Çeviri ve Dil
Çevirmenin görevi tek tek sözcükler ya da tümcelerden çok metinleri çevirmektir.
Başarılı çeviri çevrilmesi söz konusu olan metinle ilgili birtakım iletişimsel özelliklerin yakından tanınmasıyla gerçekleşebilir.
Gerçekte çevirmenin, hem kaynak dilin, hem de çeviri dilinin işleyiş düzenini çok iyi bilmesi, iki dizgenin de dilbilgisel ögelerini çözümleyebilecek yetide olması gerekmektedir. Metnin görünür nesnel sınırları ötesindeki birçok ilişkisinin de göz önünde tutulması sağlıklı bir çeviri yönteminin ön koşuludur.
Her metni, içinde oluştuğu toplumsal konum gereği belirleyen birtakım iletişimsel özellikler vardır. Bu özellikler, metnin göndericisine, alıcısına, iletisinin niteliğine göre değişiklik gösterir. Tek bir ses ya da sözcük olarak dilsel gösterge, nasıl yerine göre bir belirleme, yerine göre bireysel tepki, yerine göre bir ünlem ya da buyruk olabiliyorsa tek tek göstergelerin yan yana gelmesinden oluşan daha uzun metinlerde de, bu tür işlevlerden biri ya da öteki ağır basabilir. Birbirine benzer iletişimsel işlevi olan metinler, dilden dile apayrı dilsel eşdeğerliliklerle olsa bile, benzer bir yöntemle aktarılmayı gerektirebilir.
Sözcükler mi, Anlam mı?
Kutsal Kitap’ın Latince Vulgata çevirisini yapan Hieronymus, gerçekte çeviri sorununa metin türü açısından bakan ilk çevirmen sayılmaktadır. Hieronymus, Cicero’nun izinden giderek temelde iki çeviri tutumundan söz eder: ‘’Verbum e Verbu’’(sözcüğü sözcüğüne çeviri), ‘’Sensum exprimere de sensu’’ (anlamın çevirisi). Cicero anlamın özgürce aktarımını benimsemişken, Hieronymus, genel olarak Kutsal Kitap metni çevirisi için sözcüğü sözcüğüne çeviriyi benimsemiştir. Hieronymus’un çeviri konusundaki bu düşüncelerini içeren Pammakyus’a Mektup’u çeviri kuramının tarihinde metnin türüne göre çeviri görüşünün ilk belgesi niteliğindedir.
Cicero’nun çeviri anlayışını yüzyıllar boyu birçok çevirmen benimsemiş ve bunlardan hangisinin daha önemli olduğu yüzyıllar boyu tartışıla gelmiştir.
Cicero’nun ut interpres ile kaynak metnin biçimsel ögelerinin elden geldiğince korunmasını kastetmektedir. İkinci olarak ut orator dediği özgür anlam çevirisi kaynak metin yapılarının elden geldiğince, çeviri metin dilinin anlambilimsel, sözdizimsel, biçemsel işleyişine uydurulması anlamına gelmektedir.
Çeviri geleneğinde çağlar boyu hep tartışılagelen sorun, metin türlerinden çok, çeviri yönteminin doğrudan doğruya kendisiyle ilgilidir. Yüzyıllar boyunca birçok çevirmen, ya Cicero'nun ut interpres diye adlandırdığı sözcüğü sözcüğüne çeviri, ya da ut orator dediği özgür anlam çevirisi ilkesine bağlanmış, bunlardan birinin doğruluğunu ötekine karşı savunmuştur.
Birinci yol, kaynak metnin biçimsel öğelerinin elden geldiğince korunarak aktarılması, ikinci yol ise, kaynak metin yapılarının elden geldiğince, çeviri metin dilinin anlambilimsel, sözdizimsel, biçemsel işleyişine uydurulmasıdır.
İletişim Açısından Çeviri
Geleneksel çeviri kuramında, çeviriden çoğunlukla yazın metinlerinin çevirisi anlaşıldığından, "sözcüğü sözcüğüne mi, özgürce mi?" tartışması, neredeyse İkinci Dünya Savaşı'na değin, bu alanda ilgilenilen tek sorun olma niteliğini sürdürür. 1945'ten sonra bilim ile teknik uygulayım alanında büyük ölçüde bir bilgi alışverişinin başlaması, iletişim araçlarının, kitle iletişiminin hızla gelişmesi, çevirinin değişik bilgi alanlarından uzmanlık dallarını da ilgilendiren bir etkinlik olduğu gerçeğini ortaya çıkarır. Bu noktada, çevirinin 'yazara mı bağlı, okura mı dönük?' olması gerektiği sorunu güncelliğini yitirir, hangi okur, hangi yazar, hangi tür bilgi gibi konular önem kazanmaya başlar.
Dilbilimin bağımsız bir bilim dalı olarak gelişmesi, öte yandan bildirişim kuramındaki hızlı gelişmeler, temelde bir bilgi aktarımı olan çeviri ediminin tanımlanması ile çözümlenmesine yeni bakışlar getirir. Metiniçi dilsel örgüleri inceleyen dilbilimsel metin kuramı ile metindışı dilsel-toplumsal bağlamı inceleyen iletişimsel metin kuramı, çeviri araştırmasını yakından etkiler.
Hangi Metne Hangi Yöntem ?
19. yy. başında, Schleiermacher (1768-1834), ‘’Çevirinin Değişik Yöntemleri Üstüne’’ başlıklı incelemesinde çevrilen metin türüyle uygulanacak çeviri yöntemi arasındaki ilişkiye özel bir önem verir. Çevirmenlik ile dilmaçlık eylemlerini yeniden tanımlayarak birbirinden ayıran, büyük bir olasılıkla Çeviribilim kavramını da ilk kullanan odur. Schleiermacher metinleri genel olarak iki öbekte görür:
sanat metinleri ile bilimsel metinler
gündelik iş yaşamını ilgilendiren metinler
İş yaşamında konu ya da nesne öncelik taşıdığı için anlam tektir, yoruma açık değildir. Ancak sanat metinleri bildiğimiz gibi yoruma açık metinlerdir.
Metnin Alıcısı
Bir metnin hangi okura ulaşmak istediği, çeviri açısından önemli bir yöndür. Yazar kime seslenmek istiyor? Belli bir okur grubuna yönelmiş olabilir ya da dağınık okurlara sesleniyor olabilir. Yazar ile okur arasındaki bireysel ve toplumsal ilişkinin niteliği de önemlidir. Yazarın okura hangi ön yargıyla yöneldiği ve yazar ile okur arasındaki düzey de metni etkilemektedir. Yazar okuru kendisine eşit, kendisinden aşağıda ya da kendisinden yüksek görüyor olabilir. Bu tarz metin dışı etkenleri yazarın göz önünde tutup tutmaması, okurun bunu nasıl alımlayacağını düşünüp düşünmemesi çevirmenin göz ardı edemeyeceği bir durumdur.
Metnin İletisi
Diğer bir önemli nokta, yazarın metne yüklediği iletinin hangi konuda olduğudur. İleri sürülen düşünce tek bir mantık çizgisinden izlenebilir ya da konunun değişik izlek yapılarıyla sunulduğu durumlar da oluşabilir.
Metnin İşlevi
Bir başka konu da yazarın metinde ne yapmak istediği veya neyi amaçladığıdır. Öncelikli bir işlev sırası var mıdır yoksa birden fazla işlev mi söz konusudur? Tüm bunlar hem metnin anlaşılabilmesi hem de doğru çevrilebilmesi için göz önünde tutulmalıdır.
Kaynak
Göktürk, A. (1994). Çeviri Dillerin Dili. İstanbul: YKY.