• Sonuç bulunamadı

BURSA’DA ZAMAN

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "BURSA’DA ZAMAN"

Copied!
55
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TEMMUZ 2016 SAYI 19

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin Kültür Hizmetidir.

BİR BURSA MASALI

>> s28

BURSA ’ DA ZAMAN

(2)

Bursa kültürel anlamda çok önemli çalışmalara evsahipliği yapıyor ve bundan sonra da yapacak.

Bunlardan biri de, 2018’de gerçekleşecek Dünya Tarihi Şehirleri Konferansı. 2016 yılında Avustur- ya’da gerçekleşen konferansta dünyanın diğer önemli tarihi şehirleri ile bir yarışa giren Bur- samız, bu yarıştan başarı ile çıktı ve konferansı Bursa’ya taşıdı. Bu durum, şehrimizde yürütülen tarihi mirası ihya çalışmalarının aslında dünya- dan da takip edildiğini göstermesi bakımından önemlidir.

Gerek Bursa’daki ve gerekse medeniyetimizin izlerini taşıyan başka coğrafyalardaki pek çok tarihi durumu bu sayıda okuma imkanı bulacak- sınız. Bunlardan biri, Bursa’nın havacılık tarihi ve bu kapsamda şehrimizin yetiştirdiği bir üstad, Bursa’nın gökyüzündeki en parlak yıldızı; Emrul- lah Ali Yıldız. Bilinmeyenlerle dolu bir süreci sizin için araladık.

Prof. Dr. Mustafa Kara hocamızın kaleme aldığı

“Tarihi Eserlerimizin Muhafızı Kazım Baykal” ve

sevgili Metin Önal Mengüşoğlu dostumuzun kale- me aldığı “Mahallenin Namusu”nu ilgiyle okuya- cağınızı umuyorum.

Bununla birlikte, Hoca Ahmet Yesevi’nin Anado- lu’daki nefesine ve Selçuklu Başkenti Konya ve Beyşehir’e bir kapı araladık.

Bu sayıdaki önemli tespitlerimizden biri de, Basın ve Halkla İlişkiler Müdürümüz Saffet Yılmaz’ın Midilli’de tarihimizin izinde inceleme yaparken tespit ettiği bir camimiz. Adanın orta kısımla- rındaki Filia Köyü’nde yer alan ve hayvanlara barınak olarak kullanıldığı anlaşılan ecdat yadigarı caminin durumunu ilgililerin dikkatine sunuyoruz.

Tarihin izinde birlikte dolaşmak dileği ile…

Değerli dostlar, Yıl: 5 Sayı: 19

Temmuz 2016 Yerel Süreli Yayın İMTİYAZ SAHİBİ Bursa Büyükşehir Belediyesi Adına Recep ALTEPE

YAYIN YÖNETMENİ Saffet YILMAZ

Sorumlu

sftyilmaz@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR Aziz ELBAS

Ahmet ERDÖNMEZ İbrahim BÜYÜKFURAN Sefer GÖLTEKİN Vahap DAĞKILIÇ FOTOĞRAFLAR İzzet KERİBAR

Nilay Şahinkanat İLCEBAY Yunus Hakan GÜLER Saffet YILMAZ KAPAK FOTOĞRAF İzzet KERİBAR (Yeşil Türbe) YAPIM ve REDAKSİYON FG İletişim (0224) 233 70 43 www.fgiletisim.com BASKI

Özyurt Matbaası

Zübeyde Hanım Mh. Büyük Sanayi 1.Cd. Süzgün Sk. No 7 İskitler / Ankara

0312 3841536

www.bursadazamandergisi.com Çeşitli din ve kültürlerden Bursalılar,

Çanakkale Savaşı’na yolladıkları mehmetçiklerini dualarla uğurluyor.

Dr. Seyhun BİNZET Koleksiyonu (Bursa Kent Müzesi)

Recep ALTEPE

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı

BURSA’DA ZAMAN

(3)

İÇİNDEKİLER

SAYI 19

S4 Bursa’nın Gökyüzündeki En Parlak Yıldızı - Emrullah Ali YILDIZ / Deniz DALKILINÇ S12 Tarihi Eserlerimizin Muhafızı - Kâzım BAYKAL / Prof. Dr. Mustafa KARA

S18 Mahallenin Namusu / Metin Önal MENGÜŞOĞLU S22 Bursa’dan Çanakkale’ye Vefa Kervanı

S26 Aynı Duaya Amin Dediler / Adnan BAŞTOPÇU S28 İzzet KERİBAR’ın Objektifinden: Bir Bursa Masalı

S32 Ahmed Yesevî’nin Anadolu’daki Nefesi / Doç.Dr.Hasan Basri ÖCALAN S36 Konya’da Tarihi Zirve / Saffet YILMAZ

S38 Selçuklu’ya Açılan Kapı; Beyşehir

S44 Bir Dünya Kenti Olarak İznik / Hacı TONAK

S48 İznik Gölü Bazilika Kazısı Sikke Örnekleri / Prof. Dr. Mustafa ŞAHİN S50 Tarihin İzinde; Midilli / Saffet YILMAZ

S56 Bursa’da Ata Sporu Heyecanı / İsmail CENGİZ

S60 Tüm Zamanların En Güzel Şehrini Gezmek! / Yüksel BAYSAL

S64 Cezayir-Fransa-Bursa Üçgeninde Bir Vasiyet: Beni Bursa’ya Gömün / Ahmet Ö. ERDÖNMEZ S68 Bursa’da Köyden Kente Müzecilik / Ahmet Ö. ERDÖNMEZ

S72 Bir Müze De Tophane’ye

S74 Kafkas Kartallarına Vefa / Doç. Dr. Doğan YAVAŞ

S76 Anadolu’dan Yansıyanlar... / Şeytan Kalesi Efsanesi / Saffet YILMAZ S80 Osmanlı’nın İhtişamı; Muradiye / E. Gülhan Attila AKBABA

S84 600 Yıllık Başkent: Pekin / Ahmet AKHAN S88 Bursa’da Bayram / A.Vahap DAĞKILIÇ

S92 Dünya Tarihi Şehirleri 2018’de Bursa’da Buluşuyor S94 Bursa Fotoğraf Yarışması 2016 / Engin ÇAKIR

S96 Bursa Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu 10 Yaşında... Bir Kuruluş Hikâyesi / E.Ertan AKMAN S98-104 Haberler

s4 s12 s18 s22 s28 s38 s44 s50 s60 s76

BURSA ’DA ZAMAN

(4)

Deniz DALKILINÇ / Araştırmacı-Öğretmen

araştırma / Bursa’nın Gökyüzündeki En Parlak Yıldızı - Emrullah Ali YILDIZ / Deniz DALKILINÇ

BURSA’NIN

GÖKYÜZÜNDEKİ EN PARLAK YILDIZI

“Hemen hemen her çocukta az çok uçma hevesi vardır.

Bazen, biraz normal olan bu istekler bazen de abartılı olabilir.

Bunlar, hayatın tesadüfleriyle birleştiği zaman bir kıymet ifade ediyor.

Benimki de böyle oldu.”

Emrullah Ali Yıldız

Uçma tutkusuyla dolu 26 yaşındaki bir genç, 1935 yılının başlarında Bursa Zira- at Mektebi yakınlarında uçuş denemeleri yapıyordu. Dört yıl süren geceli gündüzlü bir çalışma sonucunda tamamen kendi emeği ile yaptığı motorsuz tayyare (planör) ile bir- kaç kez kaza yapıyor ama asla vazgeçmiyor- du. Bir yandan da kardeşi Neşet’in yanında fotoğrafçılık yapan bu genç; Emrullah Âli Yıldız’dı.

Emrullah Âli Yıldız, 1909’da Bursa-Orhanga- zi’de dünyaya geldi. Tuna Nehri kıyısındaki Vidin’den Bursa’ya göçen Yıldızzade ailesin- dendi. Babası Ahmet Kadri Yıldız Bursa’nın

en eski kitapçılarındandı. Annesi Kafkas göçmeni Lütfiye Hanım’dı. Çocukluğundan beri uçma hayali kuran Emrullah Âli 16 yaşı- na geldiğinde, ülkede ve Bursa’da havacılık adına önemli gelişmeler yaşanmaktaydı. 16 Şubat 1925 tarihinde Bursa Türk Tayyare Cemiyeti merkezle aynı gün kurulmuş ve Muallimler Birliği (Setbaşı İlköğretim Oku- lu’nun bulunduğu yerde) faaliyete başlamış- tı. Bu haberle havalara uçan genç Emrullah Âli, Türk Tayyare Cemiyeti’nin 23 Nisan 1926 tarihinde açtığı İstanbul Yeşilköy’deki Tayyare Makinist Mektebine girmekte gecik- medi. Makinist yetiştirmek üzere açılan bu Küçük Zabit (Astsubay) okulunu 1927 yılında birincilikle bitirdi. Mezuniyetinin ardından Eskişehir Askeri Hava Okulunda Tayyare Ma- kinisti olarak göreve başladı. 4 yıllık mecburi görevinin son yıllarında Ağrı İsyanı’nı bastır- mak için görevlendirilen tayyare bölüğünde yer aldı ve 1931’de Eskişehir’e döndüğünde mecburi hizmeti biter bitmez Hava Kuvvetle- rinden istifa etti.

İstifa edip Bursa’ya ailesinin yanına döndü ama havacılık öyle bir tutkuydu ki onun için, hayatının hiçbir anında ondan uzak kalamadı.

BURSA’DA HAVACILIĞIN İLK ADIMLARI

Emrullah Âli Bursa’ya gelmeden önce Bursa’da havacılık faaliyetlerinde önemli gelişmeler yaşandı. Bursa Tayyare Cemiyeti havacılığın önemli bir merkezi olma yolunda önemli adımlar atmıştı. 1925 yılında Tayyare Cemiyeti’nin kuruluşundan itibaren bütün yurtta olduğu gibi Bursa’da da, 30 Ağustos Tayyare ve Zafer Bayramı olarak kutlanıyor- du.

1926 yılının 30 Ağustos Tayyare ve Zafer Bayramı’nda ise Bursalılar ilk bağış uçakları olan “Yeşil Bursa”yı Tayyare Cemiyeti aracılığı ile Hava Kuvvetleri’ne armağan etmişti. Bursa ve ilçelerinin cemiyete bağışlayacakları uçak sayısı ise 5 yılda 14’e çıktı.

Emrullah Âli Yıldız’ın yaptığı “Bursa Yelkenlisi” uçuş denemelerinde (Bahattin Adıgüzel arşivi).

(5)

Bursa Tayyare Cemiyeti’nin yaptığı anlaşma gereği Süreyya Opereti, cemiyet yararına Nisan 1929’da Bursa’da üç oyun sergilemiş- tir. 1929 Eylül’ünde Tayyare Cemiyeti Genel Merkezi Bursa’da bir sivil tayyare mektebi açma ve bir de tayyare istasyonu yapma kararı aldı. Tayyare Cemiyeti Başkan Yar- dımcısı Şükrü Bey Bursa’ya gelerek cemiyet üyeleriyle birlikte Atıcılar Çayırı’nı ve Ziraat Mektebi’ni gezip incelemelerde bulundu. Bu ziyareti takip eden günlerde Bursa Tayyare Cemiyeti, tayyare hangarları yapmak üzere Ziraat Mektebi civarında büyük bir tayyare iniş meydanı satın almıştı. Cemiyet, ayrıca Gazipaşa Caddesi’ndeki(Atatürk Caddesi) şimdiki Tayyare Kültür Merkezi’nin bulunduğu arsayı da 15 bin liraya satın aldı. Bu arsaya yapılacak olan cemiyet binası ve sinema bi- nası için 1930 yılında bir yarışma düzenlendi.

Yarışmada Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’nun projesi birinciliği kazandı. 11 Nisan 1931 tarihinde temel atma töreni yapılan bina Mayıs 1932’de tamamlanarak hizmete açıldı.

Açılış gününde Raşit Rıza Topluluğu oyunlar sergiledi. Haziran 1932’de ise Tayyare Sinema Salonu Bursa’daki sinema sahipleri tarafından ortaklaşa kiralandı. Senede 10 gece Tayyare Cemiyeti yararına çalışacaktı. Tayyare Cemi- yeti Bursa Şubesi de üst kattaki salon ve 6 odada faaliyetine devam edecekti.

YILDIZ’IN BURSA YELKENLİSİ

1930’lu yılların başında gazetelerde, sıklıkla motorsuz tayyare haberleri çıkıyordu. Bu yıl- larda ülkede havacılığa ve özellikle motorsuz tayyareye ilgi büyüktü. Bursa ve ilçelerinde Tayyare Cemiyeti’nin çalışmalarında da bir hareketlilik görünmekteydi. Aralık 1933’te Emrullah Âli Yıldız’ın girişimleriyle Bursa Halkevi’nin himayesinde Yelkenli Uçuş Kulübü (Motorsuz Tayyare Kulübü) kuruldu. Halkevi, Muallimler Birliği binasının yan salonlarından birini kulüp emrine verdi. Kulübün kaptanlığını da yapan Emrullah Âli, Bursa’ya gelişinden

beri kendi motorsuz tayyaresini yapmak üze- re çalışmalara başlamıştı bile.

Cemiyetin, tayyare iniş meydanı olarak kullanmak üzere satın aldığı Ziraat Mektebi civarındaki değirmen binasının (Günümüzde Bosch Evi olarak faaliyette) olduğu yerde geceli gündüzlü çalışmasını sürdürdü. Tama- mıyla kendi tasarladığı ve emeğiyle meyda- na getirdiği motorsuz tayyaresine, “Bursa Yelkenlisi” ismini vermişti.

Bursa Yelkenlisi’nin, Temmuz 1934 tarihinde iskeleti ve kanatları hazır haldeydi. Emrul- lah Âli Şubat 1935’te tayyarenin gövdesine bez gererek uçuşa hazır hale getirdi ve uçuş denemeleri yapmaya başladı. Bu denemeler sırasında Emrullah Âli ve Bursa Yelkenlisi dönemin gazetelerinde haber olacaktı. Akşam Gazetesi’nin 24 Şubat 1935 tarihli sayısında kendisiyle ilgi çıkan haberde şu ifadeler vardı:

“Kendisinin anlattığına göre bu tayyare şimdiye kadar görülen planörlerden, birçok noktalarda ayrılmaktadır. Bildiğimiz planör- ler, kendiliğinden sevkedilmek kudretinden mahrumdur. Yerden kalkıp uçuşa geçmesi için mutlaka çekilmeğe muhtaçtır. Hava cereyan- ları olmadıkça planörün havadaki şevki de çok müşkül oluyor.

Hâlbuki Bursa’da yapılan tayyare, hava cere- yanı olmasa da havada istediği gibi uçabilecek şekildedir. Hareket etmek için, otomobil ve- saire ile çekilmek ihtiyacında değildir. Yerden kendi kuvvetiyle kalkar.

Planörlerde en müşkül iş kanat meselesidir.

Âli Yıldız’ın motorsüz yelkenlisi, bu bakımdan muvaffak olmuştur, denilebilir. Bursa yelken- lisinin gövdesi 6, bir kanattan öbür kanada kadar olan uzunluğu ise 12 metredir.”

Basına yansıyan haberlerden sonra Türk Tay- yare Cemiyeti Başkanı Fuat Bulca’dan gelen bir mektupla Türkkuşu’na davet edilen Emrul- lah Âli için yeni bir dönem başladı. Emrullah Âli, o günlerden şöyle bahsetmişti:

“Basına uzun uzun konu olan planörü işte o yıllarda Bursa’da iken inşa ettim. O dönemde Türkiye’de planör yoktu. Planını ben çizmiş- tim. İlk haberi de Hulusi Ataç isminde bir gazeteci haber yapmıştı. Aslında planörü habersiz haber yaptığı için kendisine sitem etmiştim. Fakat kısa bir zaman sonra Anka- ra’dan o zamanki adı Türk Tayyare Cemiyeti olan Türk Hava Kurumu Başkanlığından Fuat Balca imzalı bir mektup aldım…”

Emrullah Âli Yıldız, Bursa’da yaptığı planörü yeterince test edemeden kendisini Türkku- şu’nda bulacak, proje yarım kalacaktı.

Kuruluşundan 19 gün sonra, 22 Mayıs 1935’te Türkkuşu’na kaydolacak ve 10 Tem- muz 1935’te Sabiha Gökçen ve 7 arkadaşının da bulunduğu grupla Rusya’ya havacılık eğitimine gönderilecekti. Koktabel’de(Kırım) planör eğitimi, Moskova’da da paraşüt ve motorlu uçuş eğitimi aldıktan sonra Temmuz 1936’da yurda döndü. Eskişehir Askeri Hava Okulunda 6 aylık bir eğitimden sonra İnönü Planör Okulu’nda öğretmenliğe başladı.

BURSA TÜRKKUŞU ŞUBESİ’NİN AÇILIŞI

Emrullah Âli Yıldız’ın Rusya’da olduğu sırada Türk Tayyare Cemiyeti’nin başka bir etkinlik alanı olan Türkkuşu’nun Bursa’da açılacağını duyan gençler büyük bir ilgi ve heyecanla Türkkuşu’na kayıt yaptırıyordu. Kız Lisesi’n- den de ilk olarak 15 kız öğrenci kayıt yaptırdı.

1936 Mayıs’ında Bursa’da telaşlı bir koştur- ma yaşanıyordu. İlk haftasında Ankara’dan sandıklar içinde gelen 2 adet motorsuz tayya- re ve bir tane de hangar yerine kullanılacak çadır Atıcılar’a yerleştirilmiş, kurulacak olan Türkkuşu merkezi için Tayyare sinemasının üst katında bir daire hazırlanmıştı.

17 Mayıs 1936 tarihinde Atıcılar’da 10 binden fazla kişinin katıldığı bir törenle Bursa Türk- kuşu Şubesi açıldı. (Atıcılar Meydanı 1914’te Tayyareci Mehmet Âli’nin (Kurçer) inişine de tanık olmuştu.) Konuşmalardan sonra Türk- kuşu’nun uçucu ve paraşütçüleri bir resmige- çit düzenledi. Daha sonra da uçuş gösterileri yapıldı. Açılışı takip eden günlerde 18 kız, 76 erkek öğretmenleri Abdurrahman ve Vedat’la çalışmalarını haziranın son haftasına kadar devam ettirdi. Bu derslerden iyi not alanlar İnönü’de açılacak kursa gideceklerdi.

araştırma / Bursa’nın Gökyüzündeki En Parlak Yıldızı - Emrullah Ali YILDIZ / Deniz DALKILINÇ

“Bursa Yelkenlisi”.

Emrullah Âli Yıldız’ın 1942’de yaptığı model uçak (Bahattin Adıgüzel arşivi).

“Bursa Yelkenlisi”.

Yıldız ailesi Uludağ’da piknikte. Babası Ahmet Kadri (önde solda), annesi Lütfiye Hanım (ayakta soldan üçüncü), Emrullah Âli elinde çay bardağıyla oturmakta. 1925.

(6)

Bu çalışmalar sırasında Bursalılar için önemli bir gün de yaşandı. 7 Haziran 1936’da Bursalı Sabiha Gökçen, çift kanatlı uçağıyla Yeşilköy’den havalanarak 35 dakika sonra Atıcılar’a indi. Alanda Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Türkkuşu öğrencileriyle birlikte kalabalık bir halk topluluğu da vardı. Atatürk yanındakilerle birlikte Sabiha Gökçen halen uçaktayken yanına geldi, elini sıktıktan sonra tekrar havalanmasını istedi. Sabiha Gökçen, Bursa ve Uludağ üzerinde bir süre uçtuktan sonra tekrar meydana iner. Türkkuşu’nda eği- tim alan 23 yaşındaki Rauf Alpay yıllar sonra o günü oğlu Selçuk Alpay’a şöyle anlatıyordu:

“Sabiha Hanım, meydana inince Atatürk uçağın yanına yaklaştı. Tabi bizler de arkasın- dan… Atatürk önce Sabiha Hanım’ın elini sıktı ve elleriyle işaret ederek, ‘Böyle iki teker aynı anda değerek mi indin, yoksa bir teker önce mi değdi?’ diye sordu. Sabiha Hanımdan iki teker aynı anda cevabını alınca da gülümse- yerek bir daha havalanmasını söyledi.”

Bu uçuş gösterisi şüphesiz Bursalı genç

Türkkuşu üyelerinin heyecanını ve havacılığa ilgisini daha da artırmıştı. Ertesi günlerde (8-9 Haziran 1936) Türkkuşu’nda ders alan öğrenciler köylülere gösteri uçuşları yaptı- lar. Temmuz’da ise İnönü Planör Kampına gidecek olan öğrenciler belirlendi ve Atatürk Anıtı’nda yapılan törenle yolcu edildiler.

İnönü’de hemşerileri Emrullah Âli’den de ders alacaklardı.

Kasım 1936’da Ankara’da başarılı atlayışlar yapan kız ve erkek paraşütçüler Türk Hava Kurumu idarecileri ve aileleri tarafından Kestel’de otomobillerle karşılandı. Yanlarında Emrullah Âli Yıldız da vardı. Yıldız, Bursa’da ortaokul öğrencilerine planörcülük ve para- şütçülük dersi verdi.

YILDIZ’IN REKORLARI

Emrullah Âli Yıldız, 1936-1941 yılları arasında Türkkuşu’nda uçak ve planör pilotluğu ile paraşütçülük/model uçak eğitimleri verdi.

Emrullah Âli, bu yıllar arasında iki de dünya rekoru kıracaktı. Bursa’daki öğretmenliği sıra- sında tanıştığı Sıdıka Hanım’la evlendi. Sıdıka Yıldız, Türkkuşu’nda öğrenciydi ve evlenme teklifini bir kontrol uçuşu sırasında havada almıştı.

1936 yılının Tayyare ve Zafer Bayramı’nda, İnönü-Ankara arasında uçuş, paraşütle atla- ma ve gösteri uçuşları yapılıyordu. Rusya’daki havacılık eğitiminden dönmesinden bir ay sonra Emrullah Âli, 29 Ağustos 1936’da planörüyle Eskişehir/İnönü’den sabah saat 08.20’de tek başına havalandı ve gece 02.55’te yere indi. Havada daha fazla kalmak isteyen ama rüzgârın durmasıyla inmeye mecbur kalan Emrullah Âli, yere indiğin- de gözyaşlarını tutamıyordu. Tam 18 saat 35 dakika havada kalmıştı ve bu bir dünya rekoruydu.

Diğer dünya rekorunu ise iki kişilik planörle 12 Haziran 1938’de 14 saat 20 dakika havada kalarak kırdı. Kranih tipi Alman yapımı planör ile yanında öğretmen adayı 18 yaşındaki Sezai Göksu ile birlikte İnönü Yüksek Planör Kampında “C” tepesinden 10.20’de havalan- mışlardı. Geniş sekizler çizerek ve en küçük hava cereyanlarından da yararlanmaya çalı- şarak geceyi görmüşlerdi. Havanın kararması ve bulutların alçalmasıyla görüş mesafeleri düşmeye başladı. İniş alanında lambalarla T işareti yapılmıştı. 23.20’de alana indiler.

Havacıların çevresi kamp personeli tarafın-

dan sarıldı. İki kişilik planörle havada kalma dünya rekorunu 21 dakika fazlasıyla kırmış- lardı. (Planörle ilk dünya rekoru Alman Ernest Jachtmann ve Flossdorf tarafından 26/27 Kasım 1937’de yapılan 13 saat 59 dakikalık uçuştur.)

Bu rekor büyük yankılar uyandırdı. Dönemin köşe yazarları Emrullah Âli’yi bu başarısından dolayı kutladı ve övgüler yağdırdı. Âli Yıldız’ın bu rekorları dışında iki kişilik planörle 172 kilometrelik mesafe rekoru da vardır.

AĞACIN ÜZERİNE İNEN PLANÖR

Türk Hava Kurumu’nun halka tanıtılması ama- cıyla 26 Şubat 1937-16 Mart 1937 tarihleri arasında batı Anadolu gezisi planlandı. 26 Şubat’ta Ankara’dan havalanan iki motorlu tayyare ve bir G-9 planöründen oluşan Türk- kuşu filosu Eskişehir/İnönü’de konakladıktan sonra 27 Şubat 1937’de Bursa’ya geldi. Yüz- başı Zeki, Vecihi Hürkuş, Ferit Orbay, Tevfik Aytan ve makinist Faruk’la birlikte Türkkuşu filosunda Bursalı genç havacı Emrullah Âli Yıldız da vardı. Havacılar, Atıcılar Meydanı’nda toplanan Bursalılar tarafından yoğun ilgiyle karşılandı. Araçların yetersiz kalması nedeniy-

le Atıcılar’a binlerce kişi yürüyerek gelmişti.

Türkkuşu havacıları, Bursa’daki Türkkuşu üye- leriyle hem uçuş gösterisi hem de paraşütle atlama yaptı. Yüzlerce kişinin uçma isteğine kayıtsız kalamayan havacılarımız kura ile belirlenen 25 kişiyi Bursa üzerinde uçurdu.

25 şanslı Bursalı ilk defa uçağa bindi ve şehri

havadan gördü. Takip eden günlerde filonun gösterileri 25 bin kişinin izlediği gazete sayfa- larına yansıdı.

Bursa’da gösteri uçuşları yapan filo 1 Mart’ta İzmir’e gitmek üzere sabah 08.50’de yine bü- yük bir kalabalığın katılımıyla şehirden ayrıldı.

İzmir ve ilçelerinde gösteri uçuşları yapan filo araştırma / Bursa’nın Gökyüzündeki En Parlak Yıldızı - Emrullah Ali YILDIZ / Deniz DALKILINÇ

Emrullah Âli Yıldız, Rusya Koktebel Eğitim Merkezinde (Mustafa Kılıç arşivi).

Gülhane Parkı’ndaki ağaca bir kuş gibi kondurulan planör itfaiye tarafında aşağı indirilir. (Mustafa Kılıç arşivi).

Akşam, 24 Şubat 1935.

Bursa Türkkuşu Binası (İhsan Celal Antel Objektifi, Afif Antel Albümü).

(7)

tekrar Bursa’ya ve oradan da 9 Mart 1937’de İstanbul’a ulaştı. Yeşilköy’de 14 Mart 1937’de büyük hava gösterilerinin olacağı “Türkkuşu Bayramı” yapılacaktı.

Gösterilerden bir gün önce Türkkuşu tayya- releri şehre bildiriler atarak İstanbul halkını yapılacak hava bayramına davet etmek üzere havalandı. Vecihi Hürkuş’un kullandığı tayyareye bağlı olarak havalanan 2 numa- ralı planörde Emrullah Âli Yıldız vardı. Halk, Ayasofya ile Gülhane Parkı arasında daireler çizen iki tayyarenin manevralarını büyük bir merakla izliyordu. Bir süre sonra iki tayyareyi birbirine bağlayan çelik halat koptu ve Em- rullah Âli Yıldız’ın kullandığı planör tek başına havada kaldı. Emrullah Âli, planörü büyük bir soğukkanlılıkla kullanarak halkın şaşkın bakışları arasında Gülhane Parkı’ndaki ağaca bir kuş gibi kondurdu.

Bu başarılı iniş esnasında Emrullah Âli’nin sadece gözlüğü kırılmıştı. Sırtındaki ceketi ve paraşütü çıkararak yere attı ve ağacın dallarına tutunup halkın meraklı bakışları arasında alkışlarla yere indi. İki kanadında delikler oluşan planör ise itfaiye tarafından yere indirilip Eskişehir’e gönderildi. Emrullah Âli Yıldız inişini şöyle anlatmıştı:

“Bakırköy üzerinden Köprü istikametine uçu- yorduk. Yerden yüksekliğimiz 70-100 metre arasında idi. Birdenbire nasıl oldu, bilmiyo- rum. Planörümü, tayyareye bağlayan tel, bir sağanak neticesinde kopuverdi.

Beni, ileriye doğru çeken kuvvetin birden- bire kesildiğini hissettim. Havada tayyaresiz

kalmıştım. İşin asıl kötü tarafı, tel tayyarenin aşağı yukarı on santim kadar yakınından kopmuştu. Büyük kısmı bende idi. Bu koca tel, tayyareden ayrılınca büyük bir sarsıntı ya- parak plânörümün gövdesine geçti ve dolaştı.

Öyle bir yerde idim ki önümde deniz, sağımda Gülhane parkı, solumda devlet demiryolları Avrupa hattı garı vardı. Evvelâ istasyona in- meği düşündüm. Fakat belki bir kaç vatandaşı ezebilirdim. Sonra denize inmeği düşündüm.

Kalabalık olan limanda ya bir motora veya bir sandala çarparak batırsaydım? Bu ihtimaller, bir saniye içinde birbirini kovaladı. Nihayet kararımı verdim; Gülhane parkının üzerindeki ağaçlardan birine inecektim.

Evvelâ havada bir dönüş yaptım. Ve yere iniyormuş gibi yaparak ağaçların üzerine doğru süzüldüm. Daha yere inmeye 20-30 metre mesafe varken tel bir ağaca takılmaz mı? Tabiî bu vaziyet planörü baş aşağı getirdi.

Düşmeyi süratlendirmekten başka çare yok- tu. Tam ağacın üzerine yerleşirken bir darbe ile teli kurtardım. Ve planörü iki dalın arasına, sanki yerden havalanır gibi, aşağıdan yukarı- ya doğru yerleştirdim.

Bu benim başıma gelen iş, plânörün bir hususiyetini daha meydana koydu: Planörün yalnız şekli kuşa benzemez. O biraz da bir kuş gibidir. Ve eğer başı sıkıya gelirse, bir ağaç dalının üstünde de kendine bir yer bulur. Tıpkı kocaman bir kartal gibi...”

“GÖRECEK VE ÇEKECEKSİN”

Emrullah Âli Yıldız, rekorlarının yanında birçok proje ve icada da imza atmıştı. Günümüzde paraşütçüler tarafından kullanılan modern otomatik açma aletinin ilk örneğini 1940’lı yıl- larda o yapmıştı. Uçakların pervane yapımıyla ilgili buluşu da otomatik paraşüt açma aletin- de olduğu gibi bir Amerikalının ilgisini çekti.

Dikey kalkış yapan Harrier’e benzer bir patent çalışması vardı. İlgisizlikten bu da değerlen- medi. Yıllar sonra Harrier uçağını görünce içi sızlamıştı. Birçok icadının yanında model uçak motor imalatı da yaptı.

THK Türkkuşu, İnönü Yüksek Planör Kampı Müdürü ve Etimesgut Uçak Fabrikasında Test Pilotluğu da yapan Emrullah Âli, 1947 yılında bir paraşüt atlayışında sakatlandı. Paraşüt-

çülükten ayrılarak sadece uçuşa ağırlık verdi.

Sakatlığının da etkisiyle yararlı olamayacağı düşüncesi ağırlık bastı ve 10 Mayıs 1948 tarihinde aktif havacılık yaşamını sonlandırdı.

Sonlandırdı ama okul müdürlerinin özel izni ile arada sırada uçmaya devam etti.

Emrullah Âli’nin icatları havacılık alanında sınırlı kalmadı. Aktif havacılıktan ayrıldıktan sonra bir fotoğraf stüdyosu açtı. Fotoğrafçılı- ğı Bursa’da öğrenmişti. Ağabeyi Neşet Yıldız 1920’li yılların başında açtığı, Bursa’nın ilk fotoğrafhanelerinden Foto Yıldız’ın sahibiydi.

Beyoğlu’nda açtığı fotoğraf stüdyosu Fikret Kaftanoğlu’nun icat ettiği bir sistemi geliştire- rek kurduğu bir stüdyoydu. “Görçek” Fotoğ- raf Stüdyosu… Fotoğraf çektirmek isteyenler kabine girdiklerinde arkasında objektif olan bir ayna ile karşılaşıyorlardı. İstedikleri pozu verip kordonun ucundaki düğmeye basarak kendi fotoğraflarını çekebiliyorlardı. Emrullah Âli Yıldız, stüdyoya uğrayan Bursalı gazete- ci arkadaşı Rıza Ruşen’e geliştirdiği sistemi şöyle anlatmıştı:

“Bu makinenin bir eşi Türkiye’de, hatta belki

de dünyada benden başka hiç kimsede yok- tur. Çünkü bu makine bir Türk zekâsının bulu- şudur ve patenti bana devredilmiştir. Bunlar makinenin gözleri yani makinelerde gördü- ğümüz objektifler. Mesela şu üç numaralı kabine gireceksin. Kapının açılması için lütfen şu düğmeye basıver. Burada resim çektirmek isteyen müşteri, kendisine en münasip bir pozu aynaya bakarak verir. Sonra şu kordo- nun ucundaki düğmeye basar. Artık resmi çekilmiştir. İşte hepsi bu kadar… Görecek ve çekeceksin.”

İLGİSİZLİĞE SİTEM

Görçek Fotoğraf Stüdyosu’nu 1970’e kadar çalıştıran Emrullah Âli Yıldız, 1996’da hayatını kaybetti. 1938 yılında kırdığı rekordan sonra 2 Ağustos 1938 tarihli Bursa gazetesinde kaleme aldığı yazısında Bursalıların havacılı- ğa yeterli ilgiyi göstermediğinden yakınarak şöyle seslenmişti:

“Yaptığım ufak bir zaman rekoruna gös- terdiğiniz alakaya güvenerek, size bir kaç ağabey öğüdünde bulunmaya karar verdim.

Türkiye’deki planör faaliyetinin ilk ve ikinci senelerinde büyük bir alaka göstererek ön safı tutan sizler, bu sene ne için bu alakanızı kaybetmiş, ne için bu işte en geri safa geçmiş bulunuyorsunuz?”

ADI BİR UÇAĞA VERİLMELİ…

Yıllar sonra Bursa, havacılığa olan inişli çıkışlı ilgisinde önemli bir adım attı. Gökçen Ailesi’ne bağlı B Plas firması Alman Uçak fabrikası AQUILA’yı satın aldı. Almanya’da ya- pılan imza törenine katılan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, 3 adet uçak siparişi vererek, üretim için önemli ve anlamlı bir destek vermiş oldu. Bu önemli gelişmenin ardından Bursa havacılık tarihimizin en parlak yıldızlarından olan Emrullah Âli Yıldız yeniden hatırlanmalı. Ve siparişi verilen uçaklardan biri

“Emrullah Âli Yıldız” ismiyle yeniden gökyü- züne kavuşmalı…

araştırma / Bursa’nın Gökyüzündeki En Parlak Yıldızı - Emrullah Ali YILDIZ / Deniz DALKILINÇ

Bursalıların Tayyare Cemiyeti’ne bağışladıkları ilk uçak olan “Yeşil Bursa” (Serdar Kuşku arşivi).

Emrullah Âli Yıldız, planörüyle İnönü’de (Bahattin Adıgüzel arşivi).

Emrullah Âli Yıldız (sağdan ikinci) ve Sabiha Gökçen, Türk ve Rus arkadaşları ile Koktebel planör eğitimlerinde (Mustafa Kılıç arşivi).

Tayyare Cemiyeti Binası, 1942 (İhsan Celal Antel Objektifi, Afif Antel Albümü). Bursa Türkkuşu’nda eğitim alan planörcüler öğretmenleri Abdurrahman ve Vedad ile Atıcılar’da. Çömelenlerden şapkalı planörcü Rauf Alpay, 1936.

(Selçuk Alpay arşivi).

(8)

Prof. Dr. Mustafa KARA

araştırma / Tarihi Eserlerimizin Muhafızı - Kâzım BAYKAL / Prof. Dr. Mustafa KARA

1905 yılında bu şehirde doğan Kâzım Baykal, Bursa abide ve anıtları yaşadıkça ismi yaşayacak olan bir muallim, bir kültür ada- mıdır. İlk medrese tahsilini Bursa’da tamamladıktan sonra İstanbul Darulfünun İlahiyat Fakülte- si’nde, Yüksek Öğretmen Okulu’nda tahsilini ikmal eden Baykal, kırk yıla yakın bir süre Ana- dolu’nun muhtelif şehirlerinde felsefe, Psikoloji, sosyoloji ve mantık dersleri öğret- menliği yapmıştır.

Öğretmen olarak tayin edildiği Diyarbakır’da tarihî surlarla tanışan Hoca, kararını vermişti:

Tarihî eserleri korumak ve kollamak kendimizi korumak ve kollamaktı. Tarihî eserleri tes- lim aldığımız gibi daha güzel bir şekilde torunlarımıza bırakmak insanî vazifemizdir.

1946 yılında bir grup arkadaşıyla birlikte kurduğu ve mimarlık tarihimizin yüz akı olan şahsiyetlerden Ekrem Hakkı Ayver-

di’nin “Bursa’nın emsalsiz derneği”

diye nitelendirdiği “Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu”nun

başkanlığını vefat ettiği güne kadar sürdürdü. Bu

kurum vasıtasıyla 1900’lü yılların başından itibaren

ilgisizlik ve bilgisizlik- ten harap olan pek

çok eser onarılmış, ayağa kaldırılmış ve toplumun hizmetine sunulmuştur.

O yıllarda böyle bir dernek kurmak ve gereğini yapmak kolay değildi. Nitekim derneğin ilk projelerinden biri olan Süley- man Çelebi’nin kabrini onarma ve çevresini düzenleme faaliyetinde tepki almışlardı. Karşı olanların sorusu şu idi:

TARİHÎ

ESERLERİMİZİN MUHAFIZI

KÂZIM BAYKAL

Tarihî dokuyu okuyan Tarihî dokuyu koruyan Kozayı yeniden dokuyan Kâzım Baykal üstadımızdır

Vardavî

(9)

Türbelerin 677 sayılı kanunla kapalı olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde bir türbeyi onarmak ne demektir? Bu Devrim kanunlarına karşı gelmek değil midir?”

Evet, o yıllarda türbeler kapalıydı. 1925’te tekkelerle birlikte türbeler de kapatılmıştı. Bu konuda Kâzım Baykal ve arkadaşlarının işini kolaylaştıran iki konu vardı. Birincisi, Anka- ra’daki siyasiler bazı tarihî büyük şahsiyet- lerin türbelerini ziyarete açmayı konuşmaya

başlamışlardı. Nitekim tek parti yönetimi sona ermeden bu kanun çıktı. 19 türbe(sadece 19 türbe)ziyarete açılmıştı. İkincisi ise Anıtka- bir’in yapılıyor olması…

Süleyman Çelebi’nin türbesini pek çok tarihî eser takip etti. Hocamız ömrünü bu hizmet- lere adadı. Çalıştı, çabaladı… Yıllar yılları kovaladı. Kendileriyle 1977 yılında Bursa Yüksek İslâm Enstitüsüne asistan olarak atan- dıktan hemen sonra tanıştım. Tasavvuf Tarihi

asistanı olduğumu söyleyince ilk cümlesi şu oldu: “Benim tasavvuf tarihi hocam rahmetli Mehmet Ali Aynî’dir”

Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu’nun o güzel mütevâzi binasında yapılan istişare toplantılarına davetleri üzerine zaman zaman katıldım. Bursa ile ilgili bazı faaliyetlerde beraber olduk. İkili sohbetlerimizde daha çok İslâmiyette Yeni İctihadlara Doğru ile Hikmet-i Teşri isimli eserlerini gündeme getirerek konu ile ilgili düşüncelerimi öğrenmek istiyordu.

Bazan da İpekçilik’teki Enstitümüze teşrif etti, meslektaş olarak sohbet ettik.

Son hastalığında Bursa Devlet Hastahanesi’n- de yattığını duyunca ziyarete gittim. “Bursa sohbeti” devam ederken tanıdık simalar içeri girdi. Böylece Kurum’un Baykal başkanlı- ğındaki son yönetim kurulu toplantısına da müşahit olarak katıldım.

Bu yazıda dikkatinize sunmak istediğim ilk konu onu yetiştiren muhit ile ilgilidir. 1924’de çıkan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ndan hemen sonra açılan Darulfünun İlahiyat Fakültesi’nde feyz aldığı insanlar cumhuriyet döneminin en önemli ilim ve kültür adamlarıdır. Bunlardan birkaç tanesini, okuttuğu derslerle birlikte anmak zannediyorum onun ilim ve fikir dün- yasını daha doğru anlamamıza vesile olacak ve Kâzım Baykal hocamızın da ruhunu şad edecektir.

Bu şahsiyetlerin hemen hepsi alanının otori- tesi olup kaleme aldıkları eserlerle Türk-İslam kültürüne katkıda bulunan, daha da önemlisi Osmanlı’yı Cumhuriyete bağlayan “köprü”

vazifesi gören fikir ve kalem erbabıdır:

Şemseddin Günaltay

(Doğ. Erzincan 1883- Öl. İstanbul 1961) İslam Dini Tarihi – Metafizik

Yusuf Ziya Yörükhan

(Doğ. Selânik 1887- Öl. Ankara 1945) İslam Mezhepleri Tarihi

Hilmi Ömer Budda

(Doğ. İstanbul 1894- Öl. Ankara 1952) Dinler Tarihi

Mustafa Şekip Tunç

(Doğ. İstanbul 1886- Öl. Ankara 1953) Din Psikolojisi

İsmail Hakkı Baltacıoğlu

(Doğ. İstanbul 1886- Öl. Ankara 1978) Din Sosyolojisi

Kilisli Rıfat

(Doğ. Kilis 1873- Öl. Ankara 1953) Arapça

Şerafettin Yaltkaya

(Doğ. İstanbul 1879- Öl. Ankara 1947) Kelâm Tarihi

Fuat Köprülü

(Doğ. İstanbul 1890- Öl. İstanbul 1966) Türk Dini Tarihi

Mehmet Ali Aynî

(Doğ. Üsküp 1869- Öl. İstanbul 1945) Tasavvuf Tarihi

Mehmet İzzet

(Doğ. İstanbul 1891- Öl. Berlin 1930) Ahlâk

Şevket Efendi

(Doğ. İstanbul 1877- Öl. İstanbul 1951) Fıkıh Tarihi

Bu isimlerden, Prof. Dr. Şerafettin Yaltkaya daha sonraki yıllarda Diyanet İşleri Başkanı, Prof. Dr. Fuat Köprülü Dışişleri Bakanı, İsmail Hakkı Baltacıoğlu Milletvekili, Şemsettin Günaltay ise 1940’lı yılların sonunda tek parti döneminin son Başbakanı olmuştur.

Kâzım Baykal Hoca’nın söz konusu fakülte- de okuduğu dersler ve sömestr müddetleri şöyledir:

araştırma / Tarihi Eserlerimizin Muhafızı - Kâzım BAYKAL / Prof. Dr. Mustafa KAYA

(10)

Tefsir ve Tarih-i Tefsir 6 Hadis ve Tarih-i Hadis 4

Fıkıh Tarihi 4

İctimaiyat 2

Ahlâk 2

Din-i İslâm Tarihi 4

Akvâm-ı İslâmiyye Etnoğrayası 4

Türk Tarih-i Dinisi 4

Kelâm Tarihi 4

İslâm Felsefesi 2

Tasavvuf Tarihi 4

Felsefe Tarihi 4

Hâl-i Hazırda İslâm Mezhebleri 4

İslâm Bediiyatı 2

Felsefe-i Din 4

Tarih-i Edyân 4

ESERLERİ

Böyle seçkin bir kadronun ders halkasında bulunan Baykal elde ettiği birikimi okullarda öğretmenlik yaparak, ders kitabı yazarak öğrencileriyle, dinî ve tarihî kitaplar yazarak içinde yaşadığı toplumla paylaşmıştır. Mahalli gazetelerde yıllar boyu yazdığı yüzlerce yazı ise onun gayretini belgeleyen yadigârların

başında sayılmalıdır. Osmanlı kültürüyle Cum- huriyet kültürünü buluşturan şahsiyetlerden biri olan Kâzım Baykal hocanın eserlerinden birkaç tanesini kısaca tanıtmak gerekir.

• Bursa Anıtları (İstanbul, 1950)

Bursa’da bulunan cami, çeşme, türbe, mezarlık, köşk, ev, hamam, tekke, mektep, kilise, muallimhane, medrese, han, köprü, çınar, havra, resmi binalar gibi tarih değeri olan her yadigârla ilgili bilgi ve belge sunan bir eserdir. İkinci baskısı T. A. Ç. Vakfı tarafından 1982 yılında yapılmış olan bu eser bir “Bursa Klasiği”dir. “Şanına lâyık” bir şekilde yeniden dizilip basılması dileğimizdir.

• Ulucami (İstanbul, 1950)

Bursa Anıtları’nda Ulucami’yi 2–3 sayfa- da tanıtan yazar, söz konusu eserde bu muhteşem mabedi bütün detay ve kültürel zenginlikleriyle birlikte tanıtmıştır. Bir “Hat Müzesi” özelliği taşıyan bu caminin yazılarını ve kitabelerini tanıtması esere ayrı bir değer katmaktadır. Birinci baskının önsöz tarihi 17 Mart 1948, ikinci baskının tarihi ise 1 Ocak 1989’dur. Eserin ilk neşrinden sonra Beyoğlu Noteri Mithat Cemal Kuntay’ın 19 Nisan 1951 tarihinde Son Posta gazetesinde çıkan yazısı da ikinci baskının ilk sayfalarında yer almıştır.

• Süleyman Çelebi ve Mevlid (Bursa, 1999)

1940’lı yılların sonunda Çekirge semtindeki Süleyman Çelebi’nin türbesinin onarımına Eski Eserleri Sevenler Kurumu öncülük eder- ken Kâzım Baykal, dostu Fehameddin Ulusoy ile (Yadigâr-ı Şemsî / Bursa Dergâhları’nın yazarı Şemseddin Ulusoy’un oğlu) Mevlid’in metnini de neşretme faaliyetine başlamıştı.

Fakat eserlerin orijinal metinle birlikte basıl- ması Kadir Atlansoy’un himmetiyle Hoca’nın vefatından sonra gerçekleştirilebildi. Eserde İbnulemin Mahmud Kemal ve o günlerin Diyanet İşleri Başkanı olan Ahmed Hamdi Akseki’nin Süleyman Çelebi ve Mevlid mera- simleri ile ilgili olarak yazarlara gönderdikleri metinler de vardır.

• 2000 Yıllık Bursa’nın Belediyesi (Bursa, 1976)

Bursa’da kurulduğu yıldan itibaren belediye örgütü hakkında çok detaylı bilgilerin yer aldığı bu kitap alanında önemli bir çalışmadır.

Genellikle salnâmelerden yararlanılarak hazır- lanan kitap 1976 yılına kadar dönemin beledi- yeleri hakkında da güncel bilgiler vermiştir.

Fotoğraf ve tablolarla desteklenen kitapta Bursa şehrinin gelişimini gösteren haritalara da yer verilmiştir.

• İslamiyetle Yeni İçtihadlara Doğru (Bursa, 1966)

Kâzım Baykal doğrudan dinî meselelere ayırdığı kitaplar da kaleme almıştır. Bu küçük eserde, din ve hurafe, eğitim–öğretim, ilim, felsefe, teknik anlayış, ceza ve hukuk anlayışı, örtünme, aile hukuku anlayışı, sigorta, yene- cek ve içecek şeyler hakkında, ticari ve malî muameleler hakkında gibi alt başlıklar açarak konu ile ilgili düşünce ve yorumlarını açıkla- mış, namaz, oruç, hac, zekat, gibi konulara da temas etmiştir. Meselelerin çözümü ile ilgili son sözü yetkili kurullara bırakmıştır.

• Hikmet-i Teşrî (Dinimizin emir ve yasaklarındaki nedenleri ve amaçları üzerine bir inceleme) (Bursa, 1983)

Yukarıdaki eserin geliştirilmiş şekli gibi olan bu kitapta Kâzım Baykal, dinî meseleleri tar- tışmaya devam etmektedir. Sonuç kısmında İslam dininin insanların huzur ve mutlulu-

ğunu hedeflediğini, dinî esaslara bu gözle bakılmasını istemekte, İslam alimlerini ciddi çalışmalara davet etmekte ve eserini şu dua ile tamamlamaktadır: “Cenab-ı Hak ümmet-i Muhammed’e hayırlısını ihsan etsin”.

Ayrıca derneğin faaliyetleri yıllık kongrelerde ilgililere sunulmak üzere broşür şeklinde ba- sılmıştır. Bu metinler de Hocamız tarafından kaleme alınmıştır.

25 Aralık 1905’te Hoca Hasan Mahallesi’nde doğan, tahsilini tamamladıktan sonra Kayseri, Sivas, Niğde, Diyarbakır, Kütahya ve Bursa’da öğretmen ve yöneticilik yapan Kâzım Baykal ilim, irfan, kültür ve sanat hayatımızla ilgili pek çok faaliyete imza attıktan sonra 27 Temmuz 1993 tarihinde Hakkın rahmetine kavuşmuş, pek çok meslektaşının bulunduğu Emir Sultan Mezarlığı’na defnedilmiştir.

Vefatından kısa süre önce 1992’de Uludağ Üniversitesi kadirşinaslık örneği vererek

kendisine “Fahri Doktora” unvanı vermiştir.

Hocamızı rahmetle anarak vefatına düşürdü- ğümüz tarihle söze son vermek istiyoruz.

Ata yadigârları şüphesiz kıymetlidir Eserleri korumak bizde çok zahmetlidir Çıkıp dört kutup söyler vefatına bir tarih Bursa sevdalısı “KÂZIM BAYKAL RAHMETLİDİR.

1993

BURSA İLE İLGİLİ ESERLERİ BASILACAK MI?

Birkaç sene önce Kâzım Baykal’ın bazı eserlerinin Bursa İl Özel İdaresi tarafından basılacağını duymuş ve sevinmiştik. Fakat bugüne kadar bu gerçekleşmedi. Sebebini bilmiyorum. Fakat bunun peşine düşmek ve bu hayırlı işi neticelendirmek gerekiyor. İl Özel İdaresi Büyükşehir Belediyesi’ne geçtiğine göre söz konusu hizmetin Belediye marife- tiyle yapılması uygun olur. Özellikle Bursa ile ilgili eserlerin basılması mahalli kültür açısın- dan da önem arz etmektedir.

KAYNAKÇA

Hamit Er İstanbul Darulfününu İlahiyat Fakültesi Mecmuası Hoca ve Yazarları İstanbul 1993

Mustafa Öcal, Osmanlıdan Günümüze Türkiye’de Din Eğitimi İstanbul 2015

Darulfünun İlahiyat Sempozyumu İstanbul 2009

Kâzım Baykal Sempozyumu Bursa 2007

Bursa Ansiklopedisi. Yayına hazırlayan Yılmaz Akkılıç Bursa 2002

araştırma / Tarihi Eserlerimizin Muhafızı - Kâzım BAYKAL / Prof. Dr. Mustafa KAYA

Mimarlık tarihimizin yüz akı olan şahsiyetlerden Ekrem Hakkı Ayverdi’nin ‘Bursa’nın emsalsiz derneği’ diye nitelendirdiği Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu’nun uzun yıllar faaliyet gösterdiği Darül Kurra..

Irgandı Köprüsünün mahzeninde

Süleyman Çelebi Türbesinde Selvi dikiyor.

(11)

Mahallenin Namusu / Metin Önal MENGÜŞOĞLU

MAHALLENİN NAMUSU

Diyalog böylece sürer gider. Ne tatlı beraberlikler, akrabalıklar kurmuştur Anadolu insanı birbirleriyle. Bir benzerini başka toplumlarda bulamayacağınız bu muhteşem mozaik, bütün yer altı ve yer üstü zenginliklerinden çok daha değerlidir, çünkü insana dair münasebetler bütünüdür.

Ünlü Azerbeycanlı şair Bahtiyar Vahapzade’nin dizelerini hatırlayalım:

“Ezizim vatan yahşi Gezmeye keten yahşi Gezmeye gurbet eller Ölmeye vatan yahşi”

Bir aileye, bir kabileye, bir köye, bir kasabaya, bir millete, bir şehre, bir mahalleye aidiyet ve mensubiyet kaçınılmazdır. İnsan, toplum halinde, birbirine her bakımdan muhtaç yaşamak üzere yaratılmıştır. Bu sebeple onun bir

aidiyet ve mensubiyet hissi vardır. Bunun sürdürülmesi gerekmektedir.

Topraktan gelmiş ve toprağa gidecek olan insanın bünyesinde, doğup büyüdüğü toprağın hamuru, mayalanmış bir sıla hasreti olarak daima var bulunacaktır. Ne var ki yeni zamanların modası globalizm, küreselleşme, başka söyleyişle evrensellik gösterisi, kimilerini şaşırtmış, haramzadeye çevirmiştir. Sanki duvar deliğinden

çıkmışçasına aile, mahalle, şehir ve millet kimliğini yok sayarak, evrensel görünmeyi marifet sanmaktadırlar.

Bilinmelidir ki bir aile, şehir ve mahalle mensubiyeti ve aidiyeti yaşamamış bulunan yahut böylesi bir mensubiyeti küçümseyenler, asla evrensel olamazlar.

Kişi kendi olmadıkça, bir kimlik ve kişilik sahibi, tek başına bir değer taşımadıkça, evrensel olan kitle arasında kaybolup

-Kardeş sen nerelisin?

-Bursalı.

-Hangi mahallesinden?

-Umurbey.

-O, yakınız; ben de Molla Arap’tan. Caminin karşısında, Boşnak Mahallesinden.

-Boşnak mısınız?

-Babam Zaza Elazığ’dan, annem Boşnak.

-Ben Arnavut’um; babam Arnavut, annem Türk.

-Yenimahalle Tatar Mahallesi olarak bilinir.

-Evet, öyledir.

Metin Önal MENGÜŞOĞLU

İzzet Keribar

(12)

Mahallenin Namusu / Metin Önal MENGÜŞOĞLU

gider. Evrensellik, benlik bilinci, ben idrakini yitirmemiş insanlar tarafından gerçekleştirilirse, yazımızın başında sözünü ettiğimiz beraberlikleri var kılar. İnsan öncelikle bir aile evladı, bir mahallenin çocuğu olarak şekillenir, kimlik ve kişilik kazanır.

Mendilimde Kan Sesleri adlı harika şiirinde Edip Cansever ne güzel söylemişti:

“İnsan yaşadığı yere benzer

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer Suyunda yüzen balığa

Toprağını iten çiçeğe

Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine Konya’nın beyaz

Antep’in kırmızı düzlüğüne benzer

Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi…”

Şiir böyle uzayıp gidiyor. Birbirine bunca benzeyen bu insanları benzer kılan şey, aynı mahallenin çocukları olmaları değil midir?

O halde kimin kime, hangi sebeple caka satma hakkı olabilir ki? Düşünelim bakalım, nedir bütün bu ayrışmalar, kavgalar, küslükler, kinler, garezler?

Umurbey Mahallesi’nde bir terzi vardı.

Mahallemizin muhtarıydı. Bilseniz nasıl güzel bir insandı Erdoğan Uçarsu abi. Usta işi elbiseler dikerdi. Hemen arka sokağında oturmaya başlamıştım. Benim Elazığ, Diyarbakır, Malatya ve İstanbul’dan bir hayli terzi dostum vardı. Terzilerde oturmuş kalkmışlığım çoktur. Bu sebeple yerleştiğim şehirlerde terziler aramışımdır. Onu ise yerde ararken gökte bulmuştum sanki.

Artık elbiselerimi ona diktiriyordum.

Allah nasip etti iki adım ötemde terzi bulunan bir evde oturmaya başladım.

Erdoğan abiyle sohbetlerimizde anlatırdı.

Vaktiyle şehir merkezinde bir terziye çırak olarak girmiş. Her gün evden çok erken vakitlerde çıkar, yaya olarak yokuş aşağı Setbaşı Köprüsüne doğru yürürmüş.

Esnafın dükkânlarını erken vakitlerde açtığı o yıllarda sırasıyla bakkal, manav, terzi, berber, sütçü, simitçi kime rastlarsa hepsiyle mutlaka selamlaşarak yol alırmış.

Rahmetli, o günleri yâd ederek içini çeker, şimdilerde insanların birbirlerinden selamı

bile esirgediklerini söyler hüzünlenirdi.

Ben Asyalı Bir Ozan adlı ilk şiir kitabımda bir bölümün adı: Sokağa Dair’ler idi. Orada şöyle yazmıştım:

“Sokağa çektiğim çizgi O kızlara duvak olsun Gün görmediler onlar ki Yaban yüzleri ak olsun Bir gün perdeyi açarak Yüzünü orada bırak Bütün göreceğin kıvrak Ve çıkmaz bir sokak olsun.”

O günkü duygularımı hiç eksiksiz bugün de aynen hatırlıyor hatta kimse kızmazsa yaşıyorum, diyeceğim. Bir sahiplenmeydi benim yaptığım. Bir namus bekçiliği de diyebilirsiniz. Mahallenin namusu. Şerif Mardin hocanın, Türkiye’de başörtüsü meselesinin yoğun tartışıldığı yıllarda dile getirdiği, Mahalle Baskısı fenomeni, şeklinde adlandırmak da mümkündür. Evet, böyle bir baskıyı bizler de hissederdik. Ne var ki bundan şikâyetçi değildik. Öteki mahallenin çocukları bizim mahallenin kızlarına bakar, onları rahatsız ederlerse, karşılarında bizi bulurlardı. Elbet bunun tersi de olurdu.

Mahalle hazları, hatıraları, paylaşımlarıyla insana şekil veren, insanı otokontrole tabi tutan yönüyle bir zamanların harika bir toplum birimiydi. Apartmanlaşma, evlerin dikine büyümesi bütün hayatımızın altını üstüne getirdi. Artık mahalle bakkalı, mahalle kasabı, mahalle manavı, mahalle berberi, mahalle kahvesi yok. Güya evrenselleşti insanlık. Herkes yalnızlaştı.

Kimsenin dostu kalmadı. Benlik bilinci değil, ben idraki değil yaşanmakta olan, acı veren, yürek yakan bencillik adlı bir virüstür insan kanına giren.

Bilirsiniz yeni kuşaklar başka türlü sevdalanmakta. Başka türlü şiirler, şarkılar ve müzikten hoşlanmakta. Başka türlü bir sevgi dili kullanmaktalar. Çok sevdiğim şair arkadaşlarımdan birisinin güzel kızı bir hikâye kitabı yayımlamış, bir nüshasını da bana postalamıştı. Eseri okudum, hoş, sevimli öyküler vardı. Ne var ki hemen her öyküde sıklıkla kullanılan bir söyleyiş dikkatimi çekti. Şöyle konuşturuyordu

yazar kızımız, aksiliklerle karşılaşan kahramanlarını: “Kahretsin!” Hepsi bu kadar. Peki, Türkçemizde böyle bir söyleyiş var mıydı? Bu dil kime aitti? Mektup yazdım ve sordum kızımıza. Farkına vardı ve televizyon izleme alışkanlığının etkisinde kalan diline ait bu söyleyişin, yanlışlığını itiraf etti. Televizyon da bir tür mahalleyi terk edişin araçlarındandır diye düşünüyorum.

Yeni kuşakların takdir ettiğim bir başka marifeti daha var. “Şiir Sokakta” diyorlar.

Benim kuşağım, altmışlı yetmişli yıllarda hatta seksenlerde de kısmen devam eden duvar yazılarını, daha çok ideolojik savaş sloganlarına ayırmıştı. Birileri “Tek Yol Devrim” ötekiler “Hak Yol İslam” bir başkaları da “Tanrı Türkü Korusun” yazarak yüreklerini yatıştırırdı. Şimdilerde de elbet ideolojik sloganlara sarılanlar yok değil.

Ne var ki o yılların heyecanı pek kalmadı.

Şimdiki sloganlar artık savaş ağzı kokmuyor.

Eski ve son derece tehlikeli sloganlar yerine sevgi sözcüklerinin çoğalması umudumdur.

“Şiir Sokakta” diyen genç kuşaklar arasında deha çapında zeki çocuklar var. Grafiti yani duvar yazı ve resimleri sanatını uygulayan gençler, sokakları süsleyen, göz ve zihin zevkini kamçılayan eserler üretiyorlar.

Birilerini belki rahatsız etse, duvar sahiplerinin öfkesini üzerlerine çekse de, doğrusu ben genç insanların bu tavırlarını yadırgamıyor hatta rast gelirsem tebrik ediyorum.

“Şiir Sokakta” imzasıyla bizim arka sokaktaki apartmanlardan birisinin

duvarına, tanımadığım bir genç, üç yıl önce, iki dizeden ibaret ve hala orada duran, şöyle bir şiirsel söz yazmıştı:

“Önüne bakmasan diyorum Çarpışsak artık.”

Genç delikanlı ya da kızımız, arzu ettiği kişiyle çarpıştı mı, aralarında neler gerçekleşti bilmem mümkün değil. Yalnız şunu biliyorum ki burada muhteşem bir sanat zekâsı ve ince bir idrak mevcut. Bu çocuk her kimse, mesela bu yazıyı okuyorsa onunla mutlaka tanışmak isterim. Beni görmeye gelmese bile bu alanda mutlaka çalışmasını dilerim. Eğer, geçmişteki gibi birbirinin bütün ihtiyaç ve sıkıntılarından

haberdar mahalleliler olsaydık, onu illa ki bulur ve elinden tutmaya çalışırdım.

Gelin görün ki alt komşumun bile ismini bilmiyorum şimdilerde.

Mahalle yeniden var kılınabilir mi? Yeniden birbirinden haberli, birbirinin tuzuna, maydanozuna, limonuna, sarımsağına muhtaç sevgili komşuları, akşam

oturmalarına çağırmak, onlarla dertleşmek mümkün müdür?

Giden, geri gelmiyor, bunu hepimiz biliyoruz. Ancak gidenin geriye bıraktığı izlenim aramızda daima yaşar. Mahalle camisinin tuğlalarını dizen usta, mahalle çeşmesinin oluğunu değiştiren sucu, mahallenin hem muhtarı hem terzisi Erdoğan abi unutulmuyor. Mahallenin ismini değiştirmeye kalkışanlar, bütün

hatıralarımızı bir anda ortadan kaldırmak isteyenler, bize iyilik etmezler. İnsan hatıralarla yaşadığı gibi, ne demişti şair,

“insan yaşadığı yere benzer.”

Bahtiyar Vahapzade’nin yukarıda aktarılan dizeleri, yanılmıyorsam şimdilerde Konya Türküsü olarak kimi okuyucular tarafından seslendiriliyor. Ne muhteşem çağrışımları vardır son iki dizenin: “Gezmeye gurbet eller / Ölmeye vatan yahşi.” Yaban elleri görme, tanıma, oralarda gezme, dolaşma, hatta tanımak maksadıyla gurbetin sokaklarında kaybolma teşebbüsü, insana emsalsiz hazlar tattırır. Böyledir ancak hiç kimse gurbette uzun süre kalmaktan hoşnut olmaz. Hele ki ölümlü insan, cesedinin yabancı yerlerde unutulmasını asla istemez. Ölmek ancak öz yurdunda

insanı teselli edecektir. Yurttan kovulmuş kimi sanat, düşünce ve siyaset insanlarının ölmek için yurtlarını arzulamaları boşuna değildir.

Mahallenin namusu orada yaşayan her sakinin omuzlarına, hem hak hem de sorumluluk olarak yüklenmiş demektir.

Mahallenin insanını, çocuklarını, kadınlarını, camisini, çeşmesini, ağaçlarını, köpeklerini, kedilerini, varsa tavuklarını, bakkalını, manavını, kahvesini, berberini, kasabını, bahçelerini, yemişlerini hülasa adını, sanını, hatıralarını korumak namus bekçiliği ise, böylesi namusun bekçisi olmayı her sakin onur saymalıdır.

Dar anlamdaki en güzel yurdumuz, mahallemiz yaşasın diye ne yapabiliriz?

Zerrin Tavşan

(13)

haber / Bursa’dan Çanakkale’ye Vefa Kervanı

BURSA’DAN

ÇANAKKALE’YE

VEFA KERVANI

Çanakkale Savaşı’nda 6-8 Ağustos 1915’te kahramanca çarpışan ve iki Tugay gücüne ulaşan İngiliz kuvvetlerini Karakol Dağı ve Kireçtepe’de durdurup, Grup Komutanlığı’nı Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı Anafartalar Grubu’nun kuzey yanını koruyan Gelibolu ve Bursa Jandarma taburlarının üç bölüğündeki şehitlerin yer aldığı bölgeye, savaş devam ederken 1915’te bugünkü şehitlik yapılmıştı. Boş mermi kovanlarından yapılan bir anıtın da bulunduğu ve günümüze ulaşan orijinal şehitliklerden biri olan Kireçtepe Şehitliği’ndeki anıt önünde Ulu Önder Atatürk’ün çekilen bir fotoğrafı da önemli bir belge olarak tarihe not olarak düşülmüştü. Kahraman ecdada vefa borcunu en iyi şekilde ödemek için harekete geçen Bursa Büyükşehir Belediyesi de Bursa Garnizon Komutanlığı işbirliğiyle zaferin 100. yılına denk gelen geçtiğimiz yıl, şehitliği ecdada yakışır hale getirmişti.

Çalışmalar kapsamında, sismik çalışmayla tespit edilen mezarların yeri ortaya çıkarıldı. Tescilli mevcut şehitlik alanının orijinal hali korunarak, şehitliğin etrafında dairesel olarak gezinti yapılabilecek şekilde yürüyüş yolu yapıldı ve şehitliğin etrafını çevirecek olan duvar limra taşı ile kaplanarak özgün hale getirildi. Mevcut şehitlikte bulunan top mermisi kule anıtın aslına uygun olarak rekonstrüksiyonu yapılarak gerçeğiyle uyumlu olarak

restitüsyonu sağlandı. Yürüyüş yolu, Afyonkarahisar’dan getirilen ve her biri 70 kilogram olan bin 100 travertenden, duvarları ise Antalya’dan getirilen taşlardan inşa edilen şehitliğe, Miralay Mustafa Kemal’in birliği ziyareti sırasında çekilmiş fotoğrafı da konulmuştu. Zaferin 100. yılında yaklaşık 5000 Bursalının katıldığı duygusal bir törenle ziyarete açılan şehitlik, bu yıl yine ziyaretçi akınına uğradı. Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen ‘Bursa’dan Çanakkale’ye Vefa Çıkarması’ kapsamında 140 otobüsle yola çıkan 7 binden fazla Bursalı, kahraman atalarını bu yıl da gurur, gözyaşı ve dualarla andı.

Gece yarısı Bursa’dan hareket eden ve sabahın ilk ışıklarında, önce Akbaşlar Şehitliği’ni, ardından 57. Alay ve Conk Bayırı’nı ziyaret eden Bursalılar, öğlen saatlerinde ise Kireçtepe Bursa Seyyar Jandarma Taburları Şehitliği’ndeki resmi törende hazır bulundu.

Kahraman şehitleri anma törenine; Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin yanı sıra; İçişleri Bakanı Efkan Ala, Çanakkale Valisi Hamza Erkal, Bursa Garnizon ve Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Seyfullah Saldık ile Bursa’dan gelen ilçe belediye başkanları ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri katıldı.

Tören, İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın anıta çelenk bırakması ve İstiklal Marşı okunması ile başladı.

Çanakkale savaşlarında en fazla şehit veren Bursa, zaferin 101.

yılında, geçen sene Büyükşehir Belediyesi tarafından restore

edilen Kireçtepe Jandarma Şehitliği’nde kahraman ecdada vefa

için tek yürek oldu. Büyükşehir Belediyesi’nin organizasyonu

ile 140 otobüsle Çanakkale’ye adeta çıkarma yapan Bursalılar

ecdadı gurur, şükran ve dualarla andı.

(14)

haber / Bursa’dan Çanakkale’ye Vefa Kervanı

VEFA BORCUMUZU ÖDEMEYE ÇALIŞIYORUZ

Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, her karışını kanlarıyla suladıkları bu toprakları vatan haline getiren tüm ecdada vefa borçlarını kısmen de olsa ödemeye çalıştıklarını söyledi. Osmanlı devletinin kurucuları Osman ve Orhan Gazi’den Kurtuluş Savaşı ile destan yazan Atatürk’e ve canlarını seve seve bu vatan için veda eden ecdadı saygı ve minnetle

andıklarını belirten Başkan Altepe, ecdada olan vefa borcunu ödeyebilmek için de tarihi ve kültürel miras yatırımlarına ağırlık verdiklerini söyledi. Balkan coğrafyasında Çanakkale Kireçtepe’ye kadar nerede bir ecdat yadigarı varsa oraya el uzattıklarını kaydeden Başkan Altepe, “Kurtuluş Savaşı ile ilgili Bursa’mızdaki 12 şehitlik ile 93 tarihi mezarı ayağa kaldırdık.

Dünya tarihinin yeniden yazıldığı, düşman çizmesinin ülkemize girmemesi için, bu ülkenin bağımsız kalması için seve seve

ölüme giden bu kahraman ecdadımızı da unutmadık. Bu vatanın her metrekaresi için onlarca şehit verildi. Bu mücadeleye en çok katkı koyan en kritik zamanda cepheden cepheye koşan Bursa ve Gelibolu jandarma taburuyla burada tarih yazıldı. Bizde isimleri tarihimize altın harflerle yazılan bu kahraman ecdadımızın bulunduğu alanı, yine ecdadımıza yakışır hale getirdik. Son olarak yol düzenleme çalışmasıyla birlikte yaklaşık 7 milyon liralık bir harcama ile şehitliğimiz ecdada yakışır hale getirildi”

diye konuştu.

BURSA OSMANLI’NIN DNA’SIDIR

İçişleri Bakanı Efkan Ala, şehitliğin ihya edilmesi yönündeki çalışmaları nedeniyle Başkan Altepe başta olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür etti. Bu tür çalışmaların Bursa’ya çok yakıştığını dile getiren Bakan Ala, “Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı olmak; Osmanlı’nın onurunu taşımak, Osmanlıya yakışır hizmetler yapmak demektir. Bu bizim vazifemizdir. Biliyorsunuz insanda DNA vardır. Bu DNA küçük bir hücredir ama insanın bütün özelikleri orada kodlanmıştır.

Bursa da Osmanlının DNA’sıdır. Osmanlı’da

ne varsa Bursa’da o var. Onun için Osmanlı nerede ise Bursa orada. Benim için de ayrıca Bursa gibi bir şehrimizin TBMM’de onurla temsil etme görevi verdiğiniz için ayrı ayrı hürmetlerimi sunuyorum” dedi.

Çanakkale şehitleri denildiğinde sözün bittiğini, 7 düvelin bir araya gelerek, hiçbir şey elde edemeden bu kapıdan döndüğünü dile getiren Bakan Ala, “7 düvel bir araya gelmiş, bu kapılardan dönmüşken, o 7 düvelin maşası olarak saldıranlar ne elde edeceklerini sanıyorlar. Buradaki dedelerinden, şehitlerden utanmıyorlar mı? Haya etmiyorlar mı? Bu şehitlerin torunlarının, bu ülkeyi şaha kaldırmak için çalışmaları gerekmez mi? Bu aziz hatıraya ihanet edenler hiçbir zaman kazanamayacaklar. 7 düvele Çanakkale’den haykırıyoruz. Bu Çanakkale ruhu yaşadıkça cihan devleti Osmanlı’nın torunları yine cihanın bütün dünyanın gıpta ile bakacağı başarılara imza atacaktır” diye konuştu.

Bursa Garnizon ve Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Seyfullah Saldık ise, Bursa ve Gelibolu Seyyar Jandarma Taburları hakkında bilgi verdi. Seferberlik ilan edildikten sonra 1100 kişilik Bursa Seyyar Jandarma Taburunun Bursa’dan törenlerle Çanakkale cephesine uğurlandığını ifade eden Saldık, “Bursa Seyyar Jandarma Taburu Kireçtepe

bölgesine Anafartalar’ın kuzey yan emniyeti için Gelibolu taburu ile mevzilenmiştir.

Bu iki jandarma taburu 6-7 Ağustos 1915 tarihlerinde son büyük çıkarmayı yapan düşman kuvvetlerine karşı büyük savunma mücadelesi vermiş, düşmanın 10 bin mevcutla yürüdüğü cephede

1500 mevcutla destansı bir savunma icra etmiştir” dedi.

Konuşmaların ardından şehitliğe fidan diken protokol üyeleri, daha sonra şehitliğe gezip, mezarlara karanfil bıraktı.

Yaklaşık 140 araçlık Bursa konvoyu Kireçtepe’deki törenin ardından

yarımadadaki diğer şehitlikleri ziyaret etti.

Başta Abide alanı olmak üzere pek çok şehitliği ziyaret ederek şehitlerine dua eden Bursalı ziyaretçiler, gece yarısı hareket ettikleri Bursa’ya yine gece yarısı dönüş yaptılar.

VEFA, FİLİMLE ÖLÜMSÜZLEŞTİ

Diğer yandan, Bursa Büyükşehir Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü, oldukça duygu yüklü ve emek yoğun bu organizasyonu tanıtmak amacıyla, organizasyonu başından sonuna kadar kayıt altına alarak bir film hazırladı.

Profesyonel hava ve yer çekimleriyle desteklenen tanıtım filmi, geziye katılanların o anları tekrar yaşaması ve katılamamış olanların da hem gelecek yıllarda Çanakkale ziyareti yapmalarını sağlamak hem de Çanakkale zaferi üzerine bir bilinç uyandırmak amacını taşıyor.

Filim, yaklaşık 300 kişinin görevli olarak yer aldığı organizasyon kapsamında otobüslerin ilk hazırlanma anı ve ardından Çanakkale’ye hareketi ile başlıyor. Gemilerle

yarımadaya geçiş ve şehitlik ziyaretlerini an be an takip eden filmde, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin, Çanakkale’de savaşan askerlerin şapkalarından esinlenerek bu tören için yaptırıp ziyaretçilere dağıttığı asker şapkalarından, Çanakkale’de şehit düşen Bursalı askerlerin ismine özel yaptırılan künyelere kadar pek çok detay işleniyor. Filmde Bursa kafilesinin, Kireçtepe Seyyar Jandarma Taburları Şehitliği yoluna girişi ve şehitliğe ulaşmasına ayrıca önem veriliyor. Bursa kafilesinin, Bursa Garnizon ve Jandarma Bölge Komutanlığı’nın tahsis ettiği eskort jandarma timleri öncülüğünde Kireçtepe’ye ulaşması, büyük bir duygu seli yaşanmasına neden oluyor.

7 bin civarında Bursalı’nın Kireçtepe’de ecdadına gösterdiği vefayı tüm ayrıntılarıyla gösteren film, Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin şu ifadeleriyle bitiyor;

“Onlar; 20. Yüzyılın en büyük destanını kanlarıyla yazdılar. Yüzyıl önce ‘hasta’

denilen bir milletin, sözkonusu bağımsızlık olunca nasıl şaha kalktığını tüm cihana gösterdiler. Bursa, bu savaşın en çok şehit veren ili olarak tarihe geçti. Bu vesileyle her yıl dualarla gidiyoruz Çanakkale’ye.

Dedelerimizi rahmet ve minnetle anıyor, kahramanlıklarını unutmuyor, unutturmuyoruz…”

Bursa Büyükşehir Belediyesi, Çanakkale’de şehit verdiği dedelerini anmak üzere bundan sonra her yıl Nisan ayında Bursalıları Kireçtepe Şehitliği’ne götürerek bu ziyareti geleneksel hale dönüştürecek.

(15)

araştırma / Aynı Duaya Amin Dediler / Adnan BAŞTOPÇU

AYNI DUAYA ‘AMİN’ DEDİLER

Kimisi amin dedi, kimisi amen.. Sözcüğün kökeni zaten duanın sonu.. İnşallah olur manasında söyleniyor. İbranilerden Hıristiyanlara, onlardan da Müslümanlara geçmiş. Her dinde aynı yani duanın sonu. Fotoğraf böyle bir dua ortamının ürünü. Burası Bursa Büyükşehir Belediye eski binası.

Bursalıların ifadesiyle ‘tarihi bina’.

Adnan BAŞTOPÇU

Fotoğraflar : Dr. Seyhun BİNZET Koleksiyonu (Bursa Kent Müzesi)

Şu elinizde tuttuğunuz Bursa’da Zaman’a geçen sene bir yazı yazmıştım.

Çanakkale’de Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilen ‘Bursa Şehitliği’

ile ilgili. O yazıda Çanakkale’de şehit olmuş 300 bin civarında civanmert delikanlı içinde toplam 105 de gayrimüslim vatan evladı bulunduğundan söz etmiştim.

Artin, Agop, Konstantin, Simon, Kasapyan, Yorgi, Dimitri, Esteban, Kirkor ve diğerleri..

Bursa Kent Müzesi’nde sergilenirken

bu yayın organının paşası Saffet Yılmaz beyefendinin görüp dikkatini çeken bu fotoğraf, tam da o eski yazıda anlattığımız ruhun yansıması.

‘Fotoğrafın yalanı olmaz’ denir bizim meslekte. Öyleyse dikkatle bakalım, bu vesika niteliğindeki fotoğrafa:

Bir tören yapılıyor. Bu bir ‘uğurlama’

töreni. Şehrin ileri gelenleri, dönemin zatı muhteremleri, ya da protokolü diyelim, şimdi tarihi, o zaman güncel belediye binasının önüne toplanmış.

Fotoğrafın yakın planındaki asker sırt çantaları, bu uğurlamanın savaşa, yani şahadete yapıldığının en mühim kanıtı.

Tek tip üniformalı ve fesli çocuklar büyük ihtimal dönemin askeri okulu ışıklar askeri lisesinin ‘talebeler’i. (Mektep-i Fünun-u İdadi)

Ve geçelim balkona.

Asker ve sivil bürokrasi neredeyse tam kadro.

Subay olduğu belli zevatın şapkaları

uğurlamanın Çanakkale’ye doğru olduğunun tipik kanıtı. (Çanakkale birçok özelliğinin yanısıra ‘üniforma’nın da ilk kez kullanıldığı savaş)

Yakarış için semaya açılmış ellere bakılırsa, sefere giden askerlerin savaş alanında muzaffer olmaları, geriye sağ salim dönmeleri, olmazsa şahadet şerbetini içmeleri dileniyor Yaradan’dan.

Gelelim bu fotoğrafı çok daha enteresan, çok daha tarihi kılan o büyük detaya. Daha doğrusu detaylara.

Dikkat buyurun balkondaki din adamlarının kılık kıyafetlerine. Birden fazla imam efendi var mı, var. Papaz var o da birden fazla. Haham var. Kim kimdir bilemiyorum haklarını yememek için genel söylüyorum, Ortodoksu, Katoliği, Protestanı, Süryanisi, Ermenisi, Müslümanı, kimi camiden, kimi kiliseden, kimi sinagogdan çıkmış gelmiş,

‘toprak’ savunması için ortak tanrıya dua etmeye, aynı duaya ‘amin’ veya ‘amen’

demeye.

Daha çok şey yazılabilir, çok yorum yapılabilir bu fotoğrafla ilgili.

Şu kadarını söyleyeyim; bugünün

Ortadoğusunu, hatta Avrupasını, ne yazık ki ülkemizi ve tabii yakın komşularımızı sarıp sarmalayan, içine alan çoğu din temelli terör ve savaş ortamına bakın bir. Bir de bu fotoğraftaki çok dinli, çok dilli, çok kültürlü ama ortak amaçlı dua birlikteliğine bakın.

Bugünün medeniyetler çatışması sebepli ortaya atılan ve dillendirilen medeniyetler yakınlaşması, o günlerde kendiliğinden, yani refleks olarak zaten yaşanıyor, yaşatılıyormuş meğer.

Sormak lazım haliyle.

Ne oldu bize? Neden bu hale geldik diye.

Ortak kaygılarla veya ideallerle aynı dualara amin demekten ne zamandır vaz geçtik?

TABİP YÜZBAŞI DİMİTROYATİ VE TRİLYELİ PAPAZLAR…

Bu kadim coğrafyada, ortak toprağın savunmasına ilişkin hikaye bol.

57. Alay Tabip Yüzbaşı Dimitroyati harika bir örnek. Yakın zamana kadar Çanakkale Şehitliğinde mezar taşı bulunan Osmanlı subayı Dimitroyati savaş alanında yara alır. Öleceğini düşünen Dimitroyati bir çavuşu yanına çağırıp şöyle der: ‘Aman ha çavuş, sünnetsiz-münnetsiz diye beni başka bir mezarlığa gömmeyin. Beni Müslüman kardeşlerimin yanına gömün, onlardan ayırmayın.’

Bu arada, Dimitroyati’nin Çanakkale’de değil Erzurum Aziziye’de öldüğü iddiasıyla Çanakkale’deki mezar taşının kaldırıldığını da üzülerek belirtelim.

Türkiye’deki Rum vatandaşların tepkisini çeken bu işlemin kime ne fayda

sağladığı tartışılır elbette. Genelkurmay arşivleri ne kadar gayrimüslim

vatandaşımızın Çanakkale’de şehit olduğunu kanıtlıyor çünkü.

***

İkinci hikayemiz bizim buralardan;

Mudanya’dan. Kurtuluş Savaşı sırasında işgal altındaki Mudanya’da öğretmen Halil Parmaksızoğlu ‘tarihi günler yaşandığını’ bilerek yaşadıklarını not almaya başlamış. Bir tür günlük olan bu notlar Neriman (İlyas) Coşkunkan tarafından muhafaza edilmiş ve son olarak gazeteci arkadaşımız Dr. Murat Kuter’e ulaştırılmış. Kuter bu notları

‘Neriman Coşkunkan’ın anı defterinden, Mudanya’nın 26 Ay 1 Haftası’ ismiyle kitaplaştırıldı. Bu kitabın 27. sayfasında rastladığım şu satırlardaki ‘Trilyeli iki papazın haleti ruhiyesine lütfen dikkat:

“… Bizim bataryalar Filadar tepelerinden bombardımana başlamıştı. Hemen

caddeye çıktım. Oradaki iki papaz şöyle konuşuyorlardı: ‘Biz Trilye’den geldik.

Yunan çeteleri evleri basıyor, soygun yapıyorlar. Buraya anlı şanlı askerimizin geldiğini haber aldık. Hemen gelip bizi kurtarsınlar’.

Tam bu sırada karşı tepelerden müthiş bir ateş başladı. Biz hemen silahlarımızla yukarı tarafa koşmaya başladık. Son anda papazların şu sözlerini işitebildim.

‘Amanın burası daha…’ Devamı gelmedi. Papazlar arkada kalmışlardı, sonları ne oldu bilmiyordum…’’

Nasıl hikaye ama? Yunan çeteciler de Ortodoks, papazlar da.

Ama papazlar kimden yardım istiyorlar malları, namusları ve canları tehdit altında olduğunda?

Kendi deyimleri ile ‘şanlı ordumuz’dan, yani Mustafa Kemal’in askerlerinden…

(16)

haber / İzzet KERİBAR’ın Objektifinden: Bir Bursa Masalı

İZZET KERİBAR’IN OBJEKTİFİNDEN:

BİR BURSA MASALI

Duayen fotoğraf sanatçısı İzzet Keribar’ın eserlerinden oluşan

‘Bir Bursa Masalı’ adlı fotoğraf sergisi, Bursa Kent Müzesi’nde sanatseverlerin izlenimine sunuldu. 138 parça eserden oluşan özel sergi, Temmuz sonuna kadar görülebilecek.

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin öncülüğünde gerçekleştirilen proje kapsamında, usta fotoğraf sanatçısı İzzet Keribar’ın bir yıllık çalışma ile ortaya çıkardığı ‘Bir Bursa Masalı’

adlı fotoğraf sergisi, Bursa Kent Müzesi’nde sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Sanat yaşamının 61. yılında olan usta sanatçının, tarihi ve turistik

mekanlarından doğal güzelliklere, geleneksel ve kültürel mirastan sosyal yaşama kadar tüm detaylarıyla Bursa’da yaşamı gözler önüne sunduğu sergide, 21’i kolaj 138 eser yer alıyor. Kolajların her birinin 50 ile 100 arası fotoğraftan oluşması ise sergide dikkati çeken en önemli özelliklerden…

Referanslar

Benzer Belgeler

Tarihi ve kültürel mirası ayağa kaldırma çalışmalarını ecdada vefa borcu olarak gördüklerini dile getiren Büyükşehir Beledi- ye Başkanı Recep Altepe, bunun aynı

Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği ve Bursa Büyük- şehir Belediye Başkanı Recep Altepe ile proto- kol üyeleri daha sonra Yalova Belediyesi’nin..

Sırp askerleri tarafından gerçekleştirilen katli- amın tüm çıplaklığıyla anlatıldı- ğı serginin açılışına, Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,

Konuyla ilgili değerlendirme yapan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, tarihi İpek Yolu’nun önemli duraklarından biri olan Bursa’nın, modern İpek Yolu

etkileyici olduğunu düşünüyorum. Yine merkezde bulunan tarihi bir hamam var ve hamam müzesi olarak düzenlenmiş. Binanın giriş kapısı ve içindeki süslemeler o kadar dikkati

Gördüm ulu yol üzre bitmiş ulu ağaç mısraı ile başlayan şiirini hatırladım ve ezberden okudum. Bir dost beni bu mübarek âşığın mezarına götürdü. Bursa’da

Kır sakallı kısaca boylu 60 Yaşında Sandalcı kalfası Karagöz oğlu Seyyid Hasan Altıparmak Mahallesi Kır sakallı orta boylu 60 Yaşında Kutnucu kalfası Seyyid Sâdık oğlu

Vali misafirleri ve Bursalıları selamladıktan sonra yaptığı açış hitabesinde 77 sene evvel Türkiye’de ilk tiyatroyu kuran büyük edip ve mütefekkir Ahmet Vefik Paşa’yı