil ve Kızıldağ, 2005). Evlilik çatışmasının, düşmanlık veya fiziksel saldırganlık içerdiği zaman çocukların uyum problemlerinin artması muhtemeldir (Hoşcan, 2010). Bu tür olaylara tanık olduklarında çocukların duygusal güvenleri zedelenmektedir.

Çünkü bu tür durumlarda ailelerine ilişkin amaçları yerle bir olmaktadır. Çocuklar yıkıcı çatışmaya maruz kaldıklarında depresyon, anksiyete ve stres gibi içe yönelim sorunları yaşayabilmekte ya da duruma olan tepkilerini belli etmek için saldırganca davranışlar sergileyebilmektedir (Cummings ve Davies, 2002). Öte yandan, evlilik çatışmasının şiddeti düşük ise çocuklar çatışmaya sıklıkla maruz kalmış olsa bile daha az uyum problemleri göstermektedirler. Ebeveynlerin çatışmalarının içeriği çocukların uyum problemlerini etkileyen bir başka değişkendir. Özellikle çatışma çocuk ile ilgili ise çocuklar daha çok uyum problemi gösterebilmektedir.

Evlilik çatışmasının çocukların uyum problemleri üzerinde etkili olan son boyutu ise çatışmanın çözümüdür. Ebeveynlerin çatışmayı problem çözme becerilerini, fiziksel ve sözel etkileşimi ve sosyal desteği kullanarak çözdüğü durumlarda yapıcı çatışmadan bahsedilebilir (McCoy, Cummings ve Davies, 2009). Yapıcı çatışmalar çocukların saldırganlık eğilimlerini sınırlandırmakta ve çocuklara çatışma çözme, problem çözme ve başa çıkma becerileri

(23)

12

kazanması konusunda yardımcı olmaktadır. Çözüme ulaşan çatışmaların çocukların sosyal gelişimlerine katkıda bulunduğu birçok araştırma tarafından doğrulanmıştır (Cummings, Goeke-Morey ve Papp, 2004). Çocuk, ebeveynleri çatışmalarını olumlu olarak çözdükleri takdirde birbirlerini seven insanların bile zaman zaman anlaşmazlıklar içerisine girebileceklerini, kızgınlıklarını ifade edebileceklerini ve buna rağmen beraberliklerini sürdürebileceklerini anlar ve böyle bir gözlem, çocuğun kendi çatışmalarını çözüm becerilerini, başa çıkma becerilerini ve akran ilişkilerini geliştirmesinde bir vesile olabilir (Şendil, 1999, Markiewicz, Doyle ve Brendgen, 2001, Cummings, Goeke-Morey ve Papp, 2004). Çözüme kavuşmayan çatışmalar ise hem daha sık çatışma durumlarına neden olmakta hem de çocuklara çatışma çözümü ile ilgili olumsuz model oluşturmaktadır. Bu yüzden, bunlar „yıkıcı çatışma‟ olarak da adlandırılır. Ayrıca, çatışmaları çözümsüz kalan bazı eşler, kendi iletişim sorunlarını görmezden gelip, çocuklarının sorunlarıyla uğraşmaya başlarlar.

Adeta, aralarında anlaşma sağlamanın bir yolu olarak çocuklarının sorunlarına odaklanırlar.

Çocuğa karşı aşırı koruyucu ya da suçlayıcı şekilde davranırlar. Çocuğun yanlışlarına ya da davranış sorunlarına odaklanarak, ilişkilerindeki çatışmadan uzaklaşmaya çalışırlar. Bu süreç, elbette geçici ve yararsızdır ve uzun vadede çocuğun psikososyal gelişimini olumsuz yönde etkiler (Şendil ve Kızıldağ, 2005).

Çocukların çatışma algısı üzerine son hipotez, „Duygusal Güven-Güvensizlik Hipotezi‟dir. Araştırmacılar, kronik ve yıkıcı ebeveyn çatışmasına maruz kalmanın, çocuğun güvensiz hissetmesine neden olabileceğini öne sürmüşlerdir. Davies ve Cummings (1994) çocukların evlilik çatışmasına verdikleri tepkilerinde duygusal güvenin önemli bir rol oynadığını belirtmişlerdir. Güven hissi insanların, özellikle çocukların, en önemli ihtiyaçlarından biridir. Çocuklar güvenli bir dünyada yaşadıklarını algılama eğilimindedirler.

Tutarlı ve koruyucu bir çevrede dünyanın güvenli bir yer olduğu duygusunu yaşarlar.

Çocuğun duygusal güvenlik hissi ancak kaliteli ebeveyn ilişkileri ile sağlanabilir. Ebeveyn sıcaklığı, duyarlılığı ve ebeveyn çocuk ilişkisindeki tutarlılık duygusal güvenin gelişmesi için oldukça önemlidir. Çocukların evlilik çatışmasına verdikleri tepkileri oluşturmada da duygusal güven etkilidir. Duygusal güven geçmişteki evlilik çatışması deneyimlerinin bir ürünüdür ve gelecekte verilecek tepkileri de etkilemektedir. Duygusal güvensizlik hissi çocuğun uzun dönemde uyum problemleri geliştirme riskini arttırabilir (Davies ve Cummings, 1994; Cummings, Schermerhorn, Davies, Goeke-Morey ve Cummings, 2006).

Duygusal güvenlik, evlilik çatışması ile tehlikeye girme ihtimali en yüksek ihtiyaçtır.

Çocuklar bu ihtiyaçlarının evlilik çatışması ile tehlikeye girdiğini hissettiklerinde duygusal

(24)

13

olarak güvensiz hissedebilirler, bu da etkili baş etme becerilerini azaltır ve günlük sıkıntılara karşılık kendilerini duygusal ve davranışsal olarak düzenlemelerini olumsuz yönde etkiler.

Davies ve Cummings (1994) duygusal güvenlik veya güvensizliğin çocukların işlevselliğini nasıl etkilediğini açıklamak için birbiriyle ilişkili üç süreç olduğunu ileri sürmüşlerdir: İlki, çatışmanın duygusal uyarılma ve düzenleme üstündeki etkisidir. İkincisi, çocuklar, ebeveynler arasındaki çatışmayı azaltma veya sona erdirme girişiminde bulunarak duygusal güvenlik hislerini arttırmaya çalışabilirler.

Üçüncüsü, çocukların geçmişte evlilik çatışmalarıyla olan deneyimleri bu çatışmalarla ilgili değerlendirmelerini etkileyebilir. Çocuklar, ebeveynlerinin evlilikteki davranışlarını gözlemleyerek kendi duygularını düzenlemeyi öğrenebilirler (Davies ve Cummings, 1994;

Grych ve Fincham, 2001).

Duygusal güvenliği korumak, ebeveyn çocuk ilişkisi çerçevesinde gerekli bir durumdur. Evlilik çatışması çocukların dünyanın güvenli bir yer olduğu ile ilgili algılarını tehdit etmektedir (Cummings ve ark. 2006). Eğer çocuk güvensiz hissediyorsa çatışmaya verdiği anlam olumsuzlaşmakta bu da başa çıkma davranışlarında bozulmaya yol açmaktadır (Davies ve Cummings, 1994). Başa çıkma davranışları bozulan çocuklar, günlük sıkıntılar karsısında kendilerini duygusal ve davranışsal olarak düzenlemekte zorlanırlar (Grych ve Fincham, 2001). Özellikle yıkıcı evlilik ilişkisi, çocukların duygusal güvenlik hislerini tehdit ederek psikolojik uyumlarını tehlikeye sokmaktadır (Cummings ve Davies, 1998).

Çocuklar büyüdükçe zihinsel becerileri de gelişir. Bu durumda hem çatışmayı algılayışları artar, hem de çatışma sebepleri üzerinde kafa yormaya başlarlar.

Evlilik çatışmalarının görünen sebepleri ile gerçek sebepleri birbirinden farklı olabilmektedir. Bu noktada yaşça büyük olan çocuklar görünmeyen sebepleri fark edebilme, onları da hesaba katabilme konusunda daha yeteneklidirler.

Yaşça daha büyük olan çocuklar, aile içi çatışmalara daha fazla bir süre maruz kalmaları ve çatışmaların birden çok yönüne odaklanıp değerlendirme yapabilmeleri nedeniyle çatışmayı daha tehdit edici olarak algılayabilirler. Bu durum çatışmanın daha çok içselleştirilmesi, daha çok üzüntü ve endişe duyulması ile sonuçlanır.

Çocuk ebeveynlerinin durumu yüzünden kendini suçlar, kaygıları artar, kendini yalnız hisseder, kendine olan saygısında azalma yaşanabilir. Bu durumdaki çocukların sosyal

(25)

14

becerilerini geliştirmeleri oldukça zor olmaktadır (Cummings ve Davies, 1994,Grych, 1998;

Şendil ve Kızıldağ, 2005).

Çatışma algısındaki bu artış, insan gelişiminde kritik önemi olan sosyal becerilere de olumsuz yansır. Sürekli çatışma algısı içinde yaşayan çocukların sosyal becerilerini geliştirmekte zorlandığı çok sayıda araştırma ile kanıtlanmıştır.

Bu nedenlerle, 9-10 yaş çocuklarının evlilik çatışması algısı ile sosyal becerileri arasındaki ilişki mutlaka araştırılması gereken bir konu olarak ortaya çıkmaktadır.

Ne yazık ki, ülkemizde bu yaş grubu çocuklarının çatışma algısı üzerine yapılan araştırma sayısı, yok denecek kadar azdır.

1.2.5. Çocukların Evlilik ÇatıĢması Algıları Alanında Yapılan AraĢtırmalar

Evlilik çatışmasının çocuklar üzerindeki etkilerini inceleyen mevcut araştırmalara bakıldığında, evlilik çatışmasının en fazla değerlendirilen boyutlarının, çatışmanın sıklığı ve şiddeti olduğu görülmektedir. Bu konuda yapılan çalışmalarda, sık yaşanan evlilik çatışmasının çocukları çatışmaya duyarlı hale getirdiği ve çocuklarda uyum problemleri görülme olasılığını arttırdığı bulunmuştur (Cummings ve ark., 1981, Fincham ve Osborne, 1993, Johnston, Gonzakes ve Campbell, 1987, Smith, Berthelsen ve O‟Connor, 1997, Wierson ve ark., 1988, akt.Ulu ve Fışıloğlu, 2004). Çatışmanın şiddeti ile ilgili olarak da, saldırganca ifade edilen çatışmanın çocuklarda düşük benlik saygısı, içeyönelim ve dışayönelim problemleri ile ilgili olduğu görülmüştür (Martin ve Clements, 2002, O‟Brien ve ark., 1997, akt.Ulu ve Fışıloğlu, 2004).

Her ne kadar bu konuda ülkemiz literatüründe pek fazla çalışma bulunmasa da mevcut araştırmalarda evlilik çatışmasının Türk çocukları için stres verici olduğu görülmektedir. Bu araştırmaların birinde, Özen (1998), evlilik çatışması ve boşanmanın çocukların uyum problemleri üzerindeki etkisini incelemiştir. Çalışmanın bulguları, daha çok çatışma yaşayan anne babaların çocuklarının, daha az çatışma yaşayan anne babaların çocuklarına oranla, daha fazla uyum problemleri yaşadıklarını göstermiştir (Özen, 1998).

Türk çocukları üzerinde yapılan başka bir çalışmada, çocukların, anne-baba arasında geçen farklı yoğunluktaki çatışmalı ilişkileri gösteren resim kartlarına verdikleri tepkiler incelenmiştir. Çatışmalı etkileşimi gösteren kartlar karşısında araştırmaya katılan çocukların

%93‟ü mutsuzluk, endişe ve korku duyduklarını belirtmişlerdir. Ayrıca çatışmalı etkileşimi

(26)

15

gösteren kartlarla ilgili olarak, kendileri böyle bir durumla karşılaştıklarında çatışmanın nedenini merak ettiklerini, olumsuz bir şey olacağından korktuklarını, o ortamdan uzaklaşmak istediklerini, çatışmanın nedeninin kendileriyle ilgili olduğunu düşündüklerini ve anne babaya karşı olumsuz duygular hissettiklerini ifade etmişlerdir. Daha da önemlisi, bu çocukların

%83.61‟i çatışmaya müdahale etmeyi düşündüklerini belirtmişlerdir (Şendil, 1999).

Ülkemizde yapılan diğer bir çalışmada, şiddet içeren evlilik çatışmasına tanık olan çocukların çevrelerindeki kişilere karşı saldırgan davranışlar gösterme eğiliminde oldukları bulunmuştur. Ayrıca bu çocukların, çatışmadan kendilerini sorumlu hissettikleri ve müdahale etmeye çalıştıkları görülmüştür (Demir, 1997). Hoşçan (2010) tarafından yapılan araştırmada anne-babadan algılanan sıcaklığın, çatışma özellikleri algısı ve tehdit algısıyla çocuğun fiziksel sağlığa ilişkin yaşam kalitesi arasında belli bir etkileşim bulunmuştur. Araştırma bulgularına göre anneden algılanan sıcaklık, çatışma özellikleri algısı, tehdit algısı ve kendini suçlamasıyla çocuğun psikososyal yaşam kalitesi ve genel yaşam kalitesi arasındaki ilişkide belirgin rol oynamaktadır. Babadan algılanan sıcaklık ise kendini suçlamayla çocuğun fiziksel sağlıkla ilgili yaşam kalitesi ve genel yaşam kalitesi arasındaki ilişkide kısmi, tehdit algısı ile fiziksel sağlık kalitesi ile arasındaki ilişkide ise aracı değişkendir.

Çocukların anne babaları arasındaki çatışmanın nedenlerinin kalıcı olduğunu düşünmelerinin, çatışma sırasında kendilerine yönelik tehdit algılamalarının ve bu durumla baş etme becerilerini yetersiz görmelerinin önemli olduğu düşünülmektedir. Bu konuda çalışan araştırmacılardan Grych ve ark. (1992), evlilik çatışmasını değerlendirmenin en iyi yolunun, çocukların çeşitli çatışma boyutları (sıklık, yoğunluk, çözüm ve içerik) konusundaki değerlendirmelerini ve çatışmada kendilerine yönelik tehdit algılama, çatışmanın nedensel sürekliliği, baş etmedeki yeterlilikleri ve çatışma için kendilerini suçlamaları gibi konulardaki algılarını belirlemek olduğunu öne sürmüşlerdir (Grych ve ark. 1992).

Cummings, Kouros ve Papp (2007) ebeveynlerin kendi çocukluklarında yaşadıkları evlilik çatışmalarının, şu anki evliliklerinde yaşadıkları çatışmalar ve çocuğun evlilik çatışmasına verdikleri tepkiler üzerindeki etkisini incelemiştir. Araştırmaya katılan çocuklara laboratuvar ortamında ebeveynlerinin günlük tartışmaları izlettirilmiş ve kendi duygusal ve davranışsal tepkilerini bildirmeleri ve ebeveynlerinin çatışma çözme yöntemlerini değerlendirmeleri istenmiştir. Araştırma bulguları, çocukluklarında evlilik çatışmasına tanık olan ebeveynlerin, çatışma çözmede yapıcı yöntemlerden çok yıkıcı yöntemler kullandıklarını ve olumsuz duyguları yoğun olarak yaşadıklarını göstermiştir. Araştırmada ayrıca çocukların

(27)

16

evlilik çatışmasına yönelik tepkilerinin, ebeveynlerinin çatışmaya tanık olma durumundan etkilendiği bildirilmiştir. Ebeveynlerinin geçmişte evlilik çatışmasına tanık olan çocuklar, ebeveynlerinin yapıcı yöntemler kullanmalarına ve olumlu duygular göstermelerine karşı duyarlı davranmaktadır. Sonuç olarak ebeveynlerin kendi çocukluklarında tanık oldukları evlilik çatışmaları, günlük evlilik çatışmalarını ve çocukların bu çatışmalara yönelik tepkilerini etkilemektedir.

Ablow, Measelle, Cowan ve Cowan (2009) tarafından yapılan araştırmada okulöncesi dönemdeki çocukların evlilik çatışmalarına ilişkin algılamaları ve değerlendirmeleri incelenmiştir. Araştırmada ayrıca bilişsel-bağlamsal çerçeve modeline uygun olarak evlilik çatışmasıyla çocukların içselleştirilmiş problemler yaşama deneyimi arasındaki ilişkiye çocukların evlilik çatışmasından ötürü kendilerini suçlamalarının aracılık ettiği belirlenmiştir.

Araştırmada evlilik çatışmasının çocukların dışsallaştırılmış problem davranışları üzerindeki etkisine ise çocukların evlilik çatışmasına aktif olarak katılma durumunun aracılık ettiği görülmüştür.

Peris, Goeke-Morey, Cummings ve Emery (2008) ebeveynleşme ile evlilik çatışması, gençlerin tehdit algısı, ebeveyn-çocuk ilişkilerinde soğukluk ve gençleri evlilik çatışmasının içine sokma arasında anlamlı bir ilişki bulmuşlardır. Bu araştırmacılar, ebeveynleşmeyi, çocuğun ebeveyn rolü üstlenmesi olarak tanımlamıştır. Ebeveynleşmeye örnek olarak verilebilecek davranışlar çocuğun kardeşlerinin bakımını üstlenmesi ve aile üyelerinin duygusal durumlarını dengelemeye çalışmasıdır. Bu araştırmada ayrıca ebeveynleşme ile çocukların içselleştirilmiş ve dışsallaştırılmış problem davranışları ile yakın ilişkilerdeki sosyal yeterliğin düşük olmasının da ilişkili olduğu bulunmuştur.

1.3. Sosyal Beceri

1.3.1. Sosyal Becerinin Tanımlanması

Sosyal ilişkiler insan yaşamında önemli bir yere sahiptir. Bireyler, yaşamlarının büyük bir kısmını diğer insanlarla ilişki kurarak geçirmektedir. Bu durumda bireyler, başkalarıyla iletişimi sağlıklı kılacak sosyal açıdan kabul edilebilir olan davranışlara sahip olmak isterler.

Bunun için, ilişki kurulan diğer bireylerin olumlu tepkiler vermesine yol açacak ve olumsuz tepkilerini önleyebilecek becerilere sahip olmak büyük önem taşır. Bu beceriler genel olarak sosyal beceriler olarak adlandırılmaktadır (Yüksel, 2004).

(28)

17

Cartledge ve Milburn‟ün; “Başkalarından olumlu tepkiler getirecek ve olumsuz tepkilerin gelmesini önleyecek, başkalarıyla iletişimi mümkün kılan, sosyal açıdan kabul edilebilir, çevrede etki bırakan, hedefe yönelik, sosyal içeriğe göre değişen, hem belirli gözlenebilir hem de gözlenemeyen bilişsel ve duyuşsal öğeleri içeren ve öğrenilebilir davranışlar” (Cartledge ve Milburn, 1983) olarak tanımladığı sosyal beceriler, kişinin olumlu ya da olumsuz duygularını uygun bir biçimde anlatabilmesi, kişisel haklarını savunabilmesi, gerektiğinde başkalarından yardım isteyebilmesi ve kendisine ters gelen istekleri geri çevirebilmesine temel oluştururlar (Sorias, 1986). Ayrıca, doyum verici kişilerarası ilişkilerin kurulmasında ve sosyal amaçların gerçekleşmesinde çok önemli rol oynarlar.

Hargie, sosyal becerilerin özelliklerini şu şekilde sıralamıştır:

1- Sosyal beceriler amaç yönelimlidir. Birey onları istenilen sonuca varmak için kullanır.

2- Sosyal beceriler karşılıklıdır. Ortak bir amaca yönelik olarak bireylerin her davranışı birbiriyle ilişkilidir.

3- Sosyal beceriler duruma göre uygunluk gösterir. Sosyal becerilerini gösteren birey, içinde bulunduğu sosyal durumların şartlarına kendisini uydurabilir.

4- Bireyin davranışları bir bütünün parçaları olarak değerlendirilebilir. Sosyal beceri tepkileri hiyerarşik bir düzen içindedir.

5- Sosyal beceriler öğrenilen davranışları içerir. Gösterilen davranış formları genel olarak bireyin öğrendiği davranışlardır.

6- Sosyal beceriler birey tarafından kontrol edilen davranışlardır (Akt. Seven, 2008).

Sosyal beceriler birçok araştırmacı tarafından farklı boyutları dikkate alınarak sınıflandırılmıştır. Örneğin, Riggio (1986), sosyal becerileri oluşturulan altı yapısal kategori olduğunu belirtmektedir. Bu kategoriler duyuşsal ve sosyal olarak iki boyuttadır. Riggio tarafından geliştirilmiş olan Sosyal Beceri Envanteri‟nde sosyal beceri ve sosyal becerileri oluşturan yapılar şunlardır: Duyuşsal anlatımcılık, duyuşsal duyarlılık, duyuşsal kontrol, sosyal anlatımcılık, sosyal duyarlılık ve sosyal kontrol. Bu yapılar şu şekilde özetlenebilir:

1- Duyuşsal anlatımcılık bireylerin sözel olmayan iletişim becerilerini, özellikle duyuşsal mesajları gönderme becerilerini ifade etmektedir. Duyuşsal anlatımcı birey, canlı ve neşelidir bu becerileri ile diğer insanları etkileyebilir.

(29)

18

2- Duyuşsal duyarlılık, başkalarının sözel olmayan iletişimlerini alma, anlama ve yorumlama becerilerini ifade etmektedir. Duyuşsal yönden duyarlı bireyler, başka bireylerin duyuşsal imalarını doğru ve tam olarak yorumlar.

3- Duyuşsal kontrol, bireylerin duyuşsal ve sözel olmayan tepkilerini düzenleme ve kontrol becerilerini içermektedir. Duyuşsal kontrol, belli başlı duyguları yetenekle birleştirme ve bu duyguları bir maske altında gizleme becerilerini kapsar. Örneğin, bir şakaya uygun ortamda gülmek veya üzüntüyü gizlemek için neşeli bir yüz ifadesi sergilemek gibi. Bu yapıya sahip olan bireyler duygularını göstermeye karşı kontrol etme eğilimindedirler.

4- Sosyal anlatımcılık, sözel anlatımcılığı ve bireylerin birbirleriyle sosyal iletişim kurma ve iletişime katılma becerilerini ifade etmektedir. Diğer bir deyişle sosyal yakınlaşmadaki becerileri göstermektedir. Bu yapıya sahip olanlar, cana yakın sosyal ya da herhangi bir konuda sohbeti başlatma ve yönlendirme becerilerine sahiptirler.

5- Sosyal duyarlılık, başkalarının sözel iletişimlerini alma, anlama ve yorumlama becerilerini içermektedir. Bunun yanı sıra, bireylerin uygun sosyal davranışları yönlendiren normları anlamak ve bireysel duyarlılığı da yansıtmaktadır. Sosyal duyarlı bireyler, sosyal davranışları sergilerken sosyal normlara özen gösterirler ve ortama uygun hareket etme bilincindedirler. Bu yapı sosyal etkileşime katılmayı engelleyen bireysel bilinci de yansıtabilmektedir.

6- Sosyal kontrol, sosyal rol oynama ve bireyin sosyal olarak kendini ortaya koyma becerilerini ifade etmektedir. Sosyal kontrol becerisi gelişmiş bireyler, herhangi bir sosyal durumda ortama uygun hareket eden, kendinden emin ve sosyal durumlara kolayca ayak uydurabilen bireylerdir (Akt. Yüksel, 2004).

Akkök (2004) ise, sosyal becerileri altı ana başlık altında sınıflandırmıştır:

1- İlk Kazandırılacak Beceriler: Dinleme, konuşmayı başlatma, konuşmayı sürdürme, soru sorma, teşekkür etme, kendini tanıtma, başkalarını tanıtma, iltifat etme, yardım isteme, bir gruba katılma, yönerge verme, yönergelere uyma, özür dileme, ikna etme.

2- Grupla Bir İşi Yürütme Becerileri: Grupta iş bölümüne uyma, grupta sorumluluğunu yerine getirme, başkalarının görüşlerini anlamaya çalışma.

(30)

19

3- Duygulara Yönelik Beceriler: Kendi duygularını anlama, duygularını ifade etme, başkalarının duygularını anlama, karşı tarafın kızgınlığı ile başa çıkma, sevgiyi, iyi duyguları ifade etme, korku ile başa çıkma, kendini ödüllendirme.

4- Saldırgan Davranışlar ile Başa Çıkmaya Yönelik Beceriler: İzin isteme, paylaşma, başkalarına yardım etme, uzlaşma, kızgınlığı kontrol etme, hakkını koruma, savunma, alay etmeyle başa çıkma, kavgadan uzak durma.

5- Stres Durumlarıyla Başa Çıkma Becerileri: Başarısız olunan bir durumla başa çıkma, grup baskısıyla başa çıkma, utanılan bir durumla başa çıkma, yalnız bırakılma ile başa çıkma.

6- Plan Yapma ve Problem Çözme Becerileri: Ne yapacağına karar verme, problemin nedenlerini araştırma, amaç oluşturma, bilgi toplama, karar verme, bir ise yoğunlaşma.

Gresham (2002) sosyal becerilerin tanımlanmasında üç eğilimin bulunduğunu ifade etmiştir: Akran kabulü, davranışsal temelli tanımlama ve sosyal geçerliliği dikkate alan tanımlama.

Akran kabulü tanımlarında çocuklar, akranları tarafından kabul edildiklerinde, popüler olduklarında, sosyal yeterliliğe sahip olarak algılanırlar. Buna göre akranları tarafından kabul gören ya da okulda veya bulundukları sosyal ortamda popüler olan çocuklar ya da ergenler uygun sosyal becerilere sahip olduğu varsayılmaktadır. Fakat bu özel tanımın dezavantajı hangi özel davranışların akranlar tarafından kabul edilmeyi ya da popüler olmayı sağladığını belirleyememesidir. Davranışsal tanıma göre ise sosyal beceri davranışları duruma özgü olarak ele alınır ve içinde bulunulan durumda, en fazla pekiştirici ve en az cezayı getiren davranış sosyal açıdan en uygun davranış olarak tanımlanır (Gresham, 2002).

Sosyal geçerlilik tanımlarında ise çocuğun belli durumlarda önemli sosyal amaçlarını karşılamasını sağlayan özgül davranışları sosyal beceri olarak nitelendirmiştir. Önemli sosyal amaçlar; diğerleri tarafından kabul edilmeyi, okul uyumunu, psikososyal uyumu içerebilir (Gresham, 2002).

Gresham ve Elliot, sosyal becerileri, “Kişinin diğerleriyle daha güçlü bir etkileşim kurması ve sosyal olarak kabul görmeyen tepkilerden kaçınmasına olanak veren sosyal olarak kabul edilen öğrenilmiş davranış” olarak tanımlamıştır (Gresham ve Elliot, 1990). Bu noktada

“öğrenilmiş” sıfatının üzerinde önemle durmak gerekir çünkü sosyal beceriler, öğrenilir, pekiştirilir ve geliştirilir. Bu gelişmenin önemli bir kısmı da çocukluk döneminde oluşur.

(31)

20

Yaşamın ilerleyen yıllarında sağlıklı ilişkiler geliştirmede, sosyal becerilerin çocukluk yıllarında kazanılmasının büyük etkisi vardır. Bireyin çocukluk döneminde yeterli sosyal becerileri kazanması, onun yaşamındaki farklı alanlarda başarılar elde etmesi açısından önemlidir (Kabasakal ve Çelik, 2010). Sosyal beceriler, çocuğun toplumsal kabulünü, diğer insanlarla karşılıklı ve sağlıklı ilişkiler kurabilmesini sağlar. Bu nedenle sosyal becerileri çocukların yaşamları boyunca kullanacakları bir birikim olarak görmek gerekir. Kısacası, sosyal beceriler, çocuğa pek çok şey kazandırır ve çocukların kendi kişiliklerini geliştirmelerine yardımcı olur (Çetin ve ark., 2002).

Ebeveynlerin davranışları bu aşamada belirleyici olur. Çocuklar genellikle ebeveynleri tarafından desteklenen davranışları öğrenecekler ve olumlu davranışlarını devam ettirecekler, buna karşılık onların olumsuz tepki verdiği ve önemsemediği davranışları yapmayı terk edeceklerdir (Gresham ve Elliot, 1990).

1.3.2. YaĢlara Göre Sosyal Becerilerin GeliĢimi

Çocuk gelişiminde en önemli süreçlerden biri sosyalleşmedir. Yalın bir anlatımla sosyalleşme, bireylerin, özellikle de çocukların belirli bir grubun işlevsel üyeleri haline geldikleri ve grubun öteki üyelerinin değerlerini, davranışlarını ve inançlarını kazandıkları süreçtir. Bu süreç sonunda, çocuk toplumun bir üyesi haline gelir. Ailesinin, akraba ve komşuluk çevresinin, yaşadığı coğrafi bölgenin ve kültürün ve en nihayetinde insanlığın bir parçası olduğunu öğrenir. Büyümekte olan çocuk etrafındaki bireylerle etkileşimi sonucunda, onlarınkine benzer davranışlar geliştirecektir. Böylece tek tek kişiler yerine, toplumun parçaları olan, birbirinden farklılıkları olduğu gibi, birbirlerine büyük benzerlikler de gösterebilen toplumsal bireyler oluşmaktadır (Kağıtçıbaşı, 2000).

Çocuğun sosyal becerilere kavuşmasında bazı etkenler mevcuttur. Bir sosyal davranışı öğrenmek için ona uygun ortam sağlanması, ailesinden yeterli destek görmesi ve eğitimi almış olması, çekingen bir karaktere sahip olup-olmaması gibi etkenler sosyalleşme sürecinin belli- başlı belirleyici faktörleri olarak ortaya çıkar (Stanley, 2009). Ayrıca çocuğun aldığı okul öncesi eğitim, ailesi, cinsiyeti, akran ilişkileri, içinde bulunduğu sosyo-ekonomik düzey de sosyal becerilerin gelişiminde belirleyicidir. Örneği, kız çocukların sosyal becerileri sergilemede erkek çocuklara göre daha başarılı olduğu bununla birlikte erkek çocukların kızlara göre daha fazla problemli davranışlar sergilediği gözlemlenmiştir (Greshman ve Elliott, 1990).

(32)

21

Sosyalleşme sürecinin gerçekte doğumdan hemen sonra başlayıp, insanın yaşamı boyunca sürmesine karşın, etkilediği davranışların çoğu ilk çocukluk döneminde özellikle belirgin hale gelir. Bunlar arasında, anne-baba-çocuk, çocuk-kardeşler, çocuk-yaşıtlar arası etkileşimler vardır. Bu sürecin etkileri başlangıçta aile ortamında görülür (Gander ve Gardiner, 1998).

Çocukların doğdukları andan itibaren içine dahil oldukları ortam aile ortamıdır. Bu nedenle çocukların kendilerine olan güvenlerini kazanma, selamlaşma, dinleme, kendilerini doğru ve düzgün bir şekilde ifade etme becerisi kazanmaları ve kişiler arası ilişkilerini geliştirmeleri gibi sosyal becerilerin kazanıldığı ilk yer ailedir. Anne ve babaların bu yüzden çocuklarının sosyal becerileri konusunda özellikle dikkatli davranmaları gerekmektedir.

Yukarıda belirtildiği gibi çocuğun sosyalleşme süreci doğumla birlikte başlar. Bebek ilk üç ayda rahatsızlığa karşı tepki gösterir, hoşuna giden durumlarda ise gülümser ve mırıldanma sesleri çıkarır. Sevildiğini hissettiğinde gevşer, rahatlar; huzursuz olduğunda kasılır. Dört ve beşinci aylarda hoşlandığı ve hoşlanmadığı nesneleri birbirlerinden ayırır.

Kendisi ile sürekli ilgilenen kişilere karşı bağlılık hissetmeye başlar. Anne ve babaya sevinç tepkileri gösterir, yabancıları ise yadırgar. Anneden ayrı kaldığında tedirginleşir. İstekleri engellendiğinde kızgınlık belirtileri gösterir (Demiral 2004).

Sosyal gelişim gerçek anlamda onuncu aydan sonra başlamaktadır. Dokuz ve on üçüncü aylar arasında çocukta gözlenen sosyal davranış belirtileri arasında, başkalarının ses ve davranışlarını taklit etme ve oyuncaklarla birlikte oynama mevcuttur. Oyuncağı başkaları tarafından alındığı zaman sinirlenme, kavga ve ağlama gibi tepkiler gösterir, kendisini güldüren davranışları ise tekrarlar. Çevresindekilere sevgi gösterisinde bulunur. Sevgi ve mutluluğunu anlaşılır biçimde ifade eder. On dört-on sekiz aylık çocuk akranlarıyla dostça ilişkiler kurma arayışı içine girer. On sekiz-yirmi dördüncü aylar arasında ise akranlarıyla görüşebilme imkanları arayışı içindedir. Bu aylar arasında bazı uyarılara ve yasaklara direndiği, büyüklere karsı olumsuz tepkiler gösterdiği görülür. Yirmi dördüncü ayda hem başka çocuklarla oyuncakları paylaştığı, hem de onlarla zaman zaman kavga ettiği gözlenebilir (Binbaşıoğlu, 1992, Yavuzer, 2010, Köknel, 1999, Demiral, 2004, Bee ve Boyd, 2009).

Yaşamın ikinci yılındaki hızlı gelişme, çocuğun birçok yönden çevresi ile bağımsız ilişkiler kurmasına imkan sağlar. Bedensel yönden gelişme ve motor yeteneklerle, dil becerilerinin kazanılması çocuğun bağımsız davranışlarını arttırır. Çocuk her geçen gün biraz

Referanslar

Benzer Belgeler

Bundan farklı olarak, ebeveynlerin dışadönüklük, sorumluluk ve duygusal dengesizlik kişilik özellikleri ile çocuklarının sosyal bağımsızlık ve sosyal kabul

BaĢka bir ifadeyle farklı bağlanma biçimi (korkulu, kayıtsız, güvenli ve saplantılı) olan katılımcıların çift uyum düzeyleri benlik saygılarının

Ebeveynlerinin demokratik tutuma sahip olduğunu ifade eden katılımcıların biliĢsel çarpıtma puanlarının demokratik ebeveyn tutumu olmayanlara göre anlamlı düzeyde daha

Bu araştırmanın amacı 6 yaş çocuklarının olumlu sosyal davranışlarını anne, öğretmen ve araştırmacı değerlendirmesine dayalı olarak belirlemek ve bu

AraĢtırmaya katılan mavi yakalı çalıĢanların örgütsel bağlılık puanları ortalamalarının cinsiyet değiĢkenine göre anlamlı bir farklılık gösterip

yükseldikçe babalığa yönelik ilgi ve tutumun daha olumlu olması (Seçer, Çeliköz ve Yaşa, 2007; Poyraz, 2007) çocuklarıyla daha sağlıklı ilişkiler kurmalarını,

Araştırmaya katılan şirket çalışanlarının psikolojik ihtiyaç değerlendirme ölçeği başatlık alt boyutu puanlarının yaş değişkenine göre anlamlı bir

Ebeveynlerin otoriter ve izin verici tutumları ile çocuklarının genel iletişim becerileri, aktif iletişimde bulunmaya yönelik, iletişimde diğerlerini dikkate almaya