• Sonuç bulunamadı

Yeni Zamanların Teşhisi Olarak Post Demokrasi ve Halkla İlişkilerin İşlevi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yeni Zamanların Teşhisi Olarak Post Demokrasi ve Halkla İlişkilerin İşlevi"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Yeni Zamanların Teşhisi Olarak

Post Demokrasi ve

Halkla İlişkilerin İşlevi

iletişim : araştırmaları • © 2016 • 14(2) • 2017 • 15(1): 169-184 Yelda Nisan Aslan

Özet

Uzun zamandır siyaset bilimi ve iletişim çalışmalarında demokrasinin krizinden bahsedilmektedir. Liberal parlamenter demokrasiyle özdeşleştirilen bu kriz söylemi

genel olarak demokrasilerde alınan kararların hesap verilebilirliği, demokratik kurumların güvenilirliği, hukuk devleti, siyasal karar verme süreçlerine katılım, insan ve yurttaş hakları kadar medyanın özgürlüğü konularında yaşanan sorunlarla ilgilidir. Bu çalışma; demokrasinin krizi veya aşınması ve neoliberal küresel çağı teşhis, aynı zamanda bir veri olarak kabul eden post demokrasi kavrayışı içerisinde medyanın ama

özellikle de halkla ilişkilerin olası rolüne odaklanmaktadır. Temel varsayım halkla ilişkilerin yalnızca toplumsal iknanın akılcılaştırılmasına, popüler siyasal argümanların yaygınlaştırılmasına veya gösteriselliğin üretilmesine hizmet etmediğidir. Dolayısıyla post demokrasi düşünürlerinin iddialarının aksine halkla ilişkilerin bu yeni zamanlarda

demokrasinin temsil, katılım ve kararların haklılaştırılması gibi konu başlıklarında yaşanan sorunlara olumlu yönde katkılar yapabilecek potansiyele sahip olduğunun altı çizilmektedir. Bu çerçevede çalışma post demokrasi etrafında geliştirilen tezleri, halkla ilişkilerin konumu, işlevi (rolü) bağlamında özetlemekte ve daha sonrasında halkla ilişkilerin demokratik potansiyelini yeniden açığa çıkarabilecek pratikleri tartışmaktadır.

Anahtar Kelimeler:

(2)

The Function of Post-Democracy

and Public Relations

as a Diagnosis of New Times

iletişim : araştırmaları • © 2016 • 14(2) • 2017 • 15(1): 169-184 Yelda Nisan Aslan

Abstract

A crisis of democracy has been cited for a long time in the studies of politics and communication. This discourse of crisis that is identified with the liberal parliamentarian democracy relates, in general, to the problems experienced in the subjects of the accountability of the decisions made in democracy, the reliability of the democratic institutions, the state of law, the participation in the political decision

making processes and the human and citizenship rights, as well as the freedom of the media. The present study focuses on the possible role of the media, and especially the public relations, in the understanding of post-democracy, which accepts

the crisis or erosion of democracy and the neoliberal global age as a diagnosis and also as data. The basic assumption is that public relations serve not only to the rationalization of the societal persuasion, to the dissemination of the popular political

arguments or to the production of the demonstrational aspect. Thus, it is underlined that, contrary to the claims of the proponents of the post-democracy, public relations could provide positive contributions in these new times to the problems experienced under the subject headings of the democracy, such as representation, participation

and the justification of the decisions. Within this framework, the present study summarizes the arguments developed concerning the post-democracy and the definitions about the position and function (role) of the public relations, and then

discusses the practices that may reveal the democratic potential of the public relations again.

Keywords:

The Crisis of Democracy, 5 star movements, post- democracy, public relations, digitalization.

(3)

Uzun zamandır siyaset bilimi ve iletişim çalışmalarında demokrasinin krizinden bahsedilmektedir. Liberal parlamenter demokrasiyle özdeşleş-tirilen bu kriz söylemi genel olarak demokrasilerde kararların hesap verilebilirliği, demokratik kurumların güvenilirliği, hukuk devleti, siya-sal karar verme süreçlerine katılım, insan ve yurttaş hakları konularında yaşanan sorunlarla ilgilidir (Keskin, 2017).

Kapitalist toplumsal biçim ve üretim ilişkileri liberal demokrasinin temelini ve sınırını oluştururken, kapitalizmle demokrasi arasındaki çelişkiler zaman içerisinde giderilememekte ve bu durum demokrasinin krizine yol açmaktadır. Kriz ekonomik düzlemde bir nebze de olsa kont-rol atına alınabilirken bütün yük politik alana yığılmaktadır. Bu yığılma-nın ise parlamenter demokrasi için anlamı demokratik ulus devlette politik aktörlerin devam eden güven kaybına, yurttaşların ise politik eylemlerdeki etkisizliğine vurgu yapmasıdır. Aynı zamanda ekonominin

ve toplumun neoliberal dönüşümü ile birlikte toplumsal eşitsizlik küre-sel ve ulusal ölçüde büyük bir artış göstermiştir. Böylece politik sistemin karakteri temelinden değişikliğe uğramıştır. Dahası ekonomik ve finan-sal krizlerin demokrasiyi güçsüzleştirdiği ve demokrasinin yeni bir kri-zine yol açtığı ifade edilmektedir (Crouch, 2016). Bu tartışmalar aynı zamanda demokrasinin tematik olarak kapsamı ve katılım konusundaki eksiklik kadar biçimsel demokratik kurumların yurttaş taleplerine ve beklentilerine yanıt veremediği argümanlarını dillendiren toplumsal hareketlerle de ilişkilidir.

Bugün çağdaş siyasal teorinin çıkış yolu aradığı demokrasi krizi, demokrasinin ne anlama geldiği sorusuyla birlikte siyasetin de yeniden düşünülmesini sağlamaktadır (Yıldırım ve Baştürk, 2015). 1970’lerden

(4)

itibaren sağın “yönetememe”, solun “meşruiyet sorunsalı” etrafında tartıştığı bu krizsel durumun, demokrasiyi toplumu daha iyi düzenleyen unsurlar olmaktan çıkaracağı (Haug, 1996:149) ve batılı toplumlarda demokrasinin çöküşüne yol açacağı (Badiou ve Ranciere, 2013) endişele-ri sık sık dile getiendişele-rilmektedir. Bu türden tartışmalar 1980’lerden itibaren Türkiye’de de yaşanmaya başlamıştır.

Günümüzün kriz dinamikleri ve gerekçeleri demokrasinin tarihsel coşkusunu yitirmesine, küreselleşme karşısında zamana ayak uydura-mamasına bağlanmaktadır. Küreselleşme süreci, özünde 19. yüzyıl, özel-likle de 20. yüzyıl boyunca mücadele edilerek elde edilen demokratik kazanımlara karşı bir tehdit olarak algılanmıştır (Hirsch, 2011: 212). Bu tehdidin küreselleşmeye eşlik eden neoliberal politikalarla derinleştiği vurgulanmaktadır. Böylelikle ulus devletin kurumsallaşmış demokratik denetiminden fiilen uzaklaştırılmış finans sisteminden ve erozyona uğrayan kurumlardan bahsedilmektedir. Bu erozyon ile ilişkili olarak yalnızca sermaye yapısındaki değil aynı zamanda iletişim teknolojilerin-deki dönüşüm de sorumlu tutulmaktadır. Dolayısıyla iletişim ve halkla ilişkiler sektörü bir yanda bu olumsuz gelişmenin etkenleri arasında sıralanırken, diğer yanda aranan yeni çözüm önerileri içerisinde de konumlandırılmaktadır. Süregelmekte olan bu çelişkili durumu en gün-cel betimleyen kavram ise post demokrasidir.

Buradan hareketle bu çalışma, neoliberal küreselleşmeyi analiz eden post demokrasi kavrayışı içinden iletişim ve halkla ilişkileri konumlan-dırmaya ve bu kavramların özgürleştirici veya katılımcı potansiyeline dikkat çekmektedir. Bir başka ifadeyle erozyon veya krizin göstergeleri arasında yer alan iletişimin ve halkla ilişkilerin aynı zamanda krizden çıkış için kullanılabilecek potansiyele sahip olduğunu iddia etmektedir. Bu iddia kavramların kullanım unsurlarının ortaya konulması ve somut-laştırılması aracılığıyla sınanmaktadır. Dolayısıyla tabandan gelen hare-ket/kampanya bağlamında grassroots’a eğilmekte, dijitalleşmenin bu tarz bir kampanyanın gelişimindeki etkisi açığa çıkarılmaktadır.

Neoliberal Küreselleşmenin Post Demokratik Teşhisi

Neoliberal küreselleşmeye dair en güncel teşhisleri yapan post demok-rasi 1990’lardan itibaren bilimsel çalışmaların nesnesi haline gelmiştir.

(5)

Kavrama duyulan ilgi 1990’larda belirginleşse de Ranciere ilk kez 1970’lerde bu kavramı kullanmıştır. Fransız düşünüre göre post demok-rasi, “uzlaşısal demokrasi” dir. Wolin ise, Ranciere’den farklı olarak post demokrasiyi tersine çevrilmiş totalitarizm olarak tanımlamakta ve demokrasinin bir yönetilme biçimden başka bir şey olarak yeniden tanımlanması gerektiğine vurgu yapmaktadır.

Kavramı asıl popülerleştiren düşünür Colin Crouch’dur. Crouch’a göre modern demokrasilerin sonu gelmiştir ve artık post demokratik sürece geçilmiştir. Bu sürecin en belirgin özelliği ise görünüşte partilerin, seçimlerin, parlamenter süreçlerin ve kamusal tartışmalarıyla parlamen-ter demokrasinin bütün kurumları işlemeye devam etmekte, ancak poli-tik sahnelenmenin gölgesi altında gerçek polipoli-tika kapalı kapılar arkasın-da yapılmaktadır. Bu, politikanın üretimi ile sunumu arasınarkasın-da bir ayrı-mın olduğu ve politikanın geleneksel kurumlar ve mekanizmalar dışın-da yeni yöntemler üzerinden işlediği anlamına gelmektedir. Bu anlam ise doğrudan neoliberalizm ile ilişkilendirilmektedir (Crouch, 2016).

Crouch’a göre, demokrasi gerçeğiyle uyuşmayan neoliberal dönü-şüm politikaları demokrasinin artık yalnızca görüntüden ibaret olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Buna gerekçe olarak temel demokratik kurumların ve süreçlerin biçimsel olarak varlığını korumakla birlikte fiilen demokratik karar alma açısından büyük anlam kayıplarının yaşan-masını göstermiştir (Crouch, 2016). Crouch, 1990’ların sonlarında, endüstriyelleşmiş dünyanın geniş bir kesiminde, hükümetin parti kimli-ği ne olursa olsun, yarar sağlayan zenginlerin çıkarlarının gözetilmesi için devlet politikalarında daimi ve yoğun bir baskının açıklık kazanma-ya başladığı dile getirir (Crouch, 2016: 7). Gerçek politika, seçilmiş hükü-metler ve iş dünyasının çıkarlarını temsil eden elitler arasında gerçekleş-tirilen görüşmeler arasında gizli saklı yürütülmektedir. Crouch’ın temel iddiası, demokrasinin giderek ayrıcalıklı elitlerin denetimine geçtiği yönündedir.

Crouch’un popüler kıldığı post demokrasi kavramı düşünür tara-fından iletişim ve ikna mekanizmalarıyla ilişkilendirilir. Post demokrasi, siyasi elitlerin halkın taleplerini yönetme ve manipüle etmeyi öğrendik-leri ve halkın tepeden yönetilen tanıtım kampanyalarıyla oylarını

(6)

kul-lanması konusunda ikna edilmek zorunda olduğu durumları tanımla-maktadır (2016: 26). İknanın profesyonelleştiği ve araçsal olarak rasyo-nelleştirildiği bu çabada elitler propaganda, pazarlama yönetimi ve ağırlıklı olarak demokrasinin dördüncü gücü olarak nitelendirilen med-yayı bir yöntem olarak kullanmaktadır. Bu da parti programlarının “ürün”e dönüşmesine ve politikacıların mesajlarının “pazarlanmasına” zemin hazırlamaktadır. Elbette bu gelişme seçim politikalarını da etkile-mekte ve politikanın giderek kişiselleştirilmesinin önünü açmaktadır (2016: 32).

Pazarlamanın ve ikna tekniklerinin öne çıktığı böyle bir politikada haber türleri giderek çok kısa ömürlü tüketim malları olarak yeniden tanımlanmaktadır. Kitle iletişim araçlarının kontrolü büyük şirketlerin elinde toplanırken yani tekelleşirken, kamuoyu markalar çevresinde oynanan medyatik eylemselliğin aracına indirgenmiştir (Crouch, 2016: 52). İnandırma gücü ve rekabet yeteneği medyatiklik ve propaganda tekniği becerisiyle bağlantılandırılırken, kamuoyu pasifize edilmiş ve tüketici kimliğinin altı çizilmiştir. Liberal demokrasinin etkin ve rasyonel yurttaş betimlemesi yerini pasif, suskun ve kayıtsız bir rol oynayan yal-nızca kendilerine gönderilen sinyallere tepki veren seçmenlere bırakmış-tır. Yurttaşlık medya aracılığıyla giderilen politik ilginin yönlendirildiği ve etkinliğini yitirmiş bir kitleye dönüşmüştür.

Ranciere (1999) açısından post demokrasi kavrayışı “uzlaşısal demokrasiyi” betimlemektedir. Bu anlamda post demokrasi, politikanın demokratik eylem biçimlerinin söndürüldüğü bir demokrasi içerisinden konumlandırılmaktadır. Gündelik yaşam içindeki uzlaşı arayışına karşı çıkan düşünür bu arayışın çok yaratıcı olmadığı kanaatine ulaşır. Ranciere’ye göre post demokratik koşullar, bir politik aktörün belki de devletin “halk” ile güncel toplumsal biçimiyle aynı olduğunu iddia etmesiyle ve toplumsal ilişkileri nesnel bir biçimde temsil edebileceği iddiasıyla oluşur. Bu oluş biçiminin en temel sorunu demokrasilerin uzlaşıyı ve halkın nesnel temsilinin inşasını temel görev olarak görmele-ri nedeniyledir. Dahası halk öyle bir biçimde tanımlanmaktadır ki uzlaşı-nın ardındaki koşullar sorgulanamaz hale gelmektedir. O halde post demokrasi yalnızca halkın tasarlanmış temsilinin dışlamaları engelleme-mesi durumu değil, tersine bu dışlamaların halkın uzlaşısal temsili

(7)

olası-lığını yükselttiği ölçüde demokratik olarak meşru kabul edilmesidir. Daha doğrusu düşünüre göre post demokrasi, hedeflenen demokratik uzlaşı iradesi uğruna politikanın temellerini homojenleştirmesidir. Bu mantığa göre daima kendisiyle eşit olan bir halk var olabilir. Böyle bir politika görünüşte nesnel kararların ve kesin inançların temellendirdiği süreçlere yol açmaktadır (Ranciere, 2007).

Ranciere, post demokratik uzlaşı politikalarının özellikleri olarak uzmanları, kamuoyu araştırmalarını ve çeşitli “haklılaştırma” teknikleri-ni gösterir. Burada uzlaşı politikası hukuksal ve bilimsel otoriteye dayandırılmakta ve bu alanların etkileme gücünü sürekli artırmaktadır. Bu bakış açısında hukuk ve bilim çoğunlukçu uzlaşı temelli özgün bir demokrasi kavrayışına hizmet etmektedir. Demokratik karar verme süreçleri hukuk ve sosyal bilimsel pratik sayesinde çoğunlukçu iradenin oluşturulmasını organize etmektedir. Uzlaşısal kesinliğe dayalı bu demokrasinin en sorunlu tarafı ise Ranciere’nin radikal demokrasi anla-yışındaki belirleyici faktörü elemesidir: "eşitlik için mücadeleyi."

Düşüncesinin temelinde demokrasi ve siyaset kavramları bulunan Ranciere bu kavramların bilindik kullanımlarının ötesinde yeniden tanımlamaya tabii tutmaktadır. Bu çerçevede siyasete önceliği teziyle uyuşmazlığa dayanan siyasal ilişkinin, sınırları belirlenmiş bir kurum-sallığın ve atfedilmiş rollerin dışında oluşacağı düşüncesi esastır. Siyasal ilişkinin temelinde yer alan demokrasinin eşitlik noktası ancak temsilci ve temsil edilen olarak belirlenmiş rollerin ötesine taşınacak bir mücade-le zemininde kurulabilir. Marx’ın, hakiki bir demokrasinin ancak “siya-sal devletin ortadan kalkması” ile mümkün olabileceğine dair tezi okun-duğunda, Ranciere’in demokrasi üzerine vurgusu daha kolay anlaşılabi-lecektir. Bugün siyasete yön veren liberal demokrasiler de kimin ne yapacağı önceden belirlenmiş bir düzlemde herkese bir iş prensibiyle en baştan itibaren Platon‘un kötümser kodladığı demokratik düşüncenin can bulmuş halidir. Demokrasi beğenilmeyen bir yönetim biçimi olarak sürdürülebilir bir yönetimin aracı olarak inşa edilmektedir. Oysa Ranciere açısından demokrasi düşüncesi bir düzenin değil düzensizliğin ve burada yatan yaratıcılığın ismidir. Bu haliyle siyasal olan demokrasiy-le örtüşür. Ranciere’in ifadesiydemokrasiy-le, “siyaset kendisini öncedemokrasiy-leyen hiçbir özne tarafından tanımlanmaz. Siyasetin öznesini düşünmeyi olanaklı

(8)

kılan farklılık, siyasalla ilişkinin biçiminde aranmalıdır (2007:140)." Çünkü Ranciere, siyasal olanı tanımlarken onun özne olarak kurulmuş olması gerekliliğine karşı çıkar ve siyasetin yıkıcı potansiyeline odakla-nır (2007: 49). Demokrasinin çağdaş problemi, istikrar ve düzen öncelik-li bir biçim almasıdır. Haöncelik-lihazırdaki demokrasi giderek zorunlu bir uzlaşmanın/konsensüsün inşası ve uzlaşmanın dayatılması olarak ön plana çıkar (Ranciere, 1999: 125).

Düşünür neoliberal çağda siyasal olanın ne olduğunu tartışır ve siyasalın ikili bağlamı arasında net bir ayrım ortaya koyar. Ona göre siyasal olan ayrı türden iki sürecin karşılaşmasıdır. Birincisi hükümet sürecidir. Cemaat halindeki insanların bir araya gelişini ve rızalarını örgütlemekten ibarettir ve temelinde yerler ile görevlerin hiyerarşik dağılımı vardır. Bu sürece "polis" adını verir. İkincisi eşitlik sürecidir. Herhangi birisinin herhangi bir başkasıyla eşit olduğunun varsayılması ve bu eşitliğin doğrulanması kaygısının kılavuzluk ettiği pratiklerin oyunundan ibarettir (Ranciere, 2007: 13). Siyasal olanı özgürleşme süreci olarak tarif eder. Siyasal olanı polis arayışı karşısında uyuşmazlık ve çatışma üzerinden kurmakta ve liberal/temsili demokratik pratikleri aşarak yeni bir demokrasi anlayışı geliştirmektedir. Düşüncesinin en önemli noktalarından biri, bir düzeni ifade eden polis olarak siyasetten uyuşmazlık ve eşitlik önkoşullu siyasal olana geçişte demokratik müca-delenin önemini ortaya koymaktır. Ranciere açısından post demokrasi bir politikasızlaştırma tezidir ve 20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyıldaki politik koşulları açıklamaya hizmet eder. Post demokraside halk parça-larının kısımlarıyla özdeşleştirildiğinden daima hesaplanabilirlik ile birlikte ele alınmaktadır. Bu, düşünür açısından, politikanın olmadığı toplum anlamına gelmektedir. Burada demokrasi biçimlendirici gücünü kaybetmiştir. Demokrasi ile politikanın nihayetinde hiçbir şekilde algı-lanmaması sadece bir zaman meselesine dönüşür. Post demokrasiye post politika çağı eşlik etmektedir.

1922 doğumlu Sheldon Wolin’in eserlerinde politika kavramının yanında güç kavramı anahtar kelimeleri oluşturmaktadır. Diğer iki düşünürden farklı olarak Wolin’de post demokrasi kavrayışını belirle-yen iki ana itici güç bulunmaktadır: Birincisi demokrasilerdeki kendi kendini yok etme potansiyeli ikincisi ise 20. yüzyıl sonunda batılı

(9)

top-lumlarda teşhis edilen post modernleşme ve dolayısıyla ekonomileşme. Ona göre bu iki gelişme eğilimi demokrasileri güçsüzleştirmekte ve post demokratik çağı ilan etmektedir (Wolin, 2008). Alexis de Tocqueville’den oldukça etkilenmiş olan Wolin’in post demokratik çağın göstergelerini despotizm ve 20. yüzyıl sonundaki neoliberalizmin karakteristik nitelik-leri olarak sunmaktadır. Wolin’in ifadesiyle; “Demokrasi kuralları çiğne-yici eylemlerle doğmuştur; çünkü demos dışlandığı sınıf, statü ve değer sistemlerini paramparça etmeden iktidara katılamaz” (Wolin, 2008).

Demokratik gelişim sürecindeki ilk kritik dönüşüm post demokratik politikada demokrasinin yalnızca retoriksel rol üstlendiğidir. Teknokratların ve bürokratların yönetiminde bir demokrasi ve politika anlayışının yerleşmesidir. İkincisi ise politik neoliberalizmin yaygınlaş-ması yani hegemonik olma yolunda ağır ağır ama engellenemeyecek bir biçimde politikanın management olarak kavranışına zemin hazırlaması-dır. Politika anlayışının bu sessiz ama paradigmatik değişimi 1980’lerde başlamış ve politikayı bir iktidar tekniğine dönüştürmüştür (Wolin, 2001).

Sheldon Wolin’in temsilcisi olduğu agonistik demokrasi, rasyonel bir konsensüs arayışına köklü bir şekilde cephe alan radikal bir demok-rasi anlayışı geliştirmiştir. Ona göre, bir demokdemok-raside her çözüm kısmi ve geçicidir. Bu geçici olmaya yazgılı sürekli oluş halindeki siyasal süreci de “elle tutulmaz demokrasi” (fugitive democracy) olarak yorumlar. Demokrasinin radikalleştirilmesi, doğru ve saf anlamda radikal bir demokrasi geliştirilmesi anlamına gelmez, aksine onun radikal karakteri, demokrasiyi ancak onun radikal imkansızlığını dikkate alarak koruyabi-leceğimiz fikrinde yatmaktadır (Wolin, 2001).

Siyaset esas olarak kolektivitedeki kamu yetkilerinin elde edilebile-ceği kaynaklara ulaşmak için örgütlü, eşit olmayan toplumsal güçler arasında yürütülen meşru ve herkese açık çekişme anlamına gelir. “Siyaset sürekli, kesintisiz ve sonsuzdur. Buna karşılık siyasal düzen kopukluklarla dolu ve nadirdir” (Wolin, 2008). Wolin, demokrasinin bir yönet(il)me biçiminden (managed democracy) başka bir şey olarak yeniden kavranması gereğinin altını çizer (Wolin, 2008). Bu yenilenmiş anlamıyla demokrasi, acı deneyimlerle koşullanan, sadece geçici başarı şansına

(10)

mahkum olan ama siyasal düzenle ilgili hafızası ayakta kaldığı sürece yinelenebilir bir olasılık özelliğini taşıyan bir varoluş tarzıdır. Wolin’in ifadesiyle;

Demokrasinin tanıklık ettiği deneyim, siyasal varoluş tarzının dönem-sel olarak yitebileceğinin ve yittiğinin kavranmasıdır. Polybius’un belirttiği gibi, demokrasi “zamanın seyri içinde tökezler. Demokrasi siyasal bir momenttir, belki de siyasal düzenin hatırlanıp yeniden yara-tıldığı siyasal momentin ta kendisidir. Demokrasi bazen devrimci, yıkıcı boyutlara varabilen, bazen de varmayan bir başkaldırı momenti-dir (Wolin, 2008: 68).

Post Demokrasilerde İletişim ve Halkla İlişkiler

Dünya çapındaki yurttaşlık rejimlerinde, seçmenler içinde geniş ve top-lumsal açıdan sınırları belirlenebilir grupların kamusal yaşamla ilgilen-mekten kopmaları ve sınırlı siyasal katılımlarının küçük bir elit grup tarafından şekillendirilmesine pasif kalarak izin vermeleri durumunda ciddi, ilkeli siyaset açısından sorunların doğacağını belirten Crouch, bu durumun liberal demokrasinin temel kurumlarından politik partilerin transformasyonuna yol açtığına vurgu yapmaktadır. Bunun da demokra-tik katılımın esas olarak seçimler aracılığıyla katılıma, lobicilik faaliyetine ve kapitalist ekonomiye müdahale etmekten mümkün olduğunca kaçı-nan bir rejim biçimine yol açacağının altını çizmektedir (Crouch, 2016). Güven bunalımı ve katılım konusunda eksiklikler bu gelişmelerin doğal sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Peki bütün bu gelişmeler nasıl yorum-lanabilir? Bir defa bu partilerin oluşturdukları politika modelinde top-lumsal çıkarların manipüle edilebilmesinin önünü açmaktadır. Diğer taraftan ise kitle iletişim araçlarının artan etkisinden ve akıl hocalarının yükselişinden bahsedilmelidir.

İletişim ve halkla ilişkiler bağlamında bu unsurlar elitlerin halkın taleplerini yönetme ve manipüle etme bağlamında giderek uzmanlaştık-larını ve halkın tepeden yönetilen tanıtım kampanyalarıyla oyuzmanlaştık-larının elde edilmeye çalışıldığını göstermektedir. Dolayısıyla post demokraside politika geliştirilmiş diğer toplumsal alanların kullandıkları yöntemleri taklit etmeye, show-business halini almaya ve pazarlamanın yöntemleri politikaya aktarmaya doğru bir gelişim göstermektedir. Artık parti

(11)

prog-ramları birer ürün olmakta ve politikacıların mesajları pazarlamanın teknikleri kullanılarak aktarılmaktadır. İktidarların güdümünde iletişim ve halkla ilişkiler siyasal iletişimin de yozlaşmasına zemin hazırlamakta, seçim politikalarının giderek kişiselleşmesi ile yeni bir forma bürünmesi-nin önündeki engelleri kaldırmaktadır.

Politik partilerin bu erozyonu karşısında geliştirilen yeni parti anlayı-şı seçimi kazanma odaklı profesyonelleşmenin yükselişine tanıklık eder-ken, toplumsal süreçlerin merkezine medyanın geçmesiyle birlikte günde-me gelen günde-medyatikleşgünde-me tezi yaygınlık kazanmaktadır (Keskin, 2016). Dolayısıyla Niklas Luhmann’ın “yaşadığımız toplumda, dünya hakkında bildiğimiz her şeyi medya aracılığıyla öğreniyoruz” görüşü bir bakıma post demokrasideki politikanın teşhisi halini almıştır (Luhmann, 1996).

Post demokratik politikada iletişim medyatikleşme aracılığıyla tanımlanırken, halkla ilişkiler profesyonelleri politik olanın temsili konu-sunda becerikli hünerlerini sergilemekle meşguldürler. Bu da iletişimin, profesyonel uzmanların yönetimi altına girerek, çıkar ve ikna bağlamına doğru dönüştüğü biçiminde okunmalıdır. Bu uzmanlar tarafından kulla-nılan teknikler, ticari reklamlardan kaynaklı olup reklamcılıktan doğan rasyonel ikna teknikleri, pazar araştırması ve halkla ilişkiler sistematik olarak politik alana uygulanmaktadır. Dolayısıyla post demokrasi bir yandan da yeni bir kamunun kurulmuş olmasına ve bu kamunun geliş-miş ikna metotlarınca inşa edildiğine işaret etmektedir (Mayhew, 1997).

Eleştirel toplum teorisinin öngörüsü olan iletişimin ve halkla ilişki-lerin bu rolü ya da aracılığı post demokraside somut bir biçim kazanmış görünmektedir. Dolayısıyla kamusalın iknası ve yönlendirilmesinde, iktidarların güçlerini sürdürebilmelerinde iletişim ve halkla ilişkiler mer-kezi roller üstlenmiştir. Bununla birlikte post demokratik teşhisler aynı zamanda bu alanların özgürleştirici ve katılımcı niteliklerini de görmez-den gelmemekte, grassroots ya da 5 Yıldız Hareketi gibi örnekler üzerin-den giderek özellikle yeni medyanın potansiyelinin altını çizmekteler.

Dijitalleşme, Halkla İlişkiler ve Potansiyeli

Post demokrasi olarak adlandırılan bu yeni zamanlar belki de en çok iletişim teknolojilerinin değişimi üzerinden kavranabilir. Bu değişim

(12)

yukarıda anlatıldığı üzere çoğunlukla karamsarlık içermekle birlikte, yeni medya ve içerisinde sosyal medyanın özgürleştirici ve katılımcı potansiyelini de barındırabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında neolibe-ral küresel çağın teşhisi olan post demokratik dönemde sınırlı ve etki alanı her zaman geniş olmamakla birlikte, toplumsallığın ve katılımın bileşenlerine de rastlanılmaktadır.

İletişim ve halkla ilişkiler pratiği post demokraside görünürlüğü artan katılım sorunsalına dijital teknolojinin gelişimi ve yeni medya aracılığıyla çözüm önerileri üretmeye başlamıştır. Bu önerilerin temeli de toplumsal tabanlı kampanyalar ve sosyal medya merkezli bir örgütlenme ve katılım çağrılarıyla mümkün kılınmıştır.

Yeni zamanlarda dijital iletişim temelli halkla ilişkiler doğrudan ve katılımcı bir boyut kazanmıştır. Bu tarz çabaların ya da kampanya-ların kökeni sol hareketlere dayandırıldığından grassroots olarak adlandırılmıştır. Bu ad, etkinliklerin bir yanda yeni medyayı kullanım becerisinin artmasıyla diğer yanda “yakınsama” olarak adlandırılan pazarlama, reklam ve halkla ilişkileri iç içe geçiren yeni tarz gelişme-lerle ilişkili olarak konulmuştur.

Taban hareketinden etkilenen bu kavram, lobilerin ya da partile-rin kanaat oluşturma çabalarının dışında yurttaşların tabandaki eylemlerini ifade etmektedir. Doğrudan ve yerel demokrasiyi güçlen-dirici etkisiyle grassroots halkla ilişkilerin politik boyutuna yeni katkı-lar yapmaktadır. Amaç var olan sistemin dışında bir toplumsal alter-natif inşa etmektir.

İnternet ve sosyal medya odaklı bu çabalar post demokrasinin karamsar betimlemelerini de olumlu yöne çekme girişimidir. Biçimsel kurumlar ve yöntemlerin dışında daha kendiliğinden ve katılımı top-lumsal tabana yayan bir yeni politika anlayışını öngörmektedir. Bu öngörü sosyal medya merkezli örgütlenmeyi ve “meslekten olmayan yeni politikacıların” alana girişlerinin teşvikini de kapsamaktadır.

Kamusal ve özel ayrımı, politika ve ekonomi arasındaki ilişkileri yeniden düzenlemeyi hedefleyen toplumsal taban hareketleri politik açısından bir alternatif olarak gösterilebilmektedir. Neoliberal

(13)

politi-kanın ortaya çıkardığı pazar biçimli toplumlaşma tarzının geri alına-masa da alternatif modelinin üretilebileceğinin kanıtını sunmaktadır.

Grassroots Kampanyalara Örnek: 5 Yıldız Hareketi

İtalya’daki 5 yıldız hareketi, toplumsal tabanlı bir hareket olup benimse-nen yapılanmasıyla farklı bir politika anlayışına çağrı yapmaktadır. Daha önemlisi post demokratik sınırlılığı aşmanın ve yaygın destek elde etmenin yaratıcı yöntemlerini sunmaktadır. Popüler komedyen Beppe Grillo tarafından 2009 yılında kurulan, resmi olarak parti kabul edilen ancak kendisini movimento yani hareket olarak tanımlayan 5 yıldız hare-keti, bugüne kadar protest bir hareketin resmi seçimlerde aldığı en yük-sek oy oranına ulaşmıştır. Dahası bugünlerde İtalya’da kurulacak yeni hükümetin en önemli ortağı konumundadır.

İtalyan devlet televizyonundan kovulmasının ardından kamusal mekânlarda ve tiyatrolarda komedyen ve mizahçı olarak sahne alan Grillo, bu mekânlarda ekonomik skandallara ve güncel politik gelişme-lerle ilgili eleştirel mizah yapmaya devam etmiştir. Sahne aldığı kentin ya da bölgenin sorunlarını gösterilerinde sürekli kullanmıştır. 2005’te geçmişte uzak durduğu medyadan takipçileri, destekçileri ve hayranla-rıyla daha iyi iletişim kurabilmek adına yararlanmaya başlamış ve inter-net pazarlamacısı Gianroberto Casaleggio ile birlikte www.beppegrillo.it blogunu kurmuştur. Bu blog aynı yıl dünyadaki en önemli on blogtan biri olmuştur. İnternet ve blog yalnızca gösterileri için ücretsiz reklam ya da her daim potansiyel olarak her yerde hazır bulunan bir forum olma özelliği taşımamış aynı zamanda devlet televizyonu gibi yaygın medya-nın sansür ve baskı korkusu olmadan kamusal meselelerle ilgili düşün-celerini açıklama ve eğilimini ortaya koyma fırsatını da sunmuştur. Blogu bir süre sonra yerel toplantılar izlemiştir. Yerel grupların oluşu-munda internet aracılığıyla gerçek yaşamda buluşmayı örgütleyebilmek için Grillo, meetup.com internet platformunu kullanmıştır (Keskin, 2017).

2009 yılına gelindiğinde ise bir ikili olarak hareket eden Grillo ve Casaleggio, “Beppe Grillo’nun Arkadaşları” adlı birçok yerel düzeydeki topluluğu bir araya getirebilmek için 5 Yıldız Hareketi kurmaya karar vermişlerdir. Hareket seçimlere girebilmek için parti olarak kabul edilse de kurucular bunu reddetmişlerdir. ”Partiler ölmüştür. Ben yeni bir

(14)

parti, aracı yapı yaratmak istemedim; ancak programı olan bir harekete hayat vermek istedim.” (Grillo, 2005).

Hareket, 2013 parlamento seçimlerinden üçüncü büyük politik güç olarak çıkarken, 2016 yerel seçimlerde Roma ve Torino’nun belediyeleri-ni elde etmiştir. 2018 genel seçimlerinde ise kendileribelediyeleri-ni “ne sağcı ne de solcu” olarak tanımlayan bu hareket güçlü rakipleri karşısında hatırı sayılır bir oy oranını da elde etmiştir. Köklü parti geleneğine sahip Kıta Avrupası’ndaki yerleşik düzen partilerinden farklı olarak hareket özgün temaların karışımıyla ayırt edilebilmekte, bu sayede geleneksel sağ-sol şemasından uzaklaşabilmektedir.

Hareketin çevre politikaları ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi yönündeki argümanları hareketi sol-ekolojik seçmen için çekici kılarken, buna karşılık politik zümrelerle mücadele, denetlenemeyen göçmenlik sorunu, Euro’nun konumuna yönelik kaygı sağ seçmeni etkilemektedir. Hareket klasik parti yapısından vazgeçerken, parti içi irade oluşumunu internet üzerinden gerçekleştirmektedir. İnternet yalnızca bir iletişim aracı olarak değil aynı zamanda organizasyonu ve halkla ilişkileri düzenlemek için de kullanılmaktadır. Hareket, yönetsel ve temsili organ-ların aracılığına gereksinim duymadan fikirlerin etkili, verimli ve demokratik değiş-tokuşunu sağlamayı amaçlarken yeni medya ve mec-raları başka hiçbir partinin kendisinden önce kullanamadığı yoğunlukta değerlendirmektedir. “Hareketin amacı, birliksel ve politik bağlar dışın-da, yönetsel ve temsili organların aracılığına gereksinim duymadan fikirlerin etkili, verimli ve demokratik değiş tokuşunu sağlamaktır” (Grillo, 2005). Dolayısıyla ister üyeleri arasında bir değiş tokuş, bir araya gelme, ortak etkinlikler yapma ya da isterse parti programını alternatif eylem biçimleriyle sunumu olsun internet daima birincil kaynak duru-mundadır.

5 Yıldız Hareketi geleneksel parti yapıları ve organları dışında fark-lı bir örgütsel yapının yalnızca mümkün olabileceğini değil, aynı zaman-da katılımı ve duyarlılığı teşvik eden yeni türden mecraların yaratıcı potansiyeline de işaret etmektedir. Bu işaret sol ve ilerici hareketlerin bir uygulaması gibi görünmekle birlikte sağ ve geleneksel partilerin de ilgi-sini çekmektedir. Bu ilgi post demokrasilerde eksikliği hissedilen katılım

(15)

ve politik aracılığa farklı boyutlar katmaktadır. Dahası geleneksel politik kültürün egemen olduğu Batı Avrupa’da farklı bir politikacı tipinin türe-yebileceğini de göstermektedir. Profesyonel ya da meslekten politikacı olmayan bu yeni tip politikacı daha kendiliğinden ve sokağın sesine daha çok kulak veren bir karaktere de sahiptir. Yaş ortalaması da bir hayli düşük olan bu politikacı iletişim ve yeni mecralarla donatılmış, ideoloji ve katı programların ötesinde birleştirici bir yapıdadır.

Bu haliyle değerlendirildiğinde iletişim ve halkla ilişkiler post demokrasilerde bir tür toplumsal hareketlerin dayanışmacı ve yaratıcı özelliklerini de gündeme getirmekte ve yinelemektedir. Yaygın kültürel kodlara karşı sembolik meydan okumalar barındıran toplumsal hareket-lerin (Melluci, 1999) bu potansiyeli post demokratik politikanın elitçi yapısını kırmakta ve politik katılımın tabana yayılmasına zemin hazırla-maktadır.

Sonuç

Yeni zamanlar tanımı politikanın gelenekselleşen ve süregelmekte olan temsil, katılım ve kararların geçerliliğinin sağlanması bağlamındaki sorununa halkla ilişkiler ve onun içindeki grassroots (taban) hareketi ile belirli ölçülerde bir çözüm üretmiştir. Bu çözüm sosyal medya üzerinden inşa edilen ve organize olan, geçmiş ile farkını “daha spontane”, “hiye-rarşik olmayan”, “resmi kanallar dışında” yer alan bir yönelim üzerin-den kurmuştur.

Yeni zamanlar da yaşadığımıza dair çok sayıda tez bulunmaktadır. Bu tezlerden biri post demokrasidir. İlgi çekici ve akademik olarak zen-gin içeriğe sahip bu kavram bugünün toplumsal meselelerine, demokra-si kavrayışına dair belirli bir perspektif sunmaktadır. Bu perspektif zamanın teşhisine odaklanmaktadır. Her ne kadar bu teşhis karamsar görünmekle birlikte bu yeni zamanlar içerisinde olumlu sonuçlar doğu-rabilecek gelişmeler de bulunmaktadır. Dijital teknoloji temelli bu geliş-meler en başta halkla ilişkileri ve onun politik temelini değiştirmiştir. Bu aracın sağladığı mecralar, platformlar ve olanaklar halkla ilişkilerin demokratik özünü geliştirmiş ve politik niteliğini artırmıştır. Bu da post demokratik teşhis içerisinde yenilikçi ve katılımcı anlayışın filizlenmesi-ne yol açmaktadır.

(16)

Kaynakça

Badiou Alain & Ranciere Jacques (2013). Politik der Wahrheit, 2. Auflage, Wien: Berlin. Crouch, Crouch (2016). Post-Demokrasi. Çev., E. Zeybekoğlu. Ankara: Dost Yayınevi. Grillo, Beppe (2005). MeetUp, online im Internet. http://www. Beppegrillo.it/meetup.

Erişim tarihi: 03.08.2016

Haug, Wolfgang (1996). Philosophieren mit Brencht und Gramsci, Argument. Berlin: Hamburg.

Hirsch, Joachim (2011). Materyalist Devlet Teorisi. Çev., Levent Bakaç. İstanbul: Yeni Alan Yayıncılık.

Keskin, Fatih (2017). “Temsili Demokrasinin Krizi ve Alternatif Politik Model Arayışı Olarak 5 Yıldız Hareketi.” Türkiye Barolar Birliği Dergisi, s. 481-510.

Keskin, Fatih (2016). “Politikada Yeni Ruhban Sınıfı: Siyasa ve İkna Uzmanları Olarak Politik Profesyoneller.” İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, s. 73-90.

Luhmann, Niklas (1996). Introduction to System Theory. Cambridge: Polity Press Mayhew, Leon (1997). The New Public Professional Communication and The Means of

Social Influence. Cambridge: Cambridge University Press.

Melluci, Alberto (1999). “Çağdaş Hareketlerin Sembolik Meydan Okuması.” Yeni Sosyal Hareketler. (der.) Kenan Çayır. İstanbul, Kaknüs Yayınları. 81-107.

Ranciere, Jacques (1999). Disagreement. Çev., Julie Rose. University of Minnesota. Press: Minneapolis.

Ranciere, Jacques (2007). Siyasalın Kıyısında. Çev., Aziz Ufuk Kılıç. İstanbul: Metis Yayınları.

Ranciere, Jacques (2014). Demokrasi Nefreti. Çev., Utku Özmakas. İstanbul: İletişim Yayıncılık.

Yıldırım, Yavuz ve Baştürk, Efe (2015). “Ranicere Düşüncesinde Siyasal Olanın Önceliği.” Kaygı Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, s.51-62.

Wolin, Sheldon (2001). Tocqueville Between Two Worlds: The Making of a Political and Theoretical Life. Princeton, New Jersey: Princeton University Press. Wolin, Sheldon (2008). Democracy Incorparated. Princeton. New Jersey: Princeton

University Press.

Wolin, Sheldon (2016). Fugitive Democracy and Other Essays. Princeton, New Jersey: Princeton University Press.

Referanslar

Benzer Belgeler

19 yıldır ikti- darda olan ve en az bir 19 yıl daha iktidarda kalmak için elinden geleni yapacağı çok açık olan bir iktidarın kaleme alacağı bir anayasa, siviller

In 2015, SheKnows Media, a digital lifestylecompany introduced the term Femvertising Awards to feature brands who break down the gender stereotypes by empowering women in

Keynes’in spekülatif para talebi, likidite tuzağı, ücret fiyat yapışkanlığı, efektif talep yetersizliği gibi klasik iktisadı aşan bağlamı, kendisine özgü bir

Yapılan araştırmanın sonuçlarına göre, girişimcilik yönelimi boyutlarından inovatifçiliğin örgütsel vatandaşlık davranışlarından vicdanlılık, diğerkamlık,

We assume that the igneous rock could transfer energy to water to change the molecular structure or conformation of water cluster, or by radiation hormesis effect could then

1 Doç.Dr., Ordu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Ordu, Türkiye 2 Yrd.Doç.Dr., Ordu Üniversitesi Tıp Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı, Ordu, Türkiye

Anketin ilk bölümü öğrencilerin tanımlayıcı özelliklerini (yaş, cinsiyet, anne-baba eğitim durumu, sosyoekonomik durum ve yaşadığı çevre), ikinci bölümü ağız

Bu betimsel çalışmada, istatistik lisans mezunlarının istihdamında aranan nitelikleri belirlemek amacıyla Türkiye’deki ve ABD’deki kariyer sitelerinde 01 Ekim 2016