• Sonuç bulunamadı

Ekoloji Mücadelesinin bugün önüne almas

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ekoloji Mücadelesinin bugün önüne almas"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ekoloji Mücadelesinin bugün önüne alması gereken merkezi politik hedef nedir? Bu soruya kestirmeden yanıt vereyim: Demokrasiyi toplumsallaştırmak. Peki, neden? Ekoloji mücadelesinin alanlarında, geniş halk kitlelerinin yaşadığı temel sorun, devletin ve şirketlerin toplumun onay mekanizmalarına ihtiyaç duymadan karar vermesidir de ondan. Bu sorun yeni bir sorun da değildir. Türkiye gibi sermaye birikiminin devletin destek, teşvik ve esnekleştirme mekanizmalarıyla geliştiği tüm coğrafyalarda, kapitalistler demokrasi kavramından vazgeçti ve vazgeçiyor. Hem de tüm veçheleriyle. Eğer demokrasi, toplumun kendi geleceği hakkında, nasıl, ne için, ne kadar üreteceğine, nasıl yaşayacağına karar verme olanaklarını sağlayan sistemin adı olarak düşünülürse, bugün böyle bir siyasal sistemden çok uzakta olduğumuz bir gerçektir.

Kapitalist meta üretim düzeninin yarattığı ekoloji sorunlarından farklı derelerde, ovalarda, toprak parçalarında

binlerce, milyonlarca kişi etkileniyor. Kiminin tarlası ani bir kararla acele kamulaştırılıyor ve şirketlerin yatırımlarına sunuluyor, kimi vadinin deresine hes yapılıyor, kimi bataklıklar havaalanına dönüşüyor. Kimilerinin evlerine afet yasası ile el konuluyor. Alınan bu kararlara ise halkın katılımı, bu kararları denetimi olanakları ise yasal

düzenlemelerle budanıyor. Mülkiyetin devlet eliyle sermaye tarafından merkezileşmesi süreci pek tabi ki yasal tüm zor aygıtlarını harekete geçiriyor. Bu yönüyle de ekonomik kararlar, toplumun genelinin mülksüzleştirilmesini hızlandırıyor. Sermaye lehine büyüyen ekonomik sistemin, karar alma süreçlerini demokratikleştirmek gibi bir niyeti olmadığı da ortaya çıkıyor. O halde, Derbent’te Afet yasasından etkilenen emekçiyle, Mersin’de nükleer santral projesinden etkilenen yurttaşı, Zonguldak’ta termik santral projesinden etkilenen balıkçıyla, Amasra’da termik santral projesinden etkilenen çiftçinin temelde karşı karşıya kaldığı sorun bu demokrasi yoksunluğudur. Toplumun büyük bir kesiminin kendi kararlarını alacağı mekanizmaları yitirmesidir. Genel oy hakkına indirgenmiş bir siyasal sisteme mahkum kalmasıdır. Nasıl yaşayacağıyla ilgili tercihte bulunamamasıdır. Bu tercihini uygulayacağı, hayata

geçireceği bir siyasal zemin bulamamasıdır. Mülksüzleştirilenlerin kendini ifade edeceği zeminlerin ilga edilmesidir. Bu kapitalist birikim süreci o kadar genelleşme eğilimindedir ki toplumun yatırımlarını denetleyeceği hiçbir süreci kabul edemez. Bu nedenle bugün aktif olarak sahip çıkmamız gereken eksen, her türlü demokratik katılım olanaklarını etkinleştirmektir, demokrasi talebini genel bir siyasal talep olarak örgütlemek ve toplumsallaştırmaktır. Ancak

toplumsalın kendi geleceğiyle ilgili karar verebileceği bir siyasal proje ile yani en genel anlamıyla herkes için

demokrasi talebiyle, ekoloji mücadelesini de sorun odaklı birliktelikler ve taleplerden daha etkin bir birliktelik zemine çağırabiliriz. Bunun için iğdiş edilmeye çalışılan tüm katılım araçlarını verili kapitalist sistem içinde etkinleştirmeyi becermeliyiz.

ÇED Süreci ve Halkın Demokratik Denetimi

Çed Süreci yıllardır bir bürokratik zorunluluk olarak şirketlerin yerine getirmesi gerek bir teferruat olarak işliyor. Bir bölgede Çed süreci başladığında, egemen yönetsel eğilime baktığımızda ÇED sürecinin pek de hayırlı işlemediğini görürüz. Kerhen yapılan bilgilendirmeler, iş, aş ve bol kazanç vaatleri, ifrata kaçıp cennet taahhütleri arasında Çed olumlu belgeleri veriliverdiğine yüzlerce kez şahit olduk. Bu nedenle Çed halkın katılımı toplantılarına tepkiler artıyor, yatırımın yapılacağı bölge halkı tarafından bu toplantıların yapılması kimi kez engellenmeye çalışılıyor. Bu noktada bir kez daha şu ayrıntıları hatırlatma gereği doğuyor. Bir toplantının yaptırılmaması veya bir yatırımla ilgili bir toplantının yapılması mücadele açısından kazanımlar kadar zafiyetlere de yol açabiliyor. Bu nedenle ekoloji mücadelesi, toplumun geleceğiyle ilgili en doğru kararı verecek üslubu da bölgenin özgüllüklerine göre, demokratik araçları kurgulayarak ortaya çıkartabilmelidir. Sınırlı katılım olanakları içinde Çed sürecini halkın katılımı

toplantılarına indirgememek gerekiyor. Ekoloji mücadelesi, ÇED süreçlerini, toplumun taleplerini toplumsallaştırdığı, demokrasi talebini örgütlediği ve nihayetinde ekonomik kararların nasıl verilmesi gerektiğine ilişkin bir siyasal eğilim belirlediği ve eğilimine uygun hareket edebildiği süreçlere dönüştürebilmelidir. Bunun için Çed sürecinin de hukuksal görünümüyle neyi ifade ettiğini bilmek gerekir.

2872 sayılı Çevre Kanunu’nun Çevresel Etki Değerlendirmesi başlıklı 10. Maddesine göre, “Gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetler sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler. Çevresel Etki Değerlendirmesi olumlu kararı veya çevresel etki değerlendirmesi gerekli değildir kararı alınmadıkça bu projeler ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanma ruhsatı verilemez, proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez. Çevresel Etki

Değerlendirmesine tabi projeler ve stratejik çevresel etki değerlendirmeye tabi plan, programlar ve konuya ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir” kuralına yer verilmiştir. ÇED süreci “gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ya da olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin

(2)

önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları kapsar”

Bu doğrultuda 2872 sayılı yasa gereğince, 07.02.1993 tarihinde yayımlanana ve daha sonra birkaç kez değişikliğe uğrayan “Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği” ÇED sürecini tanımlayan önemli bir belgedir. Gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetler sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler Çed Yönetmeliği’nde belirtildiği üzere bir proje tanıtım dosyası veya ÇED raporu hazırlarlar. Çed raporunda çevreye olabilecek atık ve artıkların ne şekilde zararsız hale getirilebileceği ve hususta alınacak önlemler belirtilir.”[1]

“Çed yönetmeliğinin belirlediği ilkeler kapsamında; diğer yatırımcı ve planlayıcı bakanlık ve kurumlar, özel sektör, üniversiteler ve meslek odaları, mühendislik ve müşavirlik büroları, çevre mühendisliği alanında hizmet veren özel firma\\kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları ve toplumun değişik kesimleri ÇED sürecinin tarafları ve bileşenleridir. Bu anlamı ile, ÇED süreci demokratik katılımın öne çıktığı bir ortamdır.”[2]

Bunun için yatırım yapacak firma, bir ÇED dosyası hazırlayarak, izin almak için ilgili Bakanlık olan Çevre ve

Şehircilik Bakanlığı’na başvurur. Bu başvuru dosyası bakanlık tarafından, Çevre Etki Değerlendirme Yönetmeliği’ne göre değerlendirilir. Verilen dosya doğrultusunda ilgili şirketten, ÇED sürecinde ne tür bilgi ve belgeler hazırlaması ve ön izinler alması gerektiğini belirten bir özel format verir. Şirket bakanlığın verdiği bu formata uygun ön izinleri alır, belgeleri toplar ve bakanlığa sunar. Bu belgeler ÇED sürecinde bakanlık tarafından Çevre Kanunu ve Çed mevzuatına göre değerlendirilir.

Tüm izin sürecinin muhatabı olan Bakanlık, ÇED sürecinde halkın katılımı toplantıları yapar. Bu toplantılar

yapılmadan önce, ÇED Yönetmeliğine göre uygun vasıtalarla (internet, yerel süreli gazete, ilan, anons vs gibi) halka idare kanalıyla duyurulur. Bu toplantıya işletmeden etkilenecek en geniş halk kesimlerinin katılması idarenin

sorumluluğu altındadır. Danıştay 14. Dairesi’nin 2011\\13522 E. ve 2013\\4 kararında belirttiği gibi, Çed süreci, “demokratik katılımın ortaya çıktığı bir ortamdır.” Bu toplantılarda halkın görüşü alınır. Bu görüşler raporlandırılır. Raporlar doğrultusunda bakanlık, şirketin sunduğu belgeleri değerlendirir. Bu değerlendirme sonrasında ilgili bakanlık Çed olumlu ya da Çed olumsuz görüşü verir. Bu aktardığımız Çevre Etki Değerlendirme sürecini idare yürütür.

İşler Böyle Gitmez

Türkiye’de son yıllarda madencilik faaliyeti yapan, enerji yatırımı içinde olan, inşaat sektöründe bulunan şirketlerin yatırımları kamuoyu tarafından dikkatle takip edilmektedir. Çünkü bu yatırımlar çevre mevzuatı kapsamında çevresel etkileri olan ve çevreye zarar verme ihtimali yüksek yatırımlardır. Bu nedenle toplum bu yatırımları özenle takip etmektedir. Bu doğrultuda da bu yatırımların çevreye, insan sağlığına ve yaşam üzerinde olumsuz etkilerini

engellemek için de alternatif medya, en etkin katılım araçlarıyla süreçleri takip etmek istemektedir. Bu yatırımların yurttaşların Anayasal haklarına zarar vermemesi için de bu etkin izleme Anayasa’nın 56. Maddesinde belirtilen sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı doğrultusunda yurttaşlara yüklenmiş bir ödevdir. Yurttaşlar sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını kullanırken, idarecilerin karar alma süreçlerinde etkin olmak zorundadır. Bu nedenle çevreye olası etkileri yüksek yatırımlar kamuoyunun dikkati altındadır. Bu nedenle madencilik, enerji, inşaat faaliyeti yapan her şirket, bu faaliyetlerle ilgili yatırım izinlerini veren idareciler halkın istek ve taleplerini etkin biçimde göz önünde bulundurmalıdır. Bugün Türkiye burjuvazisi ise bu açıklıkta hareket etmek yerine, demokratik hakları budanmış bir toplumda kısa vadeli kazanca odaklanmış bir yöntem izlemektedir. Oysaki bu durum uzun vadede, demokrasiyi sınırlandıran, yurttaşların yaşama hakkını baskı altına almaya çalışan süreçleri doğurduğundan ve toplumsal adalet duygusunu tehdit ettiğinden aynı zamanda toplumun varlık koşullarını da tehdit eder. Bu nedenle karar alma

süreçlerinin demokratikleşmemesi sadece ekolojik bir yıkımın habercisi değildir; aynı zamanda demokrasinin ve toplumsalın ilgasının da yapı taşıdır. Bu nedenle, toplum için yapıldığı iddia edilen ekonomik yatırımlar, toplumun rıza mekanizmalarının, toplumsal örgütlülüğün denetimine tabi tutulacak biçimde demokratik süreçlerde karar altına alınmalıdır. Danıştay kararının ÇED sürecini demokratik bir ortam olarak tanımlaması da işte bu gerçeğin içtihadi ifadesidir.

(3)

Referanslar

Benzer Belgeler

b) "Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu" kararı ya da "Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir" kararı verildikten sonra, proje sahibi

Ülkemizde ÇED yönetmeliği 1997 ve 2003 yıllarında revize

Konuya ilişkin yasal ve teknik düzenlemelerin belirlenmesi Planlanan faaliyetin ve seçeneklerin tanımlanması.. Çalışma planının yapılması Proje

d) Tehlikeli atık ihtiva eden atık barajları, atık havuzları. 12- Günlük kapasitesi 100 ton ve üzeri katı atıkların yakma, kompost ve diğer tekniklerle ara iĢleme

6- Hammadde üretim ünitesini içeren sabun ve/veya deterjan üretimi yapan tesisler, 7- Kapasitesi 500 ton ve üzeri olan patlayıcı ve/veya parlayıcı madde depolama tesisleri,

MADDE 18 – (1) Bakanlık, "ÇED Olumlu" kararı veya "ÇED Gerekli Değildir" kararı verilen projelerle ilgili olarak, Nihai ÇED Raporu ve/veya “ÇED

MADDE  6  –  (1)  Bu  Yönetmelik  kapsamındaki  bir  projeyi  gerçekleştirmeyi  planlayan  gerçek  veya  tüzel  kişiler;  Çevresel  Etki Değerlendirmesine 

kararı verilen projelerle ilgili olarak, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyasında öngörülen ve proje sahibi tarafından taahhüt edilen hususların