İSLAM MEDENİYETİNİN
KAYNAKLARI, GELİŞİM AŞAMALARI
VE TEMEL ÖZELLİKLERİ
• Kaynaklar
• Kur'an-ı Kerim
• Kur'an-ı Kerim hem İslam medeniyetinin ve hem de İslam medeniyeti tarihi araştırmalarının temel kaynağıdır.
Hatta İslam medeniyeti, tahrife uğramamamış tek ilâhî kitap olan Kur'an'a dayanması yönü ile medeniyetler arasında özel bir yere sahiptir. Müslümanların özellikle Medine döneminde, yani ilk İslam toplumunda
uyguladıkları siyasî, sosyal, ekonomik, hukûkî, askerî ve ahlâkî prensiplerin ana kaynağı Kur'an'dır.
• İslamiyetin Arap yarımadasının dışına yayılmasıyla Kur'an-ı Kerim'in medeniyete temel teşkil eden prensipleri geniş bölgelerde uygulama alanı ve yayılma imkanı bulmuştur. Müslümanlar devletin kurumlaşmasında ve idarede, devlet halk ilişkilerinde, toplumsal düzen, hukuk, yönetim ilkeleri, temel hak ve özgürlükler, başka topluluklarla ilişkiler vb. alanlarda ihtiyaç duydukları temel ilkeleri onda bulmuşlardır.
• Mescitler, vakıflar, zaviyeler gibi İslam medeniyetinin dînî ve sosyal nitelikli kurumlarının ortaya çıkıp gelişmesinde, Kur'an'ın bu kurumların verdiği hizmetleri emir ve teşvik etmesinin önemli rol oynadığı bir gerçektir. Ayrıca Kur'an'ın medeniyeti üreten ilme, tecrübeye, araştırmaya, aklı kullanmaya teşviki
müslümanlar için muharrik unsur olmuş, hamle ruhu vermiştir.
• Yazılı Kaynaklar
• Yazılı Kaynaklar; basılmış eserler, yazmalar, resmî vesikalar, arşiv malzemeleri, mektuplar, antlaşmalar, papirüsler (özellikle Mısır'da) vs. olmak üzere çok çeşitlidir. Arapça papirüsler genel olarak İslam devletlerinin idârî ve sosyal kurumları hakkında ve özellikle Mısır'daki idârî, mâlî ve sosyal kurumları ile ilgili olarak geniş bilgi içerirler. Bunun yanında, fıkıh, tefsir, dil,
tasavvuf, kimya, tıp, mûsıkî, şiir, nesir, coğrafya, hadis ve tarih alanlarında yazılı eserlerin sayısı ve çeşidi çok fazladır.
• Bu eserlerden tarih kitaplarının hasseten önemli yeri vardır. Taberî, İbnü'l-Esîr ve İbn Kesîr'in genel tarihleri; İbn Habîb'in Muhabber'i gibi sosyal tarihler; Edebiyat ve şiir kitapları, divanlar, mesela Isfahânî'nin Ağânî adlı eseri gibi kültür tarihleri; Ezdî'nin Târîhu'l-Mevsıl ve
Bağdâdî'nin Târîhu Bağdad'ı gibi mahalli tarihler ve şehir tarihleri; Ebû Yûsuf'un, İbn Sellâm ve
İbn Zenceveyh'in kitapları gibi harac ve emval kitapları; Mâverdî'nin idarî ve mâlî kurumlardan
bahseden el-Ahkâmü's-Sultâniıye'si. Kalkaşendî'nin Subhu'l-A'şâ'sı ilk akla gelenlerdir.
• Bunların yanısıra siyer, terâcim ve tabakat kitapları, coğrafya kitapları, seyahatnameler, İslam medeniyetinin ve kurumları araştırmalarının başlıca kaynak eserleri arasında yer alırlar. Bunlar arasında coğrafya kitapları ve seyehatnamelerin yerini özellikle vurgulamak gerekir. Istahrî, Makdisî, İbn Hurdâzbih, Ya'kûbî, İbn Havkal, Mes'ûdî, İbn Battuta ve İbn Cübeyr gibi müellifler, târihî ve coğrâfî bilgiler yanında, siyâsî kurumlar, sosyal ve ekonomik hususlar, halkın durumu, geçim kaynakları... hakkında birbirini tamamlayıcı bilgiler vermektedirler. Sözgelişi bir genel tarih ve bir de coğrafya eseri kaleme alan Ya'kûbî, İslam ülkelerini gezmiş, Horasan, Mısır, Fas ve Hindistan'ı dolaşmış, karşılaştığı kimselerden onların yaşadıkları ülke, şehir, bölge sakinleri, ziraat, içecekler, giysiler, dinler, diller hakkında topladığı bilgileri kayda geçirmiştir.
• Sanat Eserleri: Camiler, kütüphaneler, ribatlar, şehirler, surlar, hanlar, hamamlar, kaleler, paralar, silahlar, tıraz (elbiselerin yakalarına, yan ağızlarına, önlerine sırma vs. ile işlenen alamet ve zinet ki bu tür alametleri yapmak için dârü't-tıraz adı altında imalathaneler
kurulmuştur) gibi, müslümanların bırakmış oldukları ve bugün dünya müzelerini dolduran
sanat eserleri de İslam medeniyeti araştırmaları için önemli kaynaklardır.
• Tercümeler
• Bir medeniyetin doğuş, gelişme ve sürekliliğinde karşılıklı tesirlerin ve tercümenin önemi büyüktür. Birbirine yabancı ve kapalı medeniyetler kendi kendilerine doğup büyüyebilir mi? Bunu tespit edebilmek için şu hususlar dikkate alınmalıdır:
• 1. Kaynaşmalar arasındaki bağı bulabilmek için ilk vesikalara inmek gerekir.
• 2. Her medeniyetin önce gelenleri hiçe sayarak kendini başlangıç gibi göstermek hevesi mevcuttur. Bunu da dikkate almak gerekir.
• Şu husus bir gerçektir ki, kendi kendine gelişmiş sayılan medeniyetler aslında birbirine bağlıdırlar. Medeniyetlerin gelişmesi ve yeni hamlelerin gerçekleşmesi için toplumlar arasında karşılıklı tesirlerin büyümesi, çoğalması ve
genişlemesi çok önemlidir. Kendi içine kapanan ve her şeyi yalnız kendinde arayan toplumların yeni bir şey yaratmasına, büyük medenî açılış yoluna girmesine imkan yoktur. Bütün tesirlere kapısını genişçe açmasını bilmeyen toplumlar yeni bir şey yaratamaz. Karşılıklı etkileşimi sağlamak, kendinden önce doğup kaybolan bütün medenî hamlelere kapıyı açmak ve konulara birçok perspektiften bakmaya çalışmak gelişme sağlar. Tesir kapılarını kapatmak ve içe kapanmak ise, bir
medeniyetin bir müddet sonra kurumasına yol açar. Veya yabancı etkilere çok korkarak ve kıskanarak kapıları açmak, canlılıkların kaybedilmesine neden olur. Ancak bu, yani tesirlere açık olmak demek, körükörüne çömezlik anlamına da gelmemelidir. Körükörüne veya kötü taklit hiçbir şey yaratamaz, eski unsurlara yeni birşeyler katamaz. Eski unsurlara yenilerini katacağı yerde kendinden öncekileri de yok eder. Bütün bunlara ek olarak, uyanış dönemlerinde tesir
kapılarının genişliği de önemlidir. Tek tesir çarpışmayı imkansız kılar, toplumu fikir çömezi olarak bırakır.
• İslam medeniyetinin doğduğu sıralarda bazı eski ilim merkezleri
• İskenderiye: Helenizmin en büyük merkezi idi. Arşimed, Öklid, Plotinus burada tahsil
görmüşlerdi. Batlamyus burada doğup büyümüş, öğrenimini burada görmüş, astronomi ve diğer konulardaki çalışmalarını İskenderiye'de tamamlamıştır.
• Harran: İskender döneminden itibaren İslam dönemine kadar burada Helenizm kültürü hakim oldu. Urfa'nın hıristiyan kültürünün önemli merkezlerinden birisi olmasına karşın, Harran,
Helenizm kültürünün bölgedeki en önemli merkezi idi. şehir İslamiyetin ortaya çıkışı esnasında Sâsânîlerin elinde bulunuyordu; ancak 627 yılında Bisans İmparatoru Herakleios Sâsânîleri
yenerek bölgeyi Bizans'a bağladı. İslam orduları bölgeye geldiği vakit (m. 640) şehir Bizans hakimiyetinde bulunuyordu. Emevîler döneminde sona eren İskenderiye okulunun hayatta kalan son hocaları Harran'a ve Antakya'ya geldiler. şehirde o dönemde müslümanlar,
hıristiyanlar ve putperestler birlikte oturuyorlardı. (XVI. yüzyılda ise halkın hepsi müslümandı.) Harran, İslam'ın ilk dönemlerinden itibaren bilim tarihinin ve dînî ilimlerin merkezi haline
gelmiştir.
• Cündîşâpûr: İslâm'ın doğduğu sırada çok faal olması nedeniyle Cündîşâpûr'un bu kültür merkezleri arasında önemli yeri vardır. Romalılar ile Sâsânîler arasında çıkan bir savaşta Sâsânî hükümdarlarından I. şâpûr (hakimiyet dönemi 241- 272), Roma imparatorunu Edessa (Urfa) yakınlarında yenerek (m.259 veya 260), imparator Valerianus'u ve ordusunu esir aldı; esirleri Hûzistan'da, Kâzerûn yakınlarında Sûs ile Hemedân kentlerini birbirine bağlayan yol üzerinde kurduğu Cündîşâpûr'a yerleştirdi. Esirlerin sayısının 70000 olduğu söylenmektedir. Esirlerle birlikte Antakya'dan tehcir edilen sanatçılar, işçiler ve bilginlerden oluşan kalabalık bir grup da Cundişâpûr'a geldi. Çeşitli İran şehirlerinde bulunan hristiyan bilim adamlarının önemli bir kısmı buraya yerleşti. M. 489 yılında Zenon tarafından Edessa'dan sürülen ve Nusaybin ile diğer İran şehirlerine dağılan Nastûrî bilim adamları daha sonra Cündîşâpûr'a yerleştiler. Mezhep
anlaşmazlıkları yüzünden m. 529'da imparator Jüstinyen'in emriyle, aynı yılda Atina akademisinin kapatılmasından sonra, Atina, Edessa(Urfa) ve İskenderiye'den sürülen Yeni Eflatuncu filozoflar Enûşirvan'ın girişimleri sonucu
Cündîşâpûr'a getirildiler.
• Cündîşâpûr'da bilimsel faaliyetler daha şehrin ilk kuruluş yıllarında başladı. Enûşirvan (hakimiyet dönemi: 531-579) burada felsefe, tıp ve diğer ilimlerin okutulduğu okulu yeniden yapılandırdı. Cündîşâpûr'u ülkenin en büyük tıp ve felsefe merkezi haline getirdi. Hatta böyle bir medresenin bu şehirde ilk defa onun tarafından kurulduğu da söylenir.
Enûşirvan'ın emriyle yılda en az bir kez olmak üzere Cündîşâpûr'da, ülkedeki diğer tabiplerin de katıldığı bir tıp kongresi düzenlenmekte idi. Aristo ve Eflatun'un eserleri ile Kelile ve Dimne onun zamanında Pehlevîceye çevrildi.
Kelile ve Dimne aynı dönemde Süryaniceye de çevrildi. Bu eser daha sonra İslâm döneminde İbnü'l-Mukaffa' tarafından Arapça'ya çevrilecektir.