• Sonuç bulunamadı

Kürt ulusal hareketi bağlamında Osmanlı dönemi Kürt kadını

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2023

Share "Kürt ulusal hareketi bağlamında Osmanlı dönemi Kürt kadını"

Copied!
98
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

T.C.

ĠSTANBUL TĠCARET ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ

ULUSLARARASI ĠLĠġKĠLER ANABĠLĠM DALI

ULUSLARARASI ĠLĠġKĠLER YÜKSEK LĠSANS PROGRAMI

KÜRT ULUSAL HAREKETĠ BAĞLAMINDA OSMANLI DÖNEMĠ KÜRT KADINI

Yüksek Lisans Tezi

Davut IĢık 1250Y81103

DanıĢman: Doç. Dr. Oya Dağlar Macar

Ġstanbul, Haziran 2015

(2)
(3)

i

ÖZET

Bu çalışmada, Kürtlerde kadın hareketlerinin nasıl başladığı ve hangi doğrultuda devam ettiği, ulusalcılık ile ilişkisi içerisinde incelenmiştir. Osmanlıda başlayan modernleşme faaliyetleriyle birlikte görülen toplumsal değişiklikler kadına da yansımış, kadınlar da bu değişimin bir sonucu olarak kadın haklarına duyarlı hale gelerek kadınlık haklarını savunmaya başlamışlardır. Bunun en büyük örneği, kurulan kadın dernekleri ve basılan kadın dergi ve gazetelerinde görülmektedir. Bu çalışmada, ilk Kürtçe gazetenin yayına başladığı 1898 yılından başlayarak Cumhuriyetin kuruluş sürecine kadar, yani Osmanlı devletinin yıkılış süreci içerisinde, Kürtçe basın yayın faaliyetleri, gazete ve dergi kategorilerinde ulaşılabilen kaynaklar çerçevesinde kronolojik sıra gözetilerek Kürt kadın hareketleri, Kürt ulusal hareketi ile olan ilişkisi içerisinde incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Kürt, Milliyetçilik, Kürt Milliyetçiliği, Feminizm, Kürt Kadını, Basın

ABSTRACT

This study examines how Kurdish Women movements started in late Ottoman Period (1876-1923) and its relation with Kurdish National Movement. The Ottoman women gained awareness to women problems and started to advocate their rights with social changes witnessed during modernization activities started in Ottoman State. In this study, the Kurdish press elements, namely journals and newspapers published between 1898, the year first Kurdish newspaper Kurdistan has been published and 1923, the year Turkish Republic was established, have been examined chronologically to see the characteristics of Kurdish Women Movement in relation to Kurdish National Movement.

Keywords: Kurdish, Nationalism, Kurdish Nationalism, Feminism, Kurdish Women, Press

(4)

ii

TABLO LİSTESİ

Sayfa

Tablo 1. Erzurum, Van ve Bitlis’ten Göç Eden Kürtler ... 25 Tablo 2. Kürt Gazete ve Dergileri ... 35

(5)

iii

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı Geçen Eser a.g.m. : Adı Geçen Makale

C. : Cilt

çev. : Çeviren

ed. : Editör

der. : Derleyen

İTC : İttihat ve Terakki Cemiyeti KKTC : Kürt Kadınları ve Teali Cemiyeti KTC : Kürt Teali Cemiyeti

s. : Sayfa

S. : Sayı

(6)

iv

İÇİNDEKİLER

ÖZET ... i

ABSTRACT ... i

TABLO LİSTESİ ... ii

KISALTMALAR ... iii

İÇİNDEKİLER ... iv

GİRİŞ ... 1

1. BÖLÜM: MİLLİYETÇİLİK: TARİHİ ARKA PLAN VE KURAMSAL ÇERÇEVE 3 1.1. Millet ve Milliyetçilik ... 3

1.2. Milliyetçilik Kuramları ... 8

1.3. Milliyetçilik Türleri ... 12

2. BÖLÜM: OSMANLI- KÜRT İLİŞKİLERİ VE KÜRT ULUSAL HAREKETİ ... 16

2.1. Osmanlı Döneminde Kürtlerin Genel Durumu ... 16

2.1.1. Abdülhamit Dönemi’nde Kürtler ... 20

2.1.2. İttihat Terakki ve Kürtler ... 23

2.1.3. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı Dönemlerinde Kürtler ... 24

2.2. Modern Kürt Milliyetçiliğinin Doğuşu ... 29

2.3. Osmanlı Dönemi Kürt Basını ... 32

3. BÖLÜM: ULUSALCILIK BAĞLAMINDA OSMANLI DÖNEMİ KÜRT KADIN HAREKETLERİ ... 38

3.1. Feminizm ve Kadın Hareketleri ... 38

3.1.1. Birinci Dalga (Liberal) Feminizm ... 40

3.1.2. Postkolonyal Feminizm ve Milliyetçilik ... 42

3.2. Osmanlı Dönemi Kadın Hareketleri ... 43

3.3. Osmanlı Dönemi Kürt Kadın Hareketleri ... 50

3.4. Kürt Ulusal Hareketi Bağlamında Kürt Kadın Hareketleri ... 59

SONUÇ ... 71

EKLER ... 74

KAYNAKÇA ... 87

(7)

1 GİRİŞ

Kadınların toplum içerisindeki rolünü ve haklarını genişletmeyi öngören Feminizm, 18. yüzyılın sonlarında Mary Wollstnecraft’ın 1792’de kaleme aldığı Kadın Haklarının Savunusu (A Vindication of Rights of Women) ile ortaya çıkmıştır. Fransız İhtilali sonrası birçok ülkede yansımaları görülmüştür. Kadın- erkek arasındaki eşitsizliği ortadan kaldırarak kadınları toplumun bütün kademelerinde görünür kılmayı hedefleyen Feminizm, kadın sorununu ekonomik, politik, ideolojik ve psikolojik yönleriyle beraber ele almaktadır.

Tarihsel olarak üç bölüme ayrılan Feminizm, Birinci Dalga (Liberal) Feminizm, İkinci Dalga (Radikal ve Marksist) Feminizm ve Üçüncü Dalga (Post modern) Feminizm başlıkları altında incelenir.

Türkiye’de Feminizm hareketleri, Osmanlı’nın son dönem olan 19. yüzyılda görülmeye başlanmıştır. Tanzimat’la başlayan modernleşme faaliyetleri Islahat Fermanı ile artmış, nihayet II. Meşrutiyet’le zirveye ulaşmıştır. Kadınlar ilk kez nüfus sayımına dâhil edilmiş, kız çocukları vesayet hakkı kazanmış ve sonunda kadınlar da üniversiteye girme hakkı kazanmışlardır. Bu kazanımlar, kuşkusuz Batılılaşmanın beraberinde getirdiği sonuçlardı, lakin bu modernleşme faaliyetleri aynı zamanda taklitten uzaklaştırılarak millileştirilmeye çalışılmıştır.

Osmanlı kadınları, özellikle II. Meşrutiyet sonrası ortaya çıkan özgür ortamdan yararlanarak çeşitli kadın dernekleri açmış, kendi dergi ve gazetelerini çıkarmaya başlamıştır. Basının gücünün farkında olan kadınlar, basın yoluyla seslerini hem Osmanlı toprakları içerisinde hem de uluslararası alanda duyurmaya çalışmışlardır.

Başlangıçta erkekler ile başlayan kadınların hak savunusu, sonraları kadınların isteğiyle yalnızca kadınların eline geçmiştir.

Modernleşme hareketleri, İslamcılar ve Batıcıların yoğun tartışmaları arasında devam ettirilmeye alışılmıştır. Türk Osmanlı kadınlarının bu hak arayışları temelde bu iki tartışma çevresinde şekillenmiş ve milliyetçi bir nitelik kazanmıştır. Yalnızca Türk

(8)

2 kadınlarının hakları savunulmuş, diğer milliyetten kadınların haklarından bahsedilmemiştir. Bu durum, Osmanlı basın faaliyetlerini inceleyen çalışmalarda da görülmektedir. Bu yüzden, günümüzde dahi, Osmanlı dönemi Kürt kadınları hakkında dikkate değer sayıda çalışma yapılmamıştır.

Osmanlı Devleti’nin başlattığı merkezileşme faaliyetleri neticesinde birçok Kürt Beyliği isyan etmiş, isyanlar bastırılarak Kürt Beyleri ailelileriyle beraber İstanbul’a sürülmüştür. Burada aşiret mekteplerinde ve yurtdışında yüksek eğitim alma imkânı bulan Kürtlerden bir aydın sınıfı oluşmuştur. O dönem yok sayılan ve varlığı inkâr edilen Kürtlerin varlığını ispat etmek ve diğer milletlere verilen hakları almak amacıyla, bu aydınların eliyle çeşitli dergi ve gazeleler çıkarılmıştır.

Söz konusu dönemde, Kürt kadınlarının hak arayışları da açılan bu gazete ve dergiler ile kurulan dernekler üzerinden savunulmaya çalışılmıştır. Türk kadın hareketlerinin aksine, Kürt kadın hareketi oldukça erkek egemen söylemin etkisindeydi ve o dönemde kadın haklarının önüne geçen Kürt ulusal hareketi çerçevesinde gelişmişti. Hatta denilebilir ki, Kürt kadın hareketleri, Kürt ulusal hareketine kurban gitmiştir.

Bu çalışmada, 1898- 1919 yılları arasında basılan Kürt gazete ve dergileri ele alınarak Osmanlı dönemi Kürt Ulusal Hareketlerinde Kürt kadınının rolü incelenmiştir.

Osmanlı dönemi Kürt kadını hakkında çok az sayıda çalışma yapıldığı için, bu çalışmada daha çok birincil kaynaklar olan gazete ve dergilerden yararlanılmıştır. Bu çerçevede 10 gazete ve 6 derginin ele geçen nüshaları incelenmiş, kadınların yazdığı veya erkeklerce yazılmış olup kadınların ele alındığı şiir ve yazılar teze konu edilmiştir.

İlk bölümde, Millet ve Milliyetçilik kavramlarının tanımı, ortaya çıkışı ve tarihsel gelişimi ile milliyetçilik kuramları ve türleri ele alınmıştır. İkinci bölümde, Osmanlı Kürt İlişkileri ve Kürt Ulusal Hareketi ele alınmıştır. Üçüncü ve son bölümde ise, Osmanlı’da kadın hareketleri, bunların basındaki yansımaları, Kürt kadın hareketlerinin başlangıcı ve durumu ele alınmış, Kürt kadın hareketleri Kürt basın unsurları olan gazete ve dergiler üzerinden, Kürt Ulusal Hareketi bağlamında değerlendirilmiştir.

(9)

3

1. BÖLÜM: MİLLİYETÇİLİK: TARİHİ ARKA PLAN VE KURAMSAL ÇERÇEVE

Modern ve kısa tarihine karşın milliyetçilik, modern ulusları bir arada tutan ve birbirinden ayıran bağların oluşumunda çok önemli bir role sahiptir. Günümüzde milliyetçilik, hukuki yapısı ile ve toplumu oluşturan yasal kurumların tamamlayıcısı olarak modern ulus-devletlerdeki düzenin sağlayıcısı şeklinde faaliyet göstermektedir.

Milliyetçiliğin ortaya çıkışı, siyasal güç isteyen yeni orta sınıf ve demokratik siyasi teori ile yakından ilişkilidir. Fransız Devrimi’ni savunanlar, eşitlik hükümetinin kurulmasını ve her insana özgürlük hakkının verilmesini istiyorlardı. Onlara göre ulus ve ulusu oluşturan insanlar bir arada düşünülmeliydi ve bu, tarihte bir toplumun ulusun genel iradesi ile hükümet kurabileceğinin ilk örneğiydi. Her ne kadar amaçları evrensel idiyse de, ulusun kendi amaçlarını oluşturması gerektiğini savunuyorlardı ve böylece ulusçuluk ilk siyasi yönelimini bulmuş oldu.

Fransız Devrimi, kalabalıkları ve genel olarak insanları aşağılayan kendinden önceki rejime bir tepki olarak ortaya çıkmıştı ve bundan sonra ‘ulus’, ‘kitleler’, ‘bireyin özgürlüğü’, ‘mutluluk’ ve ‘eşitlik’ gibi kavramlar yazar, şair ve felsefecilerin eserlerinde yer almaya başladı.

1.1. Millet ve Milliyetçilik

Aslen Arapça olan “millet” kelimesi Büyük Türkçe Sözlük’te “Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, ulus” ve ”Bir yerde bulunan kimselerin bütünü, herkes” olarak

(10)

4 tanımlanmaktadır.1 20. yüzyıl başlarına kadar Osmanlı Türkçesinde bu anlamda kullanılmıştır. Aynı sözcük 19. yüzyıl ortalarından itibaren Fransızca/

İngilizce nation kavramına karşılık olarak kullanılmıştır.

“Ulus” (nation) kavramı, on altıncı yüzyılda “siyasal ve kültürel otoriteyi” elinde tutan dinsel seçkin bir grubu, “halk” da belli bir bölgede yaşayan avam sınıfı anlamında kullanılıyordu.2 Kedourie’ye göre “natio” kelimesi günlük kullanımda bir halktan daha küçük ama bir aileden daha büyük bir grubun üyesi, doğuştan benzer erkekler için kullanılır, özellikle de yabacı bir grubu belirtmek için.3 İspanya Kraliyet Akademisi Sözlüğü’nde 1884 basımından önce modern anlamıyla devlet, millet ve dil terminolojisi kullanılmazken, “nación” sözcüğü basitçe “bir eyalet, bir ülke veya bir krallıkta oturanların toplamı” ve aynı zamanda “bir yabancı” anlamında kullanılmıştır.4 1884 basımından sonra ise, “her şeyden üstün bir ortak yönetim merkezini tanıyan bir devlet veya politik birim” ve bunun yanında “bir bütün sayılan bu devletin oluşturduğu topraklar ve bu topraklarda yaşayan insanlar” anlamına gelmektedir.5

Genellikle millet ile ilgili tanımlarda din, dil, duygu, gelenek ve görenek, semboller ve zaferler birliği olan insanların aynı topraklar üzerinde yaşadığı topluluk olarak bahsedilse de ‘millet’ teriminin tanımlanması kolay değildir.

Çeşitli düşünürlerin milleti farklı şekillerde tanımladıkları görülmektedir. Renan, milleti, geçmişte yapılmış ve gelecekte de yapılmaya hazır olunan fedakârlıklar duygusuyla oluşturulan geniş ölçekli bir dayanışma olarak tanımlarken6 Hechter, milleti yoğun dayanışma içinde olan, genetik bakımdan ilişkisiz görece büyük bir insan grubu olarak tanımlar.7 Miroslav Hroch ise milleti çeşitli ilişkilerin bileşimlerine göre tanımlanan büyük bir toplumsal grup olduğunu, belli bir tarihsel kökeni olan, ancak

1 Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük, (Çevrimiçi)

http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.55d9ee1953b3f5.8546181 6 (Erişim Tarihi: 1.08.2015)

2 Greenfield Liah ve Chirot Daniel, “Nationalism and Agression”, Theory and Society, 1994, s.81.

3 Elie Kedourie, Nationalism, Oxford: Blackwell, 1194, s. 5.

4 Eric John Ernest Hobsbawm, 1780’den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1995, s. 29.

5 a.g.e., s. 14.

6 Ernest Renan, ”What is Nation”, Becoming National: A Reader, (Düzenleyen Geoff Eley ve Ronald Grigor Suny), Oxford: Oxford University Press, 1996, s. 19.

7 Michael Hechter, Containing Nationalism, Oxford: Oxford University Press, 2000 (Aktaran: Umut Özkırımlı, Miliyetçilik Kuramları, Ankara: Doğu Batı yayınları, 2008, s. 17.)

(11)

5 nesnel koşulların etkisi altında, tedricen milli bilinç kazanmış bir insan topluluğu şeklinde tanımlar.8

Benedict Anderson’a göre ise ulus, sınırlıdır, egemendir ve cemaat halindedir.

Sınırlıdır, çünkü ne kadar büyük olursa olsun tek ulus yoktur, başka uluslar da mevcuttur. Hiçbir ulus kendisini insanlığın tümü ile örtüşüyor olarak hayal etmez.

Egemendir, çünkü Aydınlanma ve Devrim’in hiyerarşik hanedanlık sistemlerinin ve mülklerinin yasallıklarının aşınmaya başladığı bir çağda doğmuştur. Cemaattir, çünkü her ulusta eyleme dökülen eşitsizlikler ve sömürü ilişkileri hangi konumda olursa olsun, ulus daima derin ve yatay bir yoldaşlık olarak tasarlanmıştır. Son iki yüzyıl boyunca milyonlarca insanın, birbirlerini öldürmesinden ziyade, böylesi sınırlı hayaller uğruna ölmeyi kabul etmelerini mümkün kılan şey kardeşliktir.9 Anderson’un yoğun bir şekilde tartışılan tanımına göre; “Ulus, hayal edilmiş siyasi bir topluluktur- kendisine aynı zamanda hem egemenlik hem de sınırlılık için olacak şekilde hayal edilmiş bir cemaattir. Hayal edilmiştir, çünkü en küçük ulusun üyeleri bile diğer üyeleri tanımayacak, onlarla tanışmayacak, çoğu hakkında hiçbir şey işitmeyecektir ama yine de her birinin zihninde toplamlarının hayali yaşamaya devam eder.”10

Milliyetçilik teorilerini kendisi gibi modernist olan Gellner ve Hobsbawn’ın çalışmalarına dayandıran Anderson, milliyetçiliğin “icat edilen”, “tasarlanan” veya

”hayali” olduğunu savunmuştur. İnsanların ulusal çizgide birleştirilmesini sağlayan iki temel gelişme olarak baskı kapitalizmi gibi kurumların ortaya çıkışını ve roman ve gazetenin yükselişini görmektedir. Bu ikisi sayesinde insanlar kendilerini daha önce hiç tanımadığı bir topluluğa ait hissetmiştir. Baskı kapitalizmi ile roman ve gazetelerin yükselişi, aynı şeyleri okuyan insanlarda aynı duyguları uyandırarak onlara, kendilerini ait hissedebilecekleri bir topluluğu hayal etmeleri için bir alan oluşturmuştur.

Calhoun, bir topluluğun ulus olabilmesi için taşıması gereken temel on özelliği şu şekilde sıralamaktadır:11

1. Sınırları olan bir toprak veya belirli bir nüfus ya da her ikisi.

2. Bölünmezlik-ulusun bir bütün olduğu kavramı.

8 Miroslav Hroch, Avrupa’da Milli Uyanış, İstanbul: İletişim Yayınları, 2011, s. 50.

9 Benedıct Anderson, Hayali Cemaatler, İstanbul: Metis Yayınları, 1995, s. 21-22

10 a.g.e., s. 20.

11 Craig Calhoun, Milliyetçilik, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009, s. 6.

(12)

6 3. Egemenlik ya da en azından egemenlik ülküsü taşımak ve böylece özerk ve kendine yeterli olduğu varsayılan bir devlet olarak diğer uluslara şekli eşitlik.

4. ‘Üstün’ bir meşruiyet kavramı –örneğin hükümetin ancak halkın iradesi tarafından desteklendiği veya en azından ‘halkın’ ya da ‘ulusun’ çıkarlarına hizmet ettiği sürece adil olduğu düşüncesi.

5. Halkın kolektif olaylara katılımı- ulus mensubiyeti esasına göre seferber edilen bir nüfus (ister savaşla, ister sivil yurttaşlıkla ilgili faaliyetler için).

6. Doğrudan üyelik- her bir bireyin, ulusun ivedi bir parçası oluşu ve bu bağlamda diğer üyelerle kategorik olarak eşit görülmesi.

7. Dilin, paylaşılan inanç ve değerlerin, alışılmış pratiklerin bir birleşimini içerecek biçimde bir kültür.

8. Zamansal derinlik-ulusun, geçmiş ve gelecek nesilleri içerdiği ve ortak bir tarihi olduğu haliyle zaman içinde var olduğu anlayışı.

9. Ortak mezhep veya ırk özellikleri.

10. Belli bir toprakla tarihi, hatta kutsal bir bağ olarak.

Smith ise, milliyetçiliğin geleceği anlamları şöyle sıralamıştır12:

1. Bütün olarak millet ve milli-devletlerin bütün bir kurulma ve kendini idame ettirme süreci,

2. Bir millete ait olma bilinci ve milletin güvenliği ve refahıyla ilgili özlem ve hissiyata sahip olmak.

3. Millet ve rolüne ilişkin bir dil ve sembolizm

4. Milletler ve milli irade hakkında bir kültürel doktrin ile milli emellerin ve milli iradenin gerçekleşmesine dair reçeteleri de içeren bir ideoloji

12 Anthony D. Smith, Milli Kimlik, (çev. Bahadır Sina Şener), İstanbul: İletişim Yayınları, 1994, s. 119.

(13)

7 5. Milletin amaçlarına ulaşacak ve milli iradeyi gerçekleştirecek bir toplumsal ve siyasi hareket.

Özkırımlı, milliyetçilik söyleminin temel özelliklerini üçe ayırmıştır:

Milliyetçilik söyleminde 1- millet her şeyden önce gelir. 2- milleti tek meşruiyet kaynağı olarak görür. 3- dünyayı ikili kategorilere ayırır; ‘biz’ ve ‘onlar’, ‘dostlar’ ve

‘düşmanlar’ gibi.

Bunun yanı sıra Özkırımlı milliyetçilik söyleminin dört farklı şekilde işlediğini de savunmuştur.13

1- Milliyetçilik söylemi dünyayı “biz” ve “onlar” şeklinde böler. Milliyetçilik “biz muhabbeti”, yani dünyayı “biz” ve “onlar” diye bölen, her iki tarafa da türdeş ve sabit bir kimlik atfeden söylemler ailesinin bir üyesidir.

2- Milliyetçilik söylemi hegemonya kurucudur. Diğer söylemler gibi milliyetçi söylem de güç ve tahakküme dairdir.

3- Milliyetçilik söylemi kendisini doğallaştırır. “Milliyetçiliğin gözünde milli kimlik, etnik değişkenlerin göreliliğini, şeyleştirilmiş bir ebedi hakikatler kümesine dönüştüren bir mutlak değerler sistemidir”

4- Milliyetçilik söylemi kurumlar aracılığıyla işler. Milliyetçilik söylemi yoktan var olmaz, toplumsal bir boşluk içinde oluşmaz. Bir sürü kurum tarafından üretilir ve dayatılır.

Ulus ya da millet kavramlarının genel bir tanımı yoktur, ancak milletin milliyetçilikten sonra oluştuğu çoğu düşünür tarafından kabul görmektedir.

Milliyetçilik, milletlerin sadece oluşumunda değil, devam ettirilmesinde de hayati öneme sahiptir.

13 Umut Özkırımlı, Miliyetçilik Kuramları, Ankara: Doğu Batı yayınları, 2008, s. 30-31.

(14)

8 1.2. Milliyetçilik Kuramları

Milletlerin/ulusların ezelden beri var olduklarına ilişkin kanı ile modern birer olgu olduklarına dair düşünce, milliyetçilik literatüründeki iki farklı yaklaşımı biçimlendirmiştir. Yaklaşımlardan ilkini benimseyenler, primordiyalistler (ilkçiler), ikincisini benimseyenler ise modernistler olarak adlandırılmaktadır. Primordiyalist yaklaşım, “etnik kimliğin tarihi ve toplumsal koşullardan bağımsız bir varlığı ve çekiciliği olduğunu, ekonomik ve kurumsal düzenlemelerin yok edemeyeceği bir güçle bireylerin siyasi temayülleri üzerinde belirleyici rol oynadığını” iddia etmektedirler.

Primordiyalistlere göre, “etnik gruplar tarihin derinliklerinden bu yana var olan, somut ve bağımsız oluşumlardır ve varlıkları başka faktörlere (ekonomik, sosyal, kültürel, tarihsel, coğrafi, vs.) indirgenemez ve bu faktörlerce açıklanamaz.”14

Primordiyalistler arasında doğalcı yaklaşım, biyolojik yaklaşım ve kültürel yaklaşım olmak üzere üç farklı yaklaşım mevcuttur. Bunlardan ilki, etnik kimliğin konuşma yeteneği, koku alma, görme duyuları ya da cinsiyet kadar doğal bir parçamız olduğunu savunur; ikincisi üremeyi esas alarak üreme eyleminde içgüdüsel olarak akrabaların seçildiğini savunur; üçüncü yaklaşım ise din, dil, ortak geçmiş gibi öğelere duyulan inancı ön plana çıkarır.15

Modernistler ise, milletleri ve milliyetçiliği doğal ve ezeli bir olgu olarak görmeyip modernite ve kapitalizmle ilişkilendirerek açıklamaya çalışır ve milletlerin ancak milliyetçilik çağında sosyolojik bir gereklilik haline geleceğini savunur. Onlara göre “Milliyetçilik milletleri yaratır, milletler milliyetçiliği değil.”16 Gellner’e göre, modernleşme öncesinde elitlerle üretici sınıf arasında herhangi bir ideolojinin aşamayacağı bir sınır vardı, ama endüstrileşme ile ortaya türdeşleşme ihtiyacı çıkmıştır ve bu milliyetçilik bu türdeşliğin ideolojisidir. Okuma yazma bilen ve teknolojiyi kullanabilen insanlara ihtiyaç duyan endüstriyel toplumda devlet, “kitlesel, kamusal,

14 Şener Aktürk, “Etnik Kategori ve Milliyetçilik: Tek-Etnili, Çok Etnili ve Gayri-Etnik Rejimler”, Doğu Batı, S. 38 (Ağustos, Eylül, Ekim 2006), s. 24.

15 Özkırımlı, a.g.e., s. 78.

16 a.g.e., s. 98.

(15)

9 zorunlu ve standart eğitim sistemini destekleme yoluyla böyle bir iş gücünü sağlayabilme yetisine sahip tek ajandır.” 17 Gellner bunu şu şekilde ifade etmiştir;

“Ulusçuluk aslında önceleri halkın çoğunluğunun ve bazı durumlarda da tümünün hayatına alt kültürlerin hâkim olduğu bir toplumda genel anlamda bir üst kültürün zorla dayatılmasıdır. Yani okulda okuyarak elde edilen, akademik dünyanın denetlediği, mümkün olduğunca açık bir bürokratik ve teknolojik iletişimin gereksinimlerine göre inceden inceye düzenlenmiş bir dilin genel topluma yansımasından söz ediyoruz.

Ulusçuluk daha önceleri yerel düzeyde küçük gruplar tarafından kendilerine özgü bir biçimde yeniden üretilen folk kültürlere dayalı yerel grupların karmaşık yapısı yerine her şeyden önce yukarıda sözü edilen bu tür bir ortak kültürün bir arada tuttuğu, birbirlerinin yerini alabilecek atomize bireylerin oluşturduğu, anonim, kişisel olmayan bir toplumun kurulmasıdır.”18

Gellner, daha sonraki çalışmalarında bir dönemleştirmeye giderek, tarımsal toplumlardan modern topluma geçiş sürecinde milliyetçiliğin beş aşamasından söz eder.

Bunlardan ilki çıkış çizgisi aşaması, ikincisi milliyetçi başkaldırı aşaması, üçüncüsü Milliyetçi başkaldırının zaferi ve kendi kendini yok edişi aşaması, dördüncüsü gece ve sis aşaması ve beşincisi endüstrileşme sonrası aşamasıdır. Birinci aşamada etnisiteyle siyasi meşruluk arasında hiçbir bağ bulunmamaktadır. İkinci aşamada etnisite kendisini siyasi bir ilke olarak göstermeye başlar. Üçüncü aşamada, çok etnikli imparatorluklar dağılır, milliyetçilik meşruiyetin yegâne kaynağı haline gelir ve yeni devletler kurulur.

Ancak bu yeni kurulan devletler de kendi içlerinde çeşitli etnik azınlıklar bulundurdukları için milliyetçilik bir sorun olmaya devam eder. Dördüncü aşamada milliyetçiliğin gerekleri katliam ya da göç gibi mekanizmalar aracılığıyla yerine getirilir. Beşinci ve son aşamada ise refah düzeyindeki yükseliş ve kültürel yakınlaşma nedeni ile milliyetçilik eski şiddetini yitirir ama tamamen ortadan kalkmaz.19

Modern zamanlarda üç kültürel tasarım etkisini yitirmeye başlamıştır. İlk tasarımda, kutsal yazı dilleri ontolojik hakikate ulaşmakta ayrıcalıklı bir konuma sahipti. İkinci tasarımda toplumlar, yüksek merkezlerin, başka insanlardan ayrı ve farklı olan, kozmolojik (ilahi) bir bağış/ buyruktan ötürü hükmeden kralların altında ve

17 Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk (çev. Büşra Ersanlı Behar, Günay Göksu Özdoğan), İstanbul: İnsan Yayınları, 1992, s. 107–108.

18 a.g.e., s. 108.

19 Özkırımlı, a.g.e., s. 156-157.

(16)

10 etrafında idi. Üçüncü tasarımda ise kozmoloji ve tarih ayırt edilmez, dünyanın ve insanların kökenlerini özdeş kılan zaman tasarımı vardır. İşte Benedict Anderson’a göre bu üç tasarımın etkilerini yitirmeye başladığı yer ve modern zamanlarda ulusların tahayyül edilmesi mümkün olabilmiştir.20

Anderson, kapitalist yayıncılığı ulusların tahayyülünde en önemli mekanizma olarak görür. Kapitalist yayıncılık on beşinci yüzyıldan itibaren Avrupa’da hızla gelişmiştir ve bu da ulusal bilincin temellerin atılmasında üç farklı yoldan etkili olmuştur. Bunlardan ilki “Latincenin altında ama konuşulan halk dillerinin üzerinde bir düzeyde, birleşik bir mübadele ve iletişim alanı yaratmak”tır. Avrupa’da milyonlarca insan bu noktadan itibaren “birbiriyle baskı ve kâğıt aracılığıyla” anlaşabilir hale gelmiştir. İkinci olarak, kapitalist yayıncılık “dile bir sabitlik kazandırmış ve bu uzun vadede, “öznel millet kavramları için son derece merkezi bir rol oynayan kadimlik fikrinin inşa edilmesine katkıda” bulunmuştur. Üçüncüsü ise, kapitalist yayıncılığın lehçelerin üzerinde “farklı bir iktidar” dili yaratmış olmasıdır. Böylelikle, yayın diline yakın lehçeler ön plana çıkarken diğerleri geri plana itilmiştir.21

Anderson’a benzer bir biçimde Hobsbawm da, “geleneklerin icadı”ndan bahseder.

İcat edilen gelenekler, “görece yeni bir tarihsel yenilik olan ulusla, onunla ilgili milliyetçilik, ulus-devlet, ulusal semboller ve tarihler, vb. fenomenlerle yakından alakalıdır.” Milliyetçi ideoloji, milletin doğallığına ve ezeliliği savına inandırıcılık sağlamak için gelenekleri icat etmek durumunda kalmıştır ve bu “alenen ya da zımnen kabul görmüş kurallarca yönlendirilen ve bir ritüel ya da sembolik bir özellik sergileyen, geçmişle doğal bir süreklilik anıştırır şekilde tekrarlara dayanarak belli değerler ve davranış normlarını aşılamaya çalışan bir pratikler kümesi” şeklinde düşünülmelidir.”22

Bu iki yaklaşımın yanında bir üçüncü yaklaşım daha da vardır ki etno-sembolizm olarak adlandırılır. Bu yaklaşım yetkin bir şekilde Antony D. Smith tarafından temsil edilip her iki yaklaşımı da eleştirir ve ulusları modern bir olgu olarak görür ancak

20 Benedict Anderson, Hayali Cemaatler Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması (çev. İskender Savaşır), İstanbul: Metis Yayınları, 1995, s. 51.

21 a.g.e., s. 60-61.

22 Eric John Ernest Hobsbawm, “Gelenekleri İcat Etmek”, Geleneğin İcadı, der. Eric Hobsbawm & Terence Ranger (çev. Mehmet Murat Şahin), İstanbul: Agora Kitaplığı, 2006, s. 17.

(17)

11 kökenlerinin modernlikten çok eski zamanlara kadar uzanan etnik bağlarda aranması gerektiğini belirtir.

Smith’in primordiyalizme üç itirazı vardır. İlk olarak, ulusun modern öncesinde de var olan birimler olarak kavramsallaştırmalarına itiraz ederek modern ulusların modern öncesindeki oluşumlardan farklı olarak, kitlesel olduğunu ve o topluluktaki her üyenin kurumsal olarak eşit olduğunu, kanunların milletin tek tek bütün üyelerine eşit olarak uygulandığını savunur. İkinci olarak, modern ulusların yalnızca tarihsel ve kültürel bir topluluk olduğu fikrine karşı çıkarak onların aynı zamanda “hukuki- siyasal” bir topluluk olduğunu savunur. Bunun iç boyutunda yurttaşlar ortak bir hukuk sistemi ile yönetilirler ve bundan kaynaklanan hak ve ödevlere sahiptirler, dış boyutunda ise uluslar özerk ve egemen bir birim olarak var olurlar.23 Üçüncü olarak Smith, modern ulusların, modern bir ideoloji ile birlikte var olduklarını savunur. Ona göre milliyetçilik;

“Dünyanın milletlere bölünmüş olduğunu, her milletin kendi karakteri ve yazgısı olduğunu, bir bireyin ilk bağlılığının kendi milletine olduğunu, tüm milletin siyasal iktidarın kaynağı olduğunu, her milletin özerk olmak suretiyle kendi otantik doğasını ortaya koyması gerektiğini, barışçıl ve adil bir dünyanın ancak özerk milletler üzerine inşa edebileceğini ileri sürer.”24

Smith’e göre, modern dönemlerde ulusla vatan, paylaşılan bir toprak, ortak bir ekonomi, belli mekânlara bağlı paylaşılmış deneyimler ve ortak bir tarih üzerinden birleşmiştir. Oysa modern öncesi dönemlere ait böylesi bir vatan fikrine rastlamak mümkün değildir. Modernistlerin ulus ve ulusçuluğu modern bir olgu olarak görmelerinin doğru olduğunu düşünen Smith, ulus devletin de, modern bir olgu olduğunu ve 1648 Vestfalya anlaşmasından on dokuzuncu yüzyıla kadar yaşanan dönüşümlerle meydana geldiğini söyler. Bu bağlamda ulus da ulusal karakter de modern bir olgudur.25

23 Anthony D. Smith, Küreselleşme Çağında Milliyetçilik (çev. Derya Kömürcü), İstanbul: Everest Yayınları, 2002, s. 56–57.

24 a.g.e., s. 58.

25 a.g.e., s. 59.

(18)

12 1.3. Milliyetçilik Türleri

Hans Kohn, rasyonel ve kurumsal olan “batılı” milliyetçilik ile organik ve mistik olan “doğulu” milliyetçilik şeklinde ikili bir ayrıma gider. Smith, bazı eleştirel yanları olduğunu kabul ederek bu tasnifin faydalı olduğunu düşünür. Milleti aynı yöntem ve yasalar altında ortak bir ülkede yaşamakta olan insanların bir birliği/ kurumsallığı olarak gören rasyonel millet kavramı İngiltere, Fransa ve Amerika’da ortaya çıkmıştır.

Avrupa’nın doğusu ve Asya’da ortaya çıkan milliyetçilikler ise “milleti, ancak yerli entelektüellerin ölçüp biçebilecekleri mistik bir ‘ruh’ ve ‘misyon’ sahibi dikişsiz ve organik bir birlik olarak” görmüşlerdir.26 Daha sonraki çalışmasında Smith, teritoryal ve etnik ulusçuluk kavramlarını kullanır.

Teritoryal milliyetçilik ulusu/ milleti, devletle ve yasayla, yani sınırları kesinleşmiş bir coğrafyadaki siyasal birimle ilişkilendirerek açıklar. Buna göre;

“Ulus bir yasalar ve yasal kurumlar topluluğudur; üyeleri ortak bir yasayla bağlıdır ve benzer hak ve sorumluluklara sahiptirler. Prensip olarak, ‘ırka, renge, itikata’ yaşa, cinsiyete ya da dine dayalı istisnalar yoktur. Yasalar tek bir kaynaktan doğar, teritoryal devlet, ulusun, onun birliğinin ve standartlaşmış olmasının bir ifadesi olarak ulus devletin egemenliğini yansıtır. Bu yüzden tarihsel bir gerçeklik meselesi özü olarak bu ulus kavramı, kendi sınırları içinde münhasır hukukilik iddiasında bulunan egemen bir devlete sahip halklarda ortaya çıkmıştır.”27

Etnik ulusçulukta ise, geçmiş, ortak kökler ve soy, popülizm, gelenekler ve yerlilik ön planda olup uluslar etnik bağlar temelinde kurulur. Burada teritoryal ulusçuluğun aksine yasal kurallar ve kurumlar yerine, gelenek, görenek ve lehçeler ikame ettirilmeye çalışılır. Dile ulusun biricikliğini gösteren bir anlam yüklenmiş olup bu ulusçuluğun inşasında filoloji alanında yapılan çalışmalar önemli rol oynamıştır.

Tarih de burada milliyetçiliğin odak noktası olup sadece bir bilim değil, ulusal bir mesele ve çabadır:

26 Smith, Milli… a.g.e., s. 131.

27 Antony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, Ankara: Dost Kitabevi, 2002, s. 178.

(19)

13

“Tarihte izlerimizi sürerek, ‘biz’ kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi, ne zaman ortaya çıktığımızı, atalarımızın kim olduğunu, ne zaman büyük ve şanlı olduğumuzu, kahramanlarımızın kim olduğunu, neden gerilediğimizi keşfederiz (ya da yeniden keşfederiz). Fakat ‘ulusal benlik’in yeniden keşfedilmesi akademik bir mesele değildir;

bir ulus yaratma üzerine milliyetçi bir projenin hayata geçirilmesini ve ölümünü ifade eden, çözümü zor ve tartışmalı, sıkıntılı bir olgudur.”28

Teritoryal milliyetçilikler sömürgeciliğe karşı verilen mücadelelerde,

“bağımsızlıktan önce yabancı yöneticileri kovmayı ve eski sömürge ülkeyi yeni bir devletsel milletle ikame etmeye” çalışırlar. Bağımsızlık sonrasında farklı etnik kökenlerden gelen nüfusu bir siyasi topluluk haline getirmeye ve “eski sömürge devletin dışında yeni bir ‘teritoryal millet’ yaratmaya çalışacaklardır. Etnik milliyetçilikler ise, bağımsızlık öncesinde daha büyük bir siyasi birimden ayrılmaya ve onun yerine yeni bir siyasi “etno-millet” inşa etmeye çalışacaklar, bağımsızlıktan sonra ise “etno-millet”in sınırlar dışında kalan akrabalarının yaşadığı toprakları ilhak ederek ya da benzer “etno- milli” devletlerle birleşerek daha geniş bir devlete ulaşmak isteyeceklerdir. Bu nedenle de irredentist ve pan karakter taşımaktadırlar.29

Suavi Aydın, bu iki milliyetçilik türünü Aydınlanmayı merkeze alarak tanımlamaktadır. Buna göre teritoryal milliyetçilik, Aydınlanmanın mirasını taşıyan ve ulus-devleti “etnik ya da dinsel içeriği bulunmadan ‘özgür’ iradeye sahip yurttaşların birliği ya da mutabakatı”nı ima eden bir siyasal örgütlenme biçimi olarak benimseyen bir milliyetçilik türüdür. Teritoryal milliyetçilik, “özgür” insanın iradesini tek egemenlik kaynağı olarak gören Aydınlanma düşüncesinin ana hedefi olan “herkese eşit uygulanacak bir hukuk”tan yola çıkarak ulusu bu hukukun “keyfilikten, kısmilikten ve şahsilikten uzak bir biçimde uygulanacak birliği” olarak tanımlamaktadır.30 Fransız ansiklopedistlerinin ulus tanımında bu anlayış açıkça görülmektedir. Diderot ve d’Alembert ulus sözcüğünü, “belirli bir genişlikte ve sınırları belli bir ülkede oturan, aynı yönetime tabi bulunan kalabalık halkları” tanımlamaktadır ve bu ulus anlayışında

28 a.g.e., s. 193.

29 a.g.e., s. 133-134.

30 Suavi Aydın, “Etnisite ve Milliyetçiliğin Yanlış Kavranılmasına Dair”, Bilim ve Gelecek, S. 49 (Mart 2008), s. 38–39.

(20)

14

“dil, mezhep, tarikat, etnik köken gibi öğeler –zaman zaman teoride kalsa da- ikinci plana” indirgenmiştir.31

Almanlarda etnik milliyetçilik, Aydınlanma ve Fransız pozitivizmi ile İngiliz rasyonalizmine tepki olarak, volkçu yani halkçı düşünce şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu düşüncede Alman entelektüellerince bazı argümanlar getirilmiş ve bunlar sonraları bu milliyetçilikten ilham alan bütün milliyetçilerce benimsenmiştir. Bunlardan ilki volkun ve onun dili ile kültürünün eşsizliği, istisnailiği ve diğer uluslara olan üstünlüğüdür.

İkincisi, Alman ulusunun istisnailiği ve üstünlüğü ile kanının saflığını koruması arasındaki ilişkidir. Üçüncüsü, köylülerin volkun özünü oluşturmaları, yani hem kanlarının saflığını en iyi biçimde korumayı başarmış olmaları hem de modernleşmenin

“yozlaştırıcı” etkisinden uzak kalmalarıdır. Dördüncüsü, savaş ile ulus bilinci arasındaki ilişki ve savaşın “arındırıcı” yönü ile ilgilidir ve doğrudan savacı gerektirir.

Milliyetçiliğin türlerine değindikten sonra ideoloji olarak milliyetçiliğin nasıl bir anlam taşıdığına bakmak için, Smith’in milliyetçiliğin hangi anlamlara gelecek şekilde kullanıldığına dair yaptığı sıralama incelenebilir:

1. Bütün olarak millet ve milli-devletlerin bütün bir kurulma ve kendini idame ettirme süreci,

2. Bir millete ait olma bilinci ve milletin güvenliği ve refahıyla ilgili özlem ve hissiyata sahip olmak.

3. Millet ve rolüne ilişkin bir dil ve sembolizm

4. Milletler ve milli irade hakkında bir kültürel doktrin ile milli emellerin ve milli iradenin gerçekleşmesine dair reçeteleri de içeren bir ideoloji

5. Milletin amaçlarına ulaşacak ve milli iradeyi gerçekleştirecek bir toplumsal ve siyasi hareket.32

Dördüncü ve beşinci maddeleri birleştiren Smith, milliyetçiliği “hâl-i hazırda ya da potansiyel olarak bir millet’i kuracağı bazı mensuplarınca farz edilen bir halk adına özerklik, birlik ve kimlik edinmek ve bunu sürdürmek için oluşturulan bir ideoloji”

31 Suavi Aydın, Modernleşme ve Milliyetçilik, İstanbul: Gündoğan Yayınları, 1993, s. 64.

32 Smith, Milli Kimlik…, a.g.e., s. 119.

(21)

15 olarak tanımlar. Bu ideolojiye göre dünya milletlerden teşekkül bir yapı ve millet de siyasi gücün kaynağıdır.33

Suavi Aydın’ın çizdiği şema, Milliyetçilik türleri ile ulus-devlet oluşumları arasındaki ilişkiyi anlamak açısından aydınlatıcı görünmektedir. Bu şemaya göre, oluşumun esas dinamiğini burjuvazi ve kapitalist kurumların teşkil ettiği durumlarda, önce uluslaşma, sonra ulus ve sonra da milliyetçilik ortaya çıkmaktadır ve bunun tipik örneği İngiltere ile Fransa’dır. Esas dinamiğin burjuvazi, küçük burjuvazi ve aydınlar olduğu durumda uluslaşmayı milliyetçilik ve onu da ulus devlet takip etmektedir. Tipik örnekler ise Almanya, İtalya ve Çekoslovakya’dır. Oluşumun esas dinamiğini aydınların, yabancı işgalinin ve sömürgeciliğin oluşturduğu durumlarda önce milliyetçilik ortaya çıkmakta, bu durumu ulus-devlet izlemekte ve ardından da uluslaşma gelmektedir. Tipik örnekler, Balkanlar, Orta Doğu, Güney Amerika, Afrika ve Asya’da görülmüştür. Son olarak, esas dinamiğin aydınlar, küçük burjuvazi ve yabancı işgalinden oluştuğu durumlarda önce milliyetçilik ortaya çıkmakta, ardından uluslaşma gelmekte ve en son da ulus-devlet ortaya çıkmaktadır. Örnekler ise, Doğu Avrupa, bazı Balkan ülkeleri, İspanya ve Portekiz’dir.34

33 a.g.e., s. 121.

34 Aydın, Modernleşme…, a.g.e., s. 76.

(22)

16

2. BÖLÜM: OSMANLI- KÜRT İLİŞKİLERİ VE KÜRT ULUSAL HAREKETİ

2.1. Osmanlı Döneminde Kürtlerin Genel Durumu

Osmanlı Devleti’nin Kürtlerle ilişkisi, Safevi Devleti’nin her iki taraf için de tehlikeli olmaya başlamasıyla ilintilidir. Safevi Devleti’nin kuruluşundan kısa süre sonra, Bağdat ve Musul arasındaki topraklara hâkim olmaya başlaması, Osmanlı Devleti’nin dikkatlerini doğuya çevirmesine ve tehlikeyi önleyecek yeni ittifak arayışlarına girmesine sebep oldu. Osmanlı Devleti, yaklaşan Safevi tehdidine karşı, her iki devlet için de odak nokta konumunda bulunan Kürtlere ihtiyaç duydu. Kürtlerden oluşturulacak tampon bir bölge, Safevi Devleti’nin doğuya yönelmesini engelleyecek ve Anadolu’nun farklı yerlerinden kendisine katılmaya giden Türkmenlerin önünü alabilecekti.35 Bütün bunlar, Osmanlı Devleti’nin Kürtlerle dayanışma ve ittifak kurmasını zorunlu kılmaktaydı.

Tarih boyunca siyasi bir birlik kuramadığı için birçok devletin himayesi altında yaşamak zorunda kalan Kürtler, Safevi Devleti’nin ortaya çıkmasından önce de Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinin himayesi altında yaşamaktaydı. Bu idareden memnun kalmayan Kürtler, bunu ortadan kaldıran Şah İsmail’e ilk başlarda destek verdiler. Ancak Şah İsmail yönetimindeki Safevi Devleti’nin politikaları, önceki devletlerin politikalarından farklı olmamıştır. Bölgeye hâkim olan Safevi Devleti, Kürt beylerini ortadan kaldırmaya girişti ve onların topraklarını merkezden atadığı valilerle yönetmeye çalıştı. Bunların yanında Sünni ve Şafii mezhebine bağlı olan Kürtlere Şiiliği zorla dayatmak istemesi Kürtleri rahatsız etti. Bu iki durum, Kürtleri dönemin en

35 Mehrdad R. Izady, The Kurds: A Conciese Handbooks, Washington: Toylor & Francis, 1992, s. 50-51;

Viladimir Minorsky, Thomas Bois, Kürt Milliyetçiliği, İstanbul: Özgün Yayınevi, 2008, s. 48.

(23)

17 güçlü devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti’ne yakınlaştırdı.36 Bu yakınlaşmada siyasal, dini, sosyal ve ekonomik faktörlerin etkili olduğu söylenebilir.

23 Ağustos 1514’te Osmanlı Devleti ve Safevi Devleti arasında yaşanan Çaldıran Savaşı’nın kazanılmasında, Kürtler çok büyük rol oynadı. Savaş sonrası İdris-i Bitlis’inin37 öncülüğünde Kürt beyleri ile Sultan Selim arasında 1514’te Amasya Antlaşması38 imzalandı. Kürt beylerinin özerkliğini esas alan bu antlaşma ile Kürtler uzun yıllar Osmanlı himayesi altında yaşamaya başladılar.39 Antlaşmaya göre;

a) Osmanlı, Kürt emirliklerin özerkliklerini koruyacak,

b) Kürt emirliklerinde yönetim babadan oğula geçecek, eskiden beri yürümekte olan yönetim yürürlükte kalacak ve bu konuda Ferman Padişah’tan çıkacaktır,

c) Kürtler, savaşlarda Osmanlı’ya yardım edecek, d) Osmanlı, savaşlarda Kürtlere yardım edecek,

e) Kürtler, devlete verilmesi gereken her türlü vergiyi verecektir.

Antlaşmadan sonra Kürt beyleri, daha güçlü bir siyasal yapının bir parçası haline geldi. Osmanlı Devleti ise Safevi tehdidine karşı Kürtlerden müteşekkil tampon bir bölge oluşturdu ve yeni bir vergi geliri elde etti.40

Egemenliği altına aldığı Kürt coğrafyasında merkeziyetçi bir yapı inşa etmeyen Osmanlı Devleti, bölgenin mahalli, tarihi ve coğrafi özelliklerine göre birbirinden farklı teşkilatlanmalara gitti. Bu farklılık sadece aynı eyalete bağlı sancaklar arasında değil, aynı sancağa bağlı kaza, nahiye ve cemaatler için de oldu. Farklı teşkilatlanmalardan dolayı bazı sancaklar özelliklerine göre değişik statülere bağlandı. Birbirinden farklı

36 David McDowall, A Modern History of the Kurds, New York: I.B. Tauris, 2004, s. 26-29; Bazil Nikitin, Kürtler: Sosyolojik ve Tarihi İnceleme (çev. Hüseyin Demirhan & Cemal Süreyya), C.1-2 İstanbul: Deng Yayınları, 1991, s. 327-328.

37 Ayrıntılı bilgi için bkz. Şakip Özdemir, Büyük Diplomat İdris-i Bitlisi ve Kürt Meselesi, Ankara: Fanos Yayınları, 2011, s. 11-55.

38 Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Emin Zeki, Kürtler ve Kürdistan Tarihi, İstanbul: Nûbihar Yayınları, 2011, s. 155-172; Lütfî (Ahmed) Ramiz, 20. YY’nin Başlarında Kürt Milliyetçi Söylemine Bir Örnek: Emir Bedirhan, İstanbul: Bgst Yayınları, 2007, s. 11-13.

39 Ahmet Kardam, Cizre-Bohtan Beyi Bedirhan: Direniş ve İsyan Yılları, Ankara: Dipnot Yayınları, 2011, s.

53; McDowall, a.g.e., s. 27-29; Minorsky & Bois, a.g.e., s. 50-51.

40 Hakan Özoğlu, Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçiliği (çev. Nilay Özok Gündoğan & Azat Zana Gündoğan), İstanbul: Kitap Yayınevi, 2005, s. 66.

(24)

18 statülerin belirlenmesinde bölgenin fiziki yapısı, aşiretlerin nüfusu ve dağılımı, Osmanlı öncesi siyasi ve içtimai durumları etkili oldu.41

Kürt beyleri ile yapılan antlaşma, Yavuz Sultan Selim’in ölümünden sonra da devam etti. Uzun yıllar boyunca bazı istisnalar dışında Osmanlı yönetimi ile Kürtler arasında idari ve siyasi ilişkilerde çok büyük değişiklikler ve çatışmalar yaşanmadı.

Fakat Batının gerisinde kaldığını anlayan Osmanlı Devleti, merkezileşmeye yönelik mali, idari ve siyasi reformlara yöneldi. Bu durum, Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren Kürtlere verilen bazı hakların yok sayılmasına neden oldu. Bunun neticesinde Osmanlı Devleti ile Kürtler arasındaki özerklik antlaşması bozuldu. Örneğin, o döneme kadar Kürt emirleri bölgedeki vergileri toplama, müstakil ordu ve divanlar kurabilme haklarına sahipken, merkezileşme ile beraber Kürt emirleri eski statü ve işlevlerini kaybetme noktasına gelmişlerdir. Kürtler, merkezileşme ve bölgede kurulmak istenen yeni düzene karşı sert tepki gösterdiler. Bu dönemde bölgenin doğusundan batısına kadar, güneyinden kuzeyine kadar birçok farklı bölgede isyanlar çıktı.42 Fakat bu isyanlar Kürtçülük bilinci ile değil merkezi devlete karşı yetki alanını genişletme ve eski pozisyonlarını elde etme amacı ile gerçekleşti.43

Kürt liderleri bir daha isyan etmesinler diye yakınlarıyla birlikte sürgüne gönderildiler. Sürgün edilen Kürt liderlerinin ve aile efradının Kürt bölgelerine dönmelerine izin verilmedi. Daha çok İstanbul’da göz hapsinde tutulan bu kişiler, dönemin en iyi okullarında eğitim aldı ve devletin en önemli kademelerinde görev yaptılar. Bu süreçte Osmanlı Devleti’nde yaşayan diğer etnik gruplarla aynı yerlerde ve çalışmalarda bulunarak dönemin padişahına muhalefet ettiler. Ayrıca bu dönemde milliyetçilik fikriyle tanıştılar.

Kürtler, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluşunda önemli rol oynadılar. Bu cemiyetin dört kurucu üyesinden ikisi Kürt kökenlidir. İshak Sükûti ve Abdullah Cevdet Kürt kökenli Osmanlı aydınlarıydı. Bunların çalışmaları sayesinde Kürt aristokrat ailelerden gelen birçok Kürt ileri geleni de bu cemiyete aktif olarak katıldı. Çalışmalar

41 Orhan Kılıç, “Yurtluk-Ocaklık ve Hükümet Sancakları Üzerine Bazı Tespitler”, OTAM, S. 10 (1999), s.

119-120; Bayram Kodaman, Osmanlı Devrinde Doğu Anadolu’nun İdari Durumu, İstanbul: Anadolu Basın Birliği Yayınları, 1986, s. 13.

42 Bu dönemde çıkan en önemli isyanlar; 1806 Baban Abdurrahman Paşa İsyanı, 1810 Revanduzlu Mehmed Paşa İsyanı, 1839 Garzan Sincar isyanı, 1843 Bedirhan Bey İsyanı, 1855 Yezdan Şer İsyanı.

43 İbrahim Kapaklıkaya, Kürt Açılımı Kuzey İrlanda Perspektifi, İstanbul: Ağaç Kitapevi Yayınları, 2010.

(25)

19 neticesinde Abdülhamit, 1908’de II. Meşrutiyet’i ilan etmek zorunda kaldı.

Meşrutiyetin ilanı birçok yerde coşkuyla kutlandı.

Meşrutiyetle birlikte etnik gruplar, Osmanlı tebaasının ortak iyiliği ve refahı için çalışmalarda bulundular. Bu dönem devlette kardeşlik, özgürlük, hürriyet ve dayanışma hâkimdi. Bunun sonucunda cemiyetleşmede ve basın faaliyetlerinde bir patlama yaşandı. Bu süreçte diğer etnik gruplar gibi Kürtler de cemiyet kurmaya, gazete ve dergi çıkarmaya önem verdiler. Bu bağlamda ilk Kürt siyasal cemiyeti sayılan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti bu dönemde kuruldu. Bu örgüt Kürtlerin siyasi, kültürel ve ekonomik sorunlarını gündemine aldı. Bunun arkasından Kürt Neşr-Maarif Cemiyeti, Kürt Talebe Hevi Cemiyeti, Kürdistan Muhibban Cemiyeti gibi birçok cemiyet başta İstanbul’da olmak üzere Kürdistan bölgesinin birçok yerinde kuruldu. Ayrıca bu dönemde birçok gazete ve dergi yayın hayatına başladı. Kürt Teavün ve Terakki, Kürdistan, Şark ve Kürdistan gibi gazeteler, Roji Kurd, Hatewi Kurd, Yekbun gibi dergiler bunlardan bazılarıydı.

Söz konusu gazete ve dergilerin çoğu, kurulan Kürt cemiyetleri vasıtasıyla çıkarıldı. Yayımlanan gazete ve dergilerde genelde birden fazla dil kullanıldı. Kürtçe, Türkçe, Ermenice, Süryanice, Farsça ve Arapça en çok tercih edilen diller olmuştur.

Kürtlerin farklı dillerde dergi ve gazete çıkarmaları, farklı gruplara da hitap etmek istemelerinden ileri gelmiştir. Daha çok eğitim, sağlık, ekonomi konularını ve toplumsal yaşamlarında Kürtlerin çektiği sıkıntıları dile getiren bu gazete ve dergilerin çoğu ya yurt dışında çıkarılmış ya da Osmanlı Devleti topraklarında gizli olarak çıkarılmıştır.44 Bu yayın organlarının Osmanlı Devleti içerisinde yayımlanmaları, dönemin padişahı ve yönetimi tarafından yasaklanmıştır. Bunun en önemli örneği, Kürtlerin çıkarmış olduğu ilk gazete olan Kürdistan gazetesidir. Yaklaşık üç yıl yayın hayatına devam eden bu gazete, devletin baskısı nedeni ile toplam üç ülkede ve beş farklı şehirde yayımlanmıştır.

Gazete ve dergilerin yayın politikasına bakıldığında Kürtlerin Birinci Dünya Savaşı’na kadar ayrılıkçı bir söylem içerisinde bulunmadıkları söylenebilir. Kürt aydınları, II. Meşrutiyet’ten sonra çıkarılan hemen bütün gazete ve dergilerde, ulusçuluktan ziyade Kürtler arasındaki eğitim ve ekonomi sorunları ile kültürel

44 Murat Issı, “Kürt Basını ve Kürdistan Gazetesi (1898-1902)”, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, S.

9, S. 6 (2013), s. 127-147.

(26)

20 sorunlara yer vermişlerdir. Çıkarılan yayımlarda direkt bir milliyetçilikten ziyade, dolaylı bir milliyetçi söylem geliştirilmiştir. Ancak bu söylem ve üretilen bilgi, Kürt ulusal bilincinin oluşmasına önemli bir altyapı sağlamıştır.

2.1.1. Abdülhamit Dönemi’nde Kürtler

II. Abdülhamit’in Kürtlere yaklaşımı daha önceki padişahlardan farklı olmuştur.

19. yüzyılın başından II. Abdülhamit’e kadar olan dönemde, Kürtler sürekli devlete karşı isyan halindeydiler. Fakat II. Abdülhamit’ten sonra Kürt ağa, şeyh ve beylerin çoğu devlet yanlısı politikalar gütmeye başladılar.45 Çünkü daha önce bozulan ilişkiler II. Abdülhamit tarafından tamir edilmeye başlandı. II. Abdülhamit’in Kürtlere dostane yaklaşımından dolayı ona Bave Kurd’a (Kürtlerin babası) denmiştir.46 II. Abdülhamit döneminde Kürtlerin devlete karşı birkaç isyanı dışında herhangi bir başkaldırı yaşanmamıştır. Fakat bu dönemde iyi eğitim almış pek çok Kürt aydını, Osmanlı Devleti’nde yaşayan diğer aydınlar gibi II. Abdülhamit’in politikalarını eleştirmeye başlamışlardır. Pek çok aydın Kürt, II. Abdülhamit’e karşı oluşturulan muhalefet gruplarına katılmıştır. Bu muhalif grupların en önemlilerinden birisi de Jön Türk hareketi adı altında ortaya çıkan muhalefet hareketidir. Bu hareketin içerisinde birçok Kürt aydını yer almıştır. Hatta bu hareketin beş kurucusundan ikisi Kürt’tür. Bunlar İshak Sükûti ve Abdullah Cevdet’tir. Bunların dışında Bedirhan ailesinden ve Baban ailesinden birçok kişi de II. Abdülhamit’in Kürtlere karşı izlediği politikaları eleştirdi.

Kürt aydınları tarafından gelen en önemli eleştiriler, 1891’de kurulan Hamidiye Alayları ve 1892’de kurulan Aşiret Mektepleri’ne yönelik olmuştur.47

Hamidiye Alayları

1891’de Sultan II. Abdülhamid tarafından kurulan Hamidiye Alaylarının birkaç fonksiyonu yerine getirme amaçlı kurulduklarını söyleyebiliriz. Kurulan bu alaylar,

45David McDowall, Modern History of the Kurds, New York: I.B. Tauris, 2005, s. 38-40.

46 Altan Tan, Kürt Sorunu, İstanbul: Timaş Yayınları, 2011, s. 97-103.

47 Naci Kutlay, İttihat Terakki ve Kürtler, Ankara: Koral-Fırat Yayınları, 2010, s. 20-150.

(27)

21 Rusların Kazaklardan meydana getirdiği Kazak süvari birliklerine benzemektedir.48 Başlıca amaçları olarak şunlar söylenebilir; Rusya’nın güneye inmesini engellemek, İran’ın iç işlerimize karışmasını önlemek ve İran‘a karşı Osmanlı Devleti’nin doğu sınırını muhafaza etmek. Ayrıca Ermenilerin kendi devletlerini kurmalarını önlemek ve kurdukları örgütlere karşı Kürtleri o bölgede güçlü tutmak gibi amaçları da vardır.49

Hamidiye Alayları’nı kurmakla eleştirilen II. Abdülhamit, bu eleştirilere şu şekilde cevap vermiştir50:

“Rusya ile harp vukuunda, disiplinli bir şekilde yetiştirilen bu Kürt alayları, bize çok büyük hizmetlerde bulunabilirler. Ayrıca oradan öğrenecekleri itaat fikri, kendileri için de çok faydalı olacaktır. Zabitlik unvanı verdiğimiz Kürt ağaları ise yeni mevkileri ile övünecekler ve bir miktar zapturapt altına girmeğe gayret edeceklerdir. Çıraklık devirlerini bu şekilde tamamlayacak olan Hamidiye Alayları sonunda kıymetli bir ordu haline gelecektir.”

Bu alaylarla ilgili tam bir görüş birliği yoktur. Bazı tarihçiler ve yazarlar bu alayları yararlı hatta dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı bir kalkan olarak görürken, Kürt aydınlarının çoğu bu alayların hem Kürtlere hem de Osmanlı Devleti’ne zarar verdiğini düşünmektedir. Kuruldukları dönemde de bu alaylar, bazı eleştirilere maruz kalmıştır. Modern Kürt milliyetçilerin öncüleri sayılan kişilerden sert tepkiler almışlardır. Onlara göre bu alaylar, Kürt- Ermeni çatışmalarının artmasına neden olmaktaydı.51 Bu konu ile ilgili Martin Van Bruinessen ‘Kürtlük, Türklük, Alevilik’ adlı kitabında, Hamidiye Alayları’nı bugünkü koruculuk sistemine benzetmiştir. Ayrıca bu alayları, Kürtleri birbirine kırdırmak olarak da görmüştür.52

Aşiret Mektebi

Kürt aydınları tarafından eleştirilen bir başka konu ise, 1892’de kurulan Aşiret Mektepleri’dir. Bu okullara ilk önce devlete bağlı Arap aşiret reislerinin çocukları

48 Sultan Abdülhamit, Siyasi Hatıralarım, İstanbul: Hareket Yayınları, 1974, s. 59.

49 Tan, a.g.e., s. 98.

50 Abdülhamit, a.g.e., s. 59

51 Kutlay, a.g.e., s. 21

52 Martin van Bruinessen. Kürtlük, Türklük, Alevilik (Etnik ve Dinsel Kimlik Mücadeleleri), İstanbul:

İletişim Yayınları, 2013, s. 19

(28)

22 alınırken, bu okuldan verim alınması ve Kürt aşiret reislerinin de talep etmesi üzerine Kürt aşiret reislerinin çocukları da alınmaya başlandı. İstanbul’da açılan bu okul daha sonra Kabataş Erkek Lisesi ismini almıştır. Bu okulun kuruluş amacı nizamnamenin 9.

ve 10. maddelerinde şu şekilde açıklanmıştır53:

“Okulun temel kuruluş amacı maarif ve uygarlığın sağladığı zenginliğe aşiret halkının da iştirak etmesini sağlamak, onların Büyük İslam Hilafeti ve Yüce Sultanlığına zaten duydukları o bilinen tabii yakınlığı ve sevgiyi bir kat daha arttırmak; şer’en ve kanunen mükellef oldukları, devlete ve dinsel görevlere samimi bağlılık duygusunu güçlendirmek ve pekiştirmektir.”

II. Abdülhamit, okula yakın ilgi gösterdi. Örneğin nizamnamede sultan, okulun velinimeti ve fahri müdürü olarak adlandırıldı. Okulun günlük işlerine ilişkin Yıldız Sarayı’na pek çok belge gönderildi.54 II. Abdülhamit ‘Siyasi Hatıratım’ adlı kitabında Kürtleri aşiret mektebine alınmalarını eleştirenlere şöyle cevap vermiştir55:

“Kürt ağalarının bazılarının çocuklarını, İstanbul’a getirip memuriyete yerleştirdiğim için de tenkit edildiğimi biliyorum. Senelerdir Hıristiyan Ermeniler nazır mevkilerini işgal etmişlerdir. Bundan sonra da kendi dinimizden olan Kürtleri kendimize yaklaştırmakta ne gibi bir zarar olabilir?”

Bu okulda din bilgilerinin yanı sıra askerlik sanatına da yer verildi.56 Burayı bitirenler harp akademisine gönderilmiştir. Bu okulun hem aşiret reislerinin gönüllerini hoş etmek hem de beyleri ve aşiret reislerini kontrol altına almak gibi amaçlar taşımaktaydı.57 Kürt aydınlarına göre bu okuldan yetişen birçok kişi devlete sıkı sıkıya bağlı olduğu için Kürt milli mücadelesine zarar vermekteydi. Örneğin bu okullardan mezun olan Binbaşı Kazım, Kürt milli mücadelesini sürdüren Cibranlı Halit Paşa’yı (eniştesi) ve Şeyh Said’i (bacanağını) devlet görevlerine şikâyet edip tutuklattırmıştır.58

II. Abdülhamit’in kurdurduğu Hamidiye Alayları ve Aşiret Mekteplerini sadece asimilasyon politikası olarak görmemek gerekir. Bu iki kurum aynı zamanda

53Alişan Akpınar & Eugene L. Rogan, L. E., Aşiret Mektep Devlet (Osmanlı Devleti’nde Aşiret Mektebi), İstanbul: Aram Yayıncılık, 2001, s. 21.

54 a.g.e., s. 19.

55 Abdülhamit, a.g.e., s. 59.

56Tan, a.g.e., s.104.

57a.g.e.,s.104.

58Kahraman, a. g. e., s. 58-69.

(29)

23 modernleşme hareketinin birer sonucudur. Bu çalışmalarla Kürtlerin ve Kürdistan’ın modernleşmesi tamamlanmak istenmiştir. II. Abdülhamit döneminde eğitim, mimari, tıp ve modernleşme alanında yapılan icraatlar, onun Batıcı bir padişah olduğunu göstermektedir.

2.1.2. İttihat Terakki ve Kürtler

Modern Kürt aydınlarının birçoğu, II Abdülhamit döneminde kurulan muhalif gruplarda yer alarak, imparatorluğun anayasal bir sisteme geçmesini amaçlamışlardır.

Bu yüzden II. Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesi için çaba sarf etmişlerdir. Onlara göre, anayasal sisteme geçilebilirse ülkede yaşanan pek çok problem kendiliğinden çözülecekti. Amaçları arasında padişahlık rejimini yıkıp yerinecumhuriyetrejimini getirmek yoktu. Karşı oldukları durum Abdülhamit yönetiminin istibdat düzeniydi.

Baskı ve şiddet düzeninin kurulacak anayasal sistemle biteceğine inanmışlardı. O dönemin aydınları padişah yönetimini reddetmemişlerdir.Sadece yönetimine denk bir meclis yönetimi istemişlerdir; ama Jön Türk cemiyeti altındaki kişilere tek tek bakıldığında siyasi görüşler birbirinden çok farklıydı.59

Jön Türk hareketini kuran beş kişiden ikisi Kürt’tü. Bunlar Arapkirli (Doktor) Abdullah Cevdet ve Diyarbakırlı İshak Sukuti idi. Cemiyetin önde gelenleri arasında bulunan Bağdat Mebusu ve Darülfünun Hocası Babanzade İsmail Hakkı, İslamcı çevrelerde itibar gören Darülfünun Hocası Babanzade Ahmet Naim, sosyolog Ziya Gökalp de önemli Kürt aydınlarıydı. Ayrıca 1847’de ayaklanan Botan Emiri’nin oğlu Bedirhan Bey, Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Nehri Şeyhi Seyit Abdülkadir Efendi ve Bitlisli Said-i Nursi de İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) üyesiydi.60 Meşrutiyetten ve özelliklede II. Balkan Savaşı’ndan sonra izlenen Türkçü politikalar, Kürt aydınlarının bu gruptan ayrılmalarına sebep olmuştur.

1913-1914’te Bitlis-Hizan’da çıkan Mele Selim ve 1914’te Barzan’da çıkan Şeyh Abdüselam ayaklanmaları, belirgin olmasa bile milliyetçi öğeler taşımaktaydı.

59 Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri (1895-1908), İstanbul: İletişim Yayınları, 2010, s. 50-75.

60 Kutlay, a.g.e., s. 26.

(30)

24 Örneğin Barzan İsyanı’ndaki temel talep, Kürt bölgelerine Şafii müftülerin ve Kürt kökenli memurların atanmasıydı. Her iki başkaldırının önderleri İttihatçı yöneticiler tarafından idam edildiler. Bu durum, Kürtlerle Türklerin mevcut ilişkisini bozmadı, çünkü Kürt feodalleri ve Sünni din adamları henüz Sultan karşıtı milliyetçi hareketlere soğuk bakıyorlardı.

Kürtlerle İttihatçıların ilişkisini bozulmasına ilk sebep, 1914’te kurulan İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdiriyeti’nin politikaları oldu. Kanun uyarınca önce 1916’da Kürtçe coğrafi ve yerleşim yerlerinin isimleri Türkçeye dönüştürmeye başlandı, daha sonra Talat Paşa’nın emriyle savaş sırasında değişik yerlere göç etmiş Kürt nüfusun Türk nüfusu içinde yüzde beş oranında dağıtılmasına başlandı. Amaç, Kürtleri daha

‘medeni’ olduğu düşünülen Türk gruplarının arasında eriterek modernleştirmekti.

Dışlama içermeyen bu tutumun nedeni Kürt asıllı sosyolog Ziya Gökalp’ın birbiri ardına yayınladığı raporlardı. Ancak, Kürt tehciri sırasında açlık, soğuk, hastalık ve jandarma şiddeti sonucu büyük can kayıpları yaşandı.61 Nuri Dersimi’ye göre Kürt milliyetçiliğini kışkırtan, onu radikalleştiren Türk milliyetçiliğidir. “Onlar tahtaya “Ne Mutlu Türküm” yazdıklarında biz de “Ne Mutlu Kürdüm” ile karşılık verirdik.”62

2.1.3. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı Dönemlerinde Kürtler

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi doğuda yaşayan Kürtleri derinden etkilemiştir. Kürtlerin yaşadığı yerlerin ateş altında olması ve bu yerlerin son zamanlarda birkaç kez el değiştirmesi yerleşimciler için bir felaket oldu. Buna rağmen Türk tarafının cihat çağrısına Kürtlerin çoğu olumlu karşılık verdi. Fakat bu savaş devam ederken İttihat ve Terakki’nin izlemiş olduğu bazı politikalar Kürtleri rahatsız etmekteydi. Örneğin, 1914 tarihinde İskân-ı Muhacirin Müdiriyeti kuruldu. Bazı kanun maddelerine göre Kürtler 1916’da göçe zorlandı. Yine bu dönemde çıkarılan kanunlarla Kürtçe coğrafi bölge ve yerleşim yerlerinin isimleri Türkçeleştirilmiştir.63 Bu dönemde

61 Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin Şifresi, İttihat ve Terakki’nin Enstitüde Mühendisliği (1913-1918), İstanbul: İletişim Yayınları, 2011, s. 399-422.

62 M. Nuri Dersimi, Hatıratım, İstanbul: Doz Basım Yayınları, 1997, s. 30-45.

63 Dündar, a.g.e., s. 409-418.

Referanslar

Benzer Belgeler

Yapılan pek çok çalışmada Fikret ve Akif’in yüzeysel ve ideolojik bakış açılarıyla birbirinin muhalifi olarak gösterilmiştir. Ancak her ikisi de aynı

Ahrnel Fazıl Aksoy suluboya ustalığının ilgiyle karşı­ landığı pitoresk atmosfer bilincini sayısız örneklerle kanıt­ lamış ve giderek sıılııbayrıya

Kredi yönetimi sürecinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesinde Bankanızın sahip olduğu bilgi sistemlerinin ve iç denetim sistemlerinin başarılı olduğunu

Netice olarak SARS-CoV ve MERS-CoV ile ilgili yapılan aday aşı çalışmalarının, ciddi solunum yolu sendromlarına yol açan coronavirus aşıları üzerindeki gizem ve

Başbakan Erdoğan'ın hukuk dışı, ayrımcı anlayıştan biran önce vazgeçmesi gerekti ğini belirten Tanrıkulu, açlık grevlerine cezaevlerinde bulunan bütün tutsakların

Arzu Erbilici, ortalama 60-70'inci günlerde ölümlerin ba şladığını belirterek, "Kalıcı sakatlıklar ve ölümler meydana gelmeden sürece hassasiyetle yakla şılması ve

Açl ık grevlerinin demokrasinin, eşitliğin ve özgürlüğün olmadığı siyasal sistemlerin bir sonucu olduğunu söyleyen Kaya, “Tutuklular ın ölümle ve sakat kalmakla

HEP’in ardından kurulan Demokrasi Partisi kuruluşundan itibaren Kürt kimliğini temsil eden bir parti olmuş ve yaşanan gelişmeler sonucu HEP’ten daha radikal